Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22 • Başlangıçlar Ve Sonlar •

@sukunettekelimeler

Bazen kaçmak istersin ardına bakmadan. Çünkü bilirsin seni nelerin beklediğini.
Gitmek istiyorum.
Uzağa...

🍂


İlyas, her sabahki gibi elinde çayla sınıfa girdi ve Merve ile Hira'ya günaydın deyip selam verdikten sonra yerine oturdu. Önünde oturan kızlara hitaben konuşuyordu.

''Eee, bugün ne sınavı var, ne çalışıyoruz?''

''Bugün de hayat sınavı.''

Merve'nin verdiği cevap üzerine manidar bir gülüş çıktı İlyas'ın dudaklarının arasından.

''O sınav her an var zaten reis.''

Yazılılar bitmişti, bugün sınavları yoktu. İki haftalık süreci atlatmışlardı. On birinci sınıfı da öyle böyle yarılamışlardı neredeyse.

Hira dünkü İnkılap ve Din sınavlarını düşündü. Tam bir rezillik yaşamıştı yine. 'Rezillikler' yaşamıştı daha doğrusu. Kafası resmen iyi değildi. Sınavdan önce ''İstanbul'un hukuki işgali hangisiydi?'' diye düşünmüş, bir türlü aklına gelmemişti. Sınıftaki kendi döneminden bir başka arkadaşına sormuştu ama o da bilmediğini söylemişti. Sonra Berkay tam önlerinden geçerken onu durdurmuştu. Berkay'ın tarihi iyiydi, severdi de. O bilir diye düşünerek heyecanla atılmıştı : ''Berkay, İsmail'in işgali, hukuki işgali hangisiydi?'' diye. İşte o an İstanbul'un işgali yerine İsmail'in işgali dediğinde Berkay'ın kendisine attığı o bakışı unutamıyordu. Öyle rezil hissetmişti ki! Alkışlamıştı içinden kendini. Gülüp geçmişlerdi neyse ki.

Aklı yerinde değildi o gün, yani dün. Bu sıralar hiç yerinde değildi zaten de, dün bir başka havadaydı işte aklı. Sınavdan sonraki teneffüs Merve ile din sınavı için tekrar yaparken de yine saflığı tutmuştu. Merve'ye Mutezile'yi anlatırken yapmıştı yine yapacağını. ''Mutezilikte de büyük günah işleyenler Cennet ile Cehennem arasında 'akıl' denen bir yerde kalacaklar.'' demişti. Merve gülmeye başlayınca ne olduğunu anlamayıp saf saf bakmıştı bir kaç saniye arkadaşının yüzüne. Sonra fark etmişti hatasını. 'Araf' diyeceğine 'akıl' demişti. Kendi yaptığı gafa gülmekten karnı ağrımıştı.

Bu kadarla bitse iyiydi. Bütün rezillikler aynı güne toplanmış gibiydi. Din Kültürü sınavı için listeye baktığında 11-B 24'te olduğunu görmüş, özellikle içinden tekrar etmişti kaç kez ve defterine yazmıştı unutmamak için. Sınav saatine dek bahçede biraz oturup hava almıştı. Sonrasında sınav saati gelince sınav olacağı sınıfa gitmek üzere içeriye girmişti. Sınıfa girdiğinde herkesin çoktan gelip oturduğunu görmüştü. Kendi oturacağı sıraya, 24 numaralıya bakınca bir başka arkadaşının orada olduğunu görmüştü. Öğretmene dönüp ''Hocam, ben buradayım ama dolu.'' demişti. Dilan öğretmeni ''Emin misin?'' deyince ''Evet. Yirmi dördüm.'' demişti. Sırada oturan arkadaşı da ''Ben de yirmi dördüm.'' demişti kendinen emin bir şekilde. Hira, kendinin de emin olduğunu ısrarla söylemişti Dilan hanıma. Sonunda ''Belki bir yanlışlık olmuştur, ikimize de aynı yeri vermişlerdir hocam.'' demişti.

Öğretmeni ''Eee ne yapacağız?'' diye sesli bir şekilde düşününce Berkay'ın sesini duymuştu Hira. ''Hocam, benim yanım boş! Benim yanıma otursun işte!''

Herkes gülerken öğretmen ''Haa tabi!'' demişti imayla. Aynı dönemde olanlar yan yana oturamazdı, kopya çekme ihtimalleri vardı. Bu nedenle oturacakları sıraya kadar belli olan liste yapıyorlardı ya!

Öğretmen, alt dönemlerden birini kaldırıp Berkay'ın yanına koymuş, Hira'yı da onun yerine oturtmuştu. Böylece hallolmuştu her şey. Hira'ya da bir kağıt vermişti ve başlamıştı sınav. İmza kağıdını gezdiren Dilan öğretmen, kağıdı Hira'nın önüne getirdiğinde onun ismi olmadığı için ''Bence sen bu sınıfta değilsin.'' demişti kıza.

Hira, ''Buradayım işte.'' demişti Dilan öğretmenine.

Sonra içinden geçirmişti : ''11B - 24 işte! 11B! Burası 11C!''

İçinde yaşadığı aydınlanma ile birlikte utanarak öğretmenine bakmıştı. ''Aaa evet hocam, burada değilim! Yukarıdaki sınıftayım!''

Dilan hanım hemen kağıdını alıp yukarıya çıkmasını söyleyince Hira ''Başladım zaten, bitireyim hocam. Bitince yukarı çıkar imza atarım.'' demiş ve kalmıştı.

Önüne dönünce soruyu okurken gözleri dolmuştu. Tüm gün olanları düşününce kötü hissetmişti kendini, salak gibi. ''Kendimi iyi hissetmiyorum'' deyip çıkmayı düşünse de vazgeçmişti. ''Toparlan ve sınavını bitir!'' diye kendini tembihleyip sınava odaklanmaya çalışmış, bitirip çıkmıştı herkesten evvel.

İmza atması gereken sınıfa, yukarıya çıkınca daha Olcay bey kapıda onu görür görmez ''Neredesin Hira sen?!'' diye sormuştu merak, endişe ve biraz da kızgınlıkla.

''Hocam ben yanlış sınıfta sınav oldum. İmza atmaya geldim.'' demişti. En önde oturan İlyas'ı görünce ondan kalem alıp kağıdı imzalamıştı.

O imzalarken Olcay öğretmeni ''Sana şimdi bunun için bir ceza verelim. Bunları 9-10-11 diye ayır sınıflara.'' demişti fısıltıya. Hira da kağıtları gruplandırıp çıkmıştı bahçeye.

Çıkışta hemen eve gitmek istemişti. Dolmuşa binmişti ve bindikten sonra İlyas'ın da orada olduğunu fark etmişti. İlyas'a yaptığı rezillikleri özet geçerken biraz rahatlamıştı bunu paylaştığı için. Bu sırada kavşakta U dönüşü yapan araba öyle bir savrulmuştu ki Hira resmen yere düşmüştü. Oturduğu koltuktan yere savrulmuş, elleriyle arabanın zeminine tutunup durmuştu. İçinden şoföre saydırırken toparlanmış, tüm olanlara gülmeye başlamıştı. Sinirleri bozulmuştu.

''Bugün resmen şaka gibi bir gün!'' diye mırıldanmıştı kendisine endişeyle bakan İlyas'a. O da başını sallayıp ''Hele senin için...'' demişti gülümseyerek. Yolda giderken dışarıyı seyretmiş, aklına geldikçe olanlara gülmüştü genç kız. Gülmüştü ama ağlayası gelerek.

Akşam eve gittiğinde gruba yazmıştı Merve'in görmesi için. İlyas zaten tanık olduğundan, sorun etmemişti gruba yazmayı.

''Bugün arabada uçtuk resmen.''

Merve ''Anlamadım, nasıl uçtun?'' deyince İlyas cevap yazmıştı Hira'dan evvel.

''U dönüşü yaparken.''

Hira hemen yazmıştı yeniden : ''Resmen hayallerim gerçek oluyordu, oldu, uçtum ama uzun sürmedi, yine çakıldım.''

İlyas son noktayı koyunca gülmüştü hepsi telefon başında. ''Bir baktım ki Hira oturduğu yerde ters sönmüş...''

Dünü unutmaya çalışarak şimdiye dönmeye karar verdi genç kız. Sınıfa girip yoklama alan öğretmenine baktı ve herkesin ismini tek tek saymasını dinledi. Sonunda defter imzalanıp kapandı ve öğretmen ayağa kalktı.

