Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39 • Kalbin Ve Göğsün Meselesi •

@sukunettekelimeler

 

(son bölümden) bir buçuk yıl sonra

Merve & İlyas

🍂

 

İnsan sevgiye muhtaçtır; merhamete, mânâya, anlayışa ve saygıya
Bütün acılar eksiklikten değil mi

sevenin, anlayanın eksikliğinden

🍂

 

Genç kız kendisini odasına kapatmıştı. Kuzenleri ve kardeşi bir araya gelip sabahtan beri evde terör estirdiklerinden ötürü artık başı ağrımış, onların peşine koşmaktan yorulmuştu. Üstelik tek istediği kendisini rahat bırakmaları ve odasına girmemeleriydi. Kendi odası haricinde istedikleri her yerde istedikleri her şeyi yapmalarına müsaade etmişti. Ama çocuk değiller mi! İnadına Merve'nin odasına giriyor, onu bağırtıyor, sonra da kendilerini kovalaması için kışkırtmaya çalışıp kahkalarla içeriye geri kaçıyorlardı.

"Allah aşkına ders yapmaya çalışıyorum burada ya! Komik değilsiniz! Sizinle oyun oynamıyorum farkındaysanız! Birdaha odaya girmeyin bak fena olur!"

Kapıyı sertçe çarptı ve kapattı genç kız. Evde kapıların anahtarı olmaması çok kötü bir durumdu cidden. Masasının başına yeniden oturup dersine odaklanmaya çalıştı. Bu sırada çocuklar son uyarıdan biraz tırsmış, odaya girmemiş, koridorda bağırış çağırış oynamaya başlamışlardı.

Yirmi dakika kadar sonra birden odanın kapısı açıldığında Merve'nin kardeşi içeri dalmıştı gülerek. Genç kız yine kendisini delirtcekler ve onunla uğraşacaklar sanıp bu kez kendini tutamadı ve deli deli bağırmaya başladı. Olan aklını ve sabrını da tükettirmişlerdi ona bugün.

''Çık dışarı çabuk! Ben size gelmeyin demiyor muyum! Bıktım artık ama ya!''

Kardeşi genç kızı takmayarak elinde tuttuğu şeyi ona uzattı. Merve kendisine uzatılan şeye baktığında telefonu olduğunu fark etti. Oysa telefonu koridorda şarjdaydı. Çalmış olmalıydı ki kardeşi getirmişti. Boşuna bağırmıştı bu kez çocuğa.

Telefonu alıp ekrana baktığında gittikçe artan ve değişen rakamları fark etti: 00:37 - 00:38 Telefon çalmakla kalmamış açmışlardı ve arayan... Genç kız oturup ağlamak istedi çünkü arayan İlyastı ve kendisinin az önceki deli deli bağırışını duymuş olmalıydı. Rezil olmuştu rezil! İşte şimdi kardeşi ölümlerden ölüm beğenmeliydi!

Merve utançla telefonu kulağına yerleştirdiğinde kardeşi çoktan odadan çıkıp kapıyı kapatmış, her şeyden habersiz oyununa geri dönmüştü.

"Efendim?"

Hattın diğer ucundaki genç adam o sırada çaktırmadan gülüyordu. Kendisini tutamayıp diline dek gelen cümleyi aralarına bırakıverdi. "Senden bu kadar ses çıkıyor muydu Mervenur ya? Hayırdır niye bağırışıyorsunuz?"

İlyas'ın söyledikleri yüzünden daha çok utanan kız, hazır rezil olmuşken sabahtan beri içinde patlamak üzere olan duygularını dışa vurmayı onlardan kurtulmayı tercih etti.

"Gözlerimi bu harika güne açtığımdan beri kuzenlerimle kardeşim beni çıldırtıyor da. Kusura bakma ya, buna şahit olmanı istemezdim."

Daha dün aynı duyguları paylaşmıştı genç adam. Bu sebeple Merve'yi rahatlatmak adına sakince cevap verdi. "Sorun yok, ben de aynı duruma geliyorum. Bilirim çocukların insanı çileden çıkartan o haylaz yanlarını."

"Anlayışın için teşekkür ederim. Ee- neden aramıştın?"

İlyas, kanallarına çekecekleri yeni bir videoyla ilgili acil danışması gerektiği bir konu olduğu için aramıştı. Mervenur mesajları uzun süredir görmeyince son çareyi aramakta bulmuştu. Durumu anlatıp alacağı cevabı merakla bekledi.

