Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3 • Başkalarının Dünyası •

@sukunettekelimeler


Gözlerimde acı barınır benim lâkin dikkatli bakarsanız ışık da vardır her dâim. O kandili acıya teslim etmedim çünkü her şeye rağmen sadakasıdır hâlâ dünyada nefes alıp verişimin...

🍂

Tıkırtı sesleri kulağına dolunca rahatsız olarak kıpırdandı Zahid. Uykusunun bölünmesinden nefret ederdi. Uyarı niteliğinde boğazından "Iıığğhh" sesi çıkardı farkında olmadan. Bu 'sessiz ol, rahatsız oluyorum' demekti aslında. Gözlerini daha sıkı yumup uykusuna geri dönmek istedi fakat dikkati bir kez dağılmış, sesler onu uykusundan çekip almıştı bile. Sinirlenerek ağlayacak gibi bir ses çıkardı ve battaniyeyi tamamen üzerine çekti.

Ebuzer, Zahid'in bu davranışlarına istemsizce gülerek elindeki seccadeyi serdi, tekrar ciddileşip besmele çekerek tekbir getirdi ve namaza durdu. Ellerini kaldırıp tekbir getirirken dünyayı omuzlarından geriye attı, ardında bıraktı elinden geldiğince. Üşüdüğü için içi hafifçe titrerken aklına başını sokacak bir evi olmayan yahut olup da elinden alınan, darmadağın edilen mazlumlar düştü, utandı, gözleri yaşardı. İçine yara olan bu adaletsizlikleri, zulümleri huzurunda bulunduğu Allah'a açtı. Dertli olmayı seviyordu Ebuzer, on yedilik yaşına rağmen çokça olgundu bu konuda. Derdinin hayata anlam kattığına inanıyordu. Dertsiz düşünemiyordu kendini. Ya habersiz olsaydı onca acıdan? Ya düzensizliğe o da kapılıp gitseydi bu kirli ve acımasız dünya düzeni içinde? Elhamdülillah derdi vardı. DoğunTürkistan'ı, Filistin'i Suriye'yi, Afganistan'ı dert ediyordu. Sokakta gördüğü bir evsizi, başı öne eğik bir yetimi, gözü yaşlı bir şehit anasını dert ediyordu. Bir girdap içine çekilip sürüklenen, uykuya dalan insanları, rüyasına uyanması gereken gençleri dert ediyordu. Etmeliydi çünkü dertsiz Müslüman şüphe duymalıydı imanından.

Namazını bitirdiğinde ellerini açtı, derdini semaya bıraktı, Yerin ve Göğün Sahibi'ne arz etti. Ardından bakışları koltukta uyuyan, battaniyesini başının üzerine dek çekmiş Zahid'e takıldı ve ona da dua etti. Yeni tanıştığı bu gencin gözlerinde ışığı ve acıyı görmek zor değildi. Acıya rağmen hâlâ sönmemiş ışığı... Onu bir felsefeci, bir şair edasıyla konuşturan hayatın içine açtığı kurşun yaralarını da anlamak zor değildi dün akşamdan sonra. Belli ki bir çoğunu babası açmıştı o kurşun yaralarının, oğlu için kurşunların önüne atlaması gerekirken... Babalar çocuklarına yara olmak için değil, onların yarasına deva olmak, elinden gelirse yarayı kendine alıp evladını göğüs kafesinin solunda her şeyden sakınmak için varlardı. Arkasına dönüp gitmeye, kendinden kaçırtmaya değil, koşarak gelmeye, dertlerinden kaçıp kendilerine sığınmak üzere yetiştirmeli değiller miydi evlatlarını? Gözlerine bakıp merhamet ikram etmeli, şefkatle alnından öpmeli, bir ebeveynden öte bir dost olmalı değiller miydi? Peki Zahid'in babası ne diye oğlunun celladı olmuştu?