Ders sosyolojiydi. Öğretmenleri tahtadan ney sesi açmış, arkadan ney sesi işitilirken ders işliyorlardı.

''Bizim medeniyetimizin müziği ruha hitap eder.'' dedi öğretmeni, ney açıp derse başlarken. Çok sevmişti o an bu cümleyi Merve ve Hira. Birbirlerine aynı anda bakmışlar, tebessüm etmişlerdi. Bu bakışların manası, ikisinin de bu cümleye tutulduğuydu.

Güzel geçti dersleri. Teneffüste Merve ile Hira bahçeye çıktılar. Biraz dolaşıp hava aldıktan sonra içeriye girerken kapıda müdür yardımcıları Saadet öğretmen ile karşılaşmışlardı. Kadın, Hira'yı görür görmez durdurdu ve her zamanki enerjik ses tonuyla ona seslendi.

''Hira! Kızım, bana verdiğin dilekçede 23 Ocak ila 26 Ocak arası diye yazmışsın izinli olmasını istediğin tarihleri. Daha 23 Ocak gelmedi ki!''

Hira bir an durup düşündü. Bugün ayın on altısıydı ve dilekçeyi dün yazıp vermişti öğretmenine. Demek henüz gelmeyen günlerin dilekçesini yazmıştı ha! İnanırdı, kendinde şu sıralar o potansiyeli görüyordu çünkü aklı bir karış havadaydı.

''Ciddi misiniz hocam?!''

''Evet! Ben de bilgisayara geçirirken tarihi görünce kafam karıştı vallahi, şaşırdım bi. Beni de şaşırttın deli kız! Gel, dilekçeyi geri vereyim de yenisini yaz.''

Öğretmenini takip etti genç kız. Odasına girdiler. Yanlış yazdığı dilekçeyi alıp yenisini yazdı ve 13.01.2015 - 16.01.2015 olarak değiştirdi tarihleri. Bu kez doğru yazdığına emin olarak kağıdı uzattı kadına. Teşekkür edip odasından çıktı ve sınıfına giden merdivenleri tırmanmaya başladı. Merve onu beklememiş, direk sınıfa çıkmıştı Hira dilekçe için müdür yardımcısının odasına giderken.

''Aklım, lütfen benimle kal!'' diye fısıldadı içinden, genç kız. Kendi kendini tokatlayası vardı ve tüm bunlar yüzüne yansıyordu.

''Hira? İyi misin?''

Arkasından gelen sesi duyunca olduğu basamakta durup başını çevirdi. Kalbi hızlı hızlı vurmaya başlamıştı işte! Aklının kendiyle kalmama sebebi karşısındaydı.

''İyiyim, Mahir.''

Mahir yavaşça başını sallayınca sessizce merdivenleri çıkmaya devam ettiler. Hira bu katta kalacak, Mahir bir kat daha çıkacaktı şimdi.

''İyi dersler.'' deyip devam etti yoluna genç çocuk.

''Sana da...'' deyip sınıfına doğru yürürken sertçe yutkundu genç kız. Şu sıralar Mahir'den uzak durmak ona öylesine zor geliyordu ki, bir yanı hep onun yanında olmak isterken. Fakat inatla ve sabırla uzak duruyordu. Başarıyordu bunu yapmayı madden ama manen yapması imkansız gibiydi ve gittikçe zorlaşıyordu çünkü sürekli aklında o vardı. Acaba ne yaptı, acaba iyileşti mi, acaba o kız ona ne soruyordu, acaba bugün neden okula gelmedi, acaba sınavı nasıl geçti, acaba acaba... Beyni bir sürü alakasız şeyi ona bağlamakta hiç zorluk çekmezken, henüz gelmeyen günlerin dilekçesini yazmayı çok iyi biliyordu!

Kendine kızarak sınıfın önünde durdu. O dilekçeyi yazarken de aklında Mahir ve Ebuzer'in son girdikleri deneme sonucu olduğu için kesin kafası karışmıştı.

Kapıyı tıklatıp içeriye girdi. Bugün bir an evvel bitsin istiyordu. Çıkışta veli toplantısı olduğu için kurs da yapmayacaklardı. Koşarak eve gidecekti, şimdiden belliydi.

Sabırsızlıkla beklediği an sonunda geldi ve son ders zili duyuldu. Hira eşyalarını toplayıp çantasını sırtına asarken Merve de ona bakarak konuşuyordu.

''Sen kalmayacak mısın çıkışta?''

''Yok, eve gideceğim ben.''

''Neden? Beraber ders çalışır, sohbet ederdik.''

''Bugünlük kalsın kuzum, olur mu?''

''Peki, sen nasıl istersen.'' deyip başını salladı Merve.

''Sen kalıyorsun yani şimdi?'' diye sordu arkadaşına, Hira.

''Evet. Buralardayım.''

''İyi bakalım. Annenlere selam söyle. Görüşürüz, iyi akşamlar.''

''Görüşürüz! Allah'a emanet ol!''

İki arkadaş veda ettikten sonra koridorda İlyas'ı da görmüştü genç kız. Ona da ''İyi akşamlar. Ailene selam söyle.'' dedikten sonra indi merdivenleri. Annesiyle tanışmıştı geçen veli toplantısında. İlyas selamı iletmek üzere alıp o da veda etti arkadaşına.

Hira, dolmuşa binip eve attı kendini. Ev bomboştu. Babası ve annesi şimdi okula gidiyor olmalıydı. Tabi Hâris de onlarla olmalıydı. Üzerini değiştirip yatağına uzandı ve biraz tavana baktı.

Hira gittikten sonra Merve mescide çıkıp namaz kılmıştı. Sonrasında sınıftan eşyalarını alıp bahçeye çıktı ve boş bir masaya oturup test çözmeye başladı. Bu sırada veliler yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Bazıları işleri olduğu için erken gelip öğretmenlerle görüşmüş, ayrılmıştı bile. Yarım saat sonra Hira'nın annesi ve babasını görünce kalemini bırakıp yanlarına doğru gitti Merve.

''Selamünaleyküm Kübra teyze, Süheyl amca. Nasılsınız?''

Ayaküstü selamlaştıktan sonra hal hatır faslına girdiler. Hâris'i de sevip öptü genç kız. Masada oturup biraz sohbet ederlerken Merve'nin annesi de gelmişti. Merve'nin annesi de Hira'nın ailesiyle selamlaştı, bir süre oturup birbirlerine hal hatır sordular. Bir süre sonra Merve'nin annesi, Kübra hanım ve Süheyl bey kalkıp içeriye girmişlerdi. Merve de onlarla birlikte içeri girip kantinden Hâris için bir şeyler aldı. Sınıfa çıkıp küçük çocuğa aldığı yiyeceği uzattığında Kübra hanım onun adına teşekkür etmişti.

Merve, Hâris'ten ayrılmayı başardığında dışarıya çıkıp bahçede yürümeye başladı. Tam bu sırada karşıdan gelen kadın ve adamı görmüş, suratına bir tebessüm yerleşmişti. İlyas'ın annesi ve babasıydı gelenler. İdil hanım ve İdris bey. Veli toplantılarının birinde tanışmışlar, sohbet etmişlerdi biraz annesiyle. Tatlı bir kadındı. Babasını da görmüştü bir kaç kez, aynı şekilde. Kadınla göz göze gelince selam verdi. Adama başıyla selam verip kadının sarılmasına karşılık verdi.

''Bizi karşılamaya mı geldin kızım?'' diye güldü İdil hanım. Öyle tevafuk etmişti.

''Öyle oldu.'' deyip gülümsedi Merve. Ufak bir nasılsın faslına girmişlerdi. Adam yanlarından uzaklaşıp biraz ilerledi. Bu sırada Merve'nin bakışları basketbol sahasındaki İlyas'a gitmişti. Ailesinin geldiğini söylemek için ısrarla dönüp dönüp ona baksa da arkadaşı pek etrafı algılamıyor gibiydi. Oyununa odaklıydı. Tek başına, elindeki topu potaya sokup duruyordu. Sonunda bakışları İlyas'ın bakışlarını bulunca sevinip eliyle işaret etti gelmesi için. İlyas ilkin anlamasa da sonrasında sahanın kenarında dikilen babasını fark etmiş, topu bırakıp onun yanına gitmişti. Merve tekrar kadına verdi dikkatini. Sohbet ediyorlardı karşılıklı. Annesini sordu kadın, içeride olduğunu söyledi. Annesiyle de tanışmışlardı toplantıda. Selamlaşıyorlardı her seferinde böyle.

