Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30 • Kurtar Beni •

@sukunettekelimeler

Bazılarımız sadece kendini nasıl anlatacağını bilmez. Dahası yok.

🍂


Hira ve Elif sohbet ederek yurda doğru yürüyorlardı. Bu akşamki menü pek hoşlarına gitmemiş, canları da lahmacun isteyince soluğu yurtlarına on beş dakika uzaklıkta olan bir restoranda almışlardı. Buralarda oldukça meşhur ve bilinen bir yerdi. Gözlemledikleri kadarıyla temiz de bir işletmeydi. Duyduklarına göre ise güvenilir bir yerdi. Eh, garsonlar ve görevliler de oldukça nazik ve ilgili olduğundan buraya sık sık geliyorlardı.

Güneş batmış, sokak lambaları yolu aydınlatıyordu. Ağaçlar usulca dans ediyor, rüzgar Hira'nın saçlarını, Elif'in şalının uçlarını okşuyordu.

''Elif!''

Akşam olmasına rağmen durağa yakın olduğu için kalabalıktan pek de yoksun kalmayan bu sokak, kızlara doğru duyup duymadıklarını sorgulatmıştı. Eh, başka bir Elif'e de sesleniliyor olabilirdi, koca dünyada tek Elif bu Elif değildi. Fakat ikinci kez daha yakından bir sesleniş duyduklarında ikisi aynı anda durdular. Hâlâ kol kolalardı. Yan dönüp geriye doğru baktıklarında ikisinin de yüzündeki gülümsemeler solmuştu.

Elif, ''Yürü Hira, gidelim.'' deyip yeniden arkadaşını yola devam etmeye teşvik etti. Üstelik bu kez yürüyebildiğince hızlı yürüyor, Hira'yı da peşinden sürüklüyordu. Bu saatte burada Cemil ile karşı karşıya gelmek gibi bir niyeti yoktu. Okul yetmiyormuş gibi şimdi de burada karşısına çıkıyordu!

''Elif, bekler misin! Dur diyorum sana!''

Cemil'in seslenişine aldırmıyordu Elif. O zaten yeterince beklemişti bir zamanlar bu genci. Artık beklemek niyetinde değildi. Bir yanı bazen inatla umut etse de...

Hira da oldukça gerilmişti. Cemil'i doğru düzgün tanımıyor olmasına karşın tanıdığı kadarıyla gözü kara bir tipti. Yani, özellikle geçen aylarda, kulüp etkinliğinin olduğu gün ve sonrasında, Cemil'in Elif'e olan bakışlarını görmüştü bir çok kez. Cemil'i ilk kez görene öylesine boş gelen o bakışların aslında tam da bir şeylerin fitilini yakabilecek kudrette olduğunu fark etmemek aptallık olurdu. O boş bakışlar, kaybedecek bir şeyi olmadığını haykırıyordu ve kaybedecek bir şeyi olmayanlar her şeyi yapmayı göze alabilecek, kafalarına taktıkları şeyin peşinden koşabilecek kişilere rahatlıkla dönüşebilirlerdi. İşin sonunda kaybedecek bir şeyleri olmadığından, riskler isteklerine hizmet edebilir, önem taşımazdı.

Hira, Cemil'in aslında hâlâ Elif'e karşı bazı hisleri olduğunu düşünüyordu. Hareket ve söylemlerinin sonucunu da buna yormuştu. Fakat neden bilmiyor, Cemil sevgiyle başka şeyleri bir çok zaman karıştırıyordu. Onun için ifade edilen anlamlar çok başkaydı. Onu bu hale ne getirmişti bilmiyordu, fakat ailesi olduğunu tahmin ediyordu çünkü hepimizin en ufak davranış ve huyunu etkileyen büyüdüğümüz ailelerdi. Bizi böyle omaya iten, içinde yetiştiğimiz ortamlardı. Cemil ne yaşamıştı da sevgiyi bu hale getirmiş, kendisini de Elif'i de yaralamıştı! Tahminleri vardı. Tahminlerinin genelinde doğru olduğunu da bilmese de, öyleydi.

Cemil muhafazakar bir aileye sahipti ve ailesinden fazla baskı görmüştü. Küçüklüğünden itibaren yaşadığı bazı şeyler ona çok dokunmuş, darlamış ve dayatılmıştı. Üniversiteye geçince bu baskı üzerinden kalkmıştı, ailesinden uzaktaydı sonuçta. Eh, bu rahatlıkla bir süre sonra kendisine izin verilmeyen her şeyi yapmış, dayatılanlardan uzaklaşmıştı. Onun için özgürlük haline gelmişti, bir zamanlar ona dayatılanlardan uzağa kaçmak. Anne babasının değil, kendi dediklerinin olduğu bir hayata adım atmıştı kendi kendine. Ve buna her şey dahildi, arkadaşları bile. Babasının eleştirdiği ve hor gördüğü gençler gibi giyiniyor, onlar gibi saçlarını 'değişik değişik' yapıyor, canı ne isterse çekinmeden uygulamaya koyuyor, istediğiyle arkadaş oluyor, istediği yere gidiyor, istediği şeyi yiyip içiyordu. Tasma derdi babası gençlerin taktığı zincirli kolyelere, şimdi oğlu takıyordu boynunda bir tane. Ailesi şimdiye dek neyi eleştirdiyse yapıyordu Cemil. Bir zamanlar izin verilmeyen şeyleri ise özellikle ailesinin gözüne soka soka yapıyordu. İnatla devam etmişti böyle davranmaya. Babasının bağırış çağırışı, dövme tehditleri, hiçbirine aldırmamıştı bile. Tersine, onun böyle kızdığını gördükçe şevkle yapmıştı her şeyi Cemil. Geçen yılların intikamını alır gibi.

