Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24 • Yüreğin Odaları •

@sukunettekelimeler

Konuşuyorum susarak, haykırıyorum içimi
duymuyorsun...
Bir adım atıyorum geriye,
sana doğru geliyorum
görmüyorsun...
Gidilemez gelinmeden,
gidiyorum geldiğimden
anlamıyorsun sevdiğim belki de benim bu âmâ dilimden...

🍂

 

''Bak bak, bu videoyu sana izletmiş miydim? Şuna bak, ne kadar da mutlu yürüteçle oynarken!''

Zahid, telefonundan açtığı eski bir videoyu yanında oturan Mahir'e izletiyordu. Onlar Sevde'nin neşeyle gülüşünü seyrederken, Harun dede tesbih çekiyor, Hira da test çözüyordu. Karşısındaki koltukta oturan Mahir sebebiyle kalbi küt küt atıyor olsa da, odaklanmakta zorlansa da çabalıyordu işte. Az evvel onlara doğru baktığında Zahid'in bakışlarına rastlamış, genç çocuğun kaş göz hareketi yapıp elindeki test kitabını işaret etmesiyle ne demek istediğini anlayıp önündeki soruya dönmüştü.

Genç kız, telefonunun titremesi üzerine elindeki kalemi bırakıp gelen aramayı yanıtladı

''Efendim anne? / İyiyim, oturuyorum Harun dedelerde. / Zahid var, Mahir var, Harun dede var, ben varım işte. / Evet... / Ne?! İyi mi peki? / Tamam, tamam sorun değil. Beni haberdar edin siz. / Görüşürüz.''

Konuşmanın ortasında genç kızın telaşla sesini yükseltmesi, odadaki herkesin bakışlarını ona çevirtmişti. Yaşlı adam ilk konuşan oldu.

''Ne oldu kızım, hayırdır?''

''Hâris hastalanmış dede, bir kaç saattir hastanedelermiş bizimkiler. Bu gece gözlem altında tutacaklarmış.''

Yaşlı adamın bakışlarına bir endişenin gölgesi çöktü.

''Allah Allah, neyi varmış?!''

''Ateşlenmiş. Ama iyiymiş, arkadan sesi geliyordu. Yine de her ihtimale karşı doktor bir gece kalmasını istemiş çünkü gittiğinde neredeyse havale geçirecekmiş. Yarın gelecekler inşallah.''

''Allah şifa versin yavruma.''

Yaşlı adamın duasına hepsi amin dedi.

Zahid ''Hemen toparlar benim aslanım, merak etmeyin siz!'' deyip ortamı yumuşatmak istedi. ''Eee Hira, bugün de buradasın o zaman?''

Genç kız mahçupça başını salladı. ''Öyle görünüyor.''

''Suratını normal haline sokar mısın Hira! O bakışlar ne? Sanki yük oluyormuşsun gibi!''

''Biraz öyle hissediyor insan tabi...''

''Saçmalama kızım!''

''Sizi sıcak odadan alıkoyuyorum. Sen normalde kışın burada yatmıyor musun Zahid?!''

Doğruydu, kışın içeride, soba yanan sıcak odada kalıyordu Zahid lakin şimdi Hira misafirleri olduğu için sıcak odayı ona vermiş, kendisi de kalınca giyinip, yorganının üzerine battaniye de alıp uyumuştu. Harun dede ise kendi odasındaki yataktan başka yerde rahat edemediği için yatmadan biraz evvel odasını elektrikli ısıtıcı yakıp ısıtıyor, öyle uyuyordu ılık odada.

''Bir şey olmaz, don yok odamda.'' deyip kaşlarını çattı Zahid.

Mahir, içinde kıpraşan hisleri bastıramadı. Zahidden de olsa kıskanıyordu işte Hira'yı. Genç kızın beklemediği bir şekilde girdi lafa.

''Zahid, sen zaten çok üşüyen biri değil misin kardeşim? Uyuyamamışsındır şimdi gece soğuktan!''

Mahir, bu laflarıyla az sonra söyleyeceklerine yol açıyordu.

''Yok be, saçmalama! Ben soğuk kış günlerinde o soğuk camide uyuyan adamım oğlum! Sen beni ne sanıyorsun!''

''Yine de dikkat etmen lazım. O zaman zorunda kaldığın için oradaydın, şimdi zorunda değilsin.''

Hira, Mahir'in ne yapmaya çalıştığını anlamıyor, kendisine inat, kötü hissetmesi için mi böyle konuştuğunu anlamaya çalışıyordu. Eğer öyleyse, gerçekten üzülecekti.

''Sonuçta başka yollar varken soğukta kalmak zorunda değilsin.''

''Ne yolu? Camimin yolu mu? Hira'ya mı göstereyim? Bunu mu demek istiyorsun? Sonuçta şimdi o evsiz ya. Hahaha!''

Komik olmayan espri üzerine Mahir de Hira da yüzlerini buruşturmuştu.

''Hira bizde kalır. Hem Nihal ve annem de çok sevinir. Ben de buraya gelirim, burada kalırım bu gece hem? Uzun zamandır vakit geçiremiyoruz, otururuz seninle. Olmaz mı?''

Zahid'in aklına yatmıştı bu plan. Başını salladı hafifçe. ''Valla benim için fark etmez. Hira'nın kararı. Burada kalmak isterse, başımın üstünde yeri var. Sizde kalmak isterse de sıkıntı yok. Ama kimseye git diyemem.''

Mahir'in bir cevap bekleyen bakışları bir anlığına genç kızı buldu. Hira, şimdi anlamıştı Mahir'in ne yapmaya çalıştığını. Erkeklerle bu evde yalnız kalmasının önünü alıyordu ve aynı zamanda kendisiyle de aynı evde kalmamasının çözümünü bulmuştu. Onun bunu yapması, bir ümit fidanı yeşertmişti genç kızın içinde. Belki de bir işaretti? Bir ilk adım, eskiye...

''Peki.'' deyip Zahid'e baktı. ''Ben Nihal ile kalayım o zaman, siz de takılırsınız iki arkadaş, biz de.''

Mahir ayaklandı birden. ''O zaman ben hem Hira'yı bize bırakayım, hem de evden bir kaç şey almam lazım eğer burada kalacaksam, onları alayım.''

Zahid gülerek başını salladı. Mahir'in hareketlerinden anlamıştı işin aslını, sevdiği kızı uzaklaştırıyordu kendisinden. ''Tamamdır kardeşim.'' deyip içinden devam etti lafa. ''Ulan benden bile kıskanıyorsun demek kızı ha!''

Hira da önündeki kitabı ve kalem kutusunu çantasına koyup toparlandı, montunu giydi üzerine. Harun dedeyle vedalaştı. İki genç peş peşe çıktılar evden. Mahir çabucak botların giyip kenarıda bekledi genç kızın bağcıklarını bağlamasını. Bir kaç dakika sonra yürümeye başladılar sessizce, sakin sokakta.

İkisi de uzun zaman sonra yan yana olmanın verdiği garip hislerle baş başaydılar. Aradaki garip gerilim, uzaklık, o uzaklığa tezat olan yakınlık derinden hissediliyordu. Sonunda genç kız bu ânı bir şans olarak görüp değerlendirmek istedi. Belki söylemek istediklerini söylerse normale dönerdi her şey.

"Mahir---"

"Konuşmasak, sessizce gitsek sadece, olur değil mi?"

Henüz sadece ismini söylemesine rağmen hiç düşünmeden sözünün kesilmesine, konuşmasına müsaade edilmemesine çok kırılmıştı genç kız. Gözleri doldu. Adımlarını durdurup derin bir nefes aldı. Dudaklarının arasından ufak bir hıçkırık kaçmasına engel olsa da gözlerinden damlayıp yanaklarını ıslatan yaşlara engel olamamıştı. Söyleyeceği bir cümleyi bile duymaya tahammülü yok muydu gerçekten Mahir'in? Bu kadar mı değersizdi onun nezdinde?

Mahir, hemen yanında olan adımların durduğunu fark edince durdu ve arkasına döndü. Elinin tersiyle yanaklarını silen genç kızı görünce canı yanmıştı. Onu ağlatacak bir şey yaptığını düşünmemişti... Sadece konuşmasınlar, uzun zaman sonra hazır yan yanalarken kavgasız gürültüsüz kalsınlar istemişti. Yanlış anlaşılmıştı.

"Hira..." diyebildi. Sesi bu kez daha yumuşaktı ama yine de ciddiliğinden bir şey kaybetmemişti. Ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Sustu, devamı gelmedi bir süre. Tam yeniden konuşacaktı ki genç kızın kırık sesi duyuldu.

"Sen git, ben gelmiyorum."

Söylediği cümleden hemen sonra sokağın sol tarafına doğru yürümeye başladı Hira. Onlara gitmeyecekti. Zahidlere de gitmeyecekti. Nereye gideceğini biliyordu.

"Nereye gidiyorsun? Ne demek gelmeyeceğim?!"

Mahir de genç kızın peşine yürümeye başladı. Ona yetişmek için adımlarını hızlı tutup önünde durdu.

"Çekil Mahir. İstemiyorum. Yurda gidiyorum ben."

Evet, genç kızın aklına gelmişti. Son sene olması hasebiyle yurtta kalıyordu ya bu sene! Orası her daim açıktı, gidip odasında kalırdı. Neden daha evvel düşünememişti ki?

"Yurda mı? Ne gerek var? Hem saat kaç oldu, sen gidene dek hava kararır. Bize gidiyoruz."

"Sana ne Mahir! Seni neden ilgilendiriyor?! Daha iki cümlemi duymaya tahammül edemiyorsun, kalkmış karşıma geçip bize gidiyoruz diyorsun. Sen kendi sıcak yatağından ayrılma benim için! Hiç gerek yok. Ben yurda gidiyorum."

"Ne tahammül edememesinsen bahsediyorsun sen Hira? Yok öyle bir şey!"

"Belli! O yüzden mi konuşturmuyorsun beni? Belki söylediklerim bize iyi gelecek, belki buzdan dağları eritecek Mahir? Neden konuşmamı istemiyorsun? Aylarca cezalandırıldım, yetmedi mi?"

Sesleri yüksek olmasa da sözleri, söyleyişleri birbirilerinin canını yakıyordu.

"Kimseyi cezalandırmadım ben!"

"Öyle mi? Ama senin beni bir yabancıdan farksız görmen epey büyük bir ceza gibi geldi bana!"

"Öyle değil o..."

"Nasıl ya?"

Bir cevap veremedi Mahir. Dilinin ucuna gelenleri söylese sonrasında ne olacağını kestiremediği için çekinmişti. "Ben seni cezalandırmıyorum, seni sana karşı affetmekten korkuyorum. Affedip sana gelmekten." demekten korktu. "O buzdan dağların erimesinden, aramızda hiçbir şey kalmamasından korkuyorum."

Hem, ne demekti iki cümlesine bile tahammül edememek! Bilmiyordu işte kız, oturup bütün gün onu dinleyebilirdi ki Mahir. Hatta en saçma konulardan, en ilgilenmediği şeylerden bile bahsetse, yine de sıkılmaz, dinlerdi onu. İşte tam da bu nedenle başlamak istemiyordu bir konuşmaya. Sonrası sorundu. Sonrası...

O gün Ebuzer'den duydukları yüzünden dayanamamış, kalkıp gitmişti Hira'ya. Giderken ona tüm o itirafları yapmayı planlamamıştı. Yalnızca yanında olmak, ona değer verdiğini hissettirmek istemişti. Ama genç kızı bir başkasına sarılırken görünce kopmuştu ipler... Dayanamamıştı yüreği o manzaraya şahit olmaya. Canı yanmıştı. Kendisi yüzüne bakmaya, konuşmaya kıyamazken bir başkasının ona sarılıp yüzüne de gülümseme kondurması ağır gelmişti genç çocuğa. Dönüp arkasına giderken, hiç olmadığı kadar kızgın ve kırgındı. Artık bir şeylerin eskisi gibi olmayacağını fark etmişti. Fakat Hira'nın da onu görüp durdurması her şeyi daha da farklı bir konuma getirmişti. Nasıl oldu bilmeden itiraf ettiği şeyler onu da şaşırtmıştı sonrasında. Ama ne söylediklerini geri alabilirdi ne de gördüklerini görmemiş gibi yapabilirdi ilerleyen zamanlarda.

Aylar geçmişti aradan. Kızgınlığı gitmişti Mahir'in. Ama o anı hatırlayınca kıskançlığı tutuyordu hâlâ. Oysa o çocuğun kim olduğunu bile bilmiyordu. Belki de kuzeniydi, belki de abartmıştı. Yine de olan olmuştu. Şimdi genç çocuğun tek bildiği, sevdiğini bir başkasına sarılırken gördüğü halde, "bu defter kapanacak, kapanmalı" dediği halde kalbinin hâlâ laf söz anlamayıp küt küt atıyor olması; her şeye rağmen içindeki sevginin aynen yerini koruyor olmasıydı. Ne yaparsa yapsın, ne kadar isterse istesin kalbi boş kalamıyordu. Hira oradaydı ve gidesi yoktu!

"İyi akşamlar Mahir." deyip yanından geçti ve uzaklaşmaya başladı genç kız.

Mahir biliyordu ki onu ikna edemeyecekti. Ne dese boşa gidecekti. Hira kafasına koyduğunu yapardı. Ahlarcasına iç çekip genç kızın peşinden yürümeye başladı ve dudaklarından dökülen sözcükler girdi aralarına.