Az sonra İlyas yanlarına gelip annesinin elini öpmek için uzandı. ''Annem! Naber ya?'' deyip gülümsedi annesine.

''İyiyim, senden naber?''

Aralarındaki samimiyet gülümsetti genç kızı. Bu sırada yanlarına tanımadığı bir kadın gelmişti. Yabancı kadınla selamlaştılar, ve İdil hanımla ile kadın ayaküstü konuşmaya başladılar. Merve anlamıştı ki hanımlar birbirlerini tanıyordu bir yerden.

Yabancı kadın İlyas'a hal hatır sorduktan sonra Merve'ye bakarak ''Bu hanım kız senin kızın mı?'' diye sormuştu İlyas'ın annesine. Merve ''Yok, hayır...'' diye aceleyle lafa atlarken İlyas'ın annesi İdil hanım da ''Hayır.'' demişti sakince. Kadın başını sallayıp tebessüm etti. Sonrasında biraz daha konuşup içeriye geçti.

''Toplantı başlayacak, geçmeyecek misiniz içeriye?'' dedi Merve, İdil hanıma.

Kadın güleryüzüyle başını iki yana salladı. ''Yok, geçmeyeceğim. Bu kez babası geçsin de dinlesin. Ben oturacağım bahçede. Gel, biz seninle oturup sohbet edelim. Özlemişim vallahi.''

''Peki, olur.''

Annesi ve Merve ile birlikte boş bir masaya doğru ilerledi İlyas. Onlar oturunca ''Çay kahve getireyim size?'' deyip ikisine de baktı bir cevap beklercesine.

''Ben kahve alayım oğlum.''

''Ben çay alabilirim.''

''Tamamdır.''

Onlar sohbet ederken az sonra elinde çay ve kahveyle geldi İlyas. Kendi çayını bitirene dek biraz annesinin ve Merve'nin yanında oturduktan sonra ayağa kalktı. Ki bu da az bir zaman demekti çünkü İlyas'ın bir bardak çayı içmesi epey kısa sürüyordu, kendisi tam bir çay delisi olduğu için.

''Ben gideyim.''

Annesi hemen oğluna dönmüştü.

''Nereye gidiyorsun oğlum?''

''Yurda gideceğim.''

''Niye?''

''Namaz kılacağım.''

Merve kolundaki saate bakıp şaşırarak ''Akşam ezanı okundu mu?'' diye sordu merakla. Ezan saatinin bu kadar geri germesine şaşırmıştı içinde. Ona kalsa daha on beş - yirmi dakika vardı akşam ezanına. Aynı anda İdil hanım da ''Akşam namazı mı?'' diye sormuştu.

İlyas ''Hee akşam! İkindi ikindi!'' deyip anlam veremeyerek baktı ikisine de.

Kadın ''Bu saate kadar ne yapıyordun oğlum?'' dediğinde Merve de kendini tutamamış ve ''Şimdi akşam ezanı okunacak zaten İlyas.'' deyivermişti, bu kadar ertelemesinin doğru olmadığını hatırlatırcasına.

İlyas hatasını bilse de haksız duruma düşmekten hoşlanmıyordu. Tabi öyle olduğunu da biliyordu. Ses etmedi. Haksız olduğunun farkındaydı. Kafası biraz dağınıktı sadece bir kaç gündür. Bu nedenle arada böyle geçe kalıyordu namazları. Buna dikkat etmeye çalışsa da bazen oluyordu işte. İnsan dediğin hata da yapıyordu elbet.

''Siz de hemen ittifak oluşturdunuz, gelin üzerime gelin!'' deyip başını dertli dertli iki yana salladıktan sonra uzaklaştı yanlarından. ''Neyse, gideyim daha fazla oyalanmadan.''

İlyas gittikten sonra Merve ve İdil hanım birbirlerine bakıp gülmüş, sohbetlerine devam etmişlerdi. Toplantı bitene dek biraz kantinde, biraz bahçede oturmuşlar, bir ara da akşam namazı için mescide çıkmışlardı.

Herkes sınıfları boşaltmaya başladığında hava çoktan kararmıştı. Merve'nin annesi, ilk geldiğinde kızının oturduğu masaya bakınca onu bulamamış fakat sonrasında az ötedeki masada İlyas'ın annesiyle oturup sohbet ettiğini görünce rahatlayıp yanlarına gitmişti. Herkes vedalaştı, evlerine dağıldı. Yıldızlar gökte parlarken onların güzelliğini camdan seyrederek eve döndü genç kız.

Hira uyuyakalmıştı. Gözlerini açtığında hava kararmış, odasına gölgeler çökmüştü çoktan. Yattığı yerden doğrulup etrafa bakındı ve kendine gelmeye çalıştı. Ezan sesini işitince bu sese uyandığını fark etti ve sevindi. Evdeki sessizliğe bakılırsa daha dönmemişlerdi toplantıdan. Kalkıp banyoya gitti, abdest aldı. Odasına dönüp namaz kıldı, dua etti. Üşüdüğünü hissedip üzerine bir hırka giydikten sonra mutfağa geçti. Kendine bir şeyler hazırlamaya üşendiği için çikolata kavanozunu ve ekmeği masanın üzerine koyup çekmeceden de ufak bir bıçak aldı. Çikolatalı ekmek yiyip karnını doyurdu, odasına geri gitti.

Çalışma masasının başına oturdu. Bakışları önündeki mavi deftere kaydı. Defterin kapağını aralayıp son yazılan sayfayı açtı ve gözleriyle, sessizce okudu.

''İçimde birikmiş bir ağlamak var, sebebi meçhul. Hayat... Boğazıma dek çıktı dumanlar defteri açınca, genzimde ve gözlerimde bir yanma oldu, bir hareketlilik...

Bugün bir gün ki bir yıl daha bitiyor. Tarih yazarken 2014 yazmaya alışalı henüz kaç ay olmuştu ki? Ne çabuk hayat...Ne hızlı zaman. Ne değerli vakit. Yarına çıkacağımıza öyle eminiz ki gelecek planları yapıyoruz hep. En aptal mahluklarız bu konuda, şüphesiz.

Bitti mi şimdi? Koskoca bir yıl?! Nasıl, ne ara? Hiç bitmez gibi gelirken bana bir ara...Bir yıl daha bitiyor işte saatler sonra, inanasım gelmiyor. Dile kolay, oysa koca bir zaman dilimi insan için. Yarın elim 2014 yazacak, ama hangi 2014? Ocak 2014 mü, geçti! Peki Aralık 2014 mü? Bitti! Hangi ayını, hangi gününü yazmak isteyecek kalemim? ''Bugün 1 Ocak 2015'' demesi kolay mı? Belki de, alışınca öyle...Bir süre yine garipseyeceğiz. Sonra ona da alışacağız.

Büyüyor muyuz sahi? Dıştan bakınca evet, ya insanın içi? Bir yanımız büyürken, olgunlaşıp yaralar alırken bir yanımız da nasıl çocuk kalmakta diretiyor, değil mi? İçindeki çocuğu susturma asla. O seni ayakta tutuyor Hira. Risk alan, gülümseten, merhamet eden o. Büyüyen yanın daha soğuk, daha katı...

Baksana...Defterin ilk sayfalarını açınca seni neler karşılıyor. Şimdi o konular arada bir hatrına gelen yahut pişmanlığı yüzüne vurup duran bir anıdan ibaret. Ne garip! Hiç geçmez sandım, geçti. Şimdi nasıl oldu da bitti, nasıl üzerine ayları devirdi şaşırıyorum. Geçti ama zihinde izi kaldı, yürekte sızı, camda buğu, geçmeyen... Bu durumda yine de geçmiş denir mi? Ve belki de ondan ötürü bu aramızdaki soğuk karlı dağların dimdik dikiliyor oluşu. Serin rüzgarların esişi... Aramızdaki şeyler zarar gördü mü gerçekten, anlamıyorum. Onu anlamak, zaten sevmekten daha zor. Sevmeyi zor eden de çoğunlukla anlayamamaktı ya, neyse... Umarım bu sevmek, o bağa ve sevgiye zarar vermemiştir. Umarım...

Zor bir yıldı, hayatımın şimdiye kadarki en çetrefilli dönemiydi. 2013 ve 14'de çok tarihe çok notlar aldım, çok yıldızladım. Cesurluklar yaptım, belki salaklıklar... Kendimi aştım, büyüdüm sonra. Kendimi söylemeyi öğrendim ben biraz da olsa. Ve biliyorum ki öğrenmek daha çok şey var. Ve biliyorum ki daha büyüyeceğim, bu yıl yapacaklarım da ileride delilik, salaklık olarak görünecek bana... Ve biliyorum ki büyüyoruz...''