İşte böyle ters tepiyordu baskı denen şey insanlarda. Bu durum oldukça yaygındı aslında. Bazı aileler daha küçük yaştan baskı ve dayatma yoluyla, bağırıp kızarak, cezalandırıp tehdit ederek çocuklarına bir şeyleri öğretmeye ve kazandırmaya çalıştırdıklarında aslında onları içten içe o şeyden uzaklaştırdıklarını çok geç fark ederlerdi. Özellikle din, değerler, ahlaki meseleler baskıyla öğretilecek şeyler değildi. Tersine, sevdirerek, severek öğretilecek şeylerdi.

Cemile de olan buydu. Bulduğu ilk fırsatta yavaş yavaş aşmıştı duvarlarını. Yavaş yavaş asi olmuştu. İntikam alırcasına ailesinin karşısında farklı bir Cemil olarak dikilmişti. Uzun süre bu durumdan haz almıştı. İçi rahatlamıştı. Ama sonra? Sonra annesi eli kolu bağlı ses çıkaramaz halde kalmıştı. Oğlunu böyle de sevmişti, böyle de geceleri üzerini örtmüştü, böyle de hastayken başında beklemişti. Babası mı? Babası da söylenmeye devam etmişti. Kızmaya, bazen laf sokmaya, bağırmaya, her şeyi oğlunun yüzüne vurmaya. Bir süre sonra da bu durum alışıldık olmuştu Cemil için. Bir şey ifade etmez hale gelmişti hepsi. Ailesi de, yeni arkadaşları ve yeni ortamları da. Durup bakmıştı etrafına, durup bakmıştı hayatına. Ne elde etmişti? Eline geçen neydi? Özellikle bu sıralar öylesine yalnız hissediyordu ki... Ona sigara uzatan, yeni şarkılar öneren, sürekli farklı mekanlara gitmeyi teklif eden arkadaşlarıyla mutlu olmadığını, geçen zamandan bir tad almadığını fark etmişti. Kızların biri rahatça gelip o koridorda yürürken omzuna dokunduğunda irkilmişti mesela. Çevirip bakmıştı kafasını, gülümsüyordu kız. Bir şeyler anlatıyordu gülerek. Ama Cemil bir süre sonra usulca ayırmıştı kolunu, koluna giren kızdan. Çünkü o kişi Elif değildi. Onun Elif omasını istiyordu oysaki. Hayatında ne değişirse değişsin, onun yanında oluşu değişmesin istiyordu.

Oysa Elif'e göre artık uzaktı Cemil. Batıyordu bir bataklığa. Uzatılan elleri tutmuyor, kendi sonunu hazırlamakta ısrarcı oluyordu. Biliyordu Cemil. Görüyordu bu manaları, onun kendisine bakışlarından. Zaten en başlarda da kendisi söylememiş miydi bunları, daha uygun bir dille olsa da? Söylemişti! Bu Cemil'i istememişti Elif, diğer Cemil'i sevmişti. Ama Cemil, Elif bu halini de sevsin istiyordu. Annesi gibi... Her şeye rağmen yanında dursun istiyordu. Ama yok, Elif hata yapmazdı. Yani böylesine hatalar yapmazdı, Cemil'in yaptığı gibi. Annesi ve babası da dememiş miydi zaten? Kızı üzdüğünden, güzelim kızı ne hale getirdiğinden bahsetmemişler miydi kaç kere? Elif mükemmeldi, Cemil gibi hatalar yapmazdı o! Ama Cemil! Cemil her haltı yapardı! Öyle iflah olmaz, öyle hayırsızdı! İşte, bu sözler zihninde dönmüştü uzun süre Cemil'in. Elif de hata yapsın, ama Elif onunla birlikte olsun istemişti. O hatalarıyla da severdi hem! Ağzını açıp sen değiştin demezdi! Bundandı kızı bir süre kendi hayatına değişmesini isteyerek davet etmesi. Onu öyle istediğinden ziyade, bakın tek hata yapan ben değilim diyebilmek için.

Şimdi ise iplerin koptuğu yerdeydi. Okulda akşama ertelenen ders için kalmışlardı. Dersten sonra sigara içerken, yan tarafta oturan gruptan birinin ağzında Elif'in adını duymuştu ya, beyninden vurulmuştu sanki. Onun bir başkasını sevme ihtimali, bir başkasıyla evlenme, hayat kurma, bir başkasının elini tutma, sarılma ihtimali Cemil'i delirtmişti. Çocukla kavgaya tutuşmuştu, zor ayırmışlardı. Arkadaşları ''Sen o kızla ayrılmadın mı? Ne yaptığını sanıyorsun?! Artık karışamazsın, kendi denklerine bak.'' gibisinden laflar ettiğinde ise aldırmamıştı. Onun dengi Elifti. Hep de o olacaktı. Bu olay üzerine okuldan ayrılıp düşüne düşüne yürümüştü. Kendini burada bulmuştu. Ağzına bir damla içki sürmeden sarhoş olmuş gibi, içinde karışan onlarca duygunun tesiri altındaydı.