Dün:

İlyas, yatakta öylece yatıp kitap okuyor, adeta zonklayan başındaki bu ağrının geçmesini diliyordu. Aynı zamanda uykusu vardı. Gece geç yatmış, sabah da işi olduğu için erken kalkmıştı. Ne hikmetse işi bittiğinde başına bir ağrı saplanmış, hâlâ da yakasını bırakmamıştı delikanlının. İşleri sırasında ağrımamasına şükrediyordu tabi. Ama şimdi geçer diye beklese de geçeceği yoktu bunun. Göz numarası da büyümüştü muhtemelen işler güçler yüzünden bilgisayar ekranına baka baka. O da etkiliyor olabilirdi bu baş ağrısını.

"Bu böyle olmayacak." diye mırıldanıp kalktı ve bir ağrı kesici aldı. İlacı içip yeniden yatağına uzandı ama bu kez kitabı bir kenarı bıraktı. Gözlüklerini de çıkartıp yatağının yanındaki pencerenin önüne, mermere koydu. Uyuyup dinlenecekti biraz. Nasılsa namaza da daha vardı. Hem belki baş ağrısına da iyi gelirdi. Gözlerini yumdu, besmele çekti, uyumak üzere sağ tarafına dönüp rahat bir pozisyon aldı. Bu gece gördüğü rüya zihninden usulca geçerken yavaş yavaş mayışıyordu.

Dün teyzesi ve kendi ailesi ile birlikte gezmeye gitmişlerdi. Teyzesi, annesi ve babası gezerken İlyas da orada oturan eski bir dostunu aramış, neredeyse iki yıldır görüşemedikleri arkadaşıyla buluşmuştu. Zaten daha önce buraya bir kaç kez gelmişti, yeniden gezmese de olurdu. Arkadaşını görmek onun için daha mühimdi. Severdi dostlarıyla olabildiğince bağları koparmamayı. Hem, eskisi kadar görüşemeseler de Berkay bağları koparılacak bir adam değildi. Mazi sağlamdı.

Arkadaşıyla caminin önündeki meydanda buluşmuş, selamlaşmışlardı. Sarılmamak için de zor durmuştu hani. Ah ulan şu korona denen hastalık bir gelmiş pir gelmişti! Sevdiklerine sarılamamak koyuyordu adama! Yine de bunun birbirlerinin iyiliği için olduğunu bildiğinden, es geçmişti. Hava soğuktu, yavaş yavaş kar yağmaya başlamıştı. Banklar ıslak olduğundan ayakta dikili kalmışlardı. Kafeler falan da açık değildi ki otursalardı içeride sıcak sıcak! Aklına gelen fikir üzerine teyzesinin üşümesin diye ona verdiği şalı banka sermişti İlyas. Berkayla şalın üzerine oturmuşlar, sohbet edip hasret gidermişlerdi. Biraz eskileri yâd etmişler, biraz da yenilerden bahsetmişlerdi. Görüşmeyeli ne var ne yok kar altında konuşurken kar iyice hızlanmaya başlamıştı. Üzerleri bile yavaş yavaş beyazlamaya başlamıştı. Bu ikisi için de dert olmamıştı, kar altında sohbet etmek güzel gelmişti. Ne de olsa kardı bu kar! İlyas'ın içine her daim huzur veren şey. Hem, karın soğuğu olsa da sohbetin sıcaklığı fark ettirmiyordu bunu. Ha tabi elleri hariç. Elleri kızarmış, beyazlaşmış, buz gibi olmuştu. Neredeyse hissetmiyordu artık.

"Yılın ilk karını da burada seninle kucaklamak nasipmiş be kardeşim!" demişti Berkay'a. Yaklaşık bir saat sonra babası gelmiş, Berkay ile selamlaşıp ayaküstü konuşmuş, sonra gideceklerini haber verip arkadaşları artık ayırmak durumunda kalmıştı. Berkay ile vedalarmışlardı.

Arabaya bindiğinde kafasındaki bere ıslanmış vaziyetteydi. Paçaları da öyle! Üzerindeki kaban ise sıcak tutmaya yarayamayacak kadar ıslaktı. Yine de bunları sineye çekti. Aksi takdirde annesi ve teyzesi işleri velveleye verecekti. Eh, biraz öyle de olmuştu. İlyas arabaya biner binmez teyzesi ve annesi şöyle bir ona bakmış, hemen söylenmeye başlamışlardı.

"Ah oğlum ıslandın. Vah oğlum donacaksın. Çok üşümüşsün. Neden soğukta durdunuz o kadar. Hasta olacaksın..."

Tüm bu cümleleri sakince karşılayıp "Yahu yok, sadece ellerim üşüdü ellerim. Hissetmiyorum valla. O da geçer şimdi. Gerisi iyi merak etmeyin siz," demişti kaç kez.

Ön tarafta oturan annesi bir şey demeyip önüne dönse de yanında oturan teyzesi yaklaşmış, ellerini avuçlamıştı. "Aahh oğlum, bu ellerin ne böyle! Buz gibi buz! Donmuşsun! Dur, teyzen ısıtsın şimdi."

