Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25 • Düş'erken •

@sukunettekelimeler

Terk edilmiş bir ev ağırlığı var üzerimde... eskimiş pencerelerim, dünyaya bakan...

🍂


Genç kız heyecanla koymuştu başını yastığına. Yarın bu okuldan mezun olacaktı, mezuniyet törenleri vardı. Aslında bu akşam da son sınıfların mezuniyet balosu diye planladıkları, sahildeki bir kafede yapacakları bir etkinlik vardı ama ona gitmek istememişti hiç. Çünkü yemek yiyecekler, dans edecekler, canlı müzikle şarkılar söyleyecekler ve belki de ileri gidip saçma şeyler yapacaklardı. O ortamda olmak istemiyordu. Maalesef ki okuldaki bazı arkadaşları fazla rahat insanlardı ve genç kız bunu biliyordu. Bu akşam alkol tüketenler mi dersin, birbirlerine okul bitmeden ilan-ı aşk edenler mi dersin, kim bilir kimler vardı orada. Her şeyi bekliyordu. Zaten gitmedene evvel yurtta hazırlanan kız arkadaşlarını görünce elbiselerin etek boylarına ve açıklığına o bile haya etmiş, pek bakmadan başını sallayıp geçiştirmişti ''Nasıl olmuşum?'' diye soranları. İşte tüm bu nedenlerden ötürü orada değildi, olmazdı bu akşam. Gitmeyen az sayıdaki kişilerdendi. Merve de karşısındaki iki katlı ranzanın üst katında yatıyordu. O da yarınki mezuniyet töreni için heyecanlıydı. Hira, arkadaşına son kez ''Hayırlı geceler!'' diye fısıldayıp yumdu gözlerini.

Uyumadan evvel dua etmiş, duasında bu taşkın arkadaşlarına da yer vermişti. Bir çoğunu sadece ismen tanısa bile onlar da insandı, neden duasında yer vermesindi? Hem zaten tanımadıklarına bile dua ediyordu. Ümmet olmak bunu gerektirmez miydi? Kendine edilen duadan evvel başkasına edilen daha da hayırlıydı. Müminin mümin kardeşine ettiği dua daha makbuldü, öyle okumuştu. Herkes birbirine etse ne güzel olurdu! Ama kimisi duanın nasıl bir ilaç olduğunun pek farkında değildi maalesef...

Sabah namazında henüz alarm çalmadan ezan sesiyle açtı gözlerini. Yattığı yerden besmeleyle doğrulup yataktan indi ve pencereyi aralayıp başını dışarıya uzattı. Sessiz sabahın henüz ağarmayan günün hem ürkütücü hem huzur verici sakinliğinde semada yankılanan ezanı dinledi. Kuş sesleri ve köpek ulumaları de eşlik ediyordu ezana, ne güzeldi... Ezan bitince ezan duasını okuyup amin dedi ve yatağının üzerindeki telefonunu karanlıkta eliyle bulup alarmını kapattı. Zaten uyanmıştı, boşuna ses çıkartmasına gerek yoktu. Merve'yi de namaz için uyandırıp abdest almak için lavaboya gitti. Abdestini alıp omzunda asılı olan havluyla kurulandı, odasına geçip üzerine namaz kılmak için kullandığı ince siyah feraceyi giydi. Başını da örtüp mescide çıktı. Ondan bir kaç dakika sonra Merve de gelmişti mescide. Merve'yi beklerken tesbih çekmişti. Salavat çekiyordu böyle boş anlarında. Bereketlendiriyordu zamanını. Efendisini anıyordu, güzel, en güzel insanı...

İki arkadaş yan yana kıldılar namazlarını. Dua ettiler sessizce. Birbirlerine ''Allah kabul etsin.'' deyip gülümsediler. Gülümsemekten sıkılmıyorlardı Merve de Hira da. Birbirlerine gülümsemek ferahlık veriyordu sanki içlerine. Hatta uzun süre gülümsemediklerinde anlıyorlardı ki gülümsemeyenin canı bir şeye sıkkın.

Merve mescidin kapısına giderken arkadaşının peşine gelmediğini fark etti. Arkasına dönüp Hira'ya baktı. ''Gelmiyor musun?''

''Bir iki sayfa Kur'an okuyacağım.''

''Tamamdır. Ben etüt odasındayım.''

Sınava az kalmıştı ve uzun zamandır yaptıkları gibi sabah namazından sonra uyumayıp bir kaç sayfa Kur'an okuyor, sonra da ders çalışıyorlardı iki arkadaş. Ders çalışmayı, okul okumayı vakit kaybı olarak görmüyordu ikisi de. Hira bir zamanlar okula gelmeyi sevmiyordu, boş görüyordu hepsini ama uzun zamandır onun da fikirleri değişmişti. Ne bu dünya için ne de ahiret için bir kayıp görmüyordu okumayı. Çünkü onun okuma amacı bu dünyasına da ahiretine de güzellik katmaktı. İnsanlar için, Müslümanlar için faydalı işler yapmak istiyor, bunun için okuyordu. Bu hissi ona aşılayan Merve ve Nihal'e minnettardı genç kız. Çünkü bir ara bunu içinde epey sorgulamıştı. Ama şimdi biliyordu ki okula giderken attığı adımlar, ilim öğrenmek onu hayra kullanmak amacıyla harcadığı zamanda cihat hükmüne geçecekti Allah'ın izniyle. Hiçbir şey boşa gitmezdi, arkasındaki niyet sahih ise.

Hira da biraz Kur'an okuduktan sonra alt kata indi. Etüt odasına geçip test çözmeye başladı. Hemen arkasındaki masadaydı arkadaşı da, sırt sırtaydı Merve ile. Birbirlerine anlamadıkları soruları soruyorlardı bazen böyle. Kahvaltı saatinin gelmesine yakın kalkıp odalarına geçtiler ve hazırlandılar. Merve, yazlık lacivert feracesini giyip başına da lacivert örtüsünü örtmüştü. Hira ise uzun, çiçekli bir etek giymiş, üzerine kısa kollu beyaz bir tişört giymiş, saçlarını öylesine bir topuz yapmıştı. İki arkadaş çantalarını da sırtlarına takıp kol kola girdiler ve yemekhaneye gitmek üzere yurdun koridorunda yürümeye başladılar.

Karşıdan gelen Selin ile göz göze gelince ayıp olmasın diye ''Günaydın.'' dedi Hira. Her ne kadar bu kızı Yeşim ile olan olaylarından dolayı sevmiyor olsa da bir süredir kendine normal davrandığı için o da kıza karşı en azından selam verecek kadar normal davranmaya çalışıyordu.

Selin, adımlarını durdurup iki kıza da baktı ve gülümsedi. ''Günaydın kızlaaar!'' diye harflerin bir kısmını uzatarak konuştuğunda Merve'nin yine sinirleri bozulmuştu ama yapabileceği bir şey de yoktu, kızı değiştiremezdi işte!

''Ayy dün akşam çook güzeldi. Siz neden gelmediniz kiii??!!''

''Öyle mi? güzel geçmesine sevindim senin için.'' dedi Hira. Merve sessiz kalmayı tercih ediyordu. Hira, Merve'nin Selin'e karşı pek ısınmadığını biliyordu. Bu nedenle ses etmiyordu arkadaşına. ''Biz gelmek istemedik, pişman değiliz.'' diye devam etti.

Selin, karşısındaki iki kız çok şey kaçırmış gibi suratını buruşturdu ve onlara acırcasına baktı. ''Yaaa, keşke gelseydiniz canım ama ya! Neler neler oldu bi bilseniz!''

Merve, artık gitmek istediğini belirtircesine Hira'nın koluna dokundu ama Selin'in hızlıca devam etmesi üzerine bir şey diyememişti Hira.

''Yeşim, İlyas'ı aradı! Kafası pek yerinde değildi. Ve dedi ki--''

Selin'in lafını hızlıca kesti Hira. Bunları duymak istediklerini hiç sanmıyordu. Hele Merve'nin duymak istediğini hiç hiç sanmıyordu. Zaten kolunu daha sıkı tutmasından belliydi katlanamadığı. Üstelik Selin'in söyleyeceği şeyde belli ki bir hayır yoktu.

''Selin! Dur, anlatma lütfen. Biz dinlemek istemiyoruz.''