Seccadesini topladı, katlayıp küçük ahşap masanın üzerine bıraktı ve pencerenin önüne oturup dün akşam okumaya başladığı kitabın kapağını araladı. Yavaş yavaş oda aydınlanıyor, güneş doğuyordu. Sabah namazından sonra uyumak pek adeti değildi Ebuzer'in, bu alışkanlığı kazanalı bir kaç ay olmuştu. Öncesinde epey bir alışma süreci geçirmesi gerekmişti ama sonunda başarmıştı elhamdülillah. Hiç zor gelmiyordu ona bu durum, tersine, içini mutmain ediyordu. Gününün bereketlendiğine, içine çokça şey sığdığına şahit oluyordu. Satırların arasına misafir oldu uzun süre. Bir ara kolundaki saate bakınca şaşkınlığa uğradı. Nasıl olmuş anlamadan bir buçuk saati devirmişti kitabın sayfaları arasında ve sonuna gemiş dayanmıştı. Hiç sıkılmadan kendini tekrar kitabın gürül gürül akan suları arasına bıraktı sırt üstü. Dalıp dalıp çıktı dalgalar arasında, sonunda kendini birden karaya vurmuş halde buldu. Kitap bitmişti, kapağını kapatsa da zihni içinde kalmıştı.

Yavaşça alt kata inip çay suyunu koydu, etraftaki bir kaç dağınıklığı toparladı ve üzerine mantosunu giyip dükkanın kapısındaki kilidi besmele çekip açarak dışarıya çıktı. Serin ve iç ürperten bir hissin yanında huzurlu ve tertemiz duygular bırakmıştı içinde sabahın sakinliği ve atmosferi. Ellerini cebine sokup hızlı adımlarla bir kaç dükkan öteye yürüdü, fırına girerek beyaz önlüklü adama selam verdi. Hal hatır faslını geçtikten sonra iki simit ve üç poğaça alıp adamı Allah'a emanet ederek fırından ayrıldı. Elindeki poşetten mis gibi koku burnuna dek geliyor, iştahını kabartıyordu. Dükkana geri girip çaya baktı, demledi. Üzerindeki mantoyu çıkartıp astıktan sonra poğaça ve simitlerin bulunduğu poşetin üzerini soğumasın diye bir kaç bezle örttü. Çay demini alınca iki bardağa doldurdu, poğaça ve simitleri de büyükçe bir tabağa koyup hepsini bir tepsiye yerleştirerek üst kata doğru merdivenleri çıkmaya başladı. Elindeki tepsiden ciğerlerine dolan koku hayatta en sevdiği kokulardan biriydi. Çay ve simit şüphesiz bu dünyada en sevdiği ikililerdendi, başı çekiyorlardı. Tepsiyi masaya bırakınca dün Zahid için evden gelen zeytin peynirlerden hâlâ aşağıda biraz olduğu hatırlayıp alt kata indi. Onları da alıp yukarıya geri geldi.

''Zahid? Hey, Zahid!'' Zahid kıpırdansa da başka bir tepki vermemişti. Ebuzer, çocuğun kafasını örten battaniyeyi omuzlarına indirecek şekilde çekti. ''Zahid! Kahvaltı yapalım, uyan.''

Battaniye çekilip de karanlığın yerini ani bir ışık alınca gözlerini sıkıca yumdu ve rahatsız olduğunu belli edercesine başını çevirdi delikanlı. ''Sen yap kardeş.'' diye mırıldanıp battaniyeyi tekrar kafasına dek çekti.

Ebuzer bu durumdan hoşlanmamıştı. Sesinde alay ve eğlendiğini belirten bir tını vardı. ''Ne yani, sıcak simit, poğaça ve çaya hayır mı diyorsun? Kesinlikle seninle dost olamazmışız. Buna hayır diyen birine hayatımda yer veremezdim.''

Başına örttüğü battaniyeyi açtı, gözlerini zorla araladı Zahid. Bakışları etrafta bir kaç saniye dolandıktan sonra uyku mahmuru yeşil hâreleri Ebuzer'in ela hârelerine takıldı. ''Sıcak simit dedin, kalbimden vurdun.'' diyerek yattığı yerde doğruldu. ''Günaydın.''

''Heh şöyle! Hadi, elini yüzünü yıka gel. Biraz daha oyalanırsan sıcak simit olmayacak yediğin.''

Zahid, başını sallayıp kalktı, odanın köşesindeki ufak lavaboda elini yüzünü yıkayıp koltuğa geri geldi. Battaniyeyi omuzlarına alıp çayının üzerine ellerini koydu çıkan sıcak buhardan ısınmak üzere. Bir kaç saniye elleri keyifle ısınmıştı. Simitinden bir parça koparıp ısırdı, susamların hayran olduğu tadına bir kere daha aşık oldu. Lokması bitince ''Simit efsaneymiş yalnız.'' diyerek büyük bir ısırık daha aldığında ''Keşke poğaça yerine de bir simit alsaymışım.'' deyip kendi simidini ısırdı Ebuzer.

