Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20 • Mümkün Olmayanlar •

@sukunettekelimeler

Son kez göz göze geldik, bir daha ne ben görebildim o masum harelerini ne bir başkası. O burada çiçek açtıktan sonra başka kimse tohum bile atamadı ki bırakayım yeşersin.

🍂


Hira, gülümseyerek elindeki telefonun ekranına bakıyordu. Gözleriyle gelen mesajları okurken içinde bir hasretin tezahür ettiğini fark etti. Çarşıdan dönüyordu ve otobüsün camına yaslanmış, elindeki aletle ilgileniyordu. İlyas, bir fotoğraf yollamıştı ''Mahşerin üç atlısı'' isimli gruplarına. Proje için açtıktan sonra grubu silmemişlerdi. Zaten sınıfta genel olarak üçü birbiriyle iletişimde olduğu için bir şey gerekirse oraya yazıyorlardı. Yazın da pek görüşemediklerinden arada haberleşiyor, selamlaşıyorlardı. Hira, arkadaşının yolladığı fotoğrafa bakıp gülümsedi. Arkasındaki yarısı boyanmış duvar ve boya kovaları, fırçalar dikkatini çekti. En azından işi tam onluktu. Nasılsa çizmeyi, boyamayı seviyordu İlyas. Genç çocuğun yüzüne bir kaç saniye baktı. Özlemişti ona takılmayı! Fotoğrafın hemen altına yazılan mesaj üzerine telefon başındaki iki genç kızın da gözlerindeki gülümseme genişledi. Merve de balkonda oturuyordu bu sırada.


İlyas kaptan

Oh, siz gezin, biz çalışalım
Erkek olmak zor kızlar, değer bilin

Siz
Hadi ya? Kız olmak da bize zor geliyor bazen.

Merveciğimm

En iyisi herkes olduğunla mutlu olmaya baksın
Ve bu arada, kolay gelsin İlyas, Allah yardımcın olsun


İlyas kaptan

Eyvallah Mervenur, çok teşekkür ederim, Allah razı olsun
Hira, sana da teşekkürler (!)

Siz
Ne demek İlyascığım, rica ederim :))

Merveciğimm

:)


İlyas kaptan

Neyse arkadaşlar, benim iş başına dönmem gerekiyor. Mola bitti.
Allah'a emanet olun, kendinize iyi bakın
Yakın zamanda görüşmek üzere

Siz
Görüşürüz, Allah'a emanet ol kaptan kanca

İlyas kaptan

Hahaha :(


Merveciğimm

Görüşürüz, Allah'a emanet
Sen de kendine iyi bak İlyas :) Tekrardan kolay gelsin. Son halini bize de atmayı unutma


İlyas kaptan

Atarım tabi. Tekrar teşekkürler
Hadi ben kaçtım

Siz
Kaçma, nereye kaçıyorsun? Bir de kaçak olup kendini mi kovalatacaksın
işinin başına dön

İlyas kaptan

Hahaha, kocaya kaçıyorum, tövbe tövbe

Siz
Hani gidiyordun oğlum sen, yazma yazma, hadi

İlyas kaptan

Espri seviyem düştü sayende teşekkürler

Siz
Hâlâ yazıyor bak

Merveciğimm

:D :) tamam hadi, herkes dağılsın


İlyas kaptan

Sen dedin dağıldım bile reis
Hadi eyvallah
Hira ne derse desin yazmayacağım artık

Siz
Gıcık İlyas
Dağıldıysan toparlan
Neye yazmayacaksın kime yazmayacaksın
Yoksa birine mi yazıyordun
İnceden mi yazıyordun açık mı
Bari kız güzel mi onu de hele
Vallaha buna bile kızıp bir şey yazmadıysa daha ne desem yazmaz herhalde
Neyse hadi, ben de otobüs macerama döneyim bari

Mesajları iki arkadaşı tarafından görülse de kimse bir şey yazmamıştı. Hira'nın suratındaki sırıtış yavaş yavaş silindi, düşüncelere daldı. Sonunda otobüsten inip sokakta yürümeye başladı. Mustafa ile görüşmüşlerdi ayaküstü on beş dakika. Uzun zamandır arada mesajlaşıp hal hatır sormaları hariç görüştükleri yoktu. Hazır teyzesiyle buluşmak için çarşıya gidince, Mustafa'nın da çarşıda bir giyim mağazasında çalışmaya başladığını öğrenince selam vermişti gidip.

Kendi mahallesine girip bayırı çıktı, abisi ve arkadaşlarının dükkandan sonra ikinci bir mekan belledikleri bankların orada biraz durup etrafa bakındı. Abisi ve arkadaşları deyince aklına Mahir de gelivermişti. Memleketten döneli bir hafta olmuş ama Mahir'i hâlâ görmemişti. Artık onu çok düşünmemeye karar vermişti. Tabi çok başarılı olduğu söylenemezdi. Bu kararını hatırlayınca yine zihnini ondan uzaklaştırdı. Bu kez de yarın Sevtap, Merve, Nihal ile birlikte buluşacaklarını hatırladı. Heyecanlıydı. Geçen hafta Merve ve Nihal ile görüşseler de hemen özlemişti. Artık eve gitmeye karar verip adımlarını yeniden peş peşe sıralamaya başladı. Telefonuna bildirim sesi gelince İlyas'ın dayanamayıp mesaj atma ihtimalini düşündü ve güldü fakat ekranı açıp baktığında Mahir'den olduğunu görünce gülümsemesi yerini şaşkınlığa bıraktı. Ve heyecana. Ve hasrete. Unutmak böyle mümkün olmuyordu işte!


Mahir

Hira, bizim bankların oraya gelebilir misin? Senin emanetleri vereyim.


Hira mesaj yazacağı sırada peş peşe yeni mesajlar geldi.


Mahir

İşin varsa Ebuzerle yollayayım
Ya da direk Ebuzerle yollayayım ben


Hira, mesajlardaki tutarsızlığa sinirlense de tek yaptığı göz devirmek oldu.

Siz
BEN ZATEN ORADAYIM. BEKLİYORUM
Pardon ya, klavye büyük harflerde kalmış
Beni yeni sevgili yapraklarıma kavuştur


Kendi kendine gülmeye başladı genç kız. Her ne kadar bilerek açık bıraksa da bunu bilerek yaptığını belirtmek zorunda değildi sonuçta. Hah! Açık kalmış mı evet, kapatmak istedim mi hayır. ''Sen de az dengeli ol eğer bağırır gibi koca koca harflerle yazmamı istemiyorsan!''


