Yeni Üyelik
42.
Bölüm

42 • Ilk Görüş •

@sukunettekelimeler

Ebuzer

🍂

 

Ve ben baktıkça içinde sancağımız dalgalanan gözlerine, göğsümde imânım şahlanacak.

🍂

 

(Son bölümden yaklaşık üç yıl, yani Hira ve Mahir'in düğününden yaklaşık yedi yıl sonra)

Hira ve Kübra hanım birbirlerine mânâlı bakışlar atıyorlardı. Her şeyden habersiz Ebuzer ise iştahla en sevdiği çorbalardan biri olan mercimek çorbasını içiyordu. Ara sıra da kucağında oturan minik yeğeni Emir'in tek tük dişli ağzına ufak parçalar halinde çorbaya bandırılmış ekmek sokuşturuyordu. Küçük çocuk ne istediğini eliyle işaret edip uzanmaya çalışarak belli ediyordu. Çorbadan sıkılmış olacak ki sofranın ortasındaki salatayı eliyle işaret edip garip sesler çıkarttı.

Ebuzer, "Sen salata mı yemek istiyorsun aslanım?" deyip bu kez de minik ekmek parçasını salatanın suyuna batırdı ve bebeğin ağzına götürdü. Emir'in yüzü bir anlığına ekşise de, sonrasında salatanın tadı hoşuna gitmiş olacak ki yeniden aynı tabağa uzanmak için öne atıldı. Ebuzer, yeğenini zapt edip sofraya uzanmasına engel oldu ve oyalanması için eline bir kaşık tutuşturdu. Çocukların özgürlüğünü kısıtlamayı sevmese de şu an minik elleriyle devirip yıkabileceği çok şey vardı sofrada. En başta önündeki sıcak çorba kasesi olmak üzere.

Annesinin kaş göz hareketleri üzerine Hira, oğluşuyla cebelleşen abisine baktı ve tüm odağını ona verdi. İçinden bir besmele çekip şak diye konuya girdi.

"Abi, biliyorsun sana şimdiye kadar hiç ısrar etmedim ama bu kez biraz ısrarcı olacağım. Görüşmeni istediğim biri var. İçime doğdu, bence birbiriniz için uygun olabilirsiniz. Allah bilir tabi ama bir görüşseniz de hiçbir şeyiniz eksilmez."

Ebuzer aniden ortaya atılan konu üzerine bir an afallasa da yaklaşık bir dakikalık duraksamanın ardından sakince arkasına yaslandı. Kardeşine baktı.

"Kim?"

Hira, abisinden herhangi bir olumsuz geri dönüş almadığına sevinerek cesaretlendi ve heyecanlı bir şekilde cevap verdi.

"Sevde'yi geçen sene gönderdiğimiz Kur'an kursunda hocalık yapan bir arkadaşım. Küçükken biz de onunla beraber kursa gitmiştik, ortaokulda da aynı okuldaydık. İyi bir kız. Hafız. Açıktan çocuk gelişimi okudu, örgünde de İslami İlimler. Şimdi hocalık yapıyor çocuklara. Kendini geliştirmeyi ve okumayı sever, aynı sen gibi. Yaşayışını da elinden geldiğince dinine uygun tutmaya çalışır. Ki bu konuda eskiden beri benden başarılı olduğuna dair şüphem yok. Öyle işte."

Hira, geçen sene Sevde için kursa gitmek durumunda kalmıştı. Elaina ve Zahid, yeni doğan bebekleri Harunla alakalı bir durum sebebiyle meşguldü çünkü.

Zaten birbirlerinin çocuklarına ve kardeşlerine velilik yapmak, artık onlar için çok doğal bir hareketti. Hâris ve Sevde'nin okul görüşmelerine ve toplantılarına kimi zaman Kübra hanım giderken, kimi zaman Zahid ve Elaina giderdi. Öyle ki bazı öğretmenler onların akraba olduğunu düşünmüştü.

