Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33 • Yangın Yeri •

@sukunettekelimeler

Birinin duasında olmak her an yanında olmaktan çok daha değerliydi. Önemli olan birinin sizi yanınızda yokken, çok uzakken, belki görüşmeyeli yıllar geçmişken, hatta birbirini hiç görmemişken bile duasına katmasıydı.

🍂


Genç delikanlı derin bir nefes aldı. Karşısındaki koltukta babası, yanında da annesi oturuyordu. Nihal tekli koltuğa ilişmiş, abisinin konuşacağı konuyu bildiğinden ötürü heyecanla neler olacağını bekliyordu.

''Ee oğlum, ne konuşacaktın bizimle bu kadar önemli?''

Mahir, Akgün beyin teşviki ile sonunda üzerine sinen hafif heyecanı ve gerginliği silkeleyip besmeleyle lafa girdi.

''Ben Hira'yı seviyorum.''

Dudaklarından dökülen sözcükler anne ve babasının üzerinde bomba etkisi yaratmıştı. Kocaman açılan gözleri, şaşkın bakışları ve telaşlarından belliydi bu. Oldukları yerde kıpırdanıp olabildiğince dik bir şekilde oturdu her ikisi de.

Mahir, onların araya girmesine fırsat vermeden konuşmasını sürdürdü.

''Onunla evlenmek istiyorum.''

Bu kez orataya bıraktığı cümleler daha ciddiydi ve çiftin ne yapacaklarını bilmezliğini artırmıştı. Akgün bey ve İnci hanım, karı koca birbirlerine baktılar bir kaç saniye. Ardından karşılarında oturup ciddiyetle bunları dile getiren oğullarına.

İnci hanım bir yandan oğlunun ne ara birine aşık olup evlenmeyi düşünecek kadar büyüdüğünü düşünürken, bir yandan da ne tepki vermesi, nasıl yaklaşması gerektiğini sorguluyordu. Ondan evvel kocası söze girdi.

''Oğlum, bunlar çok mühim laflar, farkındasın değil mi?''

''Evet baba. Farkındayım. Ama liseden beri kalbimin Hira'ya nasıl attığının da farkındayım. Bu yüzden ciddiyim de.''

''Yani evlenmek istiyorum derken...?'' diye başlayıp cümlesini uygun bir şekilde toparlayamadı İnci hanım.

Neyse ki Mahir kendi sözcükleri ile hem annesinin cümlesini tamamlayıp hem onun kafasındaki soruya cevap verdi.

''Evlenmek istiyorum derken, öyle bir kaç sene sonrasını kast etmiyorum anne, evet. Olabildiğince yakın bir zamanda adını koyarsak, en azından bir yüzük takarsak çok iyi olur.''

Oğlunun ciddiyetle ve çekinmeden sarf ettiği sözler üzerine dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini birleştirdi ve öne doğru eğildi Akgün bey, onun gözlerine baktı.

''Bak oğlum, sevebilirsin, lafım yok. Hayırlı işlerde acele etmek lazım, ona da eyvallah. Ama bu evlilik işi çok ciddi bir mesele, aceleye gelmez, biliyorsun değil mi? Daha çok gençsiniz. Okulunuz bitmedi. Hayat tecrübeniz yok. Yanlış kararlar alıp ileride üzülmenizi istemiyorum. Hem, kızın rızası var mı, ya da olacak mı bakalım?''

İnci hanım da eşine katıldığını belli edercesine başını salladı. ''Baban haklı oğlum. Daha 21 yaşındasın. Evlilik için erken değil mi?''

Mahir anlayışla, bir o kadar da kararlı bir şekilde anne-babasına bakarak açıkladı.

''Sizi çok iyi anlıyorum, endişelisiniz. Yanlış kararlar vermemiz, ileride üzülmemiz, ve sıkıntı yaşamamızı istemiyorsunuz. Ama ben işin ciddiyetinin farkındayım, emin olun. Acele olsaydı eğer, Hira ile görüşmeye başladığımız zamanlarda olurdu bu iş. Ama üç yıl olacak baba, ben daha fazla bekleyerek beni de onu da günaha itelemek istemiyorum. Ben bugün de yarın da yanımda onu görmek istiyorum. Rahatlıkta da zorlukta da onunla yan yana olmak istiyorum. Bundan şüphem yok. Gençliğimi ve güzel yıllarımı Hira ile geçirmek istiyorum. Ve bunu yaparken günahtan korkmamak da istiyorum. Okul meselesine gelince, evliyken de okula devam edebiliriz diye düşünüyorum. Hem zaten sözdü, nişandı, düğün hazırlıklarıydı derken dördüncü sınıf oluruz bile. Üçüncü sınıfın bitmesine ne kaldı ki? Ben mezun olduğumda bizim hocalar sağ olsun işim hazır, biliyorsunuz. Kameramanlık, editörlük, gazete yazarlığı derken bir şeyler kazanıyorum. Bugünün geleceğini bildiğim için bir kaç yıldır para da biriktirdim. Biriktirmeye devam ederim. Bu sene Kpss'yi de kazandım, başvurularımı yaptım. Zabıta olarak işe başlayacağım. İstanbul'da okula yakın bir semte puanım yetiyor. Sadece muhasabe, evrak, bilgisayar ve kayıt işleriyle falan ilgileneceğim. Devlet memuru olarak oradan gelirim de olacak. Hem okul hem iş idare edeceğim bir yıl. Sonra mezun olurum zaten. Elimden geleni yapacağım anlayacağınız. Tüm bunlara değer benim için.''

''Hay Allah, öyle bir de konuşuyorsun ki insan bir şey diyemiyor, eşşek sıpası!''

''Valla baba, evlenmek istediğine göre sıpa değil artık kendisi.'' diye araya girdi Nihal. Hepsi buna tebessüm ettikten sonra Akgün bey devam etti.

''Doğru...Mahir, oğlum baksana, sen planları yapmışsın bile. Eh, madem ciddisin, biz de sana elimizden geldiğince destek oluruz.''

''Sağol baba.'' dedi delikanlı. ''İlk olarak Süheyl amca ile konuşman lazım tabi.''

''Konuşuruz.'' dedi Akgün bey, iç çekti.

Mahir içini kemiren soruyu dayanamayıp babasına yöneltti. ''Sence bana çok kızar mı, baba?''

''Ne için?''

''E hem kızını sevip hem ailesiyle yakın olduğum için.''

Akgün bey kaşlarını hafifçe çattı ve eyvah dercesini dudaklarını gerdi. ''Bir de o var tabi! Ben olsam kızımı hayatta vermem! Ulan sen arkamdan iş mi çevirdin, yüzsüzce evime-dükkanıma mı girip çıktın bir de, derim. Süheyl bey de kızabilir bak. Dua et de ılımlı baksın bu işe. Yoksa senin iş yaş. Engellerle karşılaşırsın.''

Mahir korkuyla babasının gözlerie baktı. Morali de bozulmuştu, suratı asıldı. Bakışlarına biraz hüzün çöktü. ''Hadi ya..'' diye mırıldandı. Babası da öyle diyorsa korktuğu başına gelecekti belli ki. Sonuçta kız babasıydı Akgün bey de, empati yapabilirdi.

Akgün bey oğlunun halini görünce kahkayı bastı. Ufak bir şaka yapmak, ona takılmak istemişti. Mahir ne olduğunu anlamayıp şaşkınca babasına baktı. Akgün bey ise onu rahatlatmak istercesine baktı gözlerine.

''Yok be oğlum, Süheyl bey neden kızsın bunun için? Tamam kızını sevmişsin ama sen onunla değil oğluyla oturup kalktın, haddini hududunu bildin. Hani serserinin teki olsan, hem evlerine girip çıkıp hem sınırlarına dikkat etmesen tamam. Ama seni de biliyoruz, genelde rahat olmak için evde buluşmuyorsunuz çocuklarla. Buluştuğunuzda da Hira ile bir arada durmuyorsunuz. Merhaba - merhaba. Canını sıkma sen.''

Mahir yavaşça başını salladı. İçine su serpilmişti. ''Aşk olsun baba ya!'' diye de sitem etmeyi ihmal etmedi.

''Baya korktun ha, belli, çok seviyorsun bu kızı.''

Mahir başını hafifçe sallayıp onaylasa da utanmıştı. ''Ben bir su içeyim.'' deyip kalktı ve mutfağa gitti. İnci hanım da hemen peşine gitmişti. Oğlu su içerken o da boş sandalyeye oturup konuşmaya başladı.

''Ayy Mahir, Hira'yı da çok severim oğlum, bilirsin. Aslında ben de düşünmedim değil hani sizi. Ama sana böyle konular açmaya gelmez diye hiç ses etmedim. Çok sevindim ya! Benim oğlum büyümüş de bir kız mı sevmiş.''

Mahir elindeki bardağı tezgaha bıraktıktan sonra annesinin nemlenen gözlerine baktı. ''Yok artık anne! Buna da ağlamaz insan!''