Mahir

Tamam, geldim sayılır
Kavuşacaksın az kaldı


Mahir, bakışlarını elindeki telefondan ayırıp aleti pantolonunun cebine attı ve suratındaki gülümsemeyi silmeye çalıştı ama yüzüne yapışmış gibiydi bir kaç saniye boyunca. ''Klavyesi açık kalmışmış!'' diye söylenip yeniden güldü ve sonra ciddileşti. Az evvelki çıkmaza yeniden girdi. Uzun zamandır görmeyince hem getirdiklerini vermek hem onu görmek için böyle bir bahane uydurmuştu ilkin. Çok düşünse ve tereddüt etse de sonunda mesajı yollamıştı. Ama sonra kızı ayağına çağırır gibi hissedip vazgeçmişti. Sonra bu işten tamamen vazgeçmişti. Bu bahanenin ardına sığınıp onu görme fikri yanlış gelmişti ki hâlâ da yanlış olduğunu düşünüyordu ama gidiyordu işte! Bazen insan doğru yanlış dinletemiyordu kendine.

''Sadece bir selam verecek, emaneti teslim edecek, gideceksin. Beş dakikadan fazla kalırsan öldün sen Mahir!''

Kendini tembihledikten sonra ayaklarının yere vuruş sesini dinleyerek adımladı yolu. Bu sırada içindeki garip hislere anlam veremiyordu. Her adımda bir fırtınalar kopuyordu içinde. Kalbi neden gittikçe hızlı atmaya başlamıştı? Peki ya vicdanından gelen bu hüzün neyin nesiydi? ''Derdim ne ulan benim! Yeri gelince kızdan uzak durmak, onu da uzak tutmak konusunda ahkam kesersin, şimdi kendi ayaklarınla gidiyorsun. Ama adımların istesen de geri dönemiyor. Ne oluyor yani şimdi!?''

Derin bir iç çekti. ''Ben de bilmiyorum tam olarak derdim ne... İçim karman çorman. Kalbim yani. Bazen kafam da öyle, gidiyor... Allah sonumu hayretsin. İçimdeki cama gece yağmur damlaları vurmuş ama ben parıldayan damlaları değil karanlık geceyi görüyorum mu acaba? Var bir şeyler. Bazısını anladığım, bazısını anlamadığım bir şeyler. Ya geçip gidecek bir gün, ya da onunla yaşamaya alışacağım. Henüz tam ne olduğunu bilmediğim o şeyle. İçimdeki şey işte. Her neyse.. her neyse..''

Bayırı inerken banklarda oturan genç kızı uzaktan görüvermişti bile. Düşünceleri sustu, sakince kızın oturduğu banka yaklaşıp bir iki adım önünde dikildi. Hira başını kaldırmış, uzun zaman sonra gördüğü genç çocuktaki ufak değişimleri fark etmişti. Yüzündeki bazı kısımlar eskiden sivilcelerle kaplıyken şimdi çoğu geçip gitmişti. Sakalları falan iyice uzamaya başlamış, saçları da kesilmemişti. Saçını uzatmaya mı karar vermişti yani? Boyu da uzamıştı sanki? Yoksa kendisi oturup Mahir ayakta olduğu için mi boyu daha uzun gelmişti?

Mahir ''Selamünaleyküm.'' dedi, bakışlarını genç kızdan itinayla uzak tutmaya çalışırken.

''Aleykümselam.''

Elindeki kitabı Hira'ya uzattı.

''Buyur. Zarar görmesinler diye okuduğum kitabın arasına koymuştum. Kitabı sonra verirsin, böylece al.''

''Çok teşekkürler.'' deyip kitabı aldı genç kız ve sayfalarını araladı. Karıştırmaya başladı. Ara ara rastladığı çiçekler ve yapraklar onu gülümsetmişti. Hepsi çok güzeldi! Kesinlikle koleksiyonuna yakışacaklardı! Yüzü kocaman bir gülümsemeyle aydınlandı ve bakışlarını Mahir'e çevirdi. Genç çocuk bir eli cebinde, bir eli yanına sarkar bir şekilde dikiliyordu. Ağırlığını sağ bacağına vermiş, bakışlarını da etrafta bir yere sabitlemişti. Duruşunu, uzaklardaki bakışlarını bile özlemişti Hira. Ayrıca onca hengameye rağmen unutmayıp düşünmesi ve bunları getirmesi çok hoşuna gitmişti.

''Ya Mahir, çok güzeller! Çok teşekkür ederim!''

Mahir, kızın neşeli sesi üzerine bakışlarını ona çevirmemek için son iradesini de kullanırken hafifçe başını salladı. ''Rica ederim. Sonunda kavuştun, hadi hayırlı olsun.''

''Sana da kavuştum hem.''

''Bizde de irade bir yere kadar ulan! Böyle konuşsun kız karşında, sonra gel de bir an olsun yüzündeki ifadeye bakma ha?''

Mahir'in bakışları, Hira'nın bakışlarına tutundu aniden. Mutlu görünüyordu genç kız ama aynı zamanda utandığı da belliydi. Muhtemelen onun da bunu ağzından kaçırdığını düşündü. Çünkü her ne kadar hislerini belli etmekten çekinmese de Hira'nın da kendince çizili bir sınırı vardı, biliyordu. Zaten fazla rahat bir kız olsaydı ona hâlâ ilgi duyuyor olmazdı.

Hira, az evvel ağzından çıkan cümleyi hemen toparlamaya çalıştı. Zaten çocuk yeterince uzaktı kendisine, bir de böyle konuşup hepten kaçırtmak istemiyordu. Hem bunu dışa vuracak kadar da rahat değildi ama demişti işte nasıl oldu anlamadan.

''Şey, yani... size kavuştum. Nihal'i de çok özlemiştim.''

''Hıhı, anladım, sorun yok.''

Mahir'in mırıldanmasının ardından konuyla beraber ses tonunu da değiştirip canlandırarak konuştu genç kız. ''Eee nasılsın?''

''İyiyim çok şükür, sen nasılsın?''

''Ben de iyiyim. Nasıl geçti tatil?''

''Nihal anlatmıştır eminim. Aynen öyle geçti işte; gerilim, aksiyon...''

Mahir'in problemlerini şimdi hafif şaka yollu anlatmasına ve başını iki yana hafifçe sallamasına gülümsedi Hira.

''Tam film çekmelik desene.''

''Aynen, tabi, ne demezsin.''

''Bir yere mi gidiyordun sen?''

''Evet. Sizin dükkana uğrayacağım. Sahabe dersinden sonra da akşam Harun dedeye gideceğiz bizim çocuklarla. Siz de kızlarla yarın buluşuyormuşsunuz?''

''Hıhı, evet. Buluşacağız inşallah.''

Mahir yavaşça başını salladı ve konuşmalarını artık bitirmesi gerektiğini hatırlattı kendisine. Saatine bakıp ellerini ceplerine soktuktan sonra ''Ben gideyim.'' dedi ve genç kıza doğru kısa bir bakış attı. Başını sallamıştı o da.