Her neyse, Hira kursa gittiğinde arkadaşıyla biraz sohbet etmişlerdi. Arkadaşını yıllar sonra yeniden görmüştü. Sonrasında arkadaşı başka bir yere taşınsa da iletişimlerini koparmamışlardı. Birbirlerinin numaralarını almışlardı. Geçen gün de tesadüf eseri bir programda görmüştü onu Hira. Bir kaç günlüğüne buraya geldiğini söylemişti arkadaşı. Biraz oturup sohbet etmişlerdi bir kafede. Onun da hâlâ bekar olduğunu ve kimsede gönlü olmadığını öğrenen Hira'nın aklına birden bu fikir düşüvermişti. Abisi de evlenmek için uygun birini istiyordu, arkadaşı da. İkisi de bunun görücü usulü olmasını tercih ediyordu. Ailelerinden gelebilecek görüşme fikirlerine kapalı değillerdi. Yani görüşmelerine engel bir durum yoktu.

Kübra hanıma durumdan bahsetmişti Hira. Kübra hanım da hatırlamıştı bu kızı. Bir kaç kez görmüştü onu, beğenmişti. Fikri makbul bulmuştu. Kolları sıvamışlardı.

Ebuzer yavaşça başını salladıktan sonra "Tamam," dedi kabul ederek. "Uygun olabileceğini düşündüğünüz biri madem, görüşebiliriz."

Eh, sonuçta kimseyle görüşmeyip de evde oturarak kaderinde yazılı olan hanımı bulamayacağını biliyordu. Belki de bu hayırlısıydı. Zorluk çıkarmaya gerek yoktu. Hem yakında otuz yaşına girecekti, fazla abartmaya gerek yoktu bu bekarlık işini. Vakti gelmişti.

Gerçi Zahid "Sen yıllar geçtikçe karizmatikleştin bence kardeşim," diye ara ara iltifatta bulunuyordu kendisine. Mahir "Artık saçlarını sakalını kendisine yakıştığı biçimde ölçülü tutabildiği içindir o," diye takılıp, bir zamanlar saçını sürekli çok kısa tutmasına dair hatırlatma geçiyordu. "Yine de sen gecikme de artık hayırlı bir kısmet bul. Biz de yeğen sevelim," diye konuya son noktayı koyansa her zaman İlyas oluyordu.

Bir ara pek evlilik düşüncesi olmasa da son zamanlarda bu fikre daha açık bir hâle gelmişti. Bunda bütün arkadaşlarının ailelerini kurmaları ve çoluk çocuğa karışmaları da etkiliydi tabi. Bir Ebuzer kalmıştı. Ayrıca, hem yeğenleri hem de yine yeğenleri sayılan arkadaşlarının çocuklarını öyle çok seviyordu ki, kendi çocuğunun da olması duygusunu merak ediyor, tatmak istiyordu.

Hira ellerini birbirine vurdu.
"Süper! Ben o zaman arkadaşımı da arayayım, haber vereyim."

"Ara kızım ara," dedi Kübra hanım heyecanla.

Hira, tam oturduğu sandalyeden kalkmıştı ki "Aa!" diye bir anımsayışta bulundu. "Dur, abimin fotoğrafını da göndeririz kıza. Fotoğraf seçelim."

"Fotoğrafımı mı?" diye sordu Ebuzer. Nereden çıktı bu, dercesine.

"Tabi oğlum! Bu işler böyle. Hiç mi duymadın görmedin? Önce görüştürmek istediğin kişilere birbirlerinin resmini de gösterirsin ki bakalım isteyecekler mi? Kabul edip etmemelerinde önemli bir detay bu. Ön mülakat gibi bir şey."

Ebuzer umarsızca cevap verdi.
"Ne bileyim anne, bana daha önce sadece bir kere biriyle görüş dediniz, onda da zaten kız tanıdığım biriydi. Fotoğraf falan göstermediniz. Uzman değilim bu işlerde."