Bir süre aralarında hakim olan sessizliği ''Simite aşık olmak gibi önemli bir ortak noktamız olduğuna çok sevindim.'' diyerek darmaduman etti Ebuzer.

''Bu nimete hakettiği değeri vermeyen, top-5'e koymayan kızla evlenmem bile ben kardeşim.''

Zahid'in cümlesine kahkahayla güldü Ebuzer. ''Haklısın vallahi. Pizzaymış, kumpirmiş falan! Tamam onlar da güzel nimetler ama kimse en soylu ve köklü mirasımı hafife almasın, hepsine bin basar.''

"Basar tabi, evelallah."

Araya girmekte inat eden sessizliği her seferinde dağıtıyordu Ebuzer. Zahid'in gövdesini işaret etti. "Karnın nasıl, çok ağrıyor mu hâlâ?"

Gencin eli refleksle bir kaç tekme yediği karnına gitti. Dün akşam Ebuzer'in bir cümlesine gülerken pişman olmuş, derin bir sancı duymuştu fakat şuan daha iyi hissediyordu. "Daha iyi."

Ebuzer yavaşça başını salladı. "Sevindim... Hangi okulda okuyorsun?"

Zahid okuduğu lisenin ismini söylediğinde "Aa biliyorum o okulu basketbol turnuvalarından." diyerek poğaçasından bir ısrık aldı Ebuzer.

"Sen hangi okuldasın?"

Ebuzer, lokmasını yutup cevap verdikten sonra "Seneye üniversitelisin ha?" diyerek gülümsedi.

"Yok, değilim. Bir sene kaybım var benim. Şuan ben de on birinci sınıfım."

Ebuzer şaşırmıştı. "Öyle mi? Hım..." diye mırıldandı. Nedenini merak etse de sormadı, bu kısmı atladı. Sorduğu soruların Zahid'de kötü anılara kapı aralamasından çekinse de onu merak ediyordu, kendini tutamıyordu. "Bir hedefin var mı, 'ben kesin şunu okumak istiyorum' dediğin?"

Zahid başını iki yana salladı. "Yok. Ona tercih yaparken karar veririm, tabi o zamanlar gelirse. Ama kesin olmaz dediğim bölümler var, Allah başıma vermesin. Mesela felsefe, edebiyat falan."

"Sözelle aran limoni sanırım?"

"Yani sevmiyorum değil, seviyorum ama dört yıl okuyup sonra ömrümü geçirecek denli değil."

Ebuzer "Anladım..." deyip çayından bir yudum aldı ve dibini gördü. Zahid'in bardağının da boşaldığını fark edip ikisini de tepsiye koydu. "Ben çay getireyim."

Ebuzer bardaklara çay doldurup döndüğünde Zahid teşekkür etti ve tek kaşını hafifçe kaldırıp ona baktı. "Ee, senin var mı geleceğe dair belirli hedeflerin?"

"Bende de durum aynı, ne okuyacağımı değil ama ne okumayacağımı biliyorum ve bir yerde fizik-kimya-biyoloji varsa ben orada yokum."

Zahid güldü. "Matematik ne alemde?"

Ebuzer "Severiz elhamdülillah, tabi yapabildiğimiz sürece!" deyince ikisinin de dudaklarından ufak birer kahkaha firar etti.

"Önemli olan yapamayınca da sevmek, kardeşim. Matematik nazlıdır, ilgi ister. Eh, gereken ilgiyi vermeyince de küser insana. Sabır ister, tutku ister."

"İyi diyorsun hoş diyorsun da, matematikteki bazı konulara verdiğim ilgiyi ve alakayı bir kıza vermiş olsam şuana çoktan nikahı kıymıştık be. Fazla naz aşık usandırır, Zahid kardeş. Leyla mecnunu beklerken bu kadar sabretmiş midir, şüphedeyim."

Zahid'in gözlerinin ve dudaklarının kenarı güldüğünden ötürü kırışmıştı. Bu hoşuna gitti Ebuzer'in.

"Ne yapacaksın, metematik bir kız değil ki senin kara saçlarına, ela gözlerine düşsün! Bir kıza ilgi gösterip karşılık almak gibi değil bu mesele, yanlış anlamayasın."

"Vallahi sözlerine bakılırsa benim kara saçlarıma ela gözlerime düşmüyor ama senin yeşil gözlerine kahverengi saçlarına düşmüş sevgili matematik."

