Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41 • Sevda Çiçekleri •

@sukunettekelimeler

Zahid

🍂

 

Tanrı'nın eli tutuyor sıkıca senin ellerini. Sen inancına sarılırken, inandıkların da seni sarmış özenle.

🍂


Mesut Bey yurt dışına gidecek ve bazı etkinliklerde görev alacak yahut davetli olarak bulunacaktı. İki aylık bir takvim planı hazırlamıştı kendisine. Yanına asistan olarak da bir öğrencisini götürmeyi planlamıştı. Hem kendisine yardımı dokunabilecek, hem de böyle iyi bir deneyim elde etmiş olmayı hakedecek birini seçmeyi düşünüyordu. Aklına gelen bir kaç kişi arasında seçim yapmıştı sonunda. Fakat öğrencisinin acil bir ailevi problemi oluşmuş, katılamayacağını bildirmişti. Bu sebeple aklına gelen diğer isimleri değerlendirmeye aldı. İki kişi vardı aklında, biri Zahid'ti. Hem başarılı, istekli, çalışkan, hem de ahlaken güveneceği bir öğrencisiydi. Gerçi öğrenciliği geçmişlerdi artık, hastanede görev yapıyordu, stajyerdi Zahid. Çok başarılı ve işini iyi yapan bir doktor olacağına emindi Mesut bey. Mesut bey hem akademide görev alıyor hem doktorluk yapıyordu. Okulda da hastanede de şahit olmuştu Zahid'in ilerleyişine. Kararını vermiş, teklifini yapmıştı gence.

Zahid ilkin kardeşi ve Harun dedesini düşünmüş, fakat sonrasında arkadaşlarının, Kübra teyzesi, Süheyl amcası ve Harun dedesinin "Böyle bir fırsat ayağına gelmişse git oğlum, iki aydan bir şey olmaz, buralar bize emanet," diye onu cesaretlendirmesiyle birlikte hocasının teklifini severek kabul etmişti. Heyecanlıydı bu yolculuk için. Uzak yola gideceği için öncesinde bütün sevdikleriyle görüşüp helalleşmiş, ardından İstanbul'a havalimanına gitmişti. Ebuzer ve Engin havalimanına dek ona eşlik etmiş, yolcu etmişlerdi dostlarını. İlyas da onlara katılmak istemişti ama aynı akşam kız istemeye gidecekleri için 'damat adayı olarak mazur görün beni ' demişti dostlarına. Eh onlar da severek mazur görmüşlerdi.

Hocası Ankara'da olduğu için Ankara'dan binecekti uçağa, Zahid ise İstanbul'a daha yakın olduğu için buradan biniyordu. Aynı havalimanında ineceklerdi zaten, orada buluşacaklardı indiklerinde. Planladıkları gibi ilerlemişti her şey. Uzun sürdüğü için biraz sıksa da genç adamın yolculuğu rahat geçmişti. Oturmaktan her yerinin tutulmaya başlaması haricinde! Neyse ki artık her yerde uyuyabilme özelliğine sahipti ve uçakta bir kaç saati uyuyarak geçmişti. Kalan zamanda kitap okumuş, bir şeyler dinlemiş, film izlemiş, yanında oturan beyefendiyle tanışıp sohbet etmişti.

Sonunda İngiltere'ye vardıklarında havalimanında uçaktan inip bavulunu aldıktan sonra bulduğu ilk banka bırakıvermişti kendisini. Biraz su içip dinlendikten sonra lavaboya gitti. Hem ihtiyacını görüp hem abdest aldı ve nerede namaz kılabileceğini düşündü. Burada mescit olduğundan şüpheliydi. En iyisinin telefondaki pusulayla kıbleyi bulmak ve sonra da yanında getirdiği seccadeyi müsait bir köşeye serip namazını eda etmek olduğuna karar verdi. Namazdan sonra da Mesut hocasının kendisine verdiği numarayla iletişime geçip onlarla ilgilenecek olan Elaina hanıma vardığını haber verecekti. Bavulundaki seccadeyi ön göze koyduğu için sevinerek kolayca çıkardı, telefondan kıbleyi tayin etti ve bavulu yanına koyup insanların önünden geçemeyeceği sakin bir köşede namaza durdu.

Elaina havalimanına geleli yarım saat olmuştu. Bir bankta oturmuş, misafirlerinin gelmesini bekliyordu. Geldiklerinde kendisini arayacaklardı. İkisi de yarım saat arayla uçağa bineceğinden ayrı ayrı geleceklerdi. Birisi zaten tanıdığı Mesut beydi, babasının arkadaşı ve ünlü bir tıpçı. Diğer kişiyi tanımıyordu. Yalnızca Mesut bey, Zahid ve Elaina'nın bulunduğu üç kişilik grupta yolculukları hakkında aralarında bir kaç konuşma geçmişti, o kadar. Bu kişinin Mesut beyin asistanı olarak geldiğini biliyordu bir de.

Beklerken kitap okuyan Elaina romanın gidişatını tahmin ettiği için biraz sıkılmıştı. Arkasına yaslanıp etrafa bakındı, yolcuları seyretmeye başladı. Bütün bu insanların ne amaçla gelip gittiklerini, hayatlarındaki anlamı merak etti. Kendi hayatının anlamını da sorguluyordu son zamanlarda. Bir boşluk hissi vardı içinde ve ne yaparsa yapsın kapanmıyordu. Birilerine faydasının dokunması, iyilik yapmak, güzelliklere sebep olmak, birini gülümsetmek gibi bazı şeyler bir süre yeterli geliyordu nefes almasına ama sonra yine bu dünyada sıkışmış halde buluyordu kendisini.

Elindeki dörtgen örtüyü yere seren bir genç bakışlarına takıldı. Az ötede, duvarın dibinde dikiliyordu. Ne yaptığını merak ederek ona bakmaya devam etti. Genç adam önüne odaklıydı, etrafıyla bağlarını koparmıştı sanki. Ellerini havaya kaldırıp kulaklarına yakın bir yerde tuttu ve sonra göbeğinin üzerinde bağladı. Bu hareketler ona tanıdık gelmişti, hatırlamaya çalıştı. Az sonra genç adam ellerini dizlerine koyup rûkuya eğildiğinde ve sonrasında da secdeye gittiğinde hatırlamıştı. İbadetti bu, Müslümanların ibadeti. İnternette rastlamıştı daha önceden, oradan hatırlıyordu. Son zamanlarda çokça karşısına çıkıyordu İslam ve Müslümanlar. Eski bir arkadaşının Müslüman olduğunu geçen hafta öğrenmişti mesela. Acaba nasıl bir dindi? Medyada gördüğü her şeye inanmayan biri olarak gerçekleri merak etmişti bir anlığına.

Elaina da bir Yaratıcı'nın varlığına inanıyordu ama ailesi gibi Hristiyanlığı benimsememişti. Herhangi bir dine tabi olduğunu söyleyemezdi, bir arayış içindeydi. Gerçekten her şeyiyle kalbine işleyecek bir inanç arıyordu. Sorularına cevap, hayatına anlam katacak; hissettiği o boşluğu doldurabilecek bir şey. Bu genç gibi, önünde eğilmeye değecek bir Yaratan, zevkle secde edeceği Tanrıya ait bir inanış olmalıydı.

Müslümanlarla ilgili iyi de kötü de duyumları olmuştu ama bildiklerinin yetersizliğinin farkında olduğundan bu dine karşın herhangi bir şekilde yorum yapmaya yahut sevip sevmiyorum demeye hiç kalkışmamıştı. Kimseye zarar vermedikleri sürece herkesin inancına saygı duyuyordu.

Derin bir nefes alıp telefonunu çıkarttı ve saati kontol etti. Misafirlerinden birinin şuan gelmiş olması gerekli değil miydi? Karşıdaki panodan da uçağın iniş yaptığını görebiliyordu. Bir sıkıntı mı olmuştu acaba? Meraklandı ve gruba bir mesaj yazdı.

Zahid namazını bitirdikten sonra ellerini açıp dua etti ve yolculuğunu sağ salim tamamladığı için de şükrederek duasını sonlandırdı. Seccadesini toplayıp yeniden bavulunun ön gözüne koydu ve paltosunun cebindeki telefonunu alıp uçak modundan çıkarttı. İnterneti açtığında yavaş yavaş mesajları yüklendi ve genç adam öncelikle sağ salim geldiğini haber vermek için yakınlarına haber verdi. Dedesi ve Kübra teyzesi endişeden çatlardı kesin. Babasının da kendisine mesaj attığını görünce biraz şaşırmış, biraz da mutlu olmuştu genç adam. Suat beye de sağ salim vardığını yazıp en sona bıraktığı grubu açtı. Okumadığı bütün mesajları gözden geçirdi. Anlaşılan hocası Mesut Bey'in uçağı yarım saat ertelenmişti. Yani planladıklarından daha geç varacaktı adam havalimanına. Aradaki önemsiz mesajları geçip en sondakini okuduğunda kendilerini karşılamak için bekleyen hanımefendiyi daha fazla meraklandırmadan indiğine ve havalimanın içinde bekliyor olduğuna dair bir cevap yazdı.

Elaina hemen yeni gelen bildirimi görmüş, genç adama nerede beklediğini sormuştu. Zahid etrafa bakınıp ileride tabelasını gördüğü bir büfenin ismini söyledi ve orada bekleyeceğini yazdı. Elaina etrafa bakınıp büfeyi bulmak üzere kalktı ve yürümeye başladı. Zahid sağ tarafa doğru ilerlerken Elaina tam tersi yöne yürüyordu çünkü az ötedeki kolon onun görüşünü kapatarak büfeyi görmesini engellemişti. Ama buralarda bir yerde gördüğüne de emindi, bu sebeple hemen bakınmaya ve etrafta aramaya başladı. İkisi de ellerinde telefonla hem haberleşip hem birbirlerini bulmaya çalışıyorlardı. Fakat yanlış anlamalar ve gözden kaçanlar yüzünden bu iş gittikçe uzuyordu. On dakikanın ardından Elaina sabırsızlanmıştı. İşleri kolaylaştırmak adına telefonundaki numarayı görüntülü aradı. Zahid tam mesaj yazıyorken gelen görüntülü aramayla bir an şaşırdı. İlk kez tanıştıkları hatta henüz tanışmadıkları biriyle önce bu şekilde karşılaşmayı düşünmemişti. Saniyeler içinde açıp açmamak, mesajla daha net bir yer belirlemek gibi fikirler aklından geçse de ani bir kararla aramayı cevapladı. Ekranına görüntü geldiğinde karşılaştığı ilk şey balköpüğü renkli dalgalı kısa saçlar ve küçük kahverengi gözler olmuştu.

"Merhaba! Birbirimizi daha kolay buluruz diye görüntülü aradım. Tam şuanda neredesiniz?"

Zahid hızlıca kızın kıyafetine baktığında kahverengi bir hırka giydiğini görüp bakışlarını ekrandan ayırdı. Onu uzaktan görürse tanımak içindi bu. Elaina hızlı adımlarla yürüdüğü için hışırtılı sesler geliyordu telefonundan.

"Merhaba. Kıyafet satan bir dükkanın önündeyim. Şöyle göstereyim ismini ve etrafı,"

Genç adam kamerayı önünde durduğu yere ve etrafa doğru tutup gösterdiğinde Elaina heyecan ve rahatlamışlıkla "Tamam, buldum sizi!" demişti. Ekrandaki bazı hışırtılar ve seslerden sonra aniden götüntü de kapanmış ve arama sonlanmıştı.

Elaina Zahid'i görmüş ve ona doğru yürürken az önce karşısında namaz kılan adamın da o olduğunu fark etti. Aslında beklediği kişi en başından beri bir nevi karşısında duruyordu ama onlar birbirlerini tanımadığından böyle bir arayışa yelken açmışlardı ve henüz bulduklarını bilmeden kaybetmişlerdi de. Eh, farklı bir macera olmuştu.

"Mr. Zahid Araz?"

Zahid, Elaina'yı beklerken omzunun arkasından gelen sese doğru döndü. Kahverengi hırka. Balköpüğü saçlar. Ses tonu. Oydu.

Zahid, evet dercesine başıyla onaylayınca Elaina gülümsedi. "Tekrardan merhaba,"

"Merhaba, Ms. Elaina Davis. Tanıştığıma memnun oldum."

"Ben de. Siz yorgunsunuzdur, dört beş saattir yoldasınız, acıkmışsınızdır da. Profesör Mesut'un uçağının inmesine daha var. İsterseniz o gelene dek sizi bir şeyler atıştırabileceğiniz bir yere götürebilirim."

"Çok teşekkür ederim ama Mesut bey geldiğinde hep birlikte yemeyi tercih ederim."

"Tamam, öyleyse o gelene dek uygun bir yerde oturup bekleyebiliriz."

"Olur."

Zahid ve Elaina yan yana yürümeye başlamışlardı. Genç kadın bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. Sohbet etmeyi seven ve konuşkan bir insandı. Tabi bir de misafiriyle iyi ilgilenmiş olabilmek istiyordu.

"Yolculuğunuz nasıl geçti? Umarım herhangi bir problem olmamıştır."

"İyi geçti elhamdülillah. Bir sorun olmadı."

Zahid elhamdülillah dediğinde Elaina bu kelimenin anlamını bilmediğinden dönüp yanındaki adamın yüzüne bakmıştı. Zahid üzerindeki bakışları hissedip kısaca Elaina'ya doğru baktığında Elaina konuşmayı sürdürdü.

"İyi geçmesine sevindim. Az önce kullandığınız kelime ne anlama geliyordu, bu arada?"

Zahid istemsizce tebessüm etti. Ağız alışkanlığıyla bu tarz söylemleri İngilizce konuşurken de kullanıyordu. Fakat karşısındaki kişinin bilmemesi durumunu göz önünde bulundurmamıştı. Kısaca açıkladı.

"Elhamdülillah, Arapça bir kelime. Allah'a, yani tanrıya, hamd olsun anlamına geliyor. Yaratıcıya olan şükrü ve teşekkürü belirtiyor."

Elaina anladığını belli ederek başını salladı. "Hımm, anlıyorum."

Boş bir banka oturdular. Aralarında boş ve düz bir de kısım vardı, üzerine bir eşya koymak için masa gibi yapılan tarzdan. Elaina çantasını biraz karıştırıp içinden bir saklama kabı çıkarttı. Kabı aralarındaki kısma koyup kapağını açtı ve Zahid'in önüne doğru ittirdi. Bunları her ihtimale karşın yanına almak gelmişti içinden bugün, iyi ki de almıştı.

"En azından beklerken biraz kek ve kurabiye yiyin. Sizler geleceğiniz için yemediğiniz ürünleri araştırarak ona göre hazırladım, içiniz rahat olsun. Burada kaldığınız süre boyunca sizlerle ben ilgileneceğimden evdeki yemeklerin ve ürünlerin de buna uygun olmasına dikkat ettim. Dışarıda yemek durumunda kalırsak diye de Müslümanlara ait veya yine ikramlarını yiyebileceğiniz ürünlerin olduğu bir kaç yer araştırıp buldum."

Bu özen genç adamın hoşuna gitmişti. Böyle ayrıntıları düşünmek oldukça önemliydi ve karşısındaki hanım da belli ki bu konularda düşünceli ve hassastı. Minnettar ve memnun bir şekilde teşekkür ettikten sonra kurabiyelerden birine uzandı ve bir ısırık aldı.

"Bu arada, sizlerin birbirinize ilk isminizle seslendiğinizi ve soyisminizle hitap etmeye hiç alışık olmadığınızı biliyorum. Size nasıl hitap etmemi tercih edersiniz?"

Bay Araz diye kendisine seslenilmesi gerçekten de garip geliyordu. Bir an emin olamasa da "Nasıl rahat edecekseniz öyle seslenebilirsiniz, yalnızca Zahid de diyebilirsiniz," diye cevapladı.

İlk izlenim olarak Elaina'yı gayet seviyeli, hoş ve sıcakkanlı bulmuştu. Kızın ses tonu ve konuşma tarzı insana samimiyet veriyor, evinde hissettiriyordu. Fakat buna rağmen ölçüsünden de ödün vermiyordu. Tam da bu sebeple direkt ismiyle seslenmesini bir problem veya gereksiz samimiyet olarak görmedi çünkü kız konuşurken zaten o sınırı koruyordu.

Mesut Bey'in uçağı iniş yapana dek orada oturup beklemişler, biraz birbirlerini tanımışlardı. O geldiğindeyse Elaina'nın şoförlüğünü yaptığı araçla kalacakları yere doğru yola çıkmışlardı. Elaina ve babasının eviydi burası. Gerçi babası iş sebebiyle sık sık şehir dışında olduğundan genelde yalnız kalıyordu.

Mesut bey arkadaşı olduğu için onu kendi evlerinde misafir ederlerdi hep ve yine öyle yapmakta bir sakınca görmemişlerdi. Zaten iki katlı olan evde iki misafire yetecek kadar oda vardı. Elaina, Mesut Bey'e de Zahid'e de odalarını gösterip biraz dinlenmeleri için zaman tanımıştı. Bu sırada kendisi de sabah erkenden kalkıp yaptığı yemekleri ocağa ve fırına koyup sofra için hazır hale getirdi. Masayı güzelce kurup her şeyi tamaladıktan sonra üst kata çıktı ve Mesut Bey'in kapısına vurdu. Yemek için aşağı inebileceklerini haber verip Zahid'e de söylemesini rica etti ve yeniden alt kata indi.

 

🍂


Genç adam terasta oturmuş, bir iki yıldızın parıldadığı göğe bakıyor ve kahvesini yudumluyordu. Buraya geleli bir ay olmuştu ve çoktan alışmıştı düzenine. Bulunduğu ortama çabuk adapte olan bir yapısı vardı. Hem Elaina ve babası Jonathan gerçekten misafirperver insanlardı. Bir keresinde bunu dile getirdiklerinde "Bu konuda Türklere benziyoruz!" diye ona takılmıştı hatta adam.

Mesut hocasıyla birlikte sempozyumla konferanslara katılmışlardı ve oldukça iyi bir deneyim elde etmişti genç adam. Önemli isimlerle tanışmış ve önemli gelişmelereden haberdar olmuştu. Bu hafta ise Mesut bey yalnızca kendisinin katılacağı bir etkinlik için buradan ayrılacaktı. Bir kaç günlüğüne başka bir eyalette bulunacaktı. Kalacak yerini çoktan ayarlamıştı.

Mesut hocası, Zahid'i bu kez yanında götürmeyecekti çünkü genç adamın orada yapabileceği bir şey yoktu. Onu boş yere yanında götürüp yormak istememişti. Burada bir düzen kurmuşken hazır, onu devam ettirebilirdi. "Ben yokken sen de gez, tadını çıkart," demişti Zahid'e. Katılacakları bir program olmadığı günlerde yakın çevredeki bir kaç yeri gezmişlerdi zaten ama genç adamın bölgeyi bir turist olarak da gezip keşfetmek için asıl fırsatı buydu.