İlyas ne kadar gerek yok dese de teyzesi ellerini elleri arasına almış, ısı alış verişini sağlamıştı. Bir ara da durup İlyas'ın anlamadığı bir şekilde ona bakışlar atmış, "Ay bir şey diyecektim ama sonra söylerim artık," deyip işveli işveli gülerek önüne dönmüştü. Tabi İlyas teyzesini tanırdı, deli dolu bir kadındı o. Lafını da esirgemezdi. Sonraya da saklamazdı kolay kolay. Öyle de olmuştu. İki dakika sonra teyzesi İlyas'ın kulağına eğilmiş, ellerini işaret etmiş ve fısıldamıştı.

"Ah oğlum, her zaman biz olmayız yanında böyle. Ellerini üşüyünce tutup ısıtacak biri lazım. Biz olmayınca da yanında olacak, ellerini böyle tutacak, ellerinin arasına alacak. Ayy! Ama ne zaman görürüz o günleri bilmem! Şu korona yüzünden evden de doğru düzgün çıkamadın ki etrafta birilerini görüp beğenesin! Neyse, zamanı gelir elbet."

İlyas yalnızca bıyık altından teyzesine gülmüş ve hafiften ahlanmıştı. Bu kadın böyleydi. İlle hayatında biri olsun istiyordu. Alışmıştı artık, o nedenle ses etmedi. Kötü niyetli değildi teyzesi de. Yalnızca deli doluydu işte. İlyas da öyle olsun istiyordu. Eh, İlyas da zaten suspus bir delikanlı değildi tabi ama teyzesinin dediği gibi öyle kolay hayatına birini alacak adam da değildi. Olacaksa biri olsun, hep olsun, başkası olmasın istiyordu.

Eve vardıklarında teyzesi bu ufak konuşmayı annesine de söylemişti. Annesi de "Hiç sorma!" demişti teyzesine hak verircesine.

Yine teyzesi araya girmişti. "Ama haklıyım yani. Ne güzel olur şöyle iyi hoş biri olsa, elini tutsa. Kaç yaşında oldun, olabilir yani böyle şeyler, oğlum!"

"Olamaz teyzecim." demişti İlyas. "Ben harama günaha bulaşmak istemiyorum. Eh, elini tutacağım kız da yalnızca eşim olur yani. Sonuç olarak, sen benim evlenmemi bekleyeceksin. O da ne zaman olur Allah bilir."

Teyzesi gülmüş, "Amaan, bu böyle kimseyi de bulamaz ha! Kimseye kendini gösteremez! Dışarıda da böyle davranma ha! Ben senin yaşında olacaktım var yaa! Kimleri kimleri dizerdim kapıma." gibisinden bir şeyler söylemişti.

Gülmüştü İlyas. Vallahi yapardı bu kadın! Eniştesiyle de zaten bir kaç hafta gezeriz konuşuruz sonra ben ona yol veririm diye görüşmeyi kabul etmiş, ama işler planladığı gitmemiş, adamı sevmiş ve evlenmişti.

O potansiyel bu kadında vardı. İyi ki bu devirde genç olmamıştı teyzesi. Yoksa onun çevresindeki erkeklere acırdı vallahi İlyas! Hepsinin kahvesini çayını içer tatlısını yer, sonra döner giderdi.

"Öyle bir amacım yok zaten canım teyzem! Beni seven böyle sevsin. Ben farklı davransam, biri beni sevse diyelim ki. Sonra evleneceğiz, bana sen değiştin diyecek falan. Hiç gelemem öyle şeylere. Ben buyum. Kimseye kendimi beğendirme arzum da yok. Vakti gelince de Allah hayırlısı ile birleştirir birileriyle yolumuzu." demiş, gülümsemişti.

Konu da uzamamıştı zaten. Hem teyzesi öyle dese bile aslında İlyas'ın bu tavrını beğenmiyor değildi hani.