''Elif!''

Kızlara yetişip Elif'i kolundan yakaladı ve durmalarına sebep oldu.

''Bırak kolumu Cemil!''

Elif'in hemen sertçe kolunu kurtarması üzerine tekrar tutmadı. Amacı onu kızdırmak değildi. Amacı onu üzmek değildi bu akşam. Amacı onu yeniden kazanmaktı.

''Tamam, tamam bıraktım. Ama gitme. Dinle beni bi.'' deyip ellerini nereye koyacağını bilmeden, ne söyleyeceğini bilmeden kıpırdandı öylece.

Elif kaşlarını çatıp Cemil'in gözlerine yorgunca baktı. Etrafta insanlar olduğu için sakin kalmaya çalışarak konuştu. Zaten bu genç adama karşı sesini yükseltmeye bile mecali yoktu ki artık. ''Neyi dinleyeceğim? Ben yeterince dinledim seni. Bak, ne güzel bir kaç aydır ben rahattım, sen rahattın, neden yine geçtin dikildin karşıma Cemil? Yorma artık beni!''

Acı bir gülüş döküldü Cemil'in dudaklarından. ''Rahattım ha?!!'' Başını sallayıp kaşlarını hayret edercesine kaldırdı. ''Evet, çok rahattım! Keyfime diyecek yoktu!''

''Kolunda kızlarla gayet rahat görünüyordun bana, yanlış anladıysam kusura bakma!''

Cemil, Elif'in iğneleme yaparak kurduğu cümleden sonra önce biraz hararetlice konuştu.''Ben kimseyi koluma takmadım! Bana bak Elif, ben kalbime sadece seni aldım.''

Kızın bir şey söylememesi, yalnızca başını iki yana sallayıp Cemil'in sözlerine inanmadığını belli edercesine bakması yetmişti Cemil için devam etmeye.

''Yemin ederim ya! Yemin ederim! Evet hatalar yaptım, evet saçmaladım! Kendimce başka bir hayata adım attım, evet ama yapamadım! Olmadı! Benim dünyam sensiz olamıyor işte, görmüyor musun! Kaç kere gülerken gördün beni o günden sonra söylesene! Kaç kere gerçekten gülerken, heyecanlanırken, huzurluyken gördün!?''

Cemil'in sözleri Elif'i yeniden ve yeniden çıkmazlara sokuyordu ama buna izin vermeyecekti. Yeniden aynı şeyleri yaşamayacaktı genç kız. Zihninde setler çekti aralarına, duvarlar ördü. ''Bunları söylemek için mi geldin buraya Cemil?'' dedi sertçe.

''Evet! Daha bitmedi ama!''

Elif, üşüyen ellerinin bir anlığına titrediğini hissetti. Oysa az evvele dek havanın serin olduğunu düşünmüyordu bile. Hele de bu güzel bahar akşamında. ''Bu kadarı kâfi, iyi akşamlar sana Cemil. Hadi Hira.''

Hira ne yapacağını şaşırmış, öylece gözlemlemişti Cemil ve Elif'i. Arkadaşının bir kez daha kendisi çekelemesi üzerine ona ayak uydurup yürümeye başladı fakat uzun sürmeden yeniden durmuşlardı. Çünkü Elif yeniden durdurulmuştu ve Cemil yeniden önlerinde dikilmişti.

''Böyle gidemezsin Elif. Bitmedi daha.'' Derin bir nefesin ardından devam etti Cemil. ''Ben eskisi gibi olalım, eskisi gibi olayım istiyorum. Bu hayat bana yabancı, ruhuma uzak. Sevdiklerimin ruhunu da benimkine uzak tutmakta ısrarcı.''

Hira, arafta kaldığı öylece Cemil'e bakmasından belli olan arkadaşının koluna dokundu, onu kendine getirmek adına. İçine dalıyordu Elif sık sık. İnanmakla inanmamak, güvenmekle güvenmemek arasında kalıyordu. Kabine kalsa inanacaktı Cemil'e ama yaşananalara bakınca o iş hiç de öyle kolay olmuyordu.Elif, arkadaşının dokunuşuyla kendine gelip bakışlarını çekti Cemil'den.

''Eğer gerçekten böyle hissediyorsan, eskisi gibi ol Cemil. Benim sevdiğim Cemil'i getir karşıma.''

''İmkansız, Elif.'' diye mırıldandı çaresizce genç adam. ''İmkansız... Eskisi gibi omak istemiyorum. Böyle kalmak da istemiyorum. Kendi yolumu, kendi istediğim hayatı inşa etmek istiyorum sadece.''

''İnşa et o zaman Cemil!'' diye çıkıştı genç kız. Tüm yorgunluğunu atmak istercesine, bu adamın kendisine yaşattıklarından kurtulmak istercesine. ''İnşa et! Ama beni bunaltma, üzme, canımı acıtma, yorma, bırak artık Cemil! Bir kere madem bıraktın, yeniden gelme işte gözümün önüne!''

