Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21 • Göğüslerine Kardeşleri Sığınmış Abiler •

@sukunettekelimeler

Allahım sen beni senin yolunda sağlam adımlarla ilerleyen kullarından eyle. Kalbimi senin sevginle doldur. Ve seni sevenlerin sevgisiyle. Beni kibirden, kendini yeterli görmekten koru.

🍂


''Of, oğlum ben heyecanlandım yine ya!''

Engin, stresle elindeki not kağıtlarını masaya sertçe bıraktı. Zahid ve Sevtap, onun bu haline gülüyorlardı. İlk konuşan genç kız oldu.

''Ya geçen sene de aynısını yaptık, sakin olsana! Hem, okulda en üst sınıfta olan sensin. Karşısında konuşacakların ise alt dönemler. Neyin heyecanı bu? Küçük çocuklar gibi düşün onları. Sahabe derslerinizde nasıl rahatsın, öyle rahat ol.''

Sevtap sustuğunda Zahid hemen ortaya atlamıştı.

''Hayır yani bu neyin stresi, anlamıyorum ki!''

''Herkes senin gibi rahat olamıyor üzerinde yüz tane göz olunca Zahidciğim.''

''Ulan bir de siyasetçi olacağım diyordun bir ara! Kameraların karşısına nasıl çıkacaktın, milletin önünde nasıl konuşacaktın anlamıyorum. Daha şurada iki avuç adamın önünde heyecanlanıyorsun!''

Engin sitem edip Zahid'e kaşlarını çatttı.

''Ha sen de arkadaşına destek olacağına geçmiş karşıma beni azarlıyorsun! Bir dost olarak görevin söylenmek değil destek olmak, cesaretlendirmek, gaza getirmek Zahid bey! Laf ebeliği yapmak değil!''

Sevtap hafiften gerginleşen ortam nedeniyle stres olmuştu. Henüz kimsenin bir şey demesine fırsat kalmadan Engin kalkıp masadan uzaklaştı ve boş sınıftan çıktı. Koridorda ilerleyip pencereden bahçeye baktı. Neredeyse tüm öğrenciler dışarıda sıraya girmişti ve az sonra karşılarına geçip konuşması gerekiyordu. Sevgili hocaları inatla onun sunucu olmasını istemişlerdi. Kaç kez bunu beceremeyeceğini söylese ve son sınıf olmasını bahane edip başkasını seçmelerini istese de dinletememişti ki! Bir de şimdi heyecanını yenmeye çalışırken Zahid'in can sıkıcı laflarını işitmek gücüne gitmişti. Ne vardı sanki arkadaşı bu kez işi ciddiye alıp onu yüreklendirecek şeyler söyleseydi?

Derin bir nefes alıp kendini ikna etmeye çalıştı. Fakat aşağıdaki kalabalığı görünce pek de başarılı olamıyordu. Omzunda bir el hissedince başını çevirip yanında dikilen Zahid ile göz göz geldi. Zahid, Engin'in omzunu parmaklarıyla sıkıp arkadaşını kendine doğru çekti ve tek koluyla sardı.

''Oğlum, karınca misali be. Baksana herkes zaten aşağıda olduğu için sıkkın. Kimi dinlemiyor bile. Hata yapsan ne olacak hem, düzeltirsin. Kimse kimsenin hatasını hatırlamıyor bile iki dakika sonra. Okulda o kadar program oldu şimdiye dek. Sen hiç sunuculuk yapan yahut konuşmacılardan birinin yaptığı bir hatayı hatırlıyor musun? Hayır. Neden? Çünkü önemsiz. Neden? Çünkü insan hata yapar. Ben sana inanıyorum. Sen kendin abartıyorsun. Benim Engin'im iner aşağı, o gür sesiyle öyle bir sunuculuk yapar ki herkesi hayran bırakır be! Yiğidim benim, şu boya posa bak!''

Engin'in suratındaki ciddilik yavaşça silinip yerini bir gülümsemeye bıraktı. Zahidi onu yoğururcasına sevip son cümleleri söylerken ciddi kalması imkansızdı.

''Mümkünse kızlar hayran kalmasın da!''

Arkadan yanlarına doğru gelen Sevtap'a çevrildi bakışları, aynı anda. İkisi de gülümsüyordu. Bu kez ciddi olan Sevtaptı.

''Ohooo Sevtap hanım, kızlar hayran kalmaz mı hiç? Kalabilir.''

Sevtap'ın kaşlarını çattığını görünce hızla devam etti Zahid.

''Kalmayadabilir. Ama kaladabilir yani. Ama kalırsa bile sen sıkıntı etme, bizimkinin gözü başkasına görmez zaten sen varken.''

Zahid'in saçmalarcasına hızlı hızlı konuşması bittiğinde hepsi gülümsüyordu.

''Ha ben yokken başkasını görebilir yani?''

Sevtap'ın bir elini beline koyup sorarcasına sorduğu soru üzerine Zahid iki elini teslim olur gibi havaya kaldırdı. ''Onu bilmem.''

Engin, arkadaşının omzuna vurdu. ''Oğlum bir şey yapıyorsun bari tam yap be! Bilmem diyor bir de! Hıyarlık senin doğanda var!''

''Ne vuruyorsun be Herkül! Hıyarsak sana hıyarız. Kıymetini bil.''

Sevtap, iki arkadaşın didişmesini bölüp ''Ben aşağı iniyorum. Siz de gelirsiniz, birazdan başalayacak.'' dedi ve merdivenleri inip gözden kayboldu.

Kızın gitmesini fırsat bilerek az evvel yarım kalan konuşmasını tamamlamak üzere arkadaşına döndü Zahid. Engin'in aslında hassas bir çocuk olduğunu biliyordu ve az evvel söylediklerinde gerçeklik payı olduğunun farkındaydı. Onu kırmış olmak hoşuna gitmiyordu, gitmezdi.

''Kardeşim, ben sana takılıyordum sadece, biliyorsun. Olayı ciddiye almazsan daha rahat edersin diye şeyettim ama yanılmışım. Özür dilerim valla ya!''

''Önemli değil kardeşim, unuttum bile.''

Zahid, yüz bulunca hemen gevşemeye devam etti.

''Bir daha bana trip atma bak, kendimi terk edilmiş sevgili gibi hissediyorum!''

Engin ufak bir kahkaha bıraktı aralarına.

''Bunu bilmem çok iyi oldu. Arada böyle hissetmeni istersem sana trip atarım.''

''Niye böyle hissetmemi istiyeceksin oğlum, psikopat mısın?''

''Yani Zahid, şimdi açık konuşalım, senin ne sevdiğin ne sevgilin olur uzun süre. Bari bu histen mahrum kalma diye yapacağım yani. Eheheh!''

''Manyak herif ya!''

İki gencin konuşmaları bir kez daha bölünüverdi.

''Çocuklar hadi, program başlıyor.''

Engin, Handan hanıma bakıp başını salladı.

''Hemen geliyoruz hocam.''

''Enginciğim sen in, ben Zahid'e bir şey söyleyeceğim. Hemen geliyoruz.''