"Seni sırtlayıp götürmedikçe dönmeyeceksin geri, değil mi?"

Hira, Mahir normal bir şekilde kendisiyle konuştuğu için her ne kadar bir tarafı biraz seviniyor olsa da, zorunda kaldığından böyle yaptığını bildiği için de bir umuda bel bağlamıyordu.

"Evet!"

"Ben de öyle düşünmüştüm. O zaman biraz yavaş yürü de sana yetişeyim istersen!"

"Neden?!"

"Ben de geliyorum. Seni bırakacağım."

"Gerek yok."

"Sana sormadım."

Okula varana dek ikisinden de başka ses seda çıkmamıştı. Yalnızca dolmuşa binerken Hira, Mahir'e "Gerçekten mi?" dercesine bakmıştı. Gerçekten geliyor musun? Gerek var mı? Mahir ise başını sallamıştı, kararlı olduğunu gösterircesine.

Dolmuştan inip okula yürürken yine genç kız önden, Mahir de biraz gerisinden ağır ağır gidiyordu. Bahçenin yan kapısından girip direk yurdun oraya çıkmıştı Hira. Yurdun önüne dek gelip merdivenlerin önünde durdu ve arkasına döndü. Mahir biraz ötesindeydi.

Başını kaldırıp adımlarını durdurdu ve kendisine dönen genç kıza çevirdi bakışlarını kısa süreliğine. "Yemek yemedin, açsın. Yemek saati geçmeden önce yemekhaneye git."

"Yemeyeceğim. Buraya kadar da boşuna zahmet ettin. Gidebilirsin artık sanırım?"

Diğer dediklerini umursamayıp ilk dediğine takılmıştı Mahir. "Ne demek yemeyeceğim? Aç aç mı duracaksın yarın sabaha kadar? Olmaz öyle şey! Yürü hadi, yemekhaneye gidiyoruz."

"İstemiyorum Mahir."

"Yürü Hira. Senin yemek yediğini görmeden gitmeyeceğim."

Genç kız sinirlenerek ofladı. Gıcık olmuştu şimdi Mahir'e. Yemek istemiyordu, iştahı kaçmıştı, neden anlamıyordu!!

"Gitmem, biliyorsun." diye yineledi Mahir.

Gitmeyeceğini biliyordu Hira da. O da kendisi gibi inatçıydı, pek belli etmese de. Mahir'e kötü kötü bakıp bilerek sesli şekilde ofladı ve önünden geçip yemekhaneye doğru yürümeye başladı.

Hira'nın bu hareketine sessizce gülüp peşinden yürüdü genç çocuk. Zorla güzellik oluyordu bazen işte.

Yemekhanenin kapısından girip içeriye göz gezdirdi genç kız. Tek tük insan vardı. Son dakikalar olduğu için bir çok kişi yiyip gitmiş olmalıydı. Sıra da yoktu yani. Tepsi alıp tabak kaşık koyduktan sonra çorba ve ana yemekten de koydu tepsisine. Onun peşine gelen Mahir'i fark eden yemekhanede görevli olan amca ise hemen gülümseyip seslenmişti.

"Ooo Mahir! Hoş geldin oğlum!"

"Hoş bulduk abi!" deyip adamın elini sıktı Mahir. Ufak bir hal hatır faslına girdiler.

"Sen de yemek al, sen hep bizim öğrencimizsin. Misafirimsin. Al, otur da ye hadi. Özlemişsindir benim yemekleri! Yeni yurtta nasıl yemekler?"

"Özlemem mi abi ya! Özledim! Yeni yurtta da kötü değil yemekler ama seninkileri arıyorum valla."

Mahir de yemek alıp adamla konuşmasını bitirdikten sonra bir köşedeki masada tek başına oturmuş olan ve tabağındaki çorbayı içen genç kızın yanına geçti. Onun karşısına oturduğunda aklına yıllar evvel karşılıklı oturup sohbet etmeleri, sonrasına Hira'nın kendisine atkı örmesi gelmişti. Gülümsedi istemsizce. Özlemişti onu... Genç kızın sandığının aksine yalnız ona değil kendine ceza olmuştu asıl onca ay...

Sessizce yemeklerini yiyorlar, bakışlarını önlerindeki tabaklardan ayırmıyorlardı. Ta ki duydukları sese dek.

"Mahir! Hoş geldin oğlum! Bu ne güzel sürpriz!"

Mahir, bakışlarını öğretmenine çevirdi. "Dilan hocam! Hoş buldum. Buyrun, oturun."

Dilan öğretmen gülümseyerek oturdu öğrencilerinin yanına.

"Nasılsınız bakalım?"

İkisi de aynı anda "İyiyiz çok şükür." deyince bakışları önce gülen öğretmenlerini, sonra da birbirini buldu kısa süreliğine. Öğretmeni yanında olduğu için biraz morali yüksek moda gitmişti genç kız. Somurtmuyordu en azından.

"Siz nasılsınız hocam?" diye sordu genç çocuk.

"İyiyim çok şükür ben de. Bu gece yurtta nöbetçiyim. Öyle işte... Bu güzel ziyareti neye borçluyuz Mahir?"

"Hira'yı bırakmak için geldim hocam."

"Hımm. Ebuzer yok mu? O nerede?"

"Yok hocam."

Mahir'in cevabından sonra Hira devam etti.

"Annemlerle köye gittiler."

Dilan öğretmen, anladığını belirtircesine başını salladı. Ebuzer de, Mahir ve Hira da en sevdiği öğrencilerindendi. Hira derste pek fazla konuşmadığı için ilkin araları normal öğretmen-öğrenci ilişkisi gibiydi ama sonrasında teneffüslerde sohbet etmişler, okul etkinliklerine birlikte gitmişler, yurtta çay içip derin muhabbetlere girmişler ve yalnız öğretmen-öğrenci değil, arkadaş da olmuşlardı genç kızla. Ebuzer ve Mahir de efendi çocuklardı. Dersi dinlerler, hiçbir saygısızlık yapmazlar, herkese iyi davranmaya çalışırlardı. Sınırlarını da bilen insanlardı. Seviyordu onların bu huylarını.

Mahir'e üniversite hakkında soru sorup sohbeti ilerletti Dilan öğretmen. Genç çocuk cevap veriyor, öğretmenin bazı cümleleri ve yönlendirmeleri üzerine Hira da araya girip konuya ortak oluyor, konuşuyordu.

"Selamünaleyküm! Kimse kalmasın yemekhanede, herkes yurtlara gençler! Kapıları kapatacağız! Haydi!"

Yemekhaneye girip tatlı ve bir o kadar ciddi bir şekilde seslendi Olcay öğretmen. Bu sesleniş üzerine yemekhanedeki tek tük öğrenci de toparlanıp kalktı masalarından. Olcay öğretmen adımlarını yemekhanenin içlerine doğru yöneltip bir yandan da öğrencileriyle sohbet ediyordu.

"Hocam yaaa! Biraz daha dursak!? Yarım saat sonra kitleseniz? Lütfeen!"

"Oldu canım! Hiç kitlemeyelim isterseniz!"

"Yok hocam, kitlemeyin demiyoruz. Ama biraz daha sohbet etsek bahçede arkadaşlarla?"

"Güzel kızım, yurdunda et sohbetini."

"Hocam kız erkek ayrı ya yurtlarımız, nasıl edelim?"

"Sonra et o zaman oğlum, hep beraber edeceksen."

Sonunda gençler hayal kırıklığı ile yemekhaneden çıkmaya koyuldular.

Dilan hanım da Mahir ve Hira ile olan sohbetinde sona yaklaşmıştı. Masadan kalktılar hep birlikte. Ellerindeki tepsileri yerine koyup döndükleri sırada Olcay bey de onları fark etmişti.

Olcay öğretmen, öncelikle Dilan hanımı gördüğü için ona hitaben konuştu.

"Hocam, siz de mi buradaydınız? Afiyet olsun."

"Evet hocam. Sağ olun. Mahir ve Hira ile muhabbet ediyordum."

"Mahir mi?" derken adamın bakışları yanlarına varan genci buldu. Gülümsedi kocaman. "Ooo Mahir bey! Hoş geldiniz!"

Öğretmeniyle tokalaşan Mahir de gülümsemişti. "Olcay hocam! Hoş buldum! Nasılsınız?"

"İyiyim şükür, sen nasılsın bakayım? Nasıl gidiyor üniversite? Özlüyor musun lise sıralarını?"

"Allah iyilik versin hocam. Ben de iyiyim elhamdülillah. İyi gidiyor üniversite, alıştım. Lise sıralarını bazen aramıyor değilim ama yine de her şey zamanında güzel hocam, bir daha liseye dönmek istemem şahsen."

Olcay bey ufak bir kahkaha attı ve Mahir'in omzuna vurdu. Ardından kolunu öğrencisinin omzuna atıp sohbet ede ede yemekhanenin çıkışına yürümeye başladılar.

Hira, Mahir'in tavır tutumları, kişiliği ile sevilip sayıldığına ve hoş sohbetle büyükleri ile böyle güzel konuşmasına tanık olunca bir kat daha artmıştı sevgisi. Böyleydi işte Mahir, sevdiriyordu kendini. Gel de sevme şimdi bu çocuğu...

Dilan hanım da Hira'nın koluna girmişti, onunla konuşuyordu.

"Seneye sen de bizi ziyarete geleceksin, üniversiteli olacaksın ha Hira?"

"İnşallah hocam."

"Yurttaki çay içip sohbet ettiğimiz akşamları özlersin artık."

"Özlemez miyim, çok özleyeceğim... İzin verirlerse arada bir misafir olarak kalırım, yine çay içer sohbet ederiz, eskileri yâd ederiz inşallah hocam."

"İnşallah canım. Sen iste, ben seni nöbetçi olduğun gün gizliden alırım içeri. Olcay hocan duymasın, illegal işler yapmaktan tutanak tutar bana."

Bahçeye çıkmışlar, yavaşça yürüyorlardı şimdi. Olcay bey, isminin geçtiğini duyunca hafifçe arkasına dönüp Dilan hanıma baktı.

"Hayırdır Dilan hocam? Niye tutanak tutuyorum size?"

Hira ve Dilan öğretmen birbirlerine bakıp güldükten sonra kadın açıkladı pek de gizli olmayan masum planlarını.

Gülümsedi Olcay bey. "Aşk olsun hocam, ayıp ettiniz. Ben zaten izin veririm Hira gibi tatlı bir kıza, ne gerek var gizlice sokmanıza?"

"Sağ olun hocam." deyip tebessüm etti Hira.

Onlar sohbet edince bahçede grup halinde goygoy yapan öğrenciler de zaman kazanıyordu. Bu nedenle mutluydular mezun bir öğrencinin gelmesine. Yurda giriş saatleri ileri kaçıyordu. Gülüp şakalaşmaya devam ederken bir yandan da ayakta dikilip konuşan dörtlüyü gözlüyorlardı. Az sonra Olcay bey onlara dönüp "Haydi gençler! İçeri geçiyoruz artık!" diye seslenince hepsi ayaklandı. Bahçedeki öğrenciler yurda doğru yürümeye başladı. Olcay bey ve Dilan hanım camın önüne bıraktıkları nöbet dosyalarını almak üzere uzaklaşmış, Hira ve Mahir de yurda doğru yürümeye başlamıştı.

Hemen arkasındaki adım seslerini duyuyor, ona bu kadar yakınken böylesine uzak hissetmek zorunda kalmaktan nefret ediyordu genç kız. Canı yanıyordu. Kafasının içindeki sesler susmuyor, bedenine sığmıyordu sanki ruhu. Bu yoğun ve karmaşık hisleri taşıyamıyordu.

Yurdun önüne geldiklerinde adımları durdu genç kızın. Derin bir nefes alıp iki adım arkasında dikilen Mahir'e döndü yüzünü. Etrafta kimsenin olmadığını, kızların yurda girdiğini, hocaların da epey uzaktan buraya doğru geldiklerini görünce rahatladı. Konuşabilirdi. İçine ağırlık yapan kelimeleri bıraktı aralarına. Yüzüne bakmıyordu, bakmayacaktı ama diline düşeni itecekti aralarına.

Öyle de yaptı.

Mahir ise şaşkınlıkla, hüzünle, pişmanlıkla ve daha bir çok duyguyla dinledi genç kızı. Sözünü bölemedi bile, bir şey diyemedi, öyle konuşuyordu genç kız. Gözleri dolmuştu ikisinin de.

"Mahir... Sen ne dersen de, Zahid beni neye inandırmaya çalışırsa çalışsın ben kör değilim. O günden sonra bir şeylerin değiştiğini görebiliyorum. Evet sen dikkat etmeye çalışıyorsun her şeyine, başarıyorsun da çoğu zaman. Ama ben öyle değilim. Senin kadar istikrarlı, kontrollü, iradeli olamıyorum henüz. Ama her geçen gün bir şeylerin daha çok farkına varıyorum, güçleniyorum, bunu da bil. O gün arkadaşımla son görüşmemizdi. Bana abilik yaptı, çok yardımı dokundu. Ebuzer abimden farksızdı benim için, anlıyor musun? Başka bir şey değildi. Dayanamadım, sarıldım. Evet hata yaptım. Şimdi olsa yapmam belki de. Evet kızmakta haklısın. Ama ben, bu kadar zaman beni kendinle cezalandırmanı hakedecek bir şey yapmadım. En azından ben buna inanıyorum. Sen de eğer gerçekten bana değer verseydin, açıklamamı dinlemen, beni affetmen bu kadar zaman almazdı. Buna da inanıyorum. Şimdiden sonra daha da uzağa kaçacaksın ben bunları dedim diye, biliyorum. Ama söylemem lazımdı, anlıyor musun? Çünkü içime daha fazla atamıyorum. Her şey için özür dilerim senden. Hatta şimdi beni dinlemek zorunda kaldığın için de. İstediğin gibi, yabancı olarak kalacağım hayatında. Endişe etme bu konuda. İyi akşamlar Mahir."

