Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37 • Mutluluk Peşinde •

@sukunettekelimeler

İnsan sevgiye muhtaçtır; merhamete, mânâya, anlayışa ve saygıya
Bütün acılar eksiklikten değil mi
sevenin, anlayanın eksikliğinden

 🍂


Genç adam bir elinde telefonunu kulağına tutuyor; bir yandan hızlı adımlarla kampüste yürüyordu. Eskişehirdeki son yılı olacaktı bu.

''Son seneye başladık resmen be!''

Engin'in heyecanla konuşması üzerine karşı taraftan Zahid'in kahkahası duyuldu. ''Kendi adına konuşur musun lütfen?! Benim daha çok var!''

Engin, arkadaşının tıp okuduğunu hatırlayınca bir an hafifçe güldü. Onun adına üzülüyordu. Kendileri mezun olurken Zahid hâlâ eğitimine devam ediyor olacaktı. Ama olsun, Zahid memnundu hayatından. Önemli olan da buydu. Bir amacı vardı ve o yolda yürüyordu genç adam.

''Aaa doğru ya! Bir an aklımdan çıktı kardeşim ya kusura bakma. Olsun olsun, sen de göreceksin mezun olduğun günleri. Gururla alnından öpeceğim seni!''

Engin son cümlesini söylerken dalga geçerek gülmüştü. Eh, öpmeyi hiç sevmeyen biriydi kendisi. Annesi istisnaydı bi.

''Hatırlatırım bunu yalnız!''

Zahid'in yanıtına gülerek başını öne eğdi. Biri omzuna çarpınca aniden irkildi ve telefonunu düşmemesi için sıkıca tutarken, dengesini toparladı. Epey sert çarpmıştı kız. Neyse ki ikisi de düşmemiş, bir şeylerini düşürmemiş ve iyilerdi. Kendisinden biraz kısa olan kız, mahçup gözlerle ona bakıp çabucak ''Çok özür dilerim!'' dedikten sonra hiç beklemeden uzaklaştı.

Bu kızı resmen tanımasa da karşılaştığı olmuştu. Bazı dersleri ortaktı. Ayrıca her aktivitede yer alan sosyal biriydi. Her yerden çıkabiliyordu. Okulda tanımayan da yoktu herhalde. Ha bu simanın herkese tanıdık omasının bir sebebi de okulun birlikte takılan meşhur bir grup öğrencisine onun da dahil olmasıydı. Engin pek hoşlanmıyordu o gruptaki gençlerden, kız erkek fark etmeksizin. Bu okul benim havasında olan, dünya kendi etraflarında dönüyor sanan tiplerdi. Bir kaç olayda şahit olmuştu buna. Gerçi bu kız onlara nazaran daha oturaklıydı. Kız biraz dalgın ve sıkıntılı gibiydi ama Engin pek kafasına takmadan saniyeler içinde unuttu bile bu ufak olayı. Ahizenin arkasında kendisine seslenip cevap alamayan arkadaşına verdi dikkatini.

''Engiiin! Ne oldu oğlum, sesin gelmiyor!''

''Konuşmadığım için gelmiyor olabilir mi Zahid?''

''E konuşsana o zaman! Değerli dakikalarımı sana harcıyorum burada, insafsız!''

''Tamam ya, bir dakika cevap veremedik iyi ki ha! Ne demiştin? Duyamadım da?''

Zahid az evvel üç kere sorduğu soruyu sabırla tekrarlardı. ''Ebuzerler ile İstanbul'da bir haftasonu buluşalım diyorum? İstanbul havası alırız, gezeriz biraz. Ankara beni bunalttı.''

''Haa, olabilir.'' dedi Engin. Güzel fikirdi. İstanbul gezmek için güzel şehirdi. ''Bana uyar. Hepimiz için uygun bir zaman belirleriz. Gruptan konuşuruz yine.''

''Tamamdır.'' dedikten sonra bir an duraksadı Zahid, ve Engin'e değil başkasına hitap ettiği belli olarak ''Geliyorum, bir dakika!'' dedikten sonra devam etti. ''Engin şimdi kapatmam lazım kardeşim. Yine konuşuruz sonra.''

''Tamam Zahid. Allah'a emanet ol.''

''Sen de.''

Engin, çoktan binaya girmişti. Dersi olan sınıfa geçmeden evvel otomattan bir çay aldı. Sınıfa geçip hocanın gelmesini beklerken oturduğu sırada çayını yudumlamaya başladı. Bir yandan da elindeki telefona bakıyordu. Annesinin attığı, annesinin telefonunu ele geçirip küçük kardeşinin attığı mesajlara bakıp bu karmaşada kim ne yazmış, hangisi ciddi hangisi şaka anlamaya çalışıyordu. Kardeşinin mesajlarından birine istemsizce güldüğünde suratında bir tebessüm oluşmuştu, normaldeki ciddiyetine karşın. Uzun boyu, geniş gövdesi, yaşıtlarından büyük gösteren yapısı ile heybetli bir gençti. Ciddi de durunca ayrı bir havası vardı.

''Ooo kimler gelmiş? Beyza hanım, bugün neler anlatacaksınız bize? Yoksa namaza falan mı başladın?! Ya da bizimle ilişkini kesmeye falan mı karar verdin? Kendine dindar arkadaşlar edinmeye falan?''

''Saçma saçma konuşma Ülkü!''