''Tabi hocam.''

Engin merdivenleri ikişer ikişer inerken Handan hanım da Zahid'in karşısındaki boşalan yere geçti.

''Zahid, bu sene son sınıfsınız oğlum. Zaten geçen sene de çalışıyordun, başlamıştın çalışmalarına. Ama bu sene daha yoğun olması gerek, biliyorsun. Biz okul olarak, hocaların olarak sana her türlü desteği sağlayacağız. Sana da diğer bir kaç arkadaşına da. Kitap konusunda hiç sıkıntın olmasın. Sakın kafanı yorma hiçbir şeye, biz bu hafta hepsini halledeceğiz. Size kitaplarınızı ulaştıracağız. Engin'e de aynı şekilde. Bunu söylemek istedim oğlum.''

''Çok teşekkürler hocam, Allah razı olsun. Ama zaten burs alıyoruz, onlarla hallederdim ben kitap işini.''

''Burs senin diğer harcamaların için Zahid. Gençsin, arada bir arkadaşlarınla vakit geçirirken paraya ihtiyacın olacak. Ne bileyim, kıyafet falan alman gerektiği zamanlar olacak. Bursunu başka şeylere kullan. Kitap konusu ayrı. Halledeceğiz onu. Bir velimiz test kitabı işindeymiş. Konuştu bizimle, yardımcı olmak istiyormuş ihtiyacı olan öğrencilere.''

''Peki hocam. Allah razı olsun, teşekkürlerimizi iletin lütfen kendisine.''

''İletirim Zahid. Hadi, Engin şimdi başalayacak sunuculuğa. Arkadaşını yalnız bırakmayalım. İnelim artık biz de.''

''İnelim hocam.''

Handan hanımla sohbet edip merdivenleri indiler ve bahçeye çıktılar. Arkadaşı mikrofonu alıp ortaya geçti, selam verip programı başlattı. Engin'in heyecanı dışarıdan belli olmuyordu. Bir iki yerde hafifçe takılsa bile ondan başka kimse fark etmemişti bunu. Program bittiğinde derin bir nefes aldı ve Sevtap'ın kendisine uzattığı şişedeki suyun yarısını bitirdi bir kaç yudumda. Bu sırada Zahid ve Sevtap da onu tebrik edip her şeyin gayet güzel gittiğini, boşuna heyecanlandığını söylemekle meşguldüler.

Engin de her şeyin iyi gittiğini kabullendikten ve şişedeki suyu tamamen bitirdikten sonra üç arkadaş ikramların başına gittiler. Bir kaç kurabiye ve kek yiyip meyve suyu içtikten sonra ufak bir sohbete girişmişlerdi. Sohbetlerini bölen, dokuzuncu sınıflardan bir kaç kızın yanlarına gelmesi oldu. Yüzlerinde işveli gülümsemelerle birlikte selam verip yanlarında dikildiler ve Engin'e hitaben konuşmaya başladı aralarından biri.

''Öncelikle çok güzel sundunuz, tebrik ederim. Tam size göre bir iş bence, sunucu olabilirsiniz. Son sınıfsınız, değil mi?''

Sevtap içinden 'bundan sana ne' dese de gerçekte sadece kıza dik dik bakıyordu.

''Evet. Teşekkür ederim.'' diye cevapladı Engin. Bakışlarını yanında dikilen Sevtap'a çevirdiğinde kızlara dik dik baktığını görmüş, gülesi gelmişti.

''Bu etkinlik sanırım her sene okulumuzda düzenli olarak yapılıyor, doğru mu anladım?''

Diğer kızın sorusu üzerine Zahid araya girmişti. Şayet muhattabın Engin değil bir başkası olması, Sevtap'ın da kızların da yararına olacaktı. Sevtap içinden 'program boyunca bin kere söyledik her yıl yapıldığını ama dinlememişsiniz demek ki!' diye geçirirken Zahid kızlara sakince yanıt verdi.

''Evet, her yıl yapılıyor.''

''Yaa, ne güzel! Şanslıyız ki sizin döneminizi tanımayı ucundan yakaladık.''

Cevap olarak zoraki bir tebessüm konmuştu Engin'in ve Zahid'in dudaklarına. Diğer kız girdi yeniden lafa.

''Bu programda kimler proje yapıyor, neye göre belirleniyor ben tam anlamadım. Açıklayabilir misiniz bize her şeyi?''

Engin, Sevtap'ın artık içten içe dayanamadığını bildiğinden pencerenin önüne koyduğu bardağını ellerinin arasına alıp Sevtap'a baktı.

''Sevtap bu konuda daha ehildir, size güzelce açıklar. Bizim arkadaşımla yapmamız gereken bir kaç şey var. Müsaadenizle.''

Kızlar biraz surat assalar da kabulleniş içinde başlarını salladılar.
''Peki, sağ olun. Görüşmek üzere.''

Engin, Zahid'in koluna girip orada uzaklaşmaya başlayınca dudaklarına dek gelen kahkahasını tutamayıp salıverdi. Bu kahkaha kesinlikle Sevtap'ın yüz ifadesi içindi.

''Oğlum niye ayrıldık kızların yanından ulan?'' deyip kolunu kurtardı Zahid.

''Ne demek niye? Çok memnundun herhalde halinden Zahid?''

''Yok be, saçmalama! Ondan mı diyorum! Sevtap şimdi üzerlerine atlar falan, onu da alsaydık ya da hepsinin can güvenliği için arada bodyguard olarak kalsaydık, onu diyorum!''

Engin ''Heee!'' diye işi çaktığını fark edip söylendikten sonra Zahid'in gözlerine baktı. ''Saçmalama oğlum! Zaten Sevtap, biz orada olduğumuz için ve kızlar bizim için orada olduğu için o haldeydi. Şimdi biz olmadığımız için kızların üzerine atlayacak şeyler yapmaz. Merak etme sen.''

''Biz değil, ben diyeceksin Enginciğim. Ehehe.''

''Of, neyse Zahid! Hem biz desem de olur. Çünkü sevgili annem seni de Sevtap'a emanet etti. Geçen gün 'bu iki deli oğlana sahip çık kızım' diyordu, duydum.''

''Vay be, sen benim Kadriye teyzeme bak! Demek bana güvenmiyor ha! Ulan şimdiye dek kime yüz verdik de sahip çıkılacak adam olduk be?''

''Sen vermeyebilirsin, yine de annem için tehlike söz konusu Zahidciğim. Ya seni, seni haketmeyen birine kaptırsa! Ne yapar anacığım! Sana kendi bulacakmış o gelinini!''

Konuşurken bir yandan da sınıfa çıkıyorlardı.

''Kendi çocuklarına bulsun! Ben istemiyorum!''

''Bizimkiler daha küçük, sırada sen varsın.''

''Neyse, zamanı gelince bulsun o zaman.''

''Zaten kadın da şimdiden bulmuyor merak etme. Ama arada kafasına yazıyor birilerini. Geçen bir arkadaşının kızını pek beğenmiş. Eve geldi, 'Sevtap olmasa sana alırdık ileride o kızı ama Sevtap'ım var, ben de bari Zahid'ime alayım' dedi.''