''Güvenmiyorsun, inanmıyorsun dimi Elif? Ama doğru söylüyorum! Bir kere hata yaptım diye atacak mısın kenarıya onca şeyi? Bir şans daha veremeyeceğin kadar büyük bir hata mı yaptım, söylesene Elif? Ölümcül bir hata mı yaptım? Hiç mi yok dönüş?''

''Ne diyorsun Cemil ya?'' diye şaşkınlıkla baktı Elif. ''Bir kere hata yaptın diye atacak mıymışım her şeyi bir kenarı, öyle mi?'' Kızın tek takıldığı burasıydı o anda. Ona odaklandı. ''Sen attın kenarıya her şeyi Cemil. Sen yaptın! Ben değil! Sen çıkarttın o yüzüğü, sen gittin arkana bakmadan! Sen döndün sırtını bana. Ben değil. Ben sana en başında el uzattım, sen tutmadın Cemil. Şimdi onca zaman sonra karşıma gelip bunları söylüyorsun!''

Cemil, kaldırımın hemen yanındaydı. Ayağını kaldırıma vurup çaresizlik ve öfkeyle konuştu, ki öfkesi kendisinden ve babasından başkasına değildi. ''Evet ben yaptım! Allah belamı versin! Hepsini ben yaptım! Seni bıraktım, arkadaşlarımı bıraktım, namazımı bıraktım, beni ben yapan ne varsa bıraktım! Ama zarar gören sizden çok ben oldum, görmüyor musun?! Sensiz kaldım! Annemsiz kaldım! Arkadaşlarımsız, Mahirsiz kaldım!'' derken Hira'ya doğru baktı bir anlığına. ''Benim alnım secdesiz, benim kalbim huzursuz kaldı! Hepsini ben yaptım, ne yaptıysam kendim yaptım evet! Çünkü ben hata yaptım Elif, hata yaptım. Hayatımda ilk kez kendi isteğimle bilerek, babamın bile beni engellemesine müsaade etmeden hatalar yaptım ben! Ne kadar şeyden uzaklaştırıldıysam onlara koştum, neye ısrarla itildiysem onlardan kaçtım! Kabulüm, hepsi benim suçum günahım. Ben değiştim. Çünkü hata yapabilmek istedim. Karşı durabilmek istedim. Denemek istedim. Israrla uzak tutulduklarımı iştahla tattım. Evet, en büyük haksızlığı sana yaptım. En günahsız sendin. Ama yaptım işte, geri alamıyorum! Keşke alabilsem! Ben senin gibi değilim işte! Sen hata yapmazsın belki, hele böyle benim yaptığım gibi büyük hatalar, ama ben yaptım! Çünkü Cemil hataya meyilli! Elif mükemmel!''

Elif, tıpkı Cemilinkiler gibi dolu olan gözlerini parmaklarıyla hızlıca sildi. ''Ben mükemmel falan değilim, Cemil! Benim hatalarım yok mu? Hangimizin yok?! Ben yalnızca sevdiklerimi hatalarıma ortak etmiyorum.'' Derin bir nefes alıp karşısındaki genci anlamaya çalıştı, dakikalardır yaptığı gibi. Ama tam olarak anlayamıyordu. Canını acıttığı zamanları ise hemen kenarı atamıyordu. Yine de kalbi dayanamıyordu. En başta ördüğü duvarların boyu kısalmıştı. ''Senin bensiz kaldığın kadar ben de sensiz kaldım!'' diye çıkıştı. ''Üstelik benim beni meşgul edecek yeni atraksiyonlu bir hayatım da yoktu!''

Cemil, yorgunca elini alnına ve saçlarına dokundurdu.

Hira araya girmeyi hiç istemese de ikisinin de fazlasıla yıpranmış olduğunu görüyordu ve ortama hakim olan sessizlikten faydalanarak sonunda dudaklarını araladı. O konuşunca Cemil de Elif de ona çevirmişti bakışlarını.

''Şuan ikiniz de yorgunsunuz ve fazlasıyla bir çok duygunun, olayın etkisi altındasınız. Daha fazla birbirinizi yıkmaktansa daha sonra sakince konuşsanız? Cemil? Gitsen artık? Ya da bıraksan, gitsek?''

Cemil, başını iki yana salladı. ''Bunları konuşmadan, içimizde ne varsa dökmeden olmaz. Ne zaman olduğu fark etmez, yine söylenecek bu sözler, yine yorulacağız Hira.''

Hira ne diyeceğini bilemeyerek sustu. Ortam onun da hissettiklerini etkilemişti.

Cemil, az evvelkinin aksine usul usul, sakince döktü ortaya cümlelerini.

''Elif, ne demek istiyorsan de, boşalt içini. İstersen vur, tokatla, bağır, çağır. Ama inan. Ne olur inan.''

Elini cebine attı, Elif'le aralarına uzattı, sımsıkı avucuna bastırdığı parmaklarını araladı. Avcunda duran yüzüğe, Elif'in bakışları dokundu. Önce yüzüğe, sonra Cemil'e baktı. Kızarık gözlerine, morarmış göz altlarına, yorgun suratına, kısa kesilmiş sakallarına, bir umut arayan gözlerine. Gözlerine baktı. Anlamaya çalıştı ama onu gerçekten tanıdığına, anlayacağına emin bile değildi ki.

