Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28 • Yorgun Ruh •

@sukunettekelimeler

Dünün izi kalmasın üzerinde

🍂


Genç kız ağır adımlarla kampüsün bahçesinde yürüyordu. Zihni bir çok düşünce ile baş etmeye çalışıyor, parmakları da asla boş duramazmış gibi omzuna asılı çantasının ipiyle oynuyordu. Boş bir masayı görünce oturmaya karar verdi. Çantasını masanın üzerine bırakıp derin bir nefes aldı, yarım saat evvel yağan yağmurun toprakta bıraktığı koku ciğerlerine doldu. Ve toprak düşünce zihnine, canı yandı. Çünkü sevdiklerini vermişti toprağa...

Defterini çıkartıp boş bir sayfaya hızlıca yazmaya başladı. Arapça yazdığı harfler yan yana sıralanıyordu. Sanki yazmayı bıraksa her şey içinde kalacaktı. Yazmayı bıraksa düşüp bayılacaktı, ona kendi içi ağır gelecekti.

''Yorgunum. Bir yandan ağrıyan bedenim var evet ama en çok açık durmaya mecbur gözlerim yorgun. Keşke kapansalar yavaştan ve bir daha açılmasalar. Bitse ömür denen sınavım. Bunu çok isterim şüphesiz lakin Rabbimin huzuruna çıkmaya layık değilim henüz. Ne zaman, nasıl olabilirim sanki? Alemler Sultanı dahi o harikalığına ve temizliğine rağmen gece gündüz ibadet etmiş. Ne olacak bizim halimiz?
Bir yandan bu satırları dahi yazarken ağrıyan elim, bedenim, diğer yandan yorgun ruhum ve kapanmayı bekleyen gözlerim.
Ne var ki hayatta? Hep aynı döngü. Hep! Herkesin dertleri, herkesin kendi haklılıkları, haksızlıkları... Hep bir hüzün. Hayatından memnun olmayan insanlar, sahip olduklarından şükürsüz kafalar. Mutluluğu bulamayan yürekler.
Uzaktan melodi sesleri geliyor, insanlar alkışlıyor. Peki hangisi gerçekten mutlu? Ruhlarımızı doyurursak gerçekten mutlu olabileceğiz. Kusur aramayıp olana kanaat getirirsek yaşamaya değer şeyler bulacağız. Ve mutlu olmak için mutlu etmenin en etkili yöntem olduğunu unutmayalım. Sonuçta--- "

Yanıbaşında duyduğu ses, kızın kaleminin ucunu defterden uzaklaştırmasına sebep olmuştu.

"Selamünaleyküm. Oturabilir miyim?"

Reyna, yumuşak bir sesle İngilizce olarak kendine yöneltilen soruyu duyunca başını kaldırdı. Kısacık kahverengi saçları, yeni tıraş olmuş sakalları, yuvarlak hatlara sahip çene yapısı ile orta boylu bir genç dikiliyordu masanın yanında. Bir an onun renkli hareleri ile karşılaşmıştı. Bir kaç saniyede çıkaramasa da kim olduğunu anlayacaktı elbet. Çünkü sureti kendisine pek yabancı gelmemişti.

"Aleykümselam. Tabi, buyrun." deyip merakını dizginlemeye çalıştı. Bu gencin kendini aşağılamaya çalışmayacağı duruşundan ve kibarca izin istemesinden belli olsa da biraz tedirgindi.

Delikanlı, Reyna'nın karşısına otururken "Nasılsınız?" demiş, bunun üzerine Reyna içine doğan ani ferahlık hissi ile birlikte heyecanlanarak cevap vermişti.

"Teşekkür ederim, iyiyim..."

Bu garip atmosfer karşısında bakışları etrafta dolanıyordu ikisinin de. Sonunda genç çocuk yeniden söze girdi. Çok fazla oyalanmadan burada olma sebebine gelmeliydi.

"Ben Ebuzer. Sizinle az evvel Kültür ve Antropoloji dersinde aynı sınıftaydık."

Reyna'nın etrafta dolanan bakışları ile Ebuzer'in etrafta dolanan bakışları bir anlığına birbirine dokundu. Genç kız yavaşça başını salladı. Hatırlamıştı. Demek ki aynı sınıfta oldukları için bu genç ona tanıdık gelmişti.

Bir dakika, bu ses... Tabi ya! Dersteki kaos esnasında kendisine destek çıkan gençlerden biri olmalıydı Ebuzer. Bu sesi o anlarda da duyduğuna yemin edebilirdi. Oldukça kötü hissettiği için başını kaldırıp kimin ne söylediğine bakmamıştı ama her şeyi duymuştu. İçinde bulunduğu o trajik anlar zihnine kazınmıştı. Sesler ve havada uçuşan cümleler de öyle. Bu sesi de anımsıyordu.

"Şey, evet, sanırım hatırladım. Ben de Reyna. Reyna Ghalib."

"Biliyorum." diye mırıldandı Ebuzer. Hemen sonrasında seslice devam etti. "Bu gibi tatsız olaylar ile karşılaştığın için çok üzgünüm. Iıım.-- Ben ne--"

Ebuzer bir an tıkanmıştı. İngilizce konuşuyordu çünkü kızla ortak dilleri buydu ama şimdi kendine lazım olan sözcüğü unutmuştu! Cümlesinin devamı gelemeyince kendi ana dilinde yani Türkçe bir şekilde "Hay Allah, kelime aklıma gelmiyor. Neydi o ya?" diye söylendi.