''Cıkcıkcık! Kadriye hanıma bak sen, çöpçatan olmuş da haberimiz yok!''

Engin güldü.

''Şimdi üniversiteye gideceğiz ya, bizi çok büyüdük sanıyor!''

''Birdahaki size gelişimde yaparız bir iki eşşeklik, çocukluk, bak bakalım büyüdük mü sanıyor büyümedik mi!''

''Alemsin be Zahid!''

Sıralarından çantalarını alıp sırtlarına taktılar. Zahid hırkasını, Engin de ceketini alıp ellerinde tuttu.

''Şimdi biz dükkana gidiyoruz, dimi?''

''Evet Engin. Sahabe dersine kadar dükkana göz kulak oluruz, biraz da ders çalışırız bu sırada. Hem Kübra teyze de dinlenir bugün. Ben okula başlayınca ve son sınıf olunca dükkana o bakmaya başladı malum. Hem dükkan hem de Hâris olunca yoruluyor.''

''Tamamdır kardeşim, sıkıntı yok. Bir kaç saat hem dükkana göz kulak olur hem ders çalışırız. Kaç işi aynı anda yapan adamlarız biz, bunu mu yapamayacağız? Kübra teyze dinlensin.''

Zahid, askıdaki bordo hırkayı fark edince Engin'e parmağı ile Sevtap'ın sırasını işaret etti.

''Sevtap'ın eşyalarını da alalım mı? Gidiyoruz deyip hem onu kızlardan kurtarırız, hem o da bizle döner.''

''Aynen, al al. Ben de çantasını alayım. Zaten o da bugün Hira, Merve ve Nihal ile buluşacakmış.''

''Aa öyle mi? Kimde buluşuyorlar bu sefer?''

''Süheyl amcalarda.''

''Off süper! O zaman akşam Kübra teyze kesin bana gönderir yiyecek bir şeyler. Bayram var desene!''

''Deli çocuk ya!''

Kendi eşyalarını da Sevtap'ın eşyalarını da aldıktan sonra bahçeye inmişlerdi tekrar. Handan öğretmenlerini görünce ona veda edip Sevtap'ın yanına gittiler. Kızlardan müsaade isteyip Sevtap'ı da peşlerine katarak durağa doğru yürümeye başladılar.

 

🍂


Üç arkadaş birlikte dükkana vardıklarında Zahid artık bir diğer evi olarak gördüğü dükkanda rahatça davrandığı için eşyalarını bir kenarı koyup ellerini yıkadı ve tezgah başına geçti. Kübra hanımı eve gitmesi için ikna etmek zor olsa da bunu başararak rahatladı. Çünkü kadın ''Yok oğlum, siz dersinizi çalışın, ben bakıyorum buraya.'' deyip duruyordu. Sonunda Kübra hanım ve Sevtap, dükkandan çıkıp eve gittiler. Zahid ve Engin de hem müşterilerle ilgilenip hem ders çalışıyorlardı. Çok işlek bir dükkan olmadığı için rahatlardı. Engin elindeki edebiyat kitabından yazarları ve eserleri anlatıyor, Zahid de dinliyordu.

Ebuzer ve Mahir gelene dek böyle geçip gitmişti zaman. Ebuzer, üzerini değiştirmek için eve gittiğinde Mahir de aynı sebeple müsaade istedi. Okuldan sonra direk dükkana uğradıkları için böyle olmuştu. On beş dakika sonra arkadaşları yeniden geldiklerinde dükkanda pek müşteri de kalmamıştı. Yarım saatin sonunda Süheyl bey ve Harun dede yanlarına gelip selam vermiş, sohbet etmişlerdi hep birlikte.

Harun dedenin sorusu üzerine tüm gözler ona çevrildi.

''Ee hani, Ubeyd yok mu?''

Ebuzer, yaşlı adama cevap verdi.

''Ubeyd artık üniversiteli oldu dede! İstanbul'da o! Burada olunca uğruyor ama çoğunlukla orada artık. Yani yok.''

''Aa doğru! Allah zihin açıklığı versin yavruma. Kazadan beladan korusun. Gurbet ellerde aç susuz kalmasa bari.''

''Amin! Kalmaz dedem, merak etme sen. Ubeyd bu! Yurtta kalıyor hem, orada veriyorlar her şeylerini.''

''İyi bari iyi! Peki İlyas nerede?''

''Onun dayısı ameliyat olmuş, oraya gidecekti bugün. O yüzden gelemedi. Selamı var.''

''Aleykümselam! Siz de ona selam söyleyin. Allah acil şifalar versin dayısına da, tüm hastalara da!''

''Amin!''

Harun dede ve Süheyl bey çaylarını içip dükkandan çıktıktan sonra gençler de etrafı toparlamış, sandalyeleri çocuklar için daire şeklinde dizmişlerdi. Artık bir sahabe değil, bir kıssa dersi işliyorlardı. Sahabelerin hepsini işlemişlerdi çünkü. Bir yıl olmuştu, koskoca bir yıl...

Çocuklar gelip de her sandalye dolduğunda ikramlar dağıtıldı her zamanki gibi. Ahmet en büyükleri olarak çocukları susturup sözü Ebuzer'e verdi. Besmele çekip derslerine, muhabbetlerine başladılar.

''Bugün Hazreti Musa ve Hazreti Hızır'ın kıssasını konuşacağız birlikte. Birlikte yaptıkları yolcuğuluğu ve başlarından geçenleri.

Hz. Musa'nın ilmine hayran olan biri: "Ey Allâh'ın peygamberi! Şu yeryüzünde senden daha âlim bir kimse var mı?" dedi. Hz. Musa: "Böyle bir kimse bilmiyorum!" dedi. O esnada kendisine vahiy gelerek: "İki denizin birleştiği yerde bir kulum var ki, ona has bir ilim (ledünnî ilim) vermişimdir. Ümmetinin seçkinlerinden biri ile ona git!" diye buyruldu. Kendisine işaret edilen zat, Hızır'dı (as). Hz. Musa: "O zâtı nasıl bulabilirim ya Rabbi?" diye niyaz etti. Allah -celle celâlühû, zenbiline tuzlanmış ölü bir balık koymasını, bu balığın canlanıp denize atladığı, iki denizin birleştiği yerde Hızır'ı bulacağını bildirdi. Hz. Musa, rivayete göre kız kardeşinin oğlu olan Yuşa bin Nûn ile Hızır'ı bulmak için derhal sefere çıktı. Hz. Musa ve Yuşa bin Nûn; "İki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti." Uzun bir müddet gittikten sonra nihayet bir ağaç altında oturdular. (Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Hz. Musa, genç adamına: "Azığımızı getir! Hakikaten şu yolculuğumuz esnasında (epeyce) yorulduk" dedi. Yuşa bin Nûn, birden hatırladı: "Ben onları balığın denize atladığı yerde unuttum!" dedi. Tekrar iki denizin birleştiği yere gittiler.

