Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18 • Farklılığın Kıyameti •

@sukunettekelimeler

Bazen kolların iki yanında sarkar ama yüreğin sıkıca kucaklar, sarılır karşındakine. Gönül kucaklayınca gönlü, her şey sana meydan okumaya başlar. Gözlerin meydan okur, kaçırsan da onu bulur. Adımların meydan okur, gitsen de ona varır. Ses tonun meydan okur, sertlik vermeye çalışsan da hiç olmadığı denli nazik duyulur. Kaderin meydan okur, saklansan da seni bulur.

🍂

 

''Off, abi heyecan yaptım bak şimdi!''

İlyas'ın yüksek sesle iç çekip arkasına yaslanması üzerine Hira ve Merve hızlıca arkalarına dönmüştü. Hira göz devirip İlyas'a bakmakla oyalanırken Merve ilk konuşan kişi olmuştu.

''Heyecanlanmana gerek yok, yaparsın sen. O kadar ilgilendin, çalıştın. Aklına geldiği kadarıyla sunsan bile harika bir sunum olur eminim ki.''

Merve'nin susmasıyla Hira sözü devraldı. Henüz İlyas bir şey diyemeden atlamıştı araya.

''İlyas, o tahtaya çıkıp takır takır sunacaksın arkadaşım. Olur da beceremesen bu sınıftan kaç git. O kadar uğraştığımız proje çöpe giderse sen kendini öldün bil! Boşuna geceleri uykusuz kalmadım ben!''

Hira'nın yarı şaka yarı ciddi söyledikleri üzerine İlyas gözlerini kocaman açıp ona baktıktan sonra başını iki yana salladı yavaşça. ''Yazıklar olsun Hira! Böyle mi destek oluyorsun sen arkadaşlarına? Bak, şu kızdan biraz örnek al. Ne güzel tam içimi rahatlatmıştı ki sen yine altüst ettin be insafsız!''

''Bende böyle İlyascığım, gerçekler! Hem şu kız dediğin Merve de iki gün önce o kadar yorgun yorgun gece boyu oturup raporu tamamladı. Sen işi batırırsan yazık olmaz mı kızın emeklerine?''

İlyas ve Merve bir an göz göze geldikten sonra genç çocuk gözlerinin içinde oluşan gülümseme ile birlikte yeniden Hira'ya döndü. Bu bakışmanın nedeni Hira'nın habersiz kaldığı bir gerçekti. O gece rapor yazarken İlyas, genç kıza mesaj atıp nasıl gittiğini sormuştu. Merve ciddi anlamda yazmayarak yorucu olduğunu ve az sonra masanın başında uyuyakalacağını söyleyince de İlyas devamında yardım etmeyi teklif etmişti genç kıza. Merve kabul etmeyip kendi payına düşeni yapması gerektiğini söylese de İlyas ne yapmış etmiş, kızı ikna edip raporu bitirmesinde yardım etmişti. Gece üçe dek uyuyamayacağını düşünen Merve'nin raporu bitirme süresi yarı yarıya inmiş, ertesi gün okula daha dinç bir halde gelebilmişti İlyas'ın yardımı sayesinde.

İlyas, yaptığı iyiliği dile getirmedi fakat Hira'ya laf yetiştirmekten geri de durmadı.

''Zaten yazık olsa olsa Mervenur'a olur. Sırf onun için güzel sunacağım. Sana hiç acımam kızım. İstersen sıfır al!''

''Aaa o niyeymiş?!''

''Dün senden yemekhaneden gelirken bir çay almanı istedim ama sen ne yaptın, unuttun! Bu benim için ne kadar mühimdi bilmiyor musun sen? Derse odaklanmam için o çayı içmem lazımdı ama içemedim. Ve odaklanamadım. Ve anlamadım. Şimdi son sınavda o konu çıkarsa ve yapamazsam senin suçun.''

''Ay iyi ki bir çay almayı unuttuk! Borcum olsun!''

Merve, onların didişmesine hafifçe tebessüm edip araya girdi. ''Tamam, hadi birbirimizle uğraşmayalım artık. Ben sana çay alacağım İlyas, İlyas da sunumu güzel sunacak Hiracığım, her şey güzel sonuçlanacak inşallah arkadaşlar.''

Hepsi sonunda gülümsemişti. Sınıfın kapısının kapanma sesi duyulunca kızlar önlerine döndü, İlyas'ın bakışları da kapıya kaydı. Aynı anda İngilizce kelimeler havada uçuşmaya başlamıştı bile.

''Selamünaleyküm! Günaydın herkese!''

İngilizce öğretmenlerinin selamını alıp günaydın dedikten sonra bir kaç öğrenci merakla kadının elindeki kutuya baktı. Berkay'ın meraklı ve neşeli sorduğu soruya kadın da gülümseyerek ve aynı neşeyle cevap verdi.

''Ooo hocam, o kutu ne?''

''Size kurabiye getirdim!''

İlyas, kutuyu parmağı ile işaret edip kadının gözlerine baktı.

''Hocam, tatlı mı?''

Öğretmenin cevabından evvel Hira'nınkini işitmişti herkes.

''Herhalde ölmeden önce helvamız niyetine yiyelim diye.''

''Neden öyle dedin Hira? Niye ölecekmişsiniz canım?''

''Çünkü herkes sunum için çok heyecanlı hocam.''

Öğretmen, 'amaan' dercesini elini havada salladı. ''O konuda endişelenmeyin bile. Hepinizin harika işler yaptığına eminim. Şimdi, sunumdan önce kurabiyelere dönelim. Şuradan başlayıp şöyle elden ele gezdirelim. Herkes ikişer tane alsın.''

Kutu en önden başlayıp sıraları dolaşırken öğretmen akıllı tahtayı açtı ve sonrasında öğrencilerine dönüp gülümsedi. ''Aslında size evde kendim bir şeyler yapacaktım ama sizi öldürmek istemedim.''

''Estağfirullah hocam! Sizin elinizden ne olsa yeriz!''

Kadın gülümseyip teşekkür ettikten sonra herkesin kurabiye aldığına emin olmak üzere sınıfa göz gezdirdi. En arkada oturan Berkay, kutuyu içinde kalan kurabiyelerle birlikte kendisine getirince kadın kutuyu öğretmen masasının üzerine bıraktı. ''İsteyen buradan tekrar alabilir. Bitirin, ziyan olmasın.''

''Merak etmeyin hocam, İlyas ve ben ziyan etmeyiz.''

Berkay'ın cümlesine güldükten sonra ellerini birbirine vurdu kadın. ''Eveet! İlk kim çıkacak?''

''Eee, kimse gönüllü değil mi? Listeden mi seçeyim?''