Reyna onun bu hâline gülecek gibi oldu fakat hafifçe tebessüm etmekle yetindi. "Türkçe konuşabilirsin. Uzun zamandır buradayım, anlıyorum çoğu şeyi. Zaten aldığımız ders de Türkçe, unuttun mu?"

Ebuzer, kızın Türkçe konuşması üzerine rahatlamıştı. Fakat son cümlesini işitince yeniden gerildi ve durum komiğine gitti. Sahi, derslerinin dili Türkçe iken ve kız bu dersi alıyorken nasıl olmuş da Türkçe'yi bilmediğini düşünmüştü ki! Ah akıl, bazen gidiyordu. İnsanlık haliydi işte, üzerinde durmadı. Her şeyi dert etmeye gerek yoktu hayatta. Sakince bir nefes aldı ve kolayca konuşmaya devam etti.

"Ne dersem diyeyim bir faydası olmayacağını biliyorum. Yaşananlar oldukça ağır ve kırıcı senin için. Üzüldüğünü tahmin edebiliyorum. Ama kendini sakın yalnız yahut dışlanmış hissetme. Emin ol ki sana öyle kendi kırıcı düşünceleri sebebiyle hoş olmayan laflar sarf edenler kadar seni anlayıp destekleyecek olan bir sürü arkadaşın da var burada. Ben ve arkadaşlarım da her zaman yanında oluruz. Bir problem olursa çekinmeden yanımıza gelebilir, bizimle paylaşabilirsin."

Reyna'nın yüreğine su serpilmişti. Ebuzer'in sözcükleri iyi gelmişti. Az evvelki derste sırf ırkından ötürü, doğduğu yerden ötürü, vatanındaki problemlerden ötürü yediği tüm lafların acısı hafiflemişti. Bazen böyle oluyordu işte. İnsan tam çok yorgun hissederken, karanlığa doğru düşerken birileri gelip elinden tutuveriyordu. Yahut yüreğinden. Allah'ın lütfuydu.

"Çok teşekkür ederim Ebuzer." dedi samimi bir şekilde. Samimiyeti kalbindendi, şımarıklık içeren bir tavırdan değil. Yalnızca sözcüklere işlenmiş bir ağırlık ile hissedilen türden.

"Teşekkür edecek bir şey yok. Nereli olduğu, kim olduğu hiç fark etmez; her daim haklı olanın destekçisiyiz. Hele de İslam çatısı altında hep birlikte bulunuyorsak."

Reyna, başını salladı yavaşça. Çok takdir etmişti bu gencin bu tavırlarını.

Ebuzer, dizlerinin üzerinde duran ellerini montunun cebine soktu. Üşümüştü parmakları.

"Ben gideyim. Dediğim gibi, yardım edebileceğimiz her konuda bizlerden çekinmeden yardım isteyebilirsin."

Ayağa kalkıp bacağını oturduğu yerin ardına attı ve masanın içinden çıktı. "Allah'a emanet ol."

"Tekrar çok teşekkürler. Allah'a emanet olun."

Ebuzer, başıyla selam verip kızın yanından uzaklaşmaya başladı. Sınıftaki bir grup insanın düşüncesizlik yapıp Reyna'nın üzerine gitmelerine ve onu üzmelerine içten içe çok kızmıştı. Kendi fikirlerini paylaşırken dahi (fikirlerine katılıp katılmamasından ziyade) onları ifade ettiği üslupları berbattı! İnsanların en büyük problemi kesinlikle üslubtu. Emindi Ebuzer.

Basketbol oynayan arkadaşlarının yanına vardığında selam verip direk oyuna giriverdi. Yakın arkadaşı olan gencin attığı pası tutup potaya yolladı. Basket.

Bir süre basket oynayıp içindeki tüm negatif enerjileri atmıştı. Oyun hareketli olduğu için üşümesi de geçmişti zamanla. Yorgunluktan bitap düştüklerinde omuz omuza verip yemekhaneye doğru yürümeye başladılar. Sıcak birer çorba içtikten sonra kendilerine gelip bir an evvel yurda gitmeleri gerekecekti. Yatağa girip kendiliklerinden uyanana dek uyumak istiyorlardı.

Planladıkları gibi yaptılar. Yemek yiyip yurda gitmek üzere dolmuş bindiler. Durakta indiklerinde Ebuzer'in telefonu çalmıştı. Kardeşinin aradığını gördü.

"Beyler müsaadenizle" deyip arkadaşlarına telefonu işaret etti.

"Yine kim arıyor len?"

"Hiç sorma abi ya! Adamın hayranı mı çok anlamadım gitti?! Durmadan biri arıyor."

"Ah bizim de böyle durmadan arayanlarımız olaydı!"

"Yok işte be gardaş! Garibanın yüzü güler mi!?"

"Doğru! Bendeki de laf!"

Ebuzer, arkadaşlarının kendisine takılıp gülüşmelerine aldırmadan aramayı yanıtladı ve arkadaşlarının bir iki adım gerisinden yürümeye başladı. Arkadaşları ise hâlâ gülüşmeye devam ediyordu. Ebuzer hem onlara hem telefona odaklanmakta zorluk çekiyordu. Onları şuan için takmamayı istese de elinde değildi.

"Oğlum bizi ancak Turkcell, Vodofone falan arasın zaten! Milletin arayanı bitmiyor. Hayır anlamadım, sevilmiyor muyuz ulan biz?"