Hz. Musa: "İşte aradığımız yer orası idi" dedi. Hz. Musa, kendisine vahiy ile işaret edilen zatı, bir kayanın üstünde hırkasına bürünmüş olarak gördü ve selâm verdi: Ben Musa'yım! dedi. Hızır'da (as) cevaben: "Demek Beni İsrail peygamberi olan Musa sensin!" dedi. Hz. Musa: "Bana Allah tarafından bildirilen, insanların en âlimi sen misin?" diye sordu. Hızır (as): "Ya Musa! Allah bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur." dedi. Hazret-i Musa, Hızır'dan(as) bu ilmi telakki etme arzusunu bildirdi. Zahiren akılla anlaşılması mümkün olmayan, kendisine acayip ve garaibden görülen bazı hakikatlerin hikmetini Hızır'dan öğrenecekti. Hz. Musa, ona: "Allah'ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi. Hızır (as) dedi ki: "Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?" Bu sözlerle Hızır (as), Hz. Musa'nın psikolojik durumu hakkında ilk keşfi yapmış, ona kendini anlatmış oluyordu ki, bu tespit sonunda gerçekleşecekti. Hz.Musa'nın alacağı hisse, kendi yerini bilmek ve bir sabır dersi almaktı. Yani Hz. Musa'ya hâl lisanı ile: "Benimle beraberliğe sabretmek, senin elinden gelmez. Sen bu hususta mazursun. Çünkü bu ilmin kemali, henüz sana verilmemiştir" demekteydi.

Hazret-i Musa, "İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem!"dedi. Hızır (as): "Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana sual sorma! Yani tartışma şöyle dursun; sorup anlamak için bile sorma!" dedi. Ve o meşhur yolculuğa çıktılar. Kur'ân-ı Kerim ayetlerinde bu hikmet ve ibret dolu yolculuk şu şekilde anlatılır: "Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman O (Hızır), gemiyi deldi. Hz.Musa: "Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın!" dedi. Hızır (as) : Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?" dedi.

Hz. Musa ile Hızır (as) yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır (as) onu öldürdü. Hazret-i Musa dedik ki: "Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana nasıl kıyarsın?! Gerçekten sen fena bir şey yaptın!" Hızır (as): ''Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi?" dedi. Hazret-i Musa: "Eğer, bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme! Hakikaten benim tarafımdan (ileri sürülebilecek) mazeretin sonuna ulaştın!" dedi. Bu sözü ile Hazret-i Musa, artık özür dileyecek hâli kalmadığını anlatmak istemişti.

Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. Hızır (as) hemen onu doğrulttu. Hazret-i Musa: "Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin!" dedi. Hızır (as) şöyle dedi: "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim!"

"Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hâle getirmek istedim.(Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ebeveyni mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin! Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise, salih bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur!"

Yani, hayatta bazı şeyler vardır ki bizler iç yüzünü bilemeyiz. Şer gibi görünürler, kötü gibi görünürler ama ardlarında bir hikmet, bir hayır vardır muhakkak, çocuklar. Ben bu kıssadan alınabilecek en büyük dersin bu olduğunu düşünüyorum. Hayat boyu bizler de türlü türlü şeyle karşılaşacağız. Dertlerimiz, sıkıntılarımız, problemlerimiz olacak. Bazen bu dertlerin boyumuz aştığını hissedeceğiz hatta. Ama önemli olan bize verilen bu problemlere nasıl tepki verdiğimiz. Çünkü bunlar, bizlerin arkasındaki hayrı ve şerri göremediğimiz imtihanlardır bizim için. Arkasındaki hayrı ve şerri göremediğimiz için de bize düşen Allah'ın verdiği her ne ise onu kabullenmek, teslim olmaktır. Yani yerimizi bilmektir.''

Küçük bir çocuk araya girdi.

''Ne gibi şeyler mesela Ebuzer abi?''

''Hadi bir örnek ben vereyim, birer örnek de abileriniz versin. Mesela, Ubeyd abiniz istediği üniversiteyi kazanamadı maalesef, başka bir üniversiteye gitti. Fakat istediği üniversiteyi kazanamadığı için isyan etmedi, derin bir hüzne bürünmedi, neden diye sorgulamadı. Çünkü o biliyordu ki eğer Allah ona istediği üniversiteyi değil de diğerini nasip ettiyse vardır bunda bilmediği bir hikmet. Biliyordu ki onun olması gereken yer orası değilmiş, burasıymış. Bilemeyiz nedenini. Belki istediği üniversiteyi kazansaydı orada mutsuz olacaktı yahut bazı sorunlar yaşayacaktı. Belki başına bir şey gelecekti ama gelmemesi daha hayırlı bir şey. Şimdiyse Ubeyd abiniz mutlu elhamdülillah.''

''Hımm anladım!'' deyip gülümsedi çocuk. Ahmet girdi araya.

''Ubeyd abiyi de özledik be abi!''

Gençler gülümsedi. Onlar da özlemişlerdi arkadaşlarını. Uzun süredir görememişlerdi. Mahir, Ahmet'e bakarak konuştu.

''Biz de özledik aslanım. Bir ara telefonla arar konuşuruz.''

Zahid hemen atıldı. ''Ben dün konuştum, iki hafta sonra bir kaç günlüğüne gelecekmiş inşallah. Ama tam olarak ne kadar kalacağını duyamadan kontörüm bitti, kapandı. Üzgünüm gençler.''

Gülüştüler. Konuyu yeniden derslerine getirdi Ebuzer.

''Eee abileri, siz de birer örnek verin bakalım!''

Gençler düşünürken ilk aklına bir şey gelen Zahid olmuştu.

''Ben hemen söyleyeyim mesela bir tane. Geçen sene bu zamanlarda annem vefat etti, babamla tartıştık, evi terk ettim. Gidecek bir yerim yoktu, sokaklardaydım. Sonra dayak da yedim bir grup gençten. O halde, soğukta, öyle çaresizdim ve sinirliydim ki. Sonra Ebuzer ve Süheyl amca buldu beni. Aldılar, buraya getirdiler, yardım ettiler. Böylece onlarla tanışmış olduk. Sonra da tabi sizlerle tanışmış olduk. O sırada, sokakta, dayak yemiş, yalnız, korkmuş, evsiz barksız ve üşürken içinde bulunduğum hal nedeniyle kızgındım Allah'a. Ne hadddimeyse! Neyse, sonradan anladım ki her şeyin bir sebebi var. Eğer onları yaşamasaydım şimdi burada olmazdım. Hayatım çok daha farklı olurdu. Ama elhamdülillah buradayım. Bazı şeylerin bize getireceği sonuçları sonradan görüyoruz yani. Hatta bazılarını belki bu dünya gözüyle görüp anlamak mümkün dahi olmuyor. Ama inanıyorum ki Allah'n verdiği en güzelidir.''