Merve içinden söyleniyordu.''Sabah sabah bu enerjiyi nereden bulduysa! Selin bitti bir de Yeşim çıktı başımıza! Hayır yani sanki İlyas Brad Pitt! Bir rahat bırakmıyorlar çocuğu! Erkek olmak da zor işte! Sadece kız olmak değil! Hem bu Yeşim, Ebuzer'e takık değil miydi? Bu ne hızlı bir dönüştür Yarabbim!''

Selin, dudaklarını büzdü ve hayal kırıklığı ile iki kıza da bakarak konuştu. ''Ama sizinle ilgili diye şey etmiştim ben tatlım ya! İkinizin lafı geçti diye...Neyse, madem istemiyorsunuz, anlatmayayım. Eh, görüşürüz o zaman tatlımlar.''

''Görüşürüz Selin.''

Selin salına salına lavabolara doğru yürürken iki arkadaş yurdun girişine geçip ayakkabılarını giydiler, çıktılar sessizce. Birlikte yemekhanede kahvaltı yapıp bahçeye çıktılar, bir ağacın gölgesindeki boş bir masaya oturdular. Bugün mezuniyet günü olduğu için ve bir de okulun son haftası olduğu için kimse yoktu etrafta. Tek tük insan vardı. Öğrencilerin çoğu da yurtlarda uyuyordu. Bardaklarına yemekhaneden çay almışlar, sessizce yudumluyorlardı. Uzaktan kendilerine seslenip ''Günaydın kızlar!'' diyen Olcay öğretmenlerine karşılık verip el salladılar tebessümle. Diplomalarını ondan alacaklardı bu akşam nasipse.

Sessizliği bozdu Merve. ''Ben katılmasam mı akşam törene? Hiç canım istemiyor şu an. Eve gideceğim ben biraz ders çalışıp.''

''Ne?! Saçmalama Merve ya! Zaten seni zor ikna etmiştim, şimdi neden vazgeçtin?''

''Bilmem, canım istemiyor. Her an saçma şeyler olacak gibi geliyor bana.''

''Nereden çıktı bu? Ne olabilir ki?''

''Yeşim ve Selin dün konuşurken sürekli 'Yarın neler olacak neler!' deyip duruyorlardı. Saçma bir mezuniyet geçireceğime hiç geçirmem daha iyi. Açıkçası onların bu 'neler olacak'lı konuşmaları bana hiç iyi enerji vermedi.''

Hira, arkadaşına güven vermek istercesine baktı. Tabi bir de ikna etmek istercesine. ''Aman Merve, ne olabilir ki? Veliler de olacak diploma töreni sırasında. E biz zaten diploma töreni ve fotoğraf gösteriminden sonra gideceğiz. Kalmayacağız ki müzikli kısımlara. Yurda geçip ders çalışacağız. Neye endişeleniyorsun bu kadar? Hem, beni yalnız mı bırakacaksın? Üzülürüm, üzüntümden verem olur yataklara düşerim bak! Aylardır çalıştığım sınava giremeden hasta olup yataklara düşmek istemiyorum Merveee!''

Merve, Hira'nın sonlardaki şirince şımarmalarına ve mimiklerine gülerek başını salladı. ''Tamam...''

Hira, içinden geçenleri tutamayıp arkadaşına baktı dikkatle. ''Sen, Selin'in dediklerine takıldın dimi? Dün 'neler olacak' dediklerinde takmamıştın, bu sabah ne olduğunu bilmediğimiz hikaye işin içine girince rahatsız oldun sanki?''

Yalan söylemeyi sevmezdi Merve, yavaşça başını salladı. ''Sizle alakalı falan dedi. Ondan.''

''Bizimle alakalı ciddi bir şey olamaz merak etme sen. İlyas arkadaşımızı düşünüyorsan, o da tavrını koymayı bilen biridir, onunla alakalı da bir şey olmaz. Rahat ol sen. Muhteşem üçlüyle kim uğraşmayı göze alabilir kızım!? Bu bermuda şeytan üçgeninin sınırlarına kim girebilir?''

Hira, Merve'nin gülüşünden anlamıştı ki arkadaşını rahatlatmıştı. Çaylarını bitirip biraz daha sohbet ettikten sonra test çözmeye koyuldular. Bir buçuk saat sonra yanlarına yaklaşan adım seslerini işitince kaldırmışlardı başlarını aynı anda.

''Günaydın!'' deyip gülümsedi ve elindeki çayı kızların masasına bıraktı İlyas. Masada Hira'nın oturduğu tarafın diğer ucuna oturup sırt çantasını da Merve'nin oturduğu tarafa bıraktı.

''Günaydın İlyas.''

''Günaydın. Hani senin gözlükler?''

''Gözlüklü halime alıştınız Hira hanım ama artık lens takmaya başladım.''

''Hadi ya, ne zamandır?''

''Bugündür. Aynada artık kendime daha özgüvenli bakabileceğim çok şükür!''

Güldü Hira. Merve ise tebessüm etmekle yetindi. İlyas, çayından bir yudum alıp gözleriyle kızların önündeki test kitaplarını işaret etti. ''Bence kafanızı çok yormayın matematikle. Birazdan deneme olacağız, unuttunuz mu?''

Hira yakınarak atıldı ortaya. ''Unutmak mı?! Mezuniyet günümüzde bile deneme oluyoruz, nasıl unuturuz bu ayrıntıyı?! Ayıp ediyorsun kardeşim.''

İlyas, Hira'nın bugün daha bir neşeli olduğunu fark edip sevinmişti. Uzun süre fazla sessiz ve içine kapanık takıldıktan sonra bir iki aydır biraz kendine gelmişti ve bunu fark ediyordu ama bugün daha bi renkliydi sanki. ''Hayrolsun inşaallah.'' deyip gülümsedi hafifçe.

''Hayırdır Hira, bugün pek bi neşelisin? Okuldan ve bizden kurtulduğun için mi?''

''Aşk olsun ya, o nasıl laf! Sizden ayrılacağım için üzülüyorum ben. Ama okul biteceği için de aşırı mutluyum.''

''Tabi üzülürsün, şimdi kim her gün sana çay ısmarlayacak?''

''Kargoyla yollarsın artık çayımızı.''

''Tabi tabiii!''

Yüzlerindeki gülümsemeyi silmeden evvel geldiğinden beri hiç konuşmayan Merve'ye baktı İlyas. Son iki aydır eskisine göre daha sessiz ve daha mesafeliydi Merve, farkındaydı. Fakat ne kötü bir şey düşünmüş, ne alınmış, ne de sorun etmişti. Çünkü en başta bu okula geldiğinde de zaten daha mesafeli biriydi erkeklere karşı o. Rahatladığını fark edip kendine bir toparlanma uyarısı yapmış olmalıydı. Bunu anlayışla karşılıyordu İlyas. Ve haklıydı da, doğru düşünüyordu. Merve o pasta olayından bir kaç gün sonra okuduğu bir kaç paragraf ve dinlediği bir sohbet üzerine biraz gevşediğini fark etmişti. Herkese değil, İlyas'a karşıydı gevşeyişi ama kime olduğu fark etmezdi ki zaten. İlyas da babasının oğlu değildi sonuçta. Dikkat etmeliydi ve dikkat ettiği döneme dönmek istemiş, başarmıştı elinden geldiğince. Çünkü kendine hatırlattı, taviz tavizi doğururdu! Zaten lisenin başında yaşayıp okul değiştirdiği o olay, gönül olayı da taviz vere vere başına dert olmamış mıydı? Taviz vermek ilmeğin ucunu kaçırmak demekti. Bir kere kaçtı mı sökülüp dururdu örülenler, emekler boşa giderdi. Haydi ör baştan!

''Mervenur hanım, siz nasılsınız?''

İlyas'ın kendisine laf atmasıyla bakışlarını bir anlık ona değdirdi genç kız. Dün akşam her ne olduysa onun bir suçu olmadığını tahmin ediyordu ama yine de ona kızmaktan kendini alamıyordu. Bunun sesine yansıdığı şekilde, biraz sertçe cevapladı onu.

''Elhamdülillah iyiyim.''

Bu mesafenin de mesafesi olan ses tonu üzerine bakışlarını Hira'ya çevirdi İlyas. Ne olduğunu sorarcasına kaşıyla gözüyle Merve'yi işaret etti. Merve çoktan önündeki soruya geri dönmüştü. Hira meseleyi açıklığa kavuşturmak için araladı dudaklarını. Zaten kendisi de merak ediyordu.

''Sabah Selin ile karşılaştık, İlyas. Akşam Yeşim'in seni aradığını söyledi ama devamını anlatmasını istemedik. Sakıncası yoksa senden duymak isteriz çünkü Selin 'sizi de ilgilendiriyor' dedi.''