Kimseden yine ses seda çıkmayınca İlyas derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. İçine aniden gelen cesaret sönüp gitmeden kendini öne atmalıydı aksi takdirde heyecanı nedeniyle çıkmayı erteleyerek sona kalacaktı. ''Ben yapacağım hocam.''

''Aferin, cesur İlyas!''

''For my people!'' (Halkım -insanlarım- için) deyip gülerken tahtaya doğru yürüyordu genç çocuk. Merve ve Hira da gülümseyerek destek oluyordu arkadaşlarına.

''Hocam, her sınıfın bir İlyas'a ihtiyacı var.''

''Kesinlikle, Hira!''

İlyas, elindeki flaş belleği tahtaya takıp gerekli dosyayı açtı ve arkada bazı fotoğraflar dönerken o, arkadaşlarına sunum yapmaya başladı. Önce proje konularını neden bu konuyu seçtiklerini ve neler yaptıklarını kısaca açıkladıktan sonra bu projeden elde ettikleri sonuçları, kendilerine ne kattıklarını ve konu hakkında neler yapabileceklerini anlattı. Herkes dikkatle dinliyordu genç çocuğu. Bazen heyecanlanıp Merve ve Hira'ya bakıyor, sakinleşip konuşmaya devam ediyordu. Son olarak hazırladıkları videoyu açmak üzere yeniden tahtaya döndü. Oynat tuşuna basıp herkesin rahatça görmesi için kenarı kaçtı. Video başlamış, ilk olarak ''Children of War'' başlığı ekranda belirmişti. Hemen sonrasında ekranda Hira'nın görüntüsü belirdi. Yanında iki küçük muhacir çocuk vardı. Kızın ne dediklerini anlamasalar da o konuşurken yanında durup kameraya bakıyorlardı. Her ne kadar İngilizce konuşsalar da, eğer dinleyenlerin bilmediği bir kelime varsa anlamakta zorluk çekmesinler diye alt yazı eklemişlerdi. Arkadaki müzik de ayrı bir tat katmıştı videoya.

''İnnemel Mü'minine ihvetün. Bunun anlamı, 'Müslümanlar ancak kardeştirler.' Aslında bu çocuklar bizim kardeşlerimiz. Müslüman, Hristiyan, Yahudi veya bir ateist; fark etmez! Bir insan mısın? Öyleyse insanlık görevini yap ve haksızlığa uğramış kişileri koru.''

Hira'nın konuşmasının ardından çocuklarla birlikte çekildikleri bazı fotoğraflar belirdi ekranda. Genç kızın çocuklarla çekildiği haberli yahut habersiz iki fotoğraf... Hemen peşine savaşın çocuklarını fotoğraflayan bazı fotoğrafçılardan alıntıladıkları, etkileyici olduğunu düşündükleri bir fotoğraf daha.

Fotoğraflar ekrandan kaybolup yerini İlyas'ın görüntüsüne bıraktı. O da başka iki çocukla birlikteydi. ''Merhaba, oradaki! Sen karanlıktan, yüksekten veya bunlara benzer şeylerden korkuyorsun. Peki, bu çocukların kabuslarının ne olduğunu biliyor musun? Bomba, uçak, silah, ölmek! Hiç, bir bombayla parçalanmış bir beden gördün mü?''

İlyas'ın cümlesi bittiğinde ekranda kucağında yaralı oğlu ile birlikte ağlayan bir babanın görüntüsü belirdi. Görüntü, yerini Merve'nin videosuna bıraktı.

''Çocuklar gülümsemeli ve mutlu olmalı. Bu çocuklar gördükleri, yaşadıkları şeyleri unutmalı. Sessiz kalmanın bir hata olduğunu bilmiyordum fakat şimdi biliyorum. Sesimizi duyurmak zorundayız. Ve biz, gerçekleri haykırmak zorundayız!''

Merve'nin görüntüsünün yerini önce savaş mağduru çocukların bulunduğu bir fotoğraf, ardından bir kaç saniyelik bir video aldı. Videoda küçük bir kız çocuğu, kendisini çeken adamla konuşuyordu. ''Burada çocuklar açlıktan ölüyor. Ama açlıktan konuşmak istemiyorum. Ama geçecek inşallah.''

Kızın kurduğu iki cümle bir kaç saniye sürse de bakışları ve tutumu herkesin yüreğini burkmaya yetmişti. Küçük kızın videosunun yerini yeniden Hira aldı.

''Çocuklar açlıktan kıvranıyor ve kendi kıyafetleri yok.Onların hayalleri yok! Gelecekleri yok! Bu çocukların gülümsediğini görmek istemez misin? Öyleyse onlarla el ele ver. Unutma, senin bu ülkede yaşama şansın/hakkın var ve onların da var. Dünya hepimiz için!''

Araya giren başka görüntüler ve çocukların videolarını yeniden İlyas, Merve, Hira takip ediyordu. Döngü sürüyordu.

''Bu çocuklar hakkında konuşmak için buradayız. Bu çocukların kaybettiği şeyler farklı fakat bu çocukların hayatını değiştiren ve kayıplarına sebep olan şey aynı : savaş! Ve, onlar bizden yardım bekliyorlar.''

İlyas'ın konuşmasından sonra araya giren fotoğrafı takip eden video, herkesin içinde biriken ağırlığı tetikleyip son darbeyi vurmuş, sınıftaki çoğu öğrencinin gözünden yaşlar akıp yanaklarını ıslatmıştı. Küçük bir erkek çocuğuydu konuşan.

''Nasılsın diyecek bir babam yok. Artık 'nasılsın' da yok. Geliyorum, gidiyorum ama 'nereye gidiyorsun' diyecek bir babam yok artık.''

Son kez Merve'nin görüntüsü yansıdı ekrana.

''Merhaba, Unutulmuş bir ayrıntıyı hatırlatmak istiyorum. Sen aç değilsin fakat şuan senin aç olan kardeşlerin var! Sen lüks bir hayat sürüyorsun fakat onlar yaşamıyor! Sen sıcak yatağında uyuyorsun ama onlar soğuktan dolayı hasta. Onlar, senden çok çok farklı problemlere ve yaşama sahipler. Ve biz, onları unutmamalıyız. Onlara değer vermeliyiz. Masum insanlar ölüyor. Sessiz kalma! Onlar annelerini, babalarını, kardeşlerini kaybettiler. Onlar her şeylerini kaybettiler! Unutma, başkalarının acılarını kalbinde hisseden insan gerçek soylu insandır.''