Jonathan Bey hemen "Elaina seni gezdirir, iyi bir rehberdir," diye atılmıştı bu konuşma sırasında. Evet ya da hayır dememiş, yalnızca bu teklif için teşekkür etmişti Zahid. Bu bir yandan iyi olsa da öte yandan sakıncalı olabilirdi. İyi tarafı, bilen birinin rehberliğinde gezebilecek olması, sakıncalı tarafıysa o kişinin bir kadın olmasıydı. Zahid'in yalnızca bir ayda kalbine girmeyi başarmış bir kadın. Nasıl oldu anlamadan, hayatında hep varmış ve olacakmış gibi hissettiği kadın.

Evet, Elaina'yı tanıdıkça daha çok sevgi ve saygı duymuştu. "Özen ve hassasiyet" kelimesinin vücut bulmuş hali gibiydi. İç ısıtan tebessümleri, güneş gibi parıldayan gözleri, karakterinden kaynaklı asaleti... İtiraf ediyordu ki bu genç hanım gözünde ve gönlünde oldukça iyi bir konuma gelmişti. Yaptıklarıyla ve karakteriyle genç adamın takdirini kazanmıştı. Onun için bolca dua ediyordu Zahid. Bir de, şimdi durup düşününce, eskiden yabancıymışlar da birbirlerini ilk kez görmüşler gibi hissettirmiyordu. Yıllardır tanıyordu onu sanki. Yıllardır tanıyordu ama uzun zaman sonra görüşmüşlerdi.

Şimdi kalbini çarptıran veya zihnini sürekli kurcalayan bir durum olmasa da bilmiyordu ki bu hisler yavaş yavaş ona kapılmasının habercisiydi.

Kiminle ve nasıl gezeceğini planlamaya çalıştı. Benjamin olabilirdi aslında! Onunla da burada tanışmışlar ve arkadaş olmuşlardı. Kendisi Elaina'nın da arkadaşıydı. Eğer müsaitse birlikte bir geziye çıkabilirlerdi. Ona mesaj atıp sormayı düşündü. Tüm bu düşüncelerden sıyrılmasına sebep olan şey duyduğu adım sesleri oldu.

Elaina terasın kapısına tıklatıp Zahid'in yanına yaklaştı ve boş sandalyeyi biraz öteye çekip oturdu. "Merhaba," deyip elindeki çerez tabağını aralarındaki küçük sehpaya bıraktı. Elaina'nın bu evdeki en sevdiği yer işte bu terastı. Açık hava severdi. Bu sebeple burasının dekoruna ayrı bir özen göstermişti.

Zahid, kızın selamına karşılık verdikten sonra kahvesinden bir yudum daha aldı.

"Kız kardeşinle konuşabildin mi?"

"Evet konuştum."

Geçen hafta Zahid ve Sevde'nin görüntülü konuştuğu bir sırada Elaina genç adamı yemeğe çağırmak için yanına gitmiş, konuşmalarına rastlamıştı. Zahid kardeşiyle konuştuğunu, beş dakikaya geleceğini söylemişti. Sonrasında yemekte Jonathan bey sorular da sorunca ailesinden bahsetmişti Zahid. Annesinin vefat ettiğini, babasından ayrı yaşadığını ve bir de kız kardeşi olduğunu söylemişti.

"Seni çok özlemiş olmalı."

"Ben de onu çok özledim," dedikten sonra içine dolan hasretle farkında olmadan devamını Türkçe mırıldandı genç adam. "Burnumda tütüyor çiçeğim."

Elaina son cümleyi anlamasa bile hissetmişti ne gibi bir anlama gelebileceğini. Bu sebeple sormadı ve diyaloğu devam ettirdi. "Bazen ben de keşke bir kardeşim olsaydı diye düşünüyorum. Annemden bir parça..."

Zahid, önce tereddüt etse de Elaina'ya Sevde'nin kendi annesinden kardeşi olmadığını açıkladı. Elaina buna oldukça şaşırmıştı çünkü kardeşinden bahsedince Zahid'in gözlerinin içinin dahi gülmesine şahit olmuştu. Kendi annesinden olmayan bir kardeşe bu kadar değer verebilmesi hayran olunasıydı. Gerçi babaları birdi ama...

Genç kadın tebessüm ederek içinden geçenleri karşısındaki adama çekinmeden söyledi. "Gerçekten güzel bir kalbin var, Zahid. Seni tanıdığım için şanslı hissediyorum."

Zahid beklemediği bu iltifat karşısında utanarak bakışlarını kaçırdı. İçten içe hoşuna gittiğini de inkar edemiyordu. Normalde o da açık sözlü ve patavatsız olabilirken, Elaina'ya karşı kendisini her zaman frenlemesi gerekiyormuş gibi hissediyordu.

"Estağfirullah, teşekkür ederim."

İçinde yine "Allah" geçmesi sebebiyle ne tarz bir şey söylediğini az çok anlamıştı Elaina. Genç adamın bir çok şeyde Bismillah veya bismillahirrahmanirrahim gibi başka kelimeler de kullandığına şahit olmuştu bugüne kadar. Ayrıca işlerini ibadetine göre düzenleyip aralarını ona göre veriyordu. İnandığı şey hayatında büyük yer kaplıyor ve etkiliyordu. Bu durum kızın dikkatini çekmişti ve bazen düşünmesine sebep oluyordu.

"Konuşmalarında ve hayatında inandığınız şeylere ve dini motiflere bu kadar yer vermen çok dikkatimi çekti. Anladığım kadarıyla alalede bir yer veriş değil bu üstelik, özenli ve onaran, destekleyici, yapıcı bir yer veriş."

Zahid yavaşça başını salladı. "Evet, öyle. Fakat ben elimden geldiğince yer vermeye çalışıyorum. Benden çok daha başarılı olanlar da var. Çok daha dikkatli ve muhafazakar yaşayanlar var."

Elaina karşısındaki genç adama düşüncelerini rahatça açabileceği hissediyordu. Yargılanmadan ve saygı duyularak bir konuşma gerçekleştirebileceklerine emindi hatta. Bundan cesaret alarak merak ettiği soruları hiç düşünmeden ortaya seriverdi.

"Bir dine ve tanrıya inanmak seni nasıl etkiliyor?"

"Eğer O'na inanmasaydım bu hayata nasıl tahammül ederdim hiçbir fikrim yok."

Zahid'in hafifçe iç çekip samimiyetle söylediği şey, genç kızı meraklandırmıştı.

"İnanmanın, hayatını kolaylaştırdığını mı söylüyorsun? Ama dinler hep kısıtlamalar, sorumluluklar, kurallar ve yasaklar getirmiyor mu? Tersine, zorlaşmıyor mu hayatın?"

"Kolaylaştırmaktan öte, anlam katıyor hayatıma. Hayatımın bir anlamı olunca da her şeye katlanmak, sabretmek daha kolay hâle geliyor. Bir amacım olduğu için, bir dayanağım, bir anlamım olduğu için düştükçe kalkıyorum. Düşünce yerde kalmıyorum. Kalkıp devam etmem gerektiğini biliyorum. Her şeye rağmen... Eğer inanmasam, dünyadaki bunca sınavın bir hiç uğruna yapıldığını, bunca acının bir hiç uğruna çekildiğini, bunca insanın zorluklarla bir hiç uğruna yüz yüze olduğunu ve onlarca insanın ölümüne sebep olan, bir sürü hayat yıkan insanların elini kolunu sallayarak bir ceza almadan gezmesini kaldıramazdım. Ama biliyorum ki en ufak bir şeyin bile hesabı sorulacak. Kimse mutlak adaletten kaçamayacak. Hiçliğe dönmeyeceğiz, yeni ve gerçek bir hayata adım atacağız ölümden sonra. Sonsuz bir hayata. İşte bu beni ürperttiği kadar güç veriyor aynı zamanda."

"İşte bu konuda haklısın..." diye usulca cevapladı Elaina. Uzaklarda yanan ışıklara baktı. "Ben insanın sığınacak bir yer yahut bir şey de aradığını düşünüyorum. Ama diğer insanlar tatmin etmiyor asla. Hep eksik kalıyor. Çünkü bir gün olur, herkes gider. Biz kalırız öylece. Hiçbir ilişkinin ömrü sonsuzluk kadar uzun değil. Veya sevgiler tamamen karşılıksız, yani beklentisiz değil. Geçen gün bir kitapta bunu okuduğumda küçük çaplı bir şok yaşadım. Önemli bir fark edişti. Tam da burada bizi beklentisiz, karşılıksız, her zaman ve sonsuza dek sevecek kişinin yalnızca Yaratıcı olduğunu söylüyordu. Haksız değil galiba."

"Değil. Hiç kimse, değer verdiğimiz hiçbir insan, arkadaş, aile üyesi, her an yanımızda, bizimle birlikte değil. Fakat Yaratıcı'nın zaman ve mekan algısının dışında olması, her an bizimle birlikte olması, işte bu gerçek bir bağ ve liman. Yani, ben böyle hissediyorum."

Aralarına giren bir kaç dakikalık sessizlikte ikisi de düşüncelerine dalmıştı. Az sonra yeniden bu sessizliği bozan Elaina oldu.

"Sana bir şey sorabilir miyim?"

"Tabiki."

"Şimdi, hayal et. Müslüman değilsin, yani İslam'ı şimdiki gibi böyle bilip yaşamıyorsun. Neye inanıp neye güveneceğini, neye nasıl sığınacağını bilmiyorsun. Bir nevi kaybolmuşsun. Ne yapardın?"

Zahid'in dudaklarına hüzünlü bir tebessüm kondu. Uzaklardaki bakışlarını Elaina'ya çevirip bir anlığına gözlerinin içine baktı. Işığını arayan gözlerine.

"Hayal etmeme gerek yok," dedi usulca. "Ben de bir zamanlar kaybolmuş hissediyordum. Ve ne yapmam gerektiğine, nereye gideceğime, neye sığınacağıma dair bir fikrim yoktu."

"Gerçekten mi?" Elaina'nın hem şaşırmış hem de umutlu bakışları Zahid'in kalbine dokunmuştu. Başını salladı yavaşça. Elaina devam etti. "Hiç tahmin etmezdim. Doğup büyüdüğün ailede böyle yetiştin sanıyordum."

Zahid başını bu kez iki yana salladı, hayır anlamında. Bunu kolay kolay birine söyleyeceğini veya anlatacağını da o hiç tahmin etmezdi ama şimdi burada, karşısındaki genç kadın için, ona cesaret vermek, umut vermek için anlatacaktı. Yapmalıydı sanki, bu konu bunun için buraya dek gelmiş gibiydi.

Geçmişin tozlu sayfalarını araladı. O genç çocuğu bugün bir kez daha hatırladı. Uzaklarda kalmış bir tanıdık gibi. Ve gecenin sonunda Elaina da o çocuğu tanımıştı. O çocuğu ve karşısındaki genç adamın mazisini...

 

🍂


"Daha yeni tanıdığın hatta doğru düzgün tanımadığın bir adama aşık olduğunu mu söylüyorsun Elaina?"

"Evet."

"Sen delirmiş olmalısın!"

Arkadaşının tepkisi Elaina'yı şaşırtmıştı. "Neden böyle söylüyorsun? Onu sevemez miyim? Üstelik sen Jack ile ilk randevuna çıktığında onu daha üç gündür tanıyordun, April."

"İkisi farklı Elaina. Çünkü ikimizin ilişki anlayışı farklı. Ben hoşlandığım insanlarla randevuya çıkan, zaman geçirip eğlenen birisiyim. Sense şimdiye dek kimseyle bu manada bir görüşme yapmadın bile. Hayatının aşkını bekleyip durdun."

"Tamam işte, hayatımın aşkının Zahid olduğunu söylüyorum o zaman ben de."

"Buna emin misin? O bir Müslüman!"

"Müslüman olması bir şey değiştirmiyor, April. Önemli olan iyi bir insan olması ve ben onda bundan çok daha fazlasını görüyorum."

April derin bir iç çekti. "Orasını anlayabiliyorum. Ama adam iki gün sonra ülkesine dönüyor, Elaina."

"Sorun da bu. Gidiyor olması canımı yakıyor."

Elaina bunu söylerken gözleri dolmuştu. Hassas bir konuydu onun için ve bir çıkmaza girmesine sebep olmuştu. Bütün morali ve enerjisi yerle yeksandı. Üstelik Zahid'in yanında da her şey normalmiş gibi davranamıyordu artık.

Arkadaşının halini gören April "Gerçekten ona aşık oldun, değil mi?" deyip bir kabulleniş yaşamıştı. Merhamet içine yayılırken kızın masanın üzerindeki ellerine uzanıp tuttu ve destek olmak istedi. "Of, Tanrım, ne vardı da aşka düşeceğin kişi hem bir Müslüman hem de başka ülkede yaşayan bir adam oldu? Eğer bu kaderin bir oynuysa umarım sonu senin için mutlu biter."

"Ne yapmam gerekiyor bilmiyorum, April."

"Söyle ona."

Elaina doğru duyup duymadığına inanmak isteyerek arkadaşına baktı. "Ne?"

"Söyle ona, Elaina. Belli et hislerini. Belki karşılık bulursun. Ya da en kötüsü, olmayacağını kabul edip yüzleşirsin bu duygularla."

"Bilmiyorum. Düşüneceğim."

İki arkadaş önlerindeki sıcak çikolataları yudumladı sessizce. April, arkadaşını düşünüp duruyordu şimdi. "Nasıl oldu bu?" diye mırıldandı hâlâ inanamıyormuşcasına. "Aşık olacağın adamın Türkiye'den iki aylığına İngiltere'ye gelen bir Müslüman olacağı asla aklıma gelmezdi."

Elaina'nın yüzüne hüzünlü bir gülümseme yayıldı. "Benim de."

"Ona karşı ne hissediyorsun tam olarak?"

"Daha önce kimseye karşı böyle derin ve güçlü bir sevgi hissetmemiştim. Her şeyiyle beni bağlıyor, kendisine çekiyor. Onunla ilgili olan bütün şeyleri bilmek istiyorum. Çocukluğunu, gençliğini, ailesini, hikayesini, hayatını, hepsini merak ediyorum. Onunla konuşmak, onu görmek için can atıyorum. Hayalleri, hedefleri, karakteri, duruşu, sevdiklerine olan bağlılığı, insanlarla iletişimi, hepsi hayran bırakıyor beni. Onunla konuşurken kendimi hiç olmadığım kadar rahat, güvende ve anlaşılır hissediyorum. Onu iki aydır değil, var oldum olası tanıyor gibiyim. Sürekli aklımda. Bir de görmediğimde çok özlüyorum ve gideceğini düşünmek beni mahvediyor."

"İlk nasıl anladın peki? Aşık olduğunu yani?"

"Az önce saydığım şeylerin farkındaydım ama hepsine bir kılıf uyduruyordum. Ta ki dün akşama dek. Onu gülüşünden öpmek istedim. Hayat dolu gözlerinden. Bir insanın tebessümü ilk kez bu denli anlam ifade ediyordu benim için. Keşke hep gülse ve içimi ısıtan bu hareketine her an şahit olsam diye düşündüm." Derin bir nefes aldı Elaina. "Onu hep gülümseten kişi olmak istedim."

 

🍂


"Elaina, biz Mesut ile biraz dolaşacağız. Geç geliriz. Arkadaşım gitmeden son son tadını çıkaralım. İki güne ayrılıyor, malum."

"Tamam baba."

"Zahid'e haber verir misin?"

"Tabi Mesut amca."

Jonathan bey ve Mesut bey evden ayrılmıştı. Elaina mutfağı yeni toplamış, ne yapacağına karar vermek için düşünüyordu tam da. Hep birlikte kahve içmeyi planlamıştı aslında ama iki adam kaçmıştı evden. Eh geriye Zahid ve o kalmıştı. Her ne kadar onunla birlikte olmayı ve konuşmayı sevse de genç adamı rahatsız etmek istemiyordu. Mesut beyin isteği üzerine gittiklerini haber vermeye, sonra da odasından kitap alıp aşağı inerek okumaya karar verdi.

Bir ara aklından ona duygularını açıklamayı geçirse de gereken cesareti kendisinde bulamadı. Aslında hazır evde başkası yokken rahatça söyleyebilirdi. Yine de emin olamıyordu. Olumsuz bir tepki almaktan, onu kaybetmekten korkuyordu.

Üst kata çıkıp Zahid'in kaldığı odanın kapısının önünde durdu ve bir kaç kez tıklattı fakat ses gelmemişti. Terasta olabileceğini düşünüp oraya doğru yürümeye başladı. Yanılmamıştı, oradaydı, sesler geliyordu. Zahid'in burnunu çektiğini duyduğunda kaşları hafiften çatıldı; soğuktu ve üşümüştü, bu sebeple burnu mu akıyordu? Öyle olmasını umdu. Çünkü aklına gelen diğer ihtimal ağlıyor olabileceği ihtimaliydi.

Geldiğini belli etmek için adımlarını daha sert basıp ses çıkarttı, yalandan yere öksürdü ve sonra da kapıya tıklatıp terasa adım attı. Genç adam koltukta oturuyor, elinde telefonunu tutuyordu. Ekranda bir adamla bir kadın görünüyordu. Telefonun ekranına yalnızca bakışları değdiği için incelememişti Elaina, çünkü odağında Zahid vardı. Onun geldiğini fark edince bir anlığına kapıya doğru bakmış, Elaina ile göz göze gelmiş ve yeniden telefona çevirmişti bakışlarını. Türkçe konuştuğu için ne söylendiğini anlamasa da Zahid'in kızaran gözlerinden, üzerine çöken sıkıntıdan, düşmüş omuzlarından ve telefonu tutmadığı boştaki elini yumruk yapıp sıkmasından kötü bir şey olduğu belli oluyordu.

Telefondaki adam ve kadın bir şeyler söylediğinde Zahid başını salladı, ardından gözlerinden akan yaşları onlara belli etmek istemezcesine çabucak sildi. Titrek bir nefes alıp iç çekti. Kısa süre sonra veda edip telefonu kapattı ve önündeki sehpaya bıraktı. Elini kolunu nereye koyacağını bilemez bir haldeydi.

Elaina oldukça korkmuş ve endişelenmişti. Neler olduğunu anlamaya çalışsa da sormadan öğrenemeyeceğini biliyordu. Çok kötü bir şey olmamasını umdu. Ya canı gibi sevdiği kız kardeşiyle alakalıysa? Yahut dedesiyle? Öyle olmamasını umarak beklemişti telefon görüşmesinin bitmesini ve bittiğinde de zaman kaybetmeden Zahid'in biraz ötesine oturdu. İlgili ve endişeli bir ses tonuyla sordu.