Ebuzer ve Mahir, ortalarında oturan Zahid'in iki omzuna iki yandan dokundular dostça. Tebessüm etti Zahid. Engin ve Mahir de örnek verirken Zahid'in aklı bu güzel insanlarda, dostlarındaydı. Hepsi için ne kadar şükretse azdı. Hatalarına, yanlışlarına rağmen ona el uzatan, ona dostça doğruyu gösteren kardeşleriydiler hepsi. Hele şu Ebuzer! Onu bulduğunda dayak yemiş ve alkol almış halde olmasına rağmen ön yargısız yaklaşmıştı ona, hatalarını örtmüştü gece gibi... Zahid'in önce zihninden düşünceler, sonra da yüreğinden bir dua döküldü.

"Dostumun-dostlarımın bana güvenmesi, eksiğimi bulmak yerine hatalarımı örtmede gece gibi olması... Şimdi bana böyle dost bulun da göreyim? En soğuk havalarda ona-onlara sarılınca ısınırım ben. En dertli zamanlarda onların kollarındayken derdimi değil de onların iyi ki var'lığını düşünürüm. Rabbim iyi ki vermiş seni-sizi derim. Onlara böyle sımsıkı sarılmak ve onlarla olabilmektir benim gözümü yaşartan... Ya Rab sen bu dostları benim hayatımdan eksik eyleme. Onların gönlü mavi, öyle mavi ki hem de... Ben bir başkasının daha gönlünde o maviliği görmedim. Onların hayatını kendileri gibi temiz ve ak eyle, amin. Bize cennet dostluğu nasip eyle. Amin.''

 

🍂


Hira, önündeki kutuda biriktirdiği ufak tefek şeylere bakarak tebessüm ediyordu. Hatıralaraydı bunlar. Özellikle son bir yıldır hatıra olarak bu kutuya koymuştu bir çok şeyi. Tebessüm ederek eline bir çiçek aldı. Kurumuştu çiçek. Aklına hemen Zahid düştü. Ve yazın gittikleri ufak köy gezintileri. Hâris'in Zahid'e, Zahid'in de kıyamayıp kendisine verdiği güzel çiçek. Ondan ve o günden güzel bir hatıraydı Hira için. Çiçeği kenarı koydu dikkatlice.

Elinde şimdi ufak bir hap tableti vardı. Tek haplık kısımdı, kesilmişti tabletten bir parça. Bu senenin başında bir gün başı çok ağrıyordu. Ama öyle böyle değil. İlyas teneffüste Ebuzer'e söylemek için onların sınıfına gitmişti ama Ebuzer sınıfta değil, sınıf başkanı olduğu için okulda yapılan ufak bir toplantıdaydı. Mahir haberi almış, İlyas'ın peşine sınıfa elinde bu ilaçla gelip Hira'ya vermişti. Hira teşekkür edip hapı içmiş, onu gerçekten kötü görünce de Mahir'in mavi gözlerindeki ışık büyümüş, ormanı yangına vermişti... "Eksik olma, sağ ol" demişti Hira ama onun eksikliğini de sol tarafında hep hissediyordu. Tebessüm etti. Sevmenin nasıl böyle bir hap tabletini bile bu kutuya koydurduğuna hayret etti. O an değerli olunca, o andan bir hatıra olup o anı anımsatan bu minik tablet parçası da değerlenmişti işte. Belki dışarıdan bakana göre saçmalığın daniskasıydı ama iş içeriden öyle değildi. İnsanda mantık falan kalmıyordu ki! İç çekip başını iki yana salladı ve onu da kenarı koydu.

Şimdi avucunda bir kolye duruyordu. Ucunda minik bir güneş vardı. Mustafa'nın hediyesiydi. Son görüşmelerinde, yani aylar evvel vermişti bunu genç kıza. Hira çok mutlu olmuştu. Tabi ince mesajı da es geçememişti. Mustafa, Hira'nın Mahir'e olan duygularından haberdardı çünkü sohbet esnasında genç kızın ondan bahsederken ne hale geldiğini görünce anlamıştı. Bunu Hira'ya söyleyince o da reddedememişti. Sonra başka bir zaman Hira'nın yaptığı güneş benzetmesine epey gülmüştü Mustafa. Bu yüzden kıza aldığı kolyede de güneş vardı ya! Aklınca Mahir konusunda mesaj veriyordu ona. Mustafaya kalsa zaten Hira o gün gidip Mahirle açık açık konuşmalıydı. Tabi, tanımıyordu sonuçta Mahir'i. Ondan öyle diyordu. Aklındaki bu anıları bir kenarı kaldırıp tebessümle kolyeyi boynuna taktı. Burada dursun diye değil, takılsın diye alınmıştı sonuçta kolye. O da taktı. Mustafa'nın neler yaptığını merak etti. En son konuşmalarının üzerinden uzun zaman geçmişti çünkü Hira ona uygun bir dille artık erkeklerle olan mesajlaşma, sohbet etme gibi durumlarına dikkat etmek istediğini açıklamıştı. Hira, Mustafa kendisiyle konuşmak istemediğini sanar ve kırılır diye korkarak bunu açıklasa da Mustafa olgun bir şekilde karşılamıştı durumu. Hira'yı takdir etmiş, saygı duyacağını belirtmişti. O zamandan beri de bayramda seyranda ara ara mesaj atmış, yalnızca nasıl olduğunu, bir sorun olup olmadığını sormuştu. Hira da, Mustafa'nın annesinin ameliyat olacağını bildiği için annesinin durumunu sormak adına mesaj atmıştı bir iki kez. Ha tabi bir de tayin konusunu da sormuştu. Mustafa'nın babasının tayini çıkacaktı, nereye olduğu belli değildi. Onu sormuştu ama henüz haber yoktu. Belli olunca Mustafa söyleyecekti. Hem Mustafa da bu sene sınava girecek, üniversiteye devam edecekti. Ders çalışıyordu. Aklına gelmişken Mustafaya ve ailesine dua etti.

Kutudaki mendili aldı eline. Üzerinde ''Az kullanılmış peçete!'' , ''Üzüntümden yazamadım!'' ve ''Dinazorlar yok olmamış!'' yazıyordu, Hira'nın el yazısıyla. Hemen gülümsetti bu anı, genç kızı. Okulun ilk aylarında derslerden biraz bunalınca kızlarla bir gün kendilerine tatil vermişlerdi. Sabah erkenden sahil kenarına gitmişlerdi. Sahil boyu yürümüşler, denize karşı çekirdek çitlemişler, fotoğraf çekilmişler ve sohbet etmişlerdi. Sonra lunaparkta gondola ve balerine binmişlerdi! O gün küçük gezileri sırasında Merve ''Kızlar, peçetesi olan var mı?'' diye sorunca Nihal ortaya atlamış, ''Az kullanılmış var!'' deyip cebinden çıkarttığı peçeteyi uzatmıştı. Tabi bu durum hepsini kahkahalara boğmuştu. ''Sahibinden az kullanılmış peçete'' esprisini o gün bu gündür kullanıyorlardı.