İlyas dertli bir şekilde iç çekip bardağın dibindeki son kalan çayı bir dikişte içti ve elindeki boşalan karton bardakla oynamaya başladı. O anlatırken Merve'nin bakışları da arada bir genç çocuğun yüzüne değiyordu, tepkilerini ölçercesine.

''Hiç sorma ya, hey Allah'ım! Tam uyuyordum, rüyamın en güzel yerindeydim, onlar yüzünden uyandım! Belki acil bir şey vardır diye açtım, açmaz olaydım. Yeşim'in kafa yerinde değildi herhalde, saçmaladı işte. Aslında bizimle ilgili bir şey yok. Ben Ebuzerler ile yakınım ya geçen seneden beri, aramız iyi epey, biliyorlar. Sen de kardeşisin, Mervenur da bizim üçgenimizin en değerli köşesi tabi.''

İlyas Hira'yı kast ederken ona doğru, Mervenur'dan bahsederken de ona doğru bakınca, söylenenlerden ötürü utanarak bakışlarını kaçırdı Merve. ''En değerli mi köşesi!? Yok canım, teveccühünüz.''

''Neyse işte... Anlaşılan Yeşim hâlâ Ebuzer'e yanık. 'Ne olur sanki bi şansımız olsa?' falan diye bizden yardım istercesine bir şeyler dedi. Ben de kısa kesip kapattım zaten. Ebuzer'e bir şey demedim, bilemedim desem mi demesem mi... Boşuna kafasını meşgul etmek istemedim açıkçası. Çocuk zaten artık üniversitede, başka şehirde. Rahat rahat takılsın.''

''Hımm... İyi yapmışsın abime söylememekle. Söylemeyelim. Yeşimden her ne kadar pek hoşlanmasa da kendine karşı duyguları olduğu için ve ona karşılık vermediği için kendini onun üzülmesinden ötürü suçlu gibi hissediyordu bir ara zaten. Yine uğraşmasın bu meseleyle.''

''Bence de.'' deyip başını salladı Merve. ''Ebuzer fazla merhametli biri. Kendinden çok başkalarını düşünüyor. Sonra başına iş alır, Allah korusun.''

Konu netliğe kavuşmuş, on dakika sonra İlyas içeriye geçmiş, kızlar da bir kaç dakika sonra peşine gitmişlerdi. Sıralarına oturdular. Sınıfın çoğu bugünkü denemeye girmiyordu. Akşamki yemeğe katılanların yüzde doksanı zaten uyuyordu, kalkmamışlardı bile. Katılan tek tük kişi de kendilerini denemek ve sınav ortamına alışmak için hiçbir fırsatı kaçırmayanlardandı.

Saatler birbirini kovaladıktan sonra boyunları ağrımış bir şekilde son verdiler sınava. Önce Merve çıktı, kodlama yaptığı kağıdı masaya bırakıp bahçeye geçti ve sabahki yere oturdu. Peşine Hira çıkmış, kantinden iki çay ve bir bisküvi alıp geçmişti arkadaşının yanına. Biraz sohbet ettikten, sınav hakkında konuştuktan sonra boşalan karton bardakları çöpe attılar ve sınıftan çantalarını alıp yemekhaneye geçtiler. Öğle yemeğini yiyip biraz yürüyüş yaptıktan sonra yurda gittiler.

İki arkadaş da duş aldıktan sonra birbirlerinin saçlarını ördüler. Merve'nin saçını iki örgü yapmışlardı. Hira ise Merve'ye saçlarını bir sürü minik minik ördürmüştü çünkü akşam saçları kıvırcık olsun istiyordu. Çok çok ve ince ince ördükleri için uzun sürmüştü Hira'nın saçlarını yapmak. Bu sırada sohbet edip gülüşmüşlerdi. Sonunda bu işlem de bitince ortalığı toparlayıp yeniden ders çalıştılar.

Hira, telefonunun zil sesini duyunca kalemini bırakıp kalktı ve çalışırken dikkati dağılmasın diye görmemek için yatağının üzerinde bıraktığı telefonu aldı eline. Zahid arıyordu. Tebessüm edip cevapladı aramayı.

''Selamünaleyküm!''

Zahid'in sesi her zamanki gibi enerjikti.

''Aleykümselam Zahid.''

''Ne yapıyorsun bakayım?''

Bu sorunun, ders çalışıyor musun manasına geldiğini biliyordu genç kız. Çünkü bu konuyu konuştuklarından beri ara ara mesaj atıp, bazen de arayıp ders çalışmasını kontrol ediyor, halini harını soruyor, netlerini öğreniyordu Zahid, Hira'nın.

''Ders çalışıyorduk biriciğimle.''

''Aferin aferin kızıma! Selam söyle Merve'ye. Allah zihin açıklığı versin.''

''Amin, çok sağ ol! Söylerim. Sen ne yapıyorsun?''

''Ben şimdi eve varmak üzereyim, dükkandan çıktım, mahallede yürüyorum.''

''Ciddi misin? Ne zaman geldin?''

''Bugün.''

''Neden haber vermedin geleceğini?''

''Sürpriz yapayım dedim.''

''Gelecek misin akşam sen de?''

''Bu ne saçma bir sorudur böyle Allah aşkına Hira ya! Zaten akşam geleyim diye geldim ya kızım! Senin netler yükseldi ama IQ düştü mü ne? Bu nasıl ilişkidir böyle?''

''Yaa, gerçekten mi? Çok mutlu oldum.'' deyip arkadaşının diğer dediklerine aldırmadı genç kız. Zahid'in tarzına alışmıştı artık.

''İyi hadi kapatıyorum ben, aldım alacağım bilgiyi, verdim vereceğim bilgiyi. Akşam görüşürüz inşallah. Allah'a emanet ol.''

''Sen de...''

Telefonu yeniden yatağın üzerine bıraktı genç kız. Konuştuklarında böyle kısa konuşurlardı hatta bu kez uzun bile olmuştu. Selamı Merve'ye iletip Zahid'in geldiği haberini verdi mutlulukla. Ebuzer bir, Zahid ikiydi şu hayatta! Bir süredir girdiği triplerden birine girdi yine.

''Uf ya keşke Zahidle süt kardeş olsaydık! Rahat olmak istiyorum onun yanında da. Ebuzer abimden farkı yok keratanın.''

Merve önce güldü, sonra da ciddileşti. ''Eh, farkı var ki öz abin değil, süt kardeşin de değil, namahremin.''

''Ben de ona üzülüyorum ya zaten!''

''E çok istiyorsan evlenin Hira, mahremin olur kısa yoldan. Hem baya iyi anlaşıyorsunuz bence, sıkıntı olmaz.''

Hira şaşkınlıkla belertti gözlerini, Merve'ye baktı. Arkadaşının haberi olmadığı için kalbindeki Mahir'den, böyle rahat başkalarıyla yan yana koyuyordu onu işte. Zaten bir yanı söylemediği için kötü hissediyordu, sanki güvenmediğinden söylememiş gibi anlarlardı öğrenirlerse. Ve üzücü olurdu bu. Oysa alakası yoktu.

''Saçmalama Merve!''

''Ne var ya, yalan mı? Neden olmasın ki?''

''Olmaz, olması da imkansız!''

Merve imalı imalı ''Büyük konuşma.'' deyip güldü. Haberi olsa arkadaşının gönlündeki Mahir'den, hiç eder miydi bu sözleri? Ama yoktu işte.

Üstelemedi Hira, yoksa konu derinleşir, her şey su üstüne çıkardı belki de. Ve bugün, bunu için hiç uygun bir gün değildi.

''Ben sıkıldım, bugünlük yeter bu kadar.'' deyip kapattı önündeki kitabı genç kız. Hira da ona eşlik etti memnuniyetle. Merve, annesini aramak için telefonunu alıp yatağına oturdu ve sohbete daldı. Hira ise düşüncelerine gömülmüştü şimdi.

Kalbinde Mahir varken bir başkasını yanına yakıştırmaya kalkmaları dokunmuştu çok. En kısa zamanda bu durumu en yakın arkadaşlarıyla paylaşmalıydı. Merve ve Nihal ile. Ama Nihal'den çekiniyordu. Hele de kız arda bir görümce muhabbeti yapıp kim olduğu belirsiz gelinleri hakkında konuşunca, gülüyorlardı birlikte. Şimdi kalkıp ''Ben abini seviyorum.'' demek akıl kârı olmayacaktı.