"Zahid, ne oldu?"

Genç adamı bu halde görmek onun da canını yakmıştı. İçinden ona sarılmak geldi, onu sarmalamak. Adam omzuna yaslasaydı başını, kadın okşasaydı saçlarını. Onun canını yakan her şeyi bir çırpıda silebilseydi, çözebilseydi. Elinde olsaydı da acılarını paylaşabilseydi, azaltabilseydi.

Zahid kalbini işgal eden kamakarışık hislere kapılmıştı. Onlarca duygu içinde at koşturuyordu. Ne yapacağını bilemez, ne hissedeceğini çözemez haldeydi sanki. Aklı bir şey söylüyor, yüreği bir başka şey söylüyordu. Sorular zihninde geziniyor, cevaplar kaçışıyordu. Kendini toparlaması lazımdı. Hiçbir şey net değildi.

"Babam," dedi. Söylemek zor geliyordu. "Babam ve eşi bir kaza sonucu vefat etmiş. Karnındaki bebeği kurtarmışlar ama..."

Ama babası Suat ve eşi Selda ölmüştü. Babası. Son görüştüklerinde babası ona 'seninle gurur duyuyorum oğlum,' demişti. Cevap verememişti Zahid.

"Sevde iyi mi?"

Zahid başını salladı. "O araçta değilmiş, evdeymiş. İyi."

Elaina en kötü senaryonun ağırlığından kurtulmuştu. Genç adamı en çok yıkacak şeyin kardeşine zarar gelmesi olduğunu tahmin edebiliyordu. Şükür ki o iyiydi. Babasıyla arasının çok iyi olmadığını da dinlemişti ondan. Yine de ebeveyn kaybetmek canını yakardı insanın, biliyordu. Keşke elinden bir şey gelseydi...

"Aynı anda hem annesini hem babasını kaybetti. Nasıl dayanacak?" diye mırıldandı Zahid. Fakat onun canını sıkan tek şeyin bu olmadığı belliydi.

"Sen varsın. Onu çok seven bir abisi var. Ona hem anne hem baba olmak için elinden geleni yapacağına eminim. Senin sevginle ayakta kalacak."

Elaina'nın söyledikleri biraz olsun Sevde konusundaki endişesini giderirken, Zahid, o sorumluluk duygusunu omuzlarında hissetti birden. Hem çatışan hisleri hem de bu sorumluluk, ona ağır gelmişti.

Genç adamın kendisini sıktığını fark edebiliyordu Elaina. Vücudu kaskatı kesilmişti ve elleri sımsıkı kapalıydı. Titrememek için kendini tutuyor gibiydi. Hiç kıpırtısız durmaya çalışıyor ama patlamaya hazır bir bomba haline geliyor gibi.

"Kardeşlerine iyi gelebilmek için önce sen iyi olmalısın Zahid," dedi ne yapacağını bilemeyerek. "Ağlamak istiyorsan ağla, ne yapmak istiyorsan onu yap. Kendini rahat bırak." Önersinin hemen ardından kendisinin burada durmasının da etkili olabileceğini düşünüp "İstersen seni yalnız bırakabilirim?" diye de ekledi.

Dakikalardır yerdeki alalede bir noktaya boş boş bakan Zahid, bakışlarını sonunda oradan ayırıp başını yana çevirdi. Elaina'nın gözlerine baktı. Yine olmuştu işte, başkalarından kolayca kaçırabildiği gözleri onunkilerde duruvermişti, soluklanıyor gibi. Hayır anlamında başını iki yana salladı. Yalnız kalmak istemiyordu. Burada olmasını istiyordu. Varlığından güç alıyordu. İçinden geçenleri ve onu kaskatı eden düşünceleri çekinerek genç kadınla paylaştı.

"Çok uzun zaman babama kızdım, ona karşı olumsuz bir çok duygu besledim, onu suçladım. Haklıydım da belki ama önemi yok. Bir yanım ona kızmaya devam etmek istedi hep, bir yanımsa artık hepsini geride bırakmak. Her ne kadar içimde geçmişten gelen bir kırgınlık ve öfke yer etse de o adam babamdı işte. Son yıllarda ilişkimiz birazcık olsun iyileşmişti. Ama annemi her düşündüğümde ona yaşattıkları sebebiyle yeniden uzaklaşıyordum ondan. Hiçbir zaman tam affedemedim belki de, bilmiyorum. Şimdi bana öldüğünü söylüyorlar ve ne hissedeceğimi bilmiyorum Elaina. Üzülmediğimi söyleyemem, üzüldüm. O benim babamdı. Fakat annemi düşününce belki de üzülmemeliyim diye geçiyor içimden. Bu beni kötü bir adam yapar mı?"

Arafta kalmıştı genç adam. Farkındaydı Elaina. Öncesinde tereddüt etse de, Zahid'in ellerine uzandı ve sıktığı avuçlarını gevşetip açmasını sağlayarak genç adamın ellerini tuttu.

"Hayır, yapmaz. Bu sadece insan olduğun anlamına gelir. Bir çok duyguyu bir arada yaşayabileceğin anlamına gelir."

Zahid bu temasın idrakine vardığında bütün bedeninden mecazi bir titreme gelip geçmişti adeta. Elaina'nın kötü bir niyeti olmadığını ve yalnızca ona destek olup iyi gelmek istediğini biliyordu, iyi de geliyordu, fakat bunun kendisi için nelere yol açacağından oldukça habersizdi. Onun için kabul edilebilir olan bu davranış, Zahid'e fazla ve ağırdı. Yalnızca yanında durması veya onunla konuşuyor olmak bile sakıncalıyken, kendisini elinden geldiğince mesafeli tutmaya çalışsa da bazen amalara yenilirken, ellerinde onun sıcak ve narin ellerini hissetmek... İmtihandı.

Onu incitmeden, yavaşça çekti ellerini Elaina'nın ellerinden ve ayağa kalktı. Yanında olduğu ve destek olduğu için genç kadına "Teşekkür ederim," dedikten sonra aceleyle terasın kapısına doğru yürüdü. İyice alev alan ruhunu biraz soğutmak adına kendisini evden dışarıya atacaktı. En iyisi buydu.

"Nereye gidiyorsun?"

"Biraz temiz hava alacağım, yürüyeceğim."

"İyi olduğuna emin misin? Seninle gelmemi ister misin?"

"Biraz yalnız kalsam iyi olacak."

"Tamam. Kendine dikkat et."

Zahid evden çıkıp sokakta hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Şimdi az önceki problemleri arasına bir de Elaina ellerini tuttuğunda hissettiği garip duygular eklenmişti iyi mi! Bütün bu olanlar ağır gelmişti; aciz, suçlu, günahkar, güçsüzdü. Teselliye ihtiyacı vardı. Nereye gittiğini bilmeden, yine yabancı caddelerde kederiyle kaderine gidiyordu. Adımları bu kez ilk olarak mescidin önünde durdu ve ona iyi gelebilecek tek kişinin huzuruna sığındı.

Elaina ise Zahid gittikten sonra dakikalarca onu düşünmüştü. Uzun zaman sonra içinden gelerek onun için dua etti ve kafasını dağıtmak için etrafı toparlamaya başladı. Sehpanın üzerindeki telefonu fark edince biraz endişelendi, telefonunu unutup da gitmişti Zahid. Telefona ihtiyacı olmadan sağ salim toparlanıp geri döneceğini umdu.

Onu sevdiğine ve sevmekten de kolay kolay vazgeçemeyeceğine artık adı gibi emindi. Çünkü insanın gülüşünü-mutluluğunu kucaklamak istemekten daha öte bir şey varsa o da acısını kucaklamak istemekti. Ve bu akşam Elaina tüm kalbiyle, Zahid'i her şeyiyle kucaklamak istemişti.

 

🍂


Havalimanındalardı. Mesut bey ve Jonathan bey konuşurken iki genç de fırsattan istifade vedalaşıyordu.

"Kendine çok iyi bak ve küçük kız kardeşini benim için sıkıca kucakla, olur mu?"

Elaina'nın söyledikleri üzerine başını onaylayarak salladı genç adam. "Elbette. Sen de kendine çok iyi bak, Elaina. Her şey için teşekkür ederim."

"Ben de sana teşekkür ederim," derken ağlamamak için kendisini tutuyordu Elaina. Duygularını bir süre de olsa bastırmakta iyiydi. "Seni tanıdığım için çok mutluyum ve şanslıyım. Sen harika bir kalbe sahipsin Zahid, bunu asla unutma, olur mu?"

Genç adam ne diyeceğini bilememişti. Ülkesine dönüşünü hiç böyle hayal etmemişti. Neden kendisini eksik hissediyordu, bir şeyleri yarım? İçinden hayır yapma dedikçe neden dönüp dönüp bakışları onun yüzüne dokunuyordu. Son son. Veda demek istemiyordu buna. Veda olamazdı, olmamalıydı, neden?

"Bunu al," Elaina'nın kendisine bir şey uzattığını fark etti. "Küçük bir hatıra."

"Teşekkür ederim. Gerek yoktu, zahmet ettin. Onca şey yaptın zaten bizim için. Karşılığında benim sana bir şey verememem pek hoş olmadı."

Elaina, bu tarafa doğru yürüyen babasının kaç saniyede yanlarında olacağını hesaplarken hızlıca genç adama cevap verdi. "Sen bana verebileceğin en güzel şeyi verdin zaten."

Jonathan bey yanlarına vardığında iki genç de yoğun duygular içerisindeydi. Zahid az evvel duyduğu cümlenin anlamını merak ederken Elaina kendisini daha fazla tutamayacağından korkarak Mesut beyle hızlıca vedalaştı, onlardan biraz uzaklaştı ve ötede bir yere gitti. Duvara yaslanıp artık zapt edemediği gözyaşlarıyla birlikte uzaktan izledi sevdiğinin adım adım gidişini.

Kontrollerden sonra nihayet uçağa binip koltuklarına yerleştiklerinde Zahid merakını daha fazla bastıramayarak poşeti açtı. Bir kitap, bir atkı, bir kağıt vardı. Kitabın ismi ve kapağını inceleyip ardından arka kısmındaki yazıyı okudu. Ona iyi gelsin diye seçmişti belli ki bu kitabı Elaina. Gülümsedi. Atkıyı ellerinin arasına aldı. Yumuşak bir dokusu vardı. Rengi yeşildi. O bilmese de, gözlerinin rengine çok yakışacağını düşünerek seçmişti bunu Elaina. Rastgele olmayan, özen gösterilen bir davranış daha göstermişti genç kadın giderayak... Zahid, kitabı ve atkıyı dizlerinin üzerine koyduktan sonra katlanmış kağıdı kucağına düşmekten son anda kurtarmıştı. Kağıdı açıp düz hale getirdi ve çarpan kalbini sakinleştirmeye çalışarak satırları okudu. Bu sırada uçak havalanmaya başlamıştı.

"Sevgili Zahid,

Bu mektubu sana eğer sen gittikten sonra yazsaydım, "Sen gittiğinden beri içimde kocaman bir boşluk var, dolmuyor," derdim. "Kendimi eksik hissediyorum. Oysa seni tanımadan önce de etrafımda aynı insanlar vardı. Seni tanıdıktan sonra neden bu değişti? Herkesim sen oldun... Dolayısıyla sen olmayınca kimsem yokmuş gibi," derdim.

Daha önce kimseye karşı hissetmediğim bu derin ve güçlü sevgiye en başlarda anlam veremedim. Seni daha iyi tanımak, daha fazla bilmek, uzun uzun sohbetler etmek, sürekli görmek istedim. Hayat dolu gözlerinden, yeşillerine bakınca nefes alabildiğim gözlerinden öpmek istedim. İçimi ısıtan gülümsemene her an şahit olmak, seni gülümseten kişi olmak istedim. Yanında kendimi hiç olmadığım kadar rahat, güvende ve anlaşılır hissettim. Seni yalnızca iki aydır değil, var oldum olası tanıyor gibiyim.

Ve en çok da bunları yüzüne bakarak söylemek istedim ama bunu sana yapamazdım. Aslında biraz da kendim için korktum. Evet, sen benim bunca yıl beklediğim kişiydin, eminim. Ama ben, senin belki de hayatını birlikte sürdüreceğini düşündüğün o kişiye çok uzaktım. Bu gerçekten korktum. Senden 'olmaz' sözcüğünü duymak yerine, aramızdaki binlerce kilometre mesafeye rağmen uzaktan seni sevmeye devam etmeyi seçtim.

Senden beni sevmeni isteyemem. Bana bir cevap verme zorunluluğuna da itekleyemem seni. Bu satırların amacı hiçbiri değil. Bu cümlelerin amacı, içimde biriken ve artık taşıması güçleşen duygularımı sahibiyle paylaşmak. İleride bunu yapmadığıma pişman olmak istemem çünkü.

Bir gün yeniden karşılaşırsak, hepsini unutmuş gibi davranabilirsin bana. İlk kez tanışıyormuşuz gibi davranabilirsin. Çünkü ben buna gücenmek yerine o anlarda seni yeniden karşımda görmenin heyecanı ve mutluluğunu yaşayacağıma eminim. Ve öyle bir günün olacağı inancını taşıyorum içimde. Belki de yalnızca bir umut ve acizane bir istek. Bilmiyorum.

O zamana dek kendine çok iyi bak, Zahid. Baştan aşağı güzellik dolusun, bunu muhafaza et. Kalbini koru.

Hayat ne kadar üzerine gelirse gelsin baş edecek güce sahip olduğuna yüzüne her baktığımda bir kez daha emin oldum ben. Sen de bunu unutma, olur mu? İnancı çok da sağlam olmayan biri olarak söyleyebilirim ki Tanrı'nın eli tutuyor sıkıca senin ellerini. Sen inancına sarılırken, inandıkların da seni sarmış özenle.

Son olarak, senin gelişinle açtı kalbimde ilk sevda çiçekleri. Soldurmayacağım. Bir gün sen de benzer şeyler hissettiğinde beni anlayacaksın, biliyorum. Tam da buna dayanarak, bu itirafım sana sıkıntı verdiyse beni affetmeni diliyorum.

Elaina,"

Mektubu bitiren genç adam başını geriye yasladı ve gözlerini yumdu. Derin bir nefes alıp sakince verdi. Kalp atışlarını çok net hissedebiliyordu. İçinde bir şeylerin çırpındığını fark edebiliyordu. Elaina kadar cesur ve açık olamasa da, bütün bunların ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu.

Bu konuyu daha sonra uzunca düşünmek üzere erteledi. Şimdi odağına babasının cenazesini, Sevde'yi ve daha yeni doğan küçük erkek kardeşini almalıydı.

 

🍂


1 buçuk yıl kadar sonra

Genç adamın bugünkü hasta sayısı azdı, işleri bitmişti. Eve erken gidecekti. Sevde'yle Hâris'i okuldan alır, sonra hem Hâris'i evine bırakır hem de her zamanki gibi Kübra teyzesine emanet ettiği Yusuf'u alırdı eve geçmeden önce.

Odasından çıkınca koridorda labaratuar görevlisi olarak çalışan arkadaşıyla karşılaşmıştı. Ayaküstü selamlaştılar ve kısaca sohbet ettiler. Arkadaşı işinin başına dönmek için ayrıldı.

Bu sırada Zahid'in dikkatini çeken bir şey olmuştu. Yaşlı bir teyze gelmişti ve tekerlekli sandalyede hasta yaşlı bir adam, kocası vardı. Teyze iki doktorun odasına da girmesine rağmen ikisi de suratsızca "Bakamayız, sırada çok hastamız var" diyerek kadını geri çevirmişti. Yaşlı kadının hâlini hiç mi görmüyorlardı? Tekerlekli sandalyedeki kocasını zar zor oradan buraya taşırken, işini zorlaştırmak yerine kolaylaştıramazlar mıydı sanki?

Biraz kızmıştı açıkçası. Yaşlı kadına bakınca üzgün ve çaresiz bir şekilde kocasına bir şeyler anlatmaya çalıştığını gördü.

"Çok hasta varmış, çok kalabalıkmış bey. Başka zaman yine geleceğiz mecbur."

"Ama bugün bile zar zor geldik hanım. Kim bilir ne zaman gelebiliriz. Hem yolumuz da uzun."

Zahid, yaşlı çiftin yanına yürüdü. Yanlarında durup şefkatle yaşlı kadına baktı. "Ben size bakarım, biraz bekleyin teyzecim, çağıracağım,"

Kadın ve adam sevinerek birbirlerine baktılar, ardından genç adama dua ettiler. Zahid için de bu yetip artıyordu işte: dua almak.

Az evvel kilitlediği odasının kapısını açtı ve içeriye girdi. Önlüğünü giyip bilgisayarı açtı. Kapıdaki yaşlı çifti içeriye buyur edip kapıyı ardlarından kapattı. Bilgisayarına bilgilerini girdikten sonra yaşlı adamı muayene etti. Şikayetlerini dinledi. Gerekli test ve işlemleri yaptıktan sonra reçete hazırladı. Fakat ilaç bittikten sonra muhakkak yeniden gelmelerini de tembihledi.

Yaşlı çiftin kontrolleri bittikten sonra kendisini daha rahatlamış hissetti Zahid. Onları uğurladı ve odasını yeniden kilitleyip hastaneden ayrıldı. Otoparktaki arabasının yanına vardı. Arabayı alalı bir kaç ay olmuştu. Harun dedesinin ve kendi birikiminin ortaklaşa sonucuydu kendisi. Durumu yerindeydi elhamdülillah. Babasından kalan mal varlığına hiç dokunmamıştı henüz, kardeşleri için saklıyordu. Kendi yağlarında kavrulup gidiyorlardı. Ne kardeşlerine bir şeyin eksikliğini gösteriyordu ne de başkalarına yardım etmekten geri duruyordu. Allah bereketini veriyordu. O, Sevde ve Yusuf'a adeta babalık yapıp sahip çıkarken, Allah da ona sahip çıkıyordu.

Okul çıkış saatine on dakika kala varmıştı bile genç adam okulun önüne. Arabasından inip dışarıya çıktı ve ön kaputa yaslanıp beklemeye başladı. Az sonra yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı çocuklar. Bir sürü bıcırık dışarıya akın ederken kimisinin hâline gülmeden edemedi.

