@sukunettekelimeler
|
Teyzesinin evine iftara gelmişlerdi. Teyzesi onlara yarım saat kadar uzakta bir köyde oturuyodu. Sakin, kendi halinde insanlar vardı burada. Evlerin bulunduğu mahalleden biraz uzaklaşınca etrafta bağlar bahçeler, yeşillikler boy gösteriyordu. İkindi ezanına az kala kendinden küçük kuzenleri ve peşlerine takılmak için gözyaşı döken küçük kardeşi ile birlikte evden çıkmış, mahallenin yukarısındaki camiye gitmişlerdi. Bayırı oruçlu oruçlu tırmanmak onları biraz susatsa da namaz için atılan her adımda sevabını alacaklarını bildikleri için sabırla çıkmışlardı caminin yokuşunu. Bir yandan da kuzenlerinin anlattıklarına kulak vermişti. ''İlyas abi, bu yeni imam çok iyi bir adam. Biz çok sevdik. Bize her haftasonu zaman ayırıp ders veriyor, Kur'an okutuyor, dua ezberletiyor, tecvit gösteriyor. Bazen hediyeler alıyor, çikolata falan. Hem de hiç yakınmıyor. Kızmıyor bize. Çok iyi davranıyor. Adam gibi adam.'' ''Yaa, ne güzel. Allah razı olsun ondan. Siz de bundan faydalanıp güzelce öğrenin o zaman, tamam mı?'' ''Tamam abi.'' Kuzeninin biri ile sohbet ediyorlardı, diğeri ise sağa sola koşturan, kedi peşine takılan İhsan'ı zapt etmeye uğraşıyordu. Çocuğun zorlandığını fark eden İlyas işe el atmak için kardeşine doğru seslendi. ''İhsan! Abinin sözünü dinle, yürü bakayım. Camiye geleceğim diye tutturdun, ezan okunacak şimdi. Oyalama bizi. Hadi! Dönerken oynarsın kedilerle.'' İhsan henüz dört yaşlarında ve laf dinlemez bir çocuk olduğundan, herkes ona söz geçiremiyordu maalesef. Neyse ki abisini çok sevse de ondan aynı zamanda çekiniyor, sözünü dinliyordu. İlyas'ın dediğini ikiletmeyip yanlarına yetişti. Camiye vardıklarında peş peşe içeriye girdiler. Ezan da okunmaya başlamıştı. İlyas, küçük kardeşini fısıltıyla tembihledi. ''Uslu dur tamam mı abicim? Sen de bizim ne yaptığımıza bak, namaz kıl.'' Tatlı bir şekilde ''Tamam.'' deyip başını salladı İhsan. Abisi de ona gülümseyip göz kırpmıştı. Saflardaki yerlerini aldılar, az sonra da cemaatle beraber namaza durdular. Namaz sırasında İhsan bazen onları taklit etmiş, sonra da camide koşturmaya başlamıştı. Küçük çocuk oraya buraya koşarken çok mutluydu. Eşyalarla kapatılmamış, nesnelerin işgaline uğramamış bu yer koşup oynaması için ne kadar da müsaitti! Çarpıp düşüreceği süsler, eşyalar, kırabileceği maddeler yoktu. Çok seviyordu camileri! Hele yanında arkadaşı varsa! Ki o arkadaşı da bulmuştu kendisine. Babası ile namaza gelen kendi yaşlarda bir çocuğu da oyununa katmış, beraber yarış yapıp kovalamaca oynamışlardı. Namazdan sonra duayı da dinlemiş, ardından dağılan cemaaetle birlikte ayaklanmışlardı. İlyas kardeşine seslenip yanına çağırdığında İhsan yeni arkadaşına veda ediyordu. ''Güle gülee!'' Az sonra yanında soluğu alan İhsan, abisine boncuk gözleriyle baktı. O boncuk gözlerde masumiyetin yanı sıra yaramazlığını ele veren parıltılar da vardı. ''Abii! Yeni arkadaşım çok eğlenceli, teyzemlere yakınmış hem. Onlara gidip oynayabilir miyim?'' İlyas ''Olmaz