''Peki, görüşürüz. Allah'a emanet ol Mahir.''

''Sen de Allah'a emanet ol Hira.''

Mahir başıyla selam verip kızın yanından uzaklaşmaya başladı. O hızlı adımlarla giderken Hira da elindeki kitaba ve arasındaki yapraklara bir kez daha göz atıp gülümsedi, yavaşça yürümeye başladı aynı yolda. Mahir'in aksine onun adımları sakindi. Genç çocuk çoktan gözden kaybolmuş, Hira ise içindeki sıcak hislerle birlikte gidiyordu aynı yöne.

 

🍂


Zahid, elindeki boşalan tepsiyi sehpanın üzerine koydu. Herkes çaylarını almıştı. Çayın yanına da çerez almıştı Zahid, akşam arkadaşları misafirliğe geleceği için. Harun dede tekli koltukta oturuyordu. İkili koltukta Mahir, Ebuzer ve İlyas vardı. Üçü sığışmıştılar aynı yere. Ahşap sedirde ise Ubeyd ve Engin yan yanaydı. Zahid, boş sandalyeyi herkesi görebileceği bir yere çekip oturdu. Sohbet ortamında gerektiğinde herkesle göz göze gelebilecek, konuşanın yüzüne bakabilecek bir noktada oturmayı tercih ediyordu her zaman.

Bugün İlyas da onlarlaydı. İlyas'ı sahabe dersine davet etmişler, sonrasında da Harun dedeyle ve birbirleriyle sohbet edecekleri bu buluşmaya onun da gelmesini teklif etmişlerdi. İlyas da severek kabul etmişti. İyi anlaşmışlardı hepsi. Yolda gelirken İlyas'a kısaca Harun dededen bahsetmişlerdi. Ve tabi önceden anlattıklarını da özet geçmişlerdi çünkü devamını dinleyeceklerdi bugün. Uzun zaman sonra ancak hep bir araya gelebildiklerinden Harun dedenin hayat hikayesi de yarım kalmıştı kafalarında.

Engin , çayından bir yudum aldıktan sonra gülümseyerek yaşlı adama baktı.

''Dede valla en son kaza yapmıştınız, evde hasta yatıyordun ve şu komşu kızı vardı sana yemek getiren. Filiz idi ismi sanırım. Orada kaldık.''

Yaşlı adam küçük bir kahkaha attı. ''Ben sizi sohbet etmeye çağırdım ama siz direk olaya girdiniz çocuğum! Sohbet dediğin karşılıklı olur. Oysa siz benim hikayemden başka bir şey düşünmüyorsunuz.''

Zahid hemen araya girmişti. ''Aaa öyle deme dedecim! Sana anlat diye yalvardım yakardım aylardır, anlatmadın. 'Hepiniz bir araya gelince devam ederiz' dedin. Şimdi herkes bir aradayken anlatmazsan bu çocukları bu eve kitlerim çıkartmam sen anlata kadar ha!''

Harun dede memnuniyetle gülümsedi ve kendisine hem ömür arkadaşı hem ev arkadaşı olan gence baktı. ''Benim için hava hoş evlat! Birken altı olur ev arkadaşlarım.''

''Dedecim ama ya!''

Mahir, araya girmeye karar vererek zihnindekileri ortaya döktü.

''Dedem, sen demez miydin hep 'İnsanların hayatlarını dinleyin, büyüklerin yaşanmışlıklarından öğüt alın, ders çıkarın. İnsanların hayatlarıyla ilgilenin ki size faydası olsun. Dünyanın herkes için nasıl başka hikayeler ortaya sunduğunu görün, ne çeşitli hayatlar var bilin' diyen. Biz de en başta en büyüğümüz olarak senin hikayeni dinlemek, hayatından öğüt almak istiyoruz.''

Mahir'in, yaşlı adamı kalbinden vurması üzerine yüzündeki gülümsemeyi silmeden başını salladı Harun dede.

''İyi iyi, anlatayım bari. Bu Mahir de işini biliyor ha! Nasıl on ikiden vurdu hedefi!''

''Aşk olsun dedecim ya! Ben ikna edemedim ama bu elin Mahir'i etti ha? Aşk olsun!''

Zahid'in yalandan yere yakınması üzerine Mahir de ona ayak uydurup kaşlarını çattı.

''Sensin be elin Mahir'i. Pardon, elin Zahid'i. Senin kadar ben de Harun dedemin torunuyum. Kıskanma bakayım!''

''Hadi hadi, bu kadar gülüşmek yeter. Anlatayım o zaman. Sonra sizi de dinleriz.''

''Sendeyiz dedecim, dinliyoruz. Mikrofon sende.''

Yaşlı adam anlatmaya başladı. Bazen duruyor, çayını yudumluyor, çerez yiyor, devam ediyordu. Herkes pür dikkat dinliyordu onu.

''Elime tencereyi tutuşturup gittikten sonra bir süre bir daha görmedim Filiz'i. O ara iyice toparladım kendimi, iyileştim. Kursa geri döndüm. Hocalar çok ders kaçırdığım için haftasonları izne çıkmama izin vermediler. Babam gelip beni görüyordu. Öyle görüşüyorduk. Geri kaldığım kısımları özel olarak benimle işliyorlardı hocalarımız. Eh, özel olarak işledikleri için ben de mecburen dikkatimi veriyordum. Çok uğraştım tabi izin alıp eve gitmek için ama ne yaptıysam olmadı. Babama da yalvardım hocalarla konuşması için, haftasonları tatile çıkmak için ama babam da derslerimi yetiştirene kadar böylesinin daha iyi olduğunu söyledi. Anlayacağınız kursta yedi yirmi dört kaldığım uzun bir sürece girmiştim. Yaklaşık üç ay böyle devam ettik. Tabi anlamıştım ben bu işte bir şey olduğunu çünkü arkadaşlarıma yetişmiştim ama yine de devam ediyordu benim haftasonu derslerim. Üç ay uzun bir süreydi. Bu üç ayda biraz daha bir şeyleri isteyerek öğrenir olmuştum. Özellikle de bazı derslerden sonra öğrendiklerimle kendi hayatımın karşılaştırmalarını yapıyor, derin düşüncelere dalıyordum. Derin bir eksiklik hissediyordum hayatımda. İçimde derin bir boşluk, bir ağırlık vardı. Namazlarımı daha özenli kılmaya, sonrasında da dua etmeye başlamıştım yeniden. Ama aklımın bir kenarında hâlâ okul arkadaşlarımla buluşma hevesi vardı. Onlarla yeniden görüşmeyi iple çekiyordum. O zamanlar tabi herkesin kendi telefonu yok, haberleşemiyorduk da. Sadece babam bir kaç kez eve gelip beni sorduklarını, selam söylediklerini iletmişti bana. Neyse, bir ay daha böyle geçti. Kursa başlayalı neredeyse bir yıl olmuştu. Tatil verdiler iki haftalığına, eve gittik hepimiz. Sonunda dışarıya adım atabildiğim için mutluydum. Bir kaç kez biraz hasta olup hastaneyede diye çıkmıştım, bir iki kere de kursça bir hava değişikliği olsun diye maça gitmiştik, onun harici hep kursun içindeydim. Bu nedenle özgür hissetmiştim kendimi. Koşarcasına eve gittim. Babamla kucaklaştık, yemek yedik, biraz sohbet ettik. O gün doğum günüm, on sekiz olmuşum, mutluyum. On sekiz omak çok büyük bir şey gibi görünüyor gözümde. Gitarımı özlemişim, odama gittim, aldım elime, çaldım biraz. Aylarca çalmayınca biraz hamlanmışım, ama hemen hatırladım tabi. İşine geleni unutmuyor insan. Biraz çaldım, babam da dinledi. Beraber bir türkü tutturduk, hiç unutmam. O an bir çekirdek anı gibi kalmıştır içimde. Hatırlayınca ne hasret duyarım o âna, babacığıma... Mekanı Cennet olsun...''