"Ayıp ettin Ebuzer kardeşim! Bana bırak matematiği, fizik bile dayanamıyor."

Ebuzer "Yer çekimi benim çekimimden kaynaklı diyorsun yani?" deyince yine gülüşmüşlerdi.

"Tabi! Hatta gezegenler güneşin değil benim etrafımda dönüyor! Yıllardır söylüyorum da inandıramadım kimseyi."

Ebuzer gülmekten kısılan gözlerini Zahid'in yeşil harelerine misafir etti. "Seni sevdim Zahid, mümkünse görüşmeye devam edelim."

"Eyvallah, ben de seni sevdim. Fakat tekrar görüşmemiz konusunda söz veremiyorum çünkü bundan sonra hayatımın ne yöne gideceği, benim ne yöne gideceğim meçhul."

"Neden öyle söyledin?"

Ebuzer'in sorusuna gerçek bir cevap verip vermemekte tereddüt ettiği sırada odada bir telefon sesi duyuldu. "Senin sanırım?" Deyip Zahid'e telefonunu vermek üzere kalktı Ebuzer. Gencin çantasının yanına bıraktığı telefonu aldığında ekranda babam yazdığını gördü, telefonu ona uzattı. Zahid telefonu alsa da açmayarak ekrana baktı bir süre, sonunda telefon sustu. Yanına bıraktı tuşlu telefonu, çayına uzandı. Moralinin püf diye uçtuğunu hissetmişti bir anda. Az evvelki sıcak atmosferin yerini gergin bir hava almıştı. Telefon tekrar çaldı, yine açmadı, tekrar çaldı. Sonunda sinirlenerek telefonu aldı ve oturduğu yerden hırsla kalktı Zahid. Pencerenin önüne doğru yanaşıp telefonu açtı, kulağına götürdü.

"Efendim!?"

Ebuzer, tedirgin bakışlarla Zahid'in sırtını seyrediyor, istemsizce konuşmasını dinliyordu. Telefondaki sesi duyamasa da gencin sözlerini net bir şekilde duymaması imkansızdı çünkü bir kaç adım ilerideydi yalnızca.

"Küfretme bana! Doğru konuş! Hem neden soruyorsun? Çok mu umrunda?"

"Sana inanmıyorum. İnanacak kadar aptal değilim! Artık dayakla korkutabileceğin ufak saf bir çocuk da değilim!"

"Öldür! Şimdiye dek öldürmemende hata! Annemi öldürdüğün gibi beni de öldürseydin keşke!"

"Tabi, annemi sen öldürmedin değil mi?! Bu lafları bana anlatma artık baba! Git, annemi her gün döverken varını yoğunu uğruna harcadığın, üzerine titrediğin o yabancı kadına anlat! Niye hâlâ beni arıyorsun ki? Eve dönmeyeceğim, benim öyle bir evim yok! Özgürsün işte, ne yaparsan yap rahat rahat! Hadi, eyvallah!"

Ebuzer şaşkınlığa uğramıştı. Zahid'in babası tarafından yaralı olduğunu dün akşam anlasa da bu denli şeyler yaşadığını asla tahmin etmiyordu. Sertçe yutkundu, yutkunmaya çalıştı daha doğrusu. Telefonu kapatsa da hâlâ pencerenin önünde dikilen gencin yanına gidip gitmemek konusunda kararsız kaldı. Gitse ne yapacak, ne diyecekti, bilemiyordu. Tam kalkıp yanına gitmeye karar vermişti ki Zahid yüzünü döndü, az evvel oturduğu koltuktaki yerini aldı. Gözleri kızarmıştı, ellerini yumruk yaptığı için tırnakları avcuna batıyordu. Ellerini fazla sıktığını görmemek körlük olurdu.

Ebuzer, gencin yanına oturup ellerini yakaladı ve parmaklarını ayırmasını sağladı avcuçlarından. Ellerinin içinin iz olduğunu gördü. Bir elini gencin omzuna koydu destek olmak istercesine. "Üzülme demek yersiz gibi gelecek belki ama üzülme, Allah bizimle."

Zahid'in sesi çatlaklarla, kırıklarla dolmuştu. "Bizimle, değil mi?"

Ebuzer, başını salladı onaylarcasına. "Her zaman." Dedi. Sonra da az evvel Zahid'in, sorusuna vermediği cevabı aslında almış olmanın ağırlığını yüreğinde hissetti. Ne yöne gideceği meçhul olurdu elbet, kaybolmuştu Zahid.


Loading...
0%