abicim, tanımıyoruz etmiyoruz.'' dedi ve kardeşinin ayakkabılarını giymesine yardımcı oldu. Bağcıkları bağlayıp kendi ayakkabılarını da kolayca giydi. ''Biz tanıyoruz İlyas abi. Benim kankamın kardeşi o. İstersen biz götürürüz, oynarlar.'' ''Eve gidince annemden izin alırsınız. Ben karışmıyorum.'' dedi genç adam. Ardından kuzenleri ve kardeşini önüne katıp teyzesinin evine yol aldı. Eve girdiklerinde çocukların sesi döndüklerini hemen belli etmişti. Bağırışıp duruyorlardı. İhsan hemen balkonda oturan annesi, teyzesi ve anaannesinin yanına koşmuştu. ''Anne! Arkadaşıma gidebilir miyim?'' İdil hanım şaşırdı. ''Ne arkadaşı yahu?'' İdil hanıma cevap yeğeninden gelmişti. ''Ya teyze, bu oğlun camide benim kankamın kardeşiyle tanıştı, oynadılar, arkadaş oldular. Onu diyor. Oynamak istiyor onla.'' İdil hanım anladığını belirtircesine yeğenine başını sallasa da oğluna başka bir seçenek sundu. ''Yok oğlum, insanlara rahatsızlık verme. Abilerinle oyna.'' ''Ama annee! Ben arkadaşımla dışarıda oynamak istiyorum!'' İhsan'ın küskün ve ısrarcı tavırları üzerine teyzesi Nilgün hanım lafa girdi. ''Abla bırak gitsinler. Ben tanıyorum, sen de tanıyorsun hatta, bizim Halime'nin oğlu o. Çocuk da zaten hastalığından sebep doğru düzgün dışarı çıkıp oynayamıyor. O da sevinir işte. Halimeyi arar haber veririm, sahip çıkar. Lafını etmez o, sevinir hatta.'' Kız kardeşi Nilgün'ün bazı komşularını İdil hanım da tanıyordu. Sonuçta on beş yıldır buradaydı kardeşi, git gel derken tanışmışlardı. Halime de iyi kadındı. Kardeşinin dediklerinin de aklına yatması ile razı geldi. ''Peki o zaman, gidin bakalım.'' diyerek izin verdikten sonra yeğenlerine döndü. ''Oğlum, siz yine de oyuna dalıp İhsan'ı unutmayın, dikkat edin ona. Göz kulak olun, tamam mı?'' ''Tamam teyze, merak etme sen.'' İki yeğeni İhsan'ı alıp gidince İdil hanım da yanlarına sandalye çekip oturan oğluna ''Allah kabul etsin.'' demişti. İlyas teşekkür edip teyzesinin omzuna kolunu attı ve kendine yasladı. Teyzesini severdi. Kendisinden büyüktü belki ama ruhu gençti bu kadının. Anneannesi sakince konuşunca üçü de dikkatini ona vermişti. Anneannesi hasta olduğu için sırayla bazen teyzesinde, bazen kendilerinde, bazen de dayısında kalırdı. Onu yalnız bırakmazlardı. Yürürken zorlanıyordu, adım atarken yoruluyordu. Tekerlekli sandalye de istemiyordu, gerek duymamıştı. Oysa evden çıkıp onunla biraz dolansa ne iyi gelirdi kadına. Ama yük olurum diye istemiyordu. Güvenemiyordu kendine hem. ''Bırakın dışarıda koştutup oynasınlar. Onlar daha çocuklar. Hem insan sonra gün geliyor, dışarıya çıkmayı özlüyor. Mahallede gezip dolaşmayı, etrafa bakmayı, insanlarla konuşmayı... Baksana, böyle eve kapanıp kalıyor. Zamanında değerini bilin hepsini yavrum.'' İlyas, iç çekmeden iç çekmiş etkisi veren anneannesinin bu haline dayananmıştı. Teyzesini kolunun altından çıkarıp kalktı ve anneannesinin oturduğu sandalyenin önünde çöktü. Dizlerini yere dayayıp yaşlı kadının ellerini tuttu. ''Sen dışarıda