''Amin.'' dedi tüm gençler bir ağızdan. Devam etti yaşlı adam.

''Hazır tatili bulmuşken bizim çocuklarla haberleştik, buluştuk. Uzun zaman olmuştu tabi görüşmeyeli, ortama girmeyeli. Farklı geldi, garip geldi. Arkadaşlarımın hareketlerini incelemeye başladım istemsizce. Birbirleriyle iletişim kurma şekilleri, kullandıkları kelimeler, vakit geçirme tarzları hiç hoş ve mantıklı gelmedi. Durmadan bana 'Hayırdır, bir şey mi oldu, çok sessizsin.' diyorlardı zaten. Ben de geçiştiriyordum. Arada bir iki tane çok sevdiğim arkadaşım da vardı. Onlar hatrına kalıyordum orada, bunu anlamıştım. Çünkü arkadaş dediğin birbirine kötü kelimelerle hitap etmez, kaba davranmaz, kötüye sürüklemezdi. Mesela kurstaki arkadaşlarımın birbirine davranış şekilleri tam tersineydi. Ben kurstakilerin arasına pek karışmadığım, çok samimi olmadığım halde bana da özenli davranırlardı. Böyle böyle kafamda karşılaştırmalar yapıp durmaya başlamıştım fark etmeden. Tabi hemen ilk görüşmemizde birden olmadı bu. Bir görüştük, iki görüştük, hatta bir iki kere de onlar bize gelip çayımızı içtiler. Babamla sohbet ettiler. Sonra yine onların geldikleri bir akşam babam bana arkadaş nasıl olur nasıl olmaz diye bir anlatmış ki sormayın evladım. İyice kafam karıştıydı. Babam, bazı arkadaşlarımla olan ilişkime çok dikkat etmemi söyledi, bazılarının ise özünde iyi çocuklar olduğunu. İsim vermedi hiç ama ben kendim belirlemiştim kafamda hemen kimi hangi grupta kast ediyor diye. İşte bir süre böyle geçti. Tatil bitti, kurs başladı. Tabi artık haftasonları eve geliyorum. Babamla camiye gidiyoruz, namazımızı kılıyoruz evdeyken. Kursta zaten cemaatle. Bu sırada kurstan da yakın bir arkadaş edinmiştim kendime. Benden bir kaç yaş büyüktü Seyfullah ama harbi delikanlıydı. Çok yardımı dokundu bana. Dostluğumuz çok şey kattı bana. Tüm bunlar olurken biraz daha büyüyorum, akıllanıyorum, oturaklı bir genç adam oluyorum ama bir yanım hâlâ kurs bitince, hafızlık tamamlanınca gitarı elime alıp okula dönme hayali peşinde. Bir elimle siyahın elinden tutuyorum bir elimle beyazın. Böyle geçip giderken günler, mahallede bir iki kez Filizle karşılaşmıştık. Yine ilk gördüğümdeki gibi hemen bakışlarını kaçırır, kaçınırdı. Utangaç olduğuna yormuştum bunu.''

''Seviyor muydun onu Harun dede?''

''Yok be Engin, o sıralar daha sevmek ne bilmiyoruz ki be oğlum. Sadece arada karşılaşıyorduk, ve böyle hep kendini geri tutan bir yapısı olduğu için garibime gidiyordu. Zaten ben on sekizim, o on yedi. Ne anlarım sevmekten, aklım fikrim başka yerlerde benim o zamanlar.''

''Hım... Peki sence o yaşta biri sevemez mi dede?''

Yaşlı adam gülümsedi. ''Niye sevemesin be oğlum? Ben o yaşta biri sevemez demiyorum, kendim o yaşta sevmek nedir bilmiyordum diyorum. Sever, nasıl sever hem de. Ama doğru kişiyi mi sever, imtihan olacak kişiyi mi, Allah bilir. Annemle babam doğru kişiyi sevmişler mesela, babam anneme ilk sevdalandığında on sekizindeymiş. Ama her zaman öyle olmuyor işte. Amcam da yengemi on sekizinde sevmiş, kaçırmış, evlenmişler ama sonra anlaşamadılar, çok zor zamanlar geçirdiler. Gençken her şey o anki duyguların yoğunluğuna göre şekil alıyor. Gençlik sevgiyi bağlılığa, bağımlılığa çeviriyor. Kalbin o hızlı vuruşu mantığı devreden çıkarıyor. İşte buna çok dikkat etmek lazım. Seviyorum diye tüm hataları silersen ileride o hatalar yine yapılır, sana yapılır, sevgi uçar gider, problemlerle kalakalırsın. Gençliğinizi problemlerle geçirmek istemiyorsanız dikkatli olun evladım. Kalbinize dikkat edin. Neye meylediyor, kime meylediyor, iyice tetikte olun. Tarafsız bakmaya çalışın hayatta her şeye, herkese. Bazı şeyler zamanla öğrenilir, yaşayarak öğrenilir. Henüz öğrenmediğiniz şeylerin sınavına girmek istemiyorsanız temkinli davranın, özenli yaşayın.''

''Ne güzel dedin dede...''

''Hadi senin hikayeye devam edelim dede. Çayını da tazeleyeyim, hah, süper.''

Yaşlı adam çayını tazeleyen gence teşekkür edip hikayesine devam etti.