Hârisle Sevde'nin koşturarak dış kapıya doğru geldiklerini görünce dikkatini bu felaket ikiliye verdi. Ne ayrı kalabiliyorlar ne de anlaşabiliyorlardı. İlginç bir ilişkileri vardı doğrusu. Al işte, şimdi olduğu gibi! Hâris, Sevde'yi bileğinden tutmuş çekeliyordu. Sevde de ayaklarını yere vura vura yürümemekte diretiyordu. Suratına bakılırsa küskündü. Ve tabi sinirli. Hâris artık kızı çekelemekten yorulunca durdu ve yüzüne bakarak bir şeyler söyledi. Her ne söylediyse Sevde hem ağlamaklı olmuş hem de Hâris'in elini tutmuştu. İşte şimdi ahenk içinde el ele yürüyüp uslu uslu geliyorlardı. Az önceki hallerini görmeyen de bunları aralarından su sızmayan iki en yakın arkadaş sanardı.

Kapıdan çıkarlarken Zahid'i ilk gören Sevde olmuştu. Hâris'in elini bırakıp koşarak abisinin bacaklarına sarıldı. Hâris yanlarına geldiğinde Zahid ona da sarıldı ve saçlarını karıştırdı. "Naber gençler?" deyip göz kırptı ikisine de. Hemen sonrasında sorduğuna soracağına pişman olmuştu tabi. Şikayet faslı başlamıştı. Onları arabaya bindirip eve götürürken yol boyu birbirleriyle didişip durmuşlar, sen bana şöyle yaptın, sen de bana şöyle dedin diye diye başının etini yemişlerdi genç adamın. Sessiz kalıp hiç karışmadı onlara. Psikolog hanım böyle yapmasını tavsiye etmişti. Kendi meselelerini kendileri konuşup halletmeliymişler. Büyükler öyle her şeye hemen müdahil olmamalıymış. Zahid'in de canına minnetti zaten.

Süheyl beylerin evinin önüne beş-on dakikada varmışlardı şükür. Çocuklar önden koşarken, Zahid arabayı kilitleyip peşlerinden gitti. Kapıyı Hira açmıştı. Demek buradalardı. Hira'ya selam verip içeriye girdi genç adam. O da selamını aldı ve 'hoş geldin' dedi Zahid'e. Bir yandan da çantalarını çıkartıp duvarın dibine fırlatan çocuklara "Şşş sessiz olun, bebek uyuyor!" diye uyarıda bulundu.

"Hangisi uyuyor?" diye sordu Zahid. Yusuf uyuyorsa alıp gidemezdi şimdi, uyanmasını beklemesi lazımdı. Kübra teyzesi hayatta bırakmazdı. Kadın çok kızıyordu uyuyan çocuğa elleşmelerine.

"Yusuf uyuyor."

Eh, madem küçük adamı uyuyordu, biraz burada bekleyeceklerdi demek. "İyi, ben de o uyanana kadar Sare'yi seveyim."

"Bugün keyfi yerinde hanım efendinin. Çok uslu maşallah, sevebildiğin kadar sev."

İçeriye girdiklerinde Kübra hanım'ın "Anaannesinin gülü," diye sevdiği bebeği bir çırpıda kucakladı genç adam. Artık bebek bakmak ve büyütmek konusunda az çok tecrübeliydi. Yusuf'u o büyütmüştü. Tabi Kübra hanımın katkıları yadsınamazdı...

Hira mutfakta çocuklara ve Zahid'e yemek ısıtırken Kübra hanım bebeği Zahid'e emanet etmenin rahatlığıyla namaz kılmaya gitti. Zahid daha dört aylık olan bebekle konuşup gülücüklerine gülüyordu. Hârisle Sevde de odanın bir köşesinde hemen yığıverdikleri oyuncaklarla oynamaya başlamışlardı bile.

On dakika kadar sonra zil çalınca "Kapıyı açın çocuklar" deyip yaramaz ikiliye seslendi. İkisi aynı anda 'ben bakacağım' yarışı içinde dış kapıya koştular. Mahir gelmişti.

Artık babaydı arkadaşı Mahir. Dört aylık, tazesinden. Engin ve Ubeyd efendiler de baba olma şerefine ermişlerdi. İlyas ise kızını bir kaç hafta sonra kucağına alacaktı. Vay be, nereden nereyeydi. Güldü. Kendisi konusu açılınca "Ben evlenip barklanmadan kısa yoldan çoluk çocuk sahibi oldum," diye takılıyordu arkadaşlarına.

Zahid, Mahir'in heyecanlı sesini işitti.

"Zahid de burada mı?"

"Evet," demişti Sevde.

Mahir hemen odanın kapısında belirdi. Önce selam verdi, arkadaşının yanına oturdu ve ardından lafa girdi. "Sana çok önemli haberlerim var. İnanamayacaksın."

"Sen böyle deyince gerildim sanki biraz," deyip Mahir'in neden değişik havalar içinde olduğunu merak etti genç adam. Bir şeyler çarpmış gibiydi adamı. Korksa mı bilemedi. İnşallah güzel bir haberdir diye düşünüp "Neyse, birden söyle," dedi. Mahir de hemen söze girdi.

"Bugün bir çekim yapacaktık biliyorsun. Çekimi yaptığımız hanımefendinin ismi Kevser. Kendisini etkileyen ve unutmadığı anılarından birini anlatırken, 'ulan ben bunu bir yerden biliyorum sanki' diye düşündüm durdum. Sonra fark ettim ki zaten biliyorum, ama bir başkasının gözünden anlatılmış hâlini. İçime bir şüphe düştü olabilir mi ki diye, çekime ara verdim, sordum açıkça. Doğruymuş. Oymuş. Kaderin böylesi!"

Zahid'in jetonu henüz düşmemişti olaya. Alık alık arkadaşının yüzüne baktı. İki çocuk büyütmek artık onu yoruyor, zihninin eskisi kadar berrak olmamasına sebebiyet veriyordu zaman zaman.

Mahir "İzle, anlayacaksın şimdi!" deyip bilgisayar çantasından leptobunu çıkarttı ve bugün oluşturduğu dosyaya girip son videoyu açtı. Zahid izlemeye başladı. Lacivert başörtülü, yaşı kendilerine yakın görünen genç bir hanımdı. Anlattıklarını dinlemeye başladı. Yıllar önce diyordu, cami diyordu, şal diyordu, ablam diyordu, üst katta uyuyan bizim yaşlarımızda biri vardı diyordu...

Hâlâ dolabının bir köşesinde duran şal aklına geldi. Epeydir unutmuştu şalı da, yaşadığı bu olayı da. Şaşkın bakışlarını Mahir'e çevirdi. "Bu Kevser o Kevser miymiş!"

"Evet. Kadere bak sen, yıllar sonra karşımıza çıktı dolaylı yoldan. Çok ilginç gerçekten."

Kübra hanım hemen lafa atladı. "Bu bir mesaj olmasın sakın, Zahid?!" dediğinde cümlenin altındaki imalı anlamı iki genç adam da, odaya yeni giren Hira da anlamıştı. Kübra hanım bir buçuk yıldır Zahid'e hayırlı bir kısmet bulma ve evlendirme planları yapıyordu ama genç adam bir türlü kimseye razı gelmemişti. Sebebini bilen yalnızca dört arkadaşıydı. Engin, Mahir, Ebuzer ve İlyas. Onlar da bir gün Kübra hanımın kısmetlerinin hiçbirini nasıl beğenmediğini eleştirip Zahid'in üzerine geldiklerinde genç adam 'Çünkü zaten birini seviyorum!' diye isyan edince öğrenmişlerdi.

Mahir "Yok anne, asıl mesaj bu değil. Vesile olduğu başka bir şey var galiba," derken Zahid arkadaşının bu cümlesini duymamıştı çünkü dikkati hâlâ bilgisayar ekranındaydı ve Kevser hanımın anlattığı bir başka hikaye daha tanıdıktı ona. Yağmurlu bir günde şehit abisini ziyarete gittiğinde mezarlıkta kendisine şemsiye veren kişiden bahsediyordu. İşte bu anısını arkadaşları bilmiyordu, o sebeple onlara tanıdık gelemezdi. Ama Zahid çok iyi hatırlıyordu. İkisinin de aynı kişi olduğuna inanamadı. Kalbinde Elaina diye yanan bir ateş olmasa, Kevser hanım herhalde gerçekten benim kaderimde var, diye düşünebilirdi. Gel gör ki genç adam bir buçuk yıl önce İngiltere'de bırakıp da gelmişti kalbini. Ara ara çıkarıp okuduğu mektupta gizliydi kaderi.

Kevser'in kendisine "Şuan bir duanın kabulü olarak buradasınız, bilmenizi istedim," demesini videoda anlattığı kısım ilişti kulaklarına. Gülümsedi.

Tam bu sırada Mahir, Zahid'i kolundan tutup dikkatini kendisine vermesini sağladı. Arkadaşının gözlerine bakıp onu kendinden geçirecek asıl haberi verdi. İşte gerçek sürpriz buydu.

"Kevser hanım, Elaina'yı tanıyor olabilir, Zahid."

"NE?!"

Zahid'in büyük tepkisi kollarındaki bebeği korkutup ağlatınca Mahir kaşlarını çatarak arkadaşına baktı. Uzanıp kızını kendi kucağına aldı. "Çocuğumu korkuttun, ne bağırıyorsun be!"

Genç adam küçük bebeğe dönüp "Özür dilerim amcacım," dedi sanki yavrucak anlayabilirmiş gibi.

Aynı anda Hira "Elaina kim?" dedi konuya fransız bir şekilde. Kübra hanım da merakla dinliyordu. Fakat kimse onların merakını gidermeye yanaşmadı. İki arkadaş diyaloglarına devam ediyordu.

Zahid aklından geçen onlarca sorunun bir kısmını heyecanla sordu. "Nasıl? Nereden? İngilterede mi? Ona nasıl ulaşabileceğimi sordun mu? Ha?"

"Sakin ol, anlatıyorum," dedi Mahir. "Elaina bir süredir buradaymış, Türkiye'de."

Zahid "Elaina bir süredir buradaymış, Türkiye'de," cümlesine takılı kalmıştı. Kalkıp mutluluktan dans edebilir miydi?

Hira yine araya girip "Elaina kim?" deyince Mahir bu işin böyle gitmeyeceğini anlayarak arkadaşına "Söylüyorum?" dedi sorarcasına ve bir baş onayı alınca dönüp karısına cevap verdi. "Elaina, Zahid'in sevdiği hanım."

"Zahid sen birini mi seviyordun oğlum?" diye şaşkınca sordu Kübra hanım. Genç adam başını salladı ve "Evet," dedi. Şimdi bunları geçmek, Mahir'i dinlemek istiyordu, hem de deli gibi. Ama ayıp olur diye bir şey diyemedi. Hira "O yüzden annemin görüş dediği kimseyi istemedin..." diye sesli bir şekilde düşündüğünde yeniden başını salladı genç adam: "Evet,"

Ardından Kübra hanım ve Hira'nın soru yağmuruna tutuldu.

"İngiltere'ye gittiğinde mi tanıştınız?"

- "Evet"

"Başından beri onu seviyordun yani?"

- "Evet"

"Ama bize söylemedin?"

"Belki çekinmiştir çocuk, kızım."

- "Evet, öyle oldu."

"Bari o da seni seviyor mu çocuğum?"

- "Evet" dedi Zahid, otomatiğe başlamış bir şekilde. Ardından içine bir şüphe ve korku düştü. Sahi hâlâ kendisine aynı hisleri besliyor muydu Elaina?

"Sen niye nasıl ulaşacağını sordun demin peki, kıza ulaşamıyor musun?"

- "Evet, maalesef."

"Sormak ne kadar doğru bilmem ama, kızcağız Müslüman mı yavrum?"

Yine "Evet" demek istedi genç adam ama diyemedi. Değildi. En son bildiği kadarıyla değildi. Duraksadı.

- "Evet"

Yanıt bu kez Mahir'den gelmişti. Zahid şaşkınca ona baktığında "Müslüman olmuş. Daha yeni, bir kaç hafta önce," diye açıkladı.

İşte bu bilgi, Zahid'in yüreğine su serpmişti. Gözleri ışıl ışıl parladı ve dudaklarında mutmain bir gülüş peydah oldu. "Elhamdülillah, Sen büyüksün Allah'ım," derken ağlayacak kıvama gelmişti adeta. Duaları kabul olmuştu. Sevdiği kadın, hak dini kabul etmişti. İnanmıştı. Karanlığından çıkmış, sığınağını bulmuştu.

"Bunlardan neden haberin yok peki, yani neden ulaşamıyordun Elaina'ya?"

"Bilmiyorum, ona ulaşırsam inşallah, öğreneceğim" dedi Zahid. Onun merak ettiği de buydu.

Mahir, karısı ve annesine bakıp tebessüm etti. "Şimdi siz bir müsaade edin, Zahid'e her şeyi anlatayım. Adam zor duruyor baksanıza."

Kübra hanım ve Hira başlarını sallayıp onayladılar ve sohbetin kalanına seyirci oldular.

"Kevser hanım set arasında Nihal'e çok etkilendiği bir olayı anlatırken yakın zamanda tanıştığı ve Müslüman olmak isteyen bir arkadaşı olduğundan bahsediyordu. İlyas ve ben de yanlarındaydık ama dinliyorduk sadece. Bir yandan da videonun bazı kısımlarını kontrol ediyorduk. Neyse işte. Arkadaşı olan hanımın İngiltere'den geldiğini söyledi. İslam'a ilgi duyduğu ve Müslüman olmak istediği için ailesi ve çevresi tarafından baskı ve problemlerle karşılaşmış ve artık dayanamamış, İngiltere'den ayrılıp Müslüman olarak daha rahat yaşayabileceği bir ülkeye yerleşmek istemiş. Türkiye'ye gelmiş, İstanbul'a. Geldiğinde gidecek hiçbir yeri ve kimsesi yokmuş. İlk gün bir otelde kalmış, ikinci gün Ayasofya'yı ziyarete gittiğinde Kevser hanımla karşılaşmış ve tanışmışlar. Kevser hanım da durumu öğrenince kendisini misafir etmek istemiş. Bu şekilde arkadaş olmuşlar. Böyle bazı şeyler anlattı. Nihal, kendisi hâlâ İstanbuldaysa onunla da bir çekim yapmaktan mutluluk duyacağımızı söyledi. Kevser hanım da arkadaşıyla görüşüp fikrini sordu, olabilir dediği için de iletişim bilgilerini bize verdi. Kağıda yazdı."

Mahir anlattıkça Zahid'in içi içine sığmıyordu. Onca zaman peşinde olduğu ve ulaşabilmek için dua ettiği şey, yani sevdiceğine giden bir yol, işte hiç beklemediği şekilde önüne sunulmuştu. "Sen Kebir'sin Allah'ım, sen Semi'sin, sen kulllarını işiten, yardım edensin..."

"Çekim bittikten sonra ortalığı toplarken not kağıdını çantaya koyacaktım, isim dikkatimi çekti. Elaina Davis. Senin arayıp durduğun Elaina aniden karşımıza çıkmış gibi hissettim. İngiltere'den gelmesi, Kevser hanımın bahsettiği bir kaç nokta ve tabi ismin aynı olması umutlandırdı beni. Son anda Kevser hanımı yakaladım gitmeden önce. Emin olmak için arkadaşını arattırdım ve Zahid Araz diye birini tanıyıp tanımadığını sordurdum."

"Tanıyormuş dimi?!" diye heyecanla atıldı genç adam.

"Oğlum tanımasa on saatttir bunları sana neden anlatayım! İyice şaşkına döndün mesele gönül işeri olunca."

Kübra hanım damadına hitaben konuştu. "Kızma çocuğa oğlum, baksana kıvranıp duruyor. Kalkıp gidecek ve kızı İstanbul'dan alıp getirecek elinde olsa."

"Tam da öyle yapacağım Kübra teyze!" derken sesindeki ciddiyet odadaki herkesi biraz korkutmuştu. Arkadaşını sabırsızca darladı. "Hani, nerede iletişim bilgileri? Versene!"

Mahir alacağı tepkiden korkarak "Yok," dedi. Şimdi Zahid üzerine atlayıp kendisini dövse yeriydi, neyse ki kollarında tuttuğu minik kızı onu saldırılara karşı koruyordu.

"Ne demek yok ulan! Ne demek yok! Hani kağıda yazmıştı! Ne oldu! Kaybettiysen seni varya doğduğuna pişman ederim bak."

"Kayıp falan etmedim. Telefonda konuştuktan sonra Kevser hanım geri aldı kağıdı. Elaina istememiş bizde kalmasını."

"Ne demek geri aldı? Ne demek istememiş? Ona ulaşmamı mı istememiş? Sevgisi bu kadar mıymış? Hayatta inanmam! Beni kandırıyorsun dimi! Hiç komik değil bak, her şeyin şakasını yap bunun yapma Mahir. Kimin başının altından çıktı bu Zahid'i delirtelim eğlenelim oyunu? Tamam kızmayacağım, verin siz şu kağıdı artık bana."

"Vallaha oyun da yok şaka da yok!"

"Ne diyorsun sen Mahir, farkında mısın? Nasıl geri verirsin ya o kağıdı? Tek fırsatımdı o benim."

"Bir sakin ol kardeşim! Kağıdı geri aldı ama senin iletişim bilgilerini istedi. Belki önce o seni aramak istemiştir. Ne bileyim, onu da Elaina seninle iletişime geçince ona sor! Zorla kadının elinden kağıdı çekip alamazdım ya."

Az önce esip gürleyen, adeta çıldırmak üzere olan Zahid biraz duruldu. "Ha Elaina benim iletişim bilgilerimi aldı yani?" diye teyit etmek ve kendisini bu düşünceyle sakinleştirmek için sordu.

"Evet."

"Öyle olmasa bile zaten önce Kevser hanıma sonra onun sayesinde Elaina'ya yine ulaşırdım. Hatta gerekirse İstanbul'un her karışını arar, yine bulurdum onu."

"Yaparsın sen biliriz. Ama gerek yok böyle şeylere kardeşim. Bu kadar beklemişsin, az daha bekle kız seni arayana kadar."

Yavaşça başını salladı Zahid. Bekleyecekti.

 

🍂


Bir hafta sonra

İlk üç gün dakika başı telefonunu kontrol etmişti genç adam. Ne arayan vardı ne soran. Zaman geçtikçe Elaina'nın kendisine ulaşacak olmasına dair inancı zayıflamış, bugün, yedinci gün, beklentiye girdiği için kendine kızar olmuştu. Sadece kendine değil, Elaina'ya da kızıyordu.

Bir buçuk yıl önce o mektubu okuduğunda, ne kadar neyi düşünürse düşünsün sonunda Elaina'ya bir cevap vereceğini, dahası, onu mutlu edecek bir cevap vereceğini biliyordu.