''Ne yapayım, benim küçük yavrum büyümüş işte. Evlenmek istiyormuş. İnsan duygulanıyor.''

''Siz kadınları bazen hiç anlamıyorum cidden.'' diye söylenirken bir yandan da annesine kollarını sarıp başının üstünden öptü delikanlı.

''Anlamaya çalışacaksın artık Mahir bey! Eee evlenmek isteyen sensin.''

''Anlaşıldı İnci hanım.'' deyip güldü Mahir. ''Ben daha fazla ter dökmeden biraz çıkıp hava alayım. Sen babama Süheyl amcayla en yakın zamanda konuşmasını söylersin.''

''Tamam tamam, söylerim. Ben de gidip Kübra ile dedikodunuzu yaparım.''

Mahir tam mutfaktan çıkacakken annesine döndü. ''Yok, sen hemen o işlere girişme. Hira önce kendisi konuşmak istiyorumuş annesiyle.''

''Hıı, e iyi o zaman. Sen bana haber ver ama Hira konuştuktan sonra. Koşup gidip dünürümle biraz plan yaparız.''

Mahir ''Tamam anneciğim.'' dedikten sonra dış kapıya doğru yürüdü. ''Çabuk benimsedi.'' diye mırıldandarak güldü. Kadınlara cidden akıl sır ermiyordu.

Sokakta yürümeye başladı. Güneş bugün parlıyordu tepede. Yaz gününden kaçıp gelmiş gibiydi. Ama hafifçe esen rüzgar da üşütmüyor değildi. Temiz havayı ciğerlerine çekip gülümsedi. İçi rahatlamıştı. Ciddi bir adım atıyorlardı bugün. Az kalmıştı Hira'sına gönül rahatlığı ile sığınabileceği o günlere.

Kaldırımın kenarındaki koparılmış çiçeği görünce eğilip aldı, yakasına tutturdu. Gülümsedi ve Zahid efendi ile son durumu paylaşmak için yanına gitmeye karar verdi. O şimdi yine biraz takılacaktı, biliyordu ama olsun, alışmıştı onun da bu haline.


 🍂


Genç kız oldukça heyecanlıydı. Koluna Sevde için aldığı hediye öykü ve boyama kitabını sıkıştırmış, kitapkafede etrafa bakınıyordu. Oturmakta zorlanmış, sıkılmış, yerinde duramamış, dolanıp duruyordu. Geleli on dakika olmasına rağmen şapkasını çıkartmayı ve elindeki kitabı bir kenarı bırakmayı bile unutmuştu.

Dışarısı karlı olduğundan ötürü pek insan yoktu. Eh, durum böyle olunca dükkana da gelen giden yok sayılırdı. Tek tük, bir iki kişi sıcak bir çay içip soluklanmaya gelmişti, o kadar. Şuan da bir masada oturan bir çift vardı. Çay içiyor, kurabiye yiyorlardı. Başka da kimse yoktu.

Hira, kapının açılış sesini duyunca ilgilendiği şeyi bırakıp hızlıca arkasına döndü. İçeriye giren üçlüyü görünce sabırsızca üçüne de dokundurdu bakışlarını.

''Nerede kaldınız ya, öldüm meraktan!''

Ebuzer montunu çıkartıp bir sandalyenin sırt kısmına asarken Mahir ve Zahid de aynı eylemi yapmaya koyulmuştu.

''Babam Mahir'i biraz sıkıştırdı da, onu bekliyorduk.''

Ebuzer'in cevabı genç kızı biraz ürkütmüştü. Endişeli bakışlarını sevdiğine değdirdi ve yüzünde hiçbir sıkıntılı ifade göremeyince rahatlayarak abisine baktı.

''Ne oldu ki?''

Ebuzer'den önce davranıp cevabı veren ellbete Zahid oldu.

''Süheyl amcam Mahir'e çakma damat dedi.''

Hira anlamazca baktı arkadaşının suratına. Ne demekti şimdi bu?

''Anlamadım? Yani?''

''Çakma damat dedi işte. Damatlığa kabul etmedi.''

Zahid'in eğlendiği sesinden belliydi. Sandalyeyi çekip oturmuş, arkasına rahatça yaslanmış ve Hira'nın değişik hallere giren suratına bakıp kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Uzunca her şeyi dinlemek istediğini biliyordu çünkü. Ama kimse şuana dek buna yeltenmemişti.

Hira sabırsızca onlara tek tek baktı ve sitem etti. ''Off, biri bana her şeyi anlatacak mı artık?''

Akgün bey iki gün evvel Süheyl beyle konuşmuş, bugün de Mahir ve Süheyl bey ilk görüşmelerini yapmıştı. Neler olduğunu merak ediyordu genç kız. Ama kimse adam gibi bir açıklama yapmaya niyetli değil gibiydi.

''Şansına küs Hira, evde kaldın. Seni tek alabilecek olan kişi Mahir'di, ona da baban vermedi. Otur ağla. Ya da ağlama, bekarlık sultanlıktır. Süheyl amcam bakar sana gül gibi. Otur oturduğun yerde.''

Hira kaşlarını çatıp bakışlarını Zahid'e çevirdi. ''Çok komiksin yine gerçekten Zahid, ama dün babam benimle konuştuğu için öyle bir şey olmadığını biliyorum. Üzgünüm şakana ortak olamadığım için. İstersen inanmış ve üzülmüş gibi yapayım? Boşa gitmesin.''

Ebuzer iki huysuz ve deli kardeşine gülüyordu. Bunlar asla iflah olmayacak iki insandı. Dertlerini çekmek de onlara düşmüştü. Allah vergisi, atsan atılmaz satsan satılmaz. Ne yapsın, katlanacaktı bir ömür bu delilere.

''Bırakın didişmeyi. Ben anlatayım.''

Hira başını sallayıp abisine baktı sabırsızca. Fakat hâlâ konuşmak yerine ona dik dik bakıyor ve susuyordu. ''E hadi abi!'' dedi bunalmışçasına. Kızı sınıyorlardı resmen!

''E sen öyle dikileceğine bir otursan. Sonra şu kafandakini çıkarsan, sonuçta içeriye kar yağmıyor, üstümüzde çatımız var şükür. Şu elindeki çocuk kitabını da bir kenarı bıraksan? Rahatça dinlesen beni.''

Genç kız hâlâ ayakta olduğunu yeni fark etmişti. Oysa üç delikanlı da oturuyordu kaç dakikadır. Kendini bir an tokatlamak isteyip bir sandalye çekti ve oturdu. Elindeki kitabı Zahid'in önüne itip ''Sevde'nin bu.'' dedikten sonra şapkasını da çıkarttı ve masanın üzerine bıraktı. Dikkatini abisine verdi.

Mahir ve Zahid sessizce dinliyordu. Zahid araya girip yine olayları baharata bulamamak için önüne konan çocuk kitabını okumaya başlamıştı. Ona kaymıştı ilgisi, susmuştu. Ebuzer de böylece bölünmeden anlatmıştı kouşulanları, kısaca. Öncelikle Mahir'in buna ne kadar hazır olduğunu anlayabilmek için uzunca konuşmuştu onunla Süheyl bey. Ardından kafalarındaki düşünceleri paylaşmışlar, gelecek planlarını tasarlamışlardı. Sonrasında Süheyl bey karşısında gergince oturan Mahir'e ''Gel buraya çakma damat!'' deyip eliyle yanına gelmesini işaret etmişti. Bu çakma kısmı gencin kafasını karıştırmıştı. Biraz korkmuştu. Sonra Süheyl bey bunu fark edip gülmüştü. ''Çakma damat diyorum çünkü bu zamana dek benim oğlum sayılırdın, eh şimdi kızıma da talipsin, ne diyeyim, gerçekten oğlum olacaksın.'' deyip sarılmış, omzunu sıkmıştı ve ona biraz baba nasihati vermişti.

Bu kısımları da analatan Ebuzer, son olarak en mühim konuyu ortaya bıraktı. ''Cuma akşamı, İstanbul'a dönmeden evvel sözü nişanı bir yapacağız. Ona göre hazırlan.''

''Ne!'' diye atıldı Hira. Önünde sadece iki gün vardı. ''İki gün sonra mı?!''

Mahir ''İstemiyorsun herhalde?'' diye takıldı genç kıza.

''Yok, ondan değil tabi. Ama hazırlık yapmak lazım. Elbise de seçmeliyim. Aff, ne ara yetişecek? Annem canımı çıkartacak. Ben gidiyorum. Şimdi başlasam anca cumaya çıkarım ben.''

Hira gerçekten de gidiyorum derken ayaklanmıştı. Üçlü şaşkınca ona bakarken o çoktan şapkasını kafasına geçirmişti. Kabanını da giyip eldivenlerini taktı.

''Abartmıyor musun gülüm?''

