Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29 • Bir Zamanlar •

@sukunettekelimeler

Bir zamanlar, dedi ve uzaklara daldı. Küçük kız bekledi, bekledi, çok bekledi. Sanki yıllar geçmişti ama cümlenin devamı gelmemişti. Ne olmuştu bir zamanlar, hangi zamanlar? İşte o zaman öğrendi, bazı cümleler sözcüklerle tamamlanmak zorunda değildi.
🍂


Bir haftalık tatil için eve gidecekti yarın sabah. Biletini almış, valizini de hazırlamıştı. Saat iyice ilerlemiş, odadaki herkes uyumuştu. Son teslim saati yarın sabah olan bir ödevi vardı ve henüz bitmemişti. Gerekli eşyalarını yanına alıp odadan çıktı, etüt odalarından birine geçti. Genelde bu odada ders çalışmayı tercih ediyordu. Kendi odasına yakındı çünkü. Hem çok kişi de olmuyordu. Kapıyı aralayıp içeriye girdiğinde hızlıca etrafa göz attı. İlkin kimse yok sanmıştı ama sonra bir iç çekme sesi işitti. Sakin adımlarla köşedeki masaya yürüyüp elindekileri masanın üzerine bırakırken buradan çıkıp çıkmamayı düşünüyordu çünkü anlamıştı ki bu iç çekiş bir ağlayıştı. Ağlayan her kimse belki de yalnız kalmak için buraya gelmişti? Eğer öyleyse, onu rahatsız hissettirmiş ve bölmüş olacaktı genç kız. Ama bir yanı da ilgilenmek, yapabileceği bir şey varsa destek olmak istiyordu. Geçe gün o çok kötü hissedip terasta ağlarken yanına hiç tanımadığı bir kız gelmiş, içini rahatlatacak güzel şeyler söylemişti. O kıza minnettar olmuştu. Dualar etmişti. Belki Hira da bir başkasına aynı şekilde yardım edebilirdi?

Karar verip adımlarını arkasında kimin oturduğu belli olmayan masaya doğru birbiri ardına sıraladı. Bakışları tanıdık bir yüze dokununca ifadesiz suratı bir anda değişti, endişe ve hüzne bıraktı yerini.

''Elif?'' deyip yere çökmüş, kalorifere sırtını dayamış, bacaklarını karnına doğru çekmiş ve başını da dizlerine dayayıp ağlayan arkadaşının yanına çöktü hızlıca. Elini omzuna koyup ''İyi misin? Ne oldu?'' dedi merhametle.

Elif bir an Hira ile göz göze gelse de konuşmak yerine başını onun omzuna yaslamakla yetindi. Hira sessizce arkadaşına sarılıp eliyle kolunu okşarken Elif bir süre daha sessizce ağlamıştı. Hira'nın sessiz tesellisi ona iyi geliyordu, yanında birinin olduğunu hissetmek güzel şeydi. Elif biraz daha sakinleşince yeniden konuştu genç kız.

''Ne olduğunu benimle paylaşmak ister misin? Yahut nasıl hissettiğini? Bazen paylaşmak iyi geliyor.''

''Bilmiyorum...'' diye mırıldanıp elindeki peçeteyle burnunu sildi Elif. ''Buna iyi gelecek bir şey var mı ki?''

''Her şeye iyi gelen tek şey Allah, ve buna inanmak; ben de sadece bunu biliyorum.''

''Ben de.'' diye başını sallayarak tasdikledi Elif.

Aralarına yeniden bir kaç dakikalık bir sessizlik girdi fakat sonrasında Elif'in cümleleri bunu değiştirdi. İçini boşaltmak istemişti. Belki de anlatmak, içinden atmak iyi gelecekti. Kim bilir... Bu saatte Hira'nın burada olmasının elbet vardı bir hayrı. Elif de bunu bir işaret gibi görmüştü.

''Sanırım dolmuşluk bu...'' diye başladı konuşmaya. Bazen duraklıyor, düşünüyor, hislerine ve içindekilere kapılıyor, sonra yeniden devam ediyordu.

''Yani yeni olan bir şey yok aslında. Sadece, artık taşma noktasına gelmişim.''

Hira, başını yavaşça salladı anladığını belirtircesine. Dinlemeye devam etti.