Hira, arkasına dönüp hızlıca merdivenleri çıktı ve yurdun kapısını açıp girdi içeriye. Mahir ise arkasından bakakalmıştı. Eli yumruk şeklini almıştı. Kendine sinirliydi. Onu bu hale getirmeye hakkı yoktu. Adımlarını hızlandırıp bahçeden çıktı ve kamelyalara gitti. Boş bir masaya oturup cebinden sigarasını ve çakmağı çıkarttı. Sigarayı yakıp dudaklarına götürdü, çakmağı cebine attı. Kafasında binbir düşünce vardı. İçinde susturamadığı bağırışlar, bastıramadığı isyanlar...

Derin bir nefes alıp parlakları ile şakaklarını ovaladı. Yağmur çiselemeye başlayınca sigarayı söndürüp izmariti çöpe attı ve kalkıp durağa doğru yürüdü.

 

🍂


Sinirleri bozuktu genç kızın. Çok sevdiği, Zahid'in Mekke'den getirdiği Filistinli tesbihini bulamıyordu. Kırmızısı, yeşili, siyahı ve beyazı ile çok hoş görünen, ucunda minik bir Filistin bayrağı iliştirilmiş olan tesbihi daha teneffüste sırasının üzerine bırakmıştı, emindi. Ama yoktu! Emin olmak için sıranın altındaki tüm kitapları boşlattı, yan taraftaki Merve'nin kitaplarını da boşalttı ama yoktu! Kitapları yeniden düzeltip koyduktan sonra çantasını boşalttı, didik didik aramaya başladı. Bu sırada içeriye İlyas da gelmişti.

''Hayırdır, ne arıyorsun? Bir şey mi kaybettin?''

''Evet! Tesbihim yok. Zahid'in hepimize aldığı varya hani, o. Sınıftan çıkmadan önce sıramın üzerine bıraktığıma eminim.''

''Allah Allah! Belki başka yerde bırakmışsındır, sıranın altına falan baktın mı?'' deyip sıraya yaklaştı İlyas.

Hira tam ''Baktım, yok.'' demişti ki İlyas'ın ''Çantam nerede?!'' diye şaşırarak sesini yükseltmesi bir oldu. Sınıftan çıkmadan evvel çantasını buraya, Hira ve Merve'nin sırasına bırakmıştı. En önde oturdukları için tee arkalara, kendi sırasına gitmek yerine buraya koyup dışarıya çıkmıştı hemen ama çantası bıraktığı yerde değildi.

Hira, çantasında da tesbihi bulamadığı için umutsuzlukla fermuarı kapatmıştı. İlyas'ın cümlesi üzerine gerçekten de sınıftan çıkmadan evvel kendi çantasının yanında duran İlyas'ın çantasının burada olmadığını fark etti.

''Yok artık ya! Hem çanta hem tesbih! Nerede bunlar!''

İlyas, pencerelerin önündeki mermerlere bakmak üzere çevirdi başını, yoktu. Kitaplığa doğru yürüdü ve kitaplığa bakındı, çantası orada da yoktu. Herkesin sırasına bakmaya başladı. Bu sırada Hira da çoktan sınıftan çıkmış, bugün gittiği her yere bakıyordu tesbihini bulmak için. Tuvalete baktı; bileğine bağlayıp sonra ellerini yıkarken çıkarıp aynaların birinin önünde koymuş ihtimalini düşünerek. Sonra bilgisayar odasına gidip matematik ödevi konusunda araştırma yaptığı bilgisayarın olduğu masaya, etrafındakilere de baktı. Yoktu. Kantine indi, bahçeyi dolaştı, yemekhaneye gitti. Oturmadığı, yakınına gitmediği masalara bile bakıyordu. Umutsuzca sınıfa geri çıktığında sınıfın kapısının yanında olan çöpün önünde durdu ve çöpe bakındı. Bileğine bağladıysa, çöpe bir şey atarken düşürmüşse, yahut elinde tesbih varken çöpe atacağı şey yerine tesbihi attıysa diye çöpe bile bakmıştı ama nafile, bulamamıştı çok sevdiği tesbihi. Derin bir hüzün ve öfke içinde girdi sınıfa genç kız. Bu sırada İlyas'ın çantasını bulmuş, içini karıştırıyor olduğunu gördü.

''Neredeymiş çantan?''

''Birisi alıp Yeşim'in sırasının yanına, yere koymuş!''

''Allah'ım ya! Ne zorları var başkalarının eşyalarıyla, anlamıyorum!''

''Sen bulabildin mi tesbihi?''

''Bulamadım.''

''Ben de belki benim çantama girmiştir falan diye bakıyorum, çantam senin sırandaydı sonuçta ya. Ama maalesef yok gibi.''

İlyas küçük göze de bakıp olmadığını kesinleştirince bakışlarını Hira'ya çevirdi ve başını üzgünce iki yana salladı.

''Yok maalesef.''

''Off, of! Tesbih yaa bu, kim niye alıyor anlamıyorum ki?''

Hira sitem ederken üzgünce sırasına oturdu. Bu sırada sınıf yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Herkes geldiğinde genç kız tahtaya çıkıp ''Arkadaşlar, sıramın üzerinde renkli bir tesbih vardı. Gören oldu mu?'' diye herkesin duyabileceği bir sesle sorup dikkatleri üzerine çekmişti. Herkes olumsuzca başını iki yana sallarken aralarından biri ''Yeşilli kırmızılı olan mı?'' diye sorunca bir umut ile sevinmişti Hira.

''Evet! Gördün mü?''

''Sendeyken görmüştüm, güzel tesbihti. Kayıp mı ettin?''

Umudu söndü genç kızın.

''Evet. Sıramın üzerindeydi ama yok.''

''Yazık olmuş.''

Derin bir iç çekti genç kız. Yapacak bir şey yoktu, üzülse de bunu kabullendi ve sessizce oturdu sırasına. Eğer biri yanlışlıkla bakarken kopardıysa falan bile söylenmesini isterdi o an, çünkü en azından akıbetini bilirdi. Kızmazdı, sonuçta olurdu böyle şeyler kazayla. Ama böyle durup dururken puf diye ortadan kaybolması daha üzücüydü onun için. Üstüne üstlük bugün normale göre daha bir duygusaldı. Nedeninden emin değildi lakin öyleydi işte. Sabah kahvaltıya erken gitmiş, boş olan bahçede biraz oturmuş, ağlamıştı. Ağlamak iyi gelse de yüreğinde bir ağırlık vardı. Geçmiyor, gitmiyordu.

Merve sınıfa geldiğinde arkadaşını böyle görünce endişelenmişti. Neler olduğunu sorup tesbihini kaybettiğini öğrenince o da kendi çantasına baktı ne olur ne olmaz, sıradan yere düşmüşse ve biri alıp koymuşsa diye, ama yoktu. Merve de üzülmüştü bu duruma. Zaten sabah da Hira'yı gözü yaşlı bulunca onun için endişelenmişti, şimdi bir de buna morali bozulmuştu arkadaşının. Onun için bir şeyler yapmak istiyor ama elinden bir şey gelmiyordu.

Sınıfın kapısının kapanma sesi ile birlikte tüm gözler tahtanın önünde durup herkesin ayağa kalkmasını bekleyen matematik öğretmenlerine çevrildi.

''Selamünaleyküm!''

''Aleykümselam!'' sesi duyuldu herkesin ağzından. Yalnızca bir kaçı tembellik yapıp içlerinden mırıldanmışlardı.

Öğretmen sırasına oturup yoklama aldı, derse başladı. Adam tahtaya yazdığı bir örneğin ardınan bakışlarını sınıfta gezdirince Berkay'ın sırasının üzerinde duran ve genç çocuğun üstüne yaslandığı yastığı fark etti. Sakince öğrencisine baktı.

''Oğlum, o ne?!''

''Yastık hocam.''

''Onu anladık. Neden burada?''

''Sınıfımızın yastığı bu hocam.''

Yeşim, cevabı netleştirircesine araya girdi. ''Arada bir uyuyorlar hocam derslerde. Aralarında bir bağ oldu.''

Berkay hemen lafa atladı. ''Yok hocam, boş derslerde uyuyorum ben. Sizin dersinizde vallahi uyumuyorum! Sırtım ağrımasın diye arkama koyuyorum. Sizi dinliyordum hem! Hatta kaldığımız yeri anlatayım mı hemen?''

Öğretmen içinden gelen gülme isteğini bastırdı. ''Sırtının arkasında değil, sıranda, önünde duruyor yastık, oğlum. Ver onu bana''

''Hocam, şimdi kitaplığın üzerine koyayım. Bir daha sıramda görmezsiniz, lütfen.''

''Ver oğlum, ver.''

''Yapmayın hocam, o benim!''

Öğretmen bu kez İlyas'a bakmıştı. ''İlyas, getir oğlum bana yastığı.''

Berkay başka yolunun olmadığını bilerek uzattı arkadaşına yastığı. Her ne kadar matematik öğretmenleri eğlenceli, beraber sohbet edip güldükleri bir adam olsa da aynı zamanda ciddi ve kurallıydı, biliyordu. Sabrını sınamak istemiyordu. Bu adamın ters tarafını görmek istemiyordu, bir sınıfta görmüşler ve çok feciymiş. İyiliği nasıl iyiyse tersi de epey korkutuyormuş insanı. Bakışları ve bağırışı, sözleri yetiyormuş adamı öldürmeye.

Öğretmen, İlyas'ın getirdiği yastığı aldı ve genç çocuğun başına vurdu yavaşça. Sınıftaki herkesin dikkati onların üzerindeydi. Herkes o tarafa dönmüştü.

''Yastık savaşı içi uygun koşullar yok hocam, ben silahsızım!'' deyip öğretmeninin gözlerine baktı İlyas. Gülümsedi adam hafiften. İlyas yerine oturdu.

Berkay ise öğretmenin şakası üzerine bi anlık kurtuldu sanmıştı ama yanılmıştı. Öğretmen yastığı yere attı.

''Yapmayın hocam!!''

Öğretmen, tüm sınıfın yerlerini temizlercesine yastığı ayağıyla her yerde gezdirdi ve sınıfın yerlerini sildi.

''Yastığım! Ah gitti güzelim yastık! Ben de tahtadan sizin testlerinizi sileceğim hocam, görürsünüz!''

Berkay'ın bunu yapamayacağını, ciddi söylemediğini herkes bildiği için kimse bir şey dememişti. Öğretmen, yastığı ayağıyla iterek kapının önüne sürükledi ve orada bırakıp sınıfa döndü.

''Burası sınıf, arkadaşlar. Yastığınız yurtta olmalı, burada değil. Her şeyin bir yeri vardır. Kimin dersinde uyuduğunuz da önemli değil. Şimdi isteyen alıp bir daha bu yastıkla uyusun bakalım!''

Bembeyaz yastık yerlerde süründüğü için kirlenmiş ve grileşmişti. Herkes öğretmenin yaptığına istemsizce gülerken Berkay gergindi. Yastığın ziyan oluşuna üzülmüştü. Onun yüz ifadesini görenlerin ise gülesi geliyordu. Bu olanlar Hira'nın neşesini biraz yerine getirmişti. Gülümseyerek derse döndü.

Son iki derse dayanmıştı vakit. Teneffüste Hira namaza gitmiş, Merve sınıfta kalmıştı. İlyas kantinden çay alıp geldi, yerine oturmadan evvel Merve'nin sırasının önünde durdu.

''Mervenur, sen de geliyor musun Pazar günü şu etkinliğe?''

''Geliyorum, evet. Sen de geliyorsun.''

''Yok, benim gelmem kesin değil. Belki ben gelmem.''

''Bana geleceğim dedin, geliyorsun. Hem neden gelmiyormuşsun?''

''Berkay gelmiyormuş.''

''Sen Berkay'a mı bağlısın?'' dedi genç kız imalı imalı. ''Hem Berkay, senin gelmediğin bir çok etkinliğe geldi. Sen gelmedin ama?''

''Şaka şaka, tamam geleceğim. Bu Pazardı dimi?''

''Evet.''

''Ne yapacağız biz tam olarak?''

''Önce kahvaltı yapacağız birlikte. Sonra bovling falan oynayacağız, çarpışan arabalara bineceğiz...''

Arkada oturan Selin'in ''Nereye gidiyorsunuz?'' diye sorması ile ikisinin de bakışları ona çevrildi. Merve sessiz kalıp İlyas'ın cevap vermesini bekledi.

''Gizli.'' deyip Selin'e kısa bir cevap verdikten sonra yeniden Merve'ye döndü İlyas. Bilerek bunu yaptığını ikisi de anlamıştı. Kız da...