''Sonra bu şekilde bir yıl daha geçti. Olduk mu on dokuz?! Hafızlık bitti, kursta herkesle helalleştik, ayrıldık, eve geldik. Ama bir yanım kursu özlüyor. Arada gidip hocalarıma ezber veriyorum, tekrar yapma niyetine. Gitmişken sohbet ediyoruz. Diğer yandan bu arkadaşlarla görüşmeye devam ediyoruz ama bazılarına daha normal yaklaşıyorum. Tabi fark etmiyorlar çünkü kursta biraz değiştiğim için böyle olduğumu düşünüyorlar. Öte yandan da içime içime yayılan bir şeyler var. İçim dolmuş, hissediyorum. Ama ne dolmak! İçime dolanlar hayatıma tam olarak taşamadığı için bir sancı var ruhumda. Okullar tatilde, yeni dönem başlayacak bir kaç ay sonra. Babam aldı beni karşısına, 'Devam etmek istiyor musun?' diye sordu. İstiyorum dedim. Bu sırada bizim tayfa mezun tabi. Ben iki sene kursa giderken onlar okulu bitirdi. Tabi aralarında bir iki tane sınıfta kalan ve okulu uzatan da var. Neyse, babam bu kez bana neden ve ileride ne yapmak için okula gitmek istediğimi sordu. Ulan, ben bi dondum kaldım ki orada! Eskiden okula şöhretim için, gitar çalınca oluşan o ortam, ileride şarkıcı olmak istediğim için falan gidiyordum. Şimdi ne o şöhreti istiyordum, ne o ortamı, ne şarkıcı olmayı. Babam güldü. 'Git sen iyice bir bunu düşün ki okul açılınca ona göre yol al' dedi. O gün çıktık evden, babamla ikindiye camiye gittik. Dönerken bu küçükken samanlığını yaktığım amcayla karşılaştık. Birlikte yürüyoruz. Babamla sohbet ediyorlar. Ben bir rahatsızlık duyuyorum ki hiç sormayın! Birden adamın önüne geçtim, tuttum elini, amca hakkını helal et dedim. Adam da ne olduğunu şaşırdı. Akıl başa gelince biraz, yıllar önce yaptığımın pişmanlığı var içimde tabi. Adam da sertti mertti ama helal etti, omzuma vurdu, güldü. 'Bir daha bir şeyime zarar vermediğin müddetçe sorun yok' dedi. O gece başımı yastığa koyduğumda içim bir rahattı ki anlatamam. Ertesi gün kalktım, mahallede yürüyüş yapma bahanesiyle küçükken kimi üzdüysem gidip sohbet ederken ayaküstü bi helallik aldım. Bu samanlığını yaktığım amca da akşam evdekilere durumu anlatmış, hanımının bir hoşuna gitmiş ki sormayın. Zaten kadın çok iyi, merhametli demiştim. Pamuk gibiydi, nur içinde yatsın. Sevinçle göndermiş bize Filiz'i, akşam yemeğe bekliyoruz diye haber salmış. Babam da bana söyledi ben helallik yürüyüşümden eve döndüğümde. Sonra akşama gittik Filizlere.''

Yaşlı adam bir an duraksadı ve nemlenen gözlerini sildi çaktırmamaya çalışarak. Fakat tüm gençlerin dikkati onda olduğundan ötürü pek mümkün olmadı bu saklayış. Harun dede o an karar vermişti, bu hikayeyi bu gece bitirecekti. Ertelemeye dermanı yoktu.

''Filiz, annesinin yanında koltuğa iyice sinmiş, usluca oturuyor. Gık sesi çıkmıyor. Babam nasılsın diye sorunca bir kaç kelimeyle cevapladı, sustu. Sesini duymak bana bi garip geldi o an. Bakışlarım durup durup kıza gidiyor. Merak ediyorum. Ah bi konuşsa, kendiyle ilgili bir şeylerden bahsetse diye iple çekiyorum. Bu merakın sebebine dair ise hiçbir fikrim yok. Sadece bilmek istiyorum. Ona dair bir şeyleri bilmek. Sohbet esnasında mahallenin camisinde bir kaç çocuğa Kur'an öğrettiğini öğrendim, sanki dünyalar benim oldu. O akşamı öyle böyle atlattık. Sonra o hafta imam efendi gençleri, gönüllüleri topladı camiye. Erkekler dışını, bahçesini, hanımlar içini temizliyor. Herkes yoruldu iyice. Filiz de orada, biliyorum. Onun pek sesi çıkmasa da arada bir çocuklar 'Filiz hocam!' diye bağırıp duruyorlar içeriden, gülüşüyorlar. Biz bahçeyi hallettik, neredeyse bitti. Tesisatçılık işlerinden anlayan bir abi vanaları kapattı, bozuk muslukları tamir ediyor. Ben de sıcakta çalışınca bir susamışım ki sorma. Vanalar da kapalı olunca gittim bakkaldan su aldım. Bir şişeyi orada içtim bitirdim, ikinciyi camide yine susarsam kullanırım diye yanıma aldım camiye döndüm. Tam ben caminin kapısından girerken Filiz de kapıya doğru geliyordu. Karşılaşacağız, yanımdan geçecek, belli. Bir şey demek istiyorum ama ne diyeceğime dair hiçbir fikrim yok. Söylemem gereken bir şey de yok ama ben inat ettim, kızla konuşacağım.''

Gençler gülümsediler hafiften. Yaşlı adamın bakışları çayında olduğundan, görmedi.

''Neyse, anlık bir kararla 'Bitti mi temizlik, gidiyor musunuz?' diye sordum. O da şaşırdı ilkin, onunla konuşmamı beklemiyordu. Sonra cevapladı beni. 'Hayır, ben yalnızca su almaya gidiyordum.' dedi ve yürümeye yeltendi. Yine ani bir kararla durdurdum. 'Bunu al.' diye elimdeki açılmamış şişeyi verdim Filiz'e. Tereddüt etti ilkin, sonra bir an göz göze geldik. Aman Allah'ım, sanki istediğim şey buydu : Onunla bir kere göz göze gelmek. Şişeyi de almaz sandım, beni şaşırttı. Aldı, teşekkür edip geldiği gibi hızlı hızlı içeri gitti. Suyu alması beni ne mutlu etti o gün! Sanki dersin çiçek verdim de aldı! O günden sonra iyice kafamı kurcalamaya başladı. Kafamda Filiz'e dair binlerce soru var. Hepsinin cevabını öğrenmek istiyorum. Ama korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla aynı yerlerde olmak, dünyaya onunla yeniden anlam katmak istiyorum. Bilmek istiyorum. Delicesine bilmek. Filiz'i bilmek. Neyi sever, ne yapar, nelere mutlu olur... Her şeyi bilmek istiyorum.''

''Bilmek istemek sevgiye işaret değil mi Harun dede?''

