Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32 • Belirsiz Yarınlar •

@sukunettekelimeler

Açılan yaralar elbet iyileşir, kabuk bağlar. Bazısı silinip gider, bir kısmının izi kalır, bir kısmı zar zor anımsanır. Ama geçer. Geriye anısı kalır, acısı değil. O günü beklemek lazım. Geçeceği. Unutacağın. Çünkü hayat sana başka meşgaleler sunacak. Yaralarını unutacaksın. Umutlar, sevinçler, hayaller, hatta yeni acılar ve yeni yaralar alacaksın.. Bugün sahip oldukların geride kalacak. Geriye bakmayacaksın. İleriye de. Şimdiye bakacaksın ama. Şimdi ne var. Şimdiyi nasıl iyileştiririm. Bu yara yarınki yarama nasıl merhem olur. Yenisini almamak için ne öğrenebilirim bu düşüşten diyeceksin. Demelisin.

🍂


''Talat, küçük yaşta babasız kalmıştır. Annesi Saliha Hanım ile birlikte büyümüştür. Aksaray'da ufacık bir evde Saliha Hanım, dikiş dikmektedir. Talat, bir kalemde çalışmaktadır. İşe gidip gelirken tütün almak için Hacı Babanın dükkanına uğramaktadır. Hacı Babanın üvey kızı Fitnat'ı pencereden görür ve ona aşık olur. İlk görüşte hoşlanır ve devamlı Hacı Mustafa'nın dükkanına uğramaya başlar. Talat'ın bu aşkı karşılıksız değildir. Fitnat da kafes aralıklarından gördüğü Talat'a aşık olmuştur. Fitnat, Hacı Mustafa'nın üvey kızıdır. Fitnat'ın annesi hamileyken Hacı Mustafa ile evlenmiştir. Bu evlilikten birkaç yıl sonra Fitnat'ın annesi ölmüştür. Ölmeden önce Fitnat'ın boynuna muska görünümlü vasiyetini yazıp kızın boynuna takmış ve on sekiz yaşına gelince o muskayı açıp okumasını söylemiştir. Titiz ve huysuz bir adam olan Hacı Babanın, evlatlığının dışarıya çıkıp kimseyle görüşmesine izin vermemektedir. Fitnat, Şerife Hanımdan dikiş dersleri almaktadır. Bunu öğrenen Talat, tek çareyi Fitnat'a nakış gösteren Şerife Kadınla tanışmakta bulur. Bunun için de kız kılığına girerek ve Ragıbe adını alarak Şerife Kadının evine nakış öğrenmeye gider. Şerife Kadın, Fitnat'la Ragıbe'yi (yani Talat'ı) tanıştırır. Birlikte dikiş yaparlar ve aynı zamanda Fitnat can sıkıntısından kurtulur. Fitnat bu kızı sırdaşı olarak görür. Talat'a aşık olduğunu anlatır. Ragıbe sevincinden adeta uçmaktadır. Talat, Fitnat'ın da kendisine aşık olduğunu anlayınca, ona kendisini Talat'ın kız kardeşi olarak tanıtır. Talat her gün kıyafet değiştirerek Fitnat'ın evine gitmektedir. Şerife Kadın, Üsküdar'da Toptaşı'nda bir konak sahibi zengin ve dul bir adam olan Ali Bey'le Fitnat'ı evlendirmeyi düşünür. Bu fikrini Hacı Mustafa'ya açar. Hacı Mustafa onayı verir. Fitnat ise bu haberi duyunca çılgına döner ve üzüntüden kendisini yıpratır. Ragıbe eve geldiğinde onu ağlarken bulur. Neden ağladığını sorar. Fitnat sevmediği bir adamla evlendirileceğini söyler. Ragıbe de kadın kılığından çıkar ve aslında kendisinin Talat olduğunu söyler. Fitnat artık geç olduğunu, nikahının kendi rızası olmadan perde arkasında başka bir kızın evet demesiyle kıyıldığını anlatır. İki genç şayet evlenemeyecek olurlarsa intihar etmeye karar verirler. Fitnat ve Talat birbirlerine söz verir. Fitnat'ın bu durumuna üzülen Şerife Kadın, Hacı Mustafa ile bir plan yaparlar. Onu yazlığa gidiyoruz diyerek düğün evine götürürler. Fitnat, evden ayrılmadan önce Talat'a mektup yazar, tüm olanları anlatır. Mektuba gideceği evin adresini de yazar. Zavallı Fitnat, Ali Bey'in evine gelince tüm gerçeği öğrenir. Yine yataklara düşer. Ali Bey, Fitnat'ı ölen eşine benzetir. Fitnat, kendini Ali Bey'e teslim etmez. Aralarındaki tartışma esnasında Ali Bey, Fitnat'ın boğazından kopan ve elinde kalan muskayı açıp okuduğunda onun öz kızı olduğunu öğrenir. Ali Bey telaşla Fitnat'ın odasına geri döndüğünde vakit çok geçtir. Fitnat kapıyı üzerine kilitler ve canına kıyar. Genç kız bir hançerle intihar etmiştir. Bu arada Talat da gelir. O da sevgilisini kanlar içinde görünce dayanamaz. Talat, Fitnat'ın öldüğünü görünce bayılır ve o da orada can verir. Fitnat'ın babası olduğunu öğrenince şuur kaybı geçiren Ali Bey sadece altı ay hasta yaşar, sonra o da ölür.''

Genç kız okuyacağı romanın özeti olan bu satırlara dün akşam göz atmıştı. Onu neyin beklediğini bu özet sayesinde az çok tahmin ediyordu. Bu sebeple bir dramın içine düşeceğini de biliyordu, hazırlamıştı kendisini. Normalde dram sevse de bu bir başkaydı, dramdan öteydi. Bu kadarını o bile sevmiyordu. Ama mecbur okuyacaktı. En başta katılmıştı edebiyat atölyesine, yarım bırakma niyeti yoktu. Hem Merve ve Nihal ile birlikte katılmışlardı. Bu sebeple daha heyecanlıydı. Türk edebiyatına dair bir çok eseri sırasıyla okuyup geçmişten bugüne değişen tarzları ve yansıyan olayları göreceklerdi. İnceleyecekler, öğrenecekler, konuşup tartışacaklardı.

Merve bu sene İstanbul'a geçiş yapmıştı. Artık farklı üniversitelerde olsalar da aynı şehirdeydiler üç yakın arkadaş. Çok mutlulardı buna. İkinci sınıf olmaları ise ayrı heyecan vericiydi. Zaman ne çabuk geçmiş de ikinci seneye gelmişlerdi.

Şimdi otobüste cam kenarına oturmuş, elindeki kitabın satırları arasında geziniyordu. Yolculuk uzun olduğundan ötürü bu sırada kitabı okuyup bitirmeye karar vermişti. İstanbul'un bu yakasından karşı yakasına gitmek öyle çabuk değildi sonuçta, zamanı değerlendirecek şeyler buluyordu Hira da.

Mahir ile buluşacaklardı. Sonra da kızlarla. Mahir sabah erkenden karşıya gitmişti çünkü bir programda kameraman olarak görevliydi. Hira ise sabah Elif'e kahvaltı sözü olduğu için sonradan geçiyordu onun yanına. Aynı okulda olsalar da Mahir ile çok görüşmüyorlar, hatta karşılaşınca selamlaşıyorlardı. Yahut bir durum varsa konuşuyorardı, o kadar. Tabi arada Elif ve Cemil çifti sebebiyle de bir araya geldikleri oluyordu. Araları çok iyiydi, evlenmişlerdi ve mutlulardı. Onca sancıdan sonra açmıştı çiçek bahçelerinde. Hira da Mahir de seviniyordu buna.

Telefonuna bildirim sesi gelince sayfasını bitirip ayracı kitabın arasına koydu ve kızlarla olan gruplarına gelen yeni mesaja baktı. En son Merve'nin canı sıkkındı, yakın bir arkadaşından kazık yemişti ve kötü hissediyordu. Onun hakkında konuşmuşlardı. Merve'nin moralini düzeltmek için bir şeyler söylemişler, destek olmuşlardı ellerinden geldiğince.


Hira: Üzme o kadar kendini çiçeğim, odağını olaya değil hayata ver

Nihal: Aynen Merve üzülme, ileride üzüleceğin çok şey olacak

Hira: Hayat bunlara bu kadar üzülmeye değmezz

Nihal: Aynen Merve, koluna mavi balina çizip intihar edemezsiinn

Hira: 😂Aynen gülüm, biz yanındayız. Başkaları giderse gitsin boşver.

Seni üzen kendi kaybeder

Nihal: Aynen be, ben varım mesela. Hayatta sonuçta bi denge var. Bana sahip olduktan sonra tüm her şeye de sahip olamazsın yani. Herkes senin kadar şanslı değil

Hira: Nihal hepsine ağır basar :D

Nihal: Bu ağırlık inşallah tartıda değildir hahaha

Hira: Nihal yaaa 😂 Bu lafların beni öldürüyor, nerden geldi aklına o anlam şimdi

Nihal: ee kilo aldım dipteyim sondayım depresyondayım. çıkmıyor ki kilom aklımdan. Tamamen bilincimin bir parçası artık fldnslxm O yüzden yürüyüşe gidiyorum şimdi. Neyse. Ama aynen yani, ebat olarak da onlara bin basarım. Bu da önemli ehehe😂 -yıldız gibiyim sürekli parlarım-

Hira: 😂 iyi yürümeler

Nihal bu sene eskisine nazaran biraz kilo almıştı. Aslında kendi abarttığı kadar kilolu değildi ama eski haliyle ve iki zayıf arkadaşı ile kendisini kıyaslayıp sürekli şişmanın mottosuna bürünüyordu. Arada esprisini yapsa da bazen gerçekten kafasına takıyordu. Kilo vermeye çalışıyordu, son zamanlarda hep diyetteydi. Tabi diyetini takmayıp kızlarla buluşunca yahut canı çokisteyince ne isterse yediği de oluyordu. Merve ve Hira da buna artık alışmıştı. Hira, mesajlar kesilince kitabına döndü. Kitaptaki romantizm ve ağır dram içini oldukça bunaltmıştı. Az sonra yeniden mesaj sesi gelince zevkle telefonu yeniden eline aldı.

Merve: Sağ olun, geçer gider inşallah dediğiniz gibi. Neler neler geçmiyor.. Zaten daha iyiyim şuan ♥♥

Nihal: Sevindim Mervem

Hira sen bizimle buluşmadan önce abimle buluşacaktın dimii, asıl sana iyi yürüyüşler ;D

Hira: Nihaal! dalga geçme ya

Nihal: tamam tamam

Nihal ve Merve artık haberdarlardı Mahir ve Hira'nın hisleri ve gelecek planlarından. Hira birinci sınıfın sonlarında anlatmıştı onlara her şeyi. Biraz şaşırsalar da Nihal hep bir yanının bundan şüphelendiğini söylemişti. Sonra da neden bu zamana kadar hislerinden bahsetmediği için kızmışlardı ona bir güzel. En yakın arkadaşları olarak zor zamanlarında yanında olmuş olurlardı. Ama Hira kendine saklamıştı. Eh, kızlar da haklı oldukları için Hira onların suyuna gitmişti. Bir kaç dakika trip yese de sonrasında konu hakkındaki bir kaç soruya cevap vermiş, ve kızlarla konuşmaya dalmışlardı. Şimdi arada böule takılıyorlardı onaç Hatta Nihal 'görümcelik yapıyorum, bu benim ulvi görevim' diyerek bazı konularda ona takılıp duruyordu.

Merve: utandırma kızımı

Nihal: utancak bişey yok. sonuçta bi taaşşuku talat ve fitnat değilsiniz haha

Merve: ayy o kitabın adını anmayalım. Hoca neden bunu okuttuysa.. En son kaldığım yerde baya abartıyla onsuz yaşayamam, intihar ederiz falan diye konuşuyorlardı, bırakıp namaza gittim. Şimdi devam edeceğim okumaya.