Ebuzer'in sorusu üzerine başını iki yana salladı genç kız. ''Siz erkekler anlamazsınız tabi. Sadece gidip gelmek, gittiğin yerde hazır bulduğunu yemek ile mükellefsiniz. Ama benim Kübra adında bir annem var. Kesin evi dip köşe temizletir, uyuşmayan zevklerimiz sayesinde elbise seçerken alışverişi burnumdan getirir, ikramları hazırlarken de her yaptığıma bir mana bulur.''

''Kız haklı, biz kadınların bu aşırı ayrıntıcı oluşunu anlayamayız Ebuzer'im. Boşver, gitsin. Başlasın şimdiden hazırlıklarına. Sonuçta insan her gün nişanlanmıyor.''

Hira şaşırmış gibi kaşlarını kaldırdı. ''Zahid bugün ilk kez mantıklı bir şey söyledi. Aramıza hoş geldin dünyalı.''

Ardından hepsine ''Allah'a emanet olun.'' dedikten sonra dışarıya koştu. Üzerine düşen kar tanelerini seyretmek için boynunu geriye attı ve göğe baktı. Suratına kar taneleri düştükçe içine mutluluk doluyordu. Bir an durmuştu sanki dünya. Aklına iki gün sonra parmağında Mahir'le olan sevgilerinin nişanesi bir yüzük taşıyacağını düşününce heyecanla attı kalbi. Lise döneminde onun için gözyaşı dökerken, yurtta yatağında gizlice ağlarken bir gün gelip de kendini bu noktada bulacağını hiç düşünmemişti. Hayat nasıl da inanılmazdı.

Gülümsedi ve elini göğe uzattı. ''Elhamdülillah.'' deyip kendi etrafında döndü. Nasılsa gören de yoktu, sokak boştu. Bir tur daha dönerken birden ayakları birbirine dolandı ve dengesini kaybedip kendini karların üzerinde, yere kapaklanmış halde buldu. Haline ufak bir kahkaha atıp ayağa kalktı, üzerini silkeledi. ''Zaten düşmüşüz düşeceğimiz kadar.'' diye söylenip yeniden gülümsedi. ''Düştüğümüz yerde bırakmayana, kalkmamız için kalbimize güç verene, bu günleri göstere şükürler olsun.''


 🍂


''Anne ben vazgeçtim. Elbise almayalım. Boşuna masraf etmek istemiyorum. Mezuniyet için aldığım beyaz elbise varya, o hâlâ bana oluyor. Çok da sade ve şık. Bence onu giyeyim?''

''Olur mu kızım, bir kere nişanlanıyorsun!''

''Anne, dünyaya da bir kere geliyoruz. O zaman her canımızın istediğini yapalım mı yani?''

''Ne alakası var şimdi Hira?''

''Anne daha dün izledim onca yoksul insanın halini. Benim kardeşlerim dünyanın dört bir yanında bir lokma ekmeğe muhtaçken ben neden ihtiyacım dışında masraf yapayım? İçime sinmiyor. Hem olmasa neyse, var işte. Beyaz elbisem uygun bence. Sade işte.''

''Bilemedim.'' diye kararsızca kızına baktı Kübra hanım.

''Ya anne, Allah aşkına, eskiden öyle her düğüne törene bu kadar masraf mı yapıyorlardı? Günah ya.'' diye başlayıp biraz daha annesini ikna edici konuşmaları yaptı genç kız. Kübra hanım da beyaz elbiseyi tekrar dolaptan çıkarıp baktıktan sonra içine sinmişti. ''E iyi o zaman. Sen bilirsin kızım.'' dedi. Hira zaferini kutlarcasına gülümsedi. Gerçekten de dolabında bu elbiseler varken nişanlık diye sırf süslü püslü olduğu için bir elbiseye para baysaydı içi yanacaktı. Söylediği gibi, ihtiyaç dışı bir şey almak zoruna gidiyordu şu sıralar.

Hem bu elbiseyi mezuniyetinde giymişti. Ve Mahir de ona o mektubu o gün vermişti. Aralarındaki buzdağını yıkan, hislerini ortaya koyan mektubu. O kıyafetlerin içindeyken. Özeldi. Uygundu bugüne.

''Madem alışverişe gitmiyoruz, biraz dinlenelim.'' dedi Kübra hanım. İki gündür yorulmuşlardı. Evi baştan aşağı temizlemişler, kış temizliği yapmışlardı resmen. Dışarıda lapa lapa kar yağarken onlar evin içinde koşuşturmaktan ter dökmüştü. Kübra hanım ayrıntıcı bir insan olduğu için bu evde temizlik işi hep zordu. Neyse ki her şey hallolmuştu. Sabah erken kalkıp ikramlar için hazırlıkları da tamamlamışlardı. Hem sağ olsunlar Merve ve Nihal de gelip yardım etmişlerdi. Onların yardımı olmasa hepten pert olacaklar, akşamüstü olacak olan kız isteme ve nişan için bir gram enerjileri kalmayacaktı. Öğlene dek her şeyi bitirmişlerdi ki son iki saatte de gidip hemen bir elbise bakabilsinler. Ama ona da gerek kalmadığına göre son iki saatte biraz dinlenip kendilerine gelebilir ve sonra kalkıp hazırlanabilirlerdi.

''Tamamdır anneciğim, dinlenelim.''

Kübra hanım odadan çıkarken kızına bir hatırlatmada daha bulundu. ''Alışverişe gitmeyeceğimizi haber ver o zaman kızlara. Ona göre erken gelebilirler. Sen hazırlanırken yanında dururlar.''

''Tamam, mesaj atıyorum şimdi.''

Bir saat kadar evvel Kübra hanım kızları İnci hanımlara yani Nihallere postalamıştı. Onlar da bugün sabah erken kalkıp gelmiş, yardım etmiş, yorulmuşlardı. Burada kaldıkça yorulmaya da devam edeceklerdi. O sebeple, hem alışveriş vakti de yaklaştığından yollamıştı onları Kübra hanım. Dinlenmelerini ve sonra da akşam için hazırlanmalarını söylemişti.

Hira'nın mesajına hemen cevap gelmişti. Merve ve Nihal, Nihal'in odasında karşılıklı oturmuş, grupta Hira'ya mesaj atıyordu.

Merve: Ben zevkle erken gelirim. Kız tarafıyım ben. Ama önce Nihalciğimin demlediği çayı içelim

Hira: Bekliyorum Mervecimm

Nihal: Ben gelmem valla. Bizimkilerle birlikte akşamüstü gelirim. Görümceyim kızım ben. Bir de erken gelip yardım falan mı edeceğim, hıh! Rüyanda görürsün.

Hira bu mesaja gülmüştü.

Hira: Hahaha! Bunu diyen de sabahtan beri en sevmediği eylemi yaparak bize sarma saran Nihal.

Nihal: İçleri bol bol yedim çabuk bitsin diye. O yüzden sorun olmadı yani. Hemen şeyetme.. Cıvıma.

Yarım saat kadar sonra Merve arkadaşının yanına gitmek için müsaade isteyip kalkmıştı. O tam çıkacakken Akgün bey ve Mahir gelmişti eve. Kapıda karşılaşmışlardı. Merve, Mahir'in elindeki çikolata ve çiçekleri görünce gülümsedi. Vay be, ne garipti. Resmen arkadaşını istemeye geliyorlardı. Nişanlanacaktı. İkisini de liseden beri tanıyordu üstelik. Ne güzeldi!

Lise anıları zihnine üşüştü, düşünceler içinde bir kaç sokak ötedeki arkadaşının evine yürüdü. Ne güzel yıllardı. Lisenin ilk zamanları yaşadığı o sıkıntılı zamanları yeni okulu ile birlikte aşmıştı. Hira ile arkadaşlıkları, sonra Nihalle olan dostluklarına Hira'nın da katılması ve üçlünün yakınlaşması hayattaki en büyük nimetlerinden biriydi onun için. İlyas'ın da yeri ayrıydı, çok değerliydi onun varlığı da. Sonra, Ebuzer, Mahir ve Berkay'ın da desteğiyle yaptıkları güzel etkinlik ve yardımların tadı damağındaydı... Güzel insanlarla birlikte güzel şeylere vesile olmak dünyanın en güzel duygusuydu.

''Ne çok güzel dedim.'' diye düşünüp güldü. Şimdi de şükür ediyordu her haline. O güzel insanlar hâlâ hayatındaydı. Olması gerektiği gibi beyleri nadiren, toplu organizasyonların bir ikisinde görüyordu ama varlıklarını ve ne zaman onlara ihtiyacı olsa yanında olacaklarını bilmek yetiyordu. Kızlar ise hep yanındaydı, yine birliktelerdi. Zor zamanlarında birbirlerine destek oluyor, dertleşiyor, hayatlarını paylaşıyorlardı. En güzeli de bu insanların onu dualarına kattığını bilmekti. Birinin duasında olmak her an yanında olmaktan çok daha değerliydi. Önemli olan birinin sizi yanınızda yokken, çok uzakken bile duasına katmasıydı.