''Hangi mekanda kahvaltı yapacağız?''

''İsmini hatırlamıyorum ki.''

''Yaa İlyas, nereye gidiyorsunuz?''

Kızın tekrar, yılışık bir şekilde sorması üzerine Merve kaşlarını çatmış, İlyas ise içinden ya sabır çekmişti. Selin'e dönüp baktı.

''Gizli dedik ya kızım!''

Kız bozulmuştu biraz. İlyas da fark etmişti ama sorun etmiyordu çünkü şımarıklıktan nefret ederdi. Kendisine böyle davranma cüretini nereden alıyordu bu kız, bilmiyordu. Ağzını yaya yaya kırk yıllık kankasıymış gibi konuşması yok muydu! Ayrıca ilk geldiği gün Merve hakkında atıp tutmuşlar, ama ihtiyaçları olunca da kızdan sürekli not isteyip duruyorlardı. Çıkardan başka bir şey değildi yaptıkları. Hatta iki yüzlülük. Ve İlyas bundan nefret ederdi.

Kız, bozulduğunu belli etmemeye çalışarak gülümsedi.

''Aşk olsun İlyas ya! Bizim gizlimiz saklımız mı var aşkım?''

Merve, duyduğu konuşma tarzı ve kullanılan kelime üzerine şaşkınlıkla açtı gözlerini. Dönüp İlyas'a kısaca bir bakış attığında genç çocuğun hiç de oralı görünmediğini fark ederek sinirlendi ve sırasından kalkıp sınıftan çıktı.

İlyas, artık Selin'in bu gereksiz samimi tarzına fazla maruz kaldığı için her seferinde uyarmak zorunda kalmaktan sıkılarak tepkisiz görünüyordu ama içten içe de kıza saymamak için zor duruyordu. Merve'nin sınıfı terk etmesi dikkatini çekti, anlam veremedi. Lavaboya gitmiş olacağını düşünüp Selin'e döndü yeniden.

''Bizim aramızda bir şey mi var ki gizlimiz saklımız olsun Selin arkadaşım, dimi? Ve ne yapıyoruz, o kelimeyi her yerde ulu orta herkese karşı kullanmıyoruz!''

Küçük bir çocuğa öğretir gibi konuşmuştu İlyas. Aksi takdirde sinirine hakim olamazdı ve kızın kalbini kırardı. Konuşmanın bittiğini gösterircesine geçip yerine oturdu. Az sonra Hira ve Merve de gelmiş, teneffüs bitmiş, son derse girmişlerdi.

Çıkışta Merve, sınıftan arasının iyi olduğu bir arkadaşı ile birlikte bahçeye varmıştı. Yan yana yürüyorlar, konuşuyorlardı. Hira da direk yurda geçmişti, onlardan ayrılıp. Arkadaşını servise uğurlarken ani bir kararla eve gitmek istemişti genç kız. Eve gitmek istiyordu şu an. Ailesini görmek, buradan biraz uzaklaşmak istiyordu. Bunaldığını hissetmişti. Hızlı adımlarla, koşarcasına yurda gitti ve beş dakikada hazırlanıp geri koştu servislerin yanına. Kendi bindiği servisi kaçırmamayı dileyerek koştu. Neyse ki son anda yetişmişti.

Bu seneye dek bu servisi kullandığı için şoförle araları iyiydi, iyi bir abiydi. İstediği zaman onu yine bırakıyordu evin orada. Merve de bindiği günleri hesaplayıp ona göre para veriyordu. Gerçi, abiye kalsa para istemiyordu. Zaten yurtta kaldığı için kız servisle nadir geldiğinden, adam da sevabına talipti işin.

Evin önünde inip önce ananesine gitti. Orada biraz vakit geçirip hasret giderdikten sonra eve geçti. Herkese sürpriz olmuştu gelişi. Normalde iki haftada bir Cuma günleri geliyordu çünkü. Ailesiyle yemek yemek, sohbet etmek, vakit geçirmek, kafasını dağıtmasına yardımcı olmuştu. Bunalmışlığı gitmiş, kendine gelmişti. Gece babası saat çok geç olmadan yurda geri bırakmıştı genç kızı.

Bahçede Hira ile karşılaşınca Hira merakla ''Nerelerdeydin sen?'' diye sordu arkadaşına. ''Nereden geliyorsun böyle?''

Merve ufak bir espri yapmak istedi. Gülümseyerek göz kırptı arkadaşına. ''Bugün malum, 14 Şubat, sevgililer günü. Ufak bir buluşmam vardı.''

İkisi de gülüştüler. Dalga geçmişlerdi aslında bu durumla. Çünkü onlar böyle günleri mantıksız buluyordu. Özel şeylerin böyle bir günü olmazdı.

Merve, Hira'ya gülümseyip kendisini gösterdi eliyle. ''Bugün bende bir değişiklik görüyor musun?''

''Yooo, ne oldu ki?'' deyip arkadaşının inceledi Hira ama bir şey bulamamıştı.

''Bugün öyle parlıyorum ışık saçıyorum ki güneş bugün görevini bana devretti. Serviste de Ayhan abi farlarını yakmadı. Ben vardım, yetiyordum ışık olarak.''

İki arkadaş gülüşerek yurda doğru yürüdüler. Normalde Merve'nin böyle konuşmadığını bildiğinden, eğlencesine bunları dediğini biliyordu Hira.

''Peki sen neden bu saatte dışarıdaydın Hira? Kapı kilitli oluyor normalde.''

''Bahçede bir kitabımı unutmuşum okuldan sonra ders çalışırken. Hocadan izin aldım, onu almaya çıktım. İyi denk geldik ha! Sen niye gittin peki?''

Odalarına geçip ders başına oturana kadar Merve kısaca birden eve gidesi geldiğinden ve olanlardan bahsetmişti. Hira'nın merakı giderildikten sonra masaya oturup test kitaplarını açtılar.

Hira kaldığı matematik testini açıp çözmeye başladı. İki sorudan sonra diğerlerinde sürekli uğraşsa da bir türlü çözemiyordu. İnatla çabalıyor, yapamayınca da Merve'ye soruyordu. Merve soruları çözüp Hira'ya açıkladıktan sonra Hira bir diğerine geçiyor ama onu da yapamıyordu. Bu döngü yaklaşık yarım saat sürdükten sonra Hira sonunda bir soruyu kendi yapabilmiş olmanın sevinciyle kalemi sertçe masaya bıraktı, ellerini dua eder gibi havaya kaldırdı ve suratına sürdü.

''Allah'ım sana çok şükür ki bi aklım varmış, bi beynim varmış!''

Merve, arkadaşının bu haline istemsizce güldü. Yine kendine çok yüklendiğini, biraz rahatlamasını, bazen insanın kafası çok dolu olduğundan ötürü normalde yapabileceği şeyleri bile yapamadığını söyledi fakat Hira rahatlayamıyordu bir türlü. Bir süre daha matematikten sonra Merve uzanıp Hira'nın kitabını kapattı.

''Hadi şimdi biraz felsefe çalışalım.''

''Peki.'' deyip yanındaki kitaplıktan felsefe kitabına uzandı Hira. Felsefe testlerini çözmeye başladılar. Hem felsefe çok zor gelmediği için bir mola, bir çerez niteliğinde geliyordu onlara.

Hira, çözdüğü soruda yazan metni çok beğenmişti. İnsana sorgulatıyor, kafasını karıştırıyordu. Merve'yi dürttü gülerek.

''Bak şimdi, sorudakini okuyorum : 'Bir ağaç ormanda devrilir ve ormanda onu duyacak hiç kimse yoksa devrilme esnasında hiçbir ses çıkar mı?' diyor. Sence?''

Merve gülümsedi. ''Öyle 'hayır' diyesi geliyor ki insanın!''

''Bak şu da efsane!'' diye atıldı Hira. Neşesi artık yerindeydi biraz. '' 'Varlıklar düşünceden oluşur; düşünce dışında nesnel bir dünya yoktur' görüşünde olanlar, bir aslanın pençeleri arasında kalmamak için silaha sarılırken aslanın bir düşünceden ibaret olmadığını çok iyi anlarlar.''

''Vaay, haklı ve süper!'' deyip tasdiklerdi onu Merve.

Hira soruları çözmeye devam ederken böyle ilgisini çeken kısımları renkli kalemiyle işaretledi. Bir kenarı yazmak istemişti bunları, müsait vaktinde. Devamında Merve'yi rahatsız etmemek için ona okumasa da iki kısmı daha çok beğenmişti. İlkini işaretledi mavi kalemiyle.

''Ölümsüzler ölümlü, ölümlüler ölümsüzdür. Biri diğerinin ölümünü yaşar, diğeri de ötekinin yaşamını ölür.''

Bir sonraki sayfada da bir paragrafın şu kısmını çizdi : ''Gözlerinin içine rahat rahat bakamayacağın şeyleri yapma ve söyleme. Herkesi aldatabilirsin ama aynada sana bakan gözleri aldatman mümkün değil.''

Bu son paragraf, onu bir süre düşünmeye sevk etmişti. Kitaba bakıyordu ama zihninde bin bir düşünce dolanıyordu.

Sonunda düşüncelerinden sıyrılıp testine döndü. Bir kaç test sonra felsefe kitabını kaldırdı genç kız. Hazır biraz daha kendine gelmişken yeniden matematik çözmek istedi. Merve de ona eşlik etti. Aynı testi açtılar ve başladılar çözmeye. Bir soruda ikisi de soruyu çözmüş, cevaptan eminlerdi ama cevap anahtarında başka bir şey diyordu. Üzerinden bir kaç kez daha geçtiler ama aynı şeyi buluyorlardı kendilerinden emin bir şekilde.

Sınıf grubuna soruyu attıklarında bir arkadaşları cevap yazmıştı.

''Cevap iki türlü de yazılıyor, o yüzden öyle.''

Cevabın nasıl öyle yazıldığını anlamamıştı genç kız. Bu sırada Merve kalkıp tuvalete gitmişti, Hira da düşünüyordu. Merve odaya geri geldiğinde sandalyesine oturup ilginç bir şey keşfetmiş gibi konuşmaya başladı.

''Ya bir şey fark ettim, tuvaletin duvarları yamuk. Siz fark etmediniz mi hiç?''

Hira gülmeye başlamıştı. ''Aferin yavrum, buna mı dikkat ettin cidden? Şimdi ben de tuvalete gideyim, bakacağım, yamuk mu?''

Hira da kalkıp tuvalete gitti. Ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra duvarlara baktı. Gerçekten de yamuktu! Güldü. Tam bu sırada şak diye indi beynine, o sorunun neden öyle yazıldığı! ''Kavrayarak öğrenme'' şeklinde dank etmişti birden zihnine. Payda kökten kurtulsun diye çarpmışlardı, ondan öyleydi! Odaya koştu hemen ve gülerek girdi içeriye.

''Bil bakalım ne buldum?!''

Merve ''Sorumun cevabını mı?'' dedi tek kaşını kaldırıp.

''Yok, onun cevabı değil. Şu diğerinin neden cevap anahtarında öyle yazıldığını!''

Merve gülerek Hira'ya baktı. ''Türk'ün aklına tuvalette gelir ne gelirse diye boşuna dememişler!''

İki arkadaş gülüştükten sonra Hira, kafasındakileri açıkladı arkadaşına. Merve de anlamıştı neden öyle olduğunu. Bir sorunun daha yükünü sırtlarından atıp rahatlamışlardı.


 🍂


Merve ile birlikte başlarının üzerine kitap koyup prensesçilik eğitimi gibi koridor boyu kitapları düşürmemeye çalışarak yürümüşlerdi. Gülüyorlardı en içteninden. Yurdun koridoru onların gülüşleri ile şenleniyordu. Cuma günü olduğu için kimse yoktu neredeyse, yani insanları rahatsız etmekten çekinmiyorlardı. Rahatsız edecek insan yoktu. Olanlar da onlara gülümsüyor, ''Leydiler!'' diye şakalaşıyorlardı onlarla, hallerini görünce.

''Yatağınıza bezelye koyacağız, bakalım gerçek prenses misiniz?!''

Bu eğlenceleri son bulup odalarına geçtiklerinde ders başına oturdular. Hira odasında çalışmayı tercih ederken Merve etüt odasına gitmişti.

Hira, kendince çok saçma şeyler yaşıyordu içinde. Yalnız kaldığında hele de. Ağlayası geliyordu. Sonra ağlarken birden gülesi geliyordu. Aklına Mahir gelince bazen gülerken ağlıyor, bazen ağlarken gülüyordu. İyi değildi. Delirmemek için dua ediyordu kimi zaman.

Odasında ders çalışırken birden yine ağlayası gelmişti. İçindeki ağır hisler göğsüne baskı yapıyor, dışarı çıkmak için fırsat kolluyordu. Kötü hissediyordu kendini. Aniden kalkıp odadan çıktı, merdivenlere gidip çöktü. Gözyaşları yanaklarını ıslatmaya başlamıştı ânında. Merdivenlerden kalkıp mescide gitti hızlı adımlarla. Seccade serip secdeye vardı, orada akıttı gözyaşlarını ve içindekileri. Seccade ıslanırken kalbindekileri Allah'a açmak iyi geliyordu. Yine de o yük omuzlarındaydı işte, geçmemişti ki hiç... Kendine ağır gelen bu yükü paylaşmak istiyordu.