Nihal: Daha hançer önüne gelmemiş hehahah

Bu mesajdan sonra kzılar çevrimdışı olunca Hira da yeniden kitaba döndü. Hançerli kısmı geçmişti, cidden olaydı. On beş dakika kadar sonra kucağında titreyen aleti yine eline aldı. Bu boğucu satırların arasından çıkıp kızlarla konuşmak nefes oluyordu.

Merve: Aha şuan geldi...Neyse ipten dönmüş

Hira: Bana şey çok komik geldi, baya hayali yani...Talat kadın kılığına girip Fitnatın evine gidiyor. Bunlar bir güzel arkadaş oluyolar. Pardon da Talat hiç mi erkeğe benzemez be ahahah. Fitnat Talatı dışarıda görüyor, sonra bu kız sandığı Talata diyor ki 'senin erkek kardeşin var mı?' Dışarda gördüğü kişiyle aynı kişi olduğunu farketmiyor. Biraz abartı olmuş yani 😂 Zavallı kız diyor ki işte 'sevdiğim adamın kız kardeşiyle arkadaşm, onunla evlenebilirim artık' hahah😂

Merve: Ciddi misin? Baya komik

Nihal: Sen de sevdiğin adamın kız kardeşiyle arkadaşsın, onunla evlenebilirsin artık ahaha😂 hatta geç bile kaldın

Hira: Nihaalll! Yine görümcelik yapma lütfen acı portakalım

20 dk sonra

Merve: aay bu kitap çok güzelmiş aşırı romantik 😂

Hira: yaaa tabiii aşırı romantik (!)

Merve: hep 'kendime kıyarım', 'yok bu dünya bana zindan'

Daha önceden hiç bilmiyordum kitabı, tabi adını duymuştum ama özetini falan hiç okumamıştm

Hira: Ben özetini okuduğumda bile psikolojim bozulmuştu

Nihal: ben çok özendim, böyle bir aşk istiyorum... hançersiz olmaz

Hira: Olamazzz. Kötü örnek oldu bile kitap. Hocaya diyeyim bidaha böyle kitaplar okutmasın. Nihal'in hayatı söz konusu

Nihal: hahah aynen, bursumla hançer almayı düşünüyordum. Kağıdımda -mektubum- hazır, tek sıkıntı : verecek kişinin olmaması 😭😂

Hira: Neyse o zaman bir süre daha bu zalim dünyada bizimlesin

Merve: off bitti kitap, şaşkınlıktan ağzım kapanmıyor. Nasıl böyle bir şey olabilir yaa😭 offf bu kadar da kötü bitmeseydi keşkeee 😔hadi siz de bitirin konuşalım kitap hakkında

Hira: Merve de baya etklenmiş hahaaha

Merve: baya bir şok oldumm ama çıktım etkisinden :))

Hira: Yazlığa taşındıkları yerdeyim şimdi. Ağlıycam şimdi abi

bu ne yaa duygulandım resmen

10 dk sonra

Hira da kitabı bitirmişti. Üstelik son sayfada yazan bir cümle, otobüste insan içinde gülme krizine girmemek için son anda elini dudaklarına bastırmasına yol açmıştı. Komik olduğu için değil tabi, sinirleri bozulduğu için! Yurtta olsa kesin iki saat sinirden gülerdi, gözlerinden yaş gelirdi ve karnı ağrırdı, kendisini durduramazdı. Sinirlerini bozan o paragrafın fotoğrafını çekip gruba attı. Altına da kocaman harflerle içinden geçenleri yazdı.

Hira: ''Saliha Hanım ile Emine Kadın ve Hacı Baba ve Ayşe Kadın'ın bu vakayı işittikleri vakitte ne hâle geldiklerini, ve Saliha Hanım'ın ağlaya ağlaya iki gözünden kör kaldığını ve Emine Kadın'ın bu acılığa dayanamayıp bir haftanın içinde müteessiren vefat ettiğini detaylıca tarif etsek gönüller dayanamaz zannederim... Hem de bu kitabın ismi musibetname değil ki...''

YOK ARTIK BİR DE MÜSİBETNAME DEĞİL DİYOR! MÜSİBETNAME OLMASI İÇİN DAHA NE OLMASI GEREKİYORDU PARDON??

Merve: ben de sonunu okudum, yok yani asla musibetname olamaz dedim. çünkü sadece bir kaç sıkıntı, sadece aşk acısı! Müsibetname olması için dahe ne olması gerekiyor 😂

Hira: Herhalde okuyanın da ölmesi gerekiyor müsibetname olması için

Nihal: artı sonsuz

Merlin'i bitirdim. 2 bölüm kalmıştı. Ağladım...👑😭 Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ve okuduktan sonra merlinin son 3 bölümünü izlemek çok üzücüydü. Üst üste gelince kaldıramadım bu depresyonu. Arkadaşlar bu kafayla nasıl ödev yapacağım bilmiyorum. Buluşunca benim psikolojimi düzeltmeniz lazım acilen.

Nihal anlaşılan kitabı çoktan bitirdiği için diziye geçiş yapmıştı. İngilizce dizi izlemeye başlamışlardı ve aynı diziyi seçip izliyorlardı. Böylece rahat rahat konuşuyorlardı beraber konu hakkında. Eğlenceli oluyordu.

Hira: Bu Merlin 2.sezon ne harikaydı. Off son iki bölüm özellikle izlemeye kıyamadım bitmesin diye. Son bölümde epey gözyaşı döktüm ciddi ciddi 🥺 Normalde çok az diziye veya filme üzülürüm ama Merlin'in babası ölmemeliydi ona çok üzüldüm ahh

Merve: Ben de bitmesin istedim hep...

Nihal: Ben de bitmesin istedim, güzeldi cidden

Hira: Merve de çok beğendi zaten, demekki çok güzel gerçekten

Merve: aşk olsun Hira, neden bana göre kriter koyuyorsun? ben zor beğenen bir insan mıyım😭😂

Hira: değil misin :D

Merve: Belki biraz ;)

Başını telefondan kaldırıp etrafına bakındı genç kız. Yaklaşık on dakikaya inerdi otobüsten, yolculuğu sona ermişti. Bin cefalarla biten kitabı çantasına koyup toparlandı. Mahir'e beş dakikaya ineceğine dair bir mesaj yazıp nerede olduğunu sordu. Bir kaç saniye içinde cevap gelmişti. İneceği durakta bekliyordu onu genç adam.

Bir kaç dakika sonra otobüs durdu ve Hira çantasını eline alıp inen yolcuların arasına karıştı. Dışarıya adım atıp etrafa bakındığında aradıüı kişiyle göz göze gelmesi çok sürmedi. Durağın bir kaç adım ötesinde dikilen Mahir'in yanına doğru adımladı. Uzun zamandır birlikte bir şey yapmadıkları için heyecanlanmıştı şimdi. Bu da zaten çok sürmeyecekti.

''Selamün aleyküm.''

Mahir ''Aleykümselam.'' deyip tebessüm etti. ''Sahile doğru gidelim mi?''

Hira başını salladı. ''Olur. Ben de kızlara haber vereyim, hazırlansınlar.''

Bu kez başıyla onaylayan Mahirdi. Hira telefonunu çıkartıp kızlara mesaj atarken o da araba var mı diye sağı solu kontrol etti. Hira telefonunu kabanının cebine geri koyup adımlarını biraz hızlandırdı. Az evvel ekrana baktığı için bir terslik olmasın diye yavaşlamıştı.

Mahir'e doğru bir bakış atıp ''Ee nasıl geçti program? Neler yaptınız?'' diye sordu.

''İyiydi bence. Yani program zaten güzeldi, ama ayrıca benim kameramanlığımın da iyi olduğunu düşünüyorum. Bu kez diğerlerinden daha harikaydı.''

''Kısa filmleri çekeceğimiz zaman yaklaştı o zaman?''

''İnşallah! Kadir hoca senaryoları beğendi. Gerçi birini biraz daha geliştirebileceğimi söyledi. Şu havalar iyice bozmadan ilkini çekelim diyor.''

''E bu süper!'' diye heyecanla atıldı Hira. ''Çok sevindim, çok heyecanlandım şimdi bak.''

Mahir, kısa filmlere ilgi duyuyordu. Az ve öz şekilde bir şeyler anlatabilmek, bir mesaj vermek çok hoşuna gidiyordu. Okuldaki hocalarından biri onu yakın bir arkadaşı ile tanıştırmıştı. O da kısa film ile ilgilenen, hatta ödüller alan başarılı bir genç öğretmendi. İkisi ile çalışıp kendini geliştiriyordu bir senedir. Bölümü de zaten medya üzerine olduğu için çok zorlanmıyordu bazı kısmlarda. Mahir kararlıydı, geleceğinde ve şimdisinde yönetmenliği görüyordu. Senaristliği de tabi. Bu konuyu ailesine ve arkadaşlarına da açmıştı. Ailesi ona destek olacaklarını söyleyince içi rahatlamıştı çünkü babasının bunu boş bir heves olarak görüp 'okulunu oku da masa başında işini eline al' gibisinden bir şey söylemesinden korkuyordu. Neyse ki babası eskisi gibi değildi, Nihal'in tesettüre girdiği zamanlarda yaşadıkları zor bir sürecin ardından problemlerini konulup çözen, birbirne ılımlı yaklaşan bir aile olmuşlardı. Babası artık onları her konuda destekliyordu. Hatta dedesi ve babannesine karşı bile savunuyordu. Arkadaşları da sevinmişti bu işe. Heyecanlanmışlardı. Hep birlikte bir ekip olacaklar, el birliği ile güzel şeyler ortaya koymaya çalışacaklardı.

Şimdiden bir kaç senaryo hazırlamışlardı bile. Bir ara amatörce de olsa birini telefonla çekmeye çalışmışlar, çekim esnasında gülmekten oyunculuk yapamamışlardı. Zahid ve Engin asla ciddi olamıyordu kamera karşısında. Ebuzer de duygulara ve havaya giremiyordu. İlyas oyunculuğa en yatkın olanlarıydı ama onu da kamera arkasından güldürüp çocuğun dikkatini dağıtıyorlardı. Hira, Merve ile Nihal onları kendine getirmeye çalışsa da beyler kendi kafalarına göre dalıp gidiyordu. Kızlar sinirlenip havlu atmıştı neredeyse ama fayda etmemişti. Çekim sonuç vermese de çekmeye çalışırken epey eğlenmişlerdi. Bir süre sonra daha profosyenelce bir şeyler yapacaklardı inşallah. Mahir babasından kamera sözünü de almıştı. Biriktirdiği paranın üzerini babası tamamlayacaktı ve set malzemelerinden bir kaçını satın alacaklardı. Çok pahalı olanlar vardı tabi, onları da hocaları severek ödünç vereceklerinden bahsetmişlerdi, o şekilde halledecekti.

Mahir, Hira'nın bu çocuksu sevinci üzerine ufak bir gülüş bıraktı dudaklarının arasından. ''Bu sevincin sebebi oyuncu olma hayali falansa şimdiden unut bak. Sen benim asistanımsın, kamera arkasıyla ilgileneceksin, önü yok. Sonra ben seni kamera karşısına çıkartmayınca 'Ya Mahir, neden ama' falan deme.''

Hira, yanında yürüdüğü gencin kendisiyle dalga geçtiğini biliyordu. Bu sebeple hiç bozuntuya vermeden ''Ya Mahir, neden ama?'' dedi, annesine bir şey alması için ısrar eden çocuklar gibi. İkisi de gülümsüyordu. Bakışları genelde yolda ve yanında yürüdükleri denizde olsa da sesleri ele veriyordu tebessümlerini ve gülüşlerini.

''Ne demek neden? Ünlü olup beni unutursun falan, geleceğimi riske atamam.''

''Aşk olsun ya, ben öyle bir insan mıyım?''

Mahir ''Bilemem artık.'' diye takıldı kıza. Bir süre sessizce yürüdüler, ardından kayaların oraya geldiler. Mahir eliyle kayaları gösterdi. ''Oturalım mı?''

''Olur.''

Biri bir kayanın, biri de arada bir kaya atlayıp diğerinin üzerine oturdu.

''Bu arada, karnın aç mı? Bir şeyler alayım?''

Mahir aklına gelen soruyu aralarına bıraktı çabucak.