gezmeyi mi özledin sultanım?'' Yaşlı kadın ''Özledim tabi.'' diye başını salladı. ''Ne kadar çıkabiliyorum ki? Teyzen sağ olsun beni çıkartıyor arada ama onun da işi gücü var, çok dolanamıyoruz.'' İlyasın yüreği biraz burkulmuştu. Anneannesine hiç kıyamazdı. Gerçi sevdiklerinin hiçbirine kıyamazdı ama anneannesi de başkaydı şimdi. Az cefasını çekmemişti çocukken. Sürekli gidip onlarda kaldığı da çok olurdu. Bu yüzden çok alışkındı ona. İkisinin de birbirine nazı geçerdi. Aniden ayağa kalkıp ellerini birbirine vurdu. ''O zaman kalk da az dolaşalım kız!'' Yaşlı kadın, aniden coşan deli torunun haline güldü. ''Sağ ol yavrum da, olmaz şimdi. Hem sen oruçlusun. Yorulma. Hem halim yok benim.'' İlyas ''Aaa ayıp ediyorsun ama anneanne!'' diye yapmacık bir hayal kırıklığı ile kaşlarını çattı. ''Ben yorulmam, gencim genç. Seni de yormadan hallederiz bu işi. Dur bak.'' dedikten sonra teyzesine döndü. ''Teyze, sizin el arabası odunlukta mı?'' ''Evet ama hayırdır? O ne alaka şimdi yavrum?'' ''Heh iyi. Görürsün ne alaka teyzeciğim. Sen bana bir kaç minder kap getir. Anne, sen de ananeannemi bahçeye getir. Hadi bakayım.'' İtiraz istemeyen, buyurucu fakat saygılı ses tonu üzerine kimseye diyecek laf bırakmamıştı genç adam. Hızlıca dışarıya çıkıp odunluğa girdi, el arabasının üzerindeki bir kaç şeyi kenarı koyup alaleti dışarı çıkarttı. İçindeki tozları sirkeleyip evin girişine baktı. Teyzesi de gelmişti işte! Teyzesinin elindeki minderleri alıp el arabasına güzelce döşedi. Bir kaç dakika içinde annesi ve anneannesi de gelmişti. Anneannesinin merdivenlerden inmesi zordu, bunu bildiği için bir kaç adımda oraya vardı ve yaşlı kadını kucakladı. ''Hoopp! İlyas ulaştırma a.ş. hizmetinizde efendim.'' Yaşlı kadını el arabasına yavaşça bırakıp rahat etmesini sağladı. Sırtının arkasına da bir minder koydu. Şalvarını düzeltip kadının heyecanla parıldayan gözlerine baktı. Nemlenmişti. ''Aaa, ama sen de yaşlandıkça sulu göz oldun anneanne! Ağlanacak yer var, ağlanmayacak yer var. Şimdi gülme zamanı. Hadi bakayım.'' dedikten sonra kadının yanağından bir makas aldı ve arkasına geçti. El arabasının iki ucundan tutup ''Tutun bakayım.'' dedi ve besmeleyle sürmeye başladı. İdil hanım ve Nilgün hanım, yanlarından uzaklaşan annelerinin ve gencin arkasından bakıp gülümsediler. Nilgün hanım ''Ay ablaa, bu İlyas büyüdü ha.'' dedi ve ablasının kolunu dürtükledi. ''Büyüdü tabi.'' ''Kaç yaşında şimdi?'' ''Yirmi bire girecek işte.'' ''Ooovv! Var mı peki birileri? Görüştüğü ya da hoşladnığı falan?'' İki kardeş içeriye girip yeniden balkona oturdular. Bir yandan da genç oğlan hakkında konuşuyorlardı hâlâ. ''Bilmiyorum ki. Yok herhalde. Bana bahsetmedi hiç şimdiye dek. Gözlemlerimden de bir şeye rastlamadım. Zate üniversite kimseyle dostluğu yok. Kendi halinde takılıyor yine.'' ''E bu lisede de kendi halinde takılıyordu. Hiç arkadaşı yok mu bu çocuğun?'' ''Var var. Lisede sonradan Hira ve Merve ile arkadaş olup onların abisi arkadaşları ile falan yakın olmuştu