Evin önüne geldiğinde bu kez de Süheyl beyle karşılaşmıştı kapıda. Süheyl bey onu görünce gülümseyerek her zamanki gibi sıcakkanlı selam verdi.

''Ooo hoşgeldin Merve. Gel kızım.''

Merve hoşbulduk deyip hal hatır sorarken bir yandan da Süheyl beyin açtığı kapıdan içeriye girdi. ''Nasıl, heyecan ya da hüzün var mı?'' diye sordu Süheyl amcasına. ''Sonuçta kızını veriyorsun, nişanlanıyor.'' Süheyl amcasının samimiyetine hep güvenip rahatça sohbet edebiliyordu. Yabancı değildi onun için.

''İnsan bir değişik hissediyor tabi.'' dedi Süheyl bey.

''Doğru, ben bile duygulandım Süheyl amca.'' derken birlikte içeriye girdiler.

Kübra hanım bir koltuğa uzanmış yatıyor, Hira da diğer koltukta bacaklarını uzatmış oturuyordu. Hira hemen kalkarken Kübra hanım ''Hoşgeldin kızım, sana ayıp olmazsa ben biraz uzanacağım, belim ağrıdı.'' demişti. Merve ''Yat yat Kübra teyze, ne ayıbı. Lafı mı olur. Yabancı değiliz artık.'' deyip tebessüm etmişti.

Biraz oturup, ara ara akıllarına gelen ufak tefek son işlere koşturup, sonra da akşam için hazırlandılar. Hira beyaz elbisesini giyip saçlarını Merve'ye basitçe arkadan bir model yaptırdığında halinden memnundu. Aynadaki aksine bakıp gülümsedi.

''Mezuniyette daha güzel duruyordu sanki üzerimde, kilo mu almışım?'' diye mırıldandı bir ara.

Merve arkadaşını süzüp düşündü. Az sonra elbisenin arka omuz kısmında bir sıkıntı olduğunu fark etti. Hira'nın yanına adımlayıp düzeltirken bir yandan da konuşuyordu. ''Yoo, şuan bir garip duruyorsun ondandır. Gayet normal duruyor. Çok güzelsin. Şurasını bir düzeltelim...hıh, oldu. Dik dur bakayım. Evet, süper! Çok güzel oldun. Çuval da giysen Mahir seni alır zaten, korkma.''

Hira küçük bir kahkaha attı arkadaşının son cümlesine. Gülesi gelmişti. İki arkadaş yan yana aynanın karşısında durup bir fotoğraf çektiler. Hira beyaz elbisesi ile, Merve de sade, pileli, koyu yeşil elbisesi ile abartısız nasıl güzel olunabileceğinin resmi gibiydi.

Hira arkadaşına bakıp gülümsedi. ''Yalnız, bu yeşil elbise gözlerine çok uydu. Yeşil yeşil. Her yerde giyme bunu, birilerinin kalbini çelersin falan!''

Merve biraz utansa da gülümseyip üzerinde durmadı. ''Sen kendine bak istersen. Çelmişsin çeleceğini. Şimdi de nişanlacaksın.''

Hira bir an durup düşündü. Gerçekten de öyleydi. Düşündükçe heyecanlandığı için düşünmeyi ertelemişti ama gelmelerine yarım saaat kalmışken düşünmeyi de heyecanını da daha fazla erteleyemecekti.

İki arkadaş içeriye geçtiler. Kübra hanım da hazırdı. Süheyl bey ve Ebuzer yan odada oturuyor, Hâris içeride koşturuyordu. Merve ve Hira da yan yana oturdular ikili koltuğa. Hâris, ablasını görünce yanına gidip dizlerine oturdu.

''Ablaa'' dedi bir şey soracağını belli eden ses tonuyla.

''Efendim ablam?''

''Hani ben sana demiştim ya eskiden, sen yirmi beş yaşında olmadan evlenmiycektin. Yirmi beş yaşında mı oldun?''

Hira gülümseyerek kardeşine baktı. ''Hayır, yirmi yaşındayım ben ablacığım.''

''O zaman niye evleniyorsun? Hani o zamana dek benle durcaktın?''

Genç kız kendisine sitem eden kardeşinin yanaklarını iştahla öptü. Ablası gidecek ve onu çok az görecek diye düşünüyordu. Onun için üzülüyordu. Hira da farkındaydı. Onu rahatlatmak için ellerini tuttu. ''Ama evlenmiyorum ki, nişanlanıyorum şimdi sadece.''

''Hıı, yani yeni bir eve gitmeyeceksin dimi?''

''Gitmeyeceğim.''

''İyi o zaman. Hep nişanlı kal.''

Kübra hanım, Merve ve Hira seslice gülerken Hâris neden güldüklerine anlam verememişti.

''Oldu, bir de istersen yaşlanana kadar burada bizimle kalsın?'' dedi Kübra hanım, şaka yaparak. ''Yok öyle, herkes evlensin, gitsin yuvasında otursun. Başıma mı kalacaksınız üç kardeş?''

Kızlar şakayı fark edip gülerken Hâris annesine kaşlarını çatarak baktı. ''Hee, şaka yapıyorsun dimi?! Gitmiycez işte! Ben gitmiycem!''

''Niye oğlum, sen de evlenir gidersin bir gün.''

''Kimle evleneceğim ki ben hem? O külkedisi Sevde ile mi? Hayatta olmaz! Ben evimde sizle yaşıycam! Sevdeden başka kimse yok çünkü. Onu da ben istemiyom.''

Üçlü tekrar sesli bir şekilde gülerken Hira, kardeşine bakarak fısıldadı. ''Şşş, Zahid abin duymasın bak. Alır façanı aşağı. Ona göre.''

''Zahid dayım beni seviyo, bir şey yapmaz.''

Hâris'in cümlesi bittiğinde evde zil sesi yankılandı. Hira bir an geldiler mi diye telaşlanıp saate baktı ama daha erkendi. Yirmi dakika vardı. Kalkıp kapıyı açmaya gitti fakat yan odadan çıkan Ebuzer ondan önce davranıp iki adım ötesinden kapıya doğru ilerliyordu bile. Hira koridorda bir kaç adım daha atıp duvara yaslandığında Hâris de koşarak kimin geldiğine bakmaya çıktı.

Açılan kapının ardında Zahid vardı. Selam verip içeriye girdi.

''İyi insan lafın üstüne.'' dedi Hira. Vallaha bu çocukta vardı bir şey! Şimdi anmışlardı daha. Kapıda belirmişti.

''Ooo dayım, naber?''

''İyiyim Zahid dayı. Bu ablamla uğraşıyorum.''

Küçük çocuğun koca adam gibi dertli dertli söylediği cümle hepsini güldürmüş, Zahid gülerken kısılan gözlerini Hira'ya çevirmişti. ''Ne yaptın kız benim aslanıma?''

''Ben bir şey yapmadım. Senin kardeşini korudum.''

Zahid başını sallayıp çıkardığı montu askıya astı. ''Eee ne zaman geliyor bizim damat?''

''On beş dakikaya gelirler.'' dedi Ebuzer.

''İyi iyi, zamanında gelmişim.''

''Aynen kardeşim.''

İki arkadaş Süheyl beyin yanına giderken Hira da içeriye girip ''Zahid geldi.'' dedi annesine. Kübra hanım da sesinden tanımıştı zaten.

''Dedenler hâlâ yukarıdan inmedi. Yengenler de. Ara da gelsinler artık.''

Köyden gelmişti dedesi ve babannesi. Torunlarının bu gününde gelmeseler olmazdı. Fakat evde işler yoğunlaşınca yukarıya, diğer oğullarına çıkmışlardı. Hira telefon edip hepsini çağırdıktan beş dakika sonra onlar da teşrif etmişlerdi.

Kalan on beş dakikanın ardından kapı yeniden çaldığında Hira ve Merve mutfaktaydı. İkisi de gelenin kim olduğunu biliyordu. Genç kız heyecanla elini kalbine götürüp arkadaşının gözlerine baktı. ''Merve! Düşüp bayılacağım sanırım.''

''Ya sakin ol kuzum. Ne güzel bir akşam işte. Sevdiğin çocukla nişanlanacaksınız. Ne bayılması!''

Hira sakin olmaya çalışıp kısa bir nefes egzersizi yaparken Merve onu kolundan tutup kapıya sürükledi. Ailesi çoktan kapının az ötesinde yan yana dizilip yerlerini almıştı.

''Hadi kızım, aç kapıyı. İnsanları ağaç ettin kapıda.''

''Tamam babaanne, açıyorum.''

Genç kız kapıyı aralayıp ilk olarak İnci hanımla göz göze gelince tebessüm etti. Bakışlarını kadından ayırmadan ''Hoş geldiniz.'' dedi usulca. Şimdi muhtemelen en sonda dikilen Mahir'e bakışları dokunursa iyice stres olacaktı. Ama bir yanı da çok mutluydu tabi. Mutluluk ve heyecan bir araya gelip kalbini çarptırıyordu.