Mahir, ah Mahir! Gelmişti yine aklına! Oysa bir süredir elinden geldiğince başarılıydı ondan kaçmakta. Hatta işler tersine dönmüş gibiydi. Mahir, genç kızla konuşma girişiminde bulunmuştu bir iki kez rastladıklarında. Ve her seferinde bir bahaneyle ortamdan da konuşmadan da sıyrılıp kaçmıştı Hira, ondan. İstediğini veriyor, uzak duruyor, yabancı oluyordu ona işte. Kendince oynuyordu oyununu. Zaten o bir iki rastlaşmanın dışında hiç bilinçli şekilde onun olduğunu bildiği yerlere gitmiyordu genç kız. En son bir ay önce görmüştü onu. Burnunda tütse de nefsini bastırmaya çalışıyordu her seferinde. Bazen eski fotoğraflarına bakmaktan alamıyordu kendini ama ne yapsın, insan dediğin dört dörtlük olamıyordu işte...

Yeniden telefonu çalınca yeniden yatağına doğru yol aldı kız. Bu kez kendisi de çıktı ve uzandı yatağına. Abisinden gelen aramayı cevapladı.

''Selamünaleyküm.''

''Aleykümselam abilerin en yakışıklısı.''

''Hayırdır, bu ne neşe Hira? Çok mutlusun sanırım okuldan kurtulduğuna.''

''Tabiki mutluyum! Artık üniversiteli olacağım nasipse.''

''İnşallah güzelim!''

''Eee napıyorsunuz?''

''Oturuyoruz, Hâris bey ile oynuyoruz. Zahid abisi geldi şimdi, çok mutlu. Keyfine diyecek yok! Tabi birazdan Zahid, Sevde'yi görmeye gitmek için ayrılınca da üzüntüsüne diyecek olmayacak, o ayrı... Sen ne yapıyorsun?''

Genç kız sabahtan beri yaptıklarını kısaca özet geçtikten sonra şimdi de uzandığını söyleyip noktaladı bu cevabı.

''Hazırlanmayacaksın herhalde akşam için?''

''Daha erken abi.''

''Ne bileyim, siz kızlar kaç saate anca hazırlanan varlıklar olduğunuz için...''

''Ben o kızlardan değilim abiciğim, bilmiyor musun? Ama bazıları demin koridorda boy gösterisi yapıyordu mesela. Şimdiden hazırlanıp kuaföre gidenler falan var.''

''Neyse ki kardeşim onlardan değil.''

''Şanslı çocuk seni!''

Biraz daha konuşup gülüştükten sonra veda edip kapattılar telefonu. Merveyle karşılıklı sohbet ettiler yine. Abdest alıp namaz kılmak üzere mescide çıktılar. Dua edip Kur'an okudular, mescidde huzurla oturdular bir süre. Hira, Kur'an mealini alıp rastgele bir sayfa açtı ve parmağının ucuna gelen ilk ayeti okudu.

''Dinlerine uymadıkça yahudi ve hristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. (Bakara/120)''

Ayet üzerine düşündü genç kız bir süre. Gerçekten öyleydi, kimse kimseden normalde de hoşnut olmuyordu, onlara uymadıkça. İnsanlar birbirlerini iyilikleriyle, güzellikleriyle kabul etse; dilinden ve dininden, ırkından ötürü ayrım yapmadan kardeşçe ve özgürce geçinse ne olurdu... Ama yok, olmuyordu. Acıydı ama gerçekti. Ve genç kız için de dini, inancı en başta geliyordu. Kimse için vazgeçmezdi...

Yeniden rastgele bir sayfa açıp parmağının ucuna gelen ayeti okudu.

''Şu insanlar ileride kendilerini bekleyen zor günü bir yana bırakarak geçici dünyayı seviyorlar... (İnsan: 27)''

Genç kızın gözleri doldu. Ahiret gününü, hesap gününü, kabirlerden dirilecekleri günü, mahşeri düşündü. Bir tarafa o gün için elinde olanları koydu, bir tarafa boşa geçen zamanlarını ve günahlarını. Bir damla yaş süzüldü gözlerinden. Acizdi... Allah'ın affına sığındı. O'nuna affı olmasa hali kim bilir niceydi... Çünkü unutuyorlardı hep. Sık sık hatırlamaları gerekiyordu o günü, ölümü. Ama yok, bu dünyanın geçici hevesleri nasıl da işgal ediyordu kalplerini...

Üçüncüye bir ayet çekti genç kız.

''De ki: ''Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.'' (FURKÂN suresi 77. ayet)''

Dua... Farkındaydı duanın ehemmiyetinin, olabildiğince. Onu güçlü kılan, yorgun kalbini huzura erdiren şeydi dua. Onu Yaratan ile sohbet etmek, dertleşmek, O'ndan istemek, O'na yönelmek... Dualarına icabet alınca mutlulukla ağlaması hele...Geçenlerde karnı öylesine ağrıyordu ki, tuvaletten çıkamamıştı kaç saat. Sonra yatağına kıvrılmış, gözyaşları içinde ağlamış, dua etmişti. Rabbi işitmişti o duayı, vermişti istenen şifayı. Karnındaki ağrının dindiğini hissedince mutluluktan ağlamıştı bu kez. Böylesi çabuk bir icabete layık mıyım diye düşünmüştü. Her ne olursa olsun Allah'ın onu duyduğunu, önemsediğini, onunla ilgilendiğini biliyordu işte. Oysa kendisi ne kadar hayırlı bir kul olabiliyordu bilmiyordu. Hem pişmanlıkla, hem sevinçle, hem aşkla ağlamıştı.

''Hadi biz de hazırlanalım artık Hira.''

''Tamam gülüm.'' deyip elindeki meali dolabın üst rafına bıraktı ve ıslak yanaklarını sildi. Merve, tebessüm etmişti arkadaşına, yaşlı gözlerini görünce. Sarılmıştı sıkıca. Hep böyle yapıyorlardı. Biri ağlayınca diğeri sarılıyordu. Sorgulamıyorlardı her ayrıntıyı, varlıları yetiyordu bazen, konuşmaktansa.


  🍂


Hira, üzerindeki beyaz elbisenin düzgün durduğuna aynada bakıp son kez emin olduktan sonra etrafında bir tur döndü ve gülümseyerek Merve'ye baktı.

''Nasıl olmuş?''

''Kuğu gibi!'' deyip dişlerini göstererek güldü Merve. ''Yahut beyaz bir güvercin. Yok yok, melek!''

İki arkadaş birbirlerine sarılıp biraz şımardıktan sonra Hira hızlıca odasına girdi ve telefonunu masanın üzerinden alıp yeniden koridora çıktı. Merve'nin elini yakalayıp aynanın önünde durdu, aynadaki yansımalarını çekti. Çektiği fotoğraflara bakınca istediği gibi olmadığını anlamıştı.

''Yok, olmadı bunlar. Neyse, hadi bahçeye çıkalım da dışarıda fotoğraf çekilelim. Daha güzel olur.''

Merve başını sallayıp tamam dedikten sonra iki arkadaş kol kola yurdun kapısına doğru yürümeye başladılar.

Hira, beyaza yakın bir tonu olan krem renginde, yarım kollu, sade, etekleri bileklerinden biraz yukarıda olan şık bir elbise giymişti. Ayağında da beyaz ayakkabıları vardı. Böylesine sade ve dümdüz bir elbise giymesine rağmen çok şık olmuştu. Merve aşık olmuştu elbiseye de, arkadaşının üzerindeki duruşuna da. Akşam yurda döndüklerinde Merve de deneyecekti bu elbiseyi, sırf eğlencesine. Öyle anlaşmışlardı. Merve ise yeşil, kollarında ince bir dantel detayı olan, pileli bir ferace giyiyordu. Feracesi sade bir elbiseyi andırıyordu. Siyak ayakkabı giymiş, siyah da bir eşarp takmıştı. Hira da Merve'yi çok beğenmişti. Feracesini denemiş, ileride nasipse tesettüre girdiğinde aynısından almayı planlamıştı.