Bir kaç saat sonra çekirdek çitlerken sohbet esnasında Hira, Merve'ye ''Neden geçen gün mesajımı görüp cevap vermedin Merve hanım?!'' diye sitem ettiğinde Merve ''Üzüntümden yazamadım!'' deyince kızlar yine koyvermişti kendilerini. Artık her ne olsa ''Üzüntümden yazamadım, üzüntümden söyleyemedim'' diye takılıyorlardı birbirlerine. Bahaneleri sağlamdı. İç çekti ve gülümsedi Hira.

Son yazdığının hatırasını da geçirdi zihninden. Gezerken parkın yanından geçiyorlardı ve parkta kocaman, dinazor şeklinde yapılmış kaydıraklar vardı. Dinazoru görünce Hira hemen bir önceki gün İlyas'ın dinazorların yok oluş nedenleri hakkında yaptığı sunumu hatırlayarak bu dinazorun fotoğrafını çekmiş, İlyas ve Merve ile oldukları gruba atmıştı. Merve altına ''dinazorlar yok olmamış'' yazıvermişti hemen olayı anlayarak. Hira da ''İlyas da bizi yiyordu güya yok meteor yok bilmemney..'' diye yazıp göndermişti. Bir yandan da gülüyorlardı ve mesajı gören İlyas'ın cevabını bekliyorlardı. Merve ''aynen gerçekler ortaya çıktı'' yazmıştı sanki yan yana değillermiş ve zaten bunları birbirlerine söylememişler gibi. İlyas fotoğrafı görünce ''size dinazorların gerçekte neden öldüğünü anlatamadım devlet sırlarından dolayı maalesef'' yazmıştı. Ufak bir goygoy dönmüş, gülmüşlerdi. Susayınca markete girip su alırken dinazorlu bir kupa görmüşler, Merveyle aynı anda bakışıp bardağa hevesle uzanmışlardı. Ertesi gün bardağı İlyas'a hediye ettiklerinde İlyas hem sevinmiş, hem de gülmekten kendini alamamıştı.

Hava karardığında sokak lambasının altında fotoğraf çekilmelerini hatırladı. Lamba ile aşk yaşamışlardı resmen. Eski türk filmlerinde ağaçların arkasında kur yapan sevgilİler gibi onlar da sokak lambasının altında yapmışlardı birbirlerine. Ama öyle beton, sıradan bir sokak lambası değildi ki o canım! Sahildeki o beyaz boyalı, kandile benzeyen uçlara sahip, estetik ve otantik sokak lambasıydı. Güzeldi! Sokak lambasının bile güzeli vardı işte.

Tüm bu güzel anıları için çok şükretmesi gerektiğini biliyordu. Aklına geldikçe her şey için Allah'a teşekkür ediyordu. Annesinin seslenmesi üzerine kutusunu hızlıca ve dikkatle toparladı ve dolabına koyup içeriye geçti. Bu akşam hem teyzeleri hem de Harun dede ve Zahid yemeğe gelecekti. Kübra hanım ocaktaki yemeğe bakmasını söyleyince mutfağa gidip yemeği karıştırdı ve beş dakika başında bekleyip altını kapattı. Bu sırada da salavat çekmiş, beklerken zamanını boş geçirmek istememişti. Hâlâ bir yanı deli olsa da bazı yanlarını törpülüyor, güzele yönlendiriyordu Allah'ın izniyle.

Kapı çalınca koşarak açtı. Teyzesine ve kuzenlerine sarılıp içeriye buyur etti. Eniştesi eve gelmediğine göre babasının yanına gitmiş olmalıydı, böyle düşündü. Akşam Süheyl beyle geleceklerdi her zamanki gibi. Teyzesiyle sohbete daldılar. Hem teyze hem arkadaş gibiydi ona teyzesi. Bir kaç saat sonra kapı çalınca yine Hira gitmişti açmaya. Zahid'i içeriye davet edip hoş geldin dedikten sonra ceketini almak istedi ama genç çocuk tekrar gideceğini söyleyip ceketini çıkartmamıştı.

Zahid, içeriye girip selam verdi. Hira ve Ebuzer'in teyzesi olduğunu bildiği kadına selam verip hoş geldiniz dediğinde kadın da ona aynı şekilde karşılık vermiş, gülümseyip 'sen de hoş geldin' demişti. Zahid, şimdiye dek kucağına atlayan bir Hâris olmadığından anlamıştı ki ufaklık uyuyor. Buna bir yandan üzülse de ses etmedi. Nasılsa akşam görüşeceklerdi.

Kübra hanıma döndü.

''Kübra teyze, bir şeye ihtiyacın var mı diye uğradım ben. Almam gereken bir iki şey var, çarşıya kadar gideceğim. Gitmişken alayım senin de bir istediğin varsa.''

Kübra hanım gülümseyip daha yeni market yaptıklarını, bir ihtiyaç olmadığını söylerken kız kardeşi de beğeniyle Zahid'i süzüyordu. Ne kadar sıcakkanlı ve düşünceli bir delikanlı olduğunu ilk düşünüşü değildi ama bu kez bir başka emindi sanki Zahid hakkındaki düşüncelerinden. Kendi kızı daha küçücüktü, ah daha büyük bir kızı olsa kesin damadını seçmişti!

Zahid, Kübra hanımın bir şeye ihtiyaç olmadığını bir kaçıncı söyleyişi üzerine ikna olabilmişti. Hira'ya, Kübra hanımın kardeşine ve oyun oynayan çocuklara da bir şey isteyip istemediklerini sormuştu. Hira, Zahid'i Ebuzer'den farklı görmediği için ona karşı hep rahat hissediyordu. Bu nedenle açık olmuş, sabahtan beri canı çikolata istediği için Zahid'e ''Bana bir çikolata alır mısın?'' diye tebessüm etmişti. Zahid ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken gülümsedi.

''İstediğin çikolata olsun Hira. Çocuklara da alırım, alerjileri falan yok dimi? Ona göre başka bir şey alayım onlara.''

''Yok yok. Bu nereden çıktı?''

Hira, Zahid'in bu düşüncesine şaşırmıştı. Genelde böyle soran olmazdı çünkü.

''Geçen gün bir çocuğa çikolata verdim, annesi elinden aldı. Dokunuyormuş, yiyemezmiş. Üzüldüm ben de tabi. Çocuğun canını çektirmiş oldum, yiyemedi de. Aynı şeyi yeniden yaşamamak için artık soruyorum ben de.''

Hira gülümsedi, arkadaşının böyle ince düşünmesine. Bir şey demek istese de bu durumda ne denip de takdir edileceğini bilmediği için sustu ve yalnızca onu yolcu etti.

 

🍂


Zahid, çarşıdaki işlerini halletmiş, elinde iki poşetle birlikte durakta otobüs bekliyordu. Hastanenin önünden geçerken aklına babasının kaza yaptığı zaman gelmişti. O kadın o gün hamileydi, emindi. Ve eğer öyleyse, şimdi kardeşi doğmuş olmalıydı. Kardeş kelimesi içinden geçince istemsizce bir şeyler kıpırdanıyordu kalbinde. Her ne kadar o adama baba derken rahatsızlık duyuyor olsa da o babasıydı işte. O kadını da sevmiyordu evet, sevemezdi. Yüzüne bile bakamamıştı hatta. Ama o bebek onun kardeşiydi. Annesinin ve babasının kim olduğundan bağımsız bir şekilde, masum, günahsız, kardeşiydi işte. Merak ediyordu, nasıl göründüğünü. Gidip görmek istiyordu. Gözleri kendisininki gibi yeşil miydi acaba? Kız mıydı erkek miydi? İçindeki merak ve heyecan, onu sıkıştırıyordu. Kopamıyordu işte insan eski hayatından, bir noktada ille bağlı kalıyordu.