''Yok, kızlarla yiyeceğiz ya, o yüzden gerek yok.''

''Hıı doğru. Eh, neyse. Biz de bunlarla idare ederiz.'' deyip yeriz diye aldığı çikolataları cebinden çıkarttı ve bir çikolatayı aralarına uzattı. Hira'nın en sevdiklerinden almayı ihmal etmemişti seçerken.

Hira teşekkür edip gülümsedi. Böyle ufak jestler bile bu gence olan sevgisini artırıyordu sanki.

Çikolatalarını yerken sessizce dalgaları seyrettiler. Dalgalar hırslıydı. Sertçe vuruyordu kenarı. Sonbahar gelmişti.

Çikolataları bitirince Mahir elini uzattı yeniden aralarına. ''Ver onu, atıp geleyim hemen çöplerini.''

Hira elindekini Mahir'e verdiğinde delikanlı bir kaç metre ötedeki çöpe kadar gidip geldi. Kayaya yeniden otururken kayaların arasındaki boşluklara baktı ve konuştu.

''Şimdi buradan fare falan çıkmasa bari..''

Hira'nın farelerden korktuğunu bilerek böyle bir cümle kurmuştu. Eh, gıcıklık değil miydi? İnsan sevdiğiyle uğraşırdı hem.

Genç kızın gözleri ânında irileşmişti. Önce kayaların arasındaki boşluklara, ardından da kocaman açtığı gözleriyle Mahir'e baktı. ''Çıkar mı ki?'' diye korkuyla sordu. Zihninde de aynı soru dönüp duruyordu. ''Allah'ım gerçekten fare var mıdır? Umarım yoktur. Varsa da bana gözükmesin. Of Mahir neden hatırlattın ki! Rahat rahat oturuyorduk. Rahatımı kaçırdı.''

Mahir onun bu hâlini görünce başını eğip gülmeye başladı. Bu gülüş Hira'yı biraz rahatlatmıştı. Mahir'in onu bilerek korkuttuğunu ve eğlendiğini fark etmişti.

''Utanmadan bir de gülüyor, bak!'' diye sitem edip küsmüş gibi başını diğer tarafa çevirdi. Çevirmesi ile de çığlığı basması bir olmuştu. Çünkü gerçekten fare görmüştü. Oturduğu kayanın üzerinden refleksle fırladı ve telaşla yanındaki gence doğru yaklaştı.

''Mahir fare var! Gerçekten! Mahir, fare!''

Hira adeta etekleri tutuşmuş gibi çığlığı basıp zıplayıverince Mahir de ayaklanmıştı. Kızın arkasına doğru saklandığını ve korku içinde eliyle az evvel oturduğu kayanın yanındaki boşluğu işaret ettiğini görünce bir an gerçekten gördü mü yoksa bahsi geçince gördüğünü mü sandı diye tereddüte düştü.

Arkasına, yani Hira'ya doğru dönerken ''Yanlış görmediğine emin misin?'' demişti ki genç kızın ellerini dizine vurduğunu fark etti. Saçma hareketler sergiliyordu ve farkında değildi.

Hira fareyi görünce ortamdan soyutlanmış, her şeyi unutmuştu adeta. Bir de Mahir yanlış görmüş olmayasın deyince hepten cinleri tepesine çıkmıştı. O fevrilikle çıkıştı gence.

''Ne yanlışı ya?! Evrene verdin yüksek enerjini, fare çıkmasa bari dedin, fare çıktı! Bir sussan olmaz mıydı Mahir ya! Her şeyi beni çıldırtmak için yapıyorsun dimi?!''

Normalde ciddi kalabilse de şu durumda imkansızdı, Mahir ciddi kalamıyordu kızın bu hâli karşısında. Ama onun korkmuş haline gülerse kızacağını da bildiği için gülümsemesini bastırmaya çalışıyordu. İçinden içinden gülüyordu.

''Korkma ya,'' diye araya girdi hemen. ''Tamam, sakin ol. Gel gidip banklara oturalım, bir nefes al, sakinleş.''

Hira, Mahir'in eliyle işaret ettiği banklara doğru yürüyüp boş olanına hemen oturdu. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı. Çantasından suyunu çıkartıp bir kaç yudum içti. Mahir de hem gülmek istiyor, hem suçunu bilen çocuklar gibi uslu uslu oturuyordu bankın diğer ucunda.

Hira biraz sakinleştikten sonra bankın diğer ucundaki gence döndü. Zihnindekileri ona kustu.

''Mahir sen nasıl bir insansın ya? Fare dedin çağırdın resmen hayvanı. Pes yani! Gıcıksın gerçekten! Bile bile eğleniyorsun benimle! Senin yüzünden ne hallere düştüm, yüreğim ağzıma geldi! Bir de saçma sapan hareketler sergiledim resmen ya! Off! Rezillik!''

''Tamam özür dilerim. Ama bir şey yok ya, sakin ol. Sorun yok yani. Ben seni her hareketinle kabul ediyorum, relax. Hem ne güzel güldük eğlendik işte. Gülüp geç.''

Mahir sakince, ciddiyetle son iki cümleye dek iyi gitse de sonrasında Hira yeniden yükseldi. Ne demekti güldük eğlendik?! Onun ödü kopmuştu!

''Gülüp eğlenen tek kişi sendin valla! Hiç de gülünecek bir şey değildi benim için. O korkuyla fareden uzağa kaçayım derken ikimizi de suya düşürmediğime dua et sen!''

''Ben yüzme biliyorum, sen biliyor muydun sahi?''

Hira ya sabır çekti fısıltıyla. Mahir de duymuştu tabi. İyice çıldırtıyordu kızı. Hayır yani eskiden böyle değildi bu çocuk, şimdi ne oluyordu yahu? İçinde saklanan bir taraf su yüzüne çıkıyordu sanki.

''Ciddiyim ya, biliyor musun? Bak ona göre olası tehlikeler karşısında seni kurtarmaya girişeceğim.''

Hira derin bir nefes alıp 'senle ne yapacağım acaba ben?' dercesine Mahir'e baktı. ''Biliyorum.''

''Hıı iyiymiş o zaman. Bana zahmet çektirmezsin.''

''Mahir senki her gün boğuluyorum gibi konuşma, bi kendine gelir misin artık? Sen Nihal'i geçeceksin bu gidişle.''

''Ne konuda?''

Sustu Hira. Görümce terörü konusunda demek utandırırdı onu. Bu aniden gelen utanç dalgası az evvelki sinirini kovalamıştı. ''Hiiç, boşver.''

''Ne konuda?''

''Boşver dedim ya. Hadi gidelim artık. Kızlar çıkmıştır.''

''Ne konuda Hiraa?''

Hira dertli dertli ellerini yüzüne kapattı. Cevap alamadıkça akşama kadar soracaktı bu soruyu, adı gibi biliyordu. Çekinse de bir çırpıda cevap verdi. ''Görümce terörü konusunda. Ona gerek kalmayacak sen varken.'' dedikten sonra hızlıca ayağa kalktı. ''Hadi gidelim artık.''

Mahir'in dudaklarına uzun süre ısrarla gitmeyen bir gülüş yerleşti. Hoşuna gitmişti aldığı cevap. Öyle ya, Allah nasip ederse sadece sevdiğim değil karım,eşim,hanımım da diyecekti bu kıza. Utandığını da anlamıştı tabi, çaktırmadı yine de. Bugün yeterince kızın damarına basmıştı.

''Gidelim bakalım.'' deyip kalktı Hira'nın peşinden ve bir kaç adımda yetişip yanında yürümeye başladı. ''Bu arada Hira hanım, yıl olmuş 2017, siz hâlâ görümce terörü falan masallarına inanıyor musunuz? Hele Nihal söz konusuysa?''

''İnanıyorum tabi.'' dedi Hira. ''Hem sevgili kardeşin Nihal çok değişti, artık daha deli.''

''Orası doğru bak.'' dedi Mahir de.

Ardından sessizce yürüdüler Hira'nın kızlarla buluşacağı yere. Mahir onu bırakacak, bırakmışken kardeşini de görecekti. Sonra onları yalnız bırakıp Ebuzer ile buluşmaya gidecekti. Ona bir sürpriz yapmayı planlıyordu hazır buralardayken.


 🍂


Zahid, annesinin mezarını ziyarete gitmişti. Ankara'dan döner dönmez yaptığı ilk şeyler her zaman aynıydı. Evde onun yolunu bekleyen Harun dedesine sıkıca sarılıp hasret gidermek, annesini ziyaret edip onunla sohbet etmek, Sevde'ye koşup içinde biriken dağlar kadar özlemi dağıtmak, sonra da eğer buradalarsa arkadaşlarıyla ve tabi Süheyl beyler ile Kadriye hanımlarla da görüşüp onlarla vakit geçirmek.

Islak yanaklarını üzerindeki montun koluna sildi. Çok özlemişti, çok. Ve annesinin hasreti öyle Ankara'dan dönüp sarılınca dinecek bir hasret değildi. Annesi uzaktaydı. Belki yüreğinde, yüreği kadar yakındı evet ama insan kokusunu içine çekmek de istiyordu. Annesinin boşluğu hiç kapanmıyordu.

Babasının hayatındaki yokluğunu Süheyl amcası, Harun dedesi, Mansur amcası el ele verip neredeyse hiç hissettirmeseler de, annesinin yeri ayrıydı. Kübra teyzesi ve Kadriye teyzesi ona ellerinden geldiğince destek çıkıyor, ilgileniyor, seviyorlardı ama bir annenin yeri kolayca dolmuyordu işte. Hele de sevilen bir annenin. Özlenen, hasreti çekilen, birlikteliğine tadına vara vara doyulamayan...

Biraz daha mezarın başında oturdu fakat rüzgar iyice sert esmeye başlayınca artık kalkması gerektiğini hatırlattı kendisine. Hasta olmamalıydı. Annesi olmayınca hasta olmaktan bile kaçıyordu insan, başında duracak biri, saçlarını okşayacak bir el, üzerine titreyecek bir nefes yok diye belki de...

''Görüşürüz annem, Allah'a emanetsin. Seni çok seviyorum.''

Hep bu cümle ile veda edersi ona. ''Seni çok seviyorum.''

Oturduğu yerde doğrulup ayağ kalktığında üzerine bir kaç yağmur damlasının düştüğünü fark etti. Yağmur gelmişti demek. Sabahtan beri gökte yer eden gri bulutlar da döküyordu yükünü. Mavi şemsiyesini açıp başının üzerine tuttu ve mezarlığın kapısına doğru yürümeye başladı. Bu şemsiyesinin üzerine silinmez kalemle bir steteskop çizmişti bölümden bir arkadaşı. Değerliydi artık ve ayırt edilebiliyordu, kimseninkiyle karışmıyordu.

Sessizdi, sukutlu, dumanlıydı ve biraz da kasvetliydi, şuanki hava gibi.

Demir kapıyı itip açtı, kapıdan çıkacağı sırada kendisine yabancı gelmeyen bir sima ile karşı karşıya geldi. Genç kızla göz göze geldiler çok kısa bir anlığına. Yağmurun altında daha fazla ıslanmaması için kenarı geçip kıza yol verdi. Şemsiyesi yoktu ve siyah başörtüsü ile feracesi gittikçe nemleniyor olmalıydı. Kız mezarlığın içine adımlarken başını hafifçe eğip teşekkür mahiyetinde bir harekette bulunmuştu.

Zahid bu kızı tanıyordu artık. Yani hatırlıyordu. Bir iki kere daha karşılaşmışlardı burada. İlk karşılaştıklarında ona şehitliğin yerini sormuştu hatta kız. Belli ki onun da ziyarete geldiği bir sevdiği vardı burada.

Mezarlığın kapısından çıkıp kaldırımda yürümeye başlamıştı ki bir an adımları sebepsizce durdu. Geriye doğru baktı, aklından geçeni yapıp yapmamakta kararsız bir şekilde bir an tereddütle bekledi. Bu bekleyiş uzun sürmedi çünkü bir kaç saniye içinde ani bir kararla attığı bir kaç adımı geriye doğru atmış, mezarlığa yeniden girmişti. Kızı görebilmek için etrafa bakındı, bakışları aradığını bulmakta zorlanmamıştı. Kızın arkasından hızlı adımlarla yürüyüp ona yetişmeye çalıştı. Kız mezarlığın içinde ilerlerken bir yerde durdu ve tıpkı bir saattir Zahid'in yaptığı gibi çömelip soğuk toprağa dokundu.

