Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4 • Kaybedilen Bir Hazine •

@sukunettekelimeler

Bir ân gelir ki kuyunun dibinde sanırsın kendini. Sonra yelkovan döner, üzerine çöken gecenin karanlığı eteklerini toplar, bir ay ışığı doğar göz bebeklerine... Bir ay ışığı, aydınlıkları haber verircesine.

🍂

 

"Dur, ben de yardım edeyim." deyip Ebuzer'in peşine takıldı Zahid. O her ne kadar gerek olmadığını ve dinlenmesini söylese de söz dinlemeyip alt kata inen merdivenler boyunca Ebuzer'i takip etti. Son basamağı arşınlayıp etrafa bakındı dikkatle. "Vayy, çok güzel bir ortamı varmış burasının!"

Duvarlardaki raflar ve kitaplıklar dopdoluydu. Gözüne bir kaç da asılı fotoğraf çarpıyordu. Kâbe ve Kudüs yan yana ortada duruyordu. Diğer kısımlarda doğa manzaraları vardı. Eski tarz bir saat, ahşap bir kaç masa, antika gibi görünen bir kaç dekor... İnceydi, epey inceydi burası.

"Öyledir." derken elindeki tepsiyi tezgahın üzerine bıraktı Ebuzer.

"Burası sizin yani, değil mi?"

"Evet. Aslında babam sanayide çalışıyordu amcamla birlikte. Otomobil boyacısı. Hâlâ da çalışıyor aslında. Burasını kız kardeşim Hira'nın gönlünü almak için açmıştı. Sonra hepimizin hoşuna gitti, epey ilgileniyoruz burayla. Annem her gün kek ve kurabiye yapar getirir. Babamın sanayide işi olmazsa o durur burada, işi olursa da annem durur. Okuldan sonra Hira ve ben de gelir yardımcı oluruz. Zaten öyle çok kalabalık olmaz pek. Sakindir, huzurludur. Çoğunlukla öğrenciler geliyor. Kitap okuyorlar, ders çalışıyorlar, bazen sohbet ediyorlar arkadaşlarıyla geldilerse. Haftada bir de toplanır ders yaparız bizim bir kaç arkadaşla. Mahalleden çocukları alıyoruz, kek ve kurabiye ikramı olunca koşarak geldiler ilkin, epey eğlendiriciydi. Sohbetimizi de sevdiler sonradan elhamdülillah. Bizi tanıyan bilen bazı komşu amcaların da geldiği olur. Sahabelerden konuşuruz, sünnetten, dinden, dünyadan, sanattan. Bir yerden başlarız sohbete, gerisi kendiliğinden gelir. Herkes feyz alıp ayrılıyor ya ona çok mutlu oluyorum. Burası bir kitap kafeden daha fazlası anlayacağın."

Ebuzer'i dinlerken raflardaki kitaplara göz gezdiriyordu Zahid. Parmaklarının ucu kalınca bir kitaba, Malcolm X'e değince duraksadı ve kitabı eline aldı. Bu kitabı okumayı istiyor ve merak ediyordu faka bir türlü nasip olmamıştı. Ebuzer konuşmasını sonlandırınca dilinin ucuna gelen ve sonradan çok gereksiz bulduğu soruyu soruverdi. "Neden kardeşinin gönlünü almak için böyle bir yer açtı ki? Bu kadar büyük bir gönül almaya ne sebep oldu?"

Ebuzer bir ân eski zamanlara takılıp kaldı, sonra hemen üzerinden sirkeledi tatsız bir kaç yılın tozlarını. "Ben yedinci sınıfa geçeceğim zamanlarda annemle babam hiç anlaşamaz olmuşlardı. Sürekli tartışıyorlardı. En ufak bir şey bile, çok saçma bir şey bile büyük ses getiriyordu evde. İşler böyle tatsızlaştıkça hepimiz geriliyorduk, üzülüyorduk. Özellikle de Hira çok yıprandı, çok hassastı. Bir yıla kadar böyle sürdü, sonra ayrılmaya karar verdiler. Ben babamla, Hira annemle kalıyordu. Geçen seneye dek ayrı yaşadık. Bu süreçten hepimiz etkilendik tabi. Aradan üç yıl kadar geçti, Allah'a şükür barıştılar. Her şey eskisinden güzel oldu. Fakat kız kardeşim annemle babamı suçlamaya devam etti onca zaman ayrı kaldığımız için. Bunun gönlünü almak içindi işte..."