Fakat bunu, hayatını biraz yoluna koyduktan sonra yapmak istemişti. Bir günde üzerine büyük bir sorumluluk binmişti çünkü. Büyütmesi, sahip çıkması, ilgilenmesi, sevmesi ve yetiştirmesi gereken iki çocuk vardı. Birİ daha dört beş yaşlarında, diğeriyse yeni doğmuştu üstelik. Yaşadıkları ev Harun dedesiyle kendisine ancak yettiği gibi, sobalı ve küçüktü. Çocuklar için yapılması gereken birçok değişiklik vardı. Harun dede bu süreçte yeni bir karar almıştı. Kübra hanımların üst katı boş olduğundan, bir süre orada kirada kalmayı önermişti genç adama. Bu süreçte de yaşadıkları eski evi yıkıp, yerine daha geniş ve doğalgazlı bir ev inşa edeceklerdi. Harun dede ve Süheyl bey bu kararı destekleyince kollar sıvanmıştı. Kübra hanımların üst katına taşınmışlardı. Süheyl beyin erkek kardeşi başka şehre taşındığından ev bir kaç aydır boştu zaten. Taşınmak, yeni ev için inşaat, Sevde için psikolog görüşmeleri ve seanslar, hastane işleri, Yusuf'a süt anne bulmaları, Yusuf'un doğduktan bir kaç ay sonra geçirdiği hastalık, derken zaman akıp gitmişti.

Bu yeni düzene ayak uydururken zorlanmış ve yorulmuştu genç adam. Her ne kadar Harun dedesi, Kübra teyzesi, Süheyl amcası ve diğer sevdikleri yanında olup imkanları el verdiğince destek olmaya çalışsalar da hiçbir şey öyle kolay ilerlememişti. Gece gündüz koşturmasının yanı sıra zihnen ve kalben yoruluyordu. Onu en çok da bu zorluyordu ya zaten. Sürekli düşünüyordu. "Ya beceremezsem, ya Yusuf ve Sevde'ye yetemezsem, onlar için daha fazla ne yapabilirim, yeterince iyi yanlarında olabiliyor muyum..." gibi bir çok soru ve gelecek kaygısıyla dolup taşmıştı. Kendisini ihmal eder olmuştu. Sevde'yi götürdüğü klinikte kendisi de bir süre seanslara gitmişti hatta. Ona zamanla iyi gelmişti bu seanslar.

Vaziyet buyken Elaina'ya hiçbir adım atamamıştı. Birden bire karmaşık ve yoğun hâle gelen hayatına onu da çekip almayı doğru bulmamıştı. Bir şeylerin düzelmesini beklemişti. Biraz daha yoluna girmesini. En azından kendisi alışmalıydı. Yeni rutinleri kendisi için normal hâle geldiğinde bir başkasını daha alabilirdi hayatına. O zamanı beklerken tesellisi Elaina'nın mektubu olmuştu. Kimi zaman hasret, kimi zaman yüzünde beliren tebessüm, kimi zaman da yüreğine binen büyük bir yük eşlik etmişti mektuptaki tekrar tekrar okunan satırlara. Bir kaç kez de dayanamayıp İngilteredeyken Benjamin ve Elaina ile gezdikleri günlerde beraber çekildikleri fotoğrafı açmış, ona bakmıştı.

Sonunda kendi evlerinin inşaatı bitip de yeniden yerleştiklerinde karar vermişti sevdiğine ulaşmaya. Ama bu kez o istese de kader müsaade etmemişti. Ne numarası kullanılıyordu, ne de sosyal medyada herhangi bir hesabı vardı. Hocası aracılığıyla ulaşmak istemişti ama hocası yardımcı olamayacağını söylemişti. Benjaminse Elaina'nın yeni numarasına sahip olmadığını ve onu bir kaç aydır görmediğini yazmıştı. Aklına gelebilecek bütün bağlantıları denemişti genç adam. Hatta en sonunda adresine bir mektup göndermişti ama yerine ulaşıp ulaşmadığına dahi şüpheliydi. İletişim çağında, sevdiğine ulaşamaz hâle nasıl geldiğini sorgulayıp durmuştu. Çaresizce çırpınmıştı ama fayda etmemişti.

Çünkü vuslat zamanı gelmemişti.

Kendi elinde olsa hemen arar, sesini duyardı sevdiğinin. Ama onun aramaya niyeti yok gibiydi! Bir hafta olmuştu, bir hafta! Bu bekleyiş genç adamı darlamıştı. En sonunda kızar hâle gelmişti. "Aramazsa aramasın! Belki de sen aptallık ettin Zahid. Bir mektup yazdı diye seni ömür boyu sevmek zorunda değil kız. Bir buçuk yıldır o mektuba sarılıp umutlanmanda hata! Belki çoktan kendi yolunu çizdi. Seni bekleyecek değildi ya bunca zaman!"

Evet, iki gündür bu ve benzeri kavgalar ediyordu içinde. Onu düşünmemeyi ve haber beklememeyi seçmişti. Yokmuş gibi davranıp aklınca hâlâ aramamasının intikamını alıyordu.

Şuansa saat akşamın yedisiydi. Zahid mutfakta yiyecek bir şeyler hazırlıyordu. Fırından keki yeni çıkartmıştı. Kübra hanımın önceden hazırladığı ve dolabına doldurduğu buzluktaki böreklerden de biraz ısıttı. Bu hazırlığın sebebi misafirleriydi tabi. Mahir aramış, "çay koy, atıştırmalık bir şeyler de hazırla, misafirlerin bu sefer aç geliyor" demişti.

"Abii, Yusuf uyandı, ağlıyo."

Sevde'nin koşarak mutafağa girmesi üzerine dikkatini kardeşine verdi genç adam. "Tamam, geliyorum güzelim."

Çayın altını kısıp içeriye geçti. Yusuf'u kucağına alırken, Sevde'nin oyuncak bebekleriyle oynadığını görünce "Ödevin bitti mi senin?" diye sordu. Küçük kız başını öne arkaya salladı. "Hıhı."

"Aferin sana. Yapamadığın bir yer oldu mu?"

"Hepsini yaptım."

"Maşallah benim akıllı kızıma," deyip küçük kızı başının üzerinden öptü Zahid. Ardından kucağındaki Yusuf'la beraber o da Sevde'nin karşısına çöküp yere oturdu. "Bak abla nelerle oynuyor Yusuf. Bebekler var, arabalar var. Ablası, Yusuf'a da bir tane oyuncak vermeye ne dersin? O da sıkılmış galiba baksana."

"Oluur. Bu arabayı ona veriyim, hem ışıkları yanıyo. Yusuf çok seviyor ışıklı şeyleri."

Sevde ışıklı arabayı ufaklığın ellerine verdi. Bebeğin ilk yaptığı tabiki arabayı ağzına götürmek olmuştu. Bebekler nesneleri ve her şeyi ağızlarıyla tanıyıp öğrendiklerinden ötürü, Zahid kolay kolay Yusuf'un elinden hiçbir şeyi almaz, aman ağzına sokmasın demezdi.

Yusuf oldukça güleryüzlü bir bebekti. Kocaman gözleri ve uzun kirpikleri vardı. "Babamdan bütün güzel genleri almış bu," diye takılırdı genç adam arada bir ona. Çok sevimli ve tombuldu. Yeni yeni emeklemiş, kendi başına koltuk kenarlarına tutunup ayakta duruyor, bir iki adım atıp poposunun üzerine düşüyordu.

"Kardeşini iki dakika kolla güzelim, ben mutfağa gidip geleceğim."

"Tamam abi."

Yusuf'u ablasına emanet edip mutafağa geçti ve son kontrolleri yapıp içeriye geri döndü genç adam. Tam yeniden kardeşlerinin yanına oturmuştu ki kapı çaldı. Gerisingeri ayağa kalkıp misafirlerini karşılamak üzere kapıya gitti. Kimin geldiğini bildiği için hiç delikten bakma zahmetine girmedi ve kapıyı şap diye sonuna dek açtı.

Karşısında gördüğü kişi sebebiyle donup kalmıştı genç adam. Yaşadığı ani şaşkınlık tutulup kalmasına sebep olmuştu. Acaba yanlış mı görüyordu? Sevdiceğini düşüne düşüne hayalini mi görür olmuştu? Ama hayır, gözlerine aşkla bakan, ellerini mahçupça birbirine bağlamış, balköpüğü saçları omuzlarından aşağı dökülecek kadar uzamış olan bu kadın hayal olamazdı.

"Ben demiştim çocuk kalp krizi geçirebilir, önceden haber verelim diye."

Mahir'in sesi arka planda, uzaklardan geliyordu sanki. Zahid'in tek görebildiği ve duyabildiği, hâlâ kapı ağzında beklettiğini fark etmediği Elaina'ydı.

"Şunu dürtüklesene Mahir, kendine gelsin. Kızcağız da kaldı böyle burada."

Mahir Elaina'dan küçük bir el hareketiyle müsaade isteyip içeriye girdi ve arkadaşının kolunu dürtükledi. "Hoş geldin demeyecek misin misafirine, kardeşim?"

Zahid önce Mahir'e, ardından Hira'ya, ardından yine Elaina'ya baktı. Kendisi dilini yuttuğu için, ilk konuşan Elaina olmuştu.

"Merhaba Zahid,"

Zahid karşısında hasret kaldığı sevdiğini gördüğünden, bu merhabanın Türkçe söylendiğini dahi fark etmemişti. Yalnızca algılıyordu, ayrıntılara dikkatini veremiyordu.

"Elaina," diyebildi sonunda. İsmini ona söylemek ilk kez bu denli güzel hissettirmişti. Yine de dönüp Hira'yla konuştu. "Hira, hayal görmüyorum, değil mi? Benim gördüğümü sen de görüyor musun?"

"Ben yanımda, kapıda kalmış, içeriye davet edilmeyi bekleyen dünya güzeli bir kız görüyorum. Sen?"

"Ben de," dedi genç adam alık alık. Hemen sonra 'kapıda kalmış' kısmını idrak ederek kenarı çekildi. Kendisini toparlamaya çalıştı. İngilizce konuşmayı akıl edebilecek kadar geçmişti üzerinden yaşadığı ilk şok. "Özür dilerim, ben şaşırınca-- yani beklemiyordum, o yüzden--" Saçmaladığını ve cümlelerini toparlayamadığını fark ederek derin bir nefes aldı. "İçeri gelin hadi."

Hira ve Elaina önden oturma odasına doğru giderken, Zahid kapıyı kapattı ve elini güm güm çarpan kalbinin üzerine götürdü. Bakışlarını yerden ayırdığında kendisini tebessümle seyreden dostuyla karşılaştı. Bir açıklama yapmasını bekleyerek ona baktı.

"Neler oluyor Mahir? Elaina ve siz ne alaka? Kalpten gideceğim şimdi. O gerçekten burada!"

Burada, evinde, oturma odasındaydı sevdiği. Nasıl inanabilsindi ki bunların bir rüya olup olmadığına?

"Neler olduğunu anlatacağız. Sana sürpriz yaptık. Gel hadi içeri. Ben çocuklarla mutfakta takılayım, siz Elaina ile rahatça konuşun. Hira da yanınızda durur üçüncü bir kişi olarak."

Zahid yavaşça başını salladı. İçeriye doğru yürürken heyecanlı, istekli, hasretli ve sevinçliydi. Elaina'nın etrafındaki varlığını hissetmek öyle iyi gelmişti ki genç adama... Bir buçuk yılın ardından karşısındaydı. Ve ilk kez çok iyi anlıyordu bir insanın içinden sevdiğine sıkıca sarılmak gelirken, kendisini uzak tutmanın ne denli zor olduğunu.

"Ah ulan, biraz daha sabret Zahid. Helalin olduğu gün de gelecek inşallah. O zamana dek yasak bölge. Haddini bil."

Mahir ve Zahid koridorda konuşurken, Hira ve Elaina odaya girmişti bile. Hira, Elaina'nın mantosunu alıp sandalyenin başlığına bıraktı ve ona Zahid'in kardeşlerini tanıttı. Sevde zaten hemen koşmuş, önce Hira'ya sarılmış, sonra da ilk kez gördüğü Elaina'ya hoş geldin demişti.

"Sen Sevde, değil mi?" deyip gülümsedi Elaina.

Sevde başını sallarken, genç kadının neden kelimelerde eksik ekler bıraktığına anlam veremedi.

"Zahid seni anlattı. Iıı, seviyor çok. Özlüyordu, İngiltere'de."

Sevde meraklı bakışlarını Hira'ya çevirdi. "Hira abla, neden bu abla garip konuşuyor? Türkçe'yi yanlış mı öğretmişler küçükken?"

Hira kendisini tutamayıp gülerken, Elaina da az çok küçük kızın ne demek istediğini fark etmiş, tebessüm etmişti.

"Hayır canım. Elaina abla Türkçe'yi daha yeni öğreniyor. O başka bir ülkede büyümüş, başka bir dil biliyor."

"Aa anladım! Ben ona yardım edebilirim öğrenmesi için!"

"Edersin tabi," deyip kızın saçlarını okşadı Hira. Ardından küçük kızla konuştuklarını Elaina'ya İngilizce olarak özet geçti. Elaina gülümsemiş, Sevde'ye "Teşekkür ederim," demişti.

Bu sırada içeriye iki genç adam girdi. Mahir, yere oturmuş oyuncaklarla oynayan Yusuf'u kucakladı, ardından Sevde'ye elini uzattı. "Sevde, hadi gel abicim. Biz sizinle mutfakta sofra hazırlayalım."

Sevde kendisine uzatılan eli tutup Mahirle birlikte odadan çıkarken, Zahid ne yapacağını şaşırmış bir şekilde odanın ortasında dikiliyordu. Bakışları ara sıra halıdan ayrılıp ikili koltukta, Hira'nın yanında oturan Elaina'ya takılıyordu.

"Sen de otursana Zahid, ayakta kaldın. Kendi evin gibi rahat et, çekinme."

Hira'nın gülmemek için kendisini zor tutarak söylediği alaylı cümleler üzerine genç adam ona kısa bir bakış attı ama ne kızacak ne de sitem edecek kadar aklı başındaydı. Alalede bir bakıştı bu. İki genç kadının tam karşısındaki kanepeye geçti ve oturdu.

Bir süre kimseden ses çıkmamıştı. Normalde çenesi durmayacak olan Zahid bile şu bağlamda suspustu. Zihni o kadar doluydu ki. Bir sürü soru, düşünce, hatıra, plan... Yüreğinden taşmak için hazır olan duygular da cabası. Nereden başlamalı, ipin ucunu nasıl yakalamalı bilmiyordu.

Elaina bu sessizliği bozmak istedi. Bakışlarını karşısında oturan genç adama dokundurdu. Dalgın görünüyordu. Bu düşüncesinin yerini, onu ne kadar özlediği aldı. Şimdi yüzüne bakabiliyordu işte, karşısındaydı. Güzel gözleri, kıvırcık saçları, yeni uzayan sakalları... Ve kendisinden çoğunlukla kaçırdığı bakışları.

Zahid'in uzun zamandır ona ulaşmaya çalıştığını öğrenince ne kadar da mutlu olmuştu. Çünkü İngiltere'den ayrıldıklarından beri ne mektubuna bir karşılık almıştı, ne de Zahid'den bir haber. Bir kaç hafta sonra ümidini de kesmişti zaten. Sevdasını yüreğinde taşımıştı ama. Bırakmamıştı. Nasıl bıraksındı ki zaten böylesi derinlerine kök salan o duyguları.

Zahid'in ona ulaşmaya çalışma sebebi o karşılığı vermek miydi, tamamen emin değildi. Genç adamın yanına gönül rahatlığıyla bir türlü koyamıyordu kendisini. Emin olamıyordu Zahid'in kendisini sevip sevemeyeceğinden. Fakat hayali ve ihtimali bile onu heyecanlandırıyordu. Ta ki Hira ve Mahir, Elaina'ya ulaşana dek. Büyük bir heyecanla ikisini bir araya getirmelerinden kuşkulanmıştı genç kadın. Zahid için çok önemli olmasa arkadaşları neden böyle bir çaba sarf etsindi ki? Demek ki Zahid için önemliydi. Ve onun için önemli olduğunu düşünmek çok güzel hissettiriyordu.

"Zahid," diye ismini seslenerek başladı cümlesine. Tam bu anda genç adam kendisine engel olamayıp Elaina'ya doğru kısa bir bakış attı ve göz göze geldiler. Hemen ardından mahcupca kaçırdı bakışlarını. Elaina devam etti. "Mektubumda demiştim sana. Bir gün yeniden karşılaşırsak, seni yeniden karşımda görmenin heyecanı ve mutluluğunu yaşayacağım ve öyle bir günün olacağı inancını taşıyorum içimde, diye. Hatırlıyor musun?"

"Unutmam mümkün değil Elaina. O mektubu onlarca kez okudum çünkü."

Elaina'nın kalbi heyecanla çarptı. Bu cümle güzel bir anlama geliyordu, değil mi? Yoksa neden okusundu Zahid? Bir kere okuduktan sonra bir kenarı atar, unutur giderdi. Yapbozun parçaları birleşirken, biraz daha rahatladığını hissetti. Ellerini kucağında birbirine kavuşturdu ve çekinerek devam etti konuŞmaya.

"Ben gerçekten de hem çok mutlu hem de heyecanlıyım."

"Ben de, Elaina. Ben de," diye hafifçe iç çekerek onayladı onu Zahid. Ardından yine kısaca karşı tarafına, Elaina ve Hira'ya doğru baktıktan sonra konuşmayı devam ettirdi. "Elaina, o mektupta bahsettiğin bütün hislerin karşılığı fazlasıyla var içimde. Bunu sana uzun zamandır söylemek istiyordum ama yapamadım. Önce buradaki hayatımı toparlamam gerekiyordu. Seni bir kargaşanın ortasına çekip alamazdım. Sonra-- sonra da geç kaldım. Neden sana ulaşamaz oldum?"

Elaina'nın yüreği sıcacık olmuştu aldığı bu küçük itiraf karşısında. Ondan mutlusu yoktu. Gözleri mutluluktan ötürü dolarken, kendisine engel olamadı ve bir kaç damlayı yanaklarına düşmeden hızlıca sildi. Onca zaman hep bu sevdanın yalnızca kendi gönlünde yaşayacağını sanmıştı. Özlemin, ayrılığın ve aşkın ağırlığı altında acı çektiği vakitler olmuştu. Yine de sarılmıştı duygularına, iteleyememişti. Sonra başka dertler getirmişti başına sevdası. Öyle ki kendi vatanını terk edip bu ülkeye sığınmıştı, yeni bir vatan edinmişti burada. Ya şimdi? Karşısında sevdiği adam, onun evinde ve yanında nefes alıyordu. Ondan bu yolda yalnız olmadığına dair sözler işitiyordu. Allah'a ne kadar teşekkür etse azdı. Beklenmedik bir zamanda gelen tarifsiz bir mutluluk veren hediyeydi bu. Şükretti. Şükretmeyi çok sevmişti hep, bu dini öğrendiğinden beri.