''Niye, çocuk haklı Beyzacığım. Bu aralar pek bir merak saldın dini şeylere. Korkmaya başladık valla.''

Kulağına çalınan diyalog, sessiz sınıfta herkes tarafından rahatça işitiliyordu. Engin istemsizce başını çevirdi. İşte, demin kendisine çarpan kızdı bu. Beyza. Diğerleri de züppe arkadaşları.

''Öyle olsa bile sizi ilgilendirmez. Hem korkulacak neyi varmış dini şeylerin?''

Beyza'nın yanıtı işitilirken Engin tekrar önüne dönmüştü. Çayından bir yudum alıp Ülkü denen çocuğun cümleleri altındaki imayı kafasına takmamaya çalıştı.

''Neyi mi var? Sen de yobaz, gerici mi olacaksın canım? Bir de neyi var diyor. Bence sen artık yeni arkadaşın olan o kızla çok takılma. Sana iyi gelmiyor.''

Kızın söylediği ve kullandığı kelimelere karşın Engin'in sinirleri hoplamıştı. İçinden sabır çekip 'selam' dedi. Cahille karşılaşınca selam deyip geçmeyi öğütlüyordu dini. Olay çıkaracak değildi. Tersine, onlar için dua etti. Bilmediklerinden düşmandılar. Bilseler böyle olmazlardı.

''Tersine Lale, o kız bana çok geliyor.''

Beyza uzatmadan, açıklama girişimi yapmadan yerine oturdu. Çünkü arkadaşlarının laftan anlamayacaklarını biliyordu. Eğer onların söylediklerine karşı çıkıp anlatmaya çalışsa, yaptığı tek şey nefesini boşa tüketmek olurdu. İyi tanıyordu arkadaşlarını. Ya da öyle sanıyordu. Hepsi dindar insanları küçük görüyordu. Hayatı canları ne isterse onu yapmakla geçiriyorlardı. Mutluluğun peşini kovalamayalıydı insan, onlara göre. Sonuçta ölünce hayat sona erecekti.

Bir zamanlar Beyza kendisi de böyleydi. Ama son bir kaç aydır değişmişti. Ölünce son bulacaktı her şey, öyle mi, hiçbir şey yaşanmamış gibi? Yok, kabul edememişti bunu hiç bir zaman. O zaman suçsuz yere onca acı çeken insana ne olacaktı? Onların ne günahı vardı da tek sefer geldikleri hayatta mutlu olamayıp acılara mahkum oluyorlardı? Yoksulluk, açlık, sefalet, evsizlik, yetimlik, öksüzlük, taciz edilmek, istismara uğramak, haksızlığa uğramak, hastalıklarla boğuşmak, savaşlarla mahvolmak, ölmek gibi çeşitli onlarca duruma maruz kalanların farkı neydi de onlar bunları yaşarken diğerleri sefa sürecekti? Haksızlık olurdu bu, Beyza kabullenemezdi.

Bir insanın gözlerinde gördüğü acıya karşı duyarsız kalabilen bir insan değildi o. Bir insanın gözlerinde gördüğü acıya karşı duyarsız kalabilen, insan değildi zaten. Bir masumun gözyaşı, birilerinin kalbine düşüp sızlatmalıydı.

Yeni komşuları ile kaynaşmışlar, kendi yaşlarındaki kızlarıyla arkadaş olmuşlardı. İlkin tesettürlü olan bu kız ile çok samimi olmasa da onunla zaman geçirdikçe ne kadar ısınmıştı ona kalbi. Dünya tatlısı, karşısındakini kırmaktan çekinen, hassas ve duyarlı bir kızdı arkadaşı Kıymet. Daha önce hissetmediği bir bağ oluşmuştu aralarında. Çok sayıda arkadaşı olmuştu Beyza'nın ama bu kız bir başkaydı. Hiç böylesine sıcak, seviyeli, samimi, çıkarsız bir dostluk bağı olmamıştı. Meğer ne çok susamıştı ruhu insan hakkında sohbet etmeye. Ama insanların eksiği gediği, hatası yanlışı, giyimi kuşamı, en son aldığı kıyafeti arabası hakkında değil, insan olmanın hakkında... Kırılmıştı bütün ön yargıları. Adım atmıştı, adımlar atmıştı Allah'a.

Arkadaşları da bu değişimi farketmiş, konuşuyorlardı ileri geri. Güya takılıyorlardı laflarıyla, ama hiç hoş değildi bu. Beyza, onları bu konuda uyarmış olsa bile işe yaramamıştı anlaşıldığı üzere.

''Bak Beyza, yarın bir gün iyice abartma da, şimdi hevesini almak için ne yaparsan yap.''

Ülkü'nün az evvelkinden daha ciddi bir şekilde söylediği cümle üzerine kız kaşlarını çattı. Ona ailesi bile karışmazken, bu çocuk ne hakla bunları söylüyordu ki? Arkadaşsa arkadaşlığını, yerini bilmeliydi.

''Birincisi, heves almak için adım atmadım ben bu yola. Rahatsız oluyorsan da benimle arkadaş olmak zorunda değilsin. İkincisi, ne derece neyi abartacağıma sen karışamazsın Ülkü. Daha fazla uzatma şimdi, rica ediyorum.''

Ülkü isimli gencin alay ve şaşkınlık ile dudaklarının arasından çıkan gülüşe benzer ama gülüşle alakası omayan sesi işitildi.