İnci hanım ''Hoş bulduk kızım.'' deyip gülümseyerek içeriye girdi. Onun peşine Akgün bey, onun peşine de Mahir'in dedesi ve babannesi girdi. Hepsine usulca hoş geldiniz deyip içerye buyur ediyordu. Ardından aynı samimiyetle Kübra hanım, Süheyl bey, dedesi ve babannesi, yengesi ve amcası, Ebuzer ve Zahid de selamlaşıyorlardı misafirlerle. Süheyl bey, damat bey hariç tüm erkekler içeriye girdiğinde beklemeden onları misafir odasına buyur etti. Damadıyla da içeride selamlaşacaktı. Ebuzer ve Zahid karşılardı onu kapıda. Büyükleri bekletmek istememişti. Nihal de eve girerken arkadaşına göz kırpıp kıkırdamıştı. Hanımlar da içeriye geçtiğinde geriye koridorda Ebuzer, Zahid ve Merve kalmıştı. Bir de kapının ağzında dikilen Hira ve içeriye geçmek için Nihal'in ayakkabılarını çıkarmasını bekleyen Mahir vardı.

Nihal montunu askıya asıp selam verdi arkadaşlarına. Sonra da hemen Merve'nin koluna girdi. Koridorun sağ tarafında kol kola Merve ve Nihal, karşı tarafında ise yan yana Ebuzer ve Zahid dikiliyordu. Dörtlü suratlarındaki gülümsemeyi bastırmaya çalışarak şimdi kapıda karşı karşıya olan Hira ve Mahir'i seyrediyordu.

Hira, en başından beri bakışlarının aradığı ama inatla buldurmadığı sevdiceği sonunda kapının eşinde dikilirken onunla göz göze geldi ve utangaç bir eda ile gülümsedi. ''Hoş geldin.''

Mahir, elindeki çiçek ve çikolatayı kapıdaki kıza uzatıp eline değmemeye dikkat ederek ona teslim ederken ''Hoş bulduk. Bunlar senin.'' dedi. Ardından Hira teşekkürünü mırıldanırken botlarını çabucak çıkartıp içeriye girdi. Kardan adam olmak istemiyordu.

Dışarı beyazlarla örtülüydü fakat ışık ışıktı da. Güzel bir gündü.

Merve, az evvel herkese yaptığı gibi Mahir'in montunu da alıp astı. Mahir ona teşekkür etikten sonra Ebuzer ve Zahid ile tokalaşıp selamlaştılar. Genç adam açık renk bir takım giymişti. Çift olarak uyumlu olmuşlardı habersizce. Hira bunu fark edince gülümsedi. Beyler oturma odasına giderken Merve ''Ben ayakkabıları içeriye alayım, siz geçin.'' dedi ve kızlar da mutfağa geçti.

Hira çiçeklerini sevip masanın üzerine bıraktı. Çikolatayı da yanına iliştirdi. Ardından hemen içeriye geçtiler üç arkadaş. Köşedeki bir sandalyeye usulca oturduğunda kendi evinde ilk kez bu kadar gergin, içine çekilmiş, çekingen hissetti kendisini. Odanın bir yerinde o da vardı evet ama sanki yok gibiydi de. Yahut heyecandan ötürü yok olmayı istemişti.

Hemen sohbete dalmış olan hanımlara şöyle bir baktı. Resmen istenmeye gelinmişti. Resmen Mahirle nişanlanacaklardı. Bir zamanlar olmaz diye düşündüğü şey şimdi baş ucundaydı. Olmazları olduran, kalplere hükmeden bir Allah vardı...

''Nasılsın Hira kızım?''

Mahir'in babannesinin kendisine yönelttiği soru üzerine hemen yaşlı kadına döndü. Ona sıcak davranması hoşuna gitmişti. Şayet bir kaç yıl öncesinde açık kapalı ayrımı yapan, Nihal tesettüre girmek istediğinde çok üzerine gidip kızı zor durumlara sokan bir kadındı. Şükür ki Nihal'in çabalarıyla onlar da biraz olsun ön yargılarından kurtulmuşlardı.

Hiç olmadığı kadar kibar haliyle ''İyiyim çok şükür, siz nasılsınız?'' derken Merve ve Nihal ona alttan alttan gülüyordu. Sesi nasıl da inceliyordu bak. Tam yeni gelin havalarına girmişti arkadaşları. Normalde nasıldı, şimdi nasıl! İnsanı ne hâle getiriyordu bu işler.

***

Sakin kalmaya çalışarak kahveleri ikram ediyordu tek tek. Büyüklere vermişti, sıra gençlerdeydi. Abisine ve Zahid'e de kahvelerini verdikten sonra, son olarak Mahir'in önünde durdu. Genç adam kahveyi alırken göz göze geldiklerinde tebessüm etti.

''İnşallah zehirlenmem.''

Hira büyüklerin yanında sesli gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Eh, o sadece azcık tuz katmış olsa da sevgili kardeşi Nihal yeterli bulmayıp basmıştı tuzu kahveye. Suç onun değildi. Odadan çıkıp kapının yanında durdu hemen. Gizlice içeriyi gözetlerken büyüklerin arkası dönük olduğu için şanslıydı. Onu orada görebilecek tek kişi şuan Zahid ve Ebuzer, başını yan çevirirse de Mahir'di. Ki Zahid görüp 'sen hayırdır' dercesine göz kırpmış, Hira omuz silkince kaşları ile gitmesini işaret etmişti ama genç kız inatla gitmemişti. Merak ediyordu, kendi istemesini dinleyecekti. Zahid de sonunda pes edip 'sen iflah olmazsın' dercesine önüne dönmüştü. Hira tahmin edebiliyordu. Şimdi burada olsa 'Yaptığı hareketlere bak, sen nişanlanmak için yeterince büyüdüğüne emin misin?' falan deyip dalga geçerdi. Onları böyle iyi tanımak hoşuna gitmişti, güldü.

Mahir kahveyi yudumlayınca yüzünü buruşturdu. Zahid onunla dalga geçti. Hira onların haline güldü. Mahir, Ebuzer'in uyarısıyla bir dikişti bitirdi kahveyi. Ebuzer ona ''Şimdi oldu.'' deyip göz kırptı.

Az sonra sohbeti farklı bir yöne çekti Akgün amcası. Hira da kulak kesildi.

''Kahveleri de içtiğimize göre asıl meseleye gelelim Süheyl bey.''

''Gelelim bakalım...''

Sühey bey cevap verdiği esnada kapının diğer yanında yengesi belirmişti. ''Yenge?'' diye hayırdır dercesine soruyordu ki Merve ve Nihal de geldi. Çok komik göründüklerini fark etse de ajanlıklarına devam ettiler.

''Şşş, sus kız. İlk kez ilk yeğenimi istemeye geldiler.''

Hira gülümsemiş, hepsi içerideki diyalogları dinlemeye devam etmişti.

Akgün beydeydi söz. ''...E o zaman Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Hira'yı oğlumuz Mahir'e istiyoruz.''

Süheyl beyin sakin sesi duyuldu bu kez. Hira bu sesin içinde duygulu ve hüzünlü bir yan olduğunu biliyordu. Babasını tanıyordu. O da duygulandı bir an. ''Gençler birbirlerini sevmişler, bize de hayırlı olsun demek düşer.''

''Hayırlı olsun o zaman.''

''Hayırlı olsun.''

''Allah tamamına erdirsin.''

''Amin.''

Odada hayır duaları edilirken Merve ve Hira'nın yengesi içeriye gidip haberi veriyorlardı. Mahir kalkıp büyüklerin ellerini öperken, Hira da artık içeriye geçip oradaki büyüklerinin ellerini öptü. Onların tebriklerini alırken az sonra odanın kapısında Hâris belirdi.

''Yüzük takacakmışız. Uygunsanız babamlar buraya gelecekmiş.''

Hanımların oturduğu oda evin en büyük odasıydı. Oldukça genişti. Hâris'e olumlu cevap verip toparlandılar. Kübra hanım ve İnci hanım ayaklanırken diğerleri oturmaya devam etti köşelerinde. Beyler içeriye girdi. Yaşlılar boş koltuklara oturup bakışlarını salonun ortasında yan yana gelen iki gence çevirmişti. Her iki ailenin de torunları ve evlatları adına ilk seremoniydi bu. İlk kez bu işlere adım atıyorlardı.

Akgün bey içinde makas olan tepsiyi tutuyordu. Süheyl bey ise yüzükleri takacaktı. Herkes bir köşeden onları izliyordu. Merve ve Nihal bir yandan da fotoğraf çekiyordu.