En son yazdığı bu satırların bir kaç hafta evvele ait olduğunu görüp uzun zamandır yazmadığını fark etti genç kız. Çantasından kalemini çıkarttı, ucunu defterin beyaz yaprakları üzerinde dolandırdı.

 

🍂


Zahid, başını yastığa koydu. Elindeki telefonla haberlerde gezinirken bir başlık ilgisini çekti ve üzerine tıkladı. Haberi okumaya başladı.

''Sakarya'da bir esnaf Umreden getirdiği zemzem suyunu Sapanca Gölü'ne döktü... Herkesin yararlanmasını düşünerek, zemzem dökerek kendince göle mayalama yaptı...''

Zahid haberi okurken kahkahalarla gülmeye başlamıştı.

''Güzel ülkemin güzel insanları!'' diye söylenip haber sitesinin linkini kopyaladı ve arkadaşlarıyla ortak olan gruba attı. Onlar da gülsün, bir an da olsa mutlu olsunlar istemişti.

''Günümüz Nasrettin hocası demek Sakarya'dan çıktı!'' deyip bir kez daha güldükten sonra harun dedeyi uyandırmaktan korkarak gülmesini bastırdı ve kendini sakinleştirdi. Hayattaki onca karmaşa arasında böyle insanların çıkıp bir an nefes olması, nefes aldırması ve dudaklara tebessüm kondurması iyi hissettirmişti genç çocuğa. Sevmişti bunu yapan adamı.

Engin'in hemen gördüğünü ve cevap yazdığını fark edince gruptan çıkmadı. Grup bilgisine girip aşağı doğru indi ve herkesin durumunda yazan sözleri görünce gülümsedi. Hira'nın işiydi bunlar hep! Ama güzel de olmuştu. Bir kaç ay evvel Hira, abisi için ufak bir sürpriz yapmak istemişti. Ebuzer'in hemen ertesi gün de Nihal'in doğum günü olunca ikisini birleştirip Kübra hanımın da yardımıyla bir organizasyon yapmış, dükkanı bir akşamlığına onlar için düzenlemişti. Tabi Ebuzer ve Nihal'e bu olay sürpriz olacağı için ve Hira hanım onlar hariç herkesi bilgilendirmek istediğinde ayrı ayrı o kadar kişiye mesaj atmak istemediği için kısa yolu tercih edip bir grup açmıştı. Sürprizlerinden sonra gruba sonradan Nihal ve Ebuzer'i de eklemişlerdi, toplu fotoğraflarını atarken tek tek uğraşmamak için. Kimse çıkmayınca grup sessiz de olsa öylece kalmıştı. Ha bir de Hira'nın isteği üzerine o an dinledikleri iki ezginin sözlerini hepsi durumuna yazmışlardı. Herkes istediği sözü ama aynı ezgiden...

Aşağı doğru inip herkesin yazdığına bir kez daha baktı Zahid. Ve son olarak kendisininkine.

Ebuzer İkbal : Ârif olan söylemişti, bu yol çetindir

Engin Ağır : Omuz omuza verince yol mu dayanır ey dost?

Hira İkbal : Zaman sevdamıza gebe, asla bükülme

İlyas Konakçı : Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste, bir Ebubekir kıldı, bir Ömer kıldı beni

Mahir Öztürk : Gönül gönüle değince yol mu dayanır ey dost?

Mervenur Erden : Elbet bu yol düze çıkar, sakın dökülme

Nihal Öztürk : Dönüp Hakka yürüyünce yol mu dayanır ey dost?

Sevtap Vural : Parça parça bir yürek, delik deşik bir bağır...

Ubeyd Asiler : Yiğit yiğide yanaşmak yine kâr oldu

Siz : Yağmur düştü yolumuza, dolu kar vurdu

Tebessümle geri çıkıp Engin'in attığı mesajı cevapladı ve gülümseyerek telefonu kapatıp kenarı koydu. O güzel akşamı hatırlayınca bir an o akşama dönmek istemişti. Herkesin ne noktada duracağını bildiği, hoş bir ortamdı. Aileleri de oradaydı zaten. Hep birlikte eğlenmişlerdi. Arkadaşlarının küçüklük anılarına kahkahalarla gülmüş, kendisi de bir kaç anı anlatmıştı hatırladıklarından. Ah, annesi olsaydı onun da anısını kendisi değil de annesi anlatırdı o akşam ama... ''Nasip.'' dedi. Annesiyle ahirette kavuşmayı bekliyordu. Hem o yokken kendisine ellerinden geldiğince analık yapmaya çalışan üç kadın vardı şimdi. Biri Engin'in annesi Kadriye hanım, biri Ebuzer'in annesi Kübra hanım, diğeri de Mahir'in annesi İnci hanım. Üç kadın da bir ana, bir teyze samimiyetiyle ilgileniyordu kendisiyle. Eşleri de ellerinden geldiğince amcalık, dayılık yapıyordu ona. Ne kadar şükretse azdı...

Artık uyumalıydı. Bu akıllı telefonu kullanmaya başladığından beri biraz zamanını yiyordu ve bu durum canını sıkıyordu genç çocuğun.

''Ah Süheyl amca, hiç vermese miydin bana bunu acaba ya?'' diye söylenip gözlerini yumdu. Tuşlu, eski telefonuna geçmek istiyor ama bu kez de WhatsApp gruplarında yapılan bilgilendirmeleri kaçırmaktan çekiniyordu. Özellikle okul ile ilgili olanları.

''Sanki bu telefonu kullanmaya başlayana dek gruplarda var mıydın oğlum?'' diye mırıldanıp bu tezini çürüttü. Haberler ille alınıyordu. En iyisinin üniversite sınavı geçene dek eski telefonuna dönmek olduğuna karar verdi.

''Zaten bunu da daha bir kaç aydır kullanıyorum. Eski güzel telefonuma döneyim en iyisi ben.'' deyip sırt üstü döndü.

Tam uykunun kollarına düşmek üzereydi ki telefon titredi. İç çekti, bakıp bakmamaya kararsız kalmıştı. Sonunda dayanamayıp telefonu aldı ve Fatma teyzeden mesaj geldiğini gördü. Yarın saat dörtle yedi arası evde kimse olmayacaktı. İşte bu habere çok sevinmişti. Gidip kardeşini görebilecekti. Aldığı haberin mutluluğuyla derin bir uykuya daldı.

Sabah ezan sesiyle uyanmış, namazını kıldıktan sonra biraz Kur'an okumuştu. Okul için yine uyanması gerekeceğinden ötürü yeniden uyumaya değmeyecek kadar az zamanının kaldığını görüp yatmaktan vaz geçti ve önüne bir kimya test kitabı alıp kaldığı yerden çözmeye başladı.

Evet, o uykucu Zahid şimdi gerektiğinde daha az uyumaya alışmıştı. Hayat kimleri nelere alıştırmıyordu ki? Ama kararlıydı genç çocuk; şu üniversite sınavı bir geçsin, tatil gelsin, bu az uykuların acısını çıkaracaktı!

Telefonun alarm sesini duyunca test kitabını kapatıp alarmı susturdu. Mutfağa geçip zeytin peynir ve reçel çıkarttı, bir şeyler atıştırdı ve ortalığı toparladı. Dişlerini fırçalayıp abdestini tazeledikten sonra formalarını giyindi. Pencereyi aralayıp dışarıya baktığında havanın yağışlı olduğunu gördü ve kabanını giyindi. Artık Mart ayı gelmiş olsa, çok soğuk zamanlar atlatılmış olsa da hâlâ havalar serindi. Sık sık da yağışlı. Yağış olmadığında ise sabahları serin, öğlene doğru sıcak, akşama doğru yine serin olan hava düzeni, genç çocuğun yanında her ihtimale karşı bir ceket, hırka yahut mont taşımasını gerektiriyordu. İşini riske atmayı sevmiyordu.

Çantasına kalemliğini ve bir kaç test kitabını koyup cam şişesine mutfaktan su doldurdu. Hem her gün suya para vermemek hem de sürekli bir pet şişe harcayıp çöpe atmamak için bir süredir cam şişeyi kullanıyordu. Tamamen hazırlandıktan sonra içeriye geçti ve akşam sedirin üzerinde unuttuğu cüzdanını alıp çantasına attı. Hazırdı artık.