Seccadeyi topladı ve yerine koydu. Mescidden çıkıp nöbetçi öğretmenin yanına, belletmen odasına girdi. Bugün Dilan öğretmen nöbetçiydi, Hira'nın çok sevdiği öğretmeni. Kapısını tıklattı, olumlu cevap alınca girdi içeriye.

Kadın, onu öyle görünce korkmuştu. Korktuğu gözlerinden okunuyordu. Korkması normaldi çünkü öğrencisi ıslak yanaklarını kurulamaya çalıştıkça yanakları yine ıslanıyordu. Omuzları hıçkırıklarla sarsılıyor, iç çekiyordu. Yüzü kızarmıştı, gözleri de...

Koltuğun boş yerine ilişiverdi Hira. Dilan hanım da karşısına oturmuştu, genç kızın kolunu okşuyor, destek olmaya çalışıyordu. Genç kız başını eğmiş, gömmüştü. Hem paylaşıp bir büyükten akıl almak istiyor hem utanıyordu. Nasıl diyeceğini bilemiyordu.

''Ne oldu Hira? Kaldırsana kafanı kızım.''

Kafası hâlâ eğikti kızın. Dilan hanım kızın başını ellerinin arasına alıp kaldırmasını sağladı. ''Kaldır bakayım başını. Ne oldu, anlat.''

Hira, hıçkırıkları arasında zorla konuştu. ''Anlatacağım hocam...bir dakika...benim için o kadar kolay değil anlatması....''

Dilan hanım ortamı yumuşatmak adına ufak bir şaka yapmak istemişti. ''Ne oldu, aşık mı oldun kızım?'' deyip gülümsedi. Fakat o şaka yapsa da doğru bir noktaya parmak bastığından habersizdi.

Hira, göz yaşları arasında bu ironiye hafifçe gülüp ''Onun gibi bir şey, yani...'' diye mırıldandı ve başını salladı. Kendini toplamaya çalıştı. Kadını daha fazla endişelendirmek istemiyordu. Ağlaması geçse de nasıl lafa gireceğini düşünüyordu şimdi.

''E hadi anlat, seni bekliyorum.''

Kısa yoldan girip ''E siz bildiniz ya zaten.'' dedi mahçupça, genç kız. Kelimeler kendi ağzından çıkmadan durumu açıklayabilmişti böylece, işine gelmişti.

''Ne? Gerçekten mi?!''

''Evet...''

Kadın şaşırmıştı çünkü Hira'nın şaka yaptığını düşünmüştü ilkin.

''Kim?'' dedi aniden.

''Onu söyleyemem.''

''Israr ediyorum.''

''Olmaz hocam. Kim olduğu mühim değil ki hem. Önemli olan durumun kendisi.''

Dilan hanım da Mahir'i yakından tanıdığı için söylemek istemiyordu Merve. Belki bir yabancı olsa daha kolay olurdu söylemesi.

''Kim olduğunu söylemezsen seni dinlemem.'' dedi Dilan hanım.

''İyi o zaman, ben gideyim.'' deyip hayal kırıklığı ile kalktı yerinden Hira. Dilan öğretmeniyle yalnız öğretmen öğrenci değil, abla kardeşlerdi. Bu tepkiyi beklemiyordu. Onunla her şey konuşurlardı evet. Güvenirdi. Bu nedenle buradaydı. Ama bu tepkiyi sevmemişti. Kim olduğuyla değil, onun hisleriyle ilgileneceğini sanmıştı. Olması gereken bu değil miydi?

''Giiit!'' dedi kadın, hiç sorun değilmiş gibi.

İyice şaşırdı Hira. Çok kırıldı o an öğretmenine. Şaşkınlıkla öğretmenine bakarken, devamında bunun şaka olduğunu söylemesini falan bekledi ama kadın ''Sakın bana Mahir deme, kendimi pencereden aşağı atarım.'' demişti.

Hira anladı ki öğretmeni bunu öğrenmek, ona göre bir şeyler söylemek için ısrarcıydı. O kırgınlığı unutmuştu bile çünkü şimdi sadece şaşkındı. Öyle böyle değil! Nereden anlamıştı öğretmeni, kim olduğunu?

''Buyrun o zaman hocam, kendinizi pencereden aşağı atabilirsiniz.'' deyip eliyle pencereyi gösterdi genç kız. Gülmüştü bu sırada. Ağlamaklı haliyle gülmesi ilginç gelmişti o an kendisine. İnsanoğlu değil miydi, gülmek de ağlamak da birdi işte.

Dilan hanım ise şok olmuştu. Hira, kalktığı yere yeniden otururken öğretmeni elini tuttu dostça.

''Kötü hissetme Hira. Bu normal bir şey, her insan yaşar. Bir duygu bu, elinde olan bir şey değil. Pat diye silemezsin, pat diye sevemeyeceğin gibi. Bu duyguyu kabul etmen, onunla yaşamayı bilmen lazım. Onu reddetmek, silmeye, içinden atmaya çalışmak bir fayda vermez. Tersine, zora sokar seni. Kabullen ve teslim ol. Bu hisler ne ayıp ne de günah. Senin sadece bu duygulara sahipken nasıl hareket edeceğin, onlarla ne yapacağın önemli...Senin zaten elinden geldiğince dikkat etmeye çalıştığını biliyorum. Mahir de sınırlarını bilen bir çocuk. Sizden yana endişem yok. Ama şu ayeti hatırlatmak istiyorum sana : "Allah, iffet ve namuslarını koruyan erkek ve kadınlara, mağfiret (af ve bağışlama) ve büyük bir ecir hazırlamıştır." (Ahzab, 35) Sen kendini korumaya bak güzelim, gerisini Allah'a bırak. Dua et, O'na aç derdini. Bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün bitecek bu imtihan, bu yürek yangını. Unutma sakın. Hiçbir şey kalıcı değil, güzel kızım. Hayatta her şey geçici. Bugünkü derdini yarın unutacaksın, hatırlamayacaksın bile. Bunu hatırlayarak yaşa her gününü. 'Bir gün geçecek ve kendimi yıpratmama değmeyecek' diye tekrarla hep kendine...''

''...Bir de şunu hatırla Hiracığım. Elinden geldiğince kendini korumalısın, Mahir'i de korumuş olman için. Birbirinizin iyiliğini düşünüyorsanız birbirinizi günaha itmeyin. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Bakmak, şeytanın zehirli oklarından birisidir. Kim, Allah korkusundan mahremi olmayan kimseye bakmayı terk ederse Allah ona öyle bir iman ihsan eder ki, onun tadını kalbinin derinliklerinde duyar." İnsan özledikçe görmek istiyor, ya kendini ya bir resimini. Ama yapma, elinden geldiğince sakın....''

''...Haram güzel gelir insana. Nefs işte, tatlı kılıyor bir çok şeyi. Sen bir şey yaparken kalbine sor. Eğer kalbinde bir tedirginlik, huzursuzluk duyarsan yaptığın hoş değildir. Eğer kalbin rahatsa da yaptığından zarar gelmez. Ben, kalbin insanı yanıltmayacağına inanıyorum. Tabi insan onu doğru anladığı müddetçe...''

''...Olur da ileride nasibin Mahir ise, günaha girmeden bu yola girdik, birbirimize helal olduk dersiniz. Değilse de kendini sakınmış olursun, ileride eşine bakınca bir pişmanlık hissetmezsin geçmişten ötürü. Çünkü inan bana kızım, eşinin gözlerine bakınca yalnızca birbirinize ait olduğunuz hissi bir başka güzelliğin yerini tutmaz...''

Dilan hanım konuşmaya başlamış, Hira dinlemişti. Karşılıklı uzun bir muhabbetin ardından saat gece yarısını gösterince nokta koydular konuya, şimdilik. Genç kız, öğretmeninin tecrübeleri, tavsiyeleri ve konuşmalarından ötürü rahatlamıştı. Odasına geçti. Merve uyuyordu. Hira da usulca yatağına girdi ve gözlerini kapattı.

Ertesi sabah namazdan sonra ders çalışmışlar, hazırlanıp kahvaltıya gitmişler, sonra da edebiyat kursları olduğu için sınıfa geçmişlerdi. Ders ilerlerken konu bir soru nedeniyle yaşama sevincine gelmişti. Cümlede anlam sorusunu yanlış yapanlar nedeniyle şimdi 'yaşama sevinci' kalıbına takmıştı öğretmenleri.

Öğretmen, sınıfa dönüp sordu. ''Yaşama sevinci ne, açıklayın biriniz?''

Merve ''Belirtisiz isim tamlaması!'' diye atıldı ortaya. Öğretmeninin aslında anlam olarak sorduğunu biliyordu ama kaç gündür tamlamalara çalıştıkları için bunu söylemek istemişti.

''Yapma kızımmm! Yanlış yoldasın, dön oradan. Anlam olarak diyorum.''

''Bizde olmayan şey!''

Bu kez cevap veren Hira olmuştu. Herkes gülüştü bu cevap üzerine ve başları sallayıp katıldıklarını belirten sesler çıkarttılar.

''Efendim Hira, bir şey mi dedin kızım? Ne dedin?''

''Hocam, şimdi biz durmadan ders çalışmak zorunda olup böyle sıkıntılı bir dönemden geçtiğimiz için : bizde olmayan şey.''

''Yapma kızım! Yok mu gerçekten? Herkes öyle mi düşünüyor?''

Sınıf ''Evet!'' diye hep bir ağızdan cevap verince teessüf edercesine baktı onlara adam.

''Şükürsüzsünüz!'' dedikten sonra yeniden Hira'ya döndü. ''Kızım baksana, nasıl yaşama sevinci olmasın? Merve var bak. Sonra, İlyas var. Arkadaşların var yani.''

Hira dönüp Merve'nin elini tuttu, o da onunkini tuttu. Hira ''Canım'' diyerek Merve'ye aşkla baktıktan sonra İlyas'a ''Sana da kalbimizle sarılıyoruz.'' deyip yeniden öğretmenine döndü.

Adam gülümsedi ve memnun olmuşçasına başını salladı. ''Bak, ne güzel el ele de tuttunuz, canım diyor.''

Sınıf gülmeye başlamıştı. Dersin kalanı yine ara ara yapılan gülmeler ve ara ara öğretmenin ''Yakında sınava gireceksiniz, daha cümlede anlam sorularında yanlış yapıyorsunuz!'' diye azarlamaları ile geçmişti. Edebiyat kursundan sonra matematik kursu da yapmışlar, evlerine gitmek üzere dağılmışlardı.

Merve'yi babası almaya gelmiş, Hira'yı da çarşıya bırakmışlardı. Oradan sonra dolmuşa binip gidecekti. Akşam herkes evlerine gidip aileleriyle hasret gidermişti. Hira, Hârisle oynamaya dalmıştı. Sonunda ders çalışmak için odasına geçti. Biraz test çözüp konu tekrarı yaptıktan sonra telefonunu aldı eline.

Nihal ve Merve ile çekildikleri fotoğraflara keyifle bakarken içinden nasıl böyle kısa zamanda kırk yıllık dost gibi samimi olduklarını sorguladı. Gerçekten de çok seviyordu bu kızları. Hayretlik bir şeydi şu kalp! Nasıl da zaman mekan tanımıyordu! Bazı insanlar samimiyetin, bağın, sağlam bir sevginin uzun zaman geçince ve çokça vakit geçirince oluşacağına inanıyordu. Çevresindeki bir kaç kişiden duymuştu bunu. Ama Hira öyle düşünmüyordu.Biraz düşündükten sonra cevabını buldu genç kız. Yüreğinin orta yerine gelen cevabı, arkadaşlarıyla da paylaşmak isteyip üçünün olduğu gruba mesaj yolladı.

Hira

Kalpler arasında köprü/bağ kuran zaman değil; güven, sevgi ve yaşanmışlıklardır. Bunu anlamıştım, kısa zamanda nasıl bu denli bağlandığımızı kendime sorduğumda. Sizinle de paylaşayım.

Nihalim

Ay ben sizi çok seviyorum. Cansın Hira

Mervenurum

Yaa zaten ayrılmak istemiyordum okuldan ve sizden, şimdi iyice hüzünlendim Hiraaa

Nihalim

Sizi özledim gerçekten

Konuşmanın devamında sohbetin yönü değişmiş; Nihal, süt kardeşinin abisi, aynı zamanda kuzeni olan süt abisinin düğününde bu akşam çekildiği bir kaç fotoğrafı atmıştı.

Mervenurum

Hayırlı olsun, çok yakışıyorlar maşallah.

Hira

Yaa herkes çok güzel. Gelin de ne güzel olmuş.

Nihalim

Allah razı olsun güllerim.

Abim daha güzel ammmaa... Yapacak bir şey yok. Gelin de güzel sonuçta.

Mervenurum

Görümce terörü...

Ama ben bayıldım geline.

Nihalim

Bana bayılmadın mı yani, hain Merve... :(

Hira

Hahah, sana ben bayılıyorum Nihal, yetmez mi?

Süt kardeşin çok güzel olmuş bu arada, abime gelin mi alsak onu? Maşallah nazar değmesin.

Nihalim

Ebuzer abine süt kardeşim mi? Güzelliğine güzel ama cadıdır o, Ebuzer'e çektirir vallahi. Mülayim senin abin. Başını yakmak istemiyorsan alma.