ya. Onlarla görüşüyor hâlâ.'' ''Hıımm. E okul nasıl gidiyormuş peki?'' ''İyi diyor bize. Zaten isteyerek seçti iç mimarlığı. Keyfi yerinde. Mezun olduktan sonra babasının atölyesinde işleri devralır. Oh mis.'' ''Aynen öyle. EE peki devam ediyor mu boya yapmaya, duvar süslemeye falan?'' ''İsteyen olursa gidip yapıyor. Hem zaten seviyor çizmeyi. Sevdiği şeyi yapmış oluyor, para da kazanıyor. Gerçi el işlerine de merak saldı. Evde ne varsa çöpe attırmıyor, onu bir şekilde geri dönüştürüp işe yarar bir şeye dönüştürüyor. Ne zamandır şişe kapağı biriktiriyordu, onlarla lambanın etrafına ne güzel bir dekor yaptı bir görsen Nilgün. Dur resmi vardı, göstereyim.'' Nilgün hanım, ablasının gösterdiği şeylere bakarken gerçekten etkilenmişti. ''Ayy abla, çok güzeller. Söyleyeyim İlyas'a da bana da yapsın böyle şeyler. Tam benlik.'' İdil hanım gülümsedi. ''Söyle yapsın, teyzesisin.'' Nilgün hanım ve İdil hanım iki kardeş sohbet ederken İlyas da mahallede anneannesine tur attırıyordu. Yavaş yavaş, her sokakta dolaşıyorlardı. Bazı yerlerde duruyorlardı, anneannesi birileriyle ayaküstü sohbet ediyordu. Nasıl mutluydu! Bir ara kardeşi İhsan ve kuzenlerini de görmüşlerdi. Bir evin bahçesinde oynuyorlardı. Onlar da anneannelerini öyle görünce hoşlarına gitmiş, başına toplanmışlardı. İlyas'tan ''Bizi de böyle gezdirsene!'' diye istekte bulunmuşlardı. Çocuklar işte, eğlence görüyorlardı bunu. Tabi İlyas reddetmişti bu isteklerini. ''Gidin koşup oynayın oğlum, eliniz ayağınız tutuyor çok şükür!'' demişti. ''Ben anneannemin hizmetindeyim bugün. Başkasına yer yok. Programım dolu.'' Çocuklar oyununa devam ederken onlar da anneanne torun mahallede dolaşmayı sürdürmüşlerdi. Yaşlı kadın mahalleden çıkıp biraz bağ bahçelerin olduğu yere gitmek istemişti. Yeşillik görmek istiyordu. Şöyle yakından çiçekleri solumak, ağaçları selamlamak... ''İlyas'ım, yorulmazsan eğer eniştenin tarlasına doğru gidelim mi? Ağaçlara yeşilliklere bakarım bi. Ne zamandır içlerine giremedim.'' İlyas ''Gideriz tabi canım benim.'' demiş ve rotayı değiştirmişti. Yolda anneannesi ona eskilerden bahsetmiş, bazı anılarını anlatmıştı. Çok hoşuna gitmişti bu. İnsanların hikayelerini dinlemeyi severdi. Başka başka hayatlara tanık olmayı... Dedesi de küçükken onlara hep hikayeler anlatırdı. Bazen de kendi hayatını anlatırdı. Çok hoşlarına giderdi. Ama bir kaç yıl önce vefat etmişti. Özlüyordu dedesini... ''... İşte öyle. Ah ah, keşke bir kumbaram olsaydı, anı kumbarası, ona bu anıları biriktirmiş olsaydım. Arada çıkarıp çıkarıp baksam, hatırlasaydım hepsini. En değelilerini.'' Anneannesinin kullandığı terim, İlyas'ın zihninde bir fitil yanmasına sebep olmuştu. ''Anı kumbarası ha?'' diye mırıldandı. Güzel fikirdi. Ve bu güzel fikir tam da arkadaşları ile kuracakları kanala aradıkları isim olabilirdi! Birden heyecanlanmıştı. Suratındaki heyecanlı gülümseme ile birlikte el arabasını durdurup öne doğru adım attı ve yaşlı kadının yüzüne baktı. ''Anneanne valla senin bile