''Geçen sene ilk kez okula başladığımızda sınıftan birine aniden kapıldım Hira. Nasıl oldu ben de anlamadım. O da ilgisiz değildi, hatta gelip benimle ciddi ciddi konuştu falan, çok şaşırdım tabi. Görüşmeye başladık, ciddi düşünüyorduk ama. Zaten onun da bunu ciddiye aldığını görmeseydim ne kadar kapılırsam kapılayım bu yola girmezdim. Kendim bir karar vermiştim ben çok önceden, evleneceğim adamdan başkasıyla görüşmeyeceğim, vakit harcamayacağım diye. Cemilden de o ışığı almıştım. Ailesiyle bile tanıştık. Çok iyi insanlardı, sevdim onları, onlar da beni sevdi. Hatta hemen kızı gibi davrandı kadıncağız bana. Hayalimdeki gibi güzeldi her şey. Ama sonra ne olduysa oldu işte. Değişti her şey. Çünkü Cemil de değişti. Farklı arkadaşlar edindi, farklı ortamlara girdi. Mahirlerle yakın arkadaşlardı ilk başlarda hatta. Ama sonra onlardan da yavaş yavaş uzaklaşır, anlaşamaz oldu. Mahirler onu uzun süre idare etmeye çalıştı ama sonunda onları da kendinden uzaklaştırmayı başardı, beni uzaklaştırdığı gibi. Hatta belki de sebebi ben oldum, bilmiyorum. Bir gün aniden geldi karşıma, ben senin gibi biriyle yaşayamam, artık eskisi gibi düşünmüyorum, hayatı eskisi gibi görmüyorum dedi. Yollarımızın ayrılacağına dair kendince bir konuşma yaptı işte. Ama bana adam akıllı bir sebep sunmadı. Onu anlamak istedim, sorun neyse birlikte çözelim istedim. Fakat beni dinlemedi. Bahçedeydik. Ben kendisini ayrıntılı bir şekilde ifade etmesini istedikçe o sinirlendi. Uzattığımı, bunlara hiç gerek olmadığını söyledi. Sonra kızdı, bağırıp çağırmaya başladı. Ben de dayanamadım, ağlamaya başladım. Ağladığımı görünce hiçten katlanamadı bana. Oysa bir zamanlar gözümde nem olsa üzerine titrerdi..."

Elif, acı bir gülüş kondurdu dudaklarına. Ardından kaşları çatıldı ve devam etti.

"Gitti. Öylece. Peşinden gideyim derken düştüm, umrunda bile olmadı. Arkasına dönüp bakmadı dahi. Mahirler şahit olmuştu olayın bir kısmına. Düştüğümde de az ötede basket oynuyorlardı. Fark edince gelip iyi misin falan dediler işte. Allah razı olsun, ilgilendiler. Araları da asıl bu olaydan sonra açıldı zaten. Çocuklar Cemille usulünce konuşmak istemiş bana davranışı hakkında. O da tabi hemen savunmaya geçmiş, umursamamış, sonra konu ordan oraya gitmiş ve tartışmışlar. En son Mahir buna "Seni artık tanıyamıyorum." deyince çok zoruna gitmiş. Gerçekler insanın yüzüne tokat gibi çarpar tabi. Onun etkisiyle ortalığı birbirine katmış. Birdaha da zaten selamlaşmaktan öteye gitmediler birbirleriyle. Öyle... Keşke bu kadarla bitse. Ben aylarca kendimi toparlamaya çalıştım. Tam biraz iyi hissetmeye başlamıştım, artık yüzüm gülmeye başlamıştı ki Cemil karşıma dikildi. Tarzı bile değişti biliyor musun? Sanki bu yeni hayatını içinde yıllarca kurmuş, üniversiteye geçince özgür hissedip baştan aşağı yavaş yavaş değişmiş gibi. Küpeler, dövmeler, zincirli kolyeler falan... Neyse... Yok efendim ben kendime yazık ediyormuşum. Beni tanıdığı kadarıyla özgür ruhlu bir kızmışım. Neden kendimi bir başörtüyle kısıtlıyormuşum. Neden milletin abarttığı kurallar ile kendime sınırlar çiziyormuşum. Ben cevabımı çok güzel verdim ama karşımda beni anlamaya niyetli biri olmadığı için böyle saçmalıklarla yeniden karşıma çıkmaya başladı. Beni de kendi bataklığına çekmek istiyor sanki. Madem çamura bulandım, yalnız kalmayayım misali. Onu görünce yolumu değiştirmeye başladım. Mahir ve Fırat da bir kaç kez durumu fark etti, Cemil'i uyardılar. Tabi dinleyen kim. Onlar da başka dertleri yok gibi bir de beni koruyup kolluyor. Hem sıkılıyorum yük olduğum için, hem birilerinin yanımda olduğunu bilmek hiç veriyor. Mahir ve Fırat da ondan ötürü arada bana hal hatır sorar, yüzümü güldürür bu durum. Aslında onlar da pek öyle kızlarla konuşan eden tipler değil de benim yüzümden arada öyle şeyoluyor işte. Neyse..."

Bir an duraksadı Elif. Gözyaşları yanaklarında kurumuştu. Fakat şimdi itiraf edeceği şey yeniden gözlerinin nemlenmesine ve yaşların akmasına sebep oldu. Utanarak kaçırdı bakışlarını Hira'dan, ve parmaklarına çevirdi.

"En kötüsü de.. ben hâlâ onu seviyorum. Çok aptalca geliyor kulağa biliyorum. Ben de anlam veremiyorum. Ama hâlâ belki düzelir diye umut ediyorum. Belki karanlık bir sokakta yürüdüğünü fark eder. Belki bir mum yakar, doğru sokağa girer. Orada yürümeye devam eder. Eski Cemil'i karşımda görürüm belki. İşte en kötüsü bu. Umutlanmak. Beklentiye kapılmak. Yapma diyorum kendime ama olmuyor. Delireceğim artık."

Hira, arkadaşının durumunun ne denli zor olduğunu fark edebiliyordu. Belki onu tamamen anlayamazdı ama anlamaya çalışmıştı. Kederini kendi kalbinde de hissetmişti. Elini sıkıca tutup sarıldı kıza. Sessizce sarıldı sadece. Sonra "Ben de yanındayım, unutma olur mu? Dolma artık, içine doldurma. Bana anlatabilirsin, boşaltabilirsin içindekileri. Birlikte ayakta duracağız, tamam mı?" deyip gözlerine baktı. Elif yavaşça başını salladı.