"Alabildi mi bari?"

"Aldı ama bazen kızınca yine yüzlerine vurmuyor değil. Allah'tan Hâris doğunca Hira da daha ılımlı hâle geldi onlara karşı."

"Üç kardeşsiniz yani?"

"Evet. Hira benden bir yaş küçük. Hâris daha bebek, bir yaşında bile yok."

"Ne güzel. Kardeşim olmasını çok isterdim." deyip bir sandalyeye oturdu Zahid. Ebuzer'e yardım etmek niyetiyle aşağı inmiş ama etrafı görünce bunu unutmuştu.

Sohbetlerine devam ederken Ebuzer bir yandan da kahvaltı ettikleri çatal bardağı yıkayıp bulaşıklığa koydu.

"Anlayacağın, herkesin hayatında imtihan olduğu zor dönemler oluyor be Zahid. Bizim de bu sınav yeni bitti işte, elhamdülillah atlattık. Her zorluğun ardından bir kolaylık veriyor Rabbim. Sana da verecek kardeş, sadece imtihanına sabret. İsyana sürüklenmeyesin, hepsi geçici bunların. Güzel günler göreceğiz."

"İnşallah." deyip ellerini kurulayan ve gelip karşısına oturan gençten ayırdığı bakışlarını elindeki kitaba geri çevirdi Zahid.

Ebuzer "Çok güzel kitaptır. İstersen sende dursun, okursun." diyerek gözleriyle kitabı gösterdi.

"Sonra geri getiremeyebilirim. O yüzden almayayım."

Ortamdaki atmosferi ağırlaştıracağını bilse de sormaktan kendini alamadı Ebuzer. "Evden ayrıldın tamam, peki nerede kalacaksın? Camide yaşayarak ömür geçiremeyeceğini biliyorsun değil mi?"

Zahid, kitabı masanın üzerine bırakıp arkasına yaslandı. "Biliyorum. On sekiz yaşındayım, bir iş bulurum. Yaparım işte bir şeyler. Başkaları nasıl yaşıyor, nasıl duruyor kendi ayakları üzerinde? Hayat bir şekilde devam ediyor."

Dükkanın kapısı açılınca ikisi de aynı anda başını çevirip baktı. "Oo, Selamünaleyküm! Ben uyuduğunuzu düşünerek gelmiştim buraya. Erkencisiniz."

İkisi de Süheyl beyin selamını aldıktan sonra Zahid "Oğlunuz horoz gibi, gece örtüsünü biraz çeker çekmez uyanıyor." diyerek tebessüm etti adama.

"Öyledir kerata." derken elindeki poşetleri tezgahın arka tarafına bırakıp gençlerin yanına doğru gitti Süheyl bey. Bir sandalye çekip oturdu. "Nasılsın, nasıl oldun Zahid?"

"İyiyim, sağ olun. Ben birazdan gidebilirim. Tekrar size çok teşekkür ederim. Yük oldum iki gündür. Hakkınızı helal edin."

"Estağfirullah oğlum, ne yükü." deyip çocuğa güvenle baktı Süheyl bey.

"Nereye gideceğini bilmeden nereye gidiyorsun acaba Zahid?" deyip kaşlarını çatarak ona baktı Ebuzer. Zahid'den ses seda çıkmamıştı, o da yalnızca kaşlarını çatıp Ebuzer'e bakarak yanıt verdi.

"Hayırdır çocuklar, niye kaşlarınız çatıldı şimdi böyle?"

Ebuzer lafa atlayıp babasına bakarak konuştu. "Zahid'in şuan gidecek bir yeri yok baba. Ama sürekli gitmekten bahsediyor."

"İş bulacağım. Ve ca--"

Zahid'in lafını hızla böldü Ebuzer. "Camide kalacaksın, evet anladık! Bu havada donarsın artık, camiden cenazeni çıkartırız."

"Tövbe estağfirullah, Allah korusun!" diye söylendi Süheyl bey.

İki genç de biraz gerilmişti. Zahid bakışlarını Ebuzer'in gözlerinden ayırmadan üstüne basa basa konuşuyordu. "Sen niye şimdi bu kadar dert edindin ki? Yaralı buldunuz, yardım ettiniz, iki sohbet ettik, eyvallah. Ama bundan sonra ne yapacağıma da ben karar vereceğim, hatırlatırım. Daha iyi fikrin varsa söyle? Tecrüben varsa buyur, aktar. Mantıklıysa senin dediğini yaparım."