katkın oldu bizim kanala! İsmi senden! Gözümüz aydın! Kesin bizimkiler de çok beğenecek!'' Kadın ne olduğunu anlamamıştı. ''Hayırdır oğlum, ne kanalı?'' dedi merakla. İlyas yeniden arabayı sürmeye devam ederken bir yandan da anneannesine yeni projelerini anlatmaya koyulmuştu. ''İşte böyle! İsmi kalmıştı bir, onu da senin sayende hallettik. Şimdi Nihal de bir logo tasarlardı ve tamamdır! Nihal grafik tasarımı okuduğu için bu işler onun ellerinden öpüyordu. Tarlaya geldiklerinde İlyas el arabasını bahçenin içlerine doğru sürdü. minderlerin birini bir ağacın dibine koyduktan sonra anneannesini indirdi ve oraya oturttu. Sonra kendisi de yanına oturdu. İlyas dinlenirken yaşlı kadın da bulunduğu yerin ve ânın tadını çıkartıyordu. Bir ara telefonunu çıkartıp unutmadan evvel isim fikrini gruba yazdı. Mesajını ilk gören Ubeyd olmuş, beğendiğini belirtmişti. Sonra Mervenur ve Engin'den de onay gelmişti. Diğerleri henüz görmemişti. Fikrin anneannesinden olduğunu yazıp gülücük bıraktı. Gençler anneannesine selam söyleyince bu selamı yanındaki kadına iletti ve sohbete daldılar. Bir saat kadar orada oturduktan sonra yavaş yavaş toparlanıp aynı şekilde eve dönüş yolunu tuttular. Bu gezinti anneannesinin çok hoşuna gitmişti. İlyas'a bütün gün dua etmişti. Yüzünde gülümseme vardı. O gülümseme ve dualar, İlyas için her şeye değerdi. 🍂 Resmen bu yaz evleniyorlardı! İnanması zordu gerçekten. İki aile de şimdiden ihtiyaçları almak için çeyiz meyiz hazırlığına girmişti. İki seneliğine İstanbul'da küçük bir ev kiralayacaklardı. Şimdiden bir öğrenci evine bakıyorlardı. Tabi onlar yalnız iki öğrenci olarak değil çift olarak yaşayacaklardı bu iki odalı küçük evde. Sahibiyle şimdiden görüşmüşlerdi, ki kendisi Elif'in akrabası olduğundan sıkıntı çıkmayacaktı inşallah. Allah bu hayırlı iş için yollarını açmıştı. Yoksa İstanbul'da hem okula çok uzak olmayan hem de fiyatı boylarını aşmayacak uygun bir ev bulmak zordu. Yangından sonra evleri ancak toparlanmıştı. Bu hafta rahatça, eskisi gibi evlerinde kalmaya başlamışlardı. Ramazanda temizlik işleri zor olsa da Allah razı olsun İnci hanımlar ve kızlar da gelip yardım edince hallolmuştu. El birliği ile evin içi de kolayca eski haline gelmişti. Geleneksel toplu iftarlarını bu sene de kitapkafede yapmışlardı. Şimdi ise yine misafirleri vardı, beraber iftar yapacaklardı. Akşam için hazırlık yapıyorlardı anne-kız. ''Mahirler geliyor, değil mi kızım? Bir aksilik olmasın.'' ''Geliyor anne, yoldalar şu an.'' Mahir İstanbul'da çalıştığı için yalnızca tatillerde eve geliyordu. Hira okula kendince ara vermiş, devamsızlık hakkını kullanıyordu ama genç adam işe de gittiğinden öyle bir şansı yoktu. Eh, evlenmek niyeti varsa çalışması lazımdı. Elinden geleni yapıyordu. Ama bu akşamki iftara da yetişecekti şükür. Üstelik Elif ve Cemil ile birlikte geliyorlardı. Aileleri isimlerini çok duysa, resimlerini görse de bizzat tanışmamaışlardı henüz Elif ve Cemil ile. Bugüne nasipti. Harun dedeyi bir ahbabı iftara