Bu olaylar sebebiyle midir bilinmez, o gece rüyasında birini görmüştü İlyas. Aslında rüya şöyleydi: Bir otobüse biniyor ve gideceği yeri söyleyip aracın oraya gidip gitmediğine emin olmak istiyordu. Şöför gittiğini söyleyince biniyor ve ilerliyordu. Yer yoktu, ayakta duruyordu. Ama gariptir ki araç da pek dolu gözükmüyordu. Maskesini güzelce kapatıyordu. Bir yere tutunmak zorunda kalıyor, oraya tutunan başkalarını düşününce içi rahat etmese de mecbur tutunmaya devam ediyordu. Cüzdanından para çıkarıyordu şoföre vermek için ama bir türlü para denkleşmiyordu. On yedi lira vermeliydi. Bozukları sayıyor sayıyor ama emin olamayıp baştan sayıyordu. Bu sayma işi uzun süre devam etmiş, rüyasını boğucu bir hale getirmişti. Hemen üstüne aracı polis durdurmuş, araçta koronalı olup bunu kabul etmeyen insanlar olduğunu söyleyip onları almıştı zorla. Sinirlenmişti İlyas. Madem hastaydı, neden dışarı çıkıyordu bu insanlar! Gerginleşse de para saymaya devam etmişti. Şöför de onu sıkıştırınca iyice bunalmıştı. Sonunda isyan etmiş, bir 14, bir 16 bir 17 lira çıkan ama asla tam olamayan bozukların hepsini şoföre vermişti. Bu sırada aracın istediği yere gitmediğini öğrenmişti. Araç şehir dışına gidiyordu! Ne işi vardı onun şehir dışında! Bir de şoför binerken gider abi dememiş miydi! İyice sinirlenip şoföre çıkışmıştı. O sırada çoktan başka şehirde yabancı yollarda olduğunu da anlamıştı. Şoförün bahanesi şuydu ki gittikleri yerin ismi de aynıydı. Biri o şehirdeki ilçenin, biri ise başka şehirdeki ilçenin adıydı. Ee adlar aynı olunca işler karışmıştı. İlyas "Neden başka şehre gitmek isteyeyim kardeşim!" diye öfkelenmişti. Şoför de ters hareketler yapınca iyice kızmıştı. "Durdur arabayı abi durdur!" deyip sağa çektirmişti. Sonra da inmişti otobüsten. Otobüs uzaklaşınca etrafa bakınmıştı. En kötü bir otostop çekerim diye düşünmüştü. Şansa bak ki o böyle düşününce yoldan araba geçmez olmuştu. Rüya işte, her şey ters gidecek ya! Bir de hava birden kararmasın mı!

Bunun üzerine etrafa bakınmıştı ve bir kaç insan görmüştü. Sağda üç kadın vardı. Yol kenarında oturmuş konuşuyorlardı. Üçü de kadın olduğu için yanlarına gitmek istemedi, rahatsızlık verebilirdi, ilerledi. Az evvel boşken, şimdi solda da siyah gölgeler halinde ürkütücü görünen kadınlar vardı. İlerlemeye devam etti. İçini de bir korku sarmıştı. Yine gölgeler, ürkütücü insanlar arasından geçip giderken bu kez yolun ortasında, kollarını birbirine bağlamış iki sarışın genç adam belirdi. İkisi de sinsice gülüyordu. Belli ki onu hoş karşılamayacaklardı. Öyle de oldu. Bu iki adam ona sinir bozucu şekilde bir şeyler söyledikten sonra onların emriyle birileri İlyas'ı kollarından tutup götürdü ve bir odadan içeri attı. İçeridekilerin hepsi de kadındı. İlyas bırakın deyip kurtulmaya çalışsa da başaramamıştı.

Sınıf gibi bir yerdi burası. Bir kaç kişi yerde oturmuş, önlerinde tahta küçük masacıklar ve kitaplarla karşılarındaki tahta önünde bir şeyler anlatan az evvelki sarışın adamlardan birine bakıyorlardı. Adam ona tehditkar ve sinsi bakışlar attıktan sonra ders anlatmaya devam etti. İlyas ise biraz ötesine oturan genç kıza dönüp baktı. Onu zorla buraya getiren kızlardan biriydi. Ama diğerleri gibi onu içeri kapatıp çekip gitmemiş, o da girmişti içeriye. Neden? İlyas'ın çektiği eziyeti görmek mi istemişti?! Evet evet, burada insanların beynini yıkayıp psikolojik eziyet uyguluyorlardı.

Kız sürekli İlyas'a bakıyordu. Gözlerini ondan ayırmıyordu dense yeridir. Üstelik usul usul, saf saf. Anlam verememişti İlyas. Kendisini buraya getiren ve hapseden de oydu oysa! Az sonra, konuşan o sarışın adam İlyas'a hitaben bir şeyler demişti. Gerildiğini hissetti delikanlı. Aynı zamanda ne olduğunu bilmemenin korkusu da vardı. Gözlerini kendi önündeki tahta masacığa dikti, sakin olmaya çalıştı. Yapamadı. Tam korkuya yenik düşeceği sırada masanın altından bir el uzandı ve elinin üzerine kondu. O kızdı bu. Elini tutmuştu. Gülümsüyordu. Bu gülümseme hem hafiften alaylı, hem de ona destek olur gibiydi. Ama ona güvenemezdi ki! İlyas, elini hızla geri çekti, dizinin üzerine koydu. Kıza sertçe baktı. Nasıl elini öylece tutabilirdi! Hem, ona nasıl güvenebilirdi! Kendisini buraya tıkanlardan biriydi o! Derin bir nefes aldı. Kalbinin de neden bir an hızlıca attığına ve bu durumdan hoşlandığına anlam veremedi.