Merve'nin görüntüsü ekranda silinirken yerini gençlerin, çocuklarla birlikte çekildiği yahut çocukları tek çektikleri fotoğraflar aldı. Onları, Handan öğretmenin kampları ve sınırı ziyareti esnasında kendi çektiği fotoğraflar takip etti. Ekran karardı, üç gencin yan yana durduğu video yansıdı herkesin göz bebeklerine. Sırayla konuşuyorlardı, aynı metnin bütününü oluşturuyordu cümleleri.

''Hiç durup dururken nefes alamıyormuş gibi veya kalbin bir şeyin arasına sıkışmış ve daralıyormuş gibi hissettin mi? İşte, bu senin vicdanın. Sana hissetmeni, yardım etmeni, ilgilenmeni söylüyor. Unutmamanı söylüyor. Dünyada çok fazla savaş var. Ve iyi bir neden için veya değil, hiçbir şey insanları öldürmeyi haklı çıkaramaz. Sadece farklı ten rengine sahip olduğu için veya başka bir ülkede yaşadığı için ölen erkekleri kadınlar, çocuklar var. Eğer savaşı durduramıyorsak, en azından mağdurların daha iyi olmasına yardımcı olabiliriz.''

İlyas, Hira ve Merve'nin görüntüsünü elini havaya kaldırıp insanlara seslenen genç dava adamının anlık görüntüsü aldı. ''Wake up people! Wallahi wake up!'' (Uyanın insanlar! Vallahi, uyanın!) Adamın gür ve dinç, şevk dolu sesi duyulduktan hemen sonra yuvarlak yapacak şekilde birbirine kenetlenmiş, üzeri dünyayı temsilen mavi, beyaz ve yeşil ile boyanmış eller göründü. Birlik sembolüydü, çağrıydı, kardeşlikti. Video bitti...

Sınıfa her sunumda olduğunun aksine bir alkış gümbürtüsü değil, derin bir sessizlik hakimdi şimdi. İlyas, flaşı tahtadan çıkarıp arkadaşlarına dinledikleri için teşekkür ederken biliyordu ki bu sessizlik, alkıştan çok daha mühim bir şey barındırıyordu içinde. Sırasına doğru yavaşça yürürken önce Hira, ardından Merve ile göz göze geldi. İkisi de dolu gözlerle kendisine gülümsemişti. Gülümsemelerine karşılık verip Merve'nin yanından geçti ve sırasına oturdu.

İlyas henüz oturmuştu ki bir arkadaşlarının sesini işittiler. ''Hocam ya, bu arkadaşlar çıtayı baya yükseltti baksanıza. Hem de en başından. Şimdi bizimkiler sönük kalacak her türlü.''

''Eminim siz de harika işler çıkartmışsınızdır. Evet, sıradaki kim?''

Öğretmen ve sınıfın kalanı sıradakinin kim olduğuna karar vermeye girişirken Hira arkasına dönüp İlyas'a baktı. Hira'nın dönmesi ile Merve de dönmüştü.

''Tebrikler İlyas, süperdin!''

''Yok Hira ya, bir kaç yerde hata yaptım. Söyleyeceğim şeyi unutup başka şekilde anlattım falan.''

''Fark edilmedi ki. Biz bile anlamadık metni bildiğimiz halde. Sanki bir aydan fazladır uğraştığımız proje bu değilmiş gibi, ilk kez dinliyormuş gibi etkilendim ben açıkçası. Gayet başarılıydı, tebrik ederim.''

''Sağ ol Mervenur.'' Dedikten sonra iki kıza da sırayla baktı ve gülümsedi İlyas. ''Ben de sizi tebrik ederim. İyi iş başardık birlikte. Bir sürü şey de öğrendik.''

''Aynen. Artık her grup ödevinde birlikteyiz! İtiraz istemem.'' Hira'ya başlarını onaylayarak sallayıp da cevap verdi İlyas ve Merve.

''Bir de şu yardım toplama kampanyasını hallettik mi tamamdır!''

''Onu da hallederiz evelallah Mervenur.''

''Aynen, yapacağız inşallah.''

İkinci grubu temsilen Yeşim tahtaya çıktığında herkes gibi İlyas, Hira ve Merve de susmuş ve bakışlarını tahtaya çevirmişti. Hira, her ne kadar kendini bu kızı görmeye tahammülsüz hissetse de artık alışmış olmanın verdiği sakinlikle bakışlarını kıza dikti. Yeşimden hoşlanmasa da anlattığı konuyu ve hazırladıkları ödevi beğenmişti. Dikkatle dinledi. Sonrasında yaşlılara yardım etmek, sigara içmek, kız çocuklarının eğitiminin engellenmesi, küçük yaşta zorla evlendirilen kız çocukları gibi toplumsal duyarlılık gerektirecek konular sırasıyla sunulmuş, herkes birbirinin projesini saygıyla dinlemiş ve sunumlar dört dersin sonunda nihayetinde son bulmuştu.

 

🍂


Yemekhaneye yayılan uğultu ve kaşık-çatal sesleri, Mahir'in bakışları bir an uzaktaki masalardan birinde oturan genç kıza takılınca kesilivermişti sanki. Merve ile karşılıklı oturup sohbet ediyor, yemek yiyorlardı. Bakışlarını hemen kaçırıp tabağına çevirdiğinde tüm gürültüler yeniden can buldu. Çorbasını kaşıklayıp dudaklarına götürürken düşünceliydi. Henüz on sekiz yaşında girmesine bir kaç ay vardı, pek büyümüş hissetmiyordu kendini genellikle. Peki ya bu hisleri nasıl olur da yaşından büyük bir ciddilik ile içinde hüküm sürebilirdi? Bir yanı büyümemiş hissederken diğer yanı nasıl tüm olgunluğuyla birine böylesine hisler besleyebilirdi? Karar veremiyor, anlam veremiyordu genç çocuk. Acaba insanın yaşı değil de olgunluğuyla mı alakalıydı? Evet evet, belki de öyleydi. İnsan içinde ne kadar olgunsa hisleri de o kadar ciddi ve olgun oluyordu. Annesi böyle derdi. Tabi annesi bunu Mahir'in duyduğu hisleri kast ederek söylemezdi ama sonuçta his, histi.

''Elhamdülillah iyi miktarda bir yardım toplandı. Açıkçası ben bizim okuldan bu kadar yardım toplanacağını düşünmüyordum.''

İlyas'ın cümlesini işitince düşüncelerinden sıyrılıp dikkatini masada oturan arkadaşlarına verdi. Karşısında Ebuzer, onun yanında İlyas, kendi yanında da Berkay oturuyordu.

''Oğlum, öyle bir sunum yapıp konuştunuz ki insanlar etkilendi. Videoları da çok iyi seçmişsiniz. Asıl insanlar etkilenmeyip umarsız davransaydı şaşırırdım. Ben bile ağlayacaktım neredeyse.''