davet etmiş, o da icabet etmek istemişti. Zahid iftarda evde yalnızdı. Süheyl bey ve Mahir'in ısrarlarıyla o da onlarla birlikte iftar yapacaktı. Zaten Cemil ile tanışmışlardı en son İstanbul'a gidişinde. Bu kısa film ve kanal işi sayesinde de iletişimdelerdi. Erkekler ve kadınlar ayrı oturacağından sorun olmayacaktı. Yabancı yoktu. Süheyl bey, Akgün bey, Cemil, Ebuzer ve Mahir. Aaa tabi bir de küçük prens vardı, Hâris. İftar hazırlıkları her zamanki gibi sürerken Zahid de çok güzel salatalar yapan biri olarak Kübra teyzesine salata yapmamasını, o işin kendisinde olduğunu tembihlemişti. Çeşitli, değişik değişik salatalar ve salata çeşitleri yapıyordu. Onun salataları nâm salmıştı bile aralarında. Evde bazı malzemelerin eksik olduğunu bildiği için market yapmaya çıkmıştı. Hazır çıkmışken aylık marketi de yapacaktı, bu sebeple Süheyl beyin arabasını ödünç almıştı. Ehliyeti alalı iki sene olsa da, arabası olmayınca bu ehliyeti pek kullandığı söylenemezdi. Yalnızca Süheyl bey ona arabasını verdiğinde kullanıyordu. Marketteki işini hallettikten sonra elindeki poşetlerle arabaya yürüdü ve aldıklarını bagaja yerleştirip şoför koltuğundaki yerini aldı. Kemerini takıp besmele çekti, arabayı çalıştırdı. Teybi açtığında kulağına hemen tanıdık bir melodi doluşmuştu. Bu şarkıyı severdi. Barış Manço'nun tüm şarkılarını severdi aslında. Ezberindeki sözlere eşlik etmeye başladı. ''Hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde / Bir türkü tutturmuşum, duyuyorsun değil mi?'' Mırıltıları eşliğinde eve vardı. Bagajdakileri iki eline alıp arabayı kitlemek için kumandaki düğmeye bastı ve evin kapısı önünde durdu. Ayakkabısının ucuyla kapıya tıklattığında kapı kısa bir süre içinde aralanmıştı. Fakat beklediğinin aksine karşısındaki Harun dede değil, Ubeyd'di. Şaşkın ama bir o kadar da sevinçli nidasına tebessümü eşlik etti. ''Ubeyd!'' ''Zahid, hoş geldin. Ver yardım edeyim.'' Zahid ''Asıl sen hoş geldin kardeşim.'' derken bir elindeki poşetleri Ubeyd'e uzattı. Ayakkabılarını çıkartıp içeriye girdi ve arkadaşıyla ayaküstü konuşarak mutfağa geçtiler. Zahid bozulabilecek malzemeleri hızlıca dolaba yerleştirirken Ubeyd de sandalyede oturmuş, arkadaşıyla sohbet ediyordu. Ubeyd, buralardan geçmişken uğradığını söylemişti Zahid'e. Yalan değildi, ama tam doğru da değildi. Bu uğramanın arkasında Harun dedenin ricası yatıyordu. Ubeyd hukuk öğrencisi olduğundan ona bazı şeyleri danışmıştı Harun dede. Sağ olsun genç adam da onu kırmamış, yardımcı olmuştu. Mutfaktaki işleri bitince içeriye geçmiş, Harun dede ile birlikte bir süre oturup üçlü olarak sohbet etmişlerdi. İftar saatinin yaklaşmasına yakın Ubeyd müsaade istemişti, bir yere davetli olduğunu belirtip vedalaşmış ve ayrılmıştı yanlarından. Zahid mutfakta salatasını yaparken Harun dede Kur'an okumuş, vaktin uygun olduğunu düşündüğü bir zamanda da Zahid'e veda edip davet edildiği ahbabının evine gitmek üzere yola çıkmıştı. Zahid onu arabayla bırakmayı teklif etse de biraz yürümek