Ebuzer iddialı bir şekilde "Sanırım çok daha mantıklı bir fikrim var." Deyince merak ederek tek kaşını kaldırdı Zahid.

"Neymiş?"

Ebuzer babasına döndü tekrar, onu muhattap alıyordu. "Baba sen sanayideyken dükkana annem bakıyor, o da şikayet ediyor bebekle zor oluyor diye. Zahid'i işe alalım. Yukarıyı nasılsa kullanmıyoruz, orada kalsın."

Süheyl beyin kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Tereddüt etmişti, bu büyük bir karardı ve genci henüz yeterince tanımıyordu. Üstelik onu bulduğu hâl, sarhoş hâli hatrına gelince ne alışkanlığı vardır, huyu suyu nasıldır bilemiyordu. Adamdan ses çıkmadı fakat Zahid "Olmaz, siz elinizden geleni yaptınız zaten. Teşekkür ederim." Deyip konuyu kestirip attı kendince.

"Ne yani, şimdi gidecek yerin olmadığını bile bile senin çıkıp gitmene izin mi verelim?"

"İzin istediğimi hatırlamıyorum." deyip ayağa kalktı Zahid. Malcolm X'i raftaki yerine koyup üst kata çıktı, bir kenarıda duran çantasını ve koltuğun üzerindeki telefonunu alıp üzerine montunu giydi. Merdivenlerden aşağı inerken kulaklarına Ebuzer ve Süheyl beyin konuşma sesleri geliyordu.

"Gidecek yeri olmadığını bilerek bırakacak mıyız onu? Sokakların pis ellerine teslim mi edeceğiz? Yarın bir gün başkalarının onu bizim bulduğumuzdan daha kötü bir halde bulmasına müsaade mi edeceğiz? Ben dün akşamdan beri Zahid'in yanındaydım baba. İyi kötü biraz tanıdım onu. Ben ona güveniyorum. En azından bir şans verebiliriz, değil mi? Kimse bir şey kaybetmez! Hira da üst katı özel bir yere çevirme hayalini biraz erteleyiversin, Zahid'in canından değerli değil."

"İyi, güzel, doğru söylüyorsun oğlum ama daha gençsin, küçüksün, anlamıyorsun dünyanın halini. Hemen öyle güvenilir mi herkese?"

"Kendin diyorsun işte, gencim, küçüğüm! O da benim yaşlarımda baba. O da genç, küçük, anlamıyor dünyanın halini. Baba, hani Müslüman adam zor durumda olan kardeşine sahip çıkardı?"

Fermuarını çekip çantayı omzuna astı ve adımlarını kendini görünce sessizleşip yalnız birbirinin gözlerine bakan baba-oğulun yanında durdurdu. "Tekrar teşekkür ederim Süheyl bey amca. Allah razı olsun. Hakkınızı helal edin lütfen." deyip adama elini uzattı, tokalaştı.

"Helal olsun tabi. Lafı olmaz. Ne zaman bir şeye ihtiyacın olursa çekinme, gel."

"Eyvallah." deyip babasına kızgın bakışlar atan Ebuzer'e döndü Zahid. "Ebuzer kardeş, beni geçirirsin dışarıya dek artık?"

Ebuzer delici bakışlarını babasından ayırıp Zahid'e başını salladı ve onun adımlarını takip ederek dışarıya çıktı. Zahid, dükkanın bir kaç adım ilerisinde durup, öfkeli ve canı sıkkın görünen gence minnetle baktı. "Bak Ebuzer, benim iyiliğimi düşündün, Allah razı olsun senden. Çok duygulandım açıkçası, harbi delikanlıymışsın. Ama baban haklı. Onu suçlamıyorum, sen de kesinlikle benim yüzümden babana karşı bir tavır koyma. Bu dünyada güven kaybedilen bir hazine. Çok normal böyle davranması, ki ben de kabul edemezdim zaten senin teklifini. Gelip burada çalışmak belki bir nebze daha kabul edilesi ama burada yaşamak?! Bu devirde millet akrabasına bile açmaz evini barkını."

Söylediklerini idrak edip etmemesini ölçmek için bir süre duraksayıp Ebuzer'in yüzüne baktı dikkatle. "Bu haksızlık." diye geçiriyordu içinden o sırada Ebuzer, o bilmese de. Zahid konuşmaya devam etti. Sesine biraz neşe katmaya çalıştı. "Bu arada, o kayıp hazineyi sende buldum kardeş. Sana güvenirim, güvenebilirim rahatça. Teşekkür ederim her şey için. İçin rahat olsun diye numaramı vereyim istersen, sana yaşadığımı haber veririm."