''Evet İlyas. Birini delicesine bilmek istemek, her şeyini anlatsın da dinleyeyim istemek büyük bir sevgiye işaret eder. Tersine, birine dair içinizdeki ilgi, onu tanıyıp bilme ilgisi de kaybolduğunda kalbiniz ona artık hızla çarpmıyor demektir. Aşkı en iyi böyle anlarsınız, bir gün kapınızı çaldığında. Tutun bunu da hatrınızda.''

''Tutmaz mıyız dedem!''

Zahid'e tebessüm etti yaşlı adam. Sonra yeniden döndü hikayesine.

''Ben de öyleydim işte, ilkin pek anlam verememiştim ama sonra anladım ki Filiz'i seviyorum. Tabi o da hiç yüz verecek bir kız değil. Kendi halinde, sessiz sakin, utangaç. Neler yapmadım ki Filiz beni fark etsin diye. Ne yapsam ağzından cımbızla laf aldım. Pazardan dönerdi, poşetlerini taşırdım. Sırf onun için yokuşta beklerdim. Tabi birine tesadüf dedi, ikincisine denk geldi dedi, bir süre sonra benim onu beklediğimi anladı. Anlayınca poşetleri vermedi, inat etti, 'bekleme bir daha burada' diye net bir şekilde söyledi gitti. O utangaç kız öyle net kurdu ki cümleyi, beni şaşkına çevirdi. Koca bayırı da ağır ağır poşetlerle çıktı o inatla. Tabi onu dinlemedim, ben yine gittim, yine bekledim. O yine beni görmezden geldi, gitti. Camide ders verdiği günler caminin avlusunda ezberlerimi tekrar etmeye başladım. O, öğrencileriyle camiden çıkınca çocuklara maç oynamayı teklif ediyordum. Çocuklar coşuyordu tabi, kabul ediyorlardı. Filiz de onları camiden sonra evlerine götürmesi gerektiği için maçımızın bitmesini bekliyordu bir köşede oturup. Çocukları kıramıyordu. Bizi, tabi bizi değil aslında beni dikkate almadığını belli etmeye çalışır gibi önünde bir kitap açar ona bakardı. Okurdu. Arada bir çocuklar gol atınca sevinip ona sesleniyorlardı, talebelerini tebrik edip önüne dönüyordu. Çocuklarla nasıl sıcak, güler yüzlü, samimiyse bana o kadar mesafeli, utangaç, tedirgin yaklaşıyordu. Tabi kötü çocuk namım onun da kulağına ilişmiştir bir zamanlar. Böyle böyle bir kaç hafta geçti. Bir gün dayanamadım, gittim elindeki kitabı aldım. Birden şaşırdı tabi, kaşlarını çattı. Ona kitap hakkında sordu sordum, bilemedi. Anladım ben de, amacı aslında beni kandırmak. Ne ben ona bir şey dedim ne o bana ama anlamıştı bunun bana verdiği cevabı.''

Yaşlı adam bir kaç cümleyle özet geçtiği olaya daldı gitti içinden. O gün Filiz'in okuduğu kitabı daha önce kendisi de okumuştu. Kızın, kitabın sonlarında olduğunu görmüş, içinden bir soru sormuştu. Bilememişti Filiz. Başka bir soru daha sormuştu, sonra başka bir tane daha. Filiz hiçbirine cevap vermemişti. Çünkü kitabı okurken aslında okumuyordu. Aklı ve sürekli kitaptan ayrılan bakışları, caminin yanındaki boş alanda maç yapan talebeleri ve gençteydi. Harun dedenin o zamanki gülümseyişi, karşısındaki genç kıza çok şey anlatmıştı. Sözleriyle bir şey demesine gerek kalmamıştı bile. ''Kitap okumuyor, bizi izliyorsun.'' demekti bu. ''Arkasına saklanamazsın daha fazla.'' demekti. Filiz utanıp koşarcasına gitmişti. Öyle ki talebelerini bile unutuvermişti. Harun, maçı bitirip tek tek bırakmıştı çocukları evlerine. O gün büyük bir sırıtış ile girmişti eve. Ve başını yastığa koyduğunda yine öyle gülümsüyordu. İçinde bir umut filizlenmişti, Filiz'e dair. Şimdi hatırlayınca yüreği titriyordu. Ama verdiği kararı hatırladı, devam etti Harun dede.

''Sonra Filiz'e çocuklarla mektup yolladım. Hiçbirine cevap vermedi. Ama geri de göndermedi. Mektup yollamaya devam ettim. Çocuklara da çikolata alıyordum bu iyilikleri karşılığında. Ne çikolatalar gitti, ne mektuplar yazıldı. Ama Filiz yine bir şey yazmadı. Ne yazdı, ne bir ümit verecek davranışta bulundu. Koca bir hiç. Tüm mutluluğum söndü. Bir yandan da çalışıyorum o zamanlar. Babama katkı olsun diye bir ustanın yanında çıraklık yapıyorum. Bizim çocuklarla da arada görüşmeye devam ediyoruz. Seyfullah ile de görüşüyoruz. Kurstan arkadaşım olan. Bir gün işten çıktım eve yürüyorum. Birden karşıma Filiz çıkmasın mı? Nasıl şaşırdım! Tabi ben sanıyorum ki elime bir mektup tutuşturup kaçacak. Hiç beklediğim şeyler olmadı. Önce zaten utandı sıkıldı, bir şey diyemedi. Sonunda ikna ettim konuşmaya, 'Lütfen bir daha o arkadaşlarını mahallemize getirme.' dedi. Hiçbir şey anlamadım. 'Hani şu arada bir gelen, bahçede oturduğunuz, gitar çaldığınız!' dedi. 'Rahatsız edici oluyor.' deyip çekti gitti. Ben de düşün düşün anlam veremedim. Gürültü şamata mı sorun, gitar mı sorun derken kızdım, gitara baltayı vurdum.''

''Gitarı kırdın mı Harun dede?!''

''Kırdım, hem de ne kırmak.''

''Vay be! O kadar çok seviyordun oysa.''