''Hah, arkadaş omak zorunda değilsin diyor bir de. Çok komiksin gerçekten Beyza! Ama gülmedim!''

Beyza şaka yapmıyordu ama bunu dile getirmedi. Sinirlerini bozmaya başlamıştı arkadaşlarının bu davranışları. Okuduğu bir kaç kitap ve söylediği bir iki şey ile bu hale gelmişti davranışları. Acaba Kur'an okusa, namaz kılsa ne yaparlardı!? Gerçi kendisini bunlara uzak görüyordu şuan. Bu kadar çabuk değişeceğini de düşünmüyordu. Hocanın sınıfı girmesi ile dikkatini Ülkü ve Lale'den ayırdı. Sınıfa hocayla birlikte giren diğer iki arkadaşına selam verdi ve derse döndü.

 

🍂



''Anlamın olmadığı bir hayatın mutluluk getireceğini sanmam. Anlamsız hayat sığ ve bencil bir hayattır, her şey iyi gider, arzular kolayca doyurulur. Lakin içeride devasa bir boşluk, kendini büyüten bir kara delik kalır. Maddeyi ve eşyayı emer de doymayan bir ejderha gibi daha çoğunu ister. Halbuki sevgi, almaktan çok vermektir. Anlamlı bir hayatın mihverini de verebilmek ve paylaşabilmek oluşturur. Kendi küçük benliğimizin ötesinde bir bağ kurmak. Uğruna yaşanacak ülküler, bizimle zail olmayacak bir gaye. İnsanın ötekine özen göstermediği, kendi iyiliği kadar ötekinin iyiliğini de istemediği bir toplumda bireyin mutmain olması zor. Benim başarım ötekinin yenilgisi oluyorsa, haset orada kolaylıkla filizlenir.'' *

Genç kız okuduğu her satırda onlarca düşünceye dalıyordu. Cümlelerin hepsinin arasında dura dura düşünüyor, kendisiyle bir iç konuşmaya giriyordu. Ne kadar doğruydu şu paragraf. Sanki yazar, kendisine yazmıştı. Beyza'nın bir gün bunu okuyacağını ve ona iyi gelebileceğini tahmin etmiş, kitaba bu cümleleri iliştirmişti sanki. Tesadüfe bak! Yok ya da, tesadüf değildi bu. Arkadaşı Kıymet'in bahsettiği şu kelime vardı ya, adı neydi, ıııımm hah, tevafuk! Evet evet, tevafuktu bu. İlahi bir elin parmağı olmalıydı tüm bunlarda. İnsan aklından büyük bir varlığın takdiriydi bu, hissediyordu.

Karşısına Kıymet'i çıkaran, içinde büyüyen boşluğu ve anlamsızlığı onun aracılığı ile dolduran bir yaratıcı vardı: Allah. Kızın, yaşarken arada bir kültürden kaynaklı olarak adını ağzına aldığı, inandığı, ama ne öğütlediğini bilmediği Allah. Kızınca ''Allah Allah!'' dese, yeri gelince ''Tövbe tövbe!'', bazen ''Hay Allah'ım ya!'' gibi cümleler kullansa da; sadece bu halk ağzında kalan ve basitleştirilmiş olarak bildiği Allah'ı daha yakından tanımaya başlamıştı artık. Ve O'nunla birlikte kendisini de daha iyi tanımaya başlamıştı.

Aynı bu okuduğu satırlarda dediği gibi, onun anlamsız ve sıkıcı bir hayatı vardı. Anlık hazlardan oluşuyordu. Gerisi bunaltıcılık doluydu. İstekleri oluyor, arzuladıklarını yapıyor ama yine de içindeki devasa boşluğu tatmin edemiyor, dolduramıyordu. Madde ve eşya, materyalist mutluluklar yetmiyordu insana. Onların verdiği mutmainlik bir yere kadardı. Sonra bir an geliyor ki insan kayboluyor, yolunu şaşırıyordu. Ezbere bildiği sokaklar yabancı geliyor ve aşinası olduğu yüzlerle arasında onlarca kilometre mesafe varmış gibi hissediyordu.

Kendim diyordu hep, kendim nasıl mutlu olurum. Kendimi nasıl tatmin ederim. Kendimi nasıl iyi edebilirim. Nasıl iyi hissederim. Sonra Kıymet karşısına çıkmış, ona 'kendim' değil 'başkaları' da demeyi göstermişti farkında olmadan. Başkalarının iyi edince, başkalarını düşününce, onları mutlu edince, onları iyi hissettirince, onların elinden tutunca kendisi de güçleniyordu. Ne güzel histi şu paylaşmak, paylaştıkça çoğalmak. ''Paylaştıkça her şey çoğalır kızım.'' derdi ninesi, şimdi anlıyordu ne demek istediğini. Paylaştıkça çoğalan bir zamanlar düşündüğü aksine yalnız materyalist şeyler değildi, ninesi sadece bunu kast etmemişti, mutluluk ve diğer duygular da paylaştıkça çoğalıyordu.

Artık sadece kendim demiyordu. Artık yürüdüğü yollar, yediği lokmalar, sahip olduğu her şey, ilk kez karşılaştığı yabancı yüzler dahi anlamlı geliyordu. Yavaş yavaş anlam vermeyi öğrenmişti hayata. O anlam, İslam ile birlikte gelmişti. Allah ile. Her şeyde O'nun isminin tecellisi olduğunu öğrenmişti. Bundan büyük anlam nasıl var olabilirdi ki? Hüzne, çekilen acılara, hatta ölüme dahi bir anlam veren bir dindi bu. Hiçbiri boşa değildi.

''Beyza, naber?''

İsminin arkadaşı tarafından zikredildiğini işitince parmağıyla okumakta olduğu sayfayı tutup bakışlarını kitaptan ayırdı. O cevap verirken arkadaşı çoktan karşısına oturmuştu.

''İyiyim Ülkü, sen nasılsın?''

''İyi ben de. Ne okuyorsun?''

Kitabın kapağını arkadaşına doğru çevirip gösterdi. Tam da beklediği gibi Ülkü kitaba boş boş bakmıştı. Beyza bu boş bakışlara son aylarda alışmıştı. Kendisi hayatına anlam kattıkça Ülkü ve diğer arkadaşları üzerine gelir olmuşlardı. Sürekli sen değişiyorsun, artık farklısın, artık bizimle çok takılmıyorsun gibi laflar ediyorlardı. Evet değiştiğini Beyza da biliyordu ama bundan memnundu. Bu değişimin kendisine ne kadar iyi geldiğini fark edip destek olmalarını beklerdi arkadaşlarından, oysaki onlar tersini yapıyordu. Çok rahatsızlardı onun yeni halinden. Bir çoğu artık yalnızca selam verir olmuştu.

Birlikte yaptıkları bazı etkinliklere davet etmiyorlardı bile Beyza'yı. Etseler giderdi belki de, ama belli ki onlar farklı düşünüyorlardı. Ha saçma sapan yerlere elbette gitmezdi ama pikniğe, sahil kenarında bir kahve içmeye, sergi gezmeye veya sinemaya seve seve gidip arkadaşlarına katılırdı. Bir zararı yoktu çünkü orada geçirdiği vakitlerin, öyle düşünüyordu. Bu duruma en başlarda çok kırılsa da artık alışmıştı hatta biraz memnundu da. Çünkü bir tarafı onlarla çok fazla vakit geçirirse etkilenip yanlış şeyler yapmaktan korkuyordu. İnsan çevresinden etkileniyordu çünkü, buna hep inanmıştı. Bulunduğu ortamın mayası tutuyordu illa insanın bir köşesine.

Hem karşı cinsle münasebetine dikkat etmek gerektiğine dair şeyler de işitmiş, okumuştu. Daha seviyeli, daha sınırlı ve ağır başlı olmaya çalışıyordu erkeklere karşı. Gülümsemeyi huy edinmiş biri olarak biraz zorlanıyordu ama olsun. İnsan hem gülümseyip hem gereken sınırı çizebilirdi belki. Öğrenecekti artık...

''Eee, bu akşam geliyor musun Lale'nin doğum gününe?''

Bu akşam Lale'nin doğum günü vardı ve davetliydi. Kaç yıllık arkadaşıydı, gidecekti elbette. Ama çok fazla duramayacaktı muhtemelen. Annesi biraz hastalanmıştı, yanında durmak istiyordu. Babası şehir dışındaydı, abileri vardı yalnızca evde. Onlar da ne kadar biliyordu ki yemek yapmayı, iş yapmayı? Beyza olmasa kalkıp iki yumurta kırmaktansa aç oturmayı bile yeğlerlerdi. Gerçi üç numaralı abisi öyle değildi, hakkını yemesindi onun şimdi. Arada kaynatmasındı onu. Kurunun yanında yaş da yanmasın.

''Geleceğim inşallah.''

''Sevindim. Gelmen gerekiyordu zaten.''

Ülkü'nün cümlesinde yalnız kelimelerden değil ses tonundan da anlaşılan bir gereklilik durumu vardı. Bir an Beyza'nın dikkatini çekti.

''Allah Allah, neden öyle dedin?''

''Akşam görürsün. Hadi ben kaçtım. Dersim var. Görüşürüz.''

Büyük adımlarla yanından uzaklaşan arkadaşının ardından ''Görüşürüz...'' dedi. İçine bir merak duygusu çöreklenmişti ama bir tarafı da hafif tedirgin olmuştu. Bu tedirginlik de bilinmezlikten kaynaklı olabilirdi. Neyse, akşam görürdü artık.

Kasım ayı geldiği için dışarısı bazı günler çok serin oluyordu. Bugün de o günlerden biriydi ve bu sebeple Beyza da kampüsün oradaki kafede oturmuştu. Çay içmiş, kitap okuyordu. Dersine iki saat vardı buraya ilk geldiğinde, şimdiyse yarım saati kalmıştı. Artık yavaş yavaş toplansa iyi olurdu.

Telefonunu, cüzdanını ve kitabını çantasına koyup ayağa kalktı. Kabanını üzerine giyip kuşağını bağladı ve çantasını taktı. Kafeden ayrılıp mescidin olduğu binaya doğru yürümeye başladı.

Bir süredir ikindi ve akşam namazlarını kılıyordu. Sabah namazını ise uyanabildiği kadarıyla kılıyordu. Ama dün bir karar almıştı, hepsini eksiksiz kılacaktı bundan sonra. Bugün ilk günüydü. Mescidin bu binada olduğunu biliyordu ama hangi kattaydı acaba?

Koridorda ilerlerken etrafa baktı. Birine sorabilirdi. Sormak öğrenmek için en kısa yöntemdi hem. Ama koridor boştu. Bazı sınıflarına kapısı açıktı ve içeriden hocanın sesi geliyordu. İlerlemeye devam etti. Birini görünce kim olduğu farketmeksizin sorabilirdi. Koridorun sonuna yaklaşmıştı, üst kata çıkan merdivenlere yöneleceği sırada köşeye dönünce yan yana merdivenleri inen iki arkadaş ile karşı karşıya kaldı. Gençler kızın geçmesi için yana kayarken, Beyza onları ''Pardon?'' diyerek durdurdu, soru soracağını belli eden sesiyle.

İkisi de aynı anda Beyza'ya doğru baktığında kız ikisinin de ortak ders aldıkları iki arkadaş olduğunu fark etti. Bir keresinde çarpmıştı hatta şu sağdaki çocuğa, dalgın dalgın gezerse olacağı oydu tabi! Bunu bir kenarı bırakıp çabucak devam etti. ''Mescid tam olarak nerede acaba?''

Engin ve arkadaşı Saadettin de öğle namazını kılmış, yemeğe gideceklerdi. Beyza'nın sorusu üzerine sınıfta ara ara arkadaşları ile arasında geçen konuşmaları hatırladı da, gerçekten heves değildi bu kızınki. Baksana, sadece hali tavrı değildi değişen, namaza da başlamıştı demek, mescidi sorduğuna göre. Sevinmişti onun adına. Allah tamamına erdirsin diye düşünüp kıza hanımlar mescidinin yerini tarif etti.

''Üçüncü katta, koridorun sonunda, solda.''

Beyza ''Teşekkür ederim.'' deyip hafifçe gülümsedi.

Engin başını aşağı doğru hafifçe oynatıp önemli olmadığını belirten bir harekette bulunduktan sonra Beyza yukarıya, o da arkadaşıyla birlikte binanın dışına doğru yürümeye başladı.


 🍂


Derslerden sonra Lale'ye çok beğenerek bir hediye almıştı. Tam onun sevdiği gibi bir elbise. Elbiseyi görür görmez aklına Lale gelmişti. Bu sayede çok fazla hediye aramak zorunda kalmamıştı. Buna sevinmişti. Hediye seçmek her zaman zor gelmişti Beyza'ya.

Çarşıda bir camide ikindi namazını kıldıktan sonra Lale'lerin oraya giden dolmuşa binmiş, yol boyunca da kitap okumuştu. Bu sıralar okudukça okuyası geliyordu. Okumaya susamış gibiydi. Okuduklarının güzelliğindendi belki de. Bugün okuduğu kitap biterdi iki güne. Çarşıya bu hafta tekrar uğrayacağını düşünmediği için hazır gitmişken kitapçıya uğramıştı. Kıymet'in tarif ettiği bir kitapçıydı. Kitapların arasında gezmiş, ellerine alıp incelemiş, çoğunu almak istemişti. Bir iki kitap almış, diğerlerini sonraya bırakmıştı. Özellikle çok ilgini çekmişti aldıkları. Hem de arkasında yazana göre gerçek yalanmış hikayeleri anlatıyorlardı. Bu durum Beyza'nın merakını iyice kamçılıyordu. Şu an okuduğu bitse de hemen onlara başlasaydı!

İneceği durağa gelince şoföre müsait bir yere durması için seslendi ve dolmuş durunca kalkıp indi. Adımları sokakta ilerlerken, bakışları evlerin bahçelerine ve bazılarının içindeki rengarenk çiçeklere ve yemyeşil ağaçlara takılıyordu. Doğayla arasında hiç olmadığı kadar kuvvetli bir bağ oluşmuştu son zamanlarda. Ona iyi geliyordu yeşiller, çiçekler, böcekler, hayvanlar...

Arkadaşının evini uzaktan görünce adımlarını hızlandırdı. Eve daha erken dönebilmek için okuldan sonra eve bile uğramamış, direk çarşıya gidip Lale için hediye seçmişti. Eve uğrasa ve üzerini değiştirse geç kalabilirdi. Eskiden böyle özel günlerde daha şık giyinirdi ama bugün gayet sıradan tozpembe bir etek ve yarım kollu beyaz bir kazak giymişti. Üzerinde minik kurdeleler vardı. Kıyafet işini kafasına takmıyordu bile, çünkü artık önceliği dış görünüşü değildi. İç görünüşüydü.

Evin bahçesindeki demir kapısını hafifçe itip açılan boşluktan içeriye girdi. İç kapının önünde adımlarını durdurup zile bastığında kapıyı Lale'nin kız kardeşi açmıştı. Onunla selamlaştılar ve ayaküstü konuştular. Ardından Beyza kabanını çıkartıp askıya astı. İçeriden gelen hafif müzik sesi işitiliyordu. Lale'nin en sevdiği klasik müziklerden biriydi çalan.

Beyza geniş salona geçip etrafa bakındı. Balonlar ve süslerle dekore edilmişti salon. Bir köşede üzeri yiyecek içecek dolu masa, bir köşede müzik seti ve DJ'lik yapan gruptan arkadaşları, salona koyulmuş bir kaç masanın başında kümeler halinde sohbet eden okuldan insanlar vardı.

Lale'yi Ülkü ve bir kaç diğer yakın arkadaşları ile birlikte kahkahalarla gülerken görünce tebessüm etti kız. Lale'yi severdi gerçekten, böyle mutlu olması kıymetliydi onun için. Yanlarına gidip selam verdi, doğum günü kızı olan Lale'ye sarıldı. Lale açık mavi simli, yırtmaçlı, etekleri bileklerine gelen, omuzlarındaki askılarında süslemelerle kıyafete şıklık katan işlemeleri bulunan bir elbise giyiyordu. Elbiseyi de, arkadaşının üzerinde duruşunu da çok beğenmişti Beyza. Bu iltifatları ona da söylediğinde Lale hem teşekkür etmiş, hem de "her zamanki halim" demişti gülerek.
Beyza da gülümsemişti.

''Ee sen neden bunları giydin? İnsan doğum gününe giderken şık giyinir. Keşke yeşil elbiseni giyseydin. İstersen benimkilerden vereyim?"

Beyza, Lale'nin kendisine bakıp söylediği cümlelerde biraz burun kıvırma olduğunu sezer gibi oldu. Ama hemen sonra bunu düşünen yanına kızdı. Kötü niyetle dememiştir arkadaşı sonuçta, neden hemen takılıyordu kızın dediklerine.

"Yok, sağ ol canım benim. İyi böyle."

"Ama çok basit bu kıyafetler Beyza. Şık bir şeyle vereyim işte."

Beyza cevap vermek için dudaklarını aralayacağı sırada Ülkü araya girmişti. O konuşunca Beyza'nın bakışları da ona çevrildi. Hiç olmadığı kadar şık giyinmişti bugün genç adam. Pantolonu gömleği, ceketi ve saati, saçları ve duruşu ile epey cool olmuştu. Bugüne özel giyinmişti belli ki. Normalde nereye gittiğine pek aldırmaksızın nasıl rahat ederse öyle giyinirdi Ülkü.

"Beyza basit kıyafetlerin içinde de gayet şık ve güzel görünüyor, ve bunun farkında demek ki, Lale. Bunaltma kızı."

Ülkü'nün nazik bir şekilde kurduğu cümle Lale'nin moralini bozmuştu. Bir an afallayıp şekli değişen yüzünden belliydi ve bu Beyza'nın gözünden kaçmamıştı. Ama kız hemen kendine çeki düzen verip bir şey olmamış gibi başını sallamış ve "Ben yeni gelen arkadaşlara da hoş geldin diyeyim." deyip uzaklaşmıştı yanlarından.
Beyza biraz gerildiğini hissetti bu durum üzerine. Ülkü'nün sadece bu konuyu kapatma amacı ve kendisinin kötü hissetmemesi için böyle söylediğini biliyordu ama Lale'nin o anlık yüz ifadesi de kafasına takılmıştı. Modunun düşmesine de yetmişti.

İlerleyen dakikalarda pasta kesilmiş, ikramlar yenmiş ve dans etmişlerdi. Beyza kenarıda oturup kurabiyeleri yemeyi dans etmeye tercih etmişti. Bunun hoş olacağını sanmıyordu çünkü. O kafasının içinde bu anlık zevklerin bir gün kendi gibi arkadaşlarını da yorup yormayacağını düşünüyordu.

Dans etmeyi o da seviyordu. Bazen şarkı söyleyip hoplayıp zıplamak, dönmek, sallanmak geliyordu içinden. İçindeki enerjiyi boşaltmak. Ama bunu herkesin önünde yapmak yerine evinde de yapabilirdi. Amacından sapmaya gerek yoktu.

"Evet gençler! Dikkatleri buraya verelim! "

Ülkü'nün sesini işitince elindeki kurabiyeyi seyretmeye son verip ağzına attı ve dikkatini arkadaşına verdi. Müziğin sesini epey kıstırmış, onlarca çift gözün önünde dikiliyordu arkadaşı. Herkes gibi Beyza da Ülkü'nün neler diyeceğini yahut ne yapacağını bekliyordu.

"Bugün hepimizin bildiği gibi özel bir gün. Hele de Lâle için. Ama benim için ayrı bir özelliği var. Benim için bugünü unutulmaz kılan iki şey var. Ve hep de olacak. İlkiyle başlayacağım. Burada bulunma nedeniniz ve tabi benim de bulunma nedenim. Yani Lale'nin doğum günü."

Herkes gibi Beyza da Lale'ye baktı. Ama herkes dikkatini yeniden konuşan gence verirken Beyza arkadaşına bakmayı sürdürdü çünkü gözlerinde bir şeyler yakalamıştı sanki. Daha önce fark etmediği şeyler. Ülkü konuşurken gülümseyişi ve heyecanla dinleyip bu şekilde bakışı. Bu bakışlarda bir arkadaşa olan bakışlardan fazlası var gibiydi. Peki ne zamandır? Beyza neden hiç anlamamış, görmemişti?

"Lale dünyanın en güzel, en iyi kızlarından biri hiç şüphesiz. Farklı bir havası var, sizi ânında kendisine bağlar, samimiyetini hissedebilirsiniz. Sevdiklerini hep destekler, hep yanlarında durur. Hatta hata yapsalar da. Gerçi bu iyi mi bilmiyorum çünkü ben çok saçma bir hata yaptığımda da yanımda olup beni sorun olmadığına ikna etmişti ve sonra neredeyse kodesi boyluyorduk."

Ülkü'nün gülümseyerek anlattığı bu kısımda herkes de gülmüştü.

"Neyse.. Kısacası Lale'yi anlatmak için yola çıkmakla hata ettim, başaramam. Zaten böyle şeylerde hiç iyi değilim. Ben ona iyi ki doğdun demek istiyorum. İyi ki varsın ve iyi ki karşıma çıktın. Bu yaş gününde sana özel bir şey hediye etmek istedim."

Ülkü, Lale'ye yanına gelmesini işaret ettiğinde mutluluktan gözleri parlayan, umut ve heyecanla kalbi çarpan, gülümsemekten yanakları ağrıyan kız bir kaç adımda gencin yanına varmıştı. Ülkü'den kendi hakkında böylesine şeyler duymayı hiç beklemiyordu. Ülkü'nün uzattığı kağıdı alırken merak doluydu içi. Ne olabilirdi? Hemen üzerini okudu.

"Özel yelkenli yat gezisi mi?!"

Lale'nin dudakları şaşkınlıkla aralamıştı. Sadece en yakın bir iki arkadaşı ile yelkenli yat gezisi yapmayı ve denizde öyle güzelce takılmayı istiyordu son zamanlarda. Evet soğuk havalara rağmen. Ve Ülkü bu şansı avcuna koymuştu. Resmen kiralamıştı ya!

"Sen bitanesin!" deyip sıkıca sarıldı gence. O da Lale'ye sarıldı.

"Çok teşekkür ederim Ülkü, yanımdaki ilk yer senin."

Ülkü gülerek başını salladı ve konuşmaya devam edeceğini belli eder şekilde yeniden kalabalığa döndü.

"Gelelim ikinci sebebe. Bugün benim ve biri için unutulmaz bir gün olsun istiyorum. Çok sevdiğim biri için. Benim dünyamın eşsiz güzelliği, eşsiz anlamı ve en büyük iyikim olan kız için. Artık sadece onun yanında durmak değil, elini de tutmak istiyorum. Sadece gözlerine bakmak değil, saçlarından öpmek istiyorum. Her an yanımda, her an benimle, her zaman benim olsun..."

Kalabalıktan bir "Ooo" sesi yükseldiğinde herkes gülerek Ülkü'yü seyrediyordu. Bu çocuğun böyle bir şey yapacağını hiçbiri düşünmezdi. Şaşırtmıştı onları bu genç.

En çok da Lale'yi şaşırtmıştı. Onu gördüğü ilk andan beri kalbi Ülkü için çarparken, şimdi kendisi için bu sözleri sarf ettiğini işitiyordu! Ülkü bu konularda hiç ciddiyete bağlayıp duygularını açık edecek biri değildi, bu sebeple herkes gibi Lale de böyle bir anda bu şeyleri söylemesini beklemiyordu. Yani şimdi Ülkü de onu seviyordu, öyle mi? Ayakları yerden kesilmişti kızın. Onun için eşsizdi, çok güzeldi, çok iyiydi, öyle mi? Sanki yıllardır bu ânı beklemiş gibi baktı Ülkü'nün gözlerine.

Ülkü ona dönüp "Müsaadenle doğum günü kızı," dediğinde göz göze gelmişlerdi. Lale müsaade senin dercesine başını sallayıp sıcacık gülümsedi. Kalbi duracaktı şimdi! Ülkü ilanı aşk etmişti resmen!

Ülkü, bakışlarını Lale'den ayırıp kalabalığa çevirdi.

"Hepinizin şahitliğinde ilk gördüğüm andan beri aşık olduğum, sahiplendiğim kadınımı bu aşka bir resmiyet kazandırmak için elimi tutmaya davet ediyorum."

Gencin bakışları kalabalığın arasında tebessümle kendilerine bakan kızı buldu.

Beyza, Lale'nin Ülkü'ye olan bakışlarını fark ettikten sonra Ülkü bu sözleri sarf edince arkadaşı adına çok sevinmişti. Kavuşacaktı istediğine. Onu böyle mutlu eden adam onun elini tutacaktı işte şimdi. Yanındaki ele uzanacaktı

Ülkü sağ elini kaldırıp uzattı. "Beyza?.."

Herkes şaşırmıştı. Onca insan, konuşma boyunca Lale'den bahsedildiğini sanmıştı. Ama öyle değildi demek. Davetliler çabuk adapte olup alkışlamaya başlarken, iki kız donakalmıştı. Dünya dönmeyi bırakmıştı sanki o an. İkisinin de kalbi burukça çarpıyordu. Sıkışmış gibi.

Lale, baştan aşağı kırılmıştı. Acımıştı canı. Ümit bağladığı sözler ona değil miydi yani? Bir dakika evvel ayağını yerden kesen adam, şimdi yerle bir etmişti bütün hayallerini, mutluluklarını, sevinçlerini. Gülümsemesi anında solmuş, gözleri dolmuştu. Inanamıyordu ya! Aşık olduğu adam, kendini saçma inanışlara kaptırmış bu kıza mı aşıktı? Şu haliyle bile! Beyza onlardan eskiye nazaran bu kadar uzaklaşmış bu kadar yabancı kalmışken bile!

Ama neden! Daha mı güzeldi gerçekten? Daha mı akıllıydı? Oysa Lale her zaman ondan yüksek ortalama yapar, ondan iyi fikirler ve çözümler öne sürerdi. Beyza'dan ne eksiği vardı ki!

Her şey bir yanda, doğum gününde, en mutlu sandığı bu günde bu kız yüzünden hayatının en büyük darbesini yemişti. Neden çağırmıştı ki onu!? Neden arkadaş olmuşlardı ki!? Neden?! Keşke hiç aralarında olmasaydı. O zaman belki Ülkü kendisini severdi.

Hayır hayır, Ülkü ne olursa olsun Lale'yi sevecekti. Beyza'ya bırakmayacaktı onu. Ne yapar eder o elin kendisine uzamasını sağlardı. Buna inanıyordu.
İnanıyorsa neden ağlıyordu! Yanaklarındaki nemlilik neydi?

Beyza da şaşkındı. Ülkü'yü hep arkadaşı olarak görmüştü o. Daha fazlası değil. Kimseyi daha fazlası olarak görmemişti henüz. Kalbini heyecanla çarptıran, zihnini işgal eden, sıcacık yamacına sığınacağı bir adam olmamıştı henüz hayatında. Hissetmemişti bunları. Ülkü onun arkadaşıydı. Nasıl olurdu bu! Ne demekti ilk tanıştıkları zamandan beri Beyza'ya âşık olması!? Kendisine her baktığında bambaşka fikirlere ve hislere kapılmıştı yani öyle mi? Elini tutmayı, saçlarını öpmeyi istemek de neydi? Kadınım ne demekti, nasıl kendi kendine böyle sahiplenebilirdi onu? Olmaz, kabul edemezdi böyle bir şeyi.

Bakışları bir Lale'ye, bir Ülkü'ye dokundu. Lale iyi değildi, görebiliyordu. Ülkü ise elinin havada kalma süresi uzadıkça gülümsemesini solduruyordu.

Bir an tutulan bedenini hareket etmeye zorladı kız. Kalkıp gitmeliydi. Başka türlüsü olamazdı. Kalamazdı burada. Koşup kaçmak istiyordu. Her şeyden ve herkesten uzağa gitmek.

Hızlıca salondan ayrılıp kabanını ve çantasını aldı. Evden çabucak çıkıp bahçeye adım attı. Derin bir nefes alıp soluklanmak istedi. Nefes borusu sıkışmış gibiydi.

"Beyza! Dur! Nereye gidiyorsun!?"

Ülkü'nün sesini işitse de durmadı. Ne diyecekti ki? Ne diyebilirdi, bilmiyordu. Bugün burada bir kişi daha yerle bir olsun istemiyordu.

"Beyza dedim!"

Ülkü ona yetişip önünde dikildiğinde aniden durmak zorunda kaldı. Bir adım geri gidip gencin gövdesi ile arasına mesafe koydu. Yüzüne bakmıyordu arkadaşının. O ise tam tersine, inatla kızın yüzünde gezdiriyordu bakışlarını.

"Hiç bir şey demeden nasıl gidebilirsin? Eğer herkesin içinde böyle yapmam hoşuna gitmediyse ya da eğer---"

"Hayır." deyip kesti Ülkü'nün cümlesini. "Alakası yok bu söylediklerinle. Ben, ben sana karşı bir şey hissetmiyorum Ülkü. Sen benim arkadaşımdın. Hep de öyle olacak. Üzgünüm. Lütfen bırak şimdi de gideyim."

Cümlesi bittiğinde Ülkü'nün yanından geçip bir kaç adım attı ama bileğinden tutulunca duraksamak zorunda kaldı.

Ülkü kolay kolay bırakmazdı bu işin peşini. Sahiplenmişti, kadınım demişti ulan! Arkadaşmış, arkadaştan öte olmasını da bilirdi o. Kızı bileğinden geriye doğru çekip yeniden karşısında durdu. "O kadar kolay değil. Ben sana kadınım dedim. Saçının teline dünyayı yakarım. Beni biliyorsun Beyza, gözüm hiç bir şey görmez. Ya olacak ya olacak."

Beyza'nın kaşları çatıldı. Sertçe Ülkü'nün gözlerine baktı. Zorbalık en nefret ettiği şeydi. Laftan anlamazlık da öyle.

"Deme zaten, ben kimseye ait değilim! Hele sana, hiç! Şu sözlerine dek seni kırmaktan çekinmiştim ama artık o saflığı da kaybettin. Tebrik ederim! Şunu aklına sok, zorla güzellik olmaz! Aşk, hiç olmaz!"

Sert, hızlı ve hırslı adımlarla bahçeden çıkıp sokakta yürümeye başladı. Ülkü'yü ardında bıraksa da düşünceleri beyninde uçup duruyordu. Kendisini çok kötü hissediyordu. Tam huzurlu olmuşken bu neden başına gelmişti şimdi? Ülkü'nün huylarını biliyordu, bırakmayacaktı kolay kolay peşini. Ve bu rahatsızlık verecekti kendisine.

"Off!"

Ciğerlerini şişirip nefesini dışarıya verdi. Eve gidene dek ne yapacağını düşünmüş, kapının önüne geldiğinde ise bakışları yan eve kaymıştı. Tabi ya, Kıymet. Onunla derdini paylaşabilirdi. Öyle de yaptı.


  🍂
 

* Kitap: Kemal Sayar : Başı Sınuklar İçin Kılavuz

 

Loading...
0%