Berkay'ın cümlelerini Ebuzer'inkiler takip etti. ''Sadece etkilenmek değil, bilinç de vardı işin içinde. Eminim ki bir çok kişi bu konuda yeterince bilgi sahibi olmadığı için, bilmediği için umarsız davranıyordu. Birileri çıkıp anlatınca, öğrenince, görünce vicdanlarını işittiler.''

''Kesinlikle.'' deyip ekmeğini böldü Mahir. ''Mesela bizim sınıfta bir arkadaş vardı. Neden bu insanları ülkemize kabul ediyoruz falan diye konuştuğunu çok duymuştum önceden. Siz gelip konuşma yaptıktan, yardım işinden bahsettikten sonra siz sınıftan çıkar çıkmaz kız ayağa kalkıp sınıftan çıktı gitti. Giderken bana çarptığı için bir an göz göze geldik, ağlamıştı. Bazı fikirlerinin değiştiğine eminim.''

''Ne güzel ya! Sizin sınıfta kim konuşmuştu?''

İlyas, bir an kendisinin mi Hira'nın mı yoksa Merve'nin mi o sınıfta konuştuğunu hatırlayamayarak sormuştu arkadaşlarına. Çünkü her sınıfta bir başkası konuşmuştu. Tek kişi tüm okuldaki sınıflarda konuşursa yorulurdu, adil olmazdı. Diğerleri de isterse araya girip bir kaç cümle etmişti yahut video açıp kapatma işi ile ilgilenmişti. Döngü halinde götürmüşlerdi bu işi tüm okulda. Olcay hocalarından, yani müdür yardımcısından izin alıp tüm hocaların bir dersinden on beş yahut yirmi dakika almışlardı o gün.

''Hira konuşmuştu bizde. Sen ve Merve de bir iki şey söylemiştiniz aralarda.''

Ebuzer'in cevabı üzerine hatırladı İlyas ve başını salladı. Doğru, Hira konuşmuştu. Hatta kapını önünde yaklaşık beş dakika bu sınıfta kim konuşsun diye kararsızca tartışmışlardı. Hira'ya sıranın onda olduğunu, en az onun konuştuğunu söylemişlerdi ama genç kız itiraz edip bu sınıfta konuşmak istemediğini söylemişti. Bunu üzerine İlyas, ''Niye, abinden mi çekiniyorsun?'' diye dalga geçmişti onunla. Oysa Hira'nın çekindiği tek kişi o sınıftaydı, o da Mahir'di. Onun karşısında çıkıp konuşma yapmaktan çekinmişti. Fakat arkadaşlarının ısrarı ve haklılığı üzerine mecburen konuşmayı kabul etmişti. İçeride heyecandan elleri titrese de belli etmemeye çalışmıştı ve dinleyenler onun heyecanı anlamamıştı da. Mahir ve Ebuzer onun bilinçli bir şekilde güzelce böyle bir konuyu sunmasına ve bu yaptığı güzel girişime hayran kalıp takdir etmişlerdi içlerinden.

Şimdi ise okulun son haftasıydı ve belki de yemekhanede bu yılki son yemeklerinden birini yiyorlardı. Pazartesi günü olduğu için ve toplanan yardımla ilgilenmek için bugün okula gelmişti gençler. Çoğu öğrenci yoktu. Son haftalarda zaten genellikle son sınıflar yahut devamsızlık hakkı olmayan öğrenciler geliyordu hep.

Sohbetlerinin konusu değişip bu yöne kaydı. Berkay ağlayacak gibi yüzünü buruşturup arkadaşlarına baktı. ''Oğlum ya, hiç devamsızlık hakkım yok be! Mecburen son haftada okula geliyoruz! Halimize bak! Eziyet bu eziyet!''

''Eğer devredebilme hakkımız olsaydı, kendi devamsızlık hakkımdan sana devredebilirdim Berkay ama maalesef kardeşim...''

İlyas, Ebuzer'e bakıp kaşlarını havaya kaldırdı. ''Ebuzer, çok yardımseversin ama acıma buna sakın. Hak etti bu! Gelsin boş okulda otursun yalnız başına. Çocuk bütün yıl okulda var mı yok mu belli değil, hâlâ sızlanıyor ya! Hepimizin devamsızlığının toplamından çoktur bununki, eminim.''

''Aşk olsun İlyas! Nasıl benim varlığımla yokluğumu böyle bir tutarsın? Biz lokum ve pesküvit, çay ve şeker, gahve ve kitap, datlı ve ayran, Tom ve Jerry değil miydik? Benim varlığımın ve yokluğumun senin için bir farkı yok demek ha! Oysa ben varken sen havalarda kuş gibi uçmalı, yokken okulu zindan görüp kaçmalıydın! Bu ilişki burada bitmiştir!''

Hepsi Berkay'ın sözlerine ve bilerek yanlış söylediği sözcüklere gülerken İlyas onun oyununa ayak uydurdu. ''Öyle demedim sevgili pesküvitim! Sen yanlış anladın. Tabağımdaki datlıyı sana versem beni affeder misin?''

''Ederim tabi lan! O benim en sevdiğim!''

''Höst, en sevdiğin ben olmalıyım o zaman!''

Mahir ve Ebuzer birbirlerine bakıp gülerken ikisi de bu gülüşün anlamını biliyordu. Karşılarında Zahid'i görmüşlerdi bir an sanki. Ebuzer gülümseyerek bunu sözcüklere döktü.

''Zahid Araz'ın talebeleri İlyas Konakçı ve Berkay Tüzün. Belli ki ders almışlar ondan.''

Gençler sohbete Zahid'in kim olduğunu soran Berkay'a cevap vermekle devam ederken, Hira ve Merve yemeklerini bitirip kalkmıştı. Yemekhaneden çıkıp bahçeye geçtiklerinde sık sık uğradıkları ağacın altındaki masaya gidip karşılıklı oturdular. Sonraki derslere girmeyip çarşıya gidecekler ve Nihal ile buluşacaklardı. Zaten hocalar ders işlemiyor, sadece yoklama alıyordu. hatta bazıları almıyordu bile. Olcay hoca ile birlikte az sonra toplanan yardımı almak üzere gelecek olan görevliye parayı teslim edip okuldan ayrılacaklardı.

''Merve, Nihal ile nasıl tanıştınız?''

''Okulda.''

''Onu biliyorum, ayrıntısını merak ettim. Var mı bir hikayesi?''