Zahid'in adımları yine bir an durdu. Sanki kız kendi özelindeydi ve şimdi yanına giderse özeline girmiş gibi hissedecekti. Bu düşünce tereddüt etmesine sebep oldu. Rahatsızlık vermek istemiyordu. Fakat zihni öyle çabuk karar değiştiriyordu ki, kendisi de şaşırıyordu. Ondan da vazgeçti. Kız burada daha uzun kalmak isteyebilirdi ama yağmur yüzünden çok kalamayabilirdi. İşte buna müdahale etme şansı varmış gibi hissediyordu Zahid. Kızın yanına usulca yaklaştı. Korkutmamak için adımlarını duyulacak şekilde atmıştı. Yanına doğru birinin geldiğini ahut oradan birinin geçeceğini duysundu kız.

Kevser duymuştu adım seslerini ama tıpkı kendisi gibi yakınını ziyaret eden biri olduğunu düşünerek kaldırmadı hiç başını. Abisinin, şehit polis olan abisinin hayaliyleydi şimdi. Bu seneye dek tanımadan sevdiği şehitler için Kur'an okumaya ve dua etmeye gelirdi bu mezarlığa. Bu sene ise artık daha sık getiren biri vardı onların arasında. Abisi...

Yağmur başörtüsünü ıslattıkça başındaki kumaş ağırlaşıyordu. Feracesi de aynı durumdaydı. Yağmur biraz daha hızlanırsa gitmek zorunda kalacaktı belki de. Biraz daha erken gelebilse, ya da biraz daha geç yağaydı yağmur, ne güzel olurdu. Burada daha çok kalabilirdi. Hayatın asıl anlamını burada buluyordu hep.

Yağmur yüzünü ıslatmayı kesip üzerine damlalar düşmeyince daldığı yerden sıyrıldı çabucak. Yağmur mu durmuştu yoksa?! Sesini duymuştu Allah, burada kalabilecekti biraz daha! Başını kaldırıp tebessümle yukarıya doğru baktığında gri göğü, yeşil ve kahverengi ağaçları değil de bir çift yeşil gözü, tereddütlü yüzü görmeyi beklemiyordu. Tebessümü hemen toplanıp giderken bir an şaşkınca çocuğun yüzüne bakar halde kalakaldı.

Neden başında dikilmiş, şemsiyesinin altına almıştı onu? Kendisi ıslanıyordu. Bir yanı bunu düşünürken bir yanı da neden tedirgin olmadığını sorguladı. Sanki dersin yıllardır tanıyordu bu genci. Hiç yabancı değildi, güvendiği biriydi. Normalde bu sessiz sakin yağmurlu günde mezarlıkta kime yokken karşısına biri geçse ürkerdi ister istemez.

Zahid, kızı tedirgin etmemek adına elindeki şemsiyenin tututuğu sapını aşağı doğru uzatıp konuştu hemen. ''Bunu alın.''

Kevser uzanmadı şemsiyeye. Neden şemsiyesini veriyordu ki bu genç ona? ''Sağ olun.'' dedi almayacağını hâliyle belli ederek. Fakat Zahid boşuna buraya dek gelmemişti. Verecektii kararlıydı. İçi ancak o zaman rahat ederdi.

''Lütfen.'' deyip kızın gözlerine baktı bir anlığına, ardından bakışlarını yanında oldukları mezara çevirdi. ''Okan Karan'' isminde dokundu hâreleri. Sonra iki tarihe. Daha otuzlarının başında olmalıydı şehit polis. İç çekti. ''Annemin yanında olabildiğince uzun kalmak istiyorum her geldiğimde. Kendimi iyi hissettiriyor. Hasret gideriyoruz. Burada olmak anlam katıyor hem her şeye. Hakikatı unutturmuyor geçen dakikalar. Sizin de yakınınız sanırım, dilediğinizce yanında kalmak isteyeceksinizdir eminim.''

Yavaşça başını salladı Kevser. Doğruydu, tam olarak kendisi de bu genç gibi hissediyordu. Bu benzerlik ona tamamen ısınmasına sebep oldu. Uzattığı şemsiyeyi kavradı ince parmaklarıyla. ''Abim.'' dedi sonra.

Zahid anladığını belirtircesine başını salladı. ''Mekanı cennet, inşallah.'' dedi, şehitti o sonuçta. Ardından kızı abisi ile başbaşa bırakmak için gitmeye hazırlandı. Kahverengi saçları nemleniyordu. ''Hayırlı günler.''

''Size de. Ve çok teşekkür ederim.''

Zahid başıyla selam verircesine teşekkürü kabul etti ve uzaklaşmak üzere arkasını döndü. Fakat kızın seslenmesiyle bir iki adam sonra durup ona dönmüştü tekrar.

Konuşma burada bitebilecek olsa da Kevser bitirmedi, kelimeleri bu gence ulaşmak istiyordu sanki. Son kez gencin yüzüne baktı ve kuvvetle atan kalbi eşliğinde son sözlerini söyledi. ''Şuan bir duanın kabulü olarak buradasınız, bilmenizi istedim.''

Zahid hafifçe tebessüm etti. Kendiliğinden doğan bir tebessümdü bu, dudaklarında. ''Sevindim, elhamdülillah.'' dedi ve bu kez bakışlarıyla veda ettiler birbirlerine. Genç çocuk mezarlığın kapısına doğru yürüyüp uzaklaşırken az evvel biraz gerilip kasılan kalbi gittikçe rahatlıyordu.

İkisi de kaderin onlara ileride ne getireceğinden habersiz, yollarının yeniden ne zaman ve nasıl kesiçeceğinden habersiz devam ettiler günlerine. Kevser, duasına karşılık olarak gelen genci dualarında unutmayacaktı bundan böyle. Zahid'in de üzerine o camide battaniye örten Kevser isimli kızı dualarında unutmadığı gibi. Çünkü bazı anlar birilerinin bize yaptığı en ufak yardım hatta yardım teklifi ömür boyu önemini ve hatırasını korur. O insanlar hatırlanır, dualara katılır.

Zahid, tekrar mezarlıkan ayrılıp kokusunu içine çekmek için sabırsızlandığı kardeşine gitti. Evin önüne gelene dek hızlı adımlarla yürüdü, adeta koşarcasına. Ve bunun sebebi yağmurda ıslanmamaktan ziyade kardeşine bir an evvel kavuşmaktı. Hem ıslanmayı sorun etmezdi öyle pek. Nihayet kapıyı tıklattığında elleri cebinde bekliyordu sabırsızca. Ses seda çıkmayınca yeniden vurdu, bu kez daha sertti vuruşu.

''Kim o?''

Beklediği ses duyulunca gülümsedi. ''Ankara'nın delisi!''

Fatma hanım ona böyle diyordu, Zahid de bozmuyordu bu oyunu. Fatma hanım sevinçle kapıyı açarken bir yandan da içeriye doğru bağırıyordu.

''Sevdee! Kızım koş, bak kim geldi!''

Sevde'nin ''Abim mi abim mi?!'' diye umutla seslenişini işitirken Fatma hanımın hoş geldinine cevap veriyordu delikanlı. Ayakkabılarının fermuarını indirip içeriye adımını attığı an odadan çıkıp koşarak kendisine doğru gelen küçük kızla birleşti bakışları.

''Aşkıım!'' derken kollarını açtı ve çöktü hemen. Küçük kız abisinin kucağına atlayıp kollarını boynuna doladığında Zahid de çoktan ona sıkıca sarılıp güzen kokusunu içine çekmeye başlamıştı.

Fatma hanım kapıyı kapatıp iki kardeşin birbirlerine sarılışına duygulanarak baktı. Zahid'i çok seviyor, takdir ediyordu. Yaşadıklarına rağmen, bu eve asla dönmeyeceğine karar vermesine rağmen sırf kardeşi için bütün duvarlarını yıkıp soluğu burada alıyordu her seferinde. O benim anamdan değil demiyordu, canından ayrı görmüyordu Sevde'yi. Hiç sevmediği aşkım kelimesini bile kullanır olmuştu Zahid efendi, küçük kız kardeşi Sevde'ye karşı.

''Güzelim benim, ne kadar büyüdün sen yine.'' derken biraz geri çekilip gözlerini Sevde'nin yüzünde dolaştırdı. Yanaklarını öptü. ''Ohh, çok özlemişim, çok!''

''Ben daha çok!''

Zahid güldü. ''Ben daha çok!''

Bunun kavgasını her seferinde inatla yapıyorlardı. Küçük kızın asla pes etmemesi ise Zahid'in hoşuna gidiyordu. İnatçılığı kendisine benziyordu.

''Hayır ben daha çok! Her kapı çalınca sen mi geldin diye koşuyorum.''

''Ben de her çocuk gördüğümde seni hatırlıyorum.''

''Ben de sana resim yapıyorum.''

''Ben de rüyalarımda seni görüyorum. Hem de neredeyse her gece!'' deyip yeniden kolları arasında sıkıca sardı küçük kızı ve yanaklarından öptü. Bu kez ıslanan saçları kızın suratına değmiş, huylandırmıştı. Kollarının altındaki bedenin soğukluğunu fark edince Sevde de irkilip biraz geri çekildi.

''Abi sen sırılsaklam olmuşsun! Bunu çıkart, üşüttü.'' deyip Zahid'in montunu işaret etti. Zahid onu ''sırılsaklam mı olmuşum?'' diye taklit edip gülümserken bir yandan da ıslak montunu çıkartmaya koyuldu.

Fatma hanım ''Ver oğlum, kaloriferin üzerine asayım da kurusun biraz.'' deyip montu aldı ve koridordaki büyük peteğin üzerine serdi. Zahid, kadına teşekkür edip Sevde'yi kucakladı. Sevde, asbisinin ıslanan ve dağılan kıvırcık saçlarını eliyle düzeltmeye koyuldu. Zahid bundan hoşnut bir şekilde dikildi öylece.

Tam içeriye girmeyi düşündüğü sırada oturma odasının kapısından Sevde'nin annesi Selma hanım çıkınca duraksadı. Kadınla karşı karşıya gelince her zamanki gibi bir an gerilmişti. Kendisine bir kötülüğü olmasa da pek ısınamamıştı ona. Bunun üzerinde de durmuyordu. Kardeşiyle arasına girmediği sürece ona minnettar olur, herhangi biri gibi kabul edebilirdi ve öyle de oluyordu.

''Hoş geldin Zahid.'' dedi Selda hanım.

''Sağ olun.''

''Suat işte, evde yok. Bir de, içeride arkadaşım var. Siz Sevde ile odada vakit geçirebilirsiniz. Problem olmaz, değil mi?''

''Yok, biz odadayız o zaman.'' deyip kucağındaki kızı havaya zıplattı ve ''Hoop, uçak uçsun bakalım!'' deyip odaya doğru kızı uçurmaya başladı. Sevde'nin kahkahaları eve doluşurken kadın içeriye döndü, Fatma hanım da rahat etmeleri için Zahid ve Sevde'nin arkasından odanın kapısını kapattı ve mutfağa geçti.

Zahid, uçurduğu kıza yatağın üzerine iniş yaptırıp gülümseyerek ona baktı. Doya doya yüzüne bakmak istiyordu. Sevde ise yatağın üstünde zıplamaya başlamıştı. Sevinçle bir şeyler söylüyordu. Az sonra ''Abi, yatıp uçuruyordun ya beni, öyle yapsana!'' diye hevesle ellerini birbirne vurdu.

Zahid gülerek kaşlarını kaldırdı. ''Ama artık büyüdün, nasıl kaldırayım seni? Ya kafama düşersen?''

Sevde kıkırdamaya başladı. Abisinin onunla eğlendiğini biliyordu.

''Yaa! Ben büyümedim ki. Üç buçuk yaşıdayım!''