Kendisini toparladı çabucak. Zahid'in sorusuna cevap vermek için başından geçenleri anlatmaya karar verdi. Zahid'e olan aşkını öğrenen babası Bay Jonathan önce 'geçer' diye düşünüp kızının üstüne gitmese de sonrasında kızının inatla hayatına ve kalbine kimseyi kabul etmemesine büyük tepki göstermişti. Aralarına tatsızlıklar girmiş, huzursuzlaşmıştı evdeki atmosfer. İlişkileri zedelenmişti. Babası asla kabullenememişti kızının Müslüman bir Türk gencine olan karşılıksız aşkını ve ona inatla sarılmasını. Aralarındaki soğukluk ikisini de buz gibi etmişti. Babasından istediği yalnızca bir kabullenişti oysa. Destek olmasa dahi olurdu, saygı duysa yeterdi. Hem Zahid'i tanıyıp sevmişti babası hani? Elaina'nın aşık olması neden durumu tersine çevirmişti? Ne olurdu sanki bıraksalar da sevdasını kendi kendine yaşasa?

Babası ise kızının telefon numarasını değiştirmişti. Onu sıkı bir göz hapsine almıştı. Elaina dert etmemişti bunu çünkü zaten o zamandan sonra Zahid'in kendisine ulaşacağını düşünmüyordu. Karşılık alacak olsa en başlarda alırdı. Aylar sonra birden ulaşacak değildi ya ona Zahid?

Elaina, Müslüman olan arkadaşı sayesinde ve biraz da sevdiği adamın tabi olduğu din olduğundan İslam'ı araştırmaya başlamıştı bir süre sonra. Zahid'in de, Müslüman olan arkadaşının da yaratıcıyla olan bağları gözüne öyle hoş geliyordu ki. İmrenmeden edemiyordu. O da tatmak istiyordu. Okuyup araştırdı. Kimi zaman edindiği yanlış bilgiler kafasını karıştırdı. Arkadaşı sayesinde doğru kaynaklara yöneldi ve her şey yavaş yavaş rayına oturdu. Sonra bir gün Peygamber'in hayatını öğrenmeye başladı. Onu en çok etkileyen de o güzel insan olmuştu. Soluksuz okuduğu kitabın ardından bazı videolar dinlemiş, online kaynakları taramıştı.

Bir gece babasıyla İslam'ı araştırdığı ve hâlâ Zahid'i unutamadığı için yeniden tartıştıklarında kendisini sokağa atmıştı Elaina. O bilmese de, Zahid'in yıllar evvel bir gençken hissettiğiyle benzer bir kaç duygu bürümüştü içini. Elaina da o gece attığı adımların onu nereye götürdüğünü bilmiyordu. Kederiyle, kaderine yürüyordu. Yolunu arıyordu. Sadece hüznünü ve öfkesini susturmak için hızla yürüyor, nefes nefese de kalsa yürümeye devam ediyordu. Biraz olsun içindeki ateş dinsin istiyordu. Bir yandan da ağlıyordu, farkında bile değildi. Üşümüş, kollarını bedenine sarmıştı.

Birine çarptığında irkilmişti. Dikkatsizliği için özür dileyip çarptığı kişiye şöyle bir bakmıştı. Siyah feraceli, başörtülü bir kadındı. Otuzlu yaşlardaydı. Kadın ona iyi olup olmadığını sormuş, ilgilenmişti. İçeriye buyur etmişti sonra. Önünde durdukları yerin bir mescid olduğunu fark etmişti Elaina. Bu durum içini rahatlatmış ve girmişti mescide.

Karşılıklı oturduklarında "Nereye gidiyorsun, nereden geliyorsun?" diye ilgiyle sormuştu kadın. "Geldiğim yeri arkamda bırakmak istiyorum. Gittiğim yere ait olmak istiyorum," demişti Elaina. Dertleşmişlerdi kadınla.

Elaina bir süre düşünmüştü. Hem babası hem bazı arkadaş ve akrabalarının tutumlarını göz önüne almıştı. Yürümek istediği yola adım attığı an hepsinin baskıları artacaktı. Oysa Elaina, bağ kurduğu bu dini özgürce yaşamak istiyordu. Bir kaç hafta geçmiş, Elaina Türkiye'ye taşınma kararı almıştı. Babasıyla da araları epey gergin olduğundan, onu ardında bırakmış olma düşüncesini kolayca def etmişti kafasından. Kendisine yeni bir yol çizmek istiyordu Elaina. Öyle de yapmıştı. Bir gün kendisini elinde iki bavulla, İstanbul'u ortasında yapayalnız, öylece, kaybolmuş bir halde buluvermişti. Fakat ilk kez, kaybolmuşluk hissinin yanında, bir de aitlik duymuştu.

İlk gün bir otelde kalmış, ikinci gün Ayasofya'yı ziyarete gittiğinde Kevserle karşılaşmış ve tanışmışlardı. Uzunca sohbet etmişlerdi Kevserle. Sevmişti onu Elaina. İnsana güven veren güçlü ve cesur bir yanı vardı bu genç kadının. Yaşları da çok yakındı. Kevser, Elaina'nın durumunu öğrenince kendisini misafir etmek istemişti. Bu şekilde arkadaş olmuşlardı. Ve bir kaç hafta önce de uzun zamandır kalbinde büyüyen duyguları kucaklamış, kavuşmak istemişti ruhu özgürlüğe. Yüreğinin çoktan fısıldadığı kelimeleri dili de fısıldamış, Müslüman olmuştu. O günden beri hayatının en huzurlu günlerini yaşıyordu.

Sonrası ise malum. Kevser'in çekim için Zahid'in arkadaşlarıyla tanışması. Onları yeniden bir araya getiren olaylar zinciri... Bütün bunları Zahid'e özet geçti.

Zahid, bütün samimiyetiyle sevdiceğinin İslam'ı kabul edişini kutladı ve onun için dua etti. Bir insan için bundan daha güzel ne olabilirdi ki? Sevdiğinin ışığa doğru adım attığını bilmek nasıl büyük bir nimetti. Şükrünü sonsuza dek etmeliydi. Dualarının karşılığıydı çünkü bu.

Genç adam her şeyi öğrendiğinde cevapsız tek bir soru kalmıştı geriye. Şimdi onu sormalıydı.

"Elaina," dedi kalbi küt küt atarken. Bakışları kısa süreliğine onn yüzüne dokundu. Aslında onun gözlerine bakarak söylemek istediği çok şey vardı ama hepsini gönül rahatlığıyla, helali olduğunda söylemek üzere sonraya sakladı. Ve o vaktin bir an evvel gelmesi için de elinden geleni yaparak bir adım attı. "Bunca zaman ayrıydık. Ben artık birlikte olalım istiyorum. Mümkünse de bir daha hiç ayrılmayalım."

Elaina hem sevinçli hem de utangaç bir şekilde bakışlarını ellerine indirdi. Zahid de heyecandan yerinde duramayan eli kolunu zapt etmeye çalışıyordu. Eli ensesine doğru gittiğinde, boynunda asılı zincirin varlığını hatırladı. Yıllardır bu zincirin ucunda annesinin yüzüğünü taşıyordu. Ve bugün onu ilk kez bir başkasına emanet edebileceğini düşündü. "İyi ki elim kolum rahat durmuyor ha, yoksa yüzüksüz gelişigüzel dalacaktım konuya," diye düşünüp çabucak boynundaki zinciri çıkarttı. Ayağa kalktı, bir yandan karşı tarafındaki iki genç hanıma doğru küçük adımlar atarken, öte yandan yüzüğü kolyenin zincirinden kurtardı. Elaina'nın önünde durup ayaklarının üzerine ağırlığını vererek yere çöktü. Elaina da oturuyor olduğundan boy farkları çok değildi şimdi. Genç kadın bakışlarını kucağından kaldırıp önünde oturan adama çevirdi.

Zahid, annesinin yüzüğünü Elaina ile aralarına uzattı.

"Benimle evlenir misin Elaina? Kalan ömrümüzü birlikte geçirebilir miyiz?"

İkisi de yüzüğe bakıyordu.

"Evet Zahid, bunu çok isterim."

Elaina yüzüne konan tebessüm eşliğinde elini aralarına uzattığında, genç adam dokunmamaya özen göstererek sevdiğinin avcuna bıraktı yüzüğü.

Hira ise Zahid boynundaki zinciri çıkarttığında olacakları sezmiş, telefonuna uzanmış, çaktırmadan onların bir kaç pozunu yakalamaya çalışıyordu.

 

🍂


Elaina geldiği akşamdan sonra Kübra hanımlarda kalmıştı. Orada misafir oluyordu. Türkçeyi biraz bilmesi Kübra hanımla daha rahat iletişim kurmalarına olanak sağlamıştı neyse ki. Evde İngilizce bilen kimse yokken de bir şekilde anlaşıyorlardı.

Ebuzer, evlerinde hanım bir misafirleri olduğu için bu bir kaç günde Zahidlere geçmişti. Harun dede, Ebuzer ve Zahid, çocuklarla birlikte geçinip gitmeye çalışıyorlardı. Ebuzerle Zahid'in didişmeleri Harun dedeyi eğlendirirken, yaşlı adam evde iki değil, dört çocukla yaşadığını düşünmüyor değildi.

Zahid'i oğlu gibi gören Kübra hanım, Elaina'yı önce gelin olarak biraz süzmüş, tartmış, sonra ona öyle ısınmıştı ki kızı bellemişti. Şu bir kaç günde epey benimsemişti Elaina'yı. "Pek de güzel maşallah," diye her gün kendi kendine övmekten de geri durmuyordu. "Zahid'e bak sen, tabi benim istediğim kimseyle görüşmez onca zaman. Bulmuş böyle hanım, güzel, alımlı, akıllı kızı. Başkasını napsın?"

Harun dede ise Elaina'nın geldiği ilk gün bir cenaze sebebiyle memleketine gitmişti. Burada değildi. Dönüp de olanları duyunca hem sevinmiş hem duygulanmıştı. Elaina ile tanışınca çok memnun kalmıştı samimiyeti, saygısı ve hanımefendiliği karşısında.

Normalde de Kübra hanımlara sıklıkla uğrayan Zahid, Elaina onlarda kalmaya başladığından beri daha sık kapılarını çalar olmuştu. Bunu fark etmemiş değildi Kübra hanım. Tam da mutfakta sarma sarıyorlarken kapı sesini duyunca iyice çileden çıktı kadın. Elaina'ya "Heh, evet aynen böyle kızım. Doğru," deyip yaprağı sarışını tasdikledikten sonra ayağa kalktı. "Sen sar, kapıya bakıp geleceğim ben."

Kübra hanım kapıyı açmaya giderken kimin geldiğini tahmin edebiliyordu. Kendi kendine sırıtırken, eli kapı koluna uzanınca ciddileşti ve kaşlarını çattı. Kapıyı aralayıp karşısındaki genç adama baktı.

"Yine mi sen! Yavrum, daha bir saat önce kovalamadım mı ben seni, ha? Ayrıca çocuklar uyuyor, niye zile basıyorsun! Sonra senin sevdiceğin uğraşıyor bak çocukları oyalamaya. Ona göre yani! Biraz dikkat et istersen! Neyse, niye geldin sen şimdi? Bu sefer mazeretin ne?"

Zahid bu sefer yakayı ele verdiğinin bilincindeydi. Ne yapsın, adımları onu sürekli buraya getiriyordu. Bugün de haftasonu olduğundan işe gitmemiş, daha sık gelir olmuştu. Karşısındaki kadının gazabından korksa da deli ve aşık yanına söz geçiremiyordu. Teslim olur gibi yaptı ve en masum, süt dökmüş kedi haline büründü.

"Tamam, kabul ediyorum Kübra teyze. Bu kez mazeretim yok. Elaina'yı görmeye geldim!"

"Cıkcıkcııık! Bir de Elaina'yı görmeye geldim diyor. Ya sabır," diye söylendi Kübra hanım. Ardından Zahid'in halini görünce acıdı genç adama ve insaf etti. Kapıyı aralık bırakıp dışarıya doğru bir adım attı ve Zahid'e bir anne şefkatiyle baktı. Sesi yumuşaktı şimdi.

"Oğlum, biliyorum kolay değil ama iki gün daha sabretsen ya? Ha güzel oğlum?"

"Gönül ferman dinlemiyor anacığım," dedi Zahid ve gülümsedi. Kübra hanım da kendini tutamayıp gülümsemişti. Çaktırmasa da, genç adamın anacığım deyişi çok duygulandırmıştı kadını. Fakat toparlandı.

"Gönül ferman dinlemiyor ama benim akıllı oğlum haramı helali bilir, ateşe barutla yaklaşmaz. Bunca vakit beklemiş, iki gün daha bekler. Dimi yavrum?"

"Haklısın..." diye mırıldandı Zahid. Biraz daha dirayetli ve iradeli olmalıydı. "Zaten iki gün sonra kıyıyoruz imam nikahı, ne kaldı ki şurada, değil mi?"

Kübra hanım başını salladı. "Biz de şimdiden sarmaları sarıyoruz Elaina kızımla," deyip heyecanla lafa girdi sonra. "Eli pek maharetli. Yapa yapa öğrenecek. Benden iyi yemek pişirir ileride vallahi."

"Öyledir Elaina'm. Ama kimse senin eline su dökemez Kübra hanım," dedi Zahid gülerek.

Kübra hanım da güldü. "Neyse, hadi sen git. Boş boş dolanacağına İlyas'ın atölyesine, kitapkafeye falan uğra. Mahir de İlyas da bir konuda yardımını zevkle kabul eder eminim. Tarafını seç."

"Hımm, bi düşüneyim. Mahirle ekran karşısında çekim ve edit işleri mi yapsam yoksa İlyasla sanat veya marangozluk işleri mi? Bu kez ikinciyi seçiyorum galiba."

"İyi, hadi kolay gelsin size yavrum!"

"Sağol sağol," deyip kadına göz kırptı Zahid. "Elaina'ya selam söyle."

Kübra hanım gülerek içeriye girdi ve kapıyı kapattı. Zahid ise kafasında planı kurmuştu. Gidip İlyas'ın başına biraz bela olacaktı. Öyle de yaptı. Keyfi yerindeydi son günlerde. Bu enerjiyi birilerine bulaşarak dışarı salıvermesi gerekiyordu sonuçta. Eh, onlar da arkadaşları oluyordu.

İki gün daha sabretti dostları onun bu ömür törpüsü hallerine. Ardından beklenen vakit gelmişti. Bu akşam nikahları kıyılacaktı. Elaina, Kevser'in de yanında olmasını istediği için beklemişlerdi aslında. Çünkü Kevser ancak Salı günü gelebilecekti İstanbul'dan. Yoğun bir dönemden geçiyordu.

Zahid'in evi misafirlerine göre ayarlanmıştı. Temizleyip toparlamışlardı. Hepsi orada toplanmıştı. Hanımlar bir odada, beyler de bir odada oturuyordu. Genç adam henüz görmemişti sevdiceğini.

Harun dede ve Ebuzer bir sohbete dalmıştı. Sühey bey, nikahlarını kıyacak olan hoca efendiyi almaya gitmişti. Çocuklar içeride Kübra hanım, Hira, Kevser ve Elaina ile birliktelerdi.

Hâris bir hışımla içeriye girdiğinde Zahid şaşkınlıkla baktı küçük beye. "Pişt, hayırdır küçük efe?" deyip göz kırptı.

"Ben burada sizinle oturacağım! İçeride hep kadınlar var. Ben erkek adamım!"

Hepsi Hâris'in hâline gülerken, küçük çocuğun birine sinirlenip de geldiğini anlamaları zor olmamıştı.

"Otur tabi de, neye kızdın sen?"

"Sevde'ye! Çok bilmiş cadı!"

"Bunlar da hem birbirlerinden ayrılamazlar hem didişip duruyorlar," diye söylendi Ebuzer.

Bunu duyan Hâris abisine sitemle baktı. "O başlatıyor! Sanki o her şeyi biliyor da ben bilmiyorum! Hıh!"

Zahid, Hâris'e sakinleşmesi için bir şeyler söyleyecekti ki zilin sesini duyunca vazgeçti. İşte, gelmişti imam efendi. Heyecanlandı birden, sıcak bastı. Kapıyı açıp Süheyl beyi ve hoca efendiyi içeriye buyur etti. Adamla selamlaştılar. Ardından bir şeyler içmek ister mi diye sordular ama acelesi olduğunu, nikahı kıyıp gitmesi gerektiğini söyledi adam. Süheyl bey hanımların oturduğu odanın kapısına gelip tıklattı. Hira kucağında küçük kızıyla kapıyı araladı ve babasına baktı.

"Hoca geldi kızım. Hazırsanız içeriye geçeceğiz."

"Tamam baba, gelebilirler."

Hira, Elaina'nın yanına ilerlerken Süheyl bey de beylerin yanına geçip haber vermişti. Harun dede ve Süheyl bey nikah şahitleri olarak Zahid ve hocayla birlikte içeriye girerken, Ebuzer mutfakta kaldı.

İki genç yan yana oturduklarında, hoca da karşılarındaki yerini almıştı. Zahid kimseye dönüp bakmamış, hemen oturmuştu kendisine ayrılan yere. Nasılsa bu, köprüden önceki son çıkıştı. Az sonra helali olduğunda doya doya bakabilirdi sevdiceğine. Kübra hanım bile laf edemezdi. İçinden güldü.

Nikah kıyıldıktan sonra beyler odadan çıkmış, hocayı uğurlamıştı. Hanımlarsa sofra hazırlamak için -biraz da bunu bahane ederek- mutfağa geçmişlerdi. Zahid, hoca efendiyi teşekkür edip uğurladıktan sonra mutfağa yöneldiğinde Kübra hanımın kendisini içeriye kışkışlaması üzerine rotasını değiştirdi.

"Biz geçtik mutfağa, işimiz var. Sen içeri hadi!"

İçeriye girdi genç adam. Minik Sare koltuğun üzerinde uyuyor, Yusufsa bir köşede oyuncaklarla oynuyordu. Elaina koltukta oturmuş, Yusuf'u seyrediyordu. Nikah sırasında başına örttüğü beyaz örtü hâlâ saçlarının üzerindeydi. Zahid'in içeriye girdiğini, kapıyı da arkasından kapattığını görünce oturduğu yerden kalkıp artık eşi olan adamın kendisine doğru yaklaşmasını seyretti.

Zahid, Elaina'nın karşısında durduğunda çekinmeden gözlerine baktı sevdiğinin. Yüzüne bir gülümseme yerleşti. Tebessümü Elaina'ya da bulaştı hemen.

"Evliliğimiz mübarek olsun meleğim," derken uzanıp sarıldı Elaina'ya. Genç kadın da kendisine sarıldığında içi büyük bir rahatlamayla doldu taştı. Kavuşmuştu. Derin bir nefes aldı ve başörtünün üzerinden öptü sevdiceğini.