Çarşıya gitmeden önce mezarlığa gitmiş, annesini ziyaret etmişti. Orada düşmüştü içine bu his. O bebeği görmek isteme hissi... Sıcak bir his. Kendinden bir parça, canından bir can hissi. Ama tereddütlüydü.

Otobüs gelmişti. Oturduğu yerden kalkmadı, diğer insanların binişini seyretti. Herkes bindikten sonra hâlâ oturuyordu yerinde. Yirmi dakikadır soğukta beklediği otobüs gelmiş, o binemiyordu. Ne olduğunu anlamadan kendini iki durak ötedeki diğer otobüse binerken buldu. Mahallede indi, adımları bir zamanlar kendisine yuva olan eve doğru hızlı hızlı yol aldı. Nefes nefeseydi ama yorulduğu için değil, stres duyduğu içindi. Evin önüne geldi, kapıyı tıklatmak üzere uzattı yumruğunu. Gidemedi eli tokmağa, değemedi parmak boğumları ahşap kapıya. Dönüp gitme kararı aldı. Bir yanı gitmek isterken diğer yanı buraya dek gelmişken kardeşini görmek için can atıyordu. Babasının evde olmadığını biliyordu, iş saatiydi. Tabi görüşmeyeli bir şeyler değişmediyse...

Tereddütle hâlâ kapının önünde dikilirken aniden karşısındaki kapı açıldı. Şaşkınlıkla kapıya çevrilen gözleri yaşlı bir kadının harelerine tutundu. Tanımıyordu bu kadını.

''Buyur oğlum, kime baktın?''

''Şey...ben...''

''Aaa tanıdım! Bizim Sevde'nin abisisin sen!''

''Sevde?''

Yaşlı kadın Zahid'i kolundan tutup içeri itelerken bir yandan da elindeki poşeti kapının kenarına bıraktı.

''Kardeşin işte oğlum. Geç, gir içeri gir. Hava soğuk zaten. Ben şu çöpü kapıya koyacaktım.''

Zahid ne olduğunu anlamadan kendini içeride bulmuştu.

''Ne dikiliyorsun sen bakayım? Çıkar ceketini, ver asayım. Kardeşin şu odada uyuyor.''

Yaşlı kadın parmağıyla Zahid'in eski odasını işaret etti ve ''Ayy yemeğin altını açık unuttum!'' deyip mutfağa koştu. Zahid şaşkın bir şekilde dikilmeye devam ediyordu. Ne olduğunu anlamamıştı. Bu kadın kendisini nereden tanıyordu? Yoksa biriyle mi karıştırmıştı? Sevde kimdi? Kardeşi olabilir miydi?

O hâlâ koridorda dikilirken kadın mutfaktan çıkıp onu öyle görünce elini beline götürdü.

''Bak bak hâlâ orada dikiliyor! Ne bekliyorsun oğlum! Çıkarsana üstünü, bıraksana elindekileri şuraya. Ay sanki başkasının evine geldi! Kendi evin çocuğum burası!''

''Değil!''

Zahid, ne olduğunu anlamadan hafif yüksek bir sesle cevap vermişti kadına. Ses tonunun fazla çıktığını fark edince mahçup oldu.

''Kusura bakmayın, bağırmak istememiştim.''

''Önemli değil oğlum. Sen gel, bana ne olduğunu anlat bakayım. Resmin odanda duruyor, oradan tanıdım ben seni. Ben de merak ediyordum nerede bu çocuk diye. Hazır karşılaştık, tanışalım. Ben Fatma. Kardeşinin bakıcısıyım. Bu mahallede oturuyorum, komşunuzum aynı zamanda.''

''Ben Zahid, Fatma teyze. Memnun oldum.''

''Ben de memnun oldum evladım. Geç içeri, konuşalım.''

İçeri girmeden evvel tereddüt etti Zahid. ''Evde kimse yok değil mi?''

''Yok yok. Onlar altıdan evvel gelmezler. Biri işte biri güne gitti.''

Zahid yavaşça başını salladı ve içeriye girip oturdu. Yaşlı kadın her ne kadar üzerindekileri çıkarmasını, yabancı gibi diken üstünde oturmamasını söylese de dinlemedi çünkü yabancı hissediyordu.

''Eee, sen nerelerdeydin bunca zaman? Babana anana sordum ama bir şey demediler, geçiştirdiler.''

''Onlar benim annem babam değil.''

Sözcükler kararlı bir şekilde çıkmıştı genç çocuğun dudaklarından. Yaşlı kadın kaşlarını çattı ve dudaklarını büzdü anlamamışçasına.

''Sen bana olan biteni anlat bakayım. Hem ser verip sır vermiyorsun hem susuyorsun sen de be oğlum! Anlatmazsan nereden bileyim neyin ne olduğunu!''

Zahid, bir kaç şey söylemek üzere dudaklarını aralamıştı ki evi bir bebek ağlama sesi doldurdu. Yaşlı kadın ''Aha uyandı bizim kız!'' diye söylenip hemen kalktı ve odadan çıktı. Zahid tereddütle kadının arkasından gidip gitmemeyi düşünüyor, bakıyordu öylece. Az sonra karar ona kalmamış, yaşlı kadın kucağında minik bir bebekle içeriye girmişti. Henüz genç çocuk ne olduğunu anlamadan bebeği Zahid'in kucağına tutuşturup odadan çıktı kadın. ''Sen kardeşini tutuver bi!'' deyip gitmişti.

Zahid, gözlerini kucağına tutuşturulan bebeğe çevirdi, kadının arkasında bıraktığı boşluktan çekip. Minicik bir yüzü vardı. Gözlerini zor açıyordu resmen. Ağzı burnu var mı yok mu belli değildi, öylesine küçüktü. 'Yeni doğmuş bir bebeğin bu kadar saçı olur mu?' dedirtecek kadar çok saç vardı başında. Öylesine ufak ve savunmasız, masum ve şirindi. Tüm bunlara zıt bir şekilde de bas bas bağırıyor, evi inletircesine ağlıyordu.

Bebeğin yüzüne doğru yaklaştı ve gözlerine dikkatle baktı. Yeşildi gözleri, kendisininki gibi! Tebessüm etti. Az sonra yeşillik buğulandı gitti. Zahid'in gözleri nemlenmişti. Nemlenen gözlerini silmek istedi ama kollarındaki bebeği zaten öylesine eğreti tutuyordu ki, düşürmekten korkuyordu. Durum böyleyken gözlerini kurulayamazdı.