Cemil, uzanıp hızlıca kızın elini yakaladı ve avcundaki yüzüğü onun avuçlarına bıraktı. Ona dokunmasını istemediğini biliyordu, o da istemiyordu ama şu halde hiçbir şey düşünüp hesaba katacak durumda değildi.

''Şimdi çok araftasın biliyorum. Bu senin, sende kalsın. Kararını verince ya parmağına takarsın, ya da-- atarsın.''

Cemil'in duraksamasının ve sonunda cümlesini tamamlamasının ardından Elif avcundaki yüzükten ayırdı bakışlarını. Parmaklarını kapatıp sıkıca tuttu avcunda. Karşısındaki gence son sözlerini söylemek üzere dudaklarını aralamıştı ki kulaklarını acıtan korna ve fren sesi, hemen ardından gelen bağırışlar ve gürültü genç kızın cümlesini donduruverdi.


🍂


Başı otobüs camına yaslı, düşünceleri bir kaç gün öncedeydi. Kulaklarına bir kaç gündür Cemil'in görüntüsü ve sesi doluyordu.

''Kurtar beni.''

Arabanın kontrolünü kaybeden taksi şoförü korna sesi ve fren sesi eşliğinde üzerlerine doğru gelirken farların ışığı gözlerine vurmuştu üçünün de. Bir amca Hira ve Elif'i son anda çekse de Cemil kurtulamamıştı arabanın kendisine çarpmasından. Onu yerde uzanmış, kanlar içinde gördüğünde öyle çok korkmuş, ürpermiş, ne yapacağını şaşırmıştı ki! Kendisi bile çok fazla etkilenmişken, Cemil'i seven arkadaşı Elif'in neler hissettiğini tahmin bile edemiyordu. Elif, Cemil'in başına koşmuştu. Gözyaşları yavaşça yanaklarını ıslatmış, gencin ismini seslenip durmuştu. Cemil'in ise dudaklarından iki kelime dökülmüştü. ''Kurtar beni.'' Ambulans gelince Elif ambulansla gitmiş, Hira aceleyle durağa koşup Mahir'i aramıştı. Hastanede buluşmuşlardı. Elif'e destek olmuş, Cemil'in ailesine haber vermişlerdi. Ameliyata alınmıştı arkadaşları. bütün gece orada kalmışlardı. Elif bir ara kötüleşmiş, boş bir odadaki refakatçi koltuklarından birine uzanıp biraz uyumaya zorlanmıştı Hira ve Mahir tarafından. O uyurken Hira ve Mahir yan yana duran üçlü koltuklara aralarındakini boş bırakarak oturmuştu. Mahir'e ayrıntı vermeden olan biteni anlatmıştı Hira. Cemil'in bazı söylediklerini ise özellikle söyleme ihtiyacı hissetmişti. Anlatırken ağlaması durumu zorlaştırmıştı gerçi ama sonuç olarak Mahir almıştı iletileri.

Şimdi hâlâ hastanedeydi Cemil. Ailesi gelmişti, onunlaydı. Elif de sürekli gidiyordu. Elif'in ailesi de gitmişti zaten ilk günden. Eh, yüzüğü çıkartmış olsa da Cemil'i sevmişlerdi en başta. Ailesi de yanında olmadığı için onlar gelene dek ilgilenmeyi borç bilmişlerdi. Cemil, bugün bir ameliyata daha girecekti. Elif'ten haber bekliyordu.

Otobüste, eve yolculuk yapıyordu. Yanı boştu, çantaları duruyordu. Diğer tarafta, kendi hizasında karşıdaki ikili koltukta ise Mahir ve tanımadığı bir adam vardı. Başını çevirip o tarafa baktığında Mahir'in uyuyakaldığını gördü. O da yorulmuştu hastanede kaç gündür. Son zamanlarda Cemil ile araları açık olsa da Mahir bu durumda yalnız bırakmazdı hiç kimseyi. Yaşadıkları, yarım da kalsa dostlukları Mahir için önemli şeyler ifade ediyordu. Vefalı biriydi.

Hira, başını yeniden pencereye çevirdi ve yanından geçip gittikleri evlere, yollara, sokaklara ve şehre baktı. Ne geçiciydi hayat, beklenmedik şeyler oluveriyordu. Hiç tahmin edebilir miydi Cemil ile o akşam o şekilde bir sona ulaşacaklarını? Edemezlerdi elbet. Bir dakika sonrası belli değilken nasıl da yaşayıp gidiyorlardı...

Bir ara Hira'nın da gözleri kapanmış, uykuyla uyanıklı arasında gidip gelmişti. İsmini işitince sıyrıldı aniden yarım yamalak uykusundan.

''Hira?''

''Hıım?'' diye mırıldanıp etrafa bakındığında Mahir'in bakışlarına rastladı.

''Uyuyor muydun? Camdan bakıyorsun sandım.'' dedi Mahir, kızın uyku mahmuru ve boş bakışlarını fark edince.

''Gidip geliyordum, dalmamıştım. Sorun yok yani. Ne oldu ki?''

''Cemil ameliyattan çıkmış. Şimdi Elif mesaj attı. İyiymiş. Bir kaç saate kendine gelir demişler.''

''Çok şükür.'' dedi Hira en içteninden. ''Elif de rahatlamıştır biraz, gülüm benim, çok yıprandı.''