Bu sırada elinin üzerinde yeniden hissetti o eli. Bakışlarını hızlıca kızın gözlerine çevirdi. Kızacaktı ama yapamadı. Çünkü kız bu kez ciddiyetle bakıyordu ona. Sanki bakışları onu sevdiğini söylüyordu. Yanında olduğunu. Onun tarafında olduğunu. Yabancı olmadığını. Şaka yapmadığını. Dalga geçmediğini. Ciddi olduğunu. Onun için her şey yapabileceğini. Ona güvenmesini, buradan çıkmasına yardım edeceğini. Elini hep tutacağını. Ve tutarken bunun ne anlama geldiğini bilerek tutacağını. Çekemedi elini İlyas. Bir anda hayatı o kız olmuştu sanki. Kızın gözlerinin söylediği her şeye inanmıştı. Birbirlerine sessizce sözler vermiş gibi hissediyordu. Bir de, sanki İlyas da kızı seviyor gibi. Ama bunu yeni hatırlıyor gibi. İçi ısındı, rüyanın tüm o sıkıntılı ve bunaltıcı havası dağıldı. Artık buradan ve bu kötü hislerden kurtulacağını biliyordu. Sıcak hisler doldu içine. Kızın yüzü birden tanıdığı bir surete büründü. Mervenurdu bu. Şaşkınlık içinde öylece uyanmıştı.

Dün gece gördüğü bu rüyanın son kısmı yeniden zihninden geçerken, baş ağrısı hafiflemeye başladı ve uykunun kollarına doğru bıraktı kendini. Tam dalıyordu ki zil sesi onu çekip aldı. Baş ağrısı yeniden kendini belli ederken, zil takılmış, susmuyordu. Kardeşi evdeydi ve onun bir an önce kapıya bakmasını diledi. Tam uyuyacakken uyandırılmak sinirlerini bozmuştu. Hem de çok! Kardeşi kapıyı açtı fakat İlyas beklediği gibi rahat uyuyamadı. Çünkü üst komşuları olan teyzenin o gür sesi apartmanda yankılanır olmuştu. Üstüne üstlük diyaloglarında kendi ismi geçmiş, kardeşi abi diye bağırarak odasının kapısına dek gelmişti. Üzerindeki battaniyeye iyice sarınıp hiç istifini bozmadı. Tek istediği şey uyumaktı. Uyumak! Gürültü değil! Ama ne o teyzenin sesi ne de kardeşininki rahat bırakmıyordu! Üstelik olay gelen elektrik faturasıydı! Harika! Ulan faturayı sessizce vermek zor muydu? İlle İlyas'a mı verecekti!? Ya kardeşi! Bağırmak zorunda mıydı aval aval! Sabır diledi. Yeniden uyumaya çalıştı. Beş dakika sonra kadın gitmiş, kardeşi susmamıştı! Bağıra bağıra fatura okumaya başlamıştı! Sonra o da yetmedi, saçma saçma çığlıklar atmaya başladı. Küfür etmek huyu değildi ama kendini zor tuttu delikanlı. Kırk yılın başı uyuyacaktı be! Başı çatlıyordu! Bu çocuk insan mıydı hayvan mı anlam veremedi! Böyle saçma şeyleri hep o saçma videolardan öğreniyordu! Evde çığlık atmak, zevkine bağırmak nedir ya ne! Nereden çıkıyordu bu işler!?

Her şeye rağmen sabretti ve yatakta döndü. Uyumaya çalışmaya devam etti. Besmele çekti. "Allah'ım nolur uyuyayım," diye dua edip amin dedi. Uyumaya çalışırken uyuyamadıkça daha fazla kızıyordu. Az sonra da telefon çalmasın mı! Üst katta komşuda oturan annesi arıyordu! Neden olduğunu da biliyordu, kardeşi canlı derse girdi mi diye! Telefonu sessize alıp yeniden yattı. Hiç açamazdı şimdi. Kardeşi ile neden canlı derse girmiyorsun abim kavgası yapamazdı. Daha önce yapmışlığı vardı ve sabrını zorluyordu velet. Onunla kafasını iyice bozamazdı. Hele de başı bu denli ağrırken. Annesi çok istiyorsa gelip kendi ikna etsindi çocuğunu!

İşte bu hisler içinde sonunda dayanamayıp kardeşinin ismini haykırmıştı İlyas. Çileden çıkartmakta bir numara olabiliyordu kendisi. Çok sevdiği kadar kızabiliyordu da ona.

Tam da bu sebeple Mervenur'u hiç yargılamamış, hatta onun bu yanına ilk kez şahit olduğu için garip hissedip sevinmişti. Yeni bir kıta keşfetmek gibi.