"Hakkını yeme oğlum, yoklama vermeyi unuttuğun için her akşam Volkan hoca da arıyor seni."

"Hahaha!!"

"Hahaha! Bu iyiydi bak!"

"Ayrıca senin neyini kim sevsin oğlum? Sevilcek bi tarafın var da insanlar mı görmüyor?"

"Aşk olsun lan! Ders notu isterken hatırlatırım bunu size."

"Zaten yazın da sen gibi sevimsiz, okunmuyor ki doğru dürüst. Vermezsen verme yani çok da fark etmez."

"Öyle miii!?"

"Öyle."

Sonunda Hira "Abi, niye cevap vermiyorsun soruma?" deyince kendine geldi Ebuzer.

"Hı? Ayy, yanımda arkadaşlar makara yapıyorlar sağ olsunlar. Dikkatimi dağıttılar. Ne demiştin güzelim?"

"Makara değil makarna yapıyoruzz Ebuzeeerrr! Bol salçalı!"

Önden bir arkadaşı dönüp seslenince hepsi gülmüştü. Ebuzer kaşlarını çatıp "Ben şimdi seni makarna yapacağım abicim, göreceksin! Zaten suyun kaynamış senin." dediğinde yine hepsi gülüyordu.

Hira da işitmişti diyaloğu. Hafifçe gülüp bu ortamda abisiyle konuşmaya çalışmasının boşa kürek çekmek olduğunu düşündü.

"Abicim sen rahatça arkadaşını haşlayıp yiyebilirsin. Akşam sakin bir ortamda ara, o zaman konuşuruz. Hadi öpüyorum seni. Allah'a emanet ol."

Ebuzer de bunu mantıklı bulmuştu şayet bu gereksiz arkadaşları iki laf ettirmiyorlardı.
"Çok iyi olur kardeşim. Akşam ararım ben seni. Allah'a emanet ol."

Ebuzer, telefonu kapattıktan sonra makarna saçmalığını söyleyen arkadaşının boynuna kollarını dolayıp sırtına çıktı. Kendisinden epey iri yarı olan bu arkadaşı onu rahatlıkla taşıyabilirdi.

"Napıyorsun leen?!"

"Atçılık oynuyorum kardeşim." deyip pozisyonunu düzeltti Ebuzer. Düşmek istemiyordu.

Diğer bir arkadaşı "Hadi deh dıgıdık!" diye çocuğun omzuna bir şaplak indirdi.

"Ebuzer, in ulan sırtımdan. Göründüğün kadar hafif değilmişsin."

Ebuzer, "Sen de demek ki göründüğün kadar güçlü değilmişsin abicim." deyip bir süre daha durduktan sonra arkadaşının sırtından indi.

"Senin kocaman bir yüreğin olduğu için ona ağır geldin Ebuzercim. Şimdi bu arkadaşın yüzünden kendini sakın şişman falan hissetme."

Ebuzer gülümseyip "Eyvallah kardeşim." derken diğerleri de hemen girmişti araya.

"Ooo!"

"Bana hiç böyle iltifat edilmedi. Ben de istiyorum."

"Edilmediyi geç, ben bu herifin ağzından böyle güzel söz duymamıştım. Hayırdır? Ebuzerden bir şey mi isteyeceksin?"

"Ne alakası var oğlum ya? Arkadaşıma iltifat edemez miyim? Minnoş kalbi kırılmasın istedim."

"Bizim minnoş kalbimiz param parça olurken bir darbe de sen vuruyordun ama kardeşim!"

"Hadi ordan be! El insaf!"

Gençler yurda yürürken birbirleriyle didişmeye devam ediyordu. Ebuzer gülümseyip arkadaşlarına baktı. Seviyordu bu gençleri. Elhamdülillah Rabbi ona bu şehirde de gönlüne göre dostlar vermişti.

"Neyse neyse. Durun bakayım siz bir." deyip aralarından biri durdu ve kollarını iki yana açıp tüm arkadaşlarından durmalarını istedi. Makarna şakasını yapan çocuk yürümeye devam ederken "Oğlum dur dedik ya be! Gel buraya." deyip onu da kolundan tutup çekiştirdi.

"Niye durduk şimdi ya?" diye mızıldandı biri.

"Aynen ya."

"Hatıra bir fotoğraf çekeceğim de. Instagram'da paylaşıp altına da 'Ebuzer kadar sevilmedik, sevilmek istiyorsanız Ebuzer gibi olun' yazıcam. Hadi poz verin şimdi."

Hepsi gülmeye başlarken çocuk da bu doğal andan yararlanıp bir kaç kare yakaladı. Ekrandaki fotoğrafa beğeniyle baktı.

"Süper. Yürümeye devam edebilirsiniz."

"Ver ben de bakayım, nasıl çıkmış."

"Gruba atarım bakarsın."

"Ya ver bakayım işte."

"Sonra siliyorsun fotoğrafları oğlum. Beğenmiyorsun hiçbirini. Verir miyim hiç? O yanlışı bir kere yaparlar."

''Benim en büyük yanlışım sensin kardeş.''

''İyi, neyse ki silgi bende, düzeltiriz!''

Gençler yine goygoya devam ederken semada bir ses duyuldu.

"Ezan saati gelmiş ya len."

"Aynen ha... Önce camiye gidelim, sonra yurda geçeriz o zaman."

"Olur."