''Var aslında, hem de çok hoş. Dur anlatayım. Bak şimdi, ben okulun ilk günü gece rüyamda turuncu saçlı bir kızla arkadaş olduğumu görmüştüm. Birlikte epey mutluyduk, güneşin doğuşunu seyrediyorduk okulun bahçesinde ama bahçe sanki okul bahçesi değil de cennet bahçesi, öyle güzel. Sonra yanımdaki kıza döndüm, 'senin saçların da güneş gibi' dedim, o da duyduğu iltifat hoşuna gidince çok mutlu oldu. Başını omzuma yasladı. 'Benim saçlarım, senin de içinde sakladıkların güneş gibi' dedi. Ben de mutlu oldum ve sonra uyandım. Sabah hazırlanıp okula gittim, sınıfa girdim falan heyecanla. İçeri girerken kapıda Nihal ile neredeyse çarpışıyorduk. Özür diledik birbirimizden, sonra ben sağa adım attım geçsin diye, o da aynı yöne kaydı. Ben öbür tarafa geçince o da o tarafa hareket etti. Filmlerde olur ya hani, kızla erkek kapıda birbirine yol vermeye çalışır ama bir türlü geçemez karşı karşıya kalırlar, aynı öyle oldu işte. Üç kez aynısı olunca ikimiz de gülmeye başladık, sonra tanıştık. Çok romantik, değil mi?''

''Aynen ya! Bu bir aşkın doğuşu olmuş, bu aşk bitmesin. Filmin devamını merakla bekliyoruz.''

''Mutlu gidişatlar ve sonlar izlememiz duasıyla.''

''Amin, inşallah gülüm. Benim rolüm ne peki şimdi bu filmde?''

''İki aşık arasına giren karakteri oynuyorsun sen.''

Merve, şaka olduğunu bakışlarıyla ve tebessümüyle Hira'ya belli etse de ses tonu ile oyuncu rolüne bürünmüş, arkadaşına takılıyordu. Fakat dışarıdan konuşmalarını duyan biri onların ciddi olduğunu düşünürdü. Ki öyle de oldu. Biraz ötedeki masaya oturan arkadaşlarına doğru yürüyen Mahir, kızların konuşmalarını işitiyordu yanlarından geçerken. Kızların ikisi de bir oyuna adım atmıştı karşılıklı. Oyunlarına tanık olunulduğundan habersizlerdi.

Hira, üzgün bir şekilde titretti sesini.

''Hadi ya, emin misin?''

''Evet, bu iki karakterin arasındaki bağ bu denli açıkken sen filme girdiğine göre rolün ancak onlara engel olan kişi rolü olur.''

Mahir, geçip giderken kafası karışmıştı. Neyden bahsettiklerini merak etmişti. Dikkatsizlikle ayağı takılınca son anda dengesini toparladı fakat elindeki cüzdanının düşmesine ve içinden bir kaç fotoğrafın da çıkıp çimlerin üzerine dağılmasına engel olamadı. Fotoğrafları hızla toparlarken kızların sesini istemese de duymaya devam ediyordu. Önce annesi ve babasının fotoğrafını, ardından Nihalinkini yerleştirdi cüzdanına. Sonrasında parmakları Ebuzer ve Hira ile çekildiği küçük kare fotoğrafa uzandı. Fotoğrafı hızlıca cüzdana sıkıştırdı.

''Kalbim kırıldı şu an. Oysa ben çok seviyordum, güzel seviyordum. Ama bana düşen bu rol oldu demek...''

''Nasip Hiracığım, nasip. Kader. Teslim olacak, sabredeceksin. Senin sevdan karşılıksızmış...''

Kafası karıştı genç çocuğun. Hızlıca cüzdanından düşenleri toparlayıp arkadaşlarının yanına gittiğinde kafası da dağılmıştı fotoğraflar gibi. Bu kızlar neyden bahsediyordu ki böyle? Hira sevdalı mıydı ve sevdası karşılıksız mıydı? Birilerinin arasına mı girdiğini düşünüyordu? Oysa kendisine karşı bir şeyler hissettiğini düşünmüştü, Mahir. Yanıldığını düşünmüyordu. Ne yani yanılıyor muydu? Ama kendisine gelen Hira, ondan uzaklara kaçan da Mahir değil miydi? Ne yani, Hira'nın adım attığı yoktu da o mu yanlış anlaşmıştı? Yoksa Hira, Mahir'in geri durmasından sıkılıp ondan vazgeçmiş, onu unutmuş başkasına mı gönlünü vermişti? ''Belki de...'' diye geçirdi zihninden. ''Zaten son zamanlarda o da benden uzak değil mi? Evet. Belki de nedeni bu.'' Yahut Mahir'in başkasında gönlü olduğunu sanıp da biriyle arasına girdiğini mi sanıyordu? Düşünceleri fazla dağınıktı genç çocuğun. Ve yerde dağılan fotoğrafları toparlamaktan daha zordu düşüncelerini toparlamak.

''Şiişşttt! Oğlum! Komaya mı girdin? Uyur gezer misin?''

Berkay'ın seslenişi ve omzuna vuruşu üzerine birden sirkeledi kendini. ''Hı? Ne oldu?''

''Kız çocuğun doğdu!''

''Ne!? Benim mi kız çocuğum?''

''Haa! Oğlan da sıradaymış.''

İlyas, Berkay'ın sözlerini ciddiye alıp şaşkınca konuşan Mahir'e gülmeye başladı.

''Off! Bu çok pis aşık olmuş yalnız.''

''Ne aşkı be!''

''İngilizce'de Lo-ve olan hani. Aşk. Tek hece. Çok kekelemece. Dalıp gitmece. Kendinden geçmece.''

''Kendimden geçtiğim falan yok benim.''

İlyas güldü. ''Doğru, zaten burada deniz de yok ki dalasın, dimi?''

''Evet. Kendimden de geçemem çünkü ben yol ya da köprü değilim.''

''Serden geçersin yardan geçmezsin, anladık.''

''Seni bi geçiririm şimdi Berkay, görürsün!''

''Neye, nasıl, nerede geçireceksin ki Mahir?''

''Duvara, suratına yediğin yumrukla, hemen burada Berkay.''

''Beyler, benim Mahir'imi sinirlendirip şiddete yöneltecek kadar maharetli olmanızı takdir etsem de sizden onu rahat bırakmanızı rica edeceğim.''

Mahir, Ebuzer'e teşekkür bakışlarını yolladı. ''Eyvallah kaptan.''

Berkay ve İlyas gülüp konuyu değiştirmeye giriştiler. ''Eee, bu dönem de bitti be! Resmen biz 11, siz de 12 oldunuz. Birdahaki seneye yallah üniversiteye.''

''Hiç sorma be! Yaşlanıyoruz.''

''Sen yaşlanabilirsin ama ben gayet genç ve dinçim İlyasçığım. Beni karıştırma. Daha yaşlanmıyorum, yaş alıyorum. O aldığım yaşları biriktirip paslandıracağım, pasa bulanacak, yaşpasta olacak. Yaş pas-ta.''