''Demek Sevde sensin, kardeşimsin.'' diye fısıldadı bebeğe. Yüzüne biraz daha yaklaşıp alnına dokundurdu dudaklarını bir anlığına. Kokusunu içine çekti. Cennetten çıktığı öyle belliydi ki, mis gibi kokuyordu!

''Biraz daha zorlasan burnun olmayacakmış neredeyse! Bu kadar küçük burun mu olur kızım?'' diye fısıldadı bebeğe, gülmüştü bu kez. Bebeğin ağlamayı kestiğinin farkına bile değildi, dalıp gitmişti, dünyadan soyutlanmıştı o an. Etrafa bakınan, gözlerini açıp kapatan ve ağzıyla değişik sesler çıkartan bebeği seyretti bir süre. Bambaşka hissediyordu, bambaşka... Kardeşiydi bu minik varlık. Canındandı, kanındandı. İçine işlemişti daha şimdiden.

''Bak sen şu yaramaz kıza! Abisini görünce susuvermiş! Vallahi yalnız kalsak iki saat ağlar dururdu!''

Yaşlı kadının sesini duyunca içine dalıp gittiği alemden sıyrıldı Zahid. Kadın elinde biberonla geri gelmişti. Bebeği daha düzgün tutması için Zahid'in kollarını tutup yönlendirdi onu. ''Şöyle çek kendine, başını yasla göğsüne, hah! Şimdi bu elinle de biberonu tut, içsin sütünü.''

Genç çocuk iki eliyle koluyla tutup da düşürmekten korktuğu bebeği şimdi tek koluyla tutup diğeriyle biberonu tutacak olmaktan korksa da alışmıştı bir zaman sonra. Ağzına konan biberon ucunu emmeye başladı ufaklık. Biberondaki süt gittikçe azalıyor, Zahid küçük bebeği izliyordu.

''İlk gördüğümde biraz babana benzettiydim ama senin resmini odada görünce asıl kime benzediğini anladım Sevde hanımın. Aynı abisi!''

Zahid şaşırarak yaşlı kadına baktı önce, sonra da kucağındaki bebeğe. Benziyor muydu kendisine?

''Gerçekten mi?''

''Tabi ya! Şimdi karşımda seni görünce daha bi emin oldum. Kardeşin en çok sana benziyor valla evladım. Anasıyla basıyla pek bi alakası yok.''

İstemsizce gülümsedi Zahid. Daha da benimsemişti onu. Gerçi, kendisine benzemesine gerek yoktu, demin gözlerine bakıp kokusunu ciğerlerine doldururken yeterince benimsemişti bile bebeği.

Sütünü içerken uyuyakaldı kucağında Sevde. Bunu fırsat bilip Zahid de kadından bir ricada bulundu.

''Şey, Fatma teyze... Benim buraya geldiğimi kimseye söyleme olur mu? Aramızda kalsın.''

''Hayırdır oğlum, neden?''

İç çekti Zahid. Her ne kadar anlatmak istemese de bir şeylerden bahsetmek zorundaydı bu durumda. Ayrıntı vermemeye dikkat ederek babasıyla arasının bozuk olduğunu, öz annesinin vefat ettiğini, bu evde yaşamadığını ve onlarla görüşmediğini söyledi kadına. Hemen peşine de her şeye rağmen kardeşini görmek, tanımak istediği için bugün buraya dek geldiğini, tam kapıdan dönecekken ona yakalandığını anlattı. Yaşlı kadın anlayışla karşılamış, söz vermişti Zahid'e. Güvenmişti ona Zahid. Çokça teşekkür etti. Kardeşiyle biraz daha kalmak isteyerek öylece durdu ama kolundaki saate bakıp da bir saattir burada olduğunu fark eder etmez bebeği yatağına yatırmak üzere ayaklandı. Artık gitmeliydi. İlk geldiğinde yaşlı kadının işaret ettiği odaya, eskiden kendisinin olan odaya girdi usulca. Bir çok şey yerli yerindeydi. Sadece bir beşik vardı artık odada. Ve minik kız için eşyalar, oyuncaklar duruyordu etrafta. Komodinin üzerindeki fotoğrafı fark etti, hâlâ orada durmasına şaşırmıştı. Bebeği yatırıp son kez öptü, kokladı ve odadan çıktı. Yaşlı kadınla vedalaştı, poşetlerini alıp kapıya kadar gitti. Ayakkabılarını giydikten sonra evden uzaklaşmadan evvel kadına baktı umut dolu gözlerle.

''Fatma teyze... Senden bir şey rica edebilir miyim?''

''Tabiki oğlum, buyur!''

''Birbirimizin numarasını alsak. Evde kimse yokken sen bana haber versen, ben de gelip kardeşimi görsem? Olur mu?''

''Olmaz mı evladım! Olur tabi!'' deyip yeleğinin cebinden telefonunu çıkarttı ve Zahid'e uzattı yaşlı kadın.

''Aha telefon, ben anlamam kaydetmekten. Sen kaydet, ben aramayı biliyorum. Ararım seni.''

Zahid teşekkür ederek telefonu aldı, kendi numarasını kaydetti. Kendini çaldırıp 'Fatma teyze' diye de kadının numarasını kendine kaydetti. Kadına bir kez daha teşekkür edip dua ettikten sonra gülümseyerek ayrıldı evden. Adımları hızlandı, bir başka evin önünde durdu. Kapıyı hızlı hızlı çaldı.

''Geldim geldim!''

Kapı açıldı.

''Ooo Zahid?! Hoş geldin! Hangi rüzgar attı seni bize?''

''Engin! Kardeşimi gördüm lan!''

''Ne kardeşi oğlum?!''

''Kardeşim, öz kardeşim! Sevde!''

Engin şaşkın bir şekilde kapıdaki ağzı kulaklarına varmış halde dikilen arkadaşına bakıyordu. Tevbe çekip Zahid'i kolundan tutu ve içeri çekti.

''Geç içeri de anlat ne olduğunu! Gelmişsin kapıma kardeşimi gördüm diyorsun! Senin kardeşin mi var oğlum?!''

''Evet!''

Zahid, içeriye girip ceketini çıkarttı, elindeki poşetlerin birini kenarı koyup diğerini de peşinde içeriye götürdü. Soba yanan odaya girdiklerinde içi ısınmıştı. Engin'in kardeşleri bir köşede toplaşmış oynuyorlardı.

''Pişt, bizim veletler, gelin size hediyem olsun bunlar!'' deyip poşetteki çikolataları çocuklara dağıttı. Hiraya ve diğer çocuklara giderken yine alırdı, yenisini alırdı. Şimdi bunun önemi yoktu. Tek yapmak istediği, kardeşinin şükrünü eda edebilmek niyetine birilerini mutlu etmekti.

Engin sabırsızca koltuğa oturup Zahid'in anlatmaya başlamasını bekledi. Zahid, heyecanla anlattı kardeşi bildiği dostuna, kardeşinin hikayesini... Onca zaman içinde tuttuğu kardeşini ve hikayesini.


Loading...
0%