Başını salladı Mahir. Öyle olmuştu gerçekten.

''Ben onu bir arayayım.'' deyip telefonunu çıkarttı Hira. Elif'in kendisine de mesaj attığını fark etti ama duymamıştı demek. Uykuya kapılmak üzere olduğu bir an titremiş olmalıydı telefonu ki fark etmemişti. Aradığında açmadı Elif, fakat sonra ona döneceğine dair mesaj atmıştı bir kaç dakika sonra.

On dakika ihtiyaç molası için otobüs durduğunda Mahir ayaklanmıştı. Hira, ona dönüp baktı. Tuvalete gidiyor olabileceğini düşündü. Kendisi otobüste kalmayı planlıyordu.

''Gel bir bardak çay içelim.''

Mahir'in teklifi üzerine genç kız başını sallayıp kalktı. Bir bardak çay ona da iyi gelebilirdi. Otobüsten peş peşe inip yan yana içeriye doğru yürümeye başladılar. Mahir, Hira'ya oturmasını, kendisinin çayları alıp geleceğini söylemişti. Hira da severek kabul etti. Otobüs yolculuklarında yoruluyordu sebepsizce. Oturmuyor da koşturuyordu sanki dersin. Belki de o sessizlikte ve yalnızlıkta zihnine üşüşen onlarca düşünce ve kalbine dokunan onlarca duygudan ötürüydü o yorgunluklar, kim bilir. İnsan kendiyle baş başa kalınca, kendinden yorulmaz mıydı en çok?

Az sonra Mahir çayları alıp gelmişti fakat ceplerine sıkıştırdığı kraker ve bisküvilere bakılırsa aldığı yalnız çay değildi. Bardağın birini genç kıza doğru iterken Hira da kraker paketini açıp ortaya koydu. Mahir de bisküviyi açtıktan sonra dirseğini masaya dayayıp yanağını avucuna bıraktı.

''Teşekkür ederim.''

''Afiyet olsun.''

Sessizce çayları yudumlayıp ortadakilerden atıştırdılar. Arada bir de Cemil'e bundan sonra destek oması hakkında Mahir ile bir iki çift laf etmişlerdi. Eh, on dakika molada zaten oturup sohbet edecek zaman yoktu, olsa da halleri ve istekleri yoktu. O olsa da genelde gereksiz yere sohbet etmekten kaçınıyorlardı. Az sonra krakerin kalanını alıp otobüse geri döndüler birlikte. Yolculuk devam etti.


🍂


''Dünyaya düşmekle başı yarılanlar ve kalbi kırılanlar isçin bu kitap. Kalbin ışığını söndürmemek için bir kılavuz. Samimiyet ve ihtimamın olduğu yerde kalp kırıklığı vardır, bize insan olduğumuzu hatırlatır. Ne umdun, ne buldun, neyi kaybettin? Sevginin o güzel çaresizliğidir ki kalp kırıklığı olarak tecelli eder ve bizi büyütür. Sevdiğin, ihtimam gösterdiğin, baş tacı ettiğin için kalbin kırılır. Artık senin elinden tutmayanı, senin de bırakman gerektiğini anladığın o an, kalbin kırılmış demektir. Sevdiğimizden inciniriz. Bir şeyler daha güzel olsun diye düş kurduğumuz için dünya bizi yaralar.

Yarık başlar ve kırık kalpler, dünyanın kenarından geçerken kaza oklarıyla yaralanmış ruhlardır. Onlar kaybolmuşlara fener tutmak, susamışlara bir tas su vermek için kalabalıklara sokuldukları her seferinde incinir ama dünyayı imar etmekten de geri durmazlar. ''Bir tek hayatın bile sırf siz yaşadınız diye daha rahat soluk almış olduğunu'' bilmek, bu nazenin ruhların sevincidir. Dünyayı bulduklarından daha iyi bırakmak ödevindedirler. Çünkü vicdan aldırış etmektir. Umursamaktır. İçimizin derinliklerinden gelen ve bizi ahlaka çağıran o sestir. Bize ''Başka türlü yapamazdım!'' dedirten o sestir.

Tıpkı taş kütlesinin altında fazlalıkların atılmasıyla açığa çıkan bir heykel gibi, içimizde açığa çıkmayı bekleyen bir hayatı saklarız. Daha çok ekleyerek değil, fazlalıkları atarak özümüze ulaşırız. Her insan büyük bir ruhun tohumunu içinde taşır; sanat onu filizlendirmekte. Yaşamak ister ölmekten korkarız, değişmek ister bilinmeyenden korkarız. Lao Tzu'nun söylediği gibi, ''Dışa dönük cesareti olan ölmeyi göze alır, içe dönük cesareti olan ise yaşamayı.'' Yaşamayı göze almak zorundayız.''

Hira, yatağında oturmuş kitap okuyordu. Daha en başından etkilenmişti kitaptan.

Telefonu titreyince uzanıp ekrana baktı. Maraz bey arıyordu. Uzun zamandır duymamıştı sesini! Gerçi, duyduğuna göre dün akşam gelmişti Ankara'dan. Bugün elbet uğrardı onlara da.

Tebessüm edip cevapladı. ''Efendim?''

''İsmi hayırsız, soy ismi Hira olan kişi ile mi görüşüyorum?''