istediğini, ayaklarına iyi geldiğini söylemişti yaşlı adam. Eh, o da kabullenmişti. Evde yalnız kalmıştı genç adam. Salatasını hazırlayıp mutfağı toparladıktan sonra Sevdeciği ile görüntülü konuştuktan sonra hazırladığını alıp arabanın arkasına koydu ve Süheyl beylerin evinin önüne ulaştı. Arabayı yerine park edip salatasını unutmayarak kapıya gitti. Süheyl bey kapıyı açmıştı. Selamlaştılar, arabanın anahtarını Süheyl beye verip teşekkür etti ve elindekini koymak için mutfağa geçti. Ebuzer ve Hira'nın bir şeylerle uğraştığını gördü. Enerjik sesiyle selam verip elindekini masanın üzerine bıraktığında Hira da Ebuzer de ona dönmüş, selamını alıp hoş geldin demişlerdi. ''Ne yapıyorsunuz bakalım?'' deyip yanlarına yaklaştı ve tezgaha doğru baktı. ''Ne yapalım, abime yumurta nasıl çırpılır onu öğretiyorum.'' ''Hahaha çok komiksin Hira. Asıl ben Hira'ya soğan nasıl kavrulur onu öğretiyorum.'' Ebuzer ve Hira'nın iki cümleyle başlayan atışması az sonra kar topunun çığa dönmesi gibi büyürken Zahid kıs kıs gülmeye başlamıştı. Normalde ortalık kızıştırma, didişme ve insanlarla uğraşma görevi onun olurdu ama bu kez abi kardeş ona fırsat vermemişti bile. ''Eh, sadece yapması değil izlemesi de zevkliymiş,'' diye düşündü. Fakat onların didişmesi yüzünden mutfaktaki iş ilerlemiyordu. Ve içeriden Kübra hanımın sesini duymuşlardı, Mahirler varmak üzereydi. ''Çekilin şuradan, abinize yol verin gençler.'' deyip işe el koydu Zahid. ''Ver şunu bakayım.'' derken önce Hira'nın elindeki tahta kaşığa uzandı. Soğanları güzelce karıştırmaya başladı. ''Şimdi izleyin de öğrenin, Zahid usta ve mutfaktaki maharetleri konuşacak şimdi.'' Ebuzer ve Hira önce birbirlerine sonra Zahid'e bakıp güldüğü sırada Kübra hanım da içeriye girdi. ''Ne yaptınız çocuğum?'' Zahid hemen lafa atladı. ''Valla Kübra teyze ben olmasam senin bu çocuklarının hiçbir şey becerebileceği yok. Anca didişiyorlar.'' Ebuzer ve Hira duydukları üzerine huysuzlanırken Kübra hanım dertli dertli başını salladı. ''Bunların didişmesi hiç bitmez ki yavrum. Birbirlerini bırak, küçücük Hârisle bile geçinemiyorlar kimi zaman.'' Ebuzer ''Kardeş olmanın kanunu bu annecim.'' diye sakin bir açıklama getirdi bu yargıya. ''Yok ya! Ben hiç Sevdeciğimle didişiyor muyum?'' Hira kaşlarını kaldırarak yanındaki gence baktı. ''El kadar çocuk, üç yaşında. Utanmıyorsan didiş Zahidcim!'' ''Aynen. Büyüsün biraz, o zaman göreceğim ben seni.'' Zahid onları umursamayıp güldü geçti, Sevdesine en fazla şakasına takılırdı o. ''Kübra teyzem, bunlar beni kıskandı sanki?'' ''Bence de oğlum.'' deyip gülümsedi Kübra hanım. Ardından o da eksikleri tamamlamak için kollarını sıvadı. Anne olarak hepsine birer görev verdikten sonra hep beraber neşe içinde mutfakta dolanmaya başladılar. Az sonra gülüş seslerine dayanamayıp merak ederek Süheyl bey de gelmişti. Hâris de eksik kalmamıştı elbet. Evde enerjisi yüksek, neşeli bir atmosfer hakimdi. Bu hazırlık süreci hepsinin zihninde çekirdek anı olarak kaydolmuştu. |
0% |