Bahçenin yeşil köşesine geçip önce bir kaç poz birbirlerini çektiler. İkisi de teyzelerine göndermişti fotoğraflarını. Teyzeleri istemişti fotoğraf, gelemeyecekleri için. Sonrasında birlikte öz çekim yapmışlardı ama boydan fotoğrafları yoktu ve asıl istedikleri buydu. Hira, etrafa bakındı hızlıca. Çeşit çeşit renkler, boy boy elbiseler giymiş olan bir çok öğrenci de kendileri gibi hatıra fotoğraf çekiyorlardı. Bakışları etrafta tanıdık ve samimi bir yüz aradı. Berkay'ı görünce aradığını bulmuşçasına sevindi ve gülümsedi. Yeşim'i, Selin'i yahut diğer arasının iyi olmadığı kızları çağıracağına onu yeğlerdi.

Siyah bir takım elbise giymiş, bir de benekli papyon takmıştı Berkay. Elinde telefon, bir yandan konuşuyor bir yandan da Hiraların olduğu tarafa doğru yürüyordu.

Hira kolunu kaldırıp el salladı arkadaşına, kendisini fark etmesi için. Başarmıştı, Berkay ile göz göze gelmişlerdi. Eliyle gelmesini işaret ettiğinde Berkay da tamam dercesine başını sallamış, telefonda konuştuğu kişiye bir şeyler söyleyip telefonu cebine atmıştı. Kızların yanına vardığında selam verdi ilkin. Selamını alan arkadaşlarına ''Heyecan var mı?'' deyip tebessüm etti.

''Evet, biraz.''

Cevap veren Hira'ydı. Başını salladı Berkay. Tam kendisini neden çağırdıklarını soracakken yeniden telefonu çaldı. ''Af edersiniz.'' deyip gelen aramayı cevapladı. Kızların yanından bir kaç adım uzaklaşıp annesiyle konuştu. Bu sırada Hira ve Merve de aralarında sohbet ediyorlardı. Berkay'ın konuşmasının bitmesine kalmadan İlyas gelmişti yanlarına. Biraz öteden yanlarına doğru yürüyen İlyas'ı fark edince tebessüm etti iki kız da.

''Ooo, takım elbiseyle resmen başka biri olmuş bu.'' diye güldü Hira.

İlyas, yerdeki bakışlarını kaldırıp karşısındaki kızlarla bir an göz göze gelince tebessüm etti. Yeniden bakışlarını indirip yürüdü yanlarına. Lacivert bir takım giymiş, kravat takmıştı. Saçlarını özenle düzeltmişti. Profilindeki resim çizerken giydiği otantik kıyafetler ve şapka ile çekildiği sanatkar görünüşlü fotoğrafı ile şu anki takım elbiseli hali arasında büyük bir fark vardı. İki ayrı İlyas gibiydi. Birinde iş adamı görünüşlü, diğerinde salaş ama derli toplu bir tarz.

''Selamünaleyküm.''

İlyas'ın selamını aldı iki genç kız da.

''Nasılsınız hanımlar?''

''İyiyiz çok şükür İlyas bey. Sen nasılsın?''

''Ben de iyiyim.''

Berkay da telefon görüşmesini bitirip yanlarına geldi bu esnada. İlyas'ı görünce omzuna vurdu sertçe. ''Sonunda takabildin mi kravatı ulan?!''

İlyas gülerek başını salladı Berkay'a. ''Olcay hoca sağ olsun, yardımcı oldu. Tabi bi ara kravatla beni boğmaya da kalkışmadı değil.''

''Bi kravatı takamadın yani! Beceriksiz! Olcay hoca haklıymış, kravat takmayı da beceremiyorsan bırak boğsun seni adam.''

''Hayatımda kravat mı taktım oğlum ben?! Ablamın düğününde bile takmamıştım. Hep senin işin bunlar.''

''Olsun, fena mı oldu?! Bak, ne güzel oldun. Teşekkür et bana teşekkür!''

''Anacığım beğenirse ederim teşekkürünü.''

''İyi.''

İlyas ve Berkay'ın kendilerini unutup aralarında didişmelerine tebessüm ederek şahit oldu iki kız. Onların bu komik hallerini özleyeceklerini geçirmişlerdi aynı anda içlerinden, habersizce.

Berkay, Hira'ya döndü. Buraya geliş nedenini artık sorabilirdi. ''Hira, sen beni neden çağırmıştın?''

''Fotoğrafımızı çekmen için.''

''Hee, tamamdır. Ver bakayım telefonunu.''

''Merveninki daha güzel çekiyor, onu al.''

Merve, elindeki telefonu uzattı arkadaşına. Berkay kamerayı açarken Hira ve Merve yan yana gelip birbirlerine yaklaştı ve bir kaç değişik poz verdiler. İlyas da telefonun ekranına bakıyordu. Berkay'ın kamera açısını beğenmemişti. Arkadaşının ellerine uzanıp telefonu başka açıdan tutmasını sağladı.

''Oğlum şöyle tut, hah bak, ne güzel oldu. Her şeyin bi yolu yöntemi var.''

Berkay, İlyas'a kötü bakışlar atıp kendilerine gülen kızların fotoğrafını çekmek için yuvarlak yere bastı. ''Aman, ressam bey fotoğrafçılığımıza bile karışır olmuş! Sanatkar ruhunu kendine sakla. Ben böyle çekiyorum belki!''

''Ama o yandaki direği kareye aldığında estetiklik sıfıra iniyor Berkaycığım. Benim yaptığım gibi açıyı ayarlarsan direk mirek olmaz, yer gök orantılı olur, fotoğraf daha hoş olur. Anladın?''

''Hıhı, anladım anladım! Sen çok konuşma da sen de geç şuraya, üçünüzü birlikte de çekeyim. Bermudanızın mezuniyet hatırası olsun.''

İlyas bu fikri sevmişti, onlarla bir hatıra fotoğrafı olsun isterdi çünkü lise hayatına tad katan bir kaç kişinin başında geliyorlardı. O etkinlikler, projeler, birbirlerine yardım ettikleri ödevler ve sorular; çay içmeleri, sohbet etmeler, didişmeleri; hepsi ayrı anlamlıydı onun için. Ulan örgü örmeyi bile öğrenmişti be, daha ne olsundu! Yine de kızlara doğru baktı, onların isteyip istemediğini öğrenmek adına. Hira eliyle işaret edip ''Aynen, gelsene.'' derken Merve yalnızca bakışlarıyla bir sorun olmadığını belirtmişti. İlyas, zaten düzgün olan kravatını düzeltip kızların yanına vardı.

''Düzgün mü?'' deyip onlara kısa birer bakış attığında ikisi de yavaşça başlarını sallamıştı. İlyas da cevaptan tatmin olmuş, ''İyi iyi.'' diye başını sallamıştı. Hira'nın yanında durduğu için yine orada verdi pozunu. Kızlar tatlı birer tebessüm ederken İlyas da ellerini önde birleştirip gülümsemişti. Bir iki pozdan sonra Hira bir adım öne çıkıp ayrıldı yerinden.

''Ortaya geç sen şimdi.'' deyip İlyas ile yer değiştirdi. Aralarında gerekli mesafe bırakıp İlyas ortalarında, kızlar iki yanında çekilmişlerdi bir iki kare.

''Tamamdır abicim, yeter bu kadar. Dur bir de selfie çekeyim, Berkay diye bir arkadaşımız vardı der hatırlarsınız bakınca.''

Berkay, dediğini gibi yapıp ön kameraya çevirdi ekranı ve dokundu yuvarlağa. İşte, olmuştu.

''Benden bu kadar gençler. Şimdi gidip bizimkilerle de fotoğraf çekileceğim. Görüşürüz sonra.''

''Teşekkür ederiz Berkay.''

''Teşekkürler Berkay.''

İki kız peş peşe teşekkür ettiler arkadaşlarına. Ardından Hira, İlyas'a döndü. ''Sana da teşekkürler, kamera açıların için!''

''Rica ederim efendim.'' dedikten sonra uzaklaşmaya başlayan arkadaşının arkasından seslendi İlyas. ''Ben de geliyorum Berkay, beklesene oğlum!''

''Yolu biliyorsun abicim!''

İlyas ahlanarak arkadaşının arkasından baktıktan sonra kızlara döndü. ''Sonra görüşürüz. Ben de gideyim, beylerle fotoğraf çekilecektik.''

''Görüşürüz İlyas.''

''Görüşürüz...''

İki genç de gittikten sonra boş bir banka oturup çekilen fotoğraflara baktılar iki arkadaş. Bir kaçında konuşurken yakalanmışlardı, komik çıkmışlardı. Bazıları gerçekten tam istedikleri gibiydi, çok beğenmişlerdi. Merve'den Hira'ya da attılar hemen fotoğrafları. Hira, Merveyle çekildiklerinden birini profiline koymuştu hemen, dayanamayarak.