Genç kız, ''Maalesef, elimizde kalmadı beyefendi.'' deyip sessizce güldü Zahid'in ciddiyetle sorduğu soruya.

''Hadi ya, üzüldüm! Neyse, hayırlısı varsa o daha makbul.''

''Ondan var, hemen bağlıyorum hattı. Dıt dıt, öhhööm, buyrun Ben Hira, kiminle görüşüyorum?''

''Zahid Araz. Önemli işler memuru.''

''Ne istemiştiniz Zahid bey?''

''Biraz yardım?''

''Ne için?''

''Davetsiz misafirim var. Bu akşam.'' dedi Zahid. Gerisini getirmesine gerek yoktu.

''Menü alalım Zahid bey. Ne istersiniz?''

''Sen ne istersen o. Kolay bir şeyler yapıver. Seni zorlamasın. Karşılığında ne istersen yolla gelsin Hira.''

Hira bir an düşünüp gülümsedi. Biliyordu ne isteyeceğini!

''Karşılığında beni evdeki küçük canavardan bir kaç saatlik kurtarabilirsin yarın. Annem onu bana bırakıp gidecek. Ve kızlar da bize gelecek yarın, Merve ile Nihal. Biliyorsun her ne kadar çok sevsem de uzun süre çekemiyorum Hâris'i, hele misafir varken! Çıldırtma noktasına getiriyor beni. Ebuzer, Zahid ve Mahir abileri sağ olsun! Çok iyi öğretmenlik yapıyorlar kendisine!''

Eh, haklıydı. Hepsinden bir şeyler öğreniyor, kızın başına resmen üçü bir arada olup çıkıyordu Hâris! Onlar kadar sık görmese de Engin, İlyas ve Ubeyd'den de bazı şeyler öğreniyordu, onları da unutmamak gerekirdi tabi.

''Hâris gibi bir çocukla da anlaşamıyorsun ya, helal olsun be kızım sana! Neyse, tamamdır, yarın ben onu alırım sabahtan. Sevde'yi görmeye gidecektim, onu da götürürüm. Parkta birlikte oynarlar. O iş bende, oldu bil.''

Hira ''Tamamdır, anlaştık.'' dedi. Oh, böylece Merve ve Nihal yarın onlara gelince Hâris olmadan rahatça otururlardı. Hazırlayacağı şeyleri çok hazırlar, yarısını Mahir'e gönderir yarısını kızlar geleceği için eve ayırırdı. ''Haa bu arada! Kim misafirin? Kime hazırlık yaptığımı bilerek iş yaparım ben malum. Bizim çocuklar mı? Sevdikleri şeylerden yapayım.''

''Yok yok, Handan hocamlar gelecek.''

''Haa tamam o zaman. Hoş gelsinler.''

Zahid, sanki kız görebiliyormuş gibi başını salladıktan sonra yanından geçtiği marketi fark edip yürümeyi kesti. ''Eksik malzeme falan olursa mesaj at, dışarıdayım zaten. Alıp getireyim.''

''Tamamdır. Görüşürüz o zaman Zahid bey. Sözleşmeyi sonra imzalarız. Hayırlı akşamlar.''

''Size de hayırlı akşamlar Hira hanım.'' dedikten sonra tam kapatacakken aklına gelen şey ile aniden atıldı Zahid. ''Dur dur kapatma!''

''Ne oldu?''

''Dedemi arıyorum arıyorum açmıyor bir saattir. En son biraz rahatsızdı. Sana zahmet olacak ama bir bakar mısın bizim eve gidip?''

Hira bir an endişelense de az evvel babasının zaten oradan geldiğini hatırlayarak rahatladı. ''Babam demin geldi sizden, iyi gayet Harun dede, merak etme sen. Telefonu pek duymuyor genelde biliyorsun. Ondan açmamıştır.''

Eh, doğruydu. Telefondan pek anlamıyordu ve genelde varlığını unutuyordu Harun dede. Zahid içi rahatlayarak ''Heh, tamamdır. Rahatladım vallahi, sağ ol Hira. Hakkını helal et. Hadi Allah'a emanet.'' dedikten sonra kapattı telefonu.

Cevap beklemeden kapatması üzerine şaşırarak ekrana baktı Hira.

''Sen de Allah'a emanet ol Zahid.'' deyip başını iki yana salladı ve kalkıp mutfağa doğru yürümeye başladı. Biraz ne yapacağını düşündü. Harun dedenin kapanan iştahını anımsayıp onun sevdiği tarzda şeyler yapmaya karar verdi. Böylece daha zevkle yerdi yaşlı adam.

Zahid bir çok şeyi yapmayı öğrenmiş olsa da bazen vakti olmuyor, yahut Hira'nın iki saatte yaptığını o üç-dört saatte yaptığı için acele şeyleri ondan rica ediyordu. Hira bir karşılık beklemese de Zahid içini rahat ettirmek için ona ille bir şey yapmak istiyordu. Bazen kitap, bazen ihtiyacı olduğunu duyduğu başka bir şey alıyor, bazen de almak yerine böyle çocuk bakmak, bir şey tamir etmek gibi başka şeyler yapıyordu. Hira alma dese de dinletemiyordu genelde, o nedenle basite kaçıp ucuz bir şey uyduruyordu Zahid'e. Gerçi sonradan Süheyl bey ve Kübra hanımın ufak azarlarıyla Zahid de yola gelmişti. Onlara göre ayrı gayrıları yoktu bu iki evin. Zahid en büyük oğlu gibiydi Süheyl bey için. Kübra hanım da onu oğlu olarak görüyor, seviyordu. bu sebeple ne severken ne de tatlı tatlı azarlarken çekinmiyorlardı hiç. Zahid de kan bağı olmaksızın aile olmayı tatmıştı, tadıyordu. Bunun şükrünü ediyordu hep.