Hepsi adımlarını caminin olduğu sokağa yöneltti. Az evvelki gürültücü grup şimdi sessizce ezanı dinliyordu.

 

🍂


Genç kız, Fatih Camii'nin bahçesinde oturuyordu. Bugün haftasonuna olmasından yararlanarak yine kendini yurttan dışarıya atmıştı. Soluğa da çok sevdiği bu semtte almıştı. Henüz her yeri tam öğrenmemiş olduğu için bazen telefonundaki haritalar uygulamasını kullanarak gideceği yere yürüyordu. Halinden memnundu. Gördüğü her sokak, eski bir bina, tarihi bir yapıt onu mutlu etmeye yetiyordu. Eski halini düşünüyordu bu sokakların. Arabaların gürültüsünün olmadığı, daha çok yeşillik olduğu halini. Ve o halini görmeyi çok istiyordu. Şimdi bile böyle seviyorsa İstanbul'u, o eski haline aşık olurdu kesin.

Telefonunu çıkartıp fotoğraf çekmek için kamerayı açtı. Evet, yeni bir huyu da fotoğraf çekmek olmuştu bu şehirde. Bütün gezdiği zamanı telefona bakarak harcayarak durumu abartmıyor ama şehrin hatırası olan güzel bazı fotoğraflar çekmeyi de başarıyordu. Yine öyle bir kaç kare yakalamak istemişti, şayet karşısındaki caminin ve güzel duvarının önünden insanlar geçerken çok güzel görünüyordu. Elinde bastonu olan amcanın bir karesini yakaladı ilkin, sonra küçük bir çocuğun. Hemen peşine bir çift geçmişti ve onların fotoğrafı da ayrı bir güzel çıkmıştı. Gülümseyerek son bir fotoğraf çekmek için telefonu yeniden doğrulttuğu sırada ekrandaki kişinin tanıdık silüeti genç kızı şaşırtmıştı. Fakat bu ani şaşkınlık onun ekrana dokunup görüntüyü yakalamasına engel olmadı. Hira, son kare de galeriye kaydolduktan sonra hızlıca telefonu kucağına koyup karşıdan geçen gence baktı.

Geçen hafta Elif ile olan diyalogları ve gülümsemesi, kendisinin de bu durumu kıskanmasından sonra ikisi ile de arasına biraz mesafe koymuştu. Bu isteyerek yaptığı bir şey değildi. Ama şikayetçi de değildi. Kendine biraz alan ayırmış, tek başına takılıyor ve bu sırada düşünüyordu çünkü. Kendi içindeki gürültülerle baş ediyordu. Elif ve Mahir'i kıskanması bir yanda, tesettüre girmek isteyip de nefsi ile cebelleşmesi bir yanda, ailesini özlemesi ve bu koca şehirde yeni bir hayata başlamış olması diğer yanda ona göz kırpıp baskı yapıyordu. Tüm bunları tane tane ayıklamak, çözümlemek için bu uzak duruş iyi bir gelişme omuştu. Elif, onun canının sıkkın olduğunu fark edip üzerine gitmemiş, biraz yalnız kalmasına izin vermişti. Mahir ise bu geri çekilişin sebebini tahmin ettiği için onunla konuşmak istemişti ama Hira izin vermemişti. ''Sonra,'' demişti. Mahir'in getirdiği pudingi onun zorlamasıyla almış, o gittikten sonra iştahsızca da olsa yemişti. Bir yanı onu bunaltmamasına, ısrar etmemesine sevinirken diğer yanı bırakıp gitmesin istiyordu. Bu bile çelişkiydi onun için.

Her şeye rağmen onu burada görmüş olmak kalbini titretti. Her gün uzaktan da olsa gördüğü bir insanı nasıl bu kadar özlüyordu, anlam verememişti! Çok özlüyordu. Bakışları ile Mahir'i takip etti. Delikanlı, caminin giriş kapısına doğru yürüyordu. Bakışları yerde, elleri ceketinin cebindeydi. Eh, Ekim ayındalardı sonuçta. Mahir çok üşüyen bir yapıya sahipti. Birdahaki ay atkı takmaya bile başlayabilirdi. Ah, nasıl yürüyüşü bile ayrı güzel geliyordu genç kızın gözüne. Mahir camiden içeriye girdi, gözden kayboldu. Hira da etrafı seyretmeye, kuşları izlemeye ve dinlemeye devam etti. Bu caminin bahçesi gerçekten de huzur doluydu...

Bir kaç kuş yanına yakın konunca aklına çantasındaki simit gelmişti. Yarısını yemiş, yarısı duruyordu simidin. Çandasından simit poşetini çıkartıp ufak parçalara ayırdı ve kuşlara atmaya başladı. Kenarıya, insanların basmayacağı bir yere atmaya özen gösteriyordu. Kuşlar gittikçe çoğaldı, simiti ise azaldı. Fakat o kuşların güzelliğine takılı kalmış, simidin azaldığını fark etmemişti dahi. Sonunda simit bitti, genç kız da kalkıp poşetin dibindeki kırıntıları ve susamları çimlerin üzerine döktü. İşte, bitmişti. Demek bu simitte hem kendi rızkı hem bu minik kuşların rızkı vardı. Hatta belki de çimlerdeki kırıntılarda böceklerin ve karıncaların rızkı. Allah her yarattığının rızkını veriyordu şüphesiz.