Elaina da garip hisler içerisindeydi. Bir zamanlar gözünde büyüyen o mesafeler nasıl hiçe inmişti, şaşırıyordu. Bu adam kocasıydı artık. İngiltere'de, ellerine çekinerek uzandığında hiçbir şey demeden ellerini çekip alan ve arkasına dönüp giden adam değildi. Ona kollarını saran, başının üzerinden öpen eşiydi şimdi. Üstelik, hep hasretle sızlayacak sandığı kalbi de huzur içindeydi.

"Zahid, seni çok seviyorum," dedi bir anda. Duygularını içine atmasını gerektiren bir durum yoktu sonuçta.

Duyduğu cümle sebebiyle iyice keyiflenmişti genç adam. "Ben de seni çok seviyorum sevgili eşim," dedi ve Elaina'yı saran kollarını gevşetip geri çekildi, yüzünde dolandırdı bakışlarını. "Artık baş belası bir kocan var. Mutlu musun?"

Güldü Elaina. "Mutluyum."

Elindeki oyuncağı sertçe yere vurdu Yusuf. İkisi de bir an irkildi ve küçük çocuğa baktı. Hemen ardından Zahid gülümseyerek yine Elaina'ya verdi dikkatini. "İki çocuğu da unutmamak lazım."

"Çok tatlılar bence. Sevde'yi zaten İngiltere'de sen bize anlattığında sevmiştim. Onlara elimden geldiğince iyi bakacağım. Hem Yusuf çok küçük, belki ileride bana anne bile der?"

Gülümsedi Zahid. Uzanıp Eliana'nın elini tuttu. "Der tabi. Sadece o değil, kendi çocuklarımız da der belki."

Elaina utanmıştı. Yanakları kızardı. Bu sırada odanın kapısı pat diye açıldı ve önden Sevde, arkasından da onu kovalayan Hâris içeriye girdi. Çığlık çığlığalardı. Aralarındaki atmosfer dağılırken, iki genç de çocuklara hayretle baktı. Bir yandan da Zahid "Şşşt, Sare uyuyor!" diye uyardı bağrışan çocukları. Fakat dinleyen kim.

Sare uyanıp ağlamaya başlamıştı. Onun ağlaması Yusuf'u da huysuzlandırmıştı. Zahid, Sare'yi; Elaina da Yusuf'u kucakladı ve sakinleştirmeye çalıştı. Zahid bir yandan Sare'yi hafifçe sallarken, öte yandan Yusuf'a laf atıyordu. "Oğlum, korkma. Ablanın yaramazlığı. Buradayız bak." "Sare, ağlama güzelim. Geçti geçti. Şşştt."

Ortalığın birbirine girdiğini fark eden Hira mutfaktan çıkıp içeriye geçti. Zahidle Elaina'yı kucağında birer çocuk, onlara teselli vermeye çalışır halde bulunca kendini tutamayıp güldü. Şimdiden evli modunda görünüyorlardı. Gidip minik kızını Zahid'in kucağından aldı ve pışpışladı. Annesinin kokusunu alıp sesini duyan bebek de sakinleşmişti. Zahid de boşalan kollarına Yusuf'u aldı hemen. Abisine sarılıp başını omzuna gömdü küçük çocuk.

Elaina, genç adamın omzunun arkasından kendisine bakan Yusuf'a gülümsedi ve bir kaç gündür Kübra hanımdan gördüğü bir oyunla çocuğu gülümsetmek istedi. Ellerini yüzüne kapatıp biraz bekledi ve yüzünü açtı, bir yandan da "Ce!" demişti Kübra hanımın dediğini taklit ederek. Yusuf gülmeye başlarken, Zahid onların arasındaki bağın ilk kez oluşmaya başladığını hissedebiliyordu.

Az sonra iki sofra kurulmuştu. Biri mutfağa diğeri de içeriye. Hanımlar bir tarafta beyler bir tarafta yiyeceklerdi yemeklerini. Ellerini yıkadıktan sonra mutfağa geçen Zahid, koridorda Kevser ve onun elinden tutmuş Sevde ile karşılaşınca söyleyecekleri olduğunu belli edercesine durdu.

Kevser de duraksadı ve fırsattan istifade "Tebrik ederim, Allah hayırlı mübarek eylesin evliliğinizi," dedi samimiyetle.

Zahid teşekkür edip amin dedikten sonra kendi söyleyeceğine geldi sıra. "Yıllar önce o şemsiyeyi size bıraktığımda 'Şuan bir duanın kabulü olarak buradasınız' demiştiniz. Bugün de ben size aynısını söylemek istiyorum. Bir duanın kabulü olarak karşımıza çıktınız ve sayenizde Elaina ile bir araya geldik. Allah razı olsun."

"Amin, ecmain Zahid bey. Vesile olabildiğim için ne mutlu bana."

Başını oynatıp selam verdi Zahid ve mutfağa geçti. Bunu ona söylemesi önem taşıyordu çünkü dua etmişti Allah'a Elaina'yı bulmasına yardım etmesi için ve Allah da Kevser'i aracı kılmıştı. Elhamdülillah.

Yemekler yenirken herkesin keyfi yerindeydi. En çok da sevdiceğine kavuşan Zahid'in. Şimdi geride iki gün sonraki resmi nikah ve iki hafta sonraya alabildikleri düğün tarihi vardı. Onun için düğün müğün fark etmiyordu gerçi, bu konuda en heyecanlı olan Kübra hanım ve Harun dedeydi. Elaina'ya kavuşması yetmişti genç adama. Tabi sevdiceğinin de içinde hiçbir şey kalsın istemiyordu. Gelinliğini giysin istiyordu. Anılarını biriktirsin.

Gecenin sonuna doğru herkes evine dağılırken Kübra hanım Elaina'yı yine peşine götürmüştü. Resmi nikah ve düğün de olsun, öyle aynı evde kalırsınız diyordu kadın. Harun dede ve Süheyl bey de ona hak vermişti. Konu komşu ne der kafasındalardı. Bir şey diyemedi Zahid ve sevdiceğinin gidişini seyretti. Aynı evde bir iki hafta kalmasınlardı varsın, nasılsa artık istediği zaman onu görebilecek, yanında olabilecekti.

 

🍂


Düğüne dek aynı evde kalmasalar bile sık sık Elaina'yı alıp kaçırmıştı genç adam. Alışverişe götürmüştü mesela. Bir kadın eli değecekti eve sonuçta. Eve almak istediği veya değiştirmek istediği eşyaları sormuştu. Olan hiçbir şeyi değiştirmek istememişti genç hanım. Sadece bir kaç eksik gözüne çarpmıştı ve onları almışlardı. Bir de kendilerine kıyafet, üst baş almışlardı. Bu sırada Elaina dayanamayıp Yusuf ve Sevde'ye de bir şeyler almıştı. Çocuk kıyafetleri ve oyuncaklar, ev eşyalarından daha çok ilgisini çekmişti.

Birlikte dışarıda yemek yemişlerdi bir çok kez. Sahilde dolaşmışlardı. Parkta oturup sohbet etmişlerdi. Büyüdüğü sokakları ve mahalleyi göstermişti ona Zahid. Enginlere götürmüş, Kadriye teyzesi ve ailesiyle de tanıştırmıştı.

Bu sırada Elaina'nın da isteği üzerine onunla Türkçe konuşuyor, yalnızca anlaşamadıklarında İngilizce kullanıyordu. Türkçe öğretiyordu ona. Arada komik şeyler yaşayıp gülmüyor değillerdi.

Yine bu anlardan biriydi. Kayaların üzerinde oturmuş, batan güneşi seyrediyorlardı. Elaina "Zahid?" diye soru sorarcasına ismini seslenince genç adam "Efendim gülüm?" dedi.

"Gülüm mü?" diye sordu Elaina. Kafası karışmış, anlayamamıştı bir an. "Gül, gülmek (smile) değil mi? Bana gülümsemem (my smile) mi demek istedin? Gülümsemene sebep olan anlamında"

"Hıı, şimdi geldik Türkçe'nin en harika kısmına. Eş sesli kelimeler," diye mırıldandı Zahid. Ardından yarı Türkçe, yarı İngilizce kullanarak Elaina'ya anlatmaya çalıştı.

"Gül kelimesinin iki anlamı var. Birisi çiçek olan gül (rose). Diğeri de emir kipi halinde gül, ki bu fiil olan gülmek kelimesine eş değer. Sonuna -mek -mak geliyor ve fiil oluyor. Gül, gülmek. Bir de gülüş var. Gülüş, gülmenin isim hâli. Yani benim gülüşüm (my smile) olmuş olur. Şimdi biraz daha kafanı karıştırayım. Gülüş kelimesine de -mek ekle, gülüşmek olur. Bu -ış -iş gibi ekler karşılıklı yapma anlamı katıyor fiillere. Gülüşmek. Gülüştük. birlikte gülüştük."

Zahid hem Türkçe hem İngilizce örnekler söyleyip Elaina'nın anlamasını kolaylaştırdı.

"Bir örnek daha verir misin?"

"Tabi," dedi Zahid. "Mesela-- 'bak' , 'bakmak' , 'bakış' , 'bakışmak'. Örnek cümle kuralım: Sevdiğim ile bakıştık. Bir örnek daha vereyim. Fısıldamak, fısıldaşmak. Fısıldamak whisper anlamında. Örnek: Çocuklar birbirleriyle fısıldaştılar."

"Anladım!" diye heyecanla atıldı Elaina. "Ama biraz karışıkmış. Türkçe neden zor?"

Güldü Zahid. "Bence de! Ne zormuş be bizim dil! Ben öğretirken bile sıkıntı çekiyorum," diye yakındığında Elaina da gülmüştü.

Elaina'nın gülüşüne takıldı genç adamın bakışları. Bu gülüş için neleri vermezdi ki. Uzanıp Elaina'nın rüzgardan uçuşan saçlarını geriye itti. Onun saçları da kendi kalbinde meltemler estiriyordu, haberi yoktu hanımefendinin. Kolunu omzuna attı ve sevdiceğini göğsüne doğru çekti. Elaina da memnuniyetle başını Zahid'in omzuna dayamıştı.

"Zamanla öğrenirsin, canını sıkma. Şimdilik gayet iyisin. Hem ben seni anlıyorum, o yeter bize. Gerisi de yavaş yavaş hallolur."

"Biliyorum," dedi Elaina. "Ama Sevdeyle rahatça konuşabilmek istiyorum. Bağ kurmak istiyorum. Bu yüzden çok hevesleniyorum ve acele ediyorum."

"Senin güzel bakışların bile yeter Sevde'yle bağ kurmana. Hem o seni çoktan sevmiş, benimsemiş. Madem evlendiniz, niye Elaina ablam bizde kalmıyor diye sorup duruyor. Çocuk bile anladı ama gel de bizim yetişkinlere anlat işte."

Zahid huysuzlanınca Elaina kendini tutamayıp kıkırdadı. "Gerçekten garip adetleriniz ve düşünceleriniz var. Ama benden çok sen zorlanıyorsun. Bu nasıl iş?"

"Allah bilir gülüm," dedi Zahid. Suya yansıyan kızıl-turuncu güneş ışıklarına baktı.

 

🍂


Düğün arefesiydi. İki gün sonrası için herkes heyecanlıydı. Kübra hanımın üst kattan taşınan eltisi, düğün için bugünden gelmişti ve onlarda kalıyordu. İkindi çayı içiyor, sohbet ediyorlardı.

Zahid'i eskiden beri tanıyan kadın sonunda kendini tutamadı ve sordu Elaina'ya.

"Siz nasıl tanıştınız canım, Zahidle? Nasıl oldu böyle birden bu evililik?"

Eltisinin, yani Kübra hanımın özellikle son bir yıldır Zahid'i evlendirmek istediğini ama onun kimseyi kabul etmediğini biliyordu kadın. Zahid, Kübra hanımın bir oğlu olduğu gibi onlara da yeğen sayılırdı. Merak ediyordu.

Elaina çat pat Türkçesiyle kadına cevap vermeye çalıştı.

"Biz Zahid ile İngiltere'de tanıştık. Mesut öğretmen ile geldi. Bir süre bizim ev kaldılar. Ben etkilendi ondan. Sonra biz Zahidle seviştik."

Odadaki herkesin suratı kıpkırmızı kesilip bakışları oraya buraya kayınca bir terslik olduğunu fark etmişti Elaina. Fakat neyi yanlış söylediğini bilmiyordu. Oysa dediklerinin doğruluğundan neredeyse emindi.

Kübra hanım, "Aman kızım, ne diyorsun sen?!" diye bir tepki verince Elaina iyice utandı ve ne hata yaptığını düşündü. Kendisini yeniden ifade etmek isteyerek söze girdi.

"Anlatıyor ben. Ben o yüzden Türkiye'ye geldim. Babam beni, Zahid'i ve İslam'ı istemedi. Ben İslam'ı sevdi. Zahid'i de. Türkiye'de buluştu biz. Ben onu seviyor, o beni, o zaman birlikte olalım çünkü biz sevişiyoruz yani."

Herkes Elaina'nın kullandığı kelime üzerine şok olmuştu ve şaşkındı. Bu sırada bir şey sormak için içeriye gelen Zahid odanın kapısında durmuş, neden herkesin surat ifadesinin pancara benzediğini merak etmişti. Geldiğini belli etmeden kulak verdi sevdiceğinin söylediklerine.

Herkes yine suspus olunca Elaina iyice gerilmişti. Bunu fark eden Zahid, kıyamadı sevdiğine. Durumun komikliğine de elinde olmadan gülüverdi. Ortamın ciddiyetini yarıp geçen kahkaha sesini duyunca herkesin bakışları kapıda dikilen genç adama çevrilmişti.

Zahid, Elaina'nın ne demek istediğini ama herkesin ne anladığını fark etmişti. Elaina sevmek kelimesini karşılıklı birbirlerini sevdikleri için sevişmek olarak kullanmıştı. Tıpkı geçen gün Zahid'in ona 'gülüşmek, bakışmak, fısıldaşmak' gibi kelimelerle öğrettiği gibi. Türkçe'ye bir kez daha içinden söylendi ve yakındı. Ne bilsindi şimdi bu kız, sevişmek kelimesini başka anlamda kullandıklarını? Suçu yoktu ki, kelimenin anlamını değiştiren insanların kendisiydi. Bir de bembeyaz kesilmişti baksana. Kıyamazdı ona Zahid.

Kahkahası dindiğinde kendisine bakan çifter çifter gözlere aldırmadan usulca Elaina'nın yanına gitti ve sevdiceğinin yanına oturup çaktırmadan elini tuttu ona destek olmak adına. Kübra hanıma ve eltisine bakıp kısa bir açıklama yaptı.

"Geçen gün Elaina'ya karşılıklı-birlikte yapılan eylemlerde -ış -iş gibi eklerin kullanıldığını öğretmiştim. Gülüşmek, bakışmak, fısıldaşmak gibi. E biz de birbirimizi birlikte ve karşılıklı sevmiyor muyuz? O yüzden kullanıverdi kız işte yine. Siz de koca kadınlarsınız canım! Pancar kesilip hayrete düşeceğinize aklınızı çalıştırıp 'bu kız bu dili pek bilmiyor, sürçü lisan etmiştir' desenize. Aaa! Korkuttunuz karımı."

Kübra hanım ve eltisi, Zahid'e cevaben başlarını salladı. Ardından "Haklısın haklısın," dedi Kübra hanım. "Endişe etme Elaina kızım."

Zahid olayı çözdüğü için rahatlamıştı. Kadınların da yüzüne bir rahatlama ifadesi yayılınca, Elaina da sonunda gevşeyebildi.

"Neyse, ben müsaadenizle Elaina'yı götürüyorum. Bir yere uğrayacağız."

Kübra hanım nereye gideceklerini biliyordu. Başını salladı tamam dercesine. Genç adam kalktı ve Elaina'yı da beraberinde kaldırdı.

"Kübra teyze, bir başörtü verir misin Elaina için?"

"Tabi yavrum, getireyim hemen."

Kübra hanım odasından yeni oyaladığı bir tülbent getirdi ve yakınında durduğu için Zahid'e uzattı.

"Teşekkürler. Çocuklar sana emanet. Bir iki saate döneriz."

"Tamam oğlum, aklın kalmasın. Gidin gelin siz."

Zahid bir elinde tülbent, diğer elinde de sevdiğinin eli, çıktı odadan. Ardından evden. Ayakkabılarını giydiklerinde yeniden Elaina'nın eline uzandı ve tuttu. Birlikte arabaya doğru yürüyorlardı.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordu genç kadın.

"Seni biriyle tanıştıracağım,"

Kim olduğunu merak etse de sabredip beklemeyi seçti Elaina. Hem sürpriz olmasa Zahid en başından söylerdi zaten. Bunu bildiğinden, sessiz kaldı. Zahid şoför koltuğuna, Elaina da yanındaki yolcu koltuğuna oturdu. Araba hareket etti ve yola çıktılar.

Olanlar yeniden aklına gelince merakla sordu genç kadın. "Zahid, içeride ne oldu? Neyi yanlış söyledim, anlamadım?"

Zahid kısaca açıkladığında Elaina oldukça utanmıştı. Yeniden yanakları kızarırken bakışlarını pencereye çevirdi. Kadınların karşısında bu manaya gelen bir kelime ve cümle kullandığı için çok mahçuptu. Şimdi nasıl bakacaktı yüzlerine?

Ya bu gamsız adama ne demeli? Hiçbir şey omamış gibi kahkaha atmış, gülmüştü o hallerine. İnsan utanırdı canım! Hayır yani şimdi bile rahat rahat açıklıyordu bir de. Hayret bir şey.

Zahid sevdiceğinin utandığını bildiğinden üzerine gitmedi. Başka konularda ara ara konuştukları oldu. Yaklaşık yarım saat süren yolculuğun sonunda arabayı durdurdu genç adam. Bir yolun kenarındalardı. İndi Elaina ve etrafına bakındı. Sağ tarafında uzun zaman önce inşa edildiği belli olan bahçeli müstakil evler, sol tarafında yol ve karşısında da mezarlık vardı.

Zahid, arabayı kilitleyip anahtarı cebine koyarken, bir yandan da Elaina'nın yanına yürüdü ve elindeki tülbenti açıp sevdiceğinin başına taktı. Saçlarını toparlayıp geriye itti, tülbentin altına sokuşturdu. Sonunda olduğuna kanaat getirip bıraktı. Elini tuttu.

Evlere değil de, yolun karşısındaki mezarlığa doğru yürüdüklerinde fark etti Elaina. "Annenle mi tanıştıracaksın beni?" diye tatlı tatlı sorup gözlerine baktı Zahid'in. İçinde hüzün olsa da, heyecanlı görünmeye çalışıyordu sevdiceği için.