Biraz oturdular bahçede. Yarım saat kadar sonra yanlarına oda arkadaşları olan onuncu sınıflardaki kız gelmişti. Kız onları görünce gözlerini belerterek baktı ikisine de.

''Yaaa ama siz çok güzel olmuşsunuz!''

Merve de Hira da teşekkür edip sarıldılar hem kardeş hem arkadaş gibi gördükleri kıza.

''Çok şanslıyım sizinle oda arkadaşı olduğum için! İzinizdeyim güzeller. Yanınıza gelene kadar otuz kişi gördüm, hepsinin yüzü badana boya, elbiseler desen o biçim. Ama siz hem sade hem güzel olmayı başarıyorsunuz ya ne diyeyim ben size!''

''Abartma gülüm!'' deyip gülüştüler aralarında. Biraz sohbet ettikten sonra kız yanlarından ayrılıp yemek yemeye gitmişti. Hava kararmıştı artık, neredeyse akşamın karanlığı boyayacaktı her yanı.

''Hira, ben lavaboya gideceğim. Tabi sonra abdest almam gerek. Yani başımı falan da yeniden yapacağım. Yurda giderim o yüzden. Gelecek misin? Burada bekleyedebilirsin.''

''Sen git Merve, ben bahçedeyim.''

''Tamam.''

Merve yurda doğru yürürken Hira biraz dolanmak üzere bahçede yürümeye başladı. Yanına alt dönemlerden bir kız gelince anlam veremeyip kıza baktı. Daha evvel konuşmuşlukları yoktu, tanımıyordu kızı.

''Arka kapının orada seni bekliyorlarmış arkadaşların. Çok önemliymiş.''

Kaşlarını çattı genç kız.

''Kim?''

''Ben de tanımıyorum ama büyüklerdi, bir kaç kişi vardı. Sınıf arkadaşların herhalde.''

''Tamam, teşekkür ederim.'' dedi kıza. Kız başını sallayıp gitti. Hira, anlam verememişti buna. Kim neden yanına çağırtsındı ki onu? Hem, misafirler de yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Yoksa abisi, Nihal ve Zahid gelmiş, sürpriz yapmak için yanına mı çağırtmışlardı biriyle? Olabilirdi. Zahid'den böyle fikirler çıkabilirdi. İş Hira'yı uğraştırmak olsun...

Adımlarını arka tarafa yöneltti. Bahçeye kurulan ses düzeneklerinden yayılan sakin müzikten gittikçe uzaklaşıyordu. Okulun bahçesinden çıkıp etrafından yürüdü. Köşeyi dönüp kapıya doğru yaklaşırken kaldırdı başını. Yanılmıştı, abisi falan yoktu. Yeşimin de dahil olduğu üç kişilik bir grup vardı karşısında. Yeşim, Selin ve sınıflarındaki bir başka çocuk. Bu çocuk da hep gıcıklık yapıp laf sokma derdindeydi kendisine, birbirlerini sevmiyorlardı, karşılıklı bir sevgisizlikleri vardı hepsiyle. Kaşlarını çatmıştı çoktan. Yanlarına yaklaştı ciddi bir şekilde. Biraz ötelerinde durdu.

''Ayağınıza çağırıyorsunuz bir de... Hayırdır?!''

Erkek olan elinde tutuğu siyah kalın poşeti Hira'ya uzattı, almasını istercesine. Genç kız ilkin ne olduğunu anlamasa da çocuk gözleriyle poşeti işaret edip almasını isteyince parmaklarını uzatıp tuttu poşetin iki sapından.

''Sana bir barış hediyesi. Biri senin, şu üçü de bizim. Bu akşam bizimle takılıp hediyeni keyifle kullanmaya başlayabilirsin.''

Hira umarsızca üç arkadaşının da yüzüne baktıktan sonra elindeki poşetin iki sapını birbirinden uzaklaştırıp içine baktı. Yanındaki sokak lambasının ışığı kolaylaştırıyordu görmesini. Üç şişe vardı, bir kaç da bardak. İçki şişesi! Alayla gülüp poşetin iki sapını yeniden birbirine kavuşturdu ve havaya kaldırıp aralarında salladı.

''Benimle dalga mı geçiyorsunuz siz?!''

Yeşim, topuzundan kaçan bir tutam saçı kulağının arkasına atıp kollarını göğsüne birbirine kavuşturdu. Kolsuz bir elbise giydiği için sırtı da, boyunları da, omuzları da açıktaydı. Boynunda bir kolye parlıyordu. Hafifçe esen rüzgar, dizlerinden bir buçuk karış yukarıda biten elbisesinin eteklerini uçuruyordu.

Hira, üşüdüğünü hissetti. Vücudundan bir ürperme geçmişti. Kendi elbisesi neredeyse tamamen kapalı olduğu halde üşürken, Yeşim'in nasıl o elbiseyle bu serin havada durduğunu anlamıyordu. Hemen sonrasında belki de kendisine gelen ürpermenin nedeninin elindeki poşetten ve içindekilerden kaynaklı olduğunu düşündü. Yeşim konuşunca düşüncelerinden sıyrıldı ve ona odaklandı.

''Ne dalga geçmesi kızım ya...Biliyoruz, kimse seni sevmiyor. Benimle arkadaşken mutluydun, beraber takılıyorduk. Sonra tabi bir takım şeyler yaşadık, yalnız kaldın. Gereksiz atar yaptın. Abini sevdiğim için seninle takılmıyordum sadece, arkadaşımdın da. O Merve denen kızla da yalnız kalmamak için takıldığını biliyorum. Yoksa o kenar mahalle güzeliyle ne yapacaksın sen?''

Hira ''Saçmalamayı kes Yeşim!'' diye hiddetle cevap verdi. ''Merve benim en yakın arkadaşım! Ve ben seninleyken hiç olmadığım kadar mutluyum onunla! Hem, umrunda olan ben olsaydım, bunları bana yıllar önce söylerdin, bugün değil! Senin umrunda olan sadece kendinsin! Abimi bile sevmiyorsun sen, kendi hırslarına ulaşmak tek niyetin! Abimi elde edemedin, yediremedin kendine bunu tabi. Yaptığın her şeyin tek nedeni bu!Senin derdin aslında ne benim, ne abim! Kendinsin! Sen önce içinde bir vicdana sahip olmayı dene. O kenar mahalle güzeli dediğin Merve varya? Abimin sevebileceği kız işte o! Senin gibi biri değil...Giyinişinden ötürü demiyorum bunu, sakın yanlış anlama. Burasından ötürü diyorum.''

Son cümlesini söylerken işaret parmağını karşısındaki kızın kalbinin üzerine bastırdı.

Yeşim sinirlenmiş görünüyordu. Aynı zamanda gerçekleri duymak afallatmıştı kızı. ''Sen çok mu farklısın!?'' diye bağırdı. ''Biz yakın arkadaştık bir yıl. Farklı olsan benimle arkadaş olmazdın! Demek ki benziyorduk!''

''Ben en azından farklı olmayı denedim, deniyorum Yeşim! Ben eski Hira değilim!''

''Öylesin!''

''Değilim Yeşim!'' diye bağırdı genç kız. Eski yerinde kaldığını duymak en son istediği şeydi. Çünkü o iki yıldır değişmişti, değişmeyi denemiş, seçmişti. O eski Hira olduğunu kabul etmezdi, edemezdi. Kabusuydu bu...

Elindeki poşetin ağzını hızlıca bağladı ve havaya kaldırdı. ''Ama eski halimden hâlâ bazı parçalar taşıyorum tabi. Bak, mesela bu!'' Hira, havaya kaldırdığı poşeti hızlıca yere çaldı. İçindeki cam şişelerin ve bardakların kırılma sesi işitilmiş, aradaki sessizliği sertçe kesmişti. İntikam alır gibi yapmıştı bu hareketi. Onların çaldığı zamana karşılık, onların zaman harcayacakları şeyler.

''Hiii!!'' diye bir nida çıktı Selin'in dudakları arasından. Yeşim ve Hira sertçe birbirlerine bakarken erkek olan ise yerdeki poşete dikmişti gözlerini. Kaşlarını çatıp hiddetle bağırdı. Bir yandan da Hira'nın üzerine yürümüştü.

''Nasıl kırarsın lan onları!?''