Banka yeniden oturup arkasına yaslanmıştı. Mahir'i bekleyip beklememek konusunda kararsız kaldı. Acaba işi var mıydı? Belki birlikte otururlardı biraz? Ya da belki birlikte bir şey yaparlardı? İstanbul'a geleli haftalar olmuştu ama hiç onunla vakit geçirmemişlerdi. Bunun sebebi de yapamayacaklarından değil, yapmamayı tercih ettiklerindendi. Öyleyse şimdi değişen ne olmuştu ki birlikte vakit geçirecekler, gezeceklerdi? Hızlıca ayağa kalktı genç kız. Çantasını omzuna takıp sakin adımlarla. caminin bahçesinden ayrıldı ve sokağa çıktı. Elindeki telefondan yine haritalar uygulamasını açıp Süleymaniye'ye giden yolu takip etmeye başladı.

İlk başlarda caddeden, kalabalık yerlerden geçerek ilerlese de sonraları kendisini çok sakin ve insanların sokakları boş bıraktığı bir sokağa götürmüştü uygulama. Zaten az evvel sanayi gibi ufak bir yerin önünden geçerken de arabalar ve çeşitli aletleri tamir etmekle uğraşan onlarca erkeğin olduğu bir sokaktan geçtiği için kösü hissetmişti. Belki onlar kötü niyetli insanlar değildi ama kız yine de tedirgindi çünkü bilmiyordu. Kimin nasıl biri olduğunu kesinlikle bilmiyordu. Bu nedenle tereddütlü yaklaşıyordu. Kadın olmak biraz da sokaklarda gezerken temkinli olmak, hele de kalabalıkların oymadığı yerlerde diken üstünde hareket etmekti. Bu durumu hiç sevmiyordu genç kız. Ne vardı erkekler bunca şeyi yapmamış olsa, haberlerde çıkmamış olsa, toplumda herkes rahatça istediği yerde adım atabilse?

Düşünceler içinde, tedirgin bir şekilde ufak bir sokaktan geçiyordu. Karşıdan gelen yirmili yaşların sonunda görünen bir adamı görünce yine rahatsızca adımladı yolu. Çantasına bir eliyle sıkıca tutunurken diğeriyle de telefonu ile mesajlaşıyor hissi vermek istedi. Telefonum var, bir şey olursa birini ararım, bana bulaşma, bu benim güvencem demekti sanki bu. Değişik durumdaydı şuan psikolojisi. En kısa zamanda Süleymaniye'ye giden daha güvenli, caddelerden geçen bir yol bulmalıydı. haritaya güvenmek onu buralara getirmişti. Neyse ki adam yanından öylece geçip gitti. Sonra mavi bir ev ilişti gözüne. Eski bir yapıttı. İpe çamaşırlar asılıydı, pencere önleri çiçekliydi. çok hoşuna gitti. Bu gergin yolculuğa tat veren bir görüntüydü karşısındaki. Telefonundan kamerayı açıp fotoğraf çekti. Çok sevmişti bu sokağı aslında. Yanında birileri olsa rahatça gelir fotoğraflardı bu evleri.

Beş dakika sonra arkasından birinin yürüdüğünü fark etmişti. Buralarda oturan biri olabilirdi, Yahut buradan geçen, bu yolu kullanan. Ama Hira yine az evvelki gibi hissediyordu, gergin. Kim olduğunu da bilmiyordu ki. Belki yaşlı bir amca görse biraz rahatlayacaktı. Ya da minik bir çocuk. Ya da bir kadın, kız. Belki birazdan yanından geçer giderdi. Bu umutla yavaşladı. Arkasındaki kişi öne geçerse içi rahat edecekti. Durup elindeki telefonu kurcalıyor gibi yaptı fakat yürüyen kişi de durunca kalbi korkuyla çarpmaya başladı. Kimsenin geçip gittiği yoktu. Etrafa bakar gibi diğer taraftan başlayıp o kişinin olduğu tarafa doğru göz gezdirdi çevreye. Genç bir adamdı. Ona bakıyordu. Geçip gitmemiş durmuştu. Korkmakta haklıydı.

Haritaya göre camiye az kalmıştı. Adımlarını hızlandırıp nefes nefese önündeki dik bayırı çıktı. Hâlâ takip edildiğini hissediyordu. Mesajlar kısmına girip aceleyle parmaklarını ekranda dolaştırdı. O an korku ile hareket ediyor, mantıklı dahi düşünemiyordu. Mahir'e mesaj atmanın ona fayda getireceğini tartmamıştı bile. Hem görmeyebilirdi. Bu kez aradı. Ama genç çocuk açmıyordu. Yeniden aradı. Yine açmadı. Ekrana baktı, camiye yaklaştığını söylüyordu. Hatta beş dakika içinde varacak olduğunu. Ama genç kız haritanın onu camiye getirdiğine bile emin değildi! Başını kaldırıp bir minare görmek için baktı ama göremedi. İyice korktu. Adımlarını hızlandırdı.

Sol taraftan üç kişilik bir grup Hira'nın yürüdü sokağa adım attığında genç kız rahatlasa mı korksa mı bilememişti. Yirmili yaşların sonunda, otuzların başında üç adamdı. Yan yana sohbet ederek yürüyorlardı.

''Sen de anneni dinle, evlen o zaman oğlum!''

''Ya bi dur abicim be! Ne evlenmesi! İstemiyorum evlenmek falan. Bir kadınla bir ömür geçiremem ben. Daha evde anneme ve kız kardeşlerime zor katlanıyorum.''