Hira pırpır çarpan kalbinin biraz sukuta ulaştığını hissetti, yanında dikilen gencin tebessümünü fark edince. Babası hayır dua edip iyi dileklerde ve tavsiyelerde bulunurken onu dinlemeye çalıştı. Ardından Zahid yanlarına geldiğince anlamazca ona baktı. Süheyl beyin duası bitmişti, besmele ile yüzükleri kızının ve Mahir'in parmaklarına geçirdi. Parmağına değen metalin soğukluğu, içine bir sıcaklık yaydı iki gencin de. İkisi de mutluydu. Tarif edilemez bir mutluluktu bu.

Zahid, suratında hafif ukala bir gülümseme ile makası Akgün beyin elindeki tepsiden alırken kızın şaşkın ve anlamaz bakışlarını fark etti ve Hira'ya kısa bir bakış attı. ''Kurdelenizi ben keseceğim demiştim ben sana. Niye şaşırdın?''

Hira gülümsedi. Mahir de bu gülümsemeye eşlik etmişti. Az evvel içeride Süheyl bey ve Akgün beyden müsaade isteyip kurdeleyi kesmek için dil dökmüştü arkadaşı. Sırf geçen hafta Hira'ya kurduğu bir cümleden ötürü takmıştı kafaya bunu. İki adam da itiraz etmemiş, bu deli gencin gönlü olsun diye müsaade etmişti.

Zahid başından beri onların durumunu fark eden ilk kişiydi. Hem ikisine de destek olmuş, hem yeri gelince ikisiyle de dalga geçmiş, utandırıp eğlenmişti. Mahir de Hira da en azından kurdelelerini kestikten sonra Zahid'in onlara pek takılıp eğleneceği bir şey de kalmaz diye umuyorlardı. Artık gizlisi saklısı da yoktu sonuçta. Tabi yanılıyorlardı.

Zahid konuşacağını belirtircesine boğazını temizleyip tebessümle söze girdi. Kendisini çok önemli bir konuşma yapıyor gibi hissetmişti bir an. Havalara girmişti içinde.

''Öncelikle, ikisi de kardeşim olan Hira ve Mahir çiftimize Allahtan güzel bir gelecek, hayırlı bir yuva, bereketli bir ömür, saygı ve sevgi çerçevesinde bir evlilik diliyorum. İkisinin de kalbinin güzelliğini ve birbirlerine olan sevgilerini az çok bilen biri olarak öyle de olacağına inanıyorum. Bu günün gelmesini onlardan çok ben bekledim. Az çektirmedim onlara. Ama şimdi sanmayın ki yine çektirmeyeceğim, çektireceğim. Zahid Araz olmak bunu gerektirir. Her koşulda itina ile! Neyse, büyüklerimin yanında taze damattan azar işitmeden önce konuşmama son verip keseyim kurdelemi. Hadi bismillah,''

Kırmızı kurdele kesildiğince herkes yüzlerindeki gülücükler ile alkış tutumuştu. Yeni bir tebrik merasiminin ardından hatıra fotoğraf çekilmişlerdi. Ailelerle çekilen fotoğrafın ardından beyler geldikleri odaya dönse de Mahir'i yollamamışlardı hemen. Müstakbel gelin ve damadı yan yana bir kaç poz çekmeden yollar mıydı hiç Nihal?! Hem sonra kendileri de çekilmeliydi. Kimisinde topluca, kimisinde Merve ve Nihal ile, kimisinde Zahid ve Ebuzer'i de kareye alarak, çeşitli fotoğraflar çekildiler. Mahir artık sıkıldığını belli edercesine kardeşine baktığında Nihal hiç aldırmadı.

''Ay abi, sabret. Bir kere nişanlanıyorsun.''

''Ama sen de cıvığını çıkarıyorsun Nihal. Yarım saattir poz veriyorum.''

''Tamam ya, son bir kere ikinizi çekeyim şöyle. Ellerini cebine koysana abi. Hira sen de gül az.''

Nihal son fotoğraflarını çekerken Zahid'in yaptığı espri sayesinde iki genç de gerçekten içten bir şekilde gülmüştü. Bu kareyi ayrı sevmişlerdi. Uzun süre ikisinin de cüzdanında kalacak olan fotoğraf belli olmuştu.

***

Gece olmuştu, uyuyamıyordu. Telefonundaki fotoğrafları iki kez baştan sona gezinmişti. Parmağındaki yüzüğe bakıp gülümsedi. Hâlâ inanamıyordu genç kız. Çok yorgun olsa da içindeki duyguları, bu özel günü sayfalara dökmek ve ileride dönüp yeniden okumak istedi. Ara ara yazdığı defterini çekmeceden çıkartıp masa lambasını yaktı ve boş sayfaya bir tarih attı.

17 Şubat 2017


 🍂


Nisan ile birlikte bahar da gelmişti. Bir bahar günüydü ama hava bu hafta yağışlı, bulutlu ve serindi. Tam iki ay geçmişti genç adam bilgisayarın tuşlarında gezinirken gözüne çarpıp duran bu yüzüğü parmağına takalı. İlk zamanlar yüzük takmaya alışık olmadığından garip gelse de sonra alışmıştı bir kaç haftaya. Hatta yüzük yokken bile parmağında takılıymış gibi hissediyordu. Çok garipti. Şimdi ise 17 Nisan 2017'yi gösteriyordu takvim. İki ay çabucak geçmişti. Çabuk ama yorucu.

İki aydır eve sadece bir haftasonu gelebilmişti. Söylediği gibi zabıta olarak işe başlamıştı çünkü. Evrak işleriyle ilgileniyordu. Haftasonları ise ders çalışıyor, okulla ve kısa film işiyle ilgili çalışmalarıyla ilgileniyordu. Hocasının ekibine girmiş, ona yardımcı olup kendini geliştiriyordu. Diğer yandan ise kendi ekiplerini kurmuşlardı. Elif ve Cemil'in de dahil olduğu bu ekipte tabiki İlyas, Ebuzer, Zahid,Engin ve kızlar da vardı. Whatsapta bir grup açmışlar, çalışmalarıyla ilgili konuları oradan konuşuyorlardı. Teknik kısıma daha hakim olanlar Mahir, Elif ve Cemildi fakat diğerleri de bu işe hevesli olduğundan ötürü boş durmuyordu. Kimisi güzel senaryolar yazıyor, kimisi senaryoları değerlendiriyor, geliştiriyor, kimisi güzel fikirler verip işi yönlendiriyordu. Bir aydır hazırlık içindelerdi. Nasipse Mayıs ayında bir araya gelip ilk kısa filmlerini çekmek istiyorlardı.

Tabi İnci hanım oğlunun bu yoğunluğu sebebiyle eve uğrayamaz oluşuna sonunda dur deyip aramış, ''Bu haftasonu eve geliyorsun! Yoksa hasretinden yataklara düşeceğim, ona göre!'' diye azarlamıştı. Mahir de söz dinleyen uslu bir evlat olarak tıpış tıpış eve gelmişti. Geldiği de çok iyi olmuştu çünkü Cuma günü şifayı kapmış, hastalanmıştı. Annesi ona hem evde güzelce bakmış, hem 'yurt köşelerinde kalacaktın bir de bu halde!' diye söylenmişti. Az evvel ailecek akşam yemeği yemişlerdi. Şimdi de yatağında oturuyor, yorganın altında bedeni, üstünde de bilgisayarı ile ağrıyan başı ve yorgun bedenine rağmen savaşmaya çalışıp senaryo üzerine düşünüyordu.

Bilgisayarın ekranına bakıp dalmıştı kendi içinde. Tıkanmıştı. Nasıl etkileyeci bir şekilde bu sahneyi çekebileceğine karar veremiyordu. Yahut senaryonun bu kısmında arkadaşları ile ortaya koydukları iki seçenekten hangisi olursa o acıyı daha iyi yansıtabilirlerdi, emin değildi. Bu kısa hikaye nasıl daha sürükleyici olabilirdi, o acıklı sahne nasıl daha iyi anlatılabilirdi? O hisleri ne şekilde daha iyi verebilirlerdi? Düşünüyordu. Düşünüp bulamadıkça canı sıkılıyor ve baş ağrısı artıyordu. Hem bu hastalık hariç başka bir şey de vardı canını sıkan, içini darlatan. Ama anlamıyordu ne olduğunu. Bir kaç saattir üzerine bir ağırlık çökmüştü. Kalbine bir kaya oturmuş gibiydi.

Sonunda bilgisayarı kapatıp masasının üzerine bıraktı ve kalkmışken bir bardak su içmek üzere mutfağa geçti. Pijamaları üzerinde, dermansızca, ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Bardağına su doldurup içti, çalkalayıp tezgahın üzerine kapattı. Tam odasına dönecekken annesinin bağırışını işitti.

''Mahiir!''

Annesinin sesi balkondan geliyordu ve biraz endişeli gibiydi.

''Efendim anne?'' derken o da mutfağa bitişik olan balkona doğru yürüdü. Kapının ağzında durdu.