 

🍂


Gördüğü rüya, kediyi sevdikleri gün, Mervenur'u gördüğünde heyecanla çarpan kalbi, görmediğinde onu düşünüp özlemesi, hepsi bir olmuş ve İlyas'ın başını bağlamıştı. Bir yıldır duyguları ve sınırları arasında savaş veriyordu. Artık gerçek bir kazanan olmak istiyordu. Cesaret korkmamak değil korktuğun halde harekete geçmek demekti sonuçta. Bu düşünceler İlyas'ı tam da şu ânâ, Mervenur'un yaşadığı sokağın başına getirmişti.

Onunla konuşmak istediğine dair bir mesaj atmıştı çoktan, kızın gelmesini bekliyordu. Umutluydu açıkçası. Çünkü geçen bu bir yılda birbirlerine karşı bir süre utanıp uzak durma dönemi yaşamışlar, ardından normale dönmüşler, ardından eskisinden daha açık ve rahat olabilecek duruma gelmişlerdi. En basitinden, Mervenur nadiren de olsa İlyas'a şakadan da olsa laf söyleyip espri yapabiliyordu. Bu büyük bir gelişmeydi çünkü kendisini gerçekten yakın hissetmediği kimseye bunu yapacak biri değildi. Üstelik gardını düşürmesi anlamına da geliyordu bu. Eh insan birinin karşısında gardını düşürebiliyorsa bir sebebi olmalıydı değil mi? O da kendisini seviyordu belki? Sormadan bilemezdi.

Karşıdan gelen kızı gördüğünde derin bir nefes aldı. Onu görene dek her şeyin daha kolay olacağını düşünüyordu ama şuan kalp krizi tehlikesi vardı. İçinden bir kaç dua okuyup kendini destekledi ve sakin kalmaya çalıştı. En azından sakin görünmeye.

Sevdiği karşısında durduğunda evden aceleyle çıktığını fark etti. Üzerindeki feracenin altında pembe pijaması görünüyordu ve başında da aceleyle yapıldığı belli olan bir tülbent vardı. Onu böyle görmeye alışkın değildi ama her haline alışkın olmak gibi bir isteği vardı içinde, gün geçtikçe büyüyen.

İlyas "Kusura bakma, birden öyle çağırdım seni." diye lafa girdi. Ne dediğinin pek takibini yapamıyordu.

"Kardeşime ödevinde yardımcı olmaktan kurtuldum. Kaçtım daha doğrusu. Sorun değil yani."

İlyas gülümsedi. "İyi bari." Fakat içinden "inşallah yağmurdan kaçarken doluya tutuldum diye düşünmezsin bu konuşmanın sonunda," diye geçirdi.

"Ne oldu peki? Bir problem yok dimi?"

"Yok yok, problem yok. Yani galiba. İnşallah. Ben sana bir şey soracaktım."

"Buyur, tabi."

"Eee--yakın zamanda evlenmeyi düşünüyor musun?"

Mervenur hiç beklemediği bu soru karşısında şaşkına dönmüştü. Eh, aynı zamanda afallamıştı da. Ne tepki veremeyeceğini ve ne ne demesi gerektiğini bilemeyerek böyle bir şey konuştukları için utançla etrafa bakındı. "Bu nerden çıktı şimdi..."

"Ben düşünüyorum da. Ama tabi tek taraflı olmaz bu işler. O yüzden seninle de bir konuşmak istedim."

Kız cümlenin altındaki imayı doğru anlayıp anlamadığını düşünürken yanakları kızarmaya başlamıştı. Ya utançtan ve heyecandan susup kalacak, ya da ters tepki verecekti, etrafından dolanacaktı, ikinciyi seçti.

"Ramazan ramazan çaysızlık başına vurdu sanırım İlyas?

İlyas saçmaladığının farkında dahi değildi. Planında bu şekilde bir konuşma ve gidişat yoktu ama başa gelmişti bikere!

"Vurdu ama çaysızlık değil vuslatsızlık."

Mervenur şaşkın bir şekilde aniden karşısındaki gencin yüzüne baktığında göz göze gelmişlerdi. İlyas ciddiydi. Fazla ciddi bakıyordu. Ve evet aşık aşık bakıyordu. Ve evet kızın yanakları değil tüm yüzü pembeleşme yarışına girmişti.

"Doğru mu anlıyorum yoksa--"

"Bence çok doğru anlıyorsundur, çok akıllısın sen. Bu bir evlenme teklifi. Ya da evlilik öncesi görüşme? En azından öyle olmaya çalışan bir şey işte. Beceremesem de..."

İlyas'ın bu haline kahkahalarla gülesi geldi kızın. Utancı biraz olsun gitmiş, azıcık rahatlamıştı. Böyle mühim bir konuya giriş şekli, söylediği cümleler, jest mimikleri ve yüz ifadesi, hepsi bir anda hem çok tatlı gelmiş hem de gülme isteği uyandırmıştı Mervenur'da. İçindekileri dışına yansıtmamayı başardı ama. Çünkü sevdiği insanın karşısında, böyle bir itiraf ve teklif anında en yoğun hissettiği şeylerden biri de utangaçlıktı.