Evden çıkacağı sırada oturma odasına giren yaşlı adamı fark etti.

''Hayırlı sabahlar oğlum.''

''Hayırlı sabahlar dede.''

''Gidiyor musun?''

''Evet, çıkıyorum. Bu akşam biraz geç gelebilirim dede. Sevde'yi görmeye gideceğim. Bir isteğin var mı, gelirken alayım? Çarşıya da uğrayacağım bugün hem. Alınacak bir şey varsa söyle.''

''Yok oğlum yok, bir şey istemiyorum ben.''

''Tamam dede. Olur da istersen, aklına bir şey gelirse ararsın beni.''

''Tamam oğlum.''

''Haydi, Allah'a emanet.''

''Sen de, sen de.''

Zahid evden çıkmak üzereydi ki aklına gelen şeyle birlikte durakladı. Bağcığını bağlamak üzere olduğu botlarını çıkarıp içeriye geri girdi.

''Hayırdır oğlum, bir şey mi unuttun?''

''Yok dede...'' deyip çantasını sedirin üzerine bıraktı ve odadaki sobanın yanına doğru adımladı genç çocuk. Sobanın yanındaki tenekeden odunları alıp sobaya koydu. Bir de çıra alıp kibriti çaktı ve artık bunu yapmaya alıştığı için kısa bir sürede yakıverdi sobayı. Soba yakma işini yaşlı adama bırakmak, onu yormak istememişti. Boşalan tenekeyi alıp dışarıya çıktı. Ayağına giydiği terlik nedeniyle üşüse de sabırlı olmaya çalıştı. Evin hemen yanındaki ufak bodruma girip tenekeye odun doldurdu, içeriye götürüp sobanın yanına koydu.

''Odun getirdim dede. Soba sönmeye yüz tutmadan atarsın.''

''Allah razı olsun oğlum.''

Zahid, sedirin üzerine bıraktığı çantasını yeniden sırtına takıp botlarını giydi ve evden ayrıldı. Bu kez gönlü rahattı. Yaşlı adamı üşütmediği ve yormadığı için mutluydu.

Dolmuşa binmek üzere sokakta yürürken az öteden gelen Hira ve Ebuzer'i fark ederek durdu. Bir kaç dakika içinde bir araya gelmişlerdi.

''Hayırlı sabahlar gençler.''

''Sana da Zahid.''

''Hayırlı sabahlar Zahid.''

Zahid, Hira'ya çevirdi yeşil harelerini.

''Hira, senden bir şey rica edeceğim ya...''

''Tabi?''

''Bugün geç geleceğim ben eve. Harun dedem kendi başına bir şeyler yaparken zorlanıyor, hasta bir kaç gündür, biliyorsun. Sana zahmet onu yedirir misin okuldan gelince? Yani sen yemekleri ısıtıp önüne koysan yeter, o yiyor zaten.''

''Hallederim ben, aklın kalmasın.''

''Çok sağ ol ya!''

Gülümsedi genç kız, gülümsedi Zahid.

''Eh, ben okuluma doğru kaçayım o zaman. Hadi, iyi dersler size de. Bizimkilere selam söyleyin.''

''Aleykümselam.'' dedi Ebuzer.

Hepsi kendi yoluna doğru gitmeye koyuldu.

Okula varınca hızlı adımlarla sınıfına doğru yürüdü genç çocuk. Hava serin olduğu için herkes sınıflarındaydı. Kimi öğrenciler ise koridorlarda ikili üçlü gruplar halinde sohbet ediyordu. Gördüğü öğretmenlerine ve tanıdıklarına selam vere vere çıktı yukarıya. Sınıfın içine girince herkese olduğu belli olan şekilde ortaya selam verip çantasını bıraktı, kabanını çıkarıp astı ve sırasına oturdu. Engin'in hâlâ gelmemesine şaşırmıştı. Normalde hep önce o gelirdi. Son sınıf olunca kendisini bir düzene sokmuştu arkadaşı. ''Birazdan gelir heralde.'' diye mırıldanıp çantasından test kitabını çıkarttı. Kitabı açıp kaldığı testi açtı, dikkatini soruya verdi.

Sınıftaki uğultunun kesilmesi ve kapının kapanma sesini işitmesi üzerine bakışlarını kaldırdı Zahid. Öğretmeni gelmişti.

''Günaydın arkadaşlar.''

''Günaydın hocam.'' cevabı döküldü bir çoğunun dudaklarından.

''Bu iki dersimizde sizlerin sorularına bakmaya karar verdim. Cam kenarından başlayıp sırayla gelin, test kitaplarınızdaki anlamadığınız soruları çözelim birlikte. Ben burada bir arkadaşınızın sorusunu çözerken diğerleri de boş durmayıp istedikleri dersin testini çözsün. Tabi benim dersimiz testini çözerseniz daha mutlu olurum. Hem yapamadığınız çıkarsa yine bakmış oluruz. Ama lütfen sessiz olalım, tamam mı?''

Herkes büyük bir zevkle bu teklifi kabul etmişti. En önde oturan arkadaşı çantasından kitabını çıkarırken henüz derse başlamadıkları için rahat bir şekilde ama her an başlayacakları için de aceleyle başını sınıfın karşısına çevirdi genç çocuk. Sırasında oturup önündeki kitapla ilgilenen arkadaşına seslendi.

''Pişt, Sevtap!''

Genç kız bakışları önündeki kitaptan ayırıp Zahid'e çevirdi ve 'efendim' dercesine baktı.

''Bizimki nerede? Neden gelmedi? Haberin var mı?''

''Bilmiyorum.'' deyip önüne döndü Sevtap.

Zahid, kızın tavrından ötürü biraz huylanmıştı. Normalde Sevtap böyle garip bakmaz, sert konuşmazdı. Morali bozuktu demek ki kızın. Teneffüste ne olduğunu öğrenirdi nasılsa.

Gizlice telefonunu çıkarıp Engin'e nerede olduğunu soran bir mesaj attı ve telefonu sıranın altına koydu. Cevap geldiğini belli eden titreşim sesi gelene dek testini çözmeye karar verip eline kalemini aldı.

İki ders geçmiş, Engin'den haber yoktu. Sınıftan çıkıp alt kata indi ve genelde hizmetli ablaların ve diğer okul personelinin oturduğu, dinlendiği, kullandığı odaya gitti. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde bakışları hemen aradığını bulmuştu.

Önce herkese kısaca bakışlarını değdirip ''Günaydın sevgili ablalarım.'' dedikten sonra Kadriye hanımın yanına oturdu.

''Günaydın Zahid.''

''Kadriye teyze, hani bizimki? Neden gelmedi? Mesaj da attım ama cevap vermedi.''

Kadriye hanım dertli olduğunu belli edecek şekilde astı suratını. İçindekileri boşaltacak biri, ve önemlisi uygun biri bulduğu için açtı ağzını ve yumdu gözünü. Dert yandı Zahid'e.

''Valla evde mışıl mışıl uyuyor! Gece yarılarına kadar elindeki zımbırtıyla uğraşırsa öyle olur! Ben on bir buçukta yattım, telefon elindeydi. Birde tuvalete diye kalktım, yine elindeydi. Uykusuz kalınca da sabah kalkıp gelmedi. Sen nasıl geldin, anlamadım!''

''Yapmış yine eşşekliğini bizimki işte. Ben niye gelmeyeyim, onu anlamadım Kadriye sultan?''

''E seninle konuşmuyor muydu onca saat bu eşşek sıpası? Sen de uyumuyordun demek ki!''

''Yok vallahi, benimle konuşmuyordu. Ben on bir buçukta telefonu kenarı koydum, yattım uyudum.''

''Aaa! Bak sen şuna! O zaman kiminle konuşuyordu o kadar vakit?!''

Zahid, kadının gözlerine bakıp gülerken imayla da tek kaşını havaya kaldırmıştı.

''Kiminle olacak, müstakbel gelininle konuşuyordur!''

''Aaaa bak görüyor musun sen şunu?! Kızı da onca zaman uykusuz bıraktı demek!? Sorarım ben ona bunun hesabını. Hem, gündüzler çuvala mı girdi canım? Zaten bütün gün aynı okuldalar, bir de yetmiyor gibi telefonla ne konuşuyorlar onca saat?!''

''Ben bilmem artık. Neyse, madem uyuyormuş, iyiymiş, içim rahat bir şekilde gidiyorum ben dersime Kadriye teyze. Gerisi bir anne ve müstakbel kaynana olarak seni ilgilendirir.''