Zahid gülerek ''Üç buçuk mu?!'' diye atıldı. ''O kadar oldu mu kız?!'' Oysa gayet iyi biliyordu miniğinin kaç yaşında olduğunu.

Sevde başını öne arkaya salladı. Ardından kollarını abisine doğru uzattı. ''Hadi!''

Zahid telefonunu ve cüzdanını cebinden çıkartıp kenarı koyduktan sonra yatağa uzanıp küçük kardeşine istediğini verdi. Onu belinin iki yanından tutup havaya kaldırdı. Arada bir düşürüyormuş gibi yaptığında Sevde kollarını havada çırpıp sallıyordu. Çığlıklarla gülüyordu. O güldükçe abisinin de gülüşü eksik olmuyordu.

Bir ara Zahid, Sevde'yi ''Civciv misin kızım sen?'' diye sevdiğinde küçük kız bir şey hatırlamış gibi gözlerini büyüttü.

''Aaa abi! Bizim civcivlerimiz var! Civcivlere bakalım!''

Zahid, Sevde'yi göğsünün üzerine indirdi. ''Ama yağmur yağıyor, üşürsün güzelim.''

''İçerdeler zaten abi! Kapalı balkonda!''

''O zaman gidip bakalım!'' deyip küçük kızın elini tuttu genç adam. Birlikte arka balkona geçtiler. Köşedeki kutuda civcivler vardı. Anlaşılan soğuktan üşümesinler diye koymuştu babası buraya. Yanlarında da ufak bir ısıtıcı yanıyordu.

Sevde kutunun üzerini açtı ve civcivleri gösterdi abisine. ''Bak!''

''Çok güzeller gerçekten.'' dedi Zahid. İkisi de dokunup okşadılar ufak civcivleri.

Sevde az sonra aralarından birini gösterdi. ''Bak, en tatlı bu dimi?''

''Hepsi de tatlı.''

Sevde ısrarla seçtiği civcivi gösteriyordu. ''Ama bu çok tatlı, bu kime benziyor böyle?'' dediğinde sesinden anlamıştı Zahid, tatlı civcivi ona benzetip ona da tatlı demiş olmasını istiyordu küçük kız. Gülesi gelse de hiç bozuntuya vermedi.

''Kime benziyor, sana mı?''

Sevde istediği cevabı almıştı. Heyecanla başını salladı.

''Evet bana benziyor o.''

Zahid ufak bir kahkaha atıp kardeşinin saçlarından öptü. İltifat ettiriyordu kendine güya. Akıllı şey!

Biraz daha civcivlere baktılar, sonra odaya geri döndüler. Sevde aşçılık oynamak için yemek takımlarını çıkarıyordu ki Zahid'in telefonu çaldı. Az evvel kenarıya koyduğu telefonu alıp ekrana baktı. İlyas arıyordu. ''Bir dakika fıstığım, İlyas abi arıyor. Sen çıkart, ben de katılıyorum hemen sana.'' deyip telefonu açtı.

''Efendim?''

''Selamün aleyküm Zahid! Nerelerdesin sen kardeşim ya?!''

''Aleykümselam İlyas bey, aleykümselam. Kardeşimin yanındayım, keyfim yerinde. Sen nerelerdesin?''

''Sizin orada.''

Zahid şaşırarak kaşlarını kaldırdı. ''Hadi ya, cidden mi?''

''Aynen. Geldim ama sen yoksun. Ben de Ebuzerlerdeyim, seni bekliyoruz. Çok bekletme hadi.''

''Daha yeni geldim oğlum, hemen gelemem. Sevde'yi bırakamam. Oturun siz, ben yetişirim.''

''Yok, benim işim gücüm var. Bekleyemeyiz seni. Sevde'yi de al, öyle gel. Hadi.''

''Allah Allah, hayırdır?'' dedi Zahid.

''Hem seni hem cimcimeyi görmüş oluruz işte. Al gel sen.''

''İyi peki, bana uyar. Selda hanıma sorayım bi. Haberleşiriz.''

''Tamamdır. İki dakikan var, haber bekliyorum. Hadi eyvallah.''

Telefon kapanmıştı. Sevde kırıkça abisine. ''Gitmiyorsun dimi?''

''Gidiyorum ama seni de alıyorum. Nasıl plan?'' deyip göz kırptı delikanlı. Sevde'nin neşesi yeniden yerine gelmişti.

''Yaşasıın! Harika plan.''

Zahid onun saçlarını okşadı. ''Sen gel de anneni ikna edelim önce.''

Küçük kız ile el ele koridora çıktılar. ''Anneni çağır sen iki dakika, misafiri rahatsız olmasın, ben girmeyeyim. Hadi.''

Sevde içeriye girip az sonra annesi ile geri geldi. Zahid'in bu bakışlarını artık tanıyordu kadın. Sevde'yi götürmek için izin isteme bakışlarıydı. Biraz tereddütlü, çokça istekli, inatçı. Tam da bu sebeple gencin bir şey demesine gerek kalmadan o konuştu.

''Kalmaya mı, geri getirecek misin?''

Zahid ve Sevde birbirlerine bakıp gülümsedi. ''Kalmaya?'' dedi ilk olarak bu şansı denemek isteediğini belli ederek.

''Tamam. Gidince haber verin. Şurada şemsiye asılı, almayı unutmayın. Çanta hazırlamak size ait.''

Zahid başını sallayıp tebessüm etti. ''Tamamdır Selda hanım. O zaman biz gidip çantamızı hazırlayalım.''

Selda hanım içeriye girdi. Abi kardeş de odaya geçip bir çantaya kıyafet ve bir iki oyuncak koydular. Çanta hazırlanınca küçük kıza montunu giydirdi ve şapkası ile atkısını taktı. Şapkasını Hira, atkısını Merve ablası örmüştü. Hepsi tanıyordu ve seviyordu bu cimcimeyi. Sevde hazır olunca Zahid de peteğin üstünde neredeyse kuruyan montunu giydi ve Fatma hanımla vedalaştılar. Evden ayrıldılar ve yola düştüler.


🍂


Merve, Hira ve Nihal mutfaktaki yuvarlak masanın etrafında oturmuş, sarma sarıyordu. Bugün biraz yorulmuşlardı ama değiyordu. Geriye de bir sarmalar kalmıştı zaten. O da az kalmıştı.

Artık yorulan Nihal etrafa bakıp çaktırmadan Kübra hanımın burada olup olmadığını kontrol etti. Kübra hanımın etrafta olmadığını görünce arkadaşlarına çevirdi bakışlarını. Rahatça konuştu.

''Pişt kızlar, şu içten bol bol yiyin de iç bitsin, çabuk bitirelim."

Hira ve Merve, Nihal'in bu dahiyane fikrine kıkırdayarak gülüştüler. Nihal gerçekten de hazırladıkları içten yiyip duruyordu. Eğer iç biterse yaprakların kalanı da dolaba girecek, sarma sarma işlemleri bitecekti ne de olsa.

''Bize gerek yok Nihalciğim, sen yiyorsun zaten.''

Nihal kaşlarını çatıp şakadan sitem etti. ''Sen sus kız gelin hanım, görümcene karşı mı geliyorsun?! Seni abime şikayet ederim, görürsün!''

Merve gülse de Hira tedirgin olarak Nihal'in koluna hafifçe vurdu. ''Sussana kızım, evimdeyiz evimde. Biri duyacak. Allah'ıım ya!''

''Tamam tamam, pardon.'' deyip konuyu kapattı Nihal. Bir yandan da sinsi sinsi gülmeye devam ediyordu.

Kızlar sarmaları bitirirken Kübra hanım fırındaki poğaçaları kontrol ediyordu. İnci hanım ise hazır olan kurabiye ve keki sarıp sarmalamış, esşi ile birlikte biri kurabiyeleri biri keki alıp gelmişlerdi. Kapıyı Süheyl bey açtı ve misafirlerini içeriye buyur etti.

''Hoş geldiniz İnci hanım, hanımlar mutfakta. Hoş geldin Akgün, gel, biz de içeride oturuyoruz çocuklarla ve Harun amcayla.''

Akgün bey ve İnci hanımın ardından yaklaşık on dakika sonra Kadriye hanım, Mansur bey, Engin ve kardeşleri gelmişti. Kadriye hanım ve Engin ellerindeki tepsilerle mutfağa doğru yürüdüler.

''Kızlar müsait mi anne, ona göre gireyim.'' dedi Engin. Kadriye hanım mutfağa girip kızlarla selamlaşırken bir yandan da Engin'e gelebileceğine dair seslenişte bulunmuştu. Engin de selam verip girdi ve elindeki tepsiyi kenarı bıraktı. Kızlarla ufak bir nasılsın konuşması yapıp içeriye, beylerin yanına geçti.

''Zahid'in en sevdiği börekten yaptım! İnşallah siz de seversiniz yavrum.'' deyip kızların sardığı sarmalara baktı. ''Oh oh maşallah, elinize sağlık. Ne güzel sarmışsınız.''

Kübra hanım ve peşinden İnci hanım mutfağa girdiler. Kadriye hanımla selamlaşıp sarıldılar, ayaküstü sohbete giriştiler.

''Kızlar bitti mi?'' diye sordu Kübra hanım. Kızlar başlarını salladı. ''İyi iyi, hemen ateşe koyalım da pişsin, yetişsin.''

Üç kız mutfağı toparlarken Kübra hanım sarmaları ocağa koyup hanımlarla birlikte küçük oturma odasına geçmişti. Mutfağı toplama işi bittiğinde kızlar da onların yanına gidip oturdu. Sarma sararken belleri ağrımıştı, dinlenmeye ihtiyaçları vardı. Dinlenirken bir yandan da hanımların sohbetine dahil oldular. Ortam güzeldi.

Yandaki odada ise beyler sohbet ediyordu. Çocuklar köşede oyuna dalmıştı. Engin'in kardeşleri Hâris'i oynatıyorlardı.

Harun dede, Akgün beye, Mansur beye ve Süheyl beye bir anısını anlatıyordu. Ebuzer, Engin, Mahir ve İlyas ise masada oturuyor, sohbet ediyorlardı. Ev curcuna halindeydi. Ubeyd ise çok istese de bir davaya katılacağından ötürü gelememişti bugün. Selam söylemiş, telafi edeceğine söz vermişti.

Bir süre sonra İlyas ''Eee sürpriz yapacağım şahıs nerelerde peki?'' dedi sabırsızca. ''Herkes geldi sanırım, bir tek o yok.''

Ebuzer başını salladı. ''Ne yapsın, haberi yok ki çocuğun.''

''Doğru.'' dedi Engin. ''Arayalım bence. Bir bahaneyle çağıralım.''

Mahir başını iki yana salladı. ''Sevde'nin yanından hiçbir bahane getirteemz onu abicim, ben diyeyim size.''

''E ne yapalım, bekleyelim mi kaç saat? Ya akşam gelirse?'' diye atıldı İlyas.

''Hiç belli olmaz onun sağı solu.''

İlyas bir iki dakika düşündükten sonra parmağını şıklattı. ''Tamam tamam, bu iş bende gençler. Ama önce sessiz bir yere geçiş yapmamız lazım.''

Dört delikanlı ayaklanıp Ebuzer'in odasına geçti. Burası sessizdi. İlyas, Zahid'i rehberde kolayca bulup aradı. Az sonra açmıştı.

''Efendim?''

''Selamün aleyküm Zahid! Nerelerdesin sen kardeşim ya?!''

''Aleykümselam İlyas bey, aleykümselam. Kardeşimin yanındayım, keyfim yerinde. Sen nerelerdesin?''

İlyas ''Sizin orada.'' dedi 'ben buradayım ama sen yoksun' dercesine.

Zahid şaşırdığı sesinden belliydi. ''Hadi ya, cidden mi?''

''Aynen. Geldim ama sen yoksun. Ben de Ebuzerlerdeyim, seni bekliyoruz. Çok bekletme hadi.''

''Daha yeni geldim oğlum, hemen gelemem. Sevde'yi bırakamam. Oturun siz, ben yetişirim.''

İlyas'ın ve diğer üç gencin beklediği mazaret gelmişti. Ama İlyas durur muydu, hayır. İşini biliyordu o.