Hira, yeniden baktı fotoğraflara. Her fotoğrafta gelin ve damadın arasına girmişti Nihal. Bunu fark edince gülerek yazdı mesajları.

Hira

Yalnız, gelinle damadın arasına girmişsin her fotoğrafta. Gözümden kaçmadı sanma. Kara kedi misin kızım sen? Ortalarında ne işin var?

Nihalim

Ne olacak Hira ya, yer yoktu ben de girdim oraya :D

Hira

Gelin ve damadın arasına mı?!

Nihalim

Tabiii! Benim görevim bu bikere, girerim, görümceyim ben unutma! :)

Mervenurum

Diyorum ben, görümce terörü işte... Bir de Mahir'i, öz abisini evlendirdiğini düşün. Eyvah o geline...

Nihalim

:D haha. Tabi kızım, benim abimi isteyen benim cefamı çekecek. Yedirmem herkese canım abimi

Hira

Nihalciğim, bu arada, bu kadar güzel olma. Yanında ben yokum, sahipsiz sanırlar göz koyarlar. Sonra elim kana bulansın istemiyorum. :)

Nihalim

Yaa Hira! Çok mu tatlısın

Hira gülerek yazıyordu mesajları. Bir süredir Nihal'e böyle esprisine takılıyordu sanki biri kız biri erkekmiş de ileride evleneceklermiş gibi. Gülüp eğleniyorlardı.

Yazışmaları biraz daha sürüp bittiğinde birbirlerine hayırlı geceler deyip bıraktılar telefonları. Namazını kılıp yattı hepsi. Merve ve Hira sabah erken kalkacaklardı. Yarın Pazardı ve katılacakları bir etkinlik vardı...

Sabah kalkmış, dolabın karşısına geçmiş, hangisini giyeceğine karar verememiş bir şekilde kıyafetlerine bakıyordu genç kız. Süheyl bey kapıyı tıklatıp odaya girdiğinde kızının hâlâ hazırlanmadığını görünce şaşırmıştı.

''Kızım ne yapıyorsun, neden hâlâ giyinmedin?''

''Düşünüyorum, ne giyeceğime karar vermeye çalışıyorum.''

''Niye?''

Hira, dolaptaki mor kazağı ve mavi gömleği alıp babasına doğru tuttu. ''Bunu giysem terler miyim, bunu giysem üşür müyüm diye.''

Süheyl bey ''Üşüme bence.'' deyip güldüğünde Hira gömleği yeniden asıp kazağı yatağının üzerine koydu. ''Üşümeyeyim bence de.''

Süheyl bey odadan çıkınca Hira üzerini giydi. Şimdi evden çıkmaya hazırdı. Okulun düzenlediği, sevgi evleriyle ortak düzenlenen etkinliğe katılacaktı. Babası bırakacaktı onu.

Süheyl beyle tatlı bir sohbet edip geçirdiler yolculuklarını. Alışveriş merkezinin önünde inip babasıyla vedalaştı ve içeriye girdi genç kız. İçeri girince Merve'yi aramış, gelip gelmediğini sormuştu. Arkadaşının geldiğini öğrenince de onun yönlendirmesiye birlikte üst kata çıkıp tarif edilen mekanı buldu. Öğretmenlerine ve okuldan arkadaşlarına selam verip günaydın diyerek Merve'nin yanına ulaştı. Merve çoktan bir kaç çocukla konuşmuş, muhabbeti kurmuştu. Hira'yı da tanıştırdı miniklerle. Sonrasında Serhan isimli sekiz yaşında bir erkek çocuğuyla ilgilenme görevi Merve'nindi. Her öğrenci bir kaç çocukla arkadaş olmuş, vakit geçiriyordu. Bazıları grupçaydı.

Serhan herkese ilk tanışırken aynı şeyi soruyordu : ''Bil bakalım adım ne? S ile başlıyor.''

İlyas yanlarına gelip selam verince ve küçük çocukla tanışmak isteyince ona da aynı soruyu sormuştu. ''Bil bakalım adım ne? S ile başlıyor.''

Hemen sonrasında da Merve ve Hira'ya dönüp ''Sen sakın söyleme tamam mı?'' demişti.

İlyas S ile başlayan bir kaç isim söylese de bilememişti.

Bilemeyince Serhan devam etti konuşmaya, heyecanla. ''Benim adım Serhan. İsmim tek kelime. Altı harf. Birinci s, ikinci e, üçüncü r...''

Küçük çocuk isminin sayısal bir analizini yaparken gençler şaşkınlıkla birbirlerine bakıyordu. İlyas gülerek ''Geleceğin bir sayısalcısı burada!'' deyip çocuğun saçlarını karıştırdı.

İlyas'ın elinden tutan altı yaşındaki kız çocuğu ve Hira'nın koluna girmiş utangaç bir şekilde onları seyreden dokuz yaşındaki kız çocuğu ile de tanıştılar. Şimdi hepsi birbirini tanıyordu. Çocuklar zaten daha önceden tanışıyordu, büyüklerle tanışmış olmuşlardı.

Öğretmenlerin yönlendirmesiyle masalardaki yerlerini aldılar ve kahvaltıya başladılar.

Serhan yemeğini yemiyor diye İlyas ''Hadi yarış yapalım, önce kim bitirecek?'' dedi, çocuk yesin diye. Bu kez hıphızlı yemeye başlamıştı çocuk yemeğini, ağzını çok dolduruyordu. Boğulacak diye korkmuşlardı.

Merve araya girdi hemen. ''Hadi yavaş yeme yarışı yapalım bu kez?''

İlyas ''Bu yarışta onun sonuncu olacağını biliyorum.'' deyip güldüğünde hepsi gülmeye başlamıştı.

İlyas'ın yanındaki küçük kız, İlyas'ın ona sürdüğü yağlı ve ballı ekmeği ısırıp lokmasını yuttuktan sonra gülümseyen genç kızlara ve yanındaki abiye baktı. İlyas'ın kolunu dürtüp çok önemli bir şey söylercesine gözlerine bakarak konuştu. ''Gülümsemek iyiymiş.''

''Evet iyidir tabi.'' dedi İlyas. Gülümsedi küçük kıza.

Küçük kız devam etti. ''Derste hocamız söyledi, çok sevapmış, peygamberimiz herkese gülümsermiş.''

Birlikte gülümsemek hakkında biraz konuştuktan bir kaç dakika sonra İlyas yanlarından ayrılıp lavaboya gitmiş, Serhan büyük bir hevesle onlara bilmece sormaya başlamıştı. Kızların ikisi de oyun alanına gitmek isteyince Hira onların elini tutup oyun alanına yöneldi.

Merve, Serhan ile ayakta dikilip bilmece faslına devam ediyordu. Bilmecelerin bir kısmını bilmiş, bir kısmını bilememişti. Eğlenmişlerdi. Kendi aklına gelen bilmeceleri de Merve Serhan'a sormuştu fakat sonunda ikisinde de bilmece tükenmişti.

Tam bu sırada Hira'nın oyun alanına götürdüğü çocuklarla sohbet eden İlyas onların yanından ayrılmış, kendi yanlarına doğru geliyordu. Merve, Serhan'a doğru eğilip tebessüm etti.

''Hadi şimdi de abiye soralım bakalım, o kesin başka bilmeceler de biliyordur!''

İlyas yanlarına geldiğinde ona döndü genç kız.

''Serhan'a bilmece sormak ister misin? Bilmeceleri çok seviyormuş!''

''Olur!'' deyip düşünmeye başladı İlyas. Aklına gelmemişti o an hiçbir şey. ''Aklıma gelmedi ki! Siz bana sorun, hem ben o sırada düşüneyim.''

''Tamam!'' deyip Serhan'a döndü Merve. ''Hadi bana sorduklarından sor abiye.''

Küçük çocuk gülerek ve heyecanla sordu bilmecesini. ''Kolu var bacağı yok!''

Merve iddialı bir şekilde İlyas'a baktı. ''Ben bunu bilmiştim, bakalım sen bilebilecek misin İlyas?''

Bir kaç fikir söylese de bulamamıştı İlyas. ''Bilemedim!''

''İpucu verelim o zaman.'' deyip Serhan'a baktı onay almak için, Merve. Küçük çocuk başını sallayınca bir ipucu verdiler.

''Evlerde olur.''

İlyas hâlâ düşünüyordu ama bulamamıştı. Küçük çocuk ikinci bir ipucu verdi.

''Açarsın hani!''

''Heee kapı!'' diye heyecanla atıldı İlyas. Hepsi gülmeye başlamıştı. Hele Serhan, öyle çok gülüyordu ki İlyas ve Merve'yi de ister istemez güldürüyordu bu durum.

''İki saattir bilemedin! hahaha!''

''Tamam, başka sorun. Bu kez bileceğim!'' diye iddialı bir şekilde atıldı İlyas.

Serhan, Merve'ye baktı gözlerini belerterek. ''Ay ben unuttum bilmecelerimi!''

''Hani bana sormuştun ya, gel onu soralım.'' deyip bir bilmece fısıldadı Merve, Serhan'ın kulağına. Küçük çocuk başını salladı ve heyecanla İlyas'a döndü.

''Pazardan aldım bir tane eve geldim bin tane!''

İlyas güldü. ''Bunda ne var! Tabiki kabak!''

Serhan kahkahalarla gülmeye başladı. ''Hayır!'' diyerek başını iki salladı. İlyas ve Merve de gülümsüyordu.

''Tamam tamam buldum, armut!''

''Hayıııırr!''

''O zaman...Muşmula!''

''Bilemiyorsun! Hahaha!''

Merve, İlyas'ın cevabı bildiği halde Serhan'ı güldürmek için yanlış şeyler söylediğini anlamıştı. Gülümsemesi dudaklarındaydı hepsinin.

''Haa tamam hatırladım, bu kırmızı bir şey, değil mi?''

''Evet!'' diye başını salladı Serhan.

İlyas yine bilmiş bilmiş atladı ortaya. ''Ahahah kiraz tabiki!''

Serhan gülerek başını iki yana sallıyordu.

''Domates o zaman!''

''Hayır!''

''Hıımm. Peki baş harfi 'n' ile mi başlıyor?''

''Evet!''

''E tabiki nilüfer çiçeği!'' deyip küçük çocuğun sevinçle gülmesini izledikten sonra dönüp Merve'ye göz kırptı İlyas. Genç kız neşeyle gülümsüyordu, gülümsemesindeki neşenin yerini biraz da utanç aldı. Bu göz kırpmanın manası 'bilerek yapıyorum'du ama zaten bunu Merve de anlamıştı en baştan. İlyas, küçük bir çocuğu mutlu etmek için bilerek heyecanla bilmişlik yapıyor, yanlış cevaplar söylüyordu ve o bunu yaparken genç kızın kalbinde biraz daha derinlere girivermişti.

 

🍂


Son ders boşsa elbette ders çalışacak, kantinde oturacak, bahçede dolanacak yahut yurda gidip dinleneceklerdi. Başka ne yapabilirlerdi ki?! Tabiki örgü örmek! Evet, iki arkadaş, stres atmak ve zihinlerini biraz dinlendirmek adına bazen oturup örgü örüyorlardı sınıfta yahut yurtta. Nisan ayının ilk günlerine ulaşmış olsalar da birdahaki kış için atkı örmelerine engel değildi bu! Tabi bu ördükleri kaçıncı atkıydı, bir fikirleri yoktu! Bu akımı ilk başlatan Merve olmuştu. Hira da ona eşlik etmeye başlamıştı. Atkı örerken bir yandan da bazı öğrendikleri şeyleri tekrarlıyor, sohbet ediyorlardı. Sohbetleri komik yerlere gidince de akıllarında kalıyordu tekrar ettikleri konular. Bazen ders videosu dinliyorlar, dinlerken de elleri boş durmuyor, örüyorlardı. Tıpkı şimdiki gibi.

İlyas, kızlar ilk örmeye başladıklarında renk seçimlerini beğenmiş, başlarında dikilip nasıl ördüklerini anlamaya çalışmıştı. Merve ve Hira ona öğretmeye çalışmışlar, eline şişi ve ipi alan İlyas onlar için durup durup gülecekleri bir manzara oluşturmuştu. Becerememişti ilkin ama sonra İlyas da kapmıştı işi. Başarılı olunca sevinip biraz yapmış, sonrasında geri vermişti elindekileri Merve'ye. O atkı bitince de ilk ördüğü ilmekler onun üzerinde olduğu için atkıyı İlyas'a hediye etmişti genç kız. O da teşekkür edip kabul etmiş, Mart ayının soğuk günlerinde atkısına sarılmıştı. Ördükleri diğer atkıları da diğer arkadaşlarına vermişlerdi kızlar. İki tanesini Engin'e ve Ubeyd'e yollamışlardı Ebuzer ile. Bir tanesini Berkay'a vermişlerdi, bir tanesini de minik Sevde'ye yollamışlardı. Böylece herkesi atkılamışlardı. Zahid ve Mahir'e zaten daha evvelden ördüklerinden vermişti Hira, bu nedenle onları çemberin dışında tutmuşlardı bu süreçte ama şimdi ördüğü atkı ikisinden birine gidebilirdi, eğer bir başkasının nasibi yoksa. Hayrına atkı örüp dağıtıyor gibilerdi ama hallerinden memnunlardı.