"Evet."

"Harika! Ona söylemem gereken önemli şeyler var. Sonunda söyleyebileceğim!"

Zahid meraktan kıstığı gözleriyle Elaina'ya baktı ve adımları durdu kaldırımın ortasında.

"Neymiş o önemli şeyler?"

"Görürsün!"

"Neden içimde beni anneme şikayet edecekmişsin gibi bir his var?"

"Belki de öyle yapacağım!" deyip gülümsedi Elaina. Gülümsedi Zahid. Ardından yürümeye devam ettiler.

Mezarın yanına ulaştıklarında ikisinin de üzerine bir dinginlik çöktü. Ellerini açıp dua okudular. Elaina da öğrendiği dualardan okudu. Ellerini amin deyip yüzlerine götürdükten sonra, bu kez Elaina önce davrandı ve Zahid'in elini o tuttu.

Genç adam tebessüm ederek baktı toprağa ve soğuk mermere.

"Anne bak sana kimi getirdim. Elaina, kızın. Onu kim bilir ne çok severdin, yüreği güzel annem benim. Seni çok özledim. Özellikle de böyle mutlu günlerde yanımda olabilmeni çok isterdim. Ama sen de haklısın, Sevgili'nin yanında olmak daha güzel, değil mi?"

Zahid'in söylediklerinin bir kısmını anlamıştı Elaina. Alışkanlık üzerine annesinin mezarı başında kendi dilinde konuşmuştu genç adam. Elaina ise kendi dilinde daha rahat ifade edeebileceği için, İngilizce konuşmayı seçti.

"Seninle tanıştığıma memnun oldum anne. Böyle bir evlat yetiştirdiğin için sana teşekkür ederim. O böyle güzelse, sen de kim bilir nasıl güzelsindir. Zahid'e baktıkça seni de tanıyor gibi oluyorum. Bir gün buluşacağız..."

Zahid'in dudakları tebessümle kıvrılırken, gözleri de yaş akıtıyordu. Bakışlarını genç adama çeviren Elaina onun ağladığını görünce dayanamadı ve uzanıp göz altlarını, ardından yanaklarını sildi parmaklarıyla. Sağ yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra sarıldı Zahid'e. Saçlarını usulca okşadı.

İlk kez yarasını, zayıflığını, güçsüzlüğünü de açıyordu ona sevdiği adam. Ve yıllar önce yapmak istediğini şimdi yapabiliyordu rahatça Elaina. Ona sarılıp destek oluyordu. Ben yanındayım, diyordu.

Bir süre sonra kendi gözleri de dolduğu halde "Baksana anne, hem ağlıyor hem beni ağlatıyor oğlun," diye mırıldandı. "Ama ben onun her halini ve benimle paylaştığı her şeyini seveceğim."

 

🍂


"Abi yarın düğünümüz var, resmi olarak da dini olarak da evliyiz, ama bugün kız isteme merasimi yapıyoruz. Olaya bak! Hep Hira'nın işleri bunlar. Karın hiç söz dinlemiyor Mahir, hiç! Allah sabır versin."

Zahid'in yakınışı üzerine herkes gülmüştü.

"Karıma suç atma lan. Kızlar böyle böyle bir geleneğimiz var diye anlatınca Elaina heves etmiş, yapmak istemişler. Yapmasalar mıydı? Senin eşinin içinde kalırdı, bize hava hoş!"

Mahir'in alayla çıkışması üzerine bir şey diyemedi Zahid. Kıravatını düzelten arkadaşına teslimiyet bakışları yolladı yalnızca.

"Bari kravat takmasaydık ya!"

"Oğlum bir şeye de itiraz etme be! Kız istemeye gidiyoruz, tabi şık olacaksın, karavat takacaksın. Ahaha."

Bu kez Zahidle eğlenen Ebuzer'di.

- Aşk olsun Zer, sen de mi!

+ Kusura bakma Zahid, tadını çıkartmak lazım kardeşim.

- Bunlar hep karşılıklı, biliyorsun dimi?

+ Ufukta evlilik görünmediğinden ötürü sorun yok. Sonra da sen unutursun zaten.

- Unutmayacağım Zer, unutmayacağım! Kök söktüreceğim sana! O Kübra teyzeme de! Helalim olduğu halde bizi ayrı tuttu ya kadın!

Mahir, sonunda güzelce bağladığı kravatı ve Zahid'in yakasını bıraktı, yeniden lafa girdi.

- Bak işte annem onu nasıl başardı benim de aklım almıyor. Sen nasıl rıza gösterebildin Zahid? Herhalde dimağın tutuldu, yoksa asla senlik hareketler değil bunlar.

+ Sus Mahir sus!

Sonunda hepsi hazır olmuştu işte. Elbette Zahid'in evindelerdi ve az sonra Süheyl beylere gidip kız isteme merasimi gerçekleştireceklerdi.

+ Harun dedeee! Hazır mısın dedem?

Zahid içeriye geçerken bir yandan da evde sağır varmış gibi bağıra bağıra yaşlı adama sesleniyordu.

- Hazırım tabi, sizi bekliyorum.

Ebuzer elini sertçe Zahid'in omzuna koydu. "Geldik dedem geldik! Damat beyi hazır ettik."

- İyi hadi, düşün önüme bakayım.

Harun dede üç genç adamı da önüne katıp evden çıktı. Tam kapıyı kapatmıştı ki Mahir'in "Çiçek nerde oğlum!" diye Zahid'e soruşunu işittiler.

- Çiçek mi? Unuttum onu ben.

+ Allah sana akıl versin Zahid!

- Amin Mahir! Sabır da versin! Sana karşı mesela.

Ebuzer onları didişmeleriyle baş başa bırakıp hâlâ kapıda olan anahtarı çevirdi ve içeriye girdi. İlk geldiğinde koridordaki şifonyerin üzerinde gördüğü çiçek ve çikolatayı alıp evden çıktı. Elindekileri Zahid'e uzatıp arkadaşının teşekkürünü işitti. Harun dede kapıyı kilitleyip anahtarı cebine attı ve Süheyl beylerin evine bir iki dakika yürüdükten sonra varmışlardı. Kapıyı tıklattılar.

Elaina heyecanlıydı. Kızların yönlendirmeleriyle tamamlıyordu günü. Kapıyı da büyük bir heyecanla açmıştı. İlk gördüğü Harun dede oldu. Hoş geldiniz deyip yaşlı adamı içeri buyur etti. Ardından Mahir ve Ebuzer gelmişti. Onlarla da kısaca selamlaştı ve iki genç adam da Elaina'dan tarafa bakmadan içeriye geçtiler. En sona kalan Zahid elindeki çiçek ve çikolataların varlığını unutmuş, Elaina'nın ışıl ışıl parlayan gözleri ve gülüşüne kapılmıştı. Elbisesi de ne kadar yakışmıştı sevdiceğine. Ah ah!

İçeriye girip kapıyı arkasından kapattı Zahid. Elaina'nın hoş geldin demesine fazlasıyla içten bir şekilde "Hoş buldum," dediğinde Hira onun bu haline gülmeden edemedi. Araya girme ihtiyacı hissedip "Elindekileri ver sitersen!" diye uyardığında Zahid kapıldığı ütopik dünyadan çıktı ve Hira'ya sitemli bir bakış attıktan sonra Elania'ya sıcacık bir tebessüm eşliğinde çiçek ve çikolatasını verdi.

"Gülüm sen bu Hira ile çok takılma, olur mu?" diye mırıldandı bir yandan da.

Hira elbette ki duymuştu. "Hıh, söyleyene de bak!" deyip sitem etti "Hadi Elaina, gel!"

Zahid, onları bırakıp içeriye girdi. Ardından sohbet muhabbet faslı geldi. Kahveler hazırlanırken, içeride muhabbet iyice koyulaşmıştı.

Hira, Mervenur ve Nihal, kahveye tuz atma adetini bir kez daha hatırlattı Elaina'ya. Gün içinde de bin kere söylemişler ve ona Türk kahvesi yaptırmışlardı ama olsun. Elaina kızlara "Ben yapabilirim, siz gidin hadi," diye ısrar etti çok. Onlar da Elaina'yı kırmadı. Kendini ispatlamak istiyordu madem, önüne engel koymaya gerek yoktu. Elaina'yı bırakıp içeriye geçtiler.

Elaina elindeki kavanozun kapağını açıp her fincanın içine birer tutam tuz serpti. Yalnız birini bıraktı geriye: Zahid'inki. Ona dokunmamıştı. Gülümsedi. Kahveler hazırdı.

Kız isteme kısmında yalnızca Zahid, Harun dede ve Süheyl bey içeriye, Kübra hanım ve kızların yanına geçmişti. Ebuzer, İlyas ve Mahir çocuklarla beraber beylerin oturduğu odada kalmıştı rahatsızlık vermemek için. Bu üç gencin kahvelerini Hira ile yolladı Elaina. Sonra kalan fincanların bulunduğu tepsiyi dikkatlice tutup içeriye geçti ve kahveleri dağıttı. Herkes fincanını önündeki sehpaya koymuştu. Nihal de yardım etmek için suları dağıttı. Ardından Süheyl bey ve Harun dede birbirlerine baktılar. Harun dede, Süheyl beyden isteyecekti Elaina'yı.

Yan odada canı nedense bugün çok Türk kahvesi isteyen ve bu yüzden kahveleri sabırsızca bekleyen Ebuzer, iştahla dudaklarına götürdü fincanı. Aldığı tad sebebiyle suratı aniden buruştu ve ağzındaki sıvıyı püskürtmemek için zor durdu. Bütün kahve hevesi söndü. Hatta kahveden soğudu.

- Öğğ! Galiba Zahid'in kahvesi bana geldi!

Ebuzer'in yüzündeki ve mimiklerindeki değişim, İlyas ve Mahir'e kahkaha attırmıştı.

- Geçmiş olsun kardeşim. Evlenmeden içtin ha tuzlu kahveyi? Sendeki de şans!

Ebuzer'e takılan İlyas, keyifle kendi kahvesinden bir yudum aldı. Fakat onun da yüzünün şekli aniden değişmişti ve arkadaşıyla dalga geçtiğine pişman olmuştu.

- Iğğ! Bu da tuzlu ya lan!

Mahir olanlara anlam veremeyerek baktı fincanlara. Biri tesadüf olurdu da, ikisi olmazdı dimi? Korka korka kendi kahvesine uzandı ve yalnızca tadına bakmak için ufacık bir damla aldı ağzına. Tuzluydu! Yüzünü buruştudu.

- Bu da tuzlu! Galiba yenge olayı yanlış anlamış ahah!

+ Kahveden soğudum ya!

- Ee Ebuzer'im sen daha tadına bakmamıştın tabi, çok normal. Mahir ve ben yine aşinayız. Mervenur sağ olsun tuzu basmıştı benim kahveye.

+ Evlenmemek için güzel bir sebep daha...

Beyler odada kaynatırken, içeride Harun dede lafa girmişti. Allah'ın emrile kızı oğluna istedi. Süheyl bey de Elaina'nın rızasını sorup verdi. Kübra hanım "Onlar çoktan rıza göstermiş," diye gülse de adet yerini bulsun diye yapmışlardı işte.

Verdik gitti sözünün ve kısa bir duanın ardından herkes anlaşmış gibi aynı anda fincanlarına uzandı. Harun dede, Süheyl bey, Kübra hanım, Mervenur, Hira, Nİhal ve Zahid. Elaina ise tebessümle izliyordu hepsini.

Kahveler dudaklara giderken, herkesin bakışları ve dikkati Zahid'deydi. Tuzlu kahve içerkenki tepkisini görmek istiyorlardı çünkü. Hatta Sevde'ye kameraya çektiriyorlardı.

Hepsi kahveden kocaman bir yudum aldığında suratı buruşmayan, halinden memnun olan tek kişi Zahiddi. Her kafadan bir iğreti ses çıkmıştı.

- Ayy bu tuzlu!

- Iıığğ bu ne!

- Yanlış kahve mi verdin kızım bana?!

- öhöhöhöö!

Sevde herkesin yüzünün haline gülerek tek tek kamerayı onlara tuttu. Ardından keyifle tebessüm eden ve kahvesini yudumlamaya devam eden abisine çevirdi. Tatlı tatlı içiyordu.

Bu durum dikkatlerini çekince Hira hemen lafa girdi.

- Zahid! O kahve de tuzlu mu?

Zahid, Hira'dan intikam alır gibi rahat bir şekilde "Yoo, çok tatlı, bal bal," deyip bir yudum daha içti.

- Elaina, ne yaptın sen öyle? Tuzu asıl atılması gereken kahve hariç hepsine atmışsın.

Elaina gülümseyerek "Bilerek yaptım ki," dediğinde Zahid ona hayran hayran baktı, diğerleri ise şaşkın.

Kübra hanım "Ben de adeti yanlış anladın sandım kızım," dedi.

Zahid hemen araya girdi. Ses tonundan epey eğlendiği belli oluyordu. "Benim işime geldi bu durum tabi, eheh," deyip bir yudum daha aldı ve kahve bitti.

Akşamın kalanı normal geçmişti. Sevde'nin çektiği videoyu izleyip kahkahalara boğulmuşlardı, o ayrı tabi. Herkes evine dağıldıktan sonra bir fırsat bulup Elaina ile yalnız kaldı Zahid. Ona soracağı bir şey vardı.

"Herkesin kahvesine tuz attın, benimkini tatlı yaptın demek. Neden peki?" diye sordu Elaina'ya.

Elaina'nın yüzü tebessümlü, gözleri ışıl ışıldı. Bu akşamı çok sevmişti.

"Neden sevdiğime tuzlu içireyim, tatlı tatlı içsin işte. Ama başkaları çok önemli değil. Onlar tuzla içebilir. Bence benim tarz ile daha uygun bu adet."

Zahid küçük bir kahkaha attı ve kolunu Elaina'nın boynuna atıp onu kendine yasladı. Uzanıp alnından öptü. "Bence de senin tarz ile daha uygun bu adet.''


🍂

 

Zahid ve Elaina'nın hikayesi böyle başladı. Evlendiler ve birlikte bir ömür sürdüler. Yusuf Elaina'yı gerçekten de anne bildi ve ona anne diye seslendiğinde Elaina yarım saat ağladı. Zahid'i de abi değil baba bildi. Baba dedi ona. Sevde daha büyük olduğundan, anne babasını hatırladığından, böyle bir girişimi olmadı ama küçük kız da ömür boyu anne baba yerine koydu ikisini, abi abla demesine rağmen. Minik Yusuf bebekken yakalandığu hastalıkla sonrasında da zaman zaman boğuştu. Gözü gibi baktılar ona. Hayat dolu bir çocuktu. Enerjisi asla tükenmiyordu. Yalnızca hatalığı sebebiyle bünyesi zayıftı ve temkinli davranmaya çalışıyorlardı ona korumak için.

Harun dede, Zahid'in evliliğine ve mutluluğuna bir süre tanık oldu. Evladı bildiği, hayat arkadaşı edindiği genç adamı böyle görmek ona huzur verdi. Tam da bu sebeple gözü arkada gitmedi, huzurla göçtü bu dünyadan. Fakat onun vefatı ardında bıraktığı gençleri sarstı.

Elaina ve Zahid'in bir süre sonra bir oğulları oldu. İsmini ortak bir kararla Harun koydular. Onun gibi sevilsin, sevsin, sahip çıkan, koruyup kollayan, öğrenip öğreten olsun diye. Sevde, Yusuf ve Harun'du artık hayatları. Onları güzel yetiştirebilmek, onlarla iyi bir ilişki inşa etmek, birlikte hayırlı kullar olarak kendilerini yetiştirmek.

Elaina evlendikten sonra kızların ve Zahid'in de desteğiyle İslam'ı daha yakından tanımaya devam etti. Öğrendiklerini elinden geldiğince hayatına uyguladı. Önemini kavrar kavramaz, hiç tereddüt etmeden tesettüre girdi. Türkçe'yi güzelce öğrendi. Öyle ki bir kaç yıl sonra onun yabancı olduğunu konuşmasından anlayamıyordu kimse. Çocuklarla ilgilenmesinin yanı sıra, özel olarak İngilizce dersleri verdi ve bazı özel kurumlarda yabancı dil öğretmenliği de yaptı.

Zahid hem kardeşleri, hem karısı ve evladına sıkıca sarıldı. Çekirdek ailesi hayatının merkeziydi. Onu daha gencecikken ellerinden tutup benimseyen geniş ailesini ise asla bırakmadı. Karısının mutluluğu için çabalayıp babası Jonathan beyi de düğünlerine davet etti ama inatçı adam huysuzluk yapıp gelmedi. Daha sonra bir kaç kez daha onunla iletişim kurdu Zahid. Adam inat edip kızını ziyarete gelmese, Zahid'in 'biz gelelim' tekliflerini reddetse bile kızından habersiz kalmamak için Zahidle iletişim kurmayı bırakmadı. Elaina'nın Harun'a hamile olduğunu öğrendiklerinde ise Jonathan bey artık bu inadı sürdüremedi ve bütün duvarları yıkıp Zahidle Elaina'ya sürpriz yaparak kapılarını çaldı. Baba kız aralarındaki buzları erittiği gibi, Jonathan bey Zahid'i de zamanla benimseyerek oğlu belledi.

Dostları ve dostlarının aileleri, onun hiç olmayan amacaları, dayıları, teyze ve yengeleriydi hep. Öyle kaldı. Dostları ise kardeşti ona. Zaman zaman yolları ayrılsa da hiç kopmadılar. Engin ve Ubeyd iş sebebiyle başka bir şehire gitti mesela. Ama fırsat oldukça görüştüler, konuştular. Yılda bir kez bile olsa yine hep bir araya geldiler. Üstelik bu kez ortalık hepsinin minik bebelerinin sesleriyle inlerken oturup çay içtiler. Onların çocukları da onlar gibi dost oldu. Mesleğini ise mühim görmeye ve hayır için kullanmaya devam etti. Yusuf ve Harun biraz büyüdükten sonra Elaina ile istişare edip, bir kaç haftalık projeler için yurt dışına, tıbbi yardıma ihtiyaç duyulan bazı ülkelere seyahat ederek Allah'ın izniyle şifa dağıttı.

Hâris büyüdüğünde onu kitapkafede yapılan sahabe sohbetlerini yeniden hayata geçirsin diye yetiştirdiler ve desteklediler. Birbirlerine hayır kapıları açılmasına vesile oldular.

İşte böyle dostlar. Öykünün başında koca dünyaya kendini sığdıramayan kayıp Zahid, öykünün sonunda dünyayı kendine sığdırdı, sevdiklerini ve inandıklarını dünyası bildi. Selametle.


Loading...
0%