''İnsanın gözü bir şey görmüyor işte bazı anlarda Mahir'im. O da öyle anlarımdan biriydi. Gitar gitti. Tabi sonradan pişman olmadım değil. Gitarın kırılma haberi de birilerine gitti. Arkadaşlarla da o sıralar görüşmedik. Sadece Seyfullah ile görüşüyorduk. Filiz'i de rahat bıraktım. Tesadüfen karşılaşmalarımız hariç karşılaşmadık. Okulların açılma vakti geldi. Ben kararımı verdim, öğretmen olacağım. Babamın da hoşuna gitti bu tercihim. Okul için hazırlandım, eşyaları toparladım. Babamın bir arkadaşından arabasını aldık, yurda gidecek eşyalarımı yerleştirdik. Ustamla helalleşmeye gittim dükkana. Şehir dışından gece vakti gelmişti, o yüzden ancak görme şansım vardı. Babam da evde beni bekliyor. Ustamla helalleştim, eve dönüyorum. Bizim talebelerden biri koşarak geldi, elime 'bunu hocam gönderdi' diye bir mektup bıraktı koştu gitti. Şaşırdım ama bu kez sakinim. Ne ümit var ne korku. Bir köşeye sindim, açtım okudum. Benim kısa mektuplarımın aksine, upuzun bir mektup yazmıştı Filiz. Giderayak bana hem umut vermiş, hem yol göstermiş, hem el uzatmıştı. Mektuplaştık. Ben haftasonları eve gelince ufaklıklarla ona yolluyordum, o bana. Yazdıklarından bile anlıyordum Filiz'in içinde ne zarif bir ruh yattığını. Benden tek bir şey istemişti, o da gitarımdan değil, eski yaşantımın bana bıraktıklarından kurtulmamdı. Bu şekilde bir yıl geçti. Ben iki elinden tuttuğum siyah ve beyaza baktım, siyahın elini bıraktım. Kendimi derslerime verdim. O arkadaşlarla görüşmeyi kestim. Sevdiğim bir ikisi var demiştim ya, onları arada görmeye giderdim, o kadar. Seyfullah yine yanımda, destekçim, dostum. Kur'an tekrarı yapıyordum düzenli olarak, unutmamak için. Yeni bir sayfa açmaya karar vermiştim yani. Yeniden doğmaktır, aşık olmak. Yeniden doğmaya karar verdim. Filizle yeniden doğarım dedim. Bir kaç kere Filizle buluştuk bu süreçte. Bana talebelerinden bahsederdi, ben de okuldan bahsederdim. Merak ettiğim ne varsa sorardım ona. Utangaçlığı hiç geçmedi ama her soruma da cevap verdi. En sevdi rengi, çiçeği, şehri, hepsini öğrendim. Çocukluğundan bir kaç şey, gelecek planlarından, hayallerinden bir çok şey öğrendim. Ona bakmaya kıyamazdım, ama anlattıklarını ne dikkatle dinlerdim bir bilseniz. Bir kere göz göze gelsek dünyalar benim olurdu. Yaşım yirmi olunca bu konuyu babamla konuşabileceğimi düşündüm. Babama açtım içimi, Filiz'i seviyorum dedim. Şaşırmadı bile adam. Hayret ettim. Meğer anlamış. Baba işte! Kendisi büyütünce, hem analık hem babalık yapınca çözmüş içini evladının. Olumlu baktı bu işe. Ama mezun olup öğretmen olmamı beklememi istedi. O zamanlar öğretmen lisesinden mezun olur, öğretmen olunurdu. Şimdiki gibi karmaşık değildi her şey çünkü zaten çok okuyan insan yoktu. Bir sene daha bekleyecektim yani. Bekleriz dedim. Ne olabilir ki bir senede?''

Yine gözleri doldu yaşlı adamın.

''Çok şey olurmuş. Son senemdeyiz. Bir kaç haftadır gidememiştim eve. Son sınavlarım, geçmek için deli gibi çalışıyorum. Sınavlar bitti, neşeyle topladım pılımı pırtımı, koştum eve. Babam bir garip davranıyordu. Anladım ki bir sıkıntı var. Ağzındaki baklayı çıkarttırdım sonunda. Babası, Filiz'i bir herifle evlendirmeye karar vermiş. Ben çıldırdım tabi. Kiminle diyorum, babamdan cevap yok. Kalktım gittim, belki Filiz evden çıkar da konuşma şansım olur diye sokakta bekledim. Yok! Akşama kadar bekledim, ne giren var ne çıkan. Benim deli damarı tuttu tabi yine. Babası evden çıkıp yatsıya gidince dayandım kapıya. Annesine de yalvardım yakardım, sonunda izin verdi kapıda Filizle konuşmama. Kadıncağız haberdarmış zaten bizim durumdan. Filiz geldi ama rengi solmuş, gözleri kırmızı, göz altları çökmüş, bitap düşmüş kız. Yirmisinden otuzuna geçmiş sanki bir anda. 'Ne oldu, anlat' diyorum, susuyor. Ağlıyor sadece. 'Kiminle evlendirmek istiyor seni baban' diyorum, bir şey diyemiyor. Sonunda annesi de geldi yanımıza, Filiz ağladığı için konuşamıyor, kadın anlattı. Bizim bu lisedeki çocuklar bir kaç sene evvel bize gelip giderken aralarından biri mahallede Filiz'i görmüş, abayı yakmış. Bir iki kere kızı rahatsız etmiş, Filiz tabi yüz vermemiş. Benim şu hoşlanmadığım tiplerden biri. Filiz meğer bana o yüzden demiş, arkadaşlarından rahatsız oluyorum, mahalleye getirme diye. Biz Filizle görüşmeye başladığımız sıralarda bu çocuk şehir dışına gitmişti, bir süre ortalarda yoktu. Filiz de nasılsa artık peşini bıraktı diye kimseye bir şey dememiş. Ta ki bu dönüp yeniden Filiz'in karşısına çıkana dek. Filiz, yine sert çıkarsa yine peşini bırakır, vazgeçer diye düşünmüş. Çocuğa benimle görüştüğünü söylemiş ama nafile! Bu çocuk da işi inada bindirmiş. Sen gel, Filiz'in ellerini tut, yalvar. O sırada da kızın babasına yakalan! Tabi adam görünce delirmiş, zaten sert bir adam, huysuz, demiştim size. 'Evleneceksiniz, yoksa ikinizi de gebertirim' diye bağırmış çağırmış, kızı kolundan tutup eve getirmiş, sokağa çıkmasını da yasaklamış. Tüm bunları dinlerken nasıl delirdim, nasıl tutuştu eteklerim! Hâlâ aynı oluyorum.''

Yaşlı adam, hafifçe titreyen ellerini kucağında birleştirdi. Sevdiği tek kadını kaybetme korkusu yaşadığı o anları hatırladıkça, yine damarlarında bir acı, bir ağrı, öfke, delilik, çılgınlık dolaşıyordu.

''Peki ne oldu dede?''

''Gidip bu çocuğun yakasına yapıştım. Kavgaya tutuştuk. Sonumuz hastanelik oldu. Babam halimi görünce gidip Filiz'in babasını ikna etmiş, anlatmış her şeyi. Korkmuş, bu husumet büyür de ya bana ya arkadaşıma bir şey olur diye. Babası Filiz'e 'Hangisine varacaksın' diye sormuş. Bizim utangaç Filiz hiç çekinmeden 'Harun'dan başkasına verme beni baba' demiş. Bizim huysuz herkesi şaşırtıp tamam demiş. Hastanede açtım gözlerimi. Her yerim ağrı sızı içinde. Babam başımda, kızmasını bekliyorum, gülümsüyor. Müjdeli haberi verdi. Ne ağrı kaldı ne sızı. 'İyileş de gelinimizi almaya gidelim' deyip duruyor. Benden heyecanlı resmen, beni evlendireceği için. Ben hastanedeyken babam gitmiş, Filiz'e elbiseler almış, hediyeler almış. Severdi onu, Filiz de babamı severdi. Sonra ben biraz toparlandım, Filiz'i istemeye gittik. Vuslata az kaldı ya, nasıl heyecanlıyız.''