Hira çoktan abisininin telefonunu almış, galeriyi karıştırmaya başlamıştı. Bol bol çocukların fotoğrafları ve çocuklarla çekildiği fotoğraflar vardı klasörlerde. Yahut arkadaş tayfasıyla. Bir türlü yalnız çekildiği bir fotoğraf bulamıyordu.

"Burada Sare var. Bu Emir. Yusuf var. Bu çocukların fotoğrafı, abim kendi bile yok. Harun. Zeynep. Zülal. Sevde. Hâris. Uff! Burada çok kendisi gibi çıkmış ama yanında da Zahidle İlyas var. Bu da güzelmiş ama Engin arkadan kadraja atlamış! Ubeyd beyimiz. Annem. Ben. Mahir. Ayhh! Abi senin bir tane kendi fotoğrafın yok mu!"

Ebuzer, kardeşisinin sitemine gülmekten kendini alamamıştı. "Bilmem, ama yoksa da çok normal. Kendi başıma fotoğraf çekilmeyi sevmiyorum, biliyorsun. Ancak birileri isteyince beraber çekiliyoruz. Yani bulabilmen için başarılar."

Hira "Allah'ım sen bana sabır veer!" diye derin bir iç çekti ve galeriyi karıştırmaya devam etti. On dakika sonra sonunda istediği tarzda bir fotoğrafa ulaşabilmişti. Çölde su bulmuş gibi mutlu olmuştu.
"Allah'ım çok şüküüür! Sonunda!"

"Bakayım hangisi o?" dedi Ebuzer, merak ederek. Hira, telefonun ekranını abisine doğru çevirdi.
"Pek de güzel çıkmamış bu, gönderme bunu."

"Oldu canım! Başka seçenek yok, üzgünüm. Sen de adam gibi fotoğraf çekilseydin o zaman."

"Kızım burada olduğumdan daha yaşlı ve çirkin görünüyorum ya! Arkadaşın görüşmek istemez, benden söylemesi. Sen bilirsin."

"Hiç de bile! O kadar da değil. Görünce gerçeğini, kendi karar verir artık yaşlı mısın çirkin misin neysen."

"Aman, ne yaparsan yap," diye mırıldandı Ebuzer, pes ederek. Kendileri bilirdi. Kardeşi mutfaktan çıkmadan önce aklına gelen soru üzerine onu durdurdu.
"Şşşt! Madem fotoğraf gösteriliyormuş iki tarafa da, bana neden göstermediniz? Benim başım kel mi?"

"Hee, biraz kelleşiyor sanki?"

Ebuzer, kardeşinin imalı imalı ve alayla cevap vermesi üzerine kaşlarını çattı ve uyarıcı bir ses tonuyla ismini söyledi. "Hira!"

Hira kıkırdayarak abisine baktı.
"Ne ya? Şurada otuz olmana ne kaldı ki? Kabul et."

Ebuzer yaş mevzusunu atlamak istiyordu.
"Neyse ne... Konuyu çarpıtma."

"Sen zaten kabul ettin görüşmeyi, ne gerek var kızın resmini görmene?"

Kardeşinin umursamazlığı gıcık etmişti genç adamı. Sitem eder gibi konuştu. Hiç tanımadığı birine de ediyordu üstelik bu sitemi, sadece kız kardeşine değil.
"Allah Allah, o zaman o da görmeden kabul etsin! Ne gerek var görmesine?"

Hira omuz silkti ve mutfaktan çıkmaya yeltendi. On beş - yirmi dakika kadar sonra telefonu kapatıp odaya girdiğinde Ebuzer ve Kübra hanımı içeriye geçmiş oturur halde buldu. Tek fark, Emir bu kez anaannesinin kucağındaydı, dayısının değil.

Ebuzer de elindeki kitabın satırlarına dalmıştı. Kitap okumayı çok seviyordu ve odası kitaplarla dolmuştu. Kübra hanım ne zaman onun odasını toplayacak ve temizleyecek olsa, kitaplarına laf söyleyip duruyordu.