Hira, ciddiyetini bozmadan baktı çocuğun gözlerine. Sesi oldukça net ve inatçıydı. ''İşte böyle de kırdım!'' deyip yerdeki poşeti işaret etti. ''Ne oldu, içkileriniz ziyan mı oldu? Ah, çok yazık! Belki üzgünsünüz ama siz yine de çöplerinizi yerde bırakmayın lütfen!''

Çocuk hışımla bir adım daha attı Hira'ya doğru. Omzunu itip ''Geri zekalı!'' diye bağırdıktan sonra hâlâ sapasağlam, sendelemeden karşısında duran kıza hıncını almak için elini kaldırdı. Hira ise kararlılıkla, korkmadan dikiliyordu karşılarında. Hiçbir halt yapamazdılar ona! Yalnızca sözdeydi onların adamlıkları.

"Hayırdır birader?!"

Çocuk bileğinden yakalanmıştı sıkıca. Hira'nın bakışları, kendine uzanamayan eli sertçe tutup aşağı indiren kişiye kaydı. Şaşırmıştı. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmadan evvel ortama yeni bir gerginlik eklenmiş, şaşkınlığı bir kenarı atıp endişeyle bakmıştı turuncu saçları önüne düşen çocuğa.

"Sen karışma lan!"

''Karıştım bile!''

Mahir, çocuğun bileğini sertçe bırakıp Hira'nın önüne doğru bir adım attı. Öfkeli bakışları karşısındaki çocuktan bir an olsun ayrılmıyordu.

''Utanmıyor musun lan bir kıza el kaldırmaya?!''

''Kaşınmasaydı!''

''Ben şimdi seni bir kaşırım var ya!''

Mahir'in öne atılması üzere Hira'nın kalbi korkuyla çarpmaya başlamıştı. Bir olay yaşamak, bugünü zehir etmek istemiyordu.

''Mahir! Bırak oğlum, değmez lan bunlarla bir olmaya!''

İlyas'ın sesi ortama yayılınca Hira'nın bakışları rahatlayarak yanlarına varmak üzere olan arkadaşına dokunmuştu. Mahir hâlâ öfkeyle çocuğa bakıyor, kendini zor tuttuğunu belli ediyordu. Elleri yumruk halini almıştı. İlyas yanlarına varınca elini Mahir'in omzuna koydu. ''Yürü, gidelim.''

Mahir bir kaç saniye daha kıpırdamadan dursa da sonrasında yavaşça başını salladı ve başını çevirip Hira'ya baktı. Gözleriyle yolu işaret etti. ''Hadi, gel.''

Genç kız, Mahir'in adımlarını takip etmeye başladı. İlyas ise "Çöpünüzü de alıp atın giderken, hadi abicim." dedikten sonra önden yürüyen iki arkadaşının ardından gitti.

Köşeyi dönüp biraz ilerledikten sonra kamelyaların oraya gelmişlerdi. Mahir, aniden durdurdu adımlarını. Bir adım arkasında yürüyen genç kıza döndü. Sesi öfkeliydi.

''Bunlar ne zamandır seninle uğraşıyor? Daha önce de bu tarz bir olay yaşandı mı? O çocuk seni incitecek bir şey yapmaya kalktı mı?''

Hira şaşkınlıkla bakıyordu karşısındaki gencin yüzüne. Bakışlarını kaçırıp üzerindeki şaşkınlığı attı ve biraz rahatlamaya çalıştı. Olanlar germişti kızı. Oysa ne kadar mutluydu sabahtan beri! Usulca cevapladı soruları.

''Kimse bir şey yapmadı. Benimle de bu şekilde uğraşmıyorlardı ayrıca. Bu ilk.''

''Ve son!'' diye net bir şekilde konuştu Mahir.

Yavaşça başını salladı Hira. ''Zaten okul bitti...''

''Doğru. Çok şükür.'' derken Mahir'in sesiden belliydi ki biraz daha rahatlamıştı.

''Sen...Sen neden buradasın?''

Biraz zorlansa da sormuştu sonunda genç kız. Merak ediyordu çünkü. Kendi mezuniyetine bile gitmeyen Mahir, şimdi mezuniyete gelmişti ha? Uzun zamandır konuşmuyorlardı, yabancı gibilerdi güya ama şimdi hallerini gören her şeye kaldığı yerden devam ettiklerini sanırdı, normaldi.

Genç kızın beklediği cevap az evvel kendilerine yetişip yanlarında duran İlyastan gelmişti.

''Ben çağırdım mezuniyetime. Arkadaşım sonuçta. Okulun da eski mezunu.''

Hira tam anladığını belirtircesine başını sallıyordu ki Mahir'in sesi duyuldu.

''Yoo, bir tek sen çağırdığın için burada değilim İlyas. Sen olmasan yine burada olurdum.''

İlyas kaşlarını kaldırıp cümlelerinin altındaki imayı fark ettirmeye çalışan Mahir'e baktı ve istemsizce güldü. ''Peki, öyle olsun. O zaman ben küstüm, gidiyorum.''

Bilerek böyle yapmıştı İlyas. Mahir'in burada olmasının bir diğer sebebi de Hira'ydı elbet. Ve anlaşılan konuşacak şeyleri vardı. Tam olarak olayı çakmasa da bu kadarını anlamış, onlara konuşmaları için fırsat vermek için gitmişti.

Mahir, İlyas'tan gözlerini ayırıp kısa bir anlığına Hira'ya değdirdi.

''Konuşabilir miyiz?''

''Ne konuşacağız?''

''Kaç aydır benden neden kaçtığını?''

''Yoo, kim demiş?!'' diye itiraz etti genç kız.

''Ben demişim! Hey Allah'ım...'' diye mırıldandı Mahir. Ardından daha sesli ve net bir şekilde devam etti. ''Her neyse...Başka konuşacaklarımız da var.''

Konuşmaları gerektiğini kabullendi genç kız. Daha fazla kaçmayacaktı. İşleri normal seyrine koymaları gerekiyordu. Ama bugün olmasındı bu konuşma. Üzülmek istemiyordu bugün. ''Bu akşam olması şart mı?''

''Valla ben aylardır konuşalım diye zaman gözlüyorum ama sen her seferinde başarılı bir şekilde işin içinden sıyrılıyorsun Hira. Bu kez ertelemesek mi?''

''Peki...''

''Şurada oturalım mı?''

''Tamam. Ama bizimkiler birazdan gelir.''

Çabuk konuşalım, kısa keselim demekti bu. Anladı genç çocuk.

''Tamam, sıkıntı yok.''

Kamelyalardan birinde oturdular karşılıklı. Hira, masanın üzerindeki elleriyle oynuyor, karşısındaki gencin lafa girmesini bekliyordu. Mahir ise nasıl lafa gireceğini bilemiyor, susuyordu. Onun da elleri masanın üzerindeydi ama stresli olduğu için parmaklarını masaya vuruyordu sürekli. Ritim tutmuş gibiydi. Sonunda derin bir nefes alıp konuştu.

''En son konuştuğumuzda, daha doğrusu sen konuştuğunda ve ben dinlediğimde; bana bir şey söyleme fırsatı bırakmadan gittin.''

Bir an durakladı ve nasıl devam edeceğini düşündü Mahir. Hira ise bu duraksamadan yararlanıp atıldı usulca araya.

''Bir şey söylemek isteyeceğini düşünmemiştim...''

''Seni suçlamak, okları sana çevirmek için demedim bunu Hira. Giriş yapmaya çalıştım sadece...''

Hira yavaşça başını salladı. Bir sürü örgü örüp çözünce tam istediği gibi kıvır kıvır olan saçlarından bir tutam önüne düştü. Saçını kulağının arkasına sokuşturup bakışlarını bir anlığına Mahir'e dokundurdu.

Mahir, her şeyi bir çırpıda söylemek için araladı dudaklarını.

''Bak Hira, çok önceden söylemem gereken şeyleri bugün söyleyeceğim. O gün seni başkasına sarılırken görünce çok---farklı hissettim. Hem kırgın, hem kızgın, hem kıskanç... Sandığının ve o söylediklerinin aksine, ben kendimi kolay kontrol edebilen biri değilim. İrademi son zerresine kadar kullanıyorum. Dışarıdan öyle basit görünebilir ama benim için de iradeli olmak kolay değil. En azından sana karşı değil. Ve tam da bu yüzden hiddetledim o gün. Ben senden kendimi uzak tutmak için ölesiye savaşırken bir başkası çok normal bir şekilde sarılabilmişti sana. Bunun benim için ne anlama geldiğini anlatabiliyor muyum, sanırım hayır? Her neyse... O çocuğun kim olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Belki arkadaşın, belki kuzenin, belki bir başkası; bilmiyordum ve önemli de değildi. Benim için önemli olan tek şey senin Ebuzer olmayan birine, abin olmayan, helalin olmayan birine sarılmış olmandı. Sebebi de umrumda değildi. O gün yazdım kafama, sileceğim seni diye. Unutacağım, çıkaracağım kalbimden. Gururlandım güya. Gurur benim neyimeyse... Ama olmadı. Ben seni affettim Hira. Ben seni cezalandırmadım, içimdeki duygulardan kaçmaya çalıştım. Onlardan kaçarken senden de kaçıyor hale geldim. Ama benim amacım seni cezalandırmak değildi. Ben vakitsizce birini sevdiğim için kendimi cezalandırıyordum. Ha şimdi sorsan sevmenin vakti mi olurmuş derim, o ayrı dava.''