''Git oğlum git. Bizimkine de akıl ver. Seni dinler, arkadaşısın. Bak, dersini kaçırdı işte. Kulağını çek sen de, emi?''

Zahid, gülümsedi kadına.

''Çekerim Kadriye teyze, yeter ki sen iste. Ama seninki Herkül, malum; eğer bana bir şey yapmaya kalkarsa senin arkana saklanırım bak!''

''Tamam evladım, saklan. Ben varken o Herkül sana hiçbir şey yapamaz, korkma.''

Kadınla vedalaşıp sınıfına çıktı. Sevtap'ın yanına gideceği sırada zil çalmıştı. Bunu birdahaki teneffüse erteleyip sırasına geçti. Matematik öğretmenleri gelip selam verdi, yoklama aldı, derse başladı. Adam blok ders yaptığı için teneffüse de çıkmamışlardı. Dördüncü derslerinin zili çaldığında öğle arası gelmiş demekti bu. Adam soruyu bitirip gençleri serbest bıraktı. Derin bir nefes aldı herkes. Kimisi kantine, kimisi de yemekhaneye attı kendilerini. Bazıları ise civardaki dükkanlara yemeğe gidiyordu.

Zahid, sırasından kalkıp kabanını giydi. Sabah çantasına koyduğu cüzdanı alıp cebine attı ve Sevtap'ın sırasının yanında durdu.

''Yemeğe gitmiyor musun?''

Genç kız, test kitabından kaldırdı bakışlarını. Arkadaşına bakıp iki yana salladı başını.

''İyi misin sen? Neyin var?''

''En yakın arkadaşına sor, o anlatır.''

Zahid, Sevtap'ın dümdüz bir sesle verdiği yanıt üzerine kaşlarını çattı.

''Hayırdır, tartıştınız mı siz?''

Sevtap, boğazına dek gelen düğümü atmak istercesine yutkunduktan sonra elindeki kalemi sıktı iyice. İçinde bir sızı hissetmişti.

''Tartışmadık. Ayrıldık.''

''Yuh! Yok artık! Komik değilsin Sevtap!''

''Şaka mı yapıyorum sence Zahid?!''

Zahid, arkadaşının yüksek sesle sertçe söylediği cümleden sonra nemlenen gözlerini fark edince ne yapacağını bilemeyerek durdu bir süre.

''Nasıl ya?..'' diye mırıldandı. Anlam veremiyordu. Engin çok seviyordu Sevtap'ı ulan! Nasıl ayrılmıştı? Kim istemişti bunu?

''Müsaadenle, yalnız kalmak istiyorum Zahid.''

Sevtap'ın dediğini duymamışçasına kızın önündeki boş sıraya oturdu genç çocuk. Ona doğru döndü. ''Biraz konuşalım istersen?''

''Hayır, teşekkür ederim. Sadece yalnız kalmak istiyorum.''

Her ne kadar istemese de kabul etti ve başını salladı öne arkaya. Oturduğu sıradan kalkıp ellerini kabanının cebine soktu.

''Peki... Bir şeye ihtiyacın olursa söyle. Konuşmak istersen, ben buradayım. Hâlâ arkadaşınım. Biliyorsun dimi?''

''Biliyorum Zahid, sağ ol.''

''Güzel, görüşürüz o zaman.''

''Görüşürüz.''

Derin bir nefes aldı genç çocuk. Arkasını dönüp sınıftan çıktı ve dışarıya doğru adımladı koridorları. Bahçeye çıkar çıkmaz serin hava yüzüne vurmuştu. Kapüşonunu kafasına geçirip hafifçe çiseleyen yağmur damlalarının altında yürüdü çıkışa doğru. Sokaktan çıkıp caddeye vardığında arabaların ve insanların gürültüsü işitiliyordu, yağmur nedeniyle normale göre daha sessiz olan sokaklarda. Arada bir Engin ve Sevtap ile gittikleri dönerciye girip selam verdi ve siparişini verip boş bir masaya oturdu.

Düşüncelerine dalmıştı. Şaşkındı. Engin onca zaman uzaktan sevip sonra bir araya gelmişti kızla. Mutlulardı ulan! Nasıl olmuş da böyle olmuştu? Anlam veremiyordu. Acaba ciddi bir sorun mu vardı yoksa bir süre sonra düzelecek bir şey miydi bu? Hiç bilmiyordu! Engin ile konuşmak istiyordu ama arkadaşı hâlâ uyuyordu ya da telefonunu henüz eline almamıştı ve mesajı bu nedenle görmemişti.

Son ders erken çıkacaktı normalde ama bu planını bozdu. Son iki ders erken çıkmaya karar verdi. Böylece mahalleye gitmişken Engin ile de konuşmaya vakti olurdu.

Önüne konan döneri yemeye başladı. Ekmeği yarılamışken telefonu titredi. Telefonunu çıkarıp gelen mesaja baktı aceleyle. Bir yandan da lokmasını çiğniyordu. Beklediği gibi Engin'den değildi mesaj, buna biraz üzülse de kafasına çok takmadı. Mustafa'dan gelen mesajı okudu.


Mustafa Belgemen

Selamünaleyküm Zahid. Epeydir görüşemedik kardeş! Hira ile görüşmeyince sen de unuttun bizi herhalde?

Eğer işin yoksa Cumartesi bizim dükkana gel de sana bir lahmacun ısmarlayayım, iki lafın belini kıralım. Ha bu arada, tayin işi belli oldu. Ağustosta Bayburt'a taşınacağız biz nasipse. O zamana dek görüşme fırsatlarını tepmeyelim. Bayburt Üniversitesini yazacağım ben de ilk sıraya.


''Oha lan, Bayburt mu?!'' deyip ekrana baktı şaşkınca. Uzaklara gidiyordu Mustafa.

''Hayırlısı olsun...'' diye içinden mırıldanıp arkadaşına uygun bir cevap yazdı.

Mustafa ile arada görüşüyorlardı. Hira ile Mustafa görüşmeyi kesmişti ama Zahid ile yine buluştukları oluyordu. Zahid, çarşıya işi düşünce Mustafa'nın çalıştığı dükkana uğruyordu her seferinde. Bazen işler yoğun olduğu için ayaküstü laflıyorlar, bazen yan taraftaki lahmacuncuya oturup uzun uzun konuşuyorlardı. Mustafa, Hira ve Zahid'in de gazıyla üniversiteye devam etme kararı almıştı. Bölüm de değiştirmek istediği için bu sene o da sınava yeniden girecekti. Hayatını epey düzene sokmuştu.

Aslında bugün de çarşıya gidecekti ama bugün çok meşguldü. En iyisinin Mustafa'nın dediğini gibi Cumartesi buluşmak olduğunu düşündü. Yemeğini bitirdikten sonra hesabı ödedi ve kalktı.

Okula geri yürüyordu ağır adımlarla. Acelesiz adımları, hayatın aceleci ve hızlı yanına zıt bir şekilde işliyordu. Gerçekten de hayatı ne kadar hızlı yaşadıkları düşündü. Hız delisi gibiydiler. Sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyordu insanlar. Oraya koş, bunu yap, şunu et... Bir şeyler yaparken de içlerinde hep bir acele, bir hız hissi vardı. Bir yerlere geç kalacakmışçasına her şey çabuk olsun bitsin istiyorlardı. Oysaki bazen yavaşlamak gerekiyordu. Bazen yavaşlık iyiydi. Yavaşlamak gerekirdi ki bir şeylerin tadı alınsın, sakince izlesin, usulca bakılsın, tartılsın... Aksi halde her zaman sahip olunan bir hız, öldürürdü.

Elini kaldırıp havaya uzattı, yağmur damlaları düşüp sıcak avuçlarını ferahlattı. Başındaki kapüşonu çıkarttı ve saçlarının da ıslanmasına izin verdi. Usulca geri yatırdı boynunu, suratına vurdu yağmur. Okşadı yüzünü. Bir tanesi tam kirpiğine düşüverdi. Tebessüm etti Zahid. Yağmurdan bir gözyaşı olmuştu şimdi.

''Kevser! Şemsiyeni açsana kızım! Islanıyorsun!''

Duyduğu sesleniş, geri yatırdığını boynunu kaldırıp etrafa bakınmasına sebep olmuştu. Ne hikmetse bu ismi her duyduğunda o güne geri dönüyor, üzerine merhametle bırakılan o mavili şalın verdiği sıcacık duyguyu kalbinin orta yerinde hissediyordu.