''Yürü git şuradan Berkay!''

''Bu kez komik değildi!''

''Hiç komik olmuyor ki!''

''Of be, sizin de mizah anlayışınız yok!''

''Asıl senin yok oğlum!''

Mizah tartışmasına girişen gençlerin hararetli konuşmaları az sonra telefonlarının çalıp Olcay öğretmenlerinin onları çağırması ile son buldu.

 

🍂


Ebuzer, arkadaşının omzuna bıraktı elini. Gözlerine bakıp burukça tebessüm etti.

''Şimdi iki ay yüzüne hasret kalacağız, ha?''

Mahir'in de dudaklarına aynı buruk tebessüm kondu.

''Biraz öyle olacak. Eh, yokluğumda bana şiirler yazarsın artık. Sana sanatkarlık katmak için gidiyorum sırf.''

''Benden sanatkar olmaz abicim, ben burayı değil, burayı kullanıyorum.'' derken önce alnına dokundu sonra da ellerini havaya kaldırıp arkadaşının gözünün önüne tuttu. Ebuzer'in sanatı kaleminde değil kuvvet ve becerisindeydi. Eli yetenekliydi, becerikliydi. Bir çok şeyi kolayca öğrenmişti. Sanayide babası ve amcasıyla çalışırken araba boyamayı, tamir etmeyi, köyde babaannesiyle kalırken tarla işlerini, odun kesip kırmayı, dedesiyle işe giderken ev boyamayı, tuğla-mermer-parke döşemeyi, teyzesiyle de seramik yapmayı ve boyamayı öğrenmişti. Bardaklar yapıp onlara şekil vermek, onları süsleyip boyamam favorisiydi.

''Aman be, iyi, öyle olsun! Neyse, hasretimden prangalar eskit o zaman. Hadi, daha fazla duygusal moda girmeden evvel gidiyorum ben.''

''Zahidleri gördün mü?''

''Gördüm gördüm. Zaten dükkandan dönüyordum tam ben de işte.''

''Tamam o zaman. Hadi bakalım, Allah'a emanet olun. Çok selam söyle Bayburttakilere.''

''Ve aleykümselam kaptan.''
Mahir, Ebuzer'in uzattığı elini sıkıca kavrayıp sıktıktan sonra onu bileğinden kuvvet alıp kendisine doğru çekti ve sarılıp sırtına vurdu. Son kez bakıp gülümsedikten sonra arkadaşının yanından uzaklaşmaya başladı.

Her yaz olduğu gibi Bayburt'a gideceklerdi, babaannesinin oraya. Normalde zaten babaannesiyle oturmalarına rağmen yazın memleketlerine gidip orada kalıyorlardı. Civar şehirlere de gezmeye gidiyorlardı. Anaannesine, Samsun'a da giderlerdi. Sonra Trabzon taraflarına da gezmeye giderlerdi muhtemelen. Trabzondaki akrabalarını ziyaret ederlerdi. Babasının ruh haline göre başka şehirleri gezme ihtimalleri de vardı tabi.

''Mahir! Dursana, bekle!''

İlkin emin olamasa da kendisine seslenildiğini anlayınca adımlarını durdurdu genç çocuk. Düşüncelerinden sıyrılıp hafifçe arkasına doğru döndüğünde Hira'yı görmeyi kesinlikle beklemiyordu. Hele de o günkü konuşmaları duyduktan sonra... Evet, hâlâ cevap bulamamıştı şu 'karşılıksız sevda - araya giren karakter rolü' konuşmalarına. Arada kafasına takılıp duruyordu ama çıkılır bir yol yoktu sorularının önünde.

Hira, nefes nefese kalmış bir şekilde genç çocuğun önünde durduğunda gökteki güneş tam karşısından vuruyordu. Gözlerini güneşten ötürü zor açık tutuyor, Mahir'in yüzüne başını kaldırıp bakamıyordu. Güneş fazlasıyla gözlerine yansıyordu. Zaten normalde de güneşli havalarda dışarıda hep gözleri kısık dururdu ve bunu hiç sevmezdi genç kız.

Mahir dalgınlıkla bakışlarını ona çevirdiğinde güneşten ötürü açık durmakta zorlanan ve kısılan gözlerini fark etmiş, saniyeler içinde sola doğru bir adım atıp onu kendi gölgesine almıştı.

Mahir'in gölgesinde kalan Hira, onun yaptığının bilinçli bir hareket olduğunu ancak artık rahatça açabildiği gözlerini hızlıca aralayıp Mahir'in mavilerine baktığında fark edebilmişti. Gölgesine sığındı, içine sığdıramadığının.

İkisi de bir anlık tebessüm etmek istese de yüzlerinden hiçbir şey okunamıyordu. Gözleri ise çok şey söylüyordu ama her zamanki gibi ne bakabiliyor ne görebiliyorlardı o anlamları. Mahir, bakışlarını ondan çekip sokağa doğru çevirince Hira neden orada olduğunu hatırlayıp kaşlarını hafifçe çattı.

''İnsan bi veda eder!''

Mahir, şaşırmıştı. Böyle bir tepki beklemiyordu genç kızdan. Şaşkınlıkla bir kez daha bakışlarıyla genç kıza dokunduğunda yarı kızgın yarı hüzünlü bir ifadeyle göz bebeklerinin titrediğini fark etti. Ona veda etmemişti çünkü ona veda edemezdi. Ona elveda diyemez, derse gidemezdi. Öyle hissediyordu. Hem özellikle onu gidip bulup veda etmezdi, edemezdi. Dükkanda görse zaten bir ''Allah'a emanet ol.'' derdi hoş. Hiç demez olur muydu?

''Seni göremedim etrafta...''

''Ama sormadın da.''

''Nereden biliyorsun?''

''Biliyorum işte.''

''Üzerimde dinleme cihazın mı var?''

''Evet, hatta abime hasretinden prangalar eskitmesini falan söyledin.''

Mahir, şaka yapmıştı fakat genç kızın doğru bir yere parmak basması üzerine bir an afalladı.

''Sen nereden biliyorsun abinle ne konuştuğumuzu?''

Hira dertliymiş gibi iç çekti. Ses tonu hafif alaylıydı. ''Sadece tahmin ettim. Her seferinde aynısını dersin zaten. Korkma, üzerine dinleme cihazı falan yerleştirecek kadar yakınlarında bulunduğumu hatırlamıyorum. Hele de son zamanlarda.''

Mahir'in sinirleri bozulmuştu, oyuna getirildiğini hissetti. ''Ben de hatırlamıyorum zaten. Hatta son zamanlarda seni pek gördüğümü bile hatırlamıyorum. Ne hikmetse bir anda sahalardan çekilir oldun.''