Hira, besmele çekip işe girişti. Gerçekten de bir iki malzemenin evde eksik olduğunu fark edince Zahid'e mesaj atıp bildirmişti. Zahid malzemeleri getirene dek diğer şeyleri yapmaya girişti. Türkü mırıldanmaya başladı.

''Çocuklar çocuklarımız (gülen az)
Umudumuz sevincimiz herşeyimiz (ağlayan çok gülen)
Kirlenmemiş bir dünya bırakalım onlara (az gülen az)
Çocuklar büyümek için çırpınırlar (gülen az, gülen az)
Yalnız büyüdüğümüz için kederleniriz (ağlayan çok gülen az)''

Bir tarafı oldukça rahattı. Okul olmayınca bir yük kalkmıştı omuzlarından. Ödevlerle uğraşmamak harikaydı. Bazen de tatilde ne yapacağını şaşırıp sıkılıyordu tabi. En son Cemil'in yaralandığı kazadan sonra iki hafta okula gitmişler, son sınavları bitirip temelli dönmüşlerdi eve. İlk senesi bitmişti bile üniversite! İkinci sınıf olmuştu resmen!

''Hira, telefonun çalıyor kızım!''

Kübra hanımın seslenmesi üzerine Hira odasına koşturup son anda açtı telefonu. Yatağına oturup heyecanla arkadaşının ismini seslendi. ''Eliiff!!''

''Selamün aleyküm Hira!''

''Aleykümselam. Nasılsın?''

''İyiyim çok şükür. Sen nasılsın?''

''Ben de iyiyim. Ne yapıyorsun?''

''Hazırlık! Nişan için.''

''Nee!?'' diye hayretle atıldı genç kız. ''Cemil sonunda dualarının kabulünü gördü demek ha!?''

''Öyle oldu. Taktım yüzüğü, dayanamadım. Atamazdım, biliyorsun.''

''Bilmem mi!'' dedi Hira. Cemil'e bir şey olacak diye ne korkmuştu arkadaşı! Seviyordu onu, her şeye rağmen. Kolay değildi. Cemil'in de o gün söylediklerinde ciddi olduğunu anlamışlardı zaten sonrasında olanlardan. ''Eee ne zaman geliyorum İstanbul'a? Şimdiden alayım biletimi!''

Elif'in gülme sesini işitti Hira. ''Haftaya Cuma.''

''Akşam mı?''

''Evet. Bizde kalırsın, orasını dert etme. Aile arasında olacak zaten, eh malum, ikinciye olunca.''

''İnşallah bu kez hayırlısıyla tamamına erer canım benim. Ben annemlerle de konuşayım, haberleşiriz seninle.''

''Tamamdır. Mutlaka bekliyorum bak.''

''Ben de gelmeyi çok istiyorum.''

İkisi de gülüştüler. Hira devam etti. ''Bak o Cemil görecek gününü! Düğün günü kapı parası, sandık parası, arabanın önüne geçip konvoy parası falan derken bütün bizi sinirlendirdiği zamanların intikamını alacağım ondan. Şimdiden söylüyorum. Sonra yok ben acırım yapma falan deme.''

''Al al, ama dikkat et de ilk gün kuru ekmekten başka bir şeyler yiyeceğimiz kadar parası kalsın adamın.''

''Tamam tamam, ben seni düşünerek hareket ederim, merak etme sen.'' dedi Hira gülerek. Az sonra arkadan annesi Elif'e seslenmiş, kapatması gerektiğini söyleyerek ayrılmıştı. Hira da telefonu yeniden yatağının üzerine bırakıp mutfağa doğru yürümeye başladı. Kapı sesini işitince mutfağa geçmek yerine koridorda yürümeye devam edip kapıyı açtı. Kimin geldiğini tahmin ediyordu ve yanılmamıştı.

Suratında genellikle yer eden tebessümüyle Zahid dikiliyordu. ''Selamün aleyküm.'' deyip ayakkabılarını çıkarttı.

''Aleykümselam. Hoş geldin Zahid.''

''Hoş buldum.''

Zahid içeriye geçip elindeki poşeti Hira'ya uzattı. Hira, poşeti alırken içeriyi işaret etti arkadaşına. ''Bizimkilerin hepsi içeride.''

Zahid başını sallayıp içeriye geçti. Hira poşeti koyup geri geldiğinde Zahid, Ebuzer ile tokalaşıyordu. Sonra üzerine atlayan Hâris'i kucaklayıp oturdu boş bir yere. Bir yandan çocuklar oynarken bir yandan Süheyl bey ve Kübra hanımla sohbet etmeye koyulmuştu.


🍂

Not: Hira'nın okuduğu kitap : Kemal Sayar'ın ; Başı Sınuklar İçin Kılavuz

 

Loading...
0%