Hira, çalışma masasının üzerindeki şişeye uzanıp arkadaşına uzattı.

"Şimdi şu suyundan iç bakayım."

Elif suyu içtikten sonra uzun süre konuşmuşlardı. Elinden geldiğince destek olmuş, aklına gelen duaları etmişti arkadaşına. Allah'ın adını anıp sorunlarına çözüm arayınca daha güçlü kalıyorlardı şükür ki.

Bir saat kadar sonra Elif konuyu Hira'nın buraya gelme sebebine getirdi. Arkadaşının ödevine engel olmuş gibi hissetmişti.

"Yaa saat de geç oldu! Ben sana yardım edeyim, birlikte daha çabuk bitiririz. Yoksa için rahat etmez bak!" diye ısrar edip sonunda kabul de ettirmişti. Hira'nın ödevini yarım saate bitirmişler, ardından sabah kahvaltıda buluşmak için sözleşmiş, toparlanıp odalarına geçmişlerdi.

Hira, arkadaşlarını uyandırmamak için sessizce girdi yatağına. Başını yastığa koyup yorganını göğsüne dek çekti. Karanlığa gözleri yavaş yavaş alışıyordu. Tavana baktı. Önce Elif'in anlattıkları bir masal gibi zihninden geçti. Sonra gerçekliği yüzüne vurdu. Duasına onun bu durumunu da ekledi. Uyumaya çalışıyordu ama ilkin pek başarılı olamadı. Resmen arkadaşını boş yere kıskanmıştı. Mahire de boş yere öyle davranmıştı geçen gün. Aklı sıra kızgındı çocuğa, hah! Asıl kızması gereken kendisiydi. Uykuya dalana dek de öyle yaptı. Kendine kızdı durdu.


🍂


"Edebiyat kulübünün başkanıyım ben kızım, tabi bileceğim!"

Elif, gülerek Hira'ya göz kırptı.

"Ciddi misin ya?!"

"Gayet ciddiyim!"

Hira şirince olduğunu düşündüğü bir tebessüm kondurdu dudaklarına.

"O zaman söylesene bana, kim yazmış bu şiiri?"

"Olmaz. Yazan kişi kim olduğunun bilinmesini isteseydi mahlas kullanmazdı zaten."

"Ne olacak sanki ya? Şiiri çok beğendim, kimin yazdığını merak ediyorum. Altı üstü bu yani. Merak etme gidip bulup yakasına yapışmam. Söyle işte yaa! Valla kimseye demem, sırrın sırrımdır."

"Olmaz Hira... Söz verdim. Söyleyemem."

"Uff! Altı üstü iki üç kişinin yazımını çok beğendim, onların da ikisi mahlas kullanmış. Bu bir haksızlık."

"İsimlerini bilsen ne olacak ki?"

"Ben sizin hayranınızım diye peşlerinden ayrılmayacak, fanları olacağım Elif. Okulun duvarlarına adlarını yazacağım. Sıralara mahlaslarını kazıyacağım. İsimsiz hayran mektupları ve hediyeler yollayacağım. Tövbe tövbe ya! Hiçbir şey yapmayacağım tabiki. Sadece merak ettim."

"O zaman seni merakın ile başbaba bırakmak zorundayım."

Elif, e-mail kutusunu kontrol etmek için bilgisayarın başındaydı. "Hah! Çok şükür Mahir bey de yollayabilmiş. Dakik olmayı öğrenmeli bu çocuk. Hep son dakika yolluyor yazılarını."

Hira, ismi doğru duyup duymadığını tastiklemek için "Mahir mi? Hangi Mahir? Bizim Mahir mi? Şiir mi yazıyor?" deyip bir cevap beklercesine arkadaşına baktı.

Elif, maildeki dosyayı indirken mırıldandı. "Hıhı..."

"Yok artık ya! Benim niye haberim yok?"

Elif "Niye olsun ki?" dedikten sonra inen dosyaya göz gezdirmeye başladı. "Mahir yine döktürmüş valla!"

Hira oldukça şaşırmıştı. "Ulan Mahir, aşk olsun! İnsan söylemez mi dergide yazdığını?!" diye içinden söylenmeye başlamıştı.

"Demek Mahir de yazıyor! Adını hiç görmedim."

"Evet, epeydir yazıyor. En başta istemedi, yanlışlıkla keşfettik şairliğini. Ama sonra ikna ettik, yolluyor dergiye. Mahlasla."

"Hangisi Mahir?"

Elif, yeniden arkadaşına döndü. "Seni çok seviyorum dostum ama bu bilgileri işim gereği sana veremem. Görevlerimi ve ilişkilerimi birbirine karıştırmamak konusunda başarılıyımdır. Yani az önce söylemediğim gibi şimdi de söylemeyeceğim. Yarın da. Ertesi gün de."

Hira küsmüş gibi yapıp sandalyeye oturdu. "İyi be, söyleme! Ama haberin olsun, işin arkadaşlık ilişkimize zarar veriyor."

"Hahaha!"

İkisi de birbirine bakıp gülmüştü.