''Eee sen de çözüm beğenmiyorsun be! Valla annen doğru diyor. Seni oklavayla bi haşlamak lazım.''

Sessiz sokakta gençlerin konuşmaları duyuluyordu. Bu diyaloglar nedense samimi gelmiş, genç kızın içine biraz su serpmişti. Hem onlar varken arkadaki takipçi de bir şey yapamazdı. Biraz rahatladı. Üçlü grup da hafif gerisinde, çaprazında, yürüyordu onunla aynı tarafa.

''Camide buluşacaktık dimi?''

''Aynen. Geldik işte, az sabretsin. Bir kaç dakkaya oradayız.''

Hira bu cümleleri işitince mutlu oldu. Demek gerçekten 3 dakika kalmıştı camiye varmalarına! Harita en azından doğru yere getirmişti. Sonunda Süleymaniye'yi görünce sevinçle derin bir nefes aldı. Üçlü grup hızlanıp öne geçti. Bu sırada Hira'nın telefonu mesaj sesiyle titredi. Bir iki dakika içerisinde olan oldu. Biri çantasını sertçe çekip genç kızın kolunu acıtarak bağırmasına sebep oldu. Öne geçmiş olan üçlü gruptan bir genç adam arkasına dönüp bakınca durumu fark edip kaşlarını çattı. Kendilerine doğru koşup yanlarından geçen hırsızın peşine takıldı iki genç. Diğeri ise korkmuş ve canı acımış olan genç kızın yanına adımladı hızlıca.

Hira, korkudan ağlamaya başlamıştı. Kolu acıdığı için de ağlıyordu. Tüm bunları yaşadığı için de. Bacaklarında derman kalmadığını hissedip olduğu yere çöktü. Genç adam, Hira'nın yanında durup o da yerde çöktü ve ellerini yüzüne kapatıp korkuyla ağlayan, omuzları sarsılan kıza baktı.

''Kardeşim iyi misin? Bir yerin acıyor mu?''

Hira cevap verecek durumda hissetmiyordu. Kolunu fazla sert çekip canını yakan adamı içinden Allah'a havale etti. Bu stres, korku, gerginlik ona ağır gelmişti. Çantasındaki elli liranın önemi yoktu; cana gelmesin de mala gelsin lafını severdi. Ama fazlasıyla korkmuştu. Hele de adamın niyetinin yalnızca hırsızlık olup olmadığını bilmediği, üçlü grubun ortaya çıkmadığı o dakikalar nasıl gerilmişti. Psikolojisi ve duyguları bir anda boşalıyordu şimdi.

Elindeki telefon çalıyor, o ısrarla umursamıyordu. Şuan tek istediği ağlamak ve tüm içinde birikenleri atmaktı. Telefon yanında, kaldırımın üzerindeydi. Yere çöktüğü an bırakmıştı elinden.

''Korkma, bizim Erhan tazı gibi koşar. Kaç kere yarışmalarda birinci olmuştu lisedeyken. Alır çantanı getirir evelallah. O şerefsizi de yakalarlar.''

Hira ağlamaya devam ederken genç adam etrafa bakındı. Bir iki kişi daha duruma şahit olup dikilmiş, onlara bakıyordu. Kırklı yaşlarda bir adam görünce ona döndü. ''Abi, şuradan bi su al da gel be. İçirelim kardeşe, biraz rahatlasın.''

Adam çabucak su alıp genç adamın ve Hira'nın yanına geldi. Suyu açıp kıza uzattı. ''Al kızım, iç biraz hadi. Korkma bak, sen iyisin ya gerisi mühim değil.''

Hira parmaklarıyla ıslak yanaklarını sildikten sonra yüzünü açtı. Kıpkırmızı ve ıslak, çirkin olduğuna emindi ama bu da umrunda değildi. Derin derin nefes almaya çalıştı. Adamın uzattığı suyu alıp yudumlarken telefon yine çalmaya devam ediyordu.

Genç adam ''Telefonu aç istersen, hem yakınlarından birine haber vermiş olursun?'' deyince genç kız başını iki yana salladı. Konuşacak durumda olduğunu düşünmüyordu. Suyu yeniden dudaklarına götürdü.

Su şişesini kapağını genç kıza uzattı adam. Sonrasında genç adama döndü.

''Polise haber verelim mi?''

''Doğru dedin abi, polisi arayıversene.''

Adam polisi ararken, genç adam da ''Ben cevap vereyim mi telefonuna?'' deyip Hira'ya bir cevap bekleyerek baktı. Telefonun ekranına doğru baktı genç kız. Mahir arıyordu ısrarla. Mesajları ve aramaları yeni görmüş olmalıydı. Yavaşça başını salladı karşısındaki abiye. Onun dudakları sanki kilitlenmişti, konuşmak gelmiyordu içinden ama biri de iyi olduğunu -buna iyi denirse- Mahir'e haber verse iyi olacaktı. Endişelenmiş olabilirdi.

Genç adam telefona uzanıp aramayı yanıtladı ve kulağına götürdü.

''Alo? Hira? İyi misin Hira? Neredesin?''

Mahir'in endişeli ve nefes nefese olan sesi, telefondaki hışırtılar, koştuğunu ele veriyordu. Genç adam, kızın ismini öğrenmişti. Arayan gencin ismini de ekrandan öğrenmişti. ''Mahir kardeşim, Hira kardeş iyi, endişelenme.'' dedikten sonra önce Mahir'in ''Siz kimsiniz?'' sorusuna cevap verdi, sonra nerede olduklarını tarif etti.