''Yok, benim işim gücüm var. Bekleyemeyiz seni. Sevde'yi de al, öyle gel. Hadi.''

''Allah Allah, hayırdır?'' dedi Zahid.

''Hem seni hem cimcimeyi görmüş oluruz işte. Al gel sen.''

''İyi peki, bana uyar. Selda hanıma sorayım bi. Haberleşiriz.''

İlyas, karşısındakine başka şans vermeyen bir ses tonuyla konuştu. ''Tamamdır. İki dakikan var, haber bekliyorum. Hadi eyvallah.''

Ve telefonu kapattı. Gençler gülümsemişti.

''Aferin be İlyas! Sevde'yi nasıl ondan habersiz getiririz diye boşuna düşünmüşüz dün! Bir taşla iki kuş.''

Ebuzer'in iltifatı üzerine genç çocuk böbürlendi biraz. ''Alkışlarınızı Zahid'e saklayabilirsiniz. Ben alışkınım.''

Mahir gülerek İlyas'ın omzuna vurdu. ''Havalara bak!''

Gençler odadan peş peşe çıkarken Hâris koşarak önlerinde durdu. ''Annemler soruyor, Zahid dayım ne zaman gelcekmiş?''

Hâris, dayısı olmadığı için ve Zahid de onun için dayıdan farksız olduğu için Zahid'e abi değil dayı demeye başlamıştı. Alışmıştı da bir senedir bu hitaba.

Engin gülümseyip ''Yola çıkıyor şimdi aslanım.'' dedi. Selda hanımın izin vereceğine emindi. Şimdiye dek bir sıkıntı çıkarmamıştı hiç, şimdi de çıkarmazdı herhalde.

Bir süre sonra Hira üzerine mantosunu giyip cebine kartını aldı ve evden çıktı. Pasta almaya gidecekti. Dükkanların olduğu mahalleye gidene dek temiz yağmur kokusunu içine çekmişti. Bakışlarıyla etrafta bir pastane aradı. Sonunda bir tane bulunca içeriye girdi. Bir kaç kontrolden sonra bir pastada karar kıldı. Pastayı paket yapan adamı bekledi. Az sonra ücreti ödeyip elinde poşeti ile ayrıldı dükkandan. Eve doğru yürümeye başladı.

**

Zahid ve Sevde dolmuştan indiğinde yağmur dinmişti. Zahid'in sırtında çanta, bir elinde şemsiye, bir elinde de minik parmaklarını avuçladığı Sevde vardı. Mahalleye doğru yürürken karşı sokaktan bu sokağa giren Hira'yı fark ettiler.

''Aa bak Hira abla!'' diye atılmıştı Sevde. ''Hira ablaaa!'' diye seslenmişti kızın arkasından.

Hira bu tanıdık sesi işitince bir an suç üstü yakalanmış gibi hissetmişti ama sonra bozuntuya vermedi. Bahane bulurdu o. Sürprizi bozmazdı. Arkasına dönüp Sevde'ye ve onun elini tutan Zahid'e baktı. Tebessüm etti ve yanına varmalarını bekledi.

''Selamün aleyküm.''

Hira, Zahid'in selamını alıp eğildi ve Sevde'yi öptü. ''Naber fıstık?''

''İyiyim, sen?''

''Seni gördüm, çook daha iy oldum.''

Sevde şımarıkça gülerken Hira da yeniden ayağa kalktı ve Zahid'in bakışları ile işaret ettiği yere, elindeki poşete baktı.

''Hayırdır?''

Hira da elindeki poşete baktı bir an. Üzerinde pastanenin ismi vardı. Sonra da gayet doğal konuşmaya devam etti. ''İlyas geldi, Sevdeciğim de geliyor bize. Ani misafirlik olunca ben de hemen bir şey yapamadım, pasta alayım dedim. Çayla birlikte yeriz. Hem Sevde de çok sever, dimi?'' deyip açıklamasının sonlarında küçük kıza bakarak göz kırptı.

''Eveet! Teşekkür ederim.''

Sevde bir eliyle Hira'nın, diğeriyle Zahid'in elini tuttuğunda yürümeye devam ettiler.

''Eee Hira, Mahir beyle aranız nasıl?''

''Normal.''

''Normal?''

''İyi yani Zahid. Neden soruyorsun ya?''

''Nişanda kurdelenizi ben keseceğim kızım, sorarım tabi. O gün ne zaman gelecek diye yokluyorum işte.''

''Hemen gelmeyeceği kesin.'' dedi Hira.

''Neden?''

''Annemlere diyemiyoruz ki. Çekiniyoruz.''

Zahid güldü. ''Hallolur o merak etme. Hem eninde sonunda öğrenecekler, söyleyeceksiniz.''

''Orası öyle ama Mahir çekiniyor, ben de bir şey diyemiyorum. Abim 'neden benden sakladınız' falan derse diye aralarının gerilmesinden korkuyor. Kaç kere demeye kalktı ama her seferinde yapamadı. Ben de aynı şekilde.''

''Yok yok, Ebuzerim yapmaz öyle şeyler. Ama siz de söyleyin çocuğa. Ne kadar geç o kadar kötü.''

''Çok kolaydı ya..''

''Tamam ben söylerim ya, sıkıntı etmeyin siz. Benim için gayet de kolay. Zevkle yaparım.''

Hira kaşlarını çatıp ''Sakın!'' diye atıldı.

''Niye canım, hayra vesile olmak sevaptır.''

''Zahid!''

''Ne Zahid, ne? Yalan mı?''

Hira iç çekti. Bu çocuğa da laf geçmiyordu!

''Ev süpürürken halıda kalmakta inat edip süpürgenin bir türlü çekmediği ip gibisin gerçekten ya!''

Zahid anlamayarak boş boş baktı kıza doğru. Neydi şimdi bu, küfür falan mı? ''Nasıl yani?''

''Gıcık yani.''

Zahid sinsi sinsi gülümseyip başını gururla salladı. ''Teşekkürler iltifatınız için.''

Hira onun bu gamsızlığına gülümsedikten sonra elini tuttuğu miniği hatırladı. Çocuk deyip geçmemek lazımdı, her şeyi anlıyorlardı valla! Eve yaklaşmışlardı hem. Yürmeyi kesip durdu. Sevde'nin boyuna yaklaşmak için çömeldi.

''Sevde, bu deli abinle konuştuklarımız aramızda bir sır, tamam mı gülüm? Kimsenin yanında bahsetmek yok?''

''Tamam.'' deyip başını öne arkaya salladı ufaklık.

Hira ''Aferin sana, akıllı kız.'' deyip gülümsedi. Yeniden ayağa kalktığında Zahid'e ''Bir dakika,'' deyip telefonunu çıkarttı cebinden. Ebuzer'i aradı. Mesajı vermeliydi.

''Alo? Abi, Zahidle ben eve yakınız, geldik sayılır. Bir şey istiyor musunuz? Gelmeden alalım? Ekmek falan var mı?''

''Siz gelin yeter. Hadi.''

Kısa süren konuşmanın ardından telefonu cebine attı genç kız. ''Eh, o zaman gidelim bakalım.''

Evin önüne vardıklarında ayakkabıların hepsinin anlaştıkları üzere kapının önüncen alındığını fark etti genç kız. Yalnızca her zamanki gibi evdekilerin bir iki çift ayakkabı terliği vardı dikkat çekmemek için. Anahtarı çevirip kapıyı açtı ve içeriye adım attı. Pastayı kenarı koyup Sevde'nin ayakkabılarını çıkartmasına yardımcı oldu. İçeride tık ses yoktu. Sanki dersin ev bombuştu. Son olarak Zahid de ayakkabılarını çıkartıp kapı eşiğinden içeriye bir adım attığında Hira kapıyı kapattı.

''Niye çıt ses yok bu evde? İlginç. Benim yeğenin her zamanki ortalığı inletiyor olması lazımdı şuan.''

Zahid haklıydı, normal zamanlarda Hâris'in sesi evi doldururdu hep. Hira cevap vermek yerine iki kardeşin montlarını alıp askıya astı ve içeriyi gösterdi.

''Ben de merak ettim. Şimdi anlarız.'' deyip Zahid'e önden yürümesi için fırsat verdi.

Zahid içeriye adım attığında karşısında aniden gördüğü kalabalık ve ''Sürpriz!'' bağırışı üzerine şaşkınlıkla kalakalmıştı. Şaşkınlığına bir gülüş karıştı, dudakları aralandı. Bakışları herkese tek tek dokundu. Bir zamanlar doğru dürüst kimsesi olmadığını düşünürken, şimdi bu kadar sevdiği ve seveninin olması o kadar güzeldi ki. O değil de, bugün doğum günü falan mıydı? O mu unutmuştu? Yoo, geçmişti doğum günü. Zaten kutlamazdı da. Gerçi son bir kaç yıldır arkadaşları ufak birer hediye alıp güzel sözler ediyordu. Birlikte zaman geçiriyorlardı. En güzel hediyesi de sevdikleriyle birlikte olmaktı zaten.

''Zahid?! Daldın gittin oğlum?''

Süheyl beyin sesiyle kendine geldi genç adam. Bir adn duygusallaşıp zihninin içinde kaybolmuştu.

İlyas'ın sesi takip etti onu. ''O kadar güzel bir organizasyon yapıp onu şaşırttık ki, hiç beklemediğinden dolayı dondu kaldı çocuk, ne yapsın!''

Sonunda toparlanabildiğinde ''Hakikaten öyle oldu, hiç beklemiyordum.'' dedi Zahid. ''Bugün özel bir gün mü? Hayırdır?''

Kübra hanım gülümsedi. ''Bizim için sen özelsin oğlum, bu gün de artık özel olarak kayda geçebilir tabi.''

''Sizler de benim için çok özelsiniz. Çok teşekkür ederim. Ne diyeceğimi bilemiyorum vallahi.'' derken Zahid'in gözleri dolmuştu. En yakınında olan Süheyl bey ona sarılınca adamın sarılışına karşılık verdi. Çok uzun zamanlar hissetmediği o baba sevgisini bu adam veriyordu ona. Baba kokusu onun kokusuydu. Süheyl beyin ''Oğlum benim...'' deyişi delikanlıyı iyice duygulandırmıştı. Herkesin içinde ağlamak istemiyordu ama elinde de değildi. Hem onlar yabancı değildi.

Süheyl beyden ayrıldığında nemli gözleriyle Kadriye hanım kollarına almıştı onu. ''Güzel çocuğum.'' deyip sırtını sıvazladı.

Zahid'in tek zaafı bu insanlaraydı. Kanından olmayan, helali sayılmayan bu kadınlar onun annesi gibiydi ya hani, elinde değildi bazı zamanlar ellerini öpmemek, sarılmamak. Kadriye hanımın eşi Mansur bey gencin omzuna dostça dokundu, ardından Mahir'in annesi İnci hanım ve babası Akgün bey de gencin kolunu sıvazlayıp konuşmayı sürdürdüler.

''Çocuğu duygulandırdık, kıyamam sana yavrum.''

''Olsun, erkekler ağlamaz safsatalarına buradaki kimsenin inandığını düşünmüyorum.''

''Aslan torunum benim.'' diyen Harun dedeyle göz göze geldi bu kez genç adam. Akgün beye minnettar bir bakış yollayıp dedesinin yanına gitti ve sıkıca sarıldı. ''Dedem benim.''

Harun dedenin de gözleri dolmuştu, her ne kadar çelik gibi, inatçı ve bazen huysuz görünen bir ihtiyar olsa da aslında çok duygusaldı. Zaten Zahid ile yaşamaya başladıktan ve bu geniş ailenin içine karıştıktan sonra buradaki kimse onun eski, kendisinden çekinilen halini hatırlamaz olmuştu. Saygı hâlâ vardı ama yaşlı adamdan çekinmiyorlardı artık, öz ve öz dedeleri gibiydi.