''Senin de istediğin bu değil miydi zaten?''

''Evet, buydu.''

''İyi işte. Sevinmişsindir.''

''Tabi, ne demezsin! Havalara uçtum.''
''Çok sevindim!''

''Ne güzel.''

İkisi de sustuğunda aralarına anlamsız bir sükût hakim oldu. Hira, kendisine veda etmeden giden Mahir'e kızgın ve kırgın; Mahir ise kendisini oyuna getiren, her seferinde dengesini bozan ve o duyduğu konuşmadan sonra kafasını karıştırıp duran Hira'ya kızgın ve kırgındı. Hira'nın zihnine yeniden Mahir'in iki buçuk ay boyunca burada olmayacağı gelince kızgınlık sönüp gitti, yerini genç çocuk hâlâ karşısında olmasına rağmen daha şimdiden içine yerleşen hasret sardı. Bakışlarını Mahir'in siyah spor ayakkabılarından çekip doğrudan gözlerine dokundurdu. Genç çocuğun mavi hareleri sokağa doğru, kızın gerisine doğru baksa da onun bakışları ısrarla bekledi gözlerinde. Onun olmayacağı iki buçuk ayın yerini doldurmak istiyordu sanki.

''Yine çok mu kalacaksınız?''

Sesi, bu soruyu sormaktan hoşnut olmadığını, klasik cevabı duyunca moralinin bozulacağını bildiğini belli eder tondaydı. Sakin ve durgundu. Yorgun da gibiydi.

Yavaşça başını salladı Mahir, cevabını böyle verdi.

''Getirecek misin bana yine?''

'Ney?' diye sormadı Mahir, yeniden yavaşça başını salladı.

Tebessüm etti Hira. Sonra yeniden ciddileşti.
"Kendine iyi bak. Allah'a emanet ol."

"Sen de..."

Hira, iki yanına sarkan kollarını kaldırıp karşısındaki gencin boynuna sarılmamak için hızla arkasına dönüp uzaklaşmaya başladı. Zaten veda da etmişlerdi, daha fazla oracıkta durmasının bir anlamı yoktu. Adımladı geldiği yola doğru. Bir adım, üç adım, beş adım... Şimdiden özlemişti. Altı adım... Acaba bu yaz erken dönerler miydi? İçi titredi. Yedinci adım.

"Hira!"

Seslendi Mahir, ve durdu genç kız. Arkasına döndüğünde karşıdan hızlı adımlarla yanına gelip aralarındaki mesafeyi aza indirgeyen Mahir'i buldu bakışları. Bir kaç adım ötesinde durdu genç çocuk. Şimdi hemen sormazsa hiç soramayacak gibi hissediyordu. Ve sormazsa beynindeki fırtınalarla başa çıkamayacak gibi.

"Merveyle geçen gün ne konuşuyordunuz öyle karşılıksız sevda, araya giren karakter rolü falan? Film mi, kitap mı, neydi o?"

Saçmalıyor gibi görünmemek için ani bir kararla kurduğu son cümlenin asıl saçmalık olduğunu idrak etti genç çocuk, konuşması bittiğinde. Gayet kızın kendisinden bahsediyorlardı! Ne filmi, ne kitabı!

Hira ise kaşlarını şaşkınlıkla kaldırmış, hayretle bakıyordu Mahir'in mavi hârelerine. Neden soruyordu ki!? Ona neydi, değil mi? Nasılsa istediği şey aralarında bir şey olmamasıydı.

"Ne filmdi ne de kitap. Benden bahsediyorduk. Hem sen bizi mi dinledin?"

"Ne dinleyeceğim sizi ben! Geçerken kulak misafiri oldum."

"Hıı..."

"Neydi peki!? Madem film de değildi kitap da!"

"Niye soruyorsun?"
Hira'nın sesi meydan okurcasına çıkıyordu.

"Merak ettim."

"İyi, merak etmeye devam et."

"Yeterince ettim."

"İki ay daha edersin."

"Hira!"

"Niye uzun uzun konuşuyorsun benimle? Hem sizinkiler bekliyordur, bekletme. Uzun yola gideceksiniz."

"Yol uzun, bari yük ağır olmasın."

"Ne yükmüş be şu merak!" diye geçirdi içinden genç kız. Derin bir nefes alıp verdi sakince. Mahir'in ses tonundaki sakinlik ve yumuşaklık, daha fazla inada bindirmesine engel oluyordu.

"Benden bahsediyorduk işte. Geçti mi merakın?"

"Ne demek oluyor bu? Yani sen--"

"Nihal ve Merve'den bahsediyorduk. Şakasına takıldı bana Merve, Nihal ile aramızda sen aşıkların arasına giren karakter rolü oynuyorsun, seninki karşılıksız sevda diye. Olay bu."

Mahir inanamıyormuşçanına gözlerini büyütüp başını hafif sola doğru oynattı. "Yok artık ya! Ben de neler düşündüm!"

"Ne düşündün ki?"

Hira'nın sorusunu işitince içinden geçenleri sesli bir şekilde dile getirdiğini fark edip gerildi.

"Boşver ya."

"Mahir!"

"Film kitap falan diye düşündüm ya, onu kast ettim."

"Eminim öyledir Mahir!"
"Peki."

Mahir, içinin rahatladığını hissedip derin bir nefes aldı. Bakışlarını kaldırımdan ayırıp kısa bir an Hira'ya dokundurdu. Gülümsedi.

"Hadi görüşürüz. Allah'a emanet ol."

Hira, arkasını dönüp hızla uzaklaşan gencin arkasından "Sen de!" diye mırıldanıp bir süre onun gözden kaybolmasını seyretti. "Neden böyle güzel gülümseyip gittin şimdi? Belki öbür türlü daha az özlerdim."

Mahir, sonunda çıkmaz sokaklara girip tıkalı kalmayan sorularının cevaplarını bulduğuna sevinerek eve vardı. Meselenin uzamasına biraz pişmandı ama elinde değildi. Tüm yaz bunu düşünüp içini kurtların kemirmesine izin veremezdi. Hallolması daha mantıklıydı. Hem tüm yaz bunu düşünmesi demek tüm yaz Hira'yı da hatırlaması demek olurdu. Ki bu pek hoş olmazdı!

Evin aralık kapısından içeriye girip seslenerek selam verdi. Annesinin selamını aldığını işitince oturma odasına girdi çünkü ses oradan gelmişti. Annesi, babası, babaannesi ve dedesinin koltuklara yerleşmiş, oturduklarını gördü.

"Eee, gitmiyor muyuz? Niye oturuyorsunuz?"

"Biz hazırız. Nihal hazırlanıyor, onu bekliyoruz. Sen de bavulunu bagaja koy."