''Oğlum şurada normalde çatısı gözüken ev Kübraların evi değil mi? Ev yanıyor!''

Genç adamın içine aniden bir şey çöktü. Buna inanmak istemeyen tarafı ''Yok be anne, sen yanlış görmüşsündür.'' dedirtti ona. Belki onların yanındaki evin sobası yanıyordu da annesi sobadan çıkan dumanı yangın sanıyordu. Olabilirdi. Neden yansındı ki durup dururken ev, değil mi? Yanmazdı.

Yine de bir çırpıda balkona koşup normalde bakınca çatısı gözüken eve, sevdiğinin ve en yakın arkdaşının evine baktı. Çatısı görünmüyordu hayır, dumanlar süzülüyordu göğe. Alevler geceyi aydınlatıyordu, simsiyah göğü kırmızıya boyuyordu. Koskoca kadın yangınla bacadan çıkan dumanı ayırt edemeyecek değildi ya! Ama genç adam inanmak istemediğinden inkar etmişti. Kendi gözleriyle görene dek inanmak istememişti. Yanılmıştı yine de. Gerçekti. Kalbi korkuyla çırpındı. Gözleri de yanmaya başladı, evdeki yangına tanık olunca.

Son bir kaç saattir canının sıkkın olması, içine bir ağırlık oturması, ruhunun sıkıştığını hissetmesi bunun habercisiydi demek. Ânında telaşa kapıldı. Yüreği korkuyla doldu. Koşarak odasına gitti. Demin dermansız olan bedenine o korku bir anda can vermişti. Hira'sı evdeydi. O evin içindeydi. Bu haftasonu o da eve gelmişti Ebuzer ile birlikte. Önlerindeki ay Ramazan olduğu için annesi ve yengesi yufka yapacak, Hira da onlara yardım edecekti. Hepsi evdeydi. Can dostu da, Hâris de, hepsi... Onlara bir şey olma ihtimali canını çok yakıyordu.

Odasına girdiğinde komodinin üzerindeki telefonu kaptığı gibi Hira'yı aradı. Her geçen saniye içindeki korkuyu büyütürken telefona cevap gelmiyordu. Saldalyesinin üzerindeki hırkayı alıp hızla giyerken bir yandan da kapıya doğru yürüyordu. İçini bir titreme sarmıştı. Donmuş kalmıştı sanki ruhu ama eli kolu telaşla hareket ediyor, gözleri doluyor, bir kaç damla yaş akıyordu.

Kübra hanım ve Akgün bey onu görünce gideceğini anlamıştı. ''Sen dur oğlum, hastasın, biz gider bakarız.''

Durmak mı? Durabilir miydi Mahir? Asla kalamazdı burada, sevdikleri orada zor bir durumun içerisindeyken. Hastalık mı? Önemi yoktu, unutmuştu bile. İnsan böyle anlarda her şeyi unutuyordu. Ucunda ne olursa olsun koşup gidiyordu sevdiğine. En kötüsü soğukta dışarıya çıkıp biraz daha hasta olurdu ama feda olsundu! O, orada sevdiklerinin yanında olmalıydı. Kardeşi, can parçası, onların ailesi orada zor durumda kalır da Mahir burada uzaktan oturup bakabilir miydi?

Koridorda Nihal belirdi hemen. ''Abi ben de geliyorum, bekle!''

Sabırsızca ''Bekleyemem Nihal! Kendin gelirsin sen!'' derken Ebuzer'i arıyordu bu kez. Hızla ayakkabılarını giyip kendini sokağa attı. Soğuk hava bir anda yüzüne vursa da üşütemedi onu. İçi üşüyordu zaten. Her şey başkaydı o anlar.

''Mahir?''

Arkadaşının sesini duyunca derin bir nefes aldı. İçine biraz olsun rahatlama geldi. Korktuğunu belli eden sesiyle seslice konuştu. ''Ebuzer iyi misiniz? Herkes iyi mi?!''

Ebuzer'in sesi de korkulu, kısık, yorgundu. ''İyi, sanırım herkes iyi Mahir. Kapatmam gerek şimdi.''

''Tamam ben geliyorum!'' diyecekti ki telefonunun şarjı bitti ve kapandı. Buna sinirlense de çok kısa sürdü çünkü en belirgin duygu korkuydu şimdi onun ruhunda. İnsan ne çok korkuyordu sevdiklerine bir şey olmasından. İhtimali bile kan donduruyordu. Herkesin iyi olduğunu bilmek Mahir'i biraz rahatlatsa da hâlâ diken üzerindeydi işte. Sanırım demişti çünkü arkadaşı. Kim bilir nasıl korkmuşlardı. Arkadaşının sesi ne kadar kötüydü telefonda. Nasıl hissediyorlardı kim bilir...

Koşarcasına gidiyordu yanlarına. Bu kadar hasta olmasa koşardı da ama bacakları hem hastalığından hem de korkudan sebep güçten kesilmişti. Koşamasa da en büyük adımlarını atıyordu. Bir yandan da zihninde onlarca düşünce kovalıyordu birbirini. Beş dakikalık mesafeyi normalden hızlı birşekilde daha kısa sürede giderken hayatın ironisine şahit oldu bir anda.

''Ben geçmiş senaryo için bir sahnedeki o acıyı nasıl hissettiririz diye düşünüyorum. Nasıl sürükleyici olur, nasıl hissedilir, ne olursa acı açıkça görünür diyorum. Ama boşuna düşünüyormuşum ben. Cevabı uzaklarda arıyormuşum.''

Genç adam yaklaştıkça adımları hızlandı.

''...Ve ben bir kez daha anladım ki hayat insana her şeyi yaşatarak öğretiyordu. Hayat en acıklı hikayeleri yazıyordu. En sürükleyici. Başka yerlerde aramaya gerek yoktu bu edebiyatı. Hayat insana en iyi edebiyatı yaptırıyordu. Çünkü böyle anlarda zihnine düşen her söz kalbinden geliyor, gerçeğin mayası ile oluşuyor, normalde oturup düşünsen yazamayacağın şeyleri sana şakır şakır söyletiyor. Korku, sevgi ve endişe her duyguya üstün geliyordu. Yasak dinlemiyordu, hastalık, engel dinlemiyordu sevgi. Hayat! Hayat! Ne geçicisin. Aslında hiçsin..hep olmuşsun.''

Sonunda evi net bir şekilde görür olmuştu. Dışarıda iki ambulans, mahalleli, polis, itfaiye araçları ve itfaiyeciler vardı. Hem derin bir sukut hem de bir kargaşa hakimdi ortama. İkisi nasıl bir arada olabiliyordu, hayret etti. Sukut yüreklerdeki ağırlıktan, kargaşa da etraftaki telaşdamdı belki.

Bakışlarına ilk takılan Ebuzer olmuştu. Hızla arkadaşının yanına gidip arkasından omzuna dokundu. Ebuzer döndü, Mahir'i gördü ve sıkıca sarıldı ona, sımsıkıca. Mahir güçlü kalmaya çalışarak yolda gelirken nemlenen yanaklarını silmişti. Güçlü olmalıydı onlar için. Sarıldılar.

Ardından sarılmaya devam ederken karşıda polislerle konuşan Süheyl beyi fark etti Mahir. İyi görünüyordu. Sadece omuzları biraz çökmüştü. Yanında kardeşi vardı. Az ötede Kübra hanımı ve eltisini de görünce onların da iyi olmasına sevindi.

''Hâris nerede?'' dedi biraz geri çekilip. Ebuzer'in gözlerine baktı.

''İyiler. Korktular diye çocukları uzaklaştırdık. Harun dedelere gönderdik.''

''İyi yapmışsınız.'' deyip başını salladı genç adam. ''Hira nerede peki?''

''Şuradaydı en son.'' deyip evin köşesini işaret etti Ebuzer. Karşı komşularının evinin önündeydi hepsi. Hira da bahçenin uzak köşesinde yalnız başına duruyordu az evvel. ''En çok da o korktu.''

''Onu da göreyim ben.'' deyip Ebuzer'e baktığında arkadaşı başını salladı.

''Tamam, ben de anneme bir bakayım.''

Mahir hızlı adımlarla evin bahçesinin kendisine gösterilen köşesine yürüdü. Bahçede mahalleli kadınlar ve bir kaç adam vardı. Bir de Kübra hanımlar ve eltisi. Görünürde Hira yoktu. Onun da iyi olduğunu görmeden rahat etmeyecekti içi.

Yangın sadece bu evde değil, genç adamın kalbinde de çıkmıştı çünkü.

Evin duvarı son bulunca köşeyi dönüp yan tarafa baktı. Az ötedeki sokak lambası sayesinde gölge halinde belli oluyordu genç kızın oradaki varlığı. Herkesten uzağa, kimsenin olmadığı evin bu yan tarafına sığınmıştı. Yalnız başına duvarın dibine çökmüş, ağlıyordu. İçinde biriken korkuyu dışa vurarak göz yaşlarını akıtıyordu.