Büyüklerin savdığı sıra Ebuzer'in ''Gel buraya gel.'' demesiyle gençlere geçiş yapmıştı. Beyler yerlerine otururken, hanımlar tabakları hazırlamak ve beyleri yine yalnız bırakmak için odadan çıkmış, mutfağa geçmişlerdi. Küçük çocuklar Sevde'yi de kolundan tutup odanın oyuncak dolu köşesine çekelemiş, oyuna dalmıştı. Sevde ilk önce bir süre abisini izlese de sonra çocuklar onu daha fazla cezbetmişti. Hem abisi herkese sarıldığına göre kötü bir şey yoktu.

Ebuzer'e sıkıca sarılıp ardından sırasıyla İlyas'a, Mahir'e ve Engin'e sarıldı.

''Kendi partine geç gelecektin bir de ha!'' diye takılmıştı ona İlyas. Güldüler. Kızlar da yan yana dikilmiş, onların bu halini seyrediyordu.

''Kardeşim!'' demişti Mahir göz göze geldiklerinde ve ellerini birbirinin sırtına erkekçe vurmadan evvel.

Engin de ondan ayrılırken ''Bizi ziyaret etme isteğini geri çevirdiğim için üzgünüm dostum ama nasip burayaydı.'' diyerek gündüz onu neden reddettiğini açıklığa kavuşturmuştu.

''Nasip olan hayal edilenden güzel, sorun yok kardeşim.''

Arkadaşları da sırayı savdığında yandaki üçlüye döndü. ''Kızlar çok teşekkür ederim. Çok mutlu oldum valla ya.''

Merve hafifçe tebessüm etmiş, ''Çok sevindik.'' derken Nihal ''Valla senin için kaç saat sarma sardık Zahid, mutlu olmasaydın yüzde ikiyüz trip yerdin.'' diyerek herkesin gülümsemesine yol açmıştı.

''Oo sarma ha, elinize sağlık. Şimdiden kokusu burnuma geliyor sanki.''

''Afiyet olsun.''

Zahid, bakışlarını Hira'ya çevirdi bu kez. ''Sen var ya, çok fenasın ha! Kızım hiç de çaktırmadın! Tebrikler.''

Hira bunu övgü olarak kabul edip gülümsedi. ''Eee oyunculuk kabiliyetim yok değil.'' derken Mahir'e yandan bir bakış attı. En son buluştuklarında yaptıkları konuşmaya bir göndermeydi. ''Sadece değerimi bilecek bir yönetmen ve reji lazım.''

Ebuzer ''Deli ya,'' deyip kardeşinin omzuna kolunu attı. ''Neyse, siz annemlere yardım edin de biz Zahidle iki çift laf edelim.''

Hira hemen atıldı. ''Allah Allah, neden kadınlar hazırlamak zorunda?''

''Ya tamam, biz de toplarız.''

''O zaman anlaştık.'' dedi Nihal, hepsi adına karar vererek. ''Kimler sarmalarımızı tadmak için sabırsızlanıyor?''

Engin, Zahid ve İlyas el kaldırırken Mahir ve Ebuzer öylece dikilmişti. Kızlar kaşlarını çattı.

''Siz? Size sarma falan yok!'' diye çıkıştı Hira. Şuna bak, abisi ve sevdiği bir olmuştu resmen.

Ebuzer hemen araya girdi. ''Biz sabırsızlanmıyoruz. Biz çok sabırsızlanıyoruz, ondan el kaldırmadık.''

''Aynen, Ebuzer haklı. Ben bir saniye daha bekleyemeyeceğim. Hadi gidin artık da hazırlayın.''

Hira ikisine de kötü birer bakış attıktan sonra ''İyi öyle olsun.'' deyip geçti.

Merve ise kızların koluna girip odadan çıkarttı. Yoksa bunlarla dalaşmaktan başka bir şey yapacakları yoktu.


Ortam şenlikti. Ev de şenlik yeriydi. Kübra hanım bayılırdı böyle zamanlara. O sebeple sevinçliydi. Evinde çocuk sesleri, gülüş sesleri, sohbet sesleri vardı. Beyler bir odada, hanımlar bir odadaydı. Çocuklar ise genellikle beylerin olduğu odadaydı ama arada odalar arasında koşturup yer değiştirdikleri oluyordu.

Herkes önündeki çayları yudumluyor, hazırlanan ikramları yiyordu. Sohbet ediliyordu. Hâris ve Sevde koşarak yanına geldiğinde Zahid, arkadaşlarına anlattığı bir şeyi yarıda kesmek zorunda kalıp çocuklara döndü. İkisi de merakla ona bakıyordu. Arada bir de birbirlerine de iddialı bakışlar atıyolardı. Görünen o ki anlaşamadıkları bir konu vardı.

''Zahid dayı, bu külkedisi benim büyük olduğumu kabul etmiyor. Şuna bişey der misin?! Ben büyüğüm dimi?!''

Zahid daha cevap vermek için ağzını açamadan Sevde lafa atladı. ''Hayıy abi, bu pinokyo beni anlamıyo. Evet şimdi o benden büyük yaşta ama o da küçüktü dimi?''

Zahid gülerek başını salladı. ''Herkes bebek olarak doğuyor, sonra zamanla büyüyor. İkiniz de bebek oldunuz, iki yaşında oldunuz, üç yaşında oldunuz.''

''Üff, neyse. Bu külkedisinden büyüyüm ben sonuçta. Bana abi diyceksin!''

''Banane! Demem!''

Gençler bu ikilinin her zamanki atışmalarına gülerek çaylarını yudumluyordu. Alışkınlardı. Bir bakmışsın çok güzel oynuyorlar, bir bakmışsın didişiyorlar.

Zahid, Ebuzer'e göz kırpıp bakışlarıyla kardeşini işaret etti, 'bak şimdi' dercesine.

''Oğlum, Hâris. Sen küçük bir şeydin ha. Sen doğduğunda ben hastanedeydim. Zırlayıp duruyordun. Daha doğar doğmaz beni görünce dayı dedin.''

Zahid'in ciddi kalmaya çalışarak fakat alttan alttan gülerek söylediği cümleye herkes kahkaha atmıştı. ''hahahaha!''

Haris ise omuz silkip kaşlarını çattı ve kabul etmedi bunu. ''Yoo!''

''Evet. Gözlerini açar açmaz beni gördün, dayı dedin.''

Hâris limon yemiş gibi suratını buruşturmuş, şaşırıp kalmış, inkar etmek istese de işe yaramayacakmış gibi bir suratla, gülen abilerine baktı. Hâris'in yüz ifadesine herkes daha da gülüyordu. Çocuğun kırıldı kırılacak halini görünce Zahid eğilip saçlarını karıştırdı ve yanağından öptü.

''Şaka şaka.''

Sevde ve Hâris, Engin'in kardeşlerinin yanına, oyunlarına geri döndü. Bu sırada Akgün bey de bugün başında garip bir ağrı olduğundan bahsediyordu. Bunu işitince Mahir onların sohbetine girdi. ''Valla demedi demeyin, İlyas'ın ellerinin yetenekli olduğunu buradaki tüm gençler biliyor, deneyimledi. Bizim masörümüz.''

Süheyl bey İlyas'a döndü. ''Oo demek öyle. O zaman kalk da Akgün amcana biraz masaj yap İlyas oğlum. Bakalım ne kadar yetenekliymişsin? Hem sevaptır.''

''Yaparım tabi.'' deyip kalktı delikanlı. Bir süre adamın başının çeşitli yerlerine masaj yaptı. Bu sırada ortamda sohbet dönmeye devam ediyordu.

Bir ara İlyas, Akgün beyin saçını çekelemiş gibi olduğunda adamın aniden yükselen heyecanlı sesi duyuldu.

''Allah! Saçımı çekiyorsun İlyas. Üç tel var, onları da kopardın.''

Odadaki herkes Akgün beyin bu şakayla karışık sitemine gülerken, sessizce gülenlerden biri de o sırada içeriden çantasını almak için odaya giren Merveydi.

''Pardon Akgün amca ya.'' demişti İlyas biraz mahçup, biraz da şaka olduğunu bilerek rahat bir şekilde.

Gün tüm hızıyla devam edip saatler geçerken, Zahid ara ara içinde olduğu ortama şükrediyordu. Bir ara Ubeyd de telefon edip aramış, konuşmuşlardı. Gelememe seebini açıklayıp biraz sohbet etmişti delikanlıyla. Hatta tevafuk bu ya, Mustafa da ona mesaj atmış, uzun zamandır görüşemediklerini, nasıl olduğunu falan sormuştu. Kısa bir mesajlaşma geçmişti aralarında. Şimdi yanında olduğu insanlara ayıp olmasın diye telefonu kurcalayamayacağını ama onu sonra arayacağını yazmıştı. Handan öğretmeninin akşam bir şey sormak için araması ve sesini duyması da cabasıydı. Sanki dersin gün, değer verdikleriyle dolup taşmıştı.


 🍂


Genç adam gergindi. Hem de çok. Bu gerginliği kaç kez daha yaşamıştı ama giriştiği işin sonunu getirememişti. Bu kez getirecekti. Kararlıydı. İçine bir deli cesareti gelmişti. Gelmişken de bu şansı kaybetmeyecekti.

Bacağını nasıl hızlı salladığının farkında bile değildi. Bir yandan da masanın üzerinde duran elleriyle ritim tutumuş, ahşağ masaya vurup duruyordu. Çıkardığı sesin etraftakileri rahatsız edebileceğinden dahi habersizdi. Kafasında sürekli doğru cümleleri bulup kurmaya çalışıyordu ama olmuyordu. Hiçbiri istediği gibi değildi. Derin bir iç çekti.

''Selamün aleyküm Mahir.''

O kadar dalmıştı ki düşüncelere, Ebuzer'in geldiğinin farkında bile değildi. Arkadaşının sesini işitip karşısındaki sandalyenin çekildiğini fark edince başını kaldırdı. Ebuzer ikinci kez selam vermek durumunda kalmıştı çünkü Mahir'in onu duymadığı aşikardı. Bir an göz göze geldiler, Mahir selamı alıp bakışlarını kaçırdı.

Ebuzer, arkadaşındaki garipliğin farkındaydı. Belli ki gergindi. Hem de epey. Ve onun buna benzer hallerine daha önce de şahit olmuştu. Fakat bu kez belli ki hepsinden öte bir ağırlık ve kararlılık vardı omuzlarında. Sebebi Ebuzer için gayet açıktı ama asla belli etmiyordu. Rahatça arkasına yaslanıp ''Ee nasılsın Mahir?'' dedi karşısındaki gence.

Mahir ''Dur şimdi, sohbete girmeden önce benim sana bir şey söylemem lazım.'' deyip Ebuzer'in sohbet açmasına engel oldu. Sohbete goygoya girerlerse yine sönecekti cesareti. Sabun köpüğü gibi.

''Allah Allah, hayırdır Mahir?'' dedi delikanlı, merakla. Cevabı bilse de iyi rol yapıyordu. Yahut Mahir öyle bir ruh hali içerisindeydi ki, arkadaşının gözlerinden anlayamıyordu şu an.

''Sana bir şey söylemem gerek.. Evet evet, söylemeliyim. Hazır cesaretimi toplamışken... Aslında daha önce söylemek istemiştim ama...Neyse..''

Mahir bir an boğazının kuruduğunu hissetti ve ani bir hareketle önündeki sürahiden bardağa su doldurdu. Konuşmayı kesti. Suyu bir dikişte içip bu soğuk havaya rağmen neredeyse terleyen alnını sildi.

''Ne diyordum.. Hıı, sana söylemem gereken bir şey var.''

Ebuzer, arkadaşının kıvranışından büyük bir zevk almıştı. Normalde adeti değildi böyle şeyler ama bu kez haklı sebepleri vardı. O nedenle umursamadı bile o duyarlı tarafını. Eğlenecekti biraz. Arkadaşının bu kadar geç kalmasına karşılık alınan bir intikam olarak sayılabilirdi bu. ''Onu anladık Mahircim, bir şey söyleyeceksin. Ee, söyle o zaman. Bekliyorum!''

Mahir bakışlarını karşısına oturan arkadaşının gözlerine dokundurdu. İyice saçmalıyordu ama hadi hayırlısı olsundu.

''Ben.. Şey yani benim sevdiğim, geleceğimde yanımda olmasını istediğim biri var.''