''Tamam abi, iki dakikaya oradayım. Lütfen Hira'yı gözünüzün önünden ayırmayın.''

''Merak etme kardeş sen, buradayım.''

Genç adam telefonla konuştuğu sırada bir kadın gelip neler olduğunu sormuştu. Adam kısaca açıkladıktan sonra kadın şefkatle Hira'ya bakıp genç kızın yanına yaklaştı. O da çöktü ve parmaklarını kızın saçlarına götürdü, önüne gelen saçları kulağının arkasına doğru ittirdi. Yerine kendi kızını koymuştu da, ne çok endişelenirdi!

''Ağlama güzel kızım. Sen iyisin çok şükür ya, o yeter. Ağlama.''

Kadın, Hira'nın elindeki şişeyi alıp avucuna su söktü ve kızın yüzünü yıkadı. Ferahlamıştı, iyi gelmişti biraz. Yavaş yavaş ağlamayı kesiyordu. Kadının anne şefkati de ona iyi gelen şeylerin başındaydı. Bir kaç dakika içinde polis gelmişti. Neler olduğunu sorduğunda genç adam anlatmaya başladı.

Tam o anlatmaya başlamıştı ki onlara doğru koşan Mahir göründü. Nefes nefese kalmıştı. Endişeli bakışları genç kızı buldu, iyi olduğunu gözleriyle görünce biraz rahatladı. Tabi içindeki kaosu tahmin edebildiği için hâlâ endişeliydi. Hira fazlasıyla hassas bir kızdı. O korku ona fazla ağırdı. Biliyordu bunu. Hira'nın yanına varıp hemen önünde çöktü. Göz göze geldiklerinde Hira'nın bakışlarından o yaşadığı korkuyu görebilmişti. Hira da Mahir'in kendi için yaşadığı korkuyu görebilmişti. Onu öyle ciddi, endişeli, her şeyi unutmuş halde karşısında görünce yeniden ağlamak istedi. Olurdu ya, çocuklar düşerdi, canları yanardı, ağlamazdı. Sonra annelerinin yahut babalarının yanına koşar, o ana dek ağlamayan o çocuk o merhametli kucakta çokça ağlardı düştükten dakikalar sonra. Çünkü kalbindeki acıyı paylaşacak birini bulmuştur, sığınacak birini.

''Hira... Tamam, geçti. Buradayım, tamam mı?''

Hira başını yavaşça sallarken gözlerinden yeniden bir kaç damla yaş geldi.

Mahir, ağlamasın istiyordu ama ağlama demek istemiyordu. İhtiyacı olan ağlamaksa ağlasındı. Ama onu ağlarken görmek de hiç iyi hissettirmiyordu işte. Çünkü onu kollarının arasına almak, orada sakinleştirmek istiyordu ve bunu yapamazdı.

Onlar birbirileriyle konuşup ilgilenirken, iki genç adam bir adamın kollarına girmiş karşıdan geliyorlardı. Arkadaşının dediği gibi, Erhan isimli genç yakalamıştı genç kıza bu korkuyu yaşatan adamı. Tabi arkadaşı da yanındaydı, ona destek olmuştu. İki arkadaş geri geldiler. Adam ellerinden kaçmaya çalışsa da onu zaptediyorlardı birlikte.

Polis ve Hira'nın yanında kalan genç adam, hırsızı getiren iki genç adamın yanına doğru yürüdü. Onlarla da konuşmuştu polis. Hırsızı da tutuklamıştı. Erhan, elinde çantayla genç kızın yanına yaklaştı. Arkadaşı da onun yanındaydı. Üçüncü arkadaşları da onlara katıldı. Erhan isimli genç elindeki çantayı genç kıza doğru uzattı.

''Geçmiş olsun kardeşim. Al bakalım çantan.''

Diğer genç de lafa girdi. ''İçini ne olur ne olmaz diye kontrol et sen ama zaten o herif daha ağzını açmaya fırsat bualamadan yakaladık. Bir şey alabildiğini sanmam.''

''Bak, ben dedim sana abicim; bizim Erhan tazı gibi koşar, alır çantanı getirir diye. Artık rahatla bakalım sen.''

Mahir, çantayı alıp Hira'nın kucağına koydu. ''Eyvallah abi. Çok sağ olun.''

Hira da teşekkür etmek üzere onlara döndü. Hepsine kısaca baktıktan sonra ''Çok teşekkür ederim size. Allah razı olsun.'' dedi. Dışarıdan bu kadar dese de içinden daha bir sürü dualar etmişti.

Bir süre içinde genç adamlar gitmiş, kadın da Hira'ya veda edip ayrılmıştı. Su alan amca da zaten Mahir geldiği sıralarda gitmek zorunda kalmıştı. Polisle Hira da konuşmuştu. Her şey bittiğinde ve herkes gittiğinde derin bir nefes aldı genç kız. Ağlamak iyi gelmişti.

Mahir, oldukça bitkin görünen genç kıza kısaca baktı. Sonra kolundaki saate gitti gözleri. Aklındakini aralarına döktü.

''Namaz kılalım, sonra bir şeyler yiyelim, sonra da seni yurda bırakayım. Tamam mı?''