"İyi olur." deyip cebinden kendi telefonunu çıkarttı ve kaydetti Zahid'in numarasını. O da onunkini kaydetti. Ardından tebessüm edip vedalaştı Zahid, ardına dönüp yürümeye başladı. Ebuzer ise uzun süre arkasından bakmıştı. Soğuk içine işlese de bozuk moralinden öteye gidemiyordu. "Bu haksızlık." dedi tekrar. Aralarındaki bir yaş Zahid'i büyük yapmıyordu. Daha yeni tanımış olmaları onu yaralarını sarıp başka yaralar alsın diye sokaklara geri bırakmaları anlamına gelmiyordu. Kan bağı değil din bağı, insanlık bağı vardı. Kendisinin gitmesine böyle kolay izin vermeyecek olan babası neden kendisi gibi bir diğer gencin böyle kolay gitmesine izin vermişti? Nasıl vermişti? Zor durumda olan kardeşine el uzatmak değil miydi Mü'minlik? Varını yoğunu paylaşmak değil miydi? Ensar, muhacirle neyi var neyi yoksa paylaşmamış mıydı? Hayatlarını ortak etmemiş miydi?

Kafasındaki gürültüleri susturmaya gönülsüz bir şekilde içeriye girdi.


🍂


İşittiği adım sesleri uyanmasına sebep olmuştu fakat uyandığını belli etmemeliydi şayet şuan caminin üst katında kalıyordu. Üst katları hanımlar kullandığından, bu demek oluyordu ki gelen de bir hanımdı; hayır, sese bakılırsa iki hanım. Sırtı zaten onlara dönük, yüzü ise duvara dönük olduğundan uyuyor olduğu görüntüsünü bozmadı ki gelen her kimse rahatsız olmasın. Onu fark ederse eğer, uyuduğunu düşünüp namazını rahatça kılıp gidebilsin. Öyle de yaptı, gözlerini açmadan tekrar uyumak niyetiyle kıpırdanmadan durdu lakin elbette uyuyamadı.

Uyanır uyanmaz zihnine karnını doyurmak için yine bir iş bulması gerektiği, okula gitmesi, sonra da dün arayıp okuldan sonra buluşmayı teklif eden Ebuzer'le buluşması, camiye dönüp ders çalışması gerektiği düşünceleri yığılmıştı. Bu düşünceleri dağıtan duyduğu seslerdi, iki sese bakılırsa iki genç kızdı konuşan.

"Abla, şurada biri var. Uyuyor herhalde."

"Allah Allah, neden camide kalıyor ki? Bizim yaşlarımızda birine benziyor, genç sanırım. Neyse, sessizce duralım, uyanmasın."

"Tamam, hadi namaz kılalım hemen."

Fısıltılar kesilince muhtemelen namaza başladıklarını düşündü Zahid ve üşüdüğü için yattığı yerde biraz daha kendi içinde büzüştü. Aradan geçen yaklaşık on dakikanın ardından tekrar iki kızın fısıltısını işitti.

"Abla, burası çok soğuk. Üşüyordur, hasta olacak."

"Ne yapabiliriz ki? Dua ettim namazdan sonra. Acaba cami görevlilerinden birine söylesek de ilgilenseler mi?"

"Olabilir... Ama ya camide kalamazsın deyip atarlarsa, kızarlarsa? O zaman sokakta kalır ve bu daha kötü."

"Doğru diyorsun... Hay Allah, ne yapsak?"

"Diyorum ben işte, herkes sen dilini öğrense hayat böyle bir yer olmaz. Kimse sen dilini umursamıyor, ben diline takılıp kalıyor ve sonra insanlar sıcak bir evde değil sokaklarda, camilerde yaşıyorlar."

"Doğru diyorsun Kevser ama herkes ben dilinden memnun, kimse sen dilini öğrenmeye yanaşmıyor maalesef. Hadi, gidelim. Babam bekliyordur şimdi."

Zahid sen dili ve ben dili mevzusunun ne olduğunu oldukça merak etmişti. Bir kaç fikir üretmeye çalıştı. Bu sırada kızlar da susmuştu ama gitmediklerini biliyordu çünkü adım sesleri duymamıştı. Araya bir süre sükut hâkim oldu. Bu durumu büyük kız kardeşin cümlesi bozdu. "Ne yapıyorsun Kevser?"