Elif, hesabından çıkış yapıp arkadaşına döndü.
"Ben son maili de hallettiğime göre artık yemeğe inebiliriz! Midemde zil çalıyor valla ya!"

"Hani ben duyamıyorum?"

"Komik değildi Hira!"

Hira gülerek sandalyeden kalktı. "Biliyorum. Bu ara nedense komik olmayan espriler yapıyorum. Espri de denir mi bilmem gerçi. Bir süre idare edeceksiniz artık."

"Değişik bir sendroma falan mı girdin arkadaşım?"

"Olabilir. Adı konmamış. İlk kez görülen..."

"Hiraspiri sendromu."

Bu kez Hira göz devirdi. Hemen ardından kendilerine kötü kötü bakan kızı fark edip çabucak bilgisayar odasından ayrıldılar. Koridora çıkınca istemsizce gülmeye başlamışlardı.

"Kız bir an bizi bilgisayara gömecek sandım."

"Ben de..."

Gülüşüp en alt kata indiler, yemeklerini yediler, sohbetlerini ettiler.

Yemekten sonra odalarına dağılmışlardı. Hira, kitap okumaya başlamadan evvel telefonunu çıkartıp Mahir'e mesaj atmaya karar vermişti.

"Mahlasın ne?"

Onun cevap vermesini beklemeden kitabı açtı (çünkü genelde mesajları geç görürdü) ve okumaya başladı. Bu kitaplar ona çok iyi geliyor, çok güzel şeyler öğretiyordu. Zevkle sayfaların arasına daldı. Ta ki yarım saat sonra mesaj sesi gelene dek.

"Ne mahlasından bahsediyoruz?"

"Okulun edebiyat dergisinde yayınladığın yazılarda kullandığın mahlastan. Hani şu bana hiç söylemediğin, bahsetmediğin."

Mahir, kelimelerin ardındaki hafif sitemi sezmiş gibi cevap vermişti.

"Aklıma gelmedi desem?..."

"Arada sırada ben aklına geldiğim için şükretmeliyim sanırım."

"Kim demiş senin arada sırada aklıma geldiğini?"

Hira gözlerini büyütüp okudu mesajı. Ah be, delirtiyordu bu çocuk bazen insanı! Uzaktan da hiç öyle görünmüyordu aslında ama! Neyse, seviyordu, çekecekti artık. Yine de bu, şimdi atarlı bir mesaj atmasına engel değildi tabi. Yazmaya başladı.

"Ha arada da gelmiyorum yani? Harikaymış. Peki Mahir bey, söyleyin baka---"

"Gelmiyorsun."
"Çünkü zaten hiç gitmeyenler gelmiş olmaz."
"Bu durumda aklıma geldiğini söylemem doğru olmaz yani. Zaten hep oradayken."

Peşpeşe gelen üç yeni mesaj, Hira'nın parmaklarını durdurmuştu. Yazmayı bıraktı. Satırları tekrar tekrar okudu. Heyecandan parmaklarının titrediğini fark etti. Suratında aptal tebessüm oluşmuştu. Işıl ışıl gözlerle bakıyordu ekrana. Az sonra yazdığı mesajı tamamen sildi ve sonrasında hiçbir şey yazmadı. Ne yazacağını bilmiyordu ki! Hem, Mahir'den bu tarz şeyleri nadiren duyardı. Odun olmasından değil, aralarına gevşeklik, rahatlık ve gereksiz samimiyet sokmamak içindi tabi. Evlenseler, çok daha rahat aklına geleni söyleyeceğine emindi. Hira ise cevap olarak ne diyeceğini bilemiyordu çünkü neredeyse ilk kez karşılaştığı bir durumdu bu.

Mahir de bubu anlamış gibi bir kaç dakika sonra yeniden mesaj atmıştı.

"Mahlasımın hangisi olduğunu, hangi satırların bana ait olduğunu bulmayı sana bırakıyorum. Sekiz kişi mahlas ile yazıyor. Sana kolaylık olsun, sayfalarca yazı yazanlardan biri değilim. Genelde şiiri tercih ederim. Arada yazdığım düz yazılar da var tabi."

"Kolay gelsin :) "

"Şu üstteki mesajlar olmasa bu son mesajla ölüm fermanını imzalamış olurdun, biliyorsun değil mi? Neyse ki iki güzel söze gönlü yumuşayan bir kızım."

"Bilmem mi. Bildiğim için ön hazırlık yaptım diyelim."
"Eh, ben daha fazla kendimi ele vermeden gideyim."
"Hayırlı geceler Hira."

":○"
"Sana da hayırlı geceler Mahir"


🍂


'ben bir zamanlar kendimden bile / sevmekten bile nefret ettim / senden edemedim'' diye biten şiir geçti zihninden, genç kızın. Bakışları önce küçük bir oğlanla boyama yapan arkadaşı Elif'e, ardından da bir kaç masa uzakta dikilmiş ve ona bakan gence dokundu. Cemil'e. Mısralar yeniden yankılandı zihninde. Elif'in mısraları. İçinde onlarca duygu barındıran kelimeleri. Şuan dikkatle ona bakan, etkinlik için değil Elif için burada olduğunu her şeye ilgisiz kalarak, yalnızca Elif'i seyrederek fark ettiren Cemil'i içinde barındıran kelimeleri.