"Her yer kitap oldu! Tozunu sen almıyorsun tabi! Ne yapacaksın bu kadar kitabı? Git kitap kafeye koy diyorum, yok! Neymiş onlar kendi kitaplarıymış, kendi hazineleriymiş. Özelmiş. Valla evlendikten sonra da bu kitapları böyle bırakıp gitmezsin inşallah! Al götür hepsini peşine..." gibi cümlelere artık bünyesi alışmıştı genç adamın.

Altını çizdiği satırlar, kendinden bir parça taşıyordu sanki. İçini, benliğini, ele veriyordu. Tam da bu sebeple o satırları bir başkası okuduğunda ruhunun derinlerini görebilecekmiş gibi hissediyor, kimsenin kitaplarını karıştırmasına kolay kolay müsaade etmiyordu uzun zamandır. Hem, yer yer kitapların üzerine aldığı notlar da işin cabasıydı. Özellerdi işte.

Abisinin oturduğu koltuğa kendini bırakan Hira, heyecanlı ve tebessümlüydü. Gören iki çocuk sahibi bir anne değil de küçük bir kız çocuğu sanardı.

"Kabul etti görüşmeyi!"

Kübra hanım da oldukça sevinmişti bu duruma. Gülümsedi. "Hadi hayırlısı!"

Ebuzer, inatçı bir çocuk edasıyla kız kardeşine baktı. Ciddi değildi, sırf onu sinir etmek için konuştu.

"Ne çok sevindin. Ama erken sevindin. Ben kabul etmiyorum. Vazgeçtim. Ben de fotoğraf görene dek, görüşmeyi iptal ediyorum."

Hira endişeli bakışlarını abisine çevirdi. Böyle yapmaması için yalvarır gibiydi. Kıvrandığı belliydi. "Abi! Öyle bir hakkın yok! Söyledik kıza bir kere."

Kız kardeşinin haline gülmek istedi. Nasıl da ciddiye alıp korkmuştu. Ama ne güldü ne de şaka yaptığını söyledi Ebuzer. Hiçbir duygu emaresi barındırmadan sessiz kaldı. Kardeşine kıyamayan adam, bu kez kıydı.

"Abi çoktan ayarladım bak. Cuma günü Çakıreli'ne gidiyorsun," derken emretmekten ziyade rica eder bir tonda söylemişti Hira.

"Ne! Bir de tee oraya mı gideceğim?!"

"Evet. Arkadaşım artık orada oturuyor ve orada çalışıyor. Ne yapsın, kız mı tee buralara gelsin? Hem babası göndermez onu yalnız başına."

Ebuzer derin bir nefes aldı, verdi. Yapacak bir şey yoktu. "İyi," demekle yetindi. Hira rahatlamıştı.

"Cumaya ayarladım ama, işin yoktu dimi?"

"Yok yok," dedi Ebuzer. Genellikle uzaktan ve evden halledebiliyordu işlerini. Teknolojiden faydalanıyordu. Şirkete çok fazla gitmesine gerek kalmıyordu. Bu konuda rahattı ve bu rahatlığı seviyordu.

"Hah tamam. Cuma namazından sonra gidersin, öyle konuştuk."

"Tamam," deyip ayağa kalktı Ebuzer. Kız kardeşinin gözlerine baktı. "Tabi gidersem!"

"Abi!!"

Ebuzer, suratına konan muzır gülüşle birlikte arkasına döndü ve odadan çıkmak üzere kapıya doğru yürüdü. Annesine haber vermiş olmak için "Ben Zahidlere geçiyorum," bilgilendirmesini de yapmayı da unutmadı.

 

🍂


Zahid ve Elaina, Yusuf'un belli aralıklarla yapılan alerji iğnesini olması ve doktor kontrolünü gerçekleştirmesi için Çakıreli'ne gideceklerdi. Ebuzer'in de yararına olmuştu bu