Mahir, bir an duraklayıp derin bir nefes aldı. Başlamışken bitirmek için bekleme yapmadan devam etti. Karşısındaki kızın ne hale geldiğinden habersizdi. Dönüp yüzüne bakamıyordu çünkü utandığı için. Bunları söylemek zordu onun için.

''Sen hiçbir zaman benim için bir yabancı olmadın, olman da imkansız zaten...Hele değersiz, hiç olmadın. Benim için değerlisin, çok değerlisin Hira...''

Yutkundu genç çocuk. Oturduğu yerde hafifçe geri dönüp eliyle yurtların olduğu taraftaki girişi işaret etti.

''Sen bana şurada o cümleleri söylerken ben seni zaten affetmiştim Hira. Çok önceden affetmiştim. Senden vazgeçemeyeceğimi anlamıştım çünkü. Birinden vazgeçemeyeceğini anlayınca onu affetmekten başka şansın olmuyormuş. Çünkü onsuz yapamıyorken...Neyse..."

Cümlesini yarıda kesip elini ceketinin cebine götürdü. Cebinden çıkardığı katlanmış kağıdı karşısındaki kıza uzattı.

Hira, önüne doğru uzanan eli fark edince kaldırdı bakışlarını kendi ellerinden. Kendisine uzatılan kağıdı aldı parmaklarının arasına. Kalbi küt küt atıyordu. Duydukları, yaşadığı bu an hiç beklemediği şeylerdi. Yaşamayı hiç beklemediği şeyler...

''Bunu o zamanlarda yazmıştım. Sanırım her şeyin özeti gibi bir şey olmuş. Sana yazıldığı için sana vermek istiyorum ama mümkünse şimdi okuma...Olur mu? Ben gittikten sonra okursun.''

''Olur.'' deyip yavaşça başını salladı Hira. Utandığı için sesi biraz içine kaçmış gibiydi.

''Ve son olarak...Özür dilerim Hira. Seni üzdüğüm için, kırdığım için, gözyaşına sebep olduğum için. Bütün eşşekliklerim için...Umarım sen de beni affedebilirsin.''

Hira cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki susmak zorunda kaldı.

''Oo bizimkiler buradaymış! Selamünaleyküm gençler!''

Zahid'in sesini duyunca masanın üzerindeki elini hızlıca kucağına indirdi genç kız. Kağıdı görmesini ve sorgulamasını istemiyordu. Zahid yeterince meraklı bir tipti zaten. Ona şu an açıklama yapamayacak denli tutulmuştu kızın dili.

''Aleykümselam.'' dediler ikisi bir ağızdan. Zahid, masaya yaklaşıp Mahir'in yanına doğru geçti. Mahir ayağa kalkıp bir süredir okul nedeniyle görmediği arkadaşıyla sarıldı ve tokalaştı. Zahid, Mahir'in yanına oturup ''Nasılsınız?'' deyince az evvel konuşulanların verdiği içlerini titreten heyecan ve utançtan sıyrılmaya çalışarak cevapladılar arkadaşlarını. Ufak bir sohbete giriştiler. On dakika sonra Ebuzerler de gelmiş, hep birlikte bahçeye geçmişlerdi.

Merve'den ufak bir azar yemişti ortalardan kaybolduğu için. Haklıydı arkadaşı, bir şey diyememişti ama gönlünü almıştı hemen.

Ailesiyle ve arkadaşlarıyla fotoğraf çekildiler. Bir karede Mahir, Ebuzer, Zahid, Hira, İlyas, Merve ve Nihal vardı. Gençleri birlikte çekmek istemişti Kübra hanım. Sonra aralarına koşarak Hâris de girmişti. Mahir, Hâris'i kucaklayıp gülümsemişti kameraya.

''Beni kardeşimle yalnız da çekin bir tane.''

Ebuzer'in isteği üzerine yalnızca Hira ve Ebuzer kaldı kadrajda. Kardeşine hediye aldığı çiçeği de almıştı ellerine. Kübra hanım da artık kocaman olan yavrularının fotoğrafını çekerken duygulanmıştı. Gözleri dolmuştu. Biri üniversiteye başlamış, biri de başlayacaktı nasipse. Ah ah, daha dün Hâris kadarlardı oysa... Hâris de büyüyecekti ve zaman nasıl geçti anlamayacaklardı yine...

''Çekiyorum...Çeeek-tim!''


Tören bitmiş, diplomalarını almışlardı. Merve ve Hira, ailesini ve arkadaşlarını yolcu etmiş, yurda geçmişlerdi birlikte. Üzerlerini değiştirip rahat pijamalar giydiler ve namazlarını kılıp odalarına çekildiler. Merve yatağına uzanıp bugün çekildikleri fotoğraflara bakarken Hira da kendi yatağına çıkmıştı.

Bir ara koşarak yurda gelip hızlıca yastığının altına soktuğu kağıdı aldı ve sırtını duvara yaslayıp oturdu. Katlanmış kağıdı açıp el yazısına baktı. Mahir'in yazısını tanıyordu. Üstteki tarihe baktı, aylar öncesine aitti. Neredeyse bütün satırlar siyah bir pilot kalemle yazılmıştı ama sonradan eklendiği belli olan son paragraf mavi tükenmez kalem ile yazılmıştı. Daha fazla genel inceleme yapmayı bırakıp kalbi küt küt ata ata okumaya başladı satırları.


''...Sarılmak istersin, olmaz, olmayacaktır, yakar çünkü. Kızarsın kendine. Yanına varmak, gözlerine bakmak, gülümsemek istersin. Tüm bunlar ''Ben buradayım ve sen de buramdasın'' demektir. Sol yanımda... ''Yalnız değilsin ve sadece sahte ilişkilere de sahip değilsin. Tüm samimiyetimle seni seviyor, mutlu olmana mutlu olmak istiyorum.'' demektir.

Sevgili Hira,

Hani giden gelmezdi? Hani yollar geri getirmezdi? Öyleyse ne bu mektup böyle? Ne bu hisler? Ne bu ağlamak ve ağlayamamak?

''Ben yolcuyum, gönlüm yorgun.'' dedim. Erken olmuş. Sen dönmüşsün ama ben seni görmemek için sokak değiştirir olmuşum içimde. Sen dönmüşsün ama ben kabul etmemek, inanamamak için saklandığım köşemden çıkmaz olmuşum.

Yine her cümle, her his, her eşya, her şiir bir anının kollarına itiyor beni, senli. Anladım, kabul ettim ki dönmüşsün. Anlamak acıtıcı, acıdı, acıyor ama anladım Hira. Evet belki daha da acıyacak ama geri dönemem bu saatten sonra. Senden geri dönemem. Dönmeyeceğim de.

Eğer sen de benimleysen hâlâ, beklesek birbirimizi...Gözlerine rahatça bakabileceğim, sesini dilediğimce duyabileceğim, yanında gönlümce kalabileceğim zamana dek?...''


Nemlenmişti gözleri. Hiç silmedi, öylece kalsın istedi. Dudaklarına bir tebessüm konmuştu. Onca zaman kalbi başka atan yalnızca kendisi değildi... Oysa o, Mahir'in hep uzak olduğunu düşünmüştü kendisine. Hiç gelmeyeceğini düşünmüştü... Kendi düşündüğü ve Allah'ın verdiği bambaşkaymış oysa.

Şimdi bir cevap verecekti ona. Hem vuslatları hem de vuslatlar için gereken uzakları beraberinde getiren bir cevap.

Biraz ötesinde duran telefonuna uzanıp ekran kilidini açtı ve Mahir'e mesaj atmak üzere isminin üzerine dokundu.

''Bekleyelim...''


Loading...
0%