Okulun Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kulübü, sevgi evlerinde kalan çocuklarla bir etkinlik düzenlemişti. Onları okula davet etmişler, birlikte sinema keyfi yapmışlar, animasyon izlerken patlamış mısır yemişler, oyunlar oynamışlar, şimdi de boyama yapıyor yahut resim çiziyorlardı. Hira ise durmadan bir istemsizce üç kişiye bakınıp duruyordu: Mahir, Elif ve Cemil. Cemil'in herhangi bir yanlış hareketinde, yahut Elif'i rahatsız edeceği bir hareketinde Mahir çocuğun yakasına yapışmaya hazır gibiydi. Elif ise diken üstündeydi ve her ne kadar belli etmemeye çalışsa da Hira bunu biliyordu. Eh, Cemil eğer Elif'i üzerse veya yine rahatsız ederse Hira da Mahir'den farksız olarak çocuğun karşısına dikilmeye hazırdı. Arkadaşını üzen bu çocuğu daha tanımadan kara listeye eklemişti. Tüm bunları toplayınca, işlemin sonucu, Hira'nın hem olası bir soruna hem arkadaşlarına hem de kendine sahip çıkması gerektiği sorumluluğuna eşit oluyordu. Üçünü de çaktırmadan süzme nedeni kesinlikle buydu.

''Hira abla, bak, bitti! Çok güzel değil mii?!!''

Genç kız, yanındaki sandalyede oturan küçük kızın çizdiği resme baktı. Bayılmıştı bu resme! Resimde kendisini, bir arkadaşını (ki o arkadaşı da Mahir ile boyama yapan küçük oğlandı), Hira'yı, Elif'i ve Mahir'i çizmişti. Hepsi ellerinde balonlarla ağaçlarla dolu bir parkta gülümsüyordu.

''Evet, çok güzel olmuş gerçekten de!'' deyip sıcacık gülümsedi ve onu saçlarından öptü.

Resim hakkında konuşurlarken, küçük kız birden işaret parmağıyla kütüphanenin karşı tarafını işaret etti. Gülüşünde hem mutluluk, hem heyecan hem de masumluk vardı. ''Yaa baksanaa! Arkadaşım, Mahir abinin yüzüne resim çizmiş! Biz de birbirimize çizelim miii? Nolur noluuuur!''

Hira, kızın işaret ettiği eyre bakıp yeniden önüne döndü. Biraz uzakta oldukları için pek belli olmasa da Mahir'in yüzünün boyanmış olduğu belliydi. Genç kız daha önce suratına bir şey çizmemişti. Yine de ilklerden korkan biri değildi. Gülümseyerek küçük kızın heyecanına ortak oldu. O, bu fikirle bu denli mutlu olmuşken Hira ona asla hayır diyemezdi ki zaten. Dese günlerce, haftalarca bunun pişmanlığını yaşardı.

''Yaa çok güzel bir fikir! Hadi yapalım!''

Hira, öncelikle küçük kızın yüzüne onun tarif ettiği şekilde istediklerini çizdi. Yanaklarına pembe ile çiller, kedi bıyıkları ve alnına çiçekler ile kalpler. Küçük kız, biter bitmez bakmak istese de Hira izin vermemişti.

''Sen de benimkini bitir, aynı anda yüzleşelim!'' demişti. Küçük kız da bunu kabul etmişti. Sıra ona geldiği için ve Hira da onu istediğini çizme konusunda serbest bıraktığı için küçük kız gülerek kalemi suratında gezdirmeye başladı. Hira'nın hoşuna gitmişti bu durum. Küçük kız memnuniyetle suratına bir şeyler çizerken sessizce kütüphanenin tavanında ve kitaplıklarda gezdirdi bakışlarını.

Son bir kaç hafta boyu kütüphanede okulun dergisinin diğer sayılarını okumuştu. Burada geçirdiği zaman, burasını artık ona epey tanıdık hale getirmişti. Rahat hissettiği bir yerdi. Yabancı değil. Dergileri okudukça Mahir'in hangisi olduğu hakkındaki fikri netleşmiş, ve doğru cevaptan emin olmuştu çabucak. Yine de hata yapma düşüncesinden çekinerek tereddütte kalmıştı Mahir'e açıklamak konusunda. Şimdi yanlış söylerse onunla dalga geçer, sevdiğin adamın yazdıklarını bile tanıyamadın diye takılıp dururdu. Eh, Mahir şaka da yapsa, Hira'nın gerçekten moralini bozardı sevdiği kişinin satırlarını tanıyamamak. Bu yüzden Elif'e sormuştu. Hatta Elif'e iş kurallarını yıktırmış, Mahir ile aralarındaki durumdan bahsetmiş, kızı da konuşturmak zorunda kalmıştı. Elif, doğru tahmin ettiğini söyleyince dünyalar onun olmuştu! Bulmuş, tanımıştı işte! Mahir'e mutlulukla söylemişti. O akşam, Elif'in de yazdığını öğrenmişti. Meğer Elif'in söylememekte inat ettiği mahlaslardan biri kendine aitmiş de Hira'nın haberi yokmuş! Eh, sonunda ikisini de öğrenmişti ama!