Onun ağladığını işitince iyice endişe çöreklendi Mahir'in kalbine. Sevdiğinin ismini seslenip yanına doğru adımladı. ''Hira?''

Hira da onun sesini duyunca çöktüğü yerden kalkmıştı zor da olsa. ''Mahir.'' deyip bakışlarını sevdiğine çevirince içindeki duyguları hiçten tutamaz olup hızla akmaya devam eden yaşlarının üzerine, yüzüne kapattı ellerini. Mahir karşısında durduğunda alnını onun gövdesine dayayıp ağlamaya devam ederken genç adam da zihnini işgal eden korkuya ve hislere teslim olup bilinçsizce kollarını kaldırmış ve yumruk yaptığı elini kızın sırtına dayamıştı. Sarılmaktan biraz uzak olsa da benzeri olan bu eylemin içinde olduklarının farkında dahi değillerdi.

Ona dayandığında beraber ayakta durmuşlardı sanki. Hira'nın hissettiği buydu. Küçük bir kıvılcımın her yeri aleve verdiğini kanıtlıyordu bu. Ona şahit olmuşlardı aslında.

Mahir yaptığının farkına vardığında dertçe yutkundu. Bu kadar yakınında olmamalıydı Hira. Tamam, bir yangının verdiği yıkımla bu hale gelmiş olabilirlerdi ama kendilerini başka bir yangının içine atmamalılardı. Bir yanı nefis çatışmasına, doğru yanlış kavgasına girmişti bile. Bahaneleri kabul etmeyip yavaşça geri çekildi. Sevdiğini ateşler içinde düşünmekten korkup da onca acıyla buraya koşmuşken, şimdi kendi elleriyle onu uhrevi bir ateşin içine atamazdı. Kendini en başından kontrol etmeliydi hatta. Hatalıydı. Bu canını yaksa da bıraktı öylece, varsın yansındı. Hira'nın ağlayışı ile birlikte o da ağlamıştı sessizce. Buna da ağlardı.

Hira da bakışlarını kaldırıp ona bakmadan evvel fark etmişti yaptığı şeyi. Belki aniden, içindeki korku ve yoğun hislerle bir göğse sığınmak istemişti evet ama yapmamalıydı, biliyordu. Bunun pişmanlığını sonradan yaşayacağını biliyordu, bir gözyaşı da ona akıttı. Şimdilik hâlâ kalbinde öylece duran ağır hislerle baktı yere.

Hira'nın hıçkırıklarının hemen peşini ve Mahir'in "Allah'ım elhamdülillah." deyişi takip ediyordu. "Elhamdülillah iyi..."

Genç kız gözyaşlarını ince kazağının koluna sildi. Titrek sesiyle konuştu. "Mahir... Çok korktum. Hâris'i son anda kucağıma alıp çıkabildim. Ya alamasaydım?"

Kızın hıçkırıkları arasında kısık ve kesik çıkan sesiyle içindekileri döktüğü cümleler üzerine canı yandı Mahirin. "Ben de korktum Hira. Sana, size bir şey olacak diye çok korktum. Ama iyisiniz hamd olsun. Bak, herkes iyi. Buradasınız, buradasın..."

Az evvel bir nevi sarılmalarına sebep olduğu için utanıyor ve kendisini suçlu hissediyordu ama yine de bakışlarını yerden kaldırdı genç kız. Mahir'in gözlerine dokundurdu çekinerek.

Mahir, kızın sokak lambası ışığında belli olan kızarık ve ıslak yüzünü görünce derin bir nefes aldı. Genç kız başını kaldırdığında Mahir'in de az evvel gözyaşı akıtan gözlerine tutunmuştu. Hira, yanaklarını silip utanarak kaçırdı bakışlarını. İkisi de ne yapıp ne diyeceklerini bilmiyorken genç kızın bedeninin aniden titremesi ve kollarını birbirine kavuşturması ile kendine geldi Mahir.

Kızın üzerinde incecik, kazağa benzer bir şey vardı, ve bir eşofman altı. Kendi giydiği hırkayı hızlıca çıkarıp iki yanından tuttu Hira'ya, giymesi için. Hira itiraz etmeden kollarını soktu hırkanın kollarına ve Mahir'in dokunmadan giymesine yardımcı olmasına izin verdi. Kollarını geçirdikten sonra parmaklarını ceketin iki ucuna götürdü. Hira'nın fermuarı tutan elleri titriyordu. Bir kaç denemeden sonra hâlâ iki tarafı birbirine kavuşturamayınca Mahir bir adım atıp kendi yapacağını belli edercesine ellerini uzatmıştı. Hira hırkanın uçlarını bırakıp Mahir'in yardım etmesine izin verdi yeniden. Genç adam fermuarı geçirip yukarıya çektikten sonra kızın omuzlarının arkasına doğru uzanıp kapüşonu parmaklarıyla yakaladı ve yavaşça başına geçirdi.

Kendisi de hasta olmasına rağmen unutmuştu bunu, aklına bile gelmiyordu ki. Önceliği karşısındaki kızdı. Onu düşünüyordu sadece şimdi. İkisi birden karşıdaki eve çevirdi bakışlarını. İtfaiye görevlileri yangını söndürmek için canla başla çalışıyordu. Çok yayıldığı için bir iki araç daha gelmişti.

Genç kız dayanamayıp oturdu. Mahir de az ötesine çöktü. Bu sırada Ebuzer geldi yanlarına. O da sessizce kız kardeşinin diğer yanına oturdu. Sessizce seyredurdular evin yanışını, yangının söndürülmeye çalışılışını. Hira anılarının da yandığını hissediyordu o alevlerin içinde. Hayatının da parça parça yandığını hissediyordu. Bir an evvel söndürülmesiydi tek dileği. Bir an evvel eski haline gelmesi evinin... Beraber yine ailesiyle gülüşerek mutfakta yemek yemek istiyordu.

Mahir ise içinden bolca dua ve şükür ediyordu. Bolca dua. Bu canı gibi sevdiği insanların yüreklerinin ferahlaması, işlerinin kolaylaşması için.

Ebuzer ise başka şeyler düşünüyordu. Kardeşini merak edip yanlarına doğru gitmişti. Ve bir kaç saniye Mahir'in göğsüne başını koyuşuna şahit olmuştu. Aslında o, lisenin en başından, en baştan beri Hira'nın Mahir'e ilgili olduğunu fark etmişti ama bu ilginin Mahir tarafından da bir karşılığı olabileceğini düşünmemişti. Sonra yanıldığını, karşılığı olduğunu fark etmişti. Fakat Mahir ile görüştüklerinde içi rahattı, ailelerine söylemek için fırsat kolluyorlardı. Daha bir kaç hafta olmuştu üstelik. Söylemişlerdi de. Parmaklarında yüzükleri vardı işte. Fakat şimdi kendisini itinayla sakınan arkadaşının, kız kardeşine yakın olduğunu görünce değişmişti her şey. İkisinin de birbirlerine karşı hissettiği şeyler vardı, onlara saygı duymakla beraber helal haram sınırını aşmamaları gerektiğini biliyordu. Artık evlilik ve nikah işini hızlandırmak konusunda aileleri ile konuşmaları gerekecekti. En kısa zamanda olmalıydı. Şayet yeniden benzeri bir durum olsun istemezdi.

''Az evvel eve girdik babamla, itfaiyecilerle. Çabucak biriktirdiğimiz parayı alıp çıktık. Evi bir görsen. Dışarısı yangın yeri ama içi deniz. Her yeri su götürüyor. Alevlerin içindeki bir denizde yüzmek gibiydi.''

Güldü Ebuzer. Güldü Hira. Tebessüm etti Mahir.

Üçünün de göz bebeklerine misafir oldu alevlerin süzülüşü. Bir yangın nasıl yanıp kül ediyordu? Ya yüreklerdeki yangınlar? Yüreklerdeki yangınlarla alev alan yangını seyretmek başka bir acıydı.

İnsana en iyi hayat öğretiyor yaşatarak. Hiçbir şeyi yaşamadan hissedemiyor insan. Ciğerine duman dolmadan, suratına is vurmadan yangın neymiş bilmiyor. Sevdiklerine bir şey olma korkusunu tatmadan, nasıl yürekte alevler hissedilir bilmiyor. Yangın gerçeği mecazı ile insanın bedenini sarmadan, nasıl soğuk havada bile hissizleşilir, bilmiyor. Ama insan yine de titriyor; soğuktan ziyade içinin tiremesinden...

Her şeye rağmen ümitlere tutunur insan. Güzel tarafına sarılır hayatın. Şükreder, etmelidir. Asıl böyle anlarda en içten eder duasını. Yalvarır kalbinden. Ve yine her şeye rağmen ağladıktan sonra güler insan. Bazen ağlamak gülmek olur da güler. Hatta bazen musibetler vuslat doğurur hatta.


Loading...
0%