"Umarım bu yaptığım ilişkimize zarar vermez," diye geçirdi içinden genç adam. Gümbürtüye gitsin istemiyordu onunla olan ilişkisi. Hem sessiz kalmıştı sevdiceği, neden?

"Bir şey söylemeyecek misin?"

Mervenur hafifçe gülümsedi ve cesaret edip İlyas'ın yüzüne baktı. Genç adam mahçup bir şekilde etrafa bakınıyordu, kendisinde değildi bakışları. Ona hak ettiği cevabı verecekti şimdi.

"Valla ben günde kırk bardak çay içen bir adamla yaşayabilir miyim bi düşünmem lazım."

İlyas beklemediği bir cevap almıştı. Bu kez şaşırarak karşısındakinin yüzüne bakan oydu. Kızın hafiften gülümsediğini görünce içi biraz olsun rahatladı. Onun da yüzüne bir tebessüm yayıldı.

"Yaşarsın bence,"

"Emin olamadım."

"Bence bu bir evet."

"Ona da emin olamadım."

"Beni kıvrandırmaya çalışıyorsun?"

"Neden öyle bir şey yapayım?"

"Kız evi naz evi derler sonuçta, ne biliyim. Ondandır."

Mervenur bilmem artık dercesine kaşlarını hafifçe oynattı ve dudaklarını birbirine bastırtı.

"Ya da belki beni birden buraya çağırıp bu halimle (derken üzerini işaret etti) evlenme teklifi mi görüşme talebi mi yoksa bir itiraf mı olduğu anlaşılmaz bir şekilde konuştuğun içindir?"

İlyas'ın eli refleksle boynuna gitti ve çekinerek cevap verdi. "Değişik bir hikayesi oldu işte fena mı?"

Mervenur daha fazla zorlamadı genç adamı ve onaylayarak başını salladı. Bu kez söylediklerinin kontrolünü yapamayan o olmuştu. "Şüphesiz. İleride çocuklarımıza bana nasıl evlenme teklifi ettiğini anlatırken 'dayınıza ödev yaptırırken aniden babanızdan bir mesaj geldi ve bu çileden kaçmak için koşarak sokak başına gittim, hem de altımda pijamalarım, ayağımda terlik, başımda rastgele örtülmüş bir yazma...' diye başlayacağım söze. Sonra---"

İlyas'ın yüzünde gittikçe büyüyen ve derinleşen bir gülümseme vardı artık. Mervenur çocuklarımız demişti! Babanız demişti! Bu apaçık bir cevaptı! Hem de sevdiceğinin aklı başındayken veremeyeceği denli açık bir cevap.

Mervenur karşısındaki genç adamın hülyalı hülyalı sırıttığını fark ettiğinde ne olduğunu anlamadı ilkin. Sonrasında az evvel söylediklerini birbir idrak ederken yanakları aniden alev aldı. Artık gitme zamanıydı! Kaçmalıydı buradan!

"Eee-- ben gideyim artık. Görüşürüz!"

İlyas utanarak arkasına dönmüş ve giden sevdiğinin ardından bir kaç adım atıp seslendi. "Dur dur, nereye gidiyorsun!"

Mervenur durup arkasına döndü. "Eve."

"Oturup ciddi ciddi konuşmamız gereken şeyler var artık. Farkındasın değil mi?"

Mervenur başını salladı. "Hıhı, farkındayım. Ama bugün olmasa? İdrak sürecine girmem lazım."

"Tamam, sen sakince otur, düşün, idrak et. Sonra konuşuruz o zaman."

Mervenur yeniden başını salladığında İlyas kaçarcasına giden kızın ardından gülerek baktı. Heyt be, şimdi ondan mutlusu yoktu. Üzerinden kocaman bir yük kalkmış gibiydi. Sevdiği tarafından seviliyordu, var mıydı dahası?!

 

🍂


Gençlerin ikisi de heyecanlıydı. Aileleri yakından tanışmış, içeride sohbet ediyorlardı. Üstelik onların evlilikleri hakkında!

Beyrler bir odada, hanımlar bir odadaydı. Çocuklar birlikte koridorda oynuyordu. İlyas'ın da Mervenur'un da kardeşlerinin yaşları birbirine yakındı. Bu onların arkadaşlık kurmasına yol açmıştı ve gençlerin başına bela omlamışlardı şükür.