Tüm bunlar aklından geçerken az sonra küçük kızın ''Bittii!'' diye heyecanla bağıran sesini işitti. Eh, etkinlik sebebiyle bugün kütüphane onlarındı. Sessizlik değil, çocukların mutluluk çığlıkları duyulacaktı burada bugün. Bu nedenle kızın bağırması da sorun değildi.

Hira heyecanla masanın üzerindeki telefonuna uzandı ve kamerayı açtı. ''Hazır mısın?'' dedi. Küçük kız başını sallayıp gülümsedi. Onun o halini fotoğrafladı ve sonra da kızın kendisini fotoğraflamasına izin verdi. Birlikte gülüşerek yüzleri hakkında konuşurken başlarında dikilen iki gölgeyi fark edip bakışlarını kaldırdılar telefondan.

İki arkadaş birbirine gülerek yüzlerini gösteriyor, suratlarındaki şekiller hakkında konuşuyorlardı. Onlar konuşur ve gülüşürken genç kız da onlara gülümsedi. Ayakta durmasın diye ufak oğlana kendi sandalyesini verip ayağa kalktı. Ardından Mahir'e çevirdi bakışlarını.

Mahir gülümsüyordu kıza. Hira da kendini tutamayıp Mahir'in suratının haline seslice güldü. Oğlan pek yetenekli bir ressam değildi anlaşılan, çünkü Mahir'in suratına bakıp kendini gülmekten alıkoyamamıştı bir türlü genç kız. Az sonra yaptığını fark edip zorlansa da ciddileşti ama Mahir çoktan tek kaşını kaldırıp ''Komik olan ne?'' diye sormuştu.

Hira tebessüm etti. ''Aynaya bakarsan anlarsın.''

Mahir de altta kalır mıydı hiç?

''Bana bu kadar güldüğüne göre kendi halini görünce kahkaha atarsın artık.''

Hira, ''Hiç de bile! Bizim kız yetenekli, güzel çizmiş en azından.'' deyip masanın üzerine bıraktığı telefona yeniden uzandı ve ön kamerayı açtı. Mahir'e doğru yaklaşıp aralarına uygun bir mesafe bıraktıktan sonra telefonu gencin önüne doğru tuttu. ''Bak!''

Mahir zaten bakmış olsa da yeniden baktı ekrandaki haline. Düşünür gibi yapıp tek kaşını kaldırdıktan sonra yamuk bir gülüş yerleşti yüzüne ve elini saçlarına götürüp saçlarını düzeltir gibi sağa sola yatırırken kendi kendine konuşur gibi konuştu. Fakat amacı kızı gülümsetmek ve biraz da gıcıklık yapmaktı. ''Gayet güzel bence. Karşımda çok yakışıklı bir genç görüyorum. Eh, güzel bakan güzel görür. Hikmet gören gözde değil gören gönülde. Bazıları anlamıyor demek ki.''

Hira ''Yok artık ya!'' deyip gülerken Elif ve beraberindeki kız geldi yanlarına. Onlar da Hiralardan görüp ufak şekiller çizmişlerdi yüzlerine.

''Neşeniz bol olsun canım arkadaşlarım.'' deyip gülümsedi Elif. Aralarındaki sevgiden haberdar olduğu için kendini tutamayıp bazen normalden daha heyecanlı konuşuyordu onlarla. Çok da yakıştırmıştı ikisini zaten. ''Eh, hazır telefon elindeyken bir fotoğraf mı çekilsek Mahir? Hatıra olsun hepimize?''

''Süper olur!'' diye atıldı çocuklar aynı anda. ''Bizim öğretmenimize ve annelerimize de gönderirsiniz, biz de bakarız sizi özleyince.''

Elif tebessümle çocuklara döndü. ''Göndeririz tabi. Ama özler misiniz bilemem. Ben her ay en az bir kere gelip sizi rahatsız etmek istiyorum çünkü!''

''Biz de!'' deyip eliyle Mahir'i ve kendisini işaret etti genç kız. İkisi adına konuşmak ve 'biz' demek bir an çok farklı hissettirmişti. Kalbi hafifçe tekledi.

Fotoğraflarını çekildiler. Tebessümlü akşamları devam etti. Çocukların gitme zamanı geldiğinde ise bir hüzün sarmıştı hepsini. Hele Mahir'in yanındaki küçük oğlan, dudaklarını büzmüş, ayrılmak istememişti. Hira ikna etmişti çocuğu. Gönlünü almış, güzelce anlatmıştı onları mutlaka ziyarete gideceklerini. Sonunda hepsi ayrılmıştı okuldan. Gençler ise ortalığı toparlamak için kütüphaneye dönmüştü.

Etrafı toplarken içinden tonlarca şey geçiyordu genç kızın. Ne zaman başı okşanmaya muhtaç bir çocuk görse dalıp gidiyordu derinlere. Oysa zor değildi sevmek. Zor değildi sevgiyi göstermek. İnsanların bazıları ise sevdiklerini belli etmekten bile acizdi. Bunun saklanması, içinde hissedilmesi yeterli sanıyorlardı ama değildi. İnsan bilmek değil hissetmek, görmek isterdi çünkü bazı şeyleri. Özellikle de sevildiğini. Hira, küçükken babası ve annesi tarafından bu eksikliği çekmişti. Biliyordu şimdi, evet ikisi de kendisini seviyordu. Ama o, bu sevginin varlığını bilmek değil, bazen de hissetmek istiyordu.