O anların tatlılığını anımsadı yaşlı adam. O mutluluğunu, heyecanını, hasretini hissetti. Kalbindeki atış şimdi şak diye yeniden tezahür edecekti sanki. Ama o heyecanlı atışları şimdi kalbi kaldıramazdı, yorgundu.

Gençler, olayların normale dönüşüne sevinmiş, tebessümlüydü. Yaşlı adamın anlatırken yeniden yaşarcasına yüzünde beliren mimiklere odaklanmışlardı. Şimdi Harun dede gibi onlar da heyecanlıydı. Fakat uzun sürmedi, gençlerin zihnine eski bir konuşmaları düştü. ''Dede, Filiz dediğin kız yengemiz mi yoksa?'' diye sormuşlardı hani. Yaşlı adam yaralıydı, sesinden ve bakışlarından belliydi. ''Değil...'' demişti. ''Olamadı.'' Hatırlayınca bu diyaloğu, tebessümleri silindi birden. Bıçakla kesilip atılmış gibi.

''Neyse işte,'' dedi Harun dede. ''Filiz'i istedik, verdiler. Düğün hazırlıklarını yaptık. Çok mutluyuz, hem de nasıl mutlu! Hayatımda hiç böyle hissetmemişim. Bir kaç aya resmi nikahı kıydık, dini nikah için camiye gidiyoruz. Büyükler önden giriyor, biz Filizle en arkadan takip ediyoruz. Caminin kapısından tam girdik, bir gürültü koptu. En son hatırladığım şey Filiz'in kollarıma yığılışıydı. Sonra ben de karanlığa gömüldüm. Son kez göz göze geldik, bir daha ne ben görebildim o masum harelerini ne bir başkası.''

Bir kaç damla yaş süzüldü yaşlı adamın yanaklarından. Onca şeyi ayrıntıyla anlatırken, burayı bir kaç kelime söyleyip geçmek istercesine kısa tutmuştu. Kaçmak ister gibi. O acı yeniden kalbini kuşatmasın ister gibi. Ama çoktan kalbi kuşatılmış, o zamandan beri acı kalbinde hüküm sürer, bilerek. Yâdına düşen sevdiğini kaybetmenin acısı...

''O ana dek sorsalar, bizden mutlusu yoktu. Çok mutlu olacaktık. Güzel günlerimiz vardı önümüzde. Ama nasipte yokmuş. Olmayınca olmuyor. Yandım, kavruldum gözlerimi açtığımda haberi alınca. Ben açmıştım gözlerimi ama sevdiğim açamamıştı. Ben de kapatmak, yeniden açmamak istedim. Kaç gecem böyle geçti... ''

Elini sol yanına koydu yaşlı adam. ''Bir ateş düştü buraya, hep kaldı. Filiz burada çiçek açtıktan sonra başka kimse tohum bile atamadı ki bırakayım yeşersin. Hayatımda, affedemediğim tek kişi var, o da bir hırs uğruna en masum kişinin canını alıp, Filiz'i toprağa atıp, sonra acısını içimde yeşerten o çocuk. Hırs, ne hâle getiriyor işte insanı. Ah ah, kaç kere dedim, o kurşunların hepsi bana gelseydi, benim ciğerimi delseydi de Filiz'e bir damla olsun acı sürülmeseydi. Bu dünya böyle, sonradan anladım. Hep en masumlar gözlerini yumuyor, en zalimce şekilde. Mutlu olmak istemekten başka ne suçu vardı Filiz'in, hiç! Asla ama asla hırslarınızın eylemlerinizi kontrol etmesine izin vermeyin evladım. Sonra canınız da yanar, can da yakarsınız...''

Göz yaşları elinin tersiyle kuruladı Harun dede.

''Benim çok canım yandı, hâlâ yanar. Yıllar geçti, babam evleneyim istedi, yapamadım. Sonra rahmetli babamı da kaybettim. Kendimi talebelerime verdim. En ücra köylere gittim, oralarda talebelerime masumiyetlerini kaybetmemeyi öğrettim. Onlara hırstan kaçmayı öğrettim. Bir gün, hiç beklemediğim bir yerde, yıllar sonra karşıma çıktı Filizimin celladı. Tanıdım onu. Çok değişmişti ama tanıdım. Hâli hâl değildi. Belliydi ki cezasını bu dünyadan almıştı. O da beni tanıdı. Ağlamaya başladı, bense kaçarcasına uzaklaştım oradan. Şimdi ne yapar, ne eder, yaşar mı, ölü mü bilmem ama bildiğim bir şey varsa o da yaktığı canların karşılığı olarak canının yandığı. Çünkü o an bakışlarında görmüştüm ben, nasıl vicdanının ateşler içinde yandığını.''

Zahid, bir bardak su getirmişti yaşlı adama. Bir yudum aldı ve durdu, tekrar içti suyundan. Sonunda boşalan bardağı kenarı koydu.

''Ömrüm böyle geçti. Yeniden tebessüm etmeyi, yeniden gülümsemeyi öğrendim. Bir yanın hep eksik kalıyor ama yaşıyorsun. Eksiklerle yaşıyorsun. Hayat sonrasında da çok şey öğretti bana. İmtihanlar bitmez ki dünyada. Ama sabır, hepsinin ilacı. Ve inanç, Allah'a olan güven, teslimiyet her şeyin anahtarı. Filiz'in yazdığı mektupları okur, güç alırdım. Gittikten sonra bile çok kez yol göstermiştir bana o yazdıklarıyla. İşte böyle... Yıllar geçti, bazı yaralar geçmedi. Yaşlandık. Emekli olduktan sonra buraya taşındım, tek başıma kaldım uzun zaman. Kendimi cezalandırıyordum yalnız kalarak. Bunu fark ettiğimde Zahidle tanışmıştık. Kendi kendime ceza kesmeye son verdim, bir arkadaş edindim kendime. Sizler de ömrümün son demlerinde yoldaş oluyorsunuz bana. Allah razı olsun. Yalnızlığımdan çekip alıyor, bir ses, bir nefes oluyorsunuz evladım. Hep olun emi?''

Yaşlı adam bitirdi. Hikaye bitti. Fakat hepsinin hayat hikayeleri hâlâ devam ediyordu...


Loading...
0%