Ebuzer kaşlarını havaya kaldırıp hayret etmiş gibi öne doğru eğildi ve Mahir'e baktı. ''Vaay, gerçekten mi? Demek kardeşimin sevdiği biri var ha?! İnşallah platonik falan değildir. Ee peki kimmiş bu şanslı kardeşimiz?''

Mahir sertçe yutkunup ellerini kucağını indirdi. ''Biz arada bir görüşüyoruz da. Yani sadece ben değilim böyle hisseden. Yani...''

Ebuzer başını oynatıp ''devam et'' dercesine arkadaşına baktı. Arkadaşını bu halde göreceğini söyleseler hayata inanmazdı ama o soğukkanlı, cesur, net bir adam olan Mahir ne hallerdeydi.

Mahir bir an halinin farkına vardı. Resmen eziyet çekip kıvranıyordu! Oysa bu ayıp bir şey değildi ki! Ne diye bu kadar büyütmüştü! Ebuzer anlayacaktı, anlardı. Ebuzerdi o. Biraz dik durmalıydı. Suç işlemiş gibi ne öyle gerilip duruyordu?! Bir an gelen bu düşünce akımı ile duruşunu dikleştirdi, boğazını temizledi, ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve kararlı bir şekilde Ebuzer'in gözlerine baktı.

''O kişi de kardeşin, Ebuzer. Hira yani. Ben Hira'yı seviyorum. Gerçekten seviyorum. Şimdiye dek sana söyleyemedim, çekindim. Özür dilerim. Ama Hira'yı sevdiğim ve görüştüğüm için değil, sana söylemekte geciktiğim için özür diliyorum.''

Mahir nihayet bir çırpıda ana fikri söylemiş olmanın verdiği rahatlıkla arkasına yaslandı ve karşısındaki gencin yüzüne baktı. Ebuzer kaşlarını çatmıştı. Kızmıştı işte, tahmin ettiği gibi. Ama alırlardı elbet gönlünü, alırlardı dimi?

''Kızmakta haklısın kardeşim. Ama kolay değildi vallahi. Umarım beni anlarsın. Yani bizi...''

Ebuzerin içinde başını iki yana sallayıp ahlayan bir görüntü vardı ama gerçekte ise ciddiyetle Mahir'in gözlerine bakıp kaşlarını çatıyordu. Sonunda dudaklarını aralayıp konuştu.

''Tabi haklıyım! Bunca zaman nasıl geçip karşıma bir şey söylemezsiniz? Siz ikiniz de benim kardeşim değil misiniz oğlum? El insaf! İnsan paylaşır yahu! Ben çekinilecek adam mıyım? Elime tüfek alıp sizi kovalayacağımı falan mı düşündünüz?!''

Mahir ''Haklısın, ne desen haklısın.'' dedi kabullenişle.

Ebuzer az evvel içinde kalan o hareketi yaparak ahlanırcasına başını iki yana salladı. Arkasına yaslanıp kollarını birbirine bağladı. Bir kaç saniye Mahirle bakıştılar, ardından dayanamayıp gülmeye başladı. Onun gülmesi Mahir'i şaşkınlığa uğratmıştı. Ne oldu anlamamıştı. Sinirini gülerek boşaltıyordu herhalde arkadaşı. Çocuğun da ayarlarıyla oynamışlardı resmen, ah ah!

''Ebuzer? Niye gülüyorsun oğlum? Kızacaksan kız, içindekileri dök. Hazırım ben. Gülerek sinir boşaltma, seni de bozmuş olmayalım ya.''

Ebuzer gülüşünü sessizleştirip işaret parmağıyla karşısındki gencin yüzünü gösterdi. ''Sen var ya kendi halini benim gözümden görseydin daha ilk andan itibaren gülme krizlerine girerdin.''

''Dalga geçme oğlum ya! Gergindim!''

''Orası gayet aşikardı.''

Ebuzer'in gülüşü üzere biraz rahatlayıp gülümsedi Mahir de. Tabi bir yanı az sonra gelecek olan olası ihtimaller sebebiyle tetikteydi. Ebuzer'den ise ses seda çıkmıyordu. Anlam veremedi.

''Ee kızmayacak mısın, bir şey demeyecek misin? Sadece gülüp geçtin?'' dedi afallamış bir şekilde.

''Yoo. Bildiğim bir şeyi komedi halinde senden duydum sadece, neden kızayım? Kızmam mı gerek?''

Mahir anlamamışçasına sordu. ''Bildiğin bir şeyi?''

Ebuzer başını salladı. ''Mahir, ben sizi çok iyi tanıyorum artık. Anlamak için süper zeka olmaya gerek yok. Halinizden belliydi. Hatta siz birbirinze itiraf etmemişken bile geleceğinizde bugünü görüyordum ben kardeşim. Birinizin adı birinizin yanında geçse dikkat kesiliyordunuz, özellikle birbirinize karşı çok hassastınız, bakışlarınız olsun tavırlarınız olsun farklı. Öyle işte...''

''Ha sen bildiğin halde kenarıda durup izledin, sustun yani?''

''Ne yapmalıydım?''

''Ne bileyim...'' diye mırıldandı Mahir. ''Bildiğini belli etseydin en azından! Bu hallere düşmezdim!''

''Bunu hakettin, kusura bakma!'' dedi Ebuzer. ''Ve bildiğimi Hira'ya da söyleme. Eve gidince onun da o değişik yüz ifadelerine tanık olmak istiyorum.''

''Yazık değil mi kıza? Söylerim ben.''

''Mahir! Sence şuan itiraz etme hakkın var mı kardeşim?''

''Off peki.'' diye kabullendi Mahir. O değil de, içinden dünyanın yükü kalkmıştı sanki. Şimdi daha rahat bir şekilde ciddiyetle konuşabilirlerdi.

''Bu arada, Ebuzer, biz ailelerimize de söylemek istiyoruz. Sonuçta aynı okuldayız, ister istemez bir araya geliyoruz. Hatta her ne kadar genelde görüşmesek de bazen bilinçli bir şekilde buluştuğumuz oluyor. Bunun önünü almak düşündüğümüz kadar kolay değilmiş. Adını koysak, resmiyete bindirsek içimiz daha rahat eder en azından. Hem, izin verirlerse belki evleniriz bile...''

Ebuzer yavaşça başını salladı, düşünceli görünüyordu. ''Bunlar dikkat edilmesi gereken konular haklısın. Ben ikinize de yanlış bir şey yapmayacağınıza güvendiğim içi şidiye dek sesimi çıakrtmadım ama ne de olsa birbirini seven iki kişi ateşe barut gibidir. En temizi helal daire içinde görüşmeniz. Ama evlilik işi için erken değil mi? İkiniz de okuyorsunuz. Üstelik İstanbul'da. Hira daha ikinci sınıf. Daha ana kuzusu o, abisinin küçüğü, nazlısı. Nasıl olacak o...''

Mahir de bunları düşünüyordu ama işin içinden çıkamıyordu da. ''Bilmiyorum. Doğru diyorsun belki ama benim dediklerim de göz ardı edilmeyecek şeyler. Onun gözüne baktığımda, onunla güldüğümde, konuştuğumda bir yanım büyük bir huzur duyarken bir yanım ikimizin de yanlışa itildiğini biliyor. Leke gibi yapışıyor huzurun üstüne. Ben o lekeyi istemiyorum. Onu ortadan kaldırmanın tek yolu nikahtan geçiyor.''

Ebuzer kabullenişle başını salladı. ''Haklısın... O zaman bize bir bilene sormak düşer. Ailelerimize söylersek onlar daha iyisini bilir, mantıklı olanı yaparlar. Görmüş geçirmiş insanlar sonuçta. Evlatları için neyin hayırlı olduğunu daha iyi bilirler.''

''Evet.''

''O zaman bize en yakın zamanda konuyu açmak düşüyor.''

''Önce annelere söylesek, onlar babalara çıtlatsa? Yani, ben ikisine de söylerim çekinmeden ama Hira belki çekinir diye diyorum.''

Ebuzer gülümseyerek Mahir'in gözlerine baktı. ''Şu konuşmada kaç cümlende onun iyiliği için bir şeyleri düşündün farkında değilsin dimi? İşte bundan ötürü kızmıyorum sana. Güveniyorum çünkü. Kalbinin içinde neyin yattığını biliyorum. Sen de bunun farkında ol.''

Mahir iltifat sayılabilecek bu cümleler karşısında biraz utanarak başını salladı. Bu sırada Ebuzer kolundaki saate baktı, ezan vakti geliyordu.

''Hadi kalk da namaza gidelim. Sonra yine konuşuruz bunları.''

Mahir başını salladığında aynı anda ayaklandılar. Yan yana kafeden çıkarlarken Ebuzer, elini Mahir'in omzuna koydu ve hafifçe sıktı. Bu hareket üzerine ikisi de birbirlerine bakıp gülümsedi. İşte şimdi biraz daha tamamlanmış hissediyorlardı.


🍂


Genç kız heyecanla telefonuna gelen mesaja baktı. Mahir, Ebuzerle konuştuğunu yazmıştı. Telefonu tutan elleri hafifçe titredi. Abisi biliyordu yani artık. Bir anda sıcakladı. Oysa deminden beri üşüyordu.

Ebuzer gelene dek oyalanmak için kitap okudu, bir şeylerle uğraştı. Şayet o geldiğince aralarında geçecek olası bir konuşma vardı. Bunun düşüncesi içini kıpır kıpır ediyordu, gerilmiş ve heyecanalanmıştı. Zaman bir yandan geçmek bilmiyor, bir yandan da gümbür gümbür ilerliyordu. Garipti.

Dış kapının açılma sesi gelince abisinin geldiğini anladı. Diğer herkes zaten evdeydi. Annesi ve Hâris birlikte uyuyor, babası da içeride kitap okuyordu. Bakışlarını odasının kapısına çevirip adım seslerine kulak verdi. Kalbi küt küt atıyordu. Az sonra kapının tıklatıldığını işitti.

''Hira? Müsait misin, geliyorum?''

''Müsaitim.'' dese de 'ama dur gelme, hazır değilim' diyemedi. Kapı aralandı ve Ebuzer içeriye girip kapıyı arkasından kapattı.

Hira yatağının üzerinde oturuyor, kurbanlık koyun gibi abisini bekliyordu. Ebuzer kardeşinin biraz ötesine oturup gözlerine baktı. Ciddi bir ifade vardı yüzünde.

''Bir şeyler öğrendim.'' dedi kısaca. Hemen söylemeyerek olaya kendince eğlence katmak istiyordu.

Hira yavaşça başını salladı. Biliyordu bir şeyler öğrendiğini. Ellerini kucağında birbirne kavuşturup stresle parmaklarıyla oynarken abisinin gözlerine mahçupça baktı.

''Abi...valla kötü bir şey yapmadık biz.''

Kardeşinin, her zaman koca sesiyle lafını ve ses tonunu esirgemeden konuşan kardeşinin bu utangaç, çekingen ve sakin haline şaşırdı genç adam. Biraz zorlasa kız ağlayacaktı herhalde. Anlaşılan onunla eğlenemeyecekti, Mahirle eğlendiği gibi. Elini uzatıp Hira'nın saçlarını okşadı ve gülümsedi.

''Biliyorum abicim. Sevmek kötü bir şey değil, biliyorum.''

Hira duygulanmıştı. Aralarındaki mesafeyi kapatıp Ebuzer'in göğsüne sığındı. O da kollarını kardeşine sarıp bir eliyle de saçlarını okşamaya devam etti.

''Seni asla suçlamam. Benimle her şeyini paylaşabilirsin. Biliyorsun, değil mi? Sadece biraz kızdım ama o da bana en başında söylemediğiniz için.''

''Özür dilerim. Valla söylemek istedim, ama çok çekindim.''

''Biliyorum, biliyorum.'' dedi ve kızın saçlarının üzerine bir öpücük bıraktı. Ona asla kıyamazdı.

Ebuzer hassas bir kalbe sahipti ve insanlara karşı çok itinalıydı. Hele Hira'sına karşı, daha da çok.


Loading...
0%