Küçük bir kız çocuğunu kolundan yakalayıp elindeki kapalı duran pembe şemsiyeyi aldı ve açtı bir kadın. Şemsiyeyi kızın ellerine tutuşturdu.

''Ama yağmurda ıslanmak güzel, anne!''

''Hasta oluyorsun sonra! İğne yaparlar bak!''

''Off!'' diye mızıldansa da şemsiyeyi başının üzerine koydu küçük kız.

Gülümsedi Zahid. Aklına gelen Kevser'e de bu minik Kevser'e de dua fısıldadı, her aklına geldiğinde yaptığı gibi. O kız ve o hareketi, bir çekirdek anıydı genç çocuk için.

''Ama bu abi de ıslanıyor anne, bak! O da hasta olurdu, iğne vururlardı! Yoksa o da şapka takar, şemsiye alırdı!''

Zahid, yanlarına varmak üzere olan kadın ve küçük kıza çevirdi bakışlarını. Ufaklığın inatla istediğini elde etmeye çalışması onu gülümsetmişti. Anne-kıza doğru bir adım attığında anneyle göz göze geldi önce, sonra da küçük kızla. Önlerinde durduğunda kadından bakışlarıyla müsaade istedi bir nevi, kadın ise gencin kızını duyduğunu ve bir şey diyeceğini anlamış, hafifçe tebessüm ederek müsaade vermişti.

Zahid, kızın gözlerine daha rahat bakabilmek ve daha sağlıklı bir iletişim kurabilmek adına yükünü ayaklarına vererek çöktü. Aynı boya gelmemişlerdi bile; Zahid uzun, kız ise fazla kısa olduğu için. Gülümseyerek kızın kahverengi gözlerinin içine baktı.

''Kevser, sen bana bakma güzelim. Annenin sözünü dinle hep, tamam mı? Anneler doğruları söyler ve çocuklarının iyiliğini isterler hep. Annen de seni sevdiği için şemsiyeni kullanmanı istedi. Yoksa gerçekten de hasta olursun. Küçükken ben de ıslanıp hasta olmuştum.''

Kadın, elinden tuttuğu kızını ve kızıyla tatlı bir dille konuşan genci seyrediyordu. Yavaşça başını sallayıp tebessüm ettiğinde bunu her ikisi de görmemişti.

Küçük kız gülümseyerek başını salladı. İkna olmuşa benziyordu. Önce hakkında konuştuğu ama tanımadığı bu abinin önünde durmasına ve kendisiyle konuşmasına şaşırsa da sonra onu sevmişti hemen.

''Sonra iyileştin ama değil mi? İğne vurdular mı?''

''Yok, vurmadılar. İlaç içtim, iyileştim. Ama biraz daha ıslansaymışım iğne vuracak kadar hasta olacakmışım.''

''Hiii!'' diye korkarak eliyle ağzının önünü kapattı küçük kız. ''İyi ki daha fazla ıslanmamışsın!''

''İyi ki.'' diyerek daha genişçe gülümsedi Zahid, küçük kızın tatlı hareketine.

''O zaman ben de artık azıcık ıslanır, şemsiyemi kullanırım. Annemi dinlerim. Teşekkür ederim abi.''

''Rica ederim güzelim.'' deyip yeniden gülümsedi kıza ve ayağa kalktı. Kadına başıyla selam verip ayrılacaktı ama küçük kızın seslenmesiyle yeniden ona çevirdi bakışlarını.

Kolunu havaya doğru kaldırmış, biraz umutsuz biraz da hayretle konuşmuştu küçük kız. ''Ne kadar uzun boyun var! Nasıl yetişicem sana?!''

''Neden yetişeceksin ki?''

''Eğil de gör!''

Zahid, bilmiş kızın konuşmasına gülerek yeniden çöktü.

Küçük kız, tek eliyle tuttuğu şemsiyeyi bıraktı kenarı. Ona doğru bir adım atıp yaklaştı ve önünde durdu. Kabanının şapkasını iki ucundan tutup, Zahid'in az evvel açtığı saçlarını örttü ve gülümsedi.

''Bak, şimdi oldu işte! Sen de hasta olma yine, ört başını. Tamam mı uzun abi?''

Zahid küçük bir kahkahaya atmaktan kendini alamadı.

''Tamam güzelim.'' deyip başını salladı ve yeniden ayağa kalktı. Küçük kız da şemsiyesini aldı minik avuçlarının arasına.

''Teşekkür ederiz abisi.''

Zahid, kadının teşekkürü üzerine tebessümle başını salladı ve vedalaştı anne-kızla. Okula doğru yürümeye başladı. Küçük kız, aklına kız kardeşini getirmişti. Bir haftadır onu görememek adeta genç çocuğa acı çektiriyordu. Nasıl özlemişti onun mis kokusunu! Gülüşünü, çıkardığı sesleri, tombul kollarını ısırmayı, yumuşak karnını okşamayı, iri gözlerine bakmayı... Neyse ki bugün hasret dinecekti inşallah.

Okuldaki iki fizik dersinin ardından çantasını toplayıp çıktı. Son iki dersi asmaktan sakınca görmedi. Zaten Türkçe dersini çoktan bitirmişti kendisi. Dolmuşa binip çarşıya gitti. Kardeşine hediye alacaktı. Oyuncak ve tulum aldı. Fatma teyzeden artık tulumlarının küçüldüğünü işitmişti. Fatma teyzeye de bir hediye aldı. Yardımları için teşekkür mahiyetinde olsun istemişti. İşini bitirince yeniden dolmuşa binip mahalleye geçti. Önce Engin'e uğradı.

Arkadaşı kapıyı açtığında hızla içeri girdi. Kısaca selamlaştılar. Soğuktan kızarmıştı elleri. Sobanın başında dikilip ellerini ısıtmaya çalışırken bakışlarını da karşısındaki koltuğa oturan Engin'e çevirdi.

''Yeni mi uyandın lan yoksa?''

''Yoo, on birde uyandım.''

''Bu tipin ne o zaman? Yeni uyanmış gibi pijamalar, saç baş dağınık, şaftın kaymış.''

''Evdeyim zaten Zahid. Tipim önemsiz.''

''Sen evde de olsan kendine bakarsın, yeme beni.''

''Hah, yeme dedin, acıktığımı hatırladım bak. Bi çay koyayım.''

''Koy bakalım. İçimiz ısınsın.''

''İçimiz çayla ısınabilse keşke abicim.'' deyip çıktı odadan Engin.

Başını dertli dertli iki yana salladı Zahid.

Engin içeriye yeniden geldiğinde elinde çaydanlıklar vardı. Sobanın üzerine koydu ve az evvel kalktığı yere oturdu.

Zahid de artık iyice ısınmıştı, sobanın yanından ayrılıp arkadaşının biraz ötesine oturdu.

''Sevtap'tan bir şeyler duydum?'' dedi fakat açıkça sormaya çekinmişti bir an.

''Ne duyduysan doğru duymuşsundur.''

''Nereden çıktı şimdi bu böyle birden?''

''Birden değil Zahid.''

''Nasıl yani?''

Engin derin bir iç çekti.

''Sonra konuşsak olmaz mı?''

Zahid, ertelemeyi sevmese de arkadaşının içtenlikle sorduğu soru karşısında ses edemedi. Yavaşça başını salladı. Ona biraz zaman vermek iyi olacaktı.

''Eee, okulda ne yaptınız? Neden erken çıktın?''

Zahid, Engin'e kısa birer özet geçti sorularına cevaben. Az sonra çay kaynadı, demlendi. Sohbetleri sürerken Engin mutfaktan bardakları getirmeye gitti. Çay, bardaklara dolarken Zahid aklına gelen şey ile kalktı yerinden hemen.

''Ulan senin için boşnak böreği almıştım. Unuttum bak!''

''Ooo! Deme! Adamsın lan sen! Boşnak böreği dedin, can evimden vurdun.''

''İnşallah soğumamıştır koridorda.''

''Soğuduysa da sobanın üzerine koyarız, ısınır iki dakikaya abicim.''

Zahid, koridordaki poşetlerden birini alıp mutfağa geçti. Sobanın üzerine koyabileceği uygun bir tabak alıp börekleri koydu ve içeriye döndü.

Çay ve börek eşliğinde havadan sudan sohbet etmek Engin'e iyi gelmişti şayet zor bir gece geçirmişti. Aklını dağıtmak için birebirdi şu Zahid! Az sonra konu Sevde'ye geldi. Kardeşinin adı geçince hemen saate baktı genç çocuk. Dördü on geçiyordu. Artık gidebilirdi kardeşine. Koşarak hem de!