"Tamam."

Mahir, odasına çıkıp önceden hazırladığı bavulu aldı ve aşağı indirip bahçedeki arabaya yerleştirdi. Tekrar üst kata çıkarken bir yandan da Nihal'e sesleniyordu.

"Nihal! Daha hazırlamadın mı kızım?! Kaç saat oldu ben evden çıkalı!"

"Dur abi ya!"

Nihal'in odasının kapısında durup kapıya yaslandı.

"Gireyim mi?"

"Girebilirsin."

Kapının kolunu tutup aşağı indirdi genç çocuk. Araladığı kapıdan odanın içine doğru bir kaç adım attı. Sağa doğru döndü çünkü ayna oradaydı ve kardeşinin aynanın karşısında olduğunu tahmin ediyordu.

"Ne bitmez bir hazırlıkmış bu! Düğüne mi gidiyoruz sa--"

Kardeşini görünce cümlesi yarım kalmış, bölünüvermişti. Kardeşinin mavi gözlerine bakarken dudaklarına bir tebessüm yerleşti, gözleri ise iri iri açıldı. Nihal, yeşil bir ferace giymişti. Başında da kahverengi bir şal örtülüydü ve onunla uğraşıyordu.

"Vaovv! Bu ne güzellik!"

Nihal, aynaya sırtını dönüp abisine doğru bir adım attı.

"Abi, oldu mu şalım ya? İki saattir uğraşıyorum, şu önü doğru durmuyor."

"Olmuş olmuş. Çok yakışmış, maşallah. Ama şurayı şöyle yaparsak..." derken kızın önünde durdu ve şalının önünü parmaklarıyla kibarca düzeltti. "...daha da güzel olacak. Ve...işte!"

Şalın düzgün olduğuna emin olduktan sonra uzanıp kız kardeşinin alnına hızlı bir öpücük kondurdu.

Nihal, Mahir'e sarılıp göğsüne sığındı. Heyecanlıydı ve kalbi küt küt atıyordu. Tesettüre girmişti az evvel. Dönüşü yoktu. Kararlıydı.

"Abi, birlikte aşağı inelim."

Mahir, kız kardeşinin endişesini ve gerginliğini anlıyordu. Daha önce tesettür için attığı adımlar ailesi tarafından engellendiği için çekiniyordu. Ama şuan memlekete giderken böyle giyindiğine göre bu kez kararlıydı kardeşi. Onların karşısında dik duracaktı. Boyun eğip gardını indirmeyecekti.

"Birlikte ineriz. Her şeyi birlikte aşarız, merak etme sen."

"Canım abim!"

Mahir, yanağına konan buseye gülümseyip yatağın kenarındaki bavula uzandı.

"İnelim hadi. Zaten kızacaklar, bir de geç kaldığımıza kızmasınlar."

Nihal başını sallayınca ikisi birlikte odadan çıkıp merdivenleri indiler. Mahir önden gidiyor, elindeki bavulu indiriyordu.

''Ne doldurdun bu bavula bu kadar ya! Şimdi kolum kopacak Nihal!''

''Gereksiz bir şey yok abi ya, ne yapayım, kaç ay kalacağız! Lazımlı ne varsa aldım.''

Onların sesini duyunca içeride oturan büyükler de kalkmış, odadan çıkmışlardı yolculuğa başlamak üzere. Girişte herkes toplandığında önce babasının, sonra da annesinin bakışlarına tutundu genç kızın gözleri.

''Nihal!'' Annesinin sesi şaşkın ve mutluydu. Annesi hemen yamacına gidip yanaklarını öperken babasının gergin ses tonunu işitti.

''Bu ne hal kızım?!''

''Ay, kızım git üzerini değiş de gel! Bizi deli mi edeceksin! Bu yaşta ne diye giyiyorsun şu kıyafetleri? Genç kız dediğin cıvıl cıvıl giyer, güzel şeyler giyinir. Güzel görünür. Bu ne öyle, bir gören dönüp bir daha bakmaz.''

Nihal, bakışlarını babaannesine çevirdi. Saygısını koruyarak karşılarında durmaya niyetliydi.

''Bu kesin bir karardı babaanne, artık tesettürlüyüm. Buna alışırsanız iyi olur. Ben bu kıyafetlerin içinde kendimi rahat, güvenli, huzurlu hissediyorum. Ben beğeniyorum böyle giyinmeyi, başkalarının beğenip beğenmemesi umrumda değil, beni de ilgilendirmez. Kimse benim yerime Allah'a hesap vermeyeceğine göre kimsenin de söz hakkı yok bu konuda. Ayrıca ben insanlar dönüp bir daha baksın diye mi giyiniyorum? Hayır. Mümkünse kimse dönüp bakmasın. Sokakta dönüp baksalar sapık mıdır nedir der, rahatsız olursunuz. Ama lafa gelince, giyimime karışırken beni böyle mi kandırmaya çalışıyorsunuz?''

''Nihal!''

Babasının uyaran ses tonu üzerine Mahir girdi araya.

''Nihal haklı baba, biliyorsun. Hepiniz biliyorsunuz. Biliyor ama umursamıyorsunuz. Alıştığınız doğrular kolayınıza geliyor. O, alışmadığı doğrularla zorlansa bile doğru olduğu için uygulamaya kararlı. Ben de sonuna dek onun destekçisiyim. Buyrun, diyeceklerinizi bana söyleyin.''

''Bari yazdan sonra giyseydin ne giyeceksen. Şimdi bütün akrabaların söylenmeleriyle laflarıyla uğraşacağız.''

''Beni ya böyle kabul edin, ya da hiç etmeyin dede. İnsanlar beni giydiklerim nedeniyle seviyorsa hiç sevmesin! Giydiklerim nedeniyle laf edecekse de kendi tercihleri. Dedikleri, düşündükleri beni ilgilendirmez.''

Mahir, kimsenin tekrar konuşmasına fırsat vermeden araya girdi. ''Artık herkesin söyleyecekleri bittiyse yola çıkalım. Buyrun.''

Dedesi ve babaannesi önden, babası da peşinden dışarıya çıktılar. Annesi, Nihal'in kolunu okşayıp ''Hayırlı olsun kızım.'' dedikten sonra peşine dualar mırıldandı. Mahir, önce annesine sonra da kız kardeşine bakıp tebessüm ettikten sonra evden çıkıp Nihal'in valizini de arabanın arkasına yerleştirdi.

Nihal için yeni ve kocaman bir adımdı bu. Arabaya binerken hem girdiği bu yeni yola hem de çıktıkları bu yolculuğa bir besmele çekti. Ne de ola Allah'ın adıyla başlanan işten zarar gelmezdi.


Loading...
0%