Zahid, adım seslerinin kendine doğru yaklaştığını hissedebiliyordu. Kalbi anlamsızca hızlı atmaya başladı. Tedirgin mi olmuştu? Adım sesleri baş ucuna çok yakın bir yerde durdu, bir kaç saniye içinde üzerine bir şey bırakıldığını hissetti. Sıcak bir şey. Zahid gözlerini açmamak için kendini zor tutarak öylece dururken Kevser de yanından uzaklaşmaya başlamıştı.

"Kevser, o şalı yeni almamış mıydık sana? Annem şalına ne yaptın diye soracak. Benimkini örtseydin."

"Olsun abla. Ondan değerli değil ya bir şal. Seninki ince hem, benimki daha kalın. Hadi, gidelim."

Adım sesleri uzaklaştığında gözlerini araladı genç, nemli gözlerini. Bakışları üzerine örtülen büyük örtüde durdu. Lâcivert ve mavi renklerinden geniş ve kalınca bir şaldı. Biraz küçük bir battaniyeye benziyordu. Önce tereddüt etse de şalı omuzlarından yukarıya doğru çekip sıkıca sarıldığında kısa bir süre içinde biraz daha ısındığını fark etti. Yalnız bedeni değil, içi de ısınmıştı Zahid'in. Yüreğindeki farklılığı hissediyordu. Aradan bir kaç saniye daha geçtiğinde şalın üzerine sinmiş olan sahibinin kokusu ciğerlerine doğru inmeye başlamıştı. "Yüreği güzel olunca kokusu da güzel oluyor insanların demek." diye geçirdi içinden. "Annem gibi. O da yüreği güzel, kokusu güzel, her şeyi güzel bir insandı."

Bir süre tekrar uyumaya çalışsa da başaramayınca kalkıp telefonundan saate baktı. Telefonu tuşlu olduğundan ve eski olduğundan epey sağlamdı, şarjı idare ediyordu onu ama bugün bitecek gibiydi geriye kalan tek çizgiye bakılırsa. Eve gitmesi gerekiyordu ama babasının olmadığı bir saatte gitmeliydi. Alması gereken bir kaç eşyayı daha almalıydı. Bir sırt çantası ile ayrılmak fazla eksikle ayrılmak demekti onun için. Çünkü kitapları da evdeydi. Eğer bir süre daha kitabını evde unuttuğunu söylerse öğretmenlere, derslerindeki başarısını umursamadan ders içi notundan büyük bir kırma yapacaklardı.

Düşünmeye son verip tamamen kalktı, toparlandı ve camiden çıktı. Avludaki çeşmelerden birinde elini yüzünü yıkarken soğuk su tüm bedeninin titremesine yol açmıştı. Bu kez ellerini montunun cebine sokmak yerine sırt çantasına koyduğu kalın şalı çıkarttı, kendini şala sarıp bir battaniye gibi sıkıca sarıldı ve okula doğru yürümeye başladı. İçinde hep kalacaktı bu sabah yaşadığı olay. O kızın kim olduğunu delicesine merak edecekti, biliyordu.

Yol üzerinde gördüğü bir satıcıdan simit alıp çantasına koydu. Kantinden değil yolda gördüğü satıcılardan simit alıyordu çünkü kantinde bir buçuk, onlarda bir liraydı. Okula girer girmez boş olan sınıfa geçti, en arkadan bir önde olan sırasına çantasını bırakıp yanına oturdu ve simidini çıkartıp iştahla yemeye başladı. İki haftadır simit yahut poğaça, ufak tefek bir iş yapıp biraz para kazandıysa da şanslı hissedip tost yiyordu. Simitini yavaş yavaş yerken içeriye bir kız arkadaşı girip selam verdi, yerine geçti. "Aleykümselam Sevtap. Sana da günaydın." diyerek kızın selamını aldı ve simidinden bir parça ısırdı.

Kız çantasını bırakıp sınıftan çıktı. Bir kaç dakika sonra elinde iki çayla birlikte geri gelmişti. Kendi sırası sınıfın diğer köşesinde olmasına rağmen Zahid'in yanına doğru adımlıyordu yolu. Gencin önündeki sıraya oturup elindeki çayın birini onun önüne koydu.

Zahid kıza minnetle baktı. "Teşekkür ederim Sevtap, zahmet etmeseydin."

"Estağfirullah, lafı olmaz. Altı üstü bir çay. Simit kuru gitmez."