Video bitince iki arkadaş ellerindeki şiş ve ipleri de, masanın üzerindeki kitap kalemlerini de toparladılar. Çantalarını sırtlayıp merdivenlere doğru yürümeye başladılar. Hira bir an duraksayıp arkadaşının koluna dokundu ve onu durdurdu.

''Ben izin kağıdımı Saadet hocaya vermeyi unuttum. Sen git, geliyorum hemen.''

''Tamam, bahçede beklerim.''

Hira üst kata çıkmaya koyuldu. Saadet öğretmeni bu ay üst kattaki müdür yardımcısı odasındaydı çünkü adam izin alınca onun işlerine de kadın bakıyordu.

Merve de alt kata inip bahçeye çıktı. Derin bir nefes aldı, doldurdu ciğerlerini. Hava çok hoştu bugün, ılıktı. Gökte top top beyaz bulutlar vardı, harika bir manzara oluşturuyorlardı. Kuş seslerini dinledi, yaprakların hışırtısını işitti, bulutların hareketini seyretti bir kaç dakika. Bakışları çok sevdiği pembe çiçekli ağacı bulunca hemen altında dikilen arkadaşını fark etti. Hazır İlyas'ı bulmuşken bugünkü deneme sınavının cevap anahtarını vermek geldi aklına. İşi bitince vermesini istemişti çünkü İlyas. Adımlarını ona yöneltti. Ona doğru yürürken, hemen kenarıdan çıkan ve İlyas'ın yanında durup gülerek konuşan genç kızı fark etti. İlyas'ın arkası dönük olduğu için yüzünü göremese de Selin'in suratındaki gülüşleri, kahkahaları, dudaklarını yayarak konuşmasını, gözlerini aşkla açıp bakmasını görebiliyordu. Aralarındaki azalan mesafeden ötürü de seslerini duyabiliyordu.

''Yaa İlyas, sen harikasın canım! Ay yiyeceğim seni! Beni de düşünürmüş, oy oy!''

''Abartma istersen Selin.''

''Ne abartması ya, sana sarılmamak için tutuyorum kendimi burada. Bari bırak da sevgimi sözlerimle belirteyim canım.''

''Belirtmesen de olur.''

Merve, adımlarını tam tersi yöne çevirdi. Bu sohbetlere tanık olmak, bu konuşmanın ortasına dalmak istemiyordu. Kaşlarını çatıp elindeki cevap anahtarını sıktı iyice, kıvrışmıştı kağıdın bir kısmı. Hızla uzaklaştı. Sinirliydi, çok sinirliydi! Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu insanlar? Nasıl böyle rahat her sözü sarf edebiliyorlardı istediklerine karşı? İnsanda biraz ağırlık olurdu canım! O neydi öyle! Aşkımlar canımlar şekerimler cicimler! Hiç gelemezdi böyle şeylere!

''Ya sabır!'' diye mırıldandı seslice, İlyas. Bu Selin insanı deli ediyordu deli! İyi ki kızın faydasına dokunacak bir şey demişti! Demez olaydı!

''Selin, hadi arkadaşım, konuşma şöyle benimle artık ya! Bir iyilik yaptık borçlu çıkmaktan beter olduk!''

''Ay be, ne yaptım sana sanki?''

''Valla böyle konuşman bile bana yetiyor işkence olarak. Ne var sanki şu üslubunu değiştirmeyi denesen? Kızım bak üniversiteli olacaksın, millet vallahi yanlış anlar bu canımlı cicimli, aşkımlı tatlımlı konuşmalarını. Hadi biz alıştık, gerçi ben alışamadım da neyse; onlar ilk kez tanıyacak seni. Birine dersin bunlardan bir ikisini, kendini nikah masasında bulursun sonra bak! Ona göre!''

''Of İlyas! Böyle büyütmüşler, böyle alışmışım, napıyim tatlım ya?''

''Al işte! Hey Allah'ım ya, tatlımmış! Hadi Selin, Allah'a emanet. Ben kaçar.''

Kız kıkırdadı, İlyas'ın sinirlenmesine. ''Görüşürüz!'' diye bağırdı arkasından.

Bu sırada Hira dönmüş, Merve ile birlikte yurdun önüne dek gelmişlerdi. Merve, çantasını Hira'ya verip içinden cüzdanını ve telefonunu alarak feracesinin cebine attı.

''Ben biraz yürüyüş yapacağım Hira. Hava alayım. Sonra gelirim.''

''Tamamdır. Ben odadayım.''

Merve, okulun bahçesinden çıkıp etrafta dolanmak üzere ayrılırken Hira da yurda girip odasına geçti ve üzeri değiştirip yatağına uzandı. Telefonunda gezinmeye başlamıştı. Şu sıralar hafta sonları eve gidince yeni hamur işi tarifleri denediği için yemek tarifi dolu siteler takip ediyordu. Tabi canı çekiyordu her seferinde bir şeyler görünce. Yine canını istete istete gezindi tarifler arasında. Merve, Hira'nın bunu yapmasına çok kızıyordu. Çünkü kendine işkence ediyordu arkadaşı, canını çektiriyor, sonra acı çekiyordu yiyemeyince. Bazen kendisine gösterip onun da canını çektiriyordu hatta. Sürekli ''Kendine işkence etmeyi kes artık Hira! Bakma şu yemek şeylerine.'' demekten yorulmuştu ama Hira bakmaktan yorulmamıştı. Hele Ramazanda oruçluyken! Arkadaşını pataklayası geliyordu! Hira yine canını yemek istete dursun, Merve okulun olduğu mahallede dolaşıyordu. Bayırı çıktı, daha evvel gitmediği sokaklara gitti. Bir yandan yürüyor, bir yandan da kulaklıkla ezgi dinliyordu. Kimi zaman zihninden ezgiye eşlik ediyor, kimi zaman kendi düşüncelerinde kayboluyordu.

''Bir ses versen, sen çocuğum, esiyor kara rüzgar. Yasak cebimdeki rüya, bu diyar rüyalara...Bir yıldızla konuşurum, susmuşum Meryem gibi. Söz işlemez yüreklere, sükutum dağlar gibi...''

Çeşit çeşit şeylere gitti aklı. Hira'ya, İlyas'a, bir zamanlar hoşlandığı ve uzak kalmak için okul değiştirdiği çocuğa, kendine, şu sıralar içinde bir boşluk hissettiğine, ve o boşluğun İslamla dolması gerektiğine...

Kırk dakika sonra yeni bir ezgi çalarken kulaklarında, telefonu bir bildirim sesiyle titredi. Cebinden çıkardı telefonu ve mesaja baktı.


Hiracığım

Merveeee

Ben yine yemek tarifleri bakarken tatlılara takıldım. (Şimdi kızıyorsun biliyorum ama..) Çikolatalı çok güzel şeyler yapmışlardı. Canım çok çikolata istedi. Sanırım çikolata krizine girdim. Bana gelirken çikolata alır mısıınnn??❤❤


Bir ah çekti Merve. Yine canını istetmişti işte, deli kız! ''Tamam'' yazıp yolladı. Artık dönmesi gerekiyordu zaten, yeterince yürümüştü. Bir on beş dakika da dönmesi sürerdi. Çok uzakta değildi, sadece yavaş yürümüş, bir sürü sokak gezmişti civarda. Kaldırımdan yürürken, bakışları yola doğru çevrildi. Yolun ortasında beş kiloluk bir pet şişe duruyordu. Ayrıca bir tekerlek vardı biraz kenarıda. Yoldan geçen arabaları rahatsız edeceğine emindi. Tam bunu düşünmüştü ki bir araba geçti hızla, pet şişeye vurup ileri itti, gitti. Merve kaşlarını çatmış, insanların neden bu kadar dikkatsiz olduğuna hayıflanıyordu. Çöp bidonuna yahut imkan varsa geri dönüşüme atmak varken neden yolun ortasındaydı bunlar!? Hiç mi düşünmez, tertipli düzenli, temiz tutmazdı insan etrafını? Müslüman ülkede yaşıyorlardı ama bir çok yeri çöp götürüyordu! Temizlik imandan gelir diye boşuna demişlerdi! Nasıl içleri alıyordu yaşadıkları yeri kirletmeyi, anlam veremiyordu!

Yola doğru bir kaç adım atıp beş kiloluk su bidonuna doğru yürümeye başladığı sırada yine bir araba geliyordu. Eliyle arabaya durması için işaret edip yoldaki şişeyi eğilip aldı. Araba durmuş, kız şişeyi aldıktan sonra bir an şoförle göz göze gelmişti. Otuzlu yaşlarda bir adamdı, Merve'ye teşekkür edercesine başıyla selam verdi ve yola devam etti. Genç kız da karşılığında hafifçe tebessüm edip şişeyi atmak için bir çöp aradı etrafa. Sonunda az ileride bir çöp görmüştü. Kenarıdaki lastiği de alıp çöpe doğru yuvarladı. Çöpün yanında geri dönüşüm de olduğunu görünce sevindi. İkisini de uygun yerlere koyup yoluna devam etti. Az ileride durakta bekleyen bir teyze ve genç bir kız görünce yanlarına yaklaşıp selam verdi. Selamını alan hanımlara ''Şey, ıslak mendiliniz var mı acaba?'' deyip kibarca baktı.

Kadın görmüştü kızın yaptığını, takdir etmişti içinden. ''Dur kızım, bir bakayım.'' deyip çantasını karıştırdı. Islak mendil bulunca sevinerek kıza uzattı.

Merve, kadına teşekkür edip ellerini sildi, elindeki mendili çöpe attı ve ''Allah'a emanet olun.'' deyip yoluna devam etti. Markete girip raflar arasında ilerledi. Sekiz tane çikolata aldı ilkin. Sonrasında buzluk kısmından geçerken pastalar çekti dikkatini. Çikolatalı bir pasta da aldı. Hira'nın canı madem çikolatalı tatlı istemişti -ki muhtemelen pastaydı- , beraber yerledi. Bununla idare edeceklerdi artık, tarifteki gibi mükemmel lezzetler bulacak imkanları yoktu yurtta.

''Hayırdır, çikolata krizine mi girdiniz Mervenur hanım? Yoksa depresyona mı? Hangisi?''

Duyduğu ses üzerine başını çevirdi, kendisine hafifçe tebessüm eden İlyas ile karşılaştı. Genç çocuk kolunun altında bir şişe limonata tutuyordu.

''Hayır, hiçbirine, bilemediniz İlyas bey.''

''Ah be!'' deyip bilemediği için üzülmüş gib yaptı İlyas. ''Bu kadar çikolata, bu çikolatalı pasta ne diye peki?''

''Hira'nın canı çikolatalı bir şeyler istemiş de.''

''Siz canınız çikolata isteyince böyle on tane birden mi yiyorsunuz?''

İlyas'ın tepkisine gülmek istedi genç kız ama tuttu kendini.

''Ne var ya, ben çikolata krizine girince üç dört tane anca paklıyor beni. O yüzden Hira'ya da beş tane aldım.''

İlyas gülmeye başlamıştı. ''Yok artık!'' deyip gülmeye devam etti, kendini durduramamıştı. ''Senden bunu hiç beklemezdim Mervenur.''

Hafifçe omuz sikti genç kız. Ne yapsındı yani, anca geçiyordu krizi, yapısı öyleydi. Elinden gelen bir şey yoktu. İlyas ise onu sinir etmeye ve utandırmaya devam etti.

''Yalnız, elinde beş tane değil sekiz tane çikolata var. Tatlı krizine giren bir tek Hira değil herhalde?''

Merve önce elindeki çikolatalara baktı, sonra da karşısındaki çocuğa. İlkin ne diyeceğini bilemese de sonrasında mantıklı bir yanıt vermişti.

''Beş tanesi Hira'ya, iki tane bana, bir tane sana. Oldu mu?''

''Ooo ben de nasiplendim demek?''

Tebessüm edip başını salladı Merve. ''Aynen, nasiplisin. Pastadan da veririm sana. Yurda gidince kapıda bekle iki dakika.''

''Kaynanam seviyormuş ha! Çok teşekkür ederim Mervenur ama zahmet etme. Size afiyet olsun.''

''Olmaz! Ne zahmeti!'' diye atıldı Merve. Şimdi görmüştü bir kere, yedirmezse içinde kalırdı. Ya canı istemişse? Günahtı günah!

İlyas, kolunun altındaki şişeyi işaret etti. ''O zaman ben de size limonatamdan vereyim.''

Merve henüz bir şey demeden, araya bir başkası girmişti.

''Aaa Mervenur! Nasılsın?''

Merve'nin de İlyas'ın da bakışları yanlarına gelip aralarında duran genç çocuğa çevrildi. Merve epey şaşırmıştı onu gördüğüne. Okul değiştirmesine, burada olmasına sebep olan, kalbini acıtıp hisleriyle bilmeden oynayan arkadaşı... Ne işi vardı ki burada?

İlyas, Merve'yi gördüğüne oldukça mutlu olan çocuğa baktı. Gülümsüyordu, gözlerinin kenarı kırışmıştı gülerken. Bir eli cebinde, bir elinde market sepetiyle ve duruşuyla oldukça sağlam bir tipe benziyordu. Kendinden epey uzundu. Ama pek ısınamamıştı çocuğa nedense. Çocuğu süzmeyi bırakıp bakışlarını genç kıza çevirdi.

''İyiyim, sen nasılsın?''