Bir kardeşinden ayrılıp diğerine gidecekti belki ama, Engin'i şu halde bırakmak da istemiyordu.

''Sen de gelsene be!''

''Ben mi? Ben ne yapacağım orada oğlum?''

''Bizimkini seversin işte.''

''Bilemedim ki şimdi!''

''Hadi kalk kalk! Sevde hanımla tanışma zamanın geldi. Sadece fotoğraflardan mı göreceksin ömür boyu?''

Zahid'in, arkadaşını kolundan tutup kaldırmasıyla karar verilmişti. Engin, üstüne başına çeki düzen verip giyinmek için odasına geçti. Zahid de bu sırada etrafı toplamaya başladı. Çay bardaklarını, çaydanlıkları ve tabağı alıp mutfağa götürdü. Hızlıca yıkayıp akıttı ve işi bitince içeri geçti hızlıca. Suyun altında üşüyen ellerini yeniden sobanın üstüne misafir etti. Engin içeri geldiğinde Zahid çoktan kabanını giymiş, gitmeye hazırdı. Evden çıkıp yürümeye başladılar.

Kapıyı tıklattı genç çocuk. Fatma teyzesi kapıyı açınca selamlaştılar, içeriye geçtiler. Engin ile tanıştırdı kadını. Sonrasında kardeşini de tanıştırdı arkadaşıyla.

''Oğlum, bu fotoğraftakinden çok daha tatlı be! Şu tipe bak!''

''Tabi abisi, kimin kardeşi sonuçta?!''

''Hemen de kendine pay çıkart zaten!''

Küçük Sevde bir süre Engin ve Zahid'in kucağı arasında gidip geldi. İçeriye gülücükler, kahkahalar, dalgalar ve hoş bir sohbet hakimdi.

Bir süre sonra Sevde'nin gözleri iyice kızarmıştı. Huysuzlanmaya başlamıştı.

''Uykusu geldi artık oğlum. Uyutalım.''

Zahid ''Ben sallayayım.'' deyip koltuktan yere indi ve ayaklarını uzattı hemen. ''Engin, şu yastığı koy ayağıma abicim.''

Engin, yan tarafındaki yastığı alıp arkadaşının ayaklarına koydu. Zahid, yatırdı ufaklığı. Emziğini ağzına verip ellerini tuttu ve sallamaya başladı. Bir yandan da ''Eeeee eeee eeee!'' diye ninni söylüyordu.

''Oğlum biraz adam gibi ninni söyle be çocuğa! Durmadan eee diyorsun. Ben de olsam sıkılır uyumam.''

Zahid, Engin'in dalga geçmesi üzerine kaşlarını çatıp ona baktı.

''Ninni bilmiyorum oğlum ben. Hiç çocuk büyümedi yanımda. Madem biliyorsun, sen söyle.''

''Söylerim.'' deyip bir an duraksadıktan sonra aklına gelen ilk ninniyi söyleme başladı Engin. ''Dandini dandini danalı bebek, annesi maymun babası şebek! Uyumadı gitti eşşek sıpası, eee eee eee!''

''Bu nasıl ninni be?'' deyip kahkahayı koyuverdi genç çocuk. Şaşkın bakışları arkadaşındaydı. İlk kez böyle ilginç bir ninni duymuştu.

''Ne biliyim oğlum, halam söylüyordu, aklımda kalmış.''

''Ninni mi söylüyor küfür mü ediyor belli değil. Sevde'yi bununla mı uyutacağım? Kalsın!''

''Sen beğenmiyorsun ama o beğenmiş ki bak, uyuyor!''

Zahid, bakışlarını ayaklarındaki bebeğe çevirdi. Gerçekten de uyumuştu. Tabi ninniden kaynaklı değildi uyuyuşu, biliyordu. Ama iyi denk gelmişti!

''Uyudu bu. Ne yapacağız şimdi, gidelim mi?''

Engin'in sorusunu işitince başını hızla iki yana salladı Zahid.

''Gitmeyip ne yapacağız?''

''Sevde'nin yanına kıvrılmayı planlıyorum ben.''

''Sen kıvrıl o zaman, ben gideyim. Zaten annem gelir şimdi.''

''Tamam o zaman. Önce Sevde'yi al ayağımdan, odasına yatıralım.''

Engin, bebeği dikkatle kucakladı. Önce uyanır gibi olsa da pişpişleyince hemen dalmıştı yine. Zahid kalkıp odasına geçti, Engin de onu takip etti. Sevde'yi dikkatle yatırdı yatağın ortasına. Zahid de üzerini örttü. Arkadaşını yolcu edip odaya geri döndü ve kardeşinin yanına uzandı. Minik avucuna işaret parmağını koydu, elini tutar şekilde seyretti onu biraz.

Sevde, şu an yanında uyuyordu. Öyle özeldi ki Zahid için... İyi ki varlığını düşünüyordu kardeşinin, şükrediyordu. Onu kalbine sokası, ruhuna dokundurası geliyordu. Kucaklayıp öpmeye, sevmeye, onu seyretmeye, çıkardığı garip sesleri dinlemeye doyamıyordu.

Tüm bunları düşünürken uyuyakaldı.

Fatma hanım odaya girince yan yana uyuyan abi-kardeşi gördü, gülümsedi ve merhametle baktı ikisine. Zahid'in üzerine de bir battaniye örtüp yeniden mutfağa döndü.

Kadın, mutfak işlerine dalmıştı. Kapı sesini duyunca telaştan ne yapacağını bilemedi. Biri erken gelmişti! Ama kim? Evin hanımı mı beyi mi? Zahid buradaydı! Ne yapacaktı?! Ya onlar bunu görünce ne yapacaktı?!

Heyecanla mutfaktan çıkıp hole vardı. Evin beyinin geldiğini gördü. Adam montunu çıkarıp astı, dönünce kadınla karşılaştı.

''Hoş geldiniz.''

''Hoş bulduk.'' deyip başıyla selam verdi adam. ''Nerede benim güzel kızım?''

''Uyuyor!'' dedi kadın telaşla. Adamın dikkatini başka yöne çekmek için konuyu saptırdı hemen. ''Siz bugün erken geldiniz, hayırdır? Bir şey yok inşallah.''

''İşim erken bitti. Gelip kızımı seveyim dedim.''

Yeniden konunun kıza gelmesi üzerine kadının küt küt atan kalbi iyice hızlandı.

''O uyuyor şimdi. Siz içeride dinlenin, birazdan uyanır. Seversiniz.''

''Uyurken de severim ben.'' deyip odaya doğru adımlamaya başladı adam. Kadın, kalbinin duracağını hissetti bir an.

Adam ne tepki verir bilemiyordu ki! İşinden olabilirdi. İşin yenisi bulunurdu, o sorun değildi ama bu yavrucak sonra nasıl kardeşini görecekti? Bu adam ortalığı yakıp yıkmaz mıydı?

''Aman oğlum, bırakın uyusun çocuk. Rahatsız etme. Uyanınca sev.''

Kapının kolundaki elini çekmeden kadına cevap verdi adam.

''Rahatsız olmaz o babasından. Merak etme sen Fatma teyzesi.''

Adam kapıyı açtı, itti, odaya bir adım attı. Minik kızının yanına uzanmış olan genci gördü. Yatağa sabitlenen bakışları uzun süre orada kaldı.


🍂

 

Selamünaleyküm.

Bölümde zaman atlaması var, fark etmişsinizdir. Hızlandık biraz bu bölüm hikayede :) Okul açıldı, aradan aylar geçti. Bizimkilerin bir kısmı sınava hazırlanıyor, son seneleri. Diğerleri de seneye girecekler sınava, şimdiden biraz çalışıyorlar. Sonrasında hoop bir iki ay daha geçmiş. Zahid efendi artık beş aylık olan kardeşçiğini ziyaret ediyor falan.

Zahid'in okuduğu haberi de buraya bırakıyorum. Bu haberi ben de sınava hazırlanırken okumuş, epey gülmüştüm. Güzel ülkemin ve güzel şehrimin güzel insanları... :)

https://www.birgun.net/haber/sakarya-da-bir-esnaf-umreden-getirdigi-zemzem-suyunu-sapanca-golu-ne-doktu-205122

Lütfen beğenmeyi (yıldıza basmayı) ve yorum yapmayı unutmayın. İnsan bazen emekleri boşa gidiyor gibi hissediyor yoksa...

Şimdiden teşekkürler.


Loading...
0%