"Eyvallah, sağ ol." deyip tebessüm etti kıza. O da karşılığında gülümsemişti.

"Zahid, bir şey soracağım ama lütfen yanlış anlama ve kızma bana olur mu?" Zahid sıcak çaydan bir yudum alırken başını salladı yavaşça. Bunun üzerine konuşmaya devam etti kız. "Bir sorun mu var hayatında? Bu aralar biraz daha sıkıntılı duruyorsun sanki? Kaç gündür kitap defter getirmiyorsun, etütlere kalmıyorsun, sabahları herkesten önce okula geliyorsun... Sen derse geç kalmalarınla meşhurdun."

Lokmasını yutup bir kaç saniye duraksadı Zahid. Ardından gözlerini kaçırıp tahtadaki etütten kalma notlara baktı. İş bulmak yahut bulduysa çalışmak için etütlere kalmıyordu. Yalan söylemeyi sevmiyordu ama doğruyu da söyleyemezdi. "Yani, var bir kaç sıkıntı ama hallolacak inşallah. Dua et sen. Hem ne güzel, artık geç kalmıyorum, dersi bölüp durmuyorum. Daha ne istiyorsun?"

Hafifçe güldü kız, içinde hiç gülme havası olmamasına rağmen. "Ederim. Sen de bir şeye ihtiyacın olursa çekinme, söyle. Kaç yıldır arkadaşız biz."

Zahid "Dört." dediğinde kız bu kez gerçekten gülmüştü.

"Soru sormamıştım Zahid!"

"Biliyorum biliyorum. Neyse, sen benim için endişelenme. Ama bir ricam olabilir senden. Kaçırdığım etütlerin notlarını verir misin bana? Çalışayım. Anlamazsam da anlatırsın değil mi?"

"Veririm tabi. Anlatırım da."

"Süper." deyip çayından büyük bir yudum daha aldı Zahid. Kızın çayının hâlâ dopdolu olduğunu fark ederek işaret parmağı ile karton bardağı gösterdi. "Çayını soğuttun Sevtap. İç hadi."

Sevtap başını salladığında içeriye üç arkadaşı büyük bir şamata ile girmişlerdi. "Günaydın gençler!" Az sonra herkes yavaş yavaş gelmiş, Sevtap kendi yerine geçmiş, Zahid'in yanına en yakın arkadaşı Engin oturmuştu. Hoca gelene dek arkadaşıyla lafladı biraz. Ardından ilgi isteyen nazlı dersi matematiğe istediği ilgiyi verdi.

Öğle tenefüsünde Engin iki tost alıp gelmişti. Zahid, ses etmeden kendisine uzatılan tostu alıp yemeye başladı. Engin, üç gündür öğlenleri tost alıyordu ona ve normalde yük olacağını düşünmesine rağmen bir şey diyemiyordu Zahid. Çünkü evden ayrıldığını ve camide kaldığını öğrenince çok kızmıştı Engin, arkadaşına. Nasıl haber vermezsin, bizde kal demiş, ısrar etmişti. Tabi Zahid'i ikna edebilene aşk olsundu. Bir günlüğüne Enginlere misafir olsa da tekrar camiye dönmüştü. Beş kardeşlerdi zaten onlar, bir de kendisi yük olmak istemiyordu.

"Bu akşam üstü annem yemeğe bekliyor seni."

"Olmaz, sağ olsun. Teşekkürlerimi ilet ama gelemem."

Engin sertçe baktı dostuna. "Ne demek olmaz lan! Aynı durumda ben olsam sen böyle bırakacak mıydın beni?"

"Hayır tabiki. Hem ondan değil, başkasına sözüm var."

"Kime sözün olabilir acaba? Hem beraber vakit geçirelim istiyorum."

"Ebuzer yok mu hani, bahsetmiştim. Onunla buluşacağız. Akşam kitabevinde toplanacaklarmış, beni de davet etti. Sen de gel istersen. Hem birlikte vakit geçirmiş oluruz."

Engin biraz sakinleşti, az evvel tepesine çıkan sinirleri normale döndü. "Tamam. Bizimkilere sorayım, izin verirlerse gelirim. Bakayım kimmiş bu Ebuzer!?"

Güldü Zahid çünkü arkadaşının ses tonundaki kıskançlık tınısını yakalamıştı. Onun neden güldüğünü anlayan Engin kaşlarını çatıp sertçe baktı ve tostundan kocaman bir ısırık aldı.


Loading...
0%