Merve, çekinerek cevap vermiş gibiydi. Çekinmek değildi aslında bu. Onu görünce korkmuştu, ya kalbi yine öyle hızlı atarsa, farklı hissederse diye. Ya hâlâ unutamamışsa, sadece onu görmediği için her şey geçti bitti sanıyorsa diye. Çünkü onuncu sınıftaki ayrılışından sonra hiç görüşmemişler, on birinci sınıfın başlarında kalbini yoklamış, ona karşı farklı bir his bulamamıştı içinde. Normalleşmişti, geçmişti, bitmişti... Aklına gelmiyor, hayatında bi alan kaplamıyordu uzun süredir. Şimdi birden karşısında görünce endişe etmişti, ya yine görünce eskiye dönersem; yahut duygularım geçmemiş, bastırılmışsa ve yine gün yüzüne çıkarsa diye. Bunun tedirginliği ile cevaplamıştı arkadaşının sorusunu. Az evvel İlyasla rahatça konuştuğu gibi değildi şimdi konuşması. Bir yabancıyla konuşur gibiydi. Uzak bir tanıdıkla...

''Ben de iyiyim. Nerelerdesin sen ya? Okuldan ayrıldın, aramaz sormaz oldun. Bir daha görmedik seni.''

''Öyle oldu...'' diyebildi yalnızca genç kız. Verecek cevabı yoktu. Aramaz sormazdı, ondan kaçmıştı zaten.

''Eee, ne yapıyorsun peki? Nasıl gidiyor? Sevdin mi yeni okulunu?''

''Sınava hazırlanıyorum, yorucu ama güzel geçiyor. Okulumu seviyorum, çok seviyorum, keyfim yerinde elhamdülillah.''

''İyi, sevindim keyfinin yerinde olmasına.''

Ayıp olmasın diye bir soru yöneltti arkadaşına Merve. ''Sizin nasıl gidiyor çalışmalarınız? Herkes iyi mi?''

Konuşurken emin olmuştu ki artık gerçekten de yalnızca normal bir arkadaşıydı o. Bunu fark edince çok sevinmiş, içinden bir şükür edip ''Yaşasın!'' diye nida atmıştı.

''Hocalar epey sıkıyor bizi ama dayanıyoruz bir seneliğine mecburen. Herkes de iyi, aynı. Değişen bir şey yok.'' dedikten sonra İlyas'a doğru bakarak konuştu. ''Bu arada, selam vermemiş gibi oldum size, birlikteydiniz sanırım?''

İlyas istediği takdirde gidebileceği halde beklemeyi tercih etmişti. Mervenur'u bırakıp gitmek değil, yurda birlikte dönmekti planı. Konuşmalarını takip ederken çocuğun, Mervenur'un eski sınıf arkadaşı olduğunu fark etmişti. Ha tabi kıza Merve değil Mervenur deyişini de fark etmiş, sanki tam ismini sadece kendisi söyleyebilir gibi buna sinir olmuştu. Çocuk kendisini de sohbete katınca zevkle girdi araya. Önce evet dercesine başını salladı, markette birlikte olduklarını belirtircesine.

''Sorun değil.'' deyip elini uzattı. ''İlyas ben.''

Çocuk da kendine uzanan eli tutup sıkmış ve ismini söylemiş, tanışmışlardı.

''Neyse, ben gideyim. Tanıştığımıza memnun oldum. Seni gördüğüme de sevindim Mervenur. Arada bir ara sor. Hadi, Allah'a emanet. Görüşürüz.''

''Sen de Allah'a emanet ol. Selam söyle sınıftakilere.''

''Allah'a emanet, ben de memnun oldum.''

Çocuk yanlarından uzaklaşınca göz göze geldiler Merve ve İlyas. Genç kız rahatsız olmuştu biraz, İlyas'ı bekletiyor gibi hissettiği için. Ama isterse gidebileceğini de biliyordu çünkü lafını etmezdi ve bunu biliyordu arkadaşı. Bir yanı da saçma bir şekilde bu konuşma esnasında İlyas yanında olduğu için mutluydu.

''Şu elindekileri düşüreceksin şimdi, ver birazını.''

Merve, İlyas'ın gözleriyle işaret etmesi üzerine elindeki çikolatalardan bir kaçını ona uzattı. Sekiz çikolatayı tutmak zordu, her an düşecek gibiydiler. Kızın küçük ellerine sığmıyorlardı. Eh, bir de pasta olunca...

Birlikte kasaya doğru yürümeye başladılar.

''Başka bir şey alacak mıydın?''

''Yok, sen?''

''Yok.'' dedikten sonra biraz duraksadı, kıza takılmak için yeniden devam etti. Suratında alay eden bir gülüş vardı. ''Belki çikolatalı bisküvi, çikolatalı sakız, çikolatalı süt falan da alırsın diye düşündüm bir an.''

''İlyas!''

Merve'nin yarı güler bir sesle uyarması üzerine sustu İlyas. Kasaya varmışlardı. İlyas, elindeki limonatayı ve dört çikolatayı bırakıp kasiyerin geçirmesini bekledi.

Merve ''Çikolataları benden geçeceksiniz.'' diye atıldı kadın eline alınca ama İlyas ''Sorun yok, geçirin siz.'' deyince kadın devam etti işine. Merve, İlyas'a ''oldu mu bu şimdi?'' Bakışlarını atsa da o aldırmamıştı. İki çikolata parası verdi diye fakir olmazdı. Zaten aralarında bunun lafı da olmazdı, bilmiyor muydu sanki kız?!

İkisi de ellerinde birer poşetle çıktılar marketten. Yurda doğru yürüdüler sessizce. Yurdun önüne gelince durdular. Merve iki çikolatayı İlyas'a bıraktı, ikisini aldı. İtirazını da ''Yemezsen Berkay'a verirsin birini.'' diye geçiştirmişti.

Merve pasta koyup dönmek için gidecekken durdurdu onu İlyas. ''Sen bekle, ben tabak getireyim. Boşuna içeri girip çıkma.''

''Sorun değil, giderdim ben.''

''Yok yok, ben iki dakika gider gelirim.''

İlyas erkek yurduna girip beş dakika sonra geri gelmişti. Köşedeki bankta oturup bekliyordu Merve. Pastayı açmaya koyuldu.

''Bıçak bulamadım, çatal getirdim. Çatalla böleriz artık.''

''O nasıl olacak?''

''Çok yetenekli arkadaşın şimdi yapsın da gör.''

İlyas, elindeki çatalla pastadan iki dilim kesip tabağa koydu.

''Bir dilim daha al, zaten biz bitiremeyiz ki.''

''Emin misin? Hiç de öyle çikolatalı şeyleri bitiremeyecek gibi durmuyorsun çünkü?''

''Senin de eline iyi ki bi koz verdik, hep dalga geçersin şimdi. Ben senin günde otuz bardak çay içmene karışıyor muyum?''

''Çayıma değil de şekerime karışıyorsun. Tek şekere düşürdüm senin yüzünden.''

''Bir tek ben mi? Hira'nın da katkısı var.''

İlyas ''Tabi canım, inkar edilemez.'' deyip bir pasta dilimi daha bıraktı tabağa.

''Hem sen de sevgili çayını aldatmış, limonata almışsın. Yazık yazık! Hiç beklemezdim senden böyle şeyleri.''

İlyas gülerek başını salladı. ''Aldatmadım tabiki, üstüne kuma aldım diyelim. Ama bugünlük. Canım serin bir şeyler istedi de.''

Merve de tebessüm etti. ''Cıkcıkcık!''

İlyas, içeride yıkadığı cam şişeye de limonata koymuştu, Merve'ye verdi. Şimdi ikisinde de pasta da limonata da vardı.

''Teşekkür ederim.'' diyerek limonata şişesini aldı Merve.

''Ben de teşekkür ederim. Hadi herkese afiyet olsun.''

İkisi de yurtlara doğru yürümeye başlamışken İlyas'ın seslenmesiyle durdu genç kız.

''Mervenur!''

Kızın 'efendim' dercesine bakması üzere devam etti.

''Cevap anahtarını verecektin bana. Akşam yemeğine gelirken getirir misin?''

''Getiririm.''

''Tamamdır.''

Sonunda ikisi de yutlara girmişti. Odasına geçti genç kız. Hira yatağın üzerine uzanmış, test çözüyordu. Arkadaşına selam verdi, karşılığını aldı. Elindekileri masanın üzerine bırakıp üzerindeki feraceyi çıkarttı.

''Neredesin kızım kaç saattir? Bir yürüyüş bu kadar sürer mi?''

''Yürüyüşteydim işte ya. Sonra markette kiminle karşılaştım bil bakalım?''

''Kiminle?''

''Ya tahmin et!''

''İp ucu ver!'

''Hiç tahmin edemeyeceğin biri.''

Hira imalı imalı gülerek baktı arkadaşına. ''Hem tahmin et diyorsun hem de hiç tahmin edemeyeceğin biri diyorsun!''

Merve de kıkırdadı bu duruma. Uzatmadan anlattı kısaca olanları. Okula geliş nedenini biliyordu Hira da, o eski hislerini de. Şimdi öylesine rahat ve mutluydu ki Merve, Hira da mutlu olmuştu onun tamamen ferahlamasına. Bu mutluluğun da sadece artık o olayın bittiğinden değil, İlyasla karşılaşıp konuştuklarından da pay aldığını seziyordu. Yine de ses etmedi hiç. Arkadaşının kafasını karıştırmak istemezdi, hele de bu süreçte. Zaten kendisi çekiyordu bir çile, bari Merve sağlam kalsındı.

Merve, üzerini değiştirdikten sonra poşetten çıkardığı dört çikolatayı Hira'nın yatağına koydu.

''Al gülüm, çikolataların.''

Hira, ''Çok teşekkür ederimmm!'' diye tebessüm edip yatağının üzerine bırakılan çikolatalardan birine uzandı. Toplam dört çikolata olduğunu görünce bir an şaşırmıştı. Merve'nin kendisine de aldığını düşündü. ''Merve, kendininkileri alsana gülüm.''

''Benim var zaten. Onlar senin.''

Hira ''Ne?!'' diye şaşkınlıkla bağırdı. ''Bana dört tane mi çikolata aldın?!''

''Evet de, neden şaşırdın?''

''Dört tane sence de fazla değil mi Merve?''

''Sen de mi ya! İlyas da zaten bu muameleyi yaptı bana. Hem, ne bileyim, ben çikolata krizine girince bu kadarı beni anca paklıyor. O yüzden sana da böyle aldım.''

Merve, aslında ilkin Hira'ya beş tane, kendine üç tane aldığını ama sonradan dört tane Hira'ya, iki tane kendisine, iki tane İlyas'a olacak şekilde paylaştırdığını es geçti. Onu da söylerse iyice dalga geçecekti Hira da. Çünkü kahkahalarla gülüyordu şimdi.

Hira'nın gülüşleri sakinleyince çikolatalardan birini alıp arkadaşına uzattı. ''Al, bu da senin olsun.''

''Yok ya, ye sen.''

''Bana bu üçü yeter. Al al.''

''İyi.''

Merve çikolatayı alıp masanın üzerine bıraktı. Yemezseler de diğer oda arkadaşı olan kıza verebilirlerdi. Artık odada üç kişi kalıyorlardı, biri yurttan ayrılmıştı.

İki arkadaş pasta ve limonata ile kendilerine ufak bir ziyafet sofrası kurup yedikten sonra ders başına geçtiler. Akşam yemeğine dek çalışmış, sadece namaz molası vermişlerdi. Yemeğe az kala kalkıp hazırlandılar. Hira üzerine bir hırka giydiğinde zaten hazırdı. Merve ise feracesini giyip başörtüsünü yaptı. Merve hazırlanırken Hira da abisini aramış, Ebuzerle sohbet etmişti. Özlüyordu abisini. Üniversiteye başlayınca daha az görüşür olmuşlardı. Ebuzerle olan görüşmesi bittikten sonra Merve ile yan yana oturup Nihal'i aradılar. Sohbet ettiler. Merve'nin markette karşılaştığı arkadaşının bilgisini ve hiçbir şey hissetmemesini, bu mutluluğunu anlattılar heyecanla Nihal'e.

Merve ''Herkes bundan sonra beni babamdan isteyene dek kardeşimdir!'' deyip güldüğünde hepsi gülmüştü.

Nihal girmişti araya, bir ara. ''Geçen gün abimle konuşuyorduk. Sohbet arasında 'aşk ne hastalıklı, ne menem bir duyguymuş' diye geçti. 'Doğru zaman ve doğru insanla şifa oluyor' demek gelmedi aklıma... Size nasipmiş.''

Bu sözler etkilemişti hepsini.

İç çekti Merve. Bir zamanlar ağladığı, omuzlarına yük olan hislerinden kurtulmak istediği bu imtihan bitmişti. İçinden şükredip duruyordu genç kız. Aklına o çok sevdiği ayet düştü.

''Ey iman edenler, Allah'tan sabır ve namazla yardım isteyiniz. Allahı-Teâlâ elbette sabredenlerle beraberdir.'' [Bakara-153]

Sabırla ve namazla, gözyaşlarıyla ve kalbiyle yardım istemişti Allah'tan ve şimdi cevapsız kalmayışının sevincini yaşıyordu. Emindi hep, Allah onu duyuyor, önemsiyor, kendisiyle özel olarak ilgileniyordu; tıpkı diğer kullarında da olduğu gibi.


Loading...
0%