Ama babası da annesi de sevgisini belirtebilen kişiler değillerdi o zamanlar. Babası gece onlar uyuyunca öperdi saçlarını, sonra örterdi üstünü. ''Fıstık kızım benim, canım.'' derdi. Uykusu hafif olduğundan hemen uyanır ve duyardı bunu genç kız. Oysa Hira, babası geceleri o uyurken değil, uyanıkken, yüzüne desin isterdi. Annesi de çok farklı değildi. O da sürekli yaptıklarına bahane bulur ve eleştirirdi. Dersine ara verip oyuna başlasa, 'hani dersin vardı' diye kızardı. Kız açıklayınca, mola verdiğini, devam edeceğini söylerse de 'iyi o zaman, çabuk bitir' falan derdi. Sıkıldın mı, bunaldın mı, yapamadığın bir yer var mı demezdi. Böyle ufak görünen şeyler onun içinde büyük boşluklar açmıştı, ailesinin haberleri yoktu. Başkalarının ailelerini her yerde, hiç çekinmeden sevgilerini belirtirken bulmak ona ne garip gelirdi. Bir gün tüm bunları haykırmıştı yüzlerine. Hem de sakince, usulca. Bağırıp çağırmadan, coşup taşmadan; üzüldüğünü belli ederek. O zaman nasıl olmuşsa ailesi durum farkına varmış, onu biraz anlamışlardı. Zamanla düzelmişti araları. Bu birikmişliklerdi zaten kıza lise döneminde bazen ailesiyle sorunlar yaşatan.

Ama çok şükür şimdi eskisinden iyiydi her şey. Babası yalnız onlara değil, Zahid'e bile kendi çocuğu gibi davranıp sevgisini belli ediyordu. Mahir, Ubeyd ve İlyas falan da aynı şekilde... Yine de şükretti işte, onlar yanındaydı. Boşandıklarında bile babası sık sık gelirdi onun yanına. Başında olurdu. Bazıları ise daha küçücükken yitiriyordu anne-babasını. Eksikliklerini hissediyorlardı, biliyordu. Şükretmek gerekiyordu işte. Her ne kadar problemler yaşansa da kırmamak gerekiyordu birbirini. Yarın bir şey olsa ömür boyu ayra olurdu insanın içinde.

Düşüncelere daldığı yerden çıktı sonunda. Ortalık toparlanmıştı. Etrafa bakındı. Herkes ceketini-montunu giymişti bile. Etrafa bakındığında Elif'i göremeyince karşısına çıkan ilk kişiye sordu.

''Bir kaç kişi de konferans salonuna inmişti orayı toparlamak için. Belki o da onların arasındadır.'' demişti kız. Hira, kıza teşekkür edip üzerine paltosunu giydi ve çantasını taktı. Telefonunu cebine atıp yeniden etrafa bakındı. Mahir de yoktu. On dakika önce buradaydı oysa. İyi akşamlar demeden gitmek istemiyordu.

Önce Elif'i bulmaya, sonra gerekirse Mahir'e mesaj atıp haber vermeye karar verdi ve aşağı indi. Konferans salonuna doğru giderken o ilerledikçe geçtiği yerin ışıkları yanıyor, arkasında kalan kısımlar sönüyordu. Sensörlü lambalar vardı bu koridorda. Konferans salonunun kapılarının kapatıldığını fark etti. ''Allah Allah.'' deyip bir de yan kapıya bakmak için o tarafa yürüdü. Kulüp başkanı olan üst sınıflardaki çocuğu görünce tanıdı ve ona doğru yürüdü.

''İyi akşamlar. Şey, herkes gitti mi?''

''İyi akşamlar Hira. Evet, burada işimiz biteli beş on dakika oldu. Herkes çıktı.''

''Peki, teşekkür ederim.'' deyip ayrıldı oradan genç kız. Dışarıya çıkma kararı aldı sonunda. Bahçeye adım atıp akşamın serin havasını ciğerlerine doldurdu önce. Rüzgardan üşüyünce ellerini cebine soktu ve etrafa bakındı. İlk gördüğü kişiler, okuldan çıkan bir grup arkadaştı. Sonrasında ise diğer binanın önünden dümdüz yürüyen genci fark etti. Onun gittiği yere bakınca asıl aradığı kişiyi buldu, Elif'i. Güvenlik kulübesinin önünde dikilmiş, arkası dönük, muhtemelen güvenlikçi abiyle sohbet ediyordu. Okuldaki görevliler ve hocaların çoğunu tanıyordu Elif. Onlarla sohbet edip hal hatır sormayı da seviyordu. Bu nedenle şaşırmadı Hira.

Bakışlarını yeniden az önceki gence çevirdi. Nereye gittiğini biliyordu ama buna izin vermeyecekti. Hızlı adımlarla çocuğa doğru yürümeye başladı. Yoluna çıkıp dikildi. Cemil bir kaç adım sonra kızın karşısında durmuştu. Bilerek yoluna çıktığını anlayacak kadar akıllıydı. Hira ise Elif'in biriyle sohbete dalınca etrafta olan biteni asla fark etmediğini biliyordu. Bu sebeple kaşlarını çatıp karşısında dikilen gencin yüzüne soğukça baktı. İlk kez onunla konuşuyor olmasına rağmen senli konuşmasını ise kızgınlığından fere etmedi bile.

''Ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama artık Elif'ten uzak dur! Her karşısında çıktığında onu daha çok yıprattığının farkında değil misin? Ne istiyorsun ya?! Ne?! Önce kızı terk edip gidiyorsun, düşman kesiliyorsun. Sonra karşısına çıkıp onu yeniden yanında istiyorsun ama bu haliyle değil! O da sen gibi olup da yanında olsun istiyorsun. Ben bu kadar saçma bir şey görmedim hayatımda! Madem sen bir yol seçtin kendine, kendi yolundan şaşma! Ama bırak da Elif de artık ayağına dikenler batmadan yürüyebilsin!''

Hira sustuğunda yeniden bakmıştı karşısındaki gencin yüzüne. Fakat az evvelkinden farkı yoktu. Donuk bakışları arkasındaydı, muhtemelen Elif'te. Hira'nın sustuğunu fark edince ona çevirdi bakışlarını. Ellerini siyah deri ceketinin cebinden çıkartıp derin bir nefes aldı. Hira, konuşmayacağını düşünmüştü ama son anda yanılttı onu Cemil.

''Ben kendi yolumdan şaşmayayım, ayağıma ister diken batsın ister zincir vurulsun ama Elif kendi yolunda ayağına diken bile batmadan yürüsün yani. Bu kadar basit?''

Hira, şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. Anlam veremiyordu bu çocuğun ne düşündüğüne!

''Ne istiyorsun? Sen batıyorsun diye onun da batmasını mı?''

''Evet.''

Oldukça net olan bu cevap karşısında dumura uğramıştı genç kız. Bir an afallasa da sonunda ''Ni-niye peki?'' demişti. Gerçekten de kafasında neler dönüyordu bu gencin, içinde ne gibi karmaşalar yaşıyordu anlamak imkansız gibiydi.

''Çünkü öyle olmaz mı? Sevdiğin batıyorsa sen de battığını hissetmez misin? Ne oldu sevgi diye atıp tuttuğunuz şeylere? Madem beni gerçekten seviyor, o da hissetsin hissettiklerimi! Ben yaşamıyorken o nasıl yaşabilir beni seviyorsa? Hadi açıkla! Bir cevabın var mı?''

Sustu Hira. Çok--çok farklı düşünüyordu bu çocuk. Onun içindeki sevgi tanımı, bunun karşılığı ve gereklilikleri ne kadar farklıydı böyle?

''Yok, değil mi?'' deyip yine buz gibi sesiyle Hira'dan ayırdığı gözlerini Elif'e çevirdi Cemil.

Ne mimiklerinde ne ses tonunda bir değişme görmüştü genç kız sabahtan beri. Nasıl böyle buz gibi olmuştu ki bu çocuk? Elif'in anlattığından ne kadar uzaktı.

''Yok tabi. Çünkü zamanla her yokluğa alışıyor insan. O da benimkine alışacak.''

Yeniden Hira'ya döndü Cemil'in bakışları. İlk kez sesinde farklı bir tını, yüzünde bambaşka bir duygu Hira, o anlarda.

''Ben ölsem de o nefes almaya devam edecek! Hatta yanında başkaları ile! Değil mi! Çünkü o Elif! O her zaman toparlar! Her zaman doğru olanı yapar! Ama ben! Ben hata da yaparım! O hatam sonucu kendimi de kaybederim! Kendim mi sadece, etrafımdakileri de kaybederim! Ama yok! Sadece ben olmayacağım hata yapan!''

Cemil'in cümleleri, Mahir'in sert sesiyle bölündü.

''Oğlum, sen ne cüretle bu kızların karşısında dikiliyorsun hâlâ?!''

Hira, oldukça gerilmişti. Bakışları Mahir ile Cemil arasında gidip gelirken, Cemil'in Mahir'e attığı bir bakışı yakaladı. Az evvelki gibi dümdüz oldu sesi de mimikleri de. Yanlarından geçip gitmek için hareketlendiği sırada Mahir, onu kolundan yakalamıştı. Cemil ve Mahir birbirlerine sertçe bakarken, Hira Mahir'e doğru bir kaç adım attı.

''Mahir, bırak gitsin.''

Mahir bir kaç saniye sonra bıraktı Cemil'in kolunu.

''Ne istiyormuş senden?'' diye Cemil'in arkasından sertçe bakıp sordu Hira'ya.

''Hiçbir şey. O benim karşıma çıkmadı, ben onun karşısına çıktım.''

''Ne?! Neden?!''

''Elif'in karşısına çıkmaması için.''

Mahir derin bir nefes aldı. ''Bir daha muhattap olma onunla Hira. Laftan anlasa bizimkinden de anlardı herhalde. Bir zamanlar en yakın arkadaşlarıydık.''

Hira yeniden Cemil'in arkasından baktı. Ardından Elif'e ve Mahir'e. Kafasında bir kaç taş yerine otururken yanılmadığına emin olamıyordu da. Ama haklılık payının olması da önem taşıyordu. Cemil için de Elif için de içinden dua mırıldanırken her şeyden habersiz güvenlikçi abi ile sohbet eden arkadaşının yanına doğru yürümeye başladı.


Loading...
0%