Mervenur'un babası ve İlyas'ın babası İdris namazlarını kılmak isteyerek kalkmışlardı. İlyas önceden kıldığı için tek başına odada oturuyordu. Önündeki orta sehpanın üzerinde bir kitap olduğunu fark edince canının sıkılmaması adına kitaba uzandı ve rastgele bir sayfa açtı. Şiir kitabıydı ve arasında ayraç olarak bir fotoğraf vardı. Fotoğrafı görünce gülümsedi genç adam. Fotoğraf, kanal için çekim yaptıkları bir gündendi. Mervenur, İlyas ve Hira vardı karede. Üçü de gülümsüyordu ve çekildiklerinden habersizdiler. Bu fotoğrafı kitabın arasında bulmak az önceki gerginliğini almış, iyice rahatlamıştı genç adam. Eh kendisinin bulunduğu fotoğraf kitap arasında saklanıyordu sonuçta.

Mervenur çay ve tatlı getirmek için odaya girdiğinde yalnızca İlyas'ın olduğunu fark etti. Kitabı elinde, kurcalıyordu genç adam. Önce içinden "inşallah fotoğrafı görmemiştir!" diye geçirdi.

Çay bardağını ve tatlı tabağını İlyas'ın önündeki sehpaya koyduğu sırada göz göze gelmişlerdi. Genç adam bir şeyler söylemek istiyor gibiydi bakışlarıyla. Mervenur merak içinde bir şey söylemesini beklerken İlyas rastgele açtığı sayfadan sesli bir şekilde bir kaç mısra okumaya başladı.

"Avuç içinde ayHilal gibi yâr.Yar bak göğüs kafesimNe yangınlar ne fırtınalar.Kaç baharKaç kış yaşadı bu gönülDinmedi hâlâ amak-ı hayal.Pazarda satılan ipek olsamKeten olsamBez olsam.Tezgahta esen rüzgarla yüzün sürsemDudağın değen kâseni öpsem.Saklamıyorum.Kıskanıyorum ne varsaTaşı, torağı, ayazı, kışı, havayı.Sana değen tüm zamanarı." (-Bahadır Yenişehirlioğlu)

İlyas kitabı kapatıp yerine koyduğunda Mervenur "Çayını soğutma," deyip arkasına döndü ve az önce bastırdığı lakin şimdi yüzüne yayılan gülümsemeyle birlikte odadan çıktı. Şimdi kendisine şiir okumuştu İlyas, öyle mi? Hem heyecanlanmış hem hoşuna gitmişti.

Fakat merak ettiği bir şey vardı, acaba fotoğrafı görmüş müydü? Anlamamıştı. Misafirleri gittikten sonra evi toparlamıştı genç kız. Herkes çoktan uyumuş, o ise mutfakta bulaşıklarla uğraşırken zaman geçirmişti. İlyas'ın şiir okuduğu ve kitap aklına gelince kendi odası yerine oturma odasına yöneldi. Sehpanın üzerindeki kitabı alıp fotoğrafın bulunduğu yeri açtığında sayfadaki şiir dikkatini çekti. İlyas'ın okuduğu şiir buradaydı, demek ki fotoğrafı da görmüştü!

Aman canım neden endişelenmişti ki! Kendini sakinleştirio bu olayı dert etmedi. Ne olacaktı canım, birlikte bir yola girmişlerdi zaten! Hem ona şiir okuyan ilyas, babandan seni isteyeceğim diyen İlyas, garip bir şekilde evlenme teklifi eden de İlyas! Utanıp çekinecekse o utanıp çekinsindi. Merve altı üstü sessiz sedasız sevip fotoğrafını kitabının arasına koymuştu, çok mu?

 

🍂


Mervenur ve İlyas aynı yıl içerisinde evlendiler. Evlerinin duvarlarını birlikte boyadılar, renklendirdiler. Ömürlerininkini de. Evliliklerinin ileriki yıllarında babası gibi sıcakkanlı ve yetenekli; annesi gibi sakin ve akıllı bir kız çocuğunu kucakladılar. Bu küçük kızdan üç yıl sonra ise oğullarını kucaklarına aldılar. Oğulları tam bir fırlama olduğu kadar zeki ve merhametliydi. Dört kişilik bir aile olarak hayatlarına kah gülerek kah hüzünlenerek, tüm duyguları sahiplenerek devam ettiler. Tanıyanlara örnek bir ilişkileri ve iletişimleri oldu. Mervenur çocukları olduktan sonra onlar okula başlayana dek çalışmadı, kendi evlatlarını kendi yetiştirmek istedi. İlyas hem duvar boyamaya, hem de çeşitli el sanatlarıyla ilgilenmeye devam etti. Bunlardan kazanç sağladığı gibi mesleğinden de sağladı. Ayrıca arkadaşlarıyla olan ilişkileri hiç kesilmedi ve milyonların kalbine dokunan video içerikleri üretmeye, kısa filmler çekmeye devam ettiler.


Loading...
0%