Hira, yavaşça başını salladı. Çok yorgun hissediyordu. Zaten yemek yiyip yurda gidene dek de hava kararırdı. Birlikte Süleymaniye'nin avlusuna girip usulca yürümeye başladılar. Caminin avlusu huzur doluydu. Genç kızı rahatlatmıştı. Sonra içeriye girdiler. Abdesti vardı neyse ki. Buna sevindi. Mahir cemaatin yanına doğru yürürken, Hira da hanımlar için ayrılan bölüme geçti. Çantasından başörtü çıkartıp saçlarını örttü. Üzerinde zaten elbise ve hırka vardı. Ezana daha vardı ama o tekbir aldı, niyet etti, şükür namazına durdu. Secdede uzun uzun bekledi, uzun uzun içini döktü. Rabbiyle paylaştı içindekileri. Onu en iyi anlayan ile... Sonrasında ikindi namazını kıldı cemaatle. Dua etti, çıktı camiden.

Bahçede dikilip başörtüsünü boynuna sararak orada bıraktı, başını göğe kaldırdı. Ağaçların ve mavi göğün görüntüsü huzur verdi ona. Bir anda ayaklarına dolanan bir kedi, bakışlarını gökten yere indirmesine sebep oldu. Gülümseyerek eğildi ve kediyi sevmeye başladı. Az sonra Mahir de gelmişti yanına. Bakışlarını kaldırıp Mahir'in mavi hareleri ile karşılaştı bir an. Başka zaman olsa tam bu an gülümserdi ama şimdi suratındaki ifade dümdüzdü ve sesi de öyle.

''Baksana, ne kadar güzel, değil mi?''

Mahir, yavaşça başını salladı ve eğilip kediciği aldı. O da sevmeye koyuldu. Bir yandan kediyle uğraşırken diğer yandan ne yiyeceklerini kararlaştırmaya çalışıyorlardı.

''Ne yemek istersin Hira?''

''Benim canım bir şey istemiyor. Sen ne istersen o olsun.''

''Seni biraz tanıyorsam sabahtan beri doğru dürüst bir şey yememişsindir.''

''Tamam yiyeceğim ama ne olduğu fark etmez.''

''Sen döner seversin. Birer dürüm alalım mı o zaman?''

''Olur.''

Kedicikle vedalaştıktan sonra sessizce yürümeye başladılar. Uygun gördükleri bir yerde dürüm yiyip karınlarını doyurduktan sonra kalktılar. Metroya kadar yürüdüler, sonra yurda olan yolcuklarına başladılar. Pek konuşmuyorlardı. Arada gerekirse bir kaç cümle ediyorlardı. Sonunda geriye sadece yurda dek biraz yürümek kalmıştı. Hava kararmış ve serinlemişti. Metroya binerlerkenki aydınlık ve sıcaklık yerini akşama ve serinliğe bırakmıştı. Hatta epey sert esen bir rüzgara.

Hira, aniden içinden gelen konuşma isteğiyle birlikte dudaklarını araladı.

''Mahir?''

''Efendim?''

''Neden Elif'e söylemedin?''

''Neyi?''

''Bizi.''

''Senin söylemenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Ben ne diyeyim, durup dururken nasıl diyeyim? Yani garip olmaz mı sence de?''

''Neden garip olsun? Sizin de aranız gayet iyi maşallah, uygun bir konuyu bağlayıp söyleyebilirdin.''

Mahir, Hira'nın bugün yaşadıklarının ağırlığı ile daha kötü hissettiğini ve bir süredir pek kendinde olmadığını bildiği için uzatmak istememişti. Yoksa bu sözleri hiç hoşuna gitmemişti ama onu şu halinde kırmak da istemiyordu.

''Elif'i kıskanacağın bir durum yok Hira, emin olabilirsin. Düşünme bunları.''

''Sen numaranı herkese vermezsin Mahir. Kızlarla konuşup onlara gülmezsin.''

Yurdun önüne varmışlardı. Karşılıklı durdular.

''Bak Hira, yeniden söylüyorum. Elif'i kıskanacağın bir durum gerçekten yok. Numaram neden onda var, neden bazen konuşuyorum, neden geçen gün güldüm, hepsinin bir açıklaması var. Ama söylemek bana düşmez. Elif ile yakın arkadaş değil misiniz? O anlatırsa anlatır, ve sen o zaman anlarsın. Ama lütfen gözünde büyütme bunu. Hem şöyle düşün, sen hiç Zahidle konuşmuyor musun, komik bir şey olunca onunla gülmüyor musun?''

''O başka, bu başka Mahir.''

''Nesi başka?''

''O Zahid, ben Hira'yım. Sen Mahir'sin, o da Elif. Kişiler başka, karakterler başka, aradaki bağ başka.''

''Objektif bakarsak değişen bir şey yok. Ne Zahid senin gerçekten abin ne de sen onun kardeşisin.''

''Anlamıyorsun beni.'' deyip kahverengilerini Mahir'in mavi harelerine dokundurdu genç kız.

Mahir, bu konuşmadan hiç hoşlanmamıştı. Hele şimdi gerçekleşmesinden. Çünkü sağlıklı bir iletişim kuramıyorlardı. Derin bir nefes alıp sevdiği kıza baktı. ''İçeri gir Hira, uçacaksın şimdi rüzgardan. Hasta olma. Bunu da sonra konuşalım.''

''Zaten bana gelince hep sonra...'' diye mırıldanıp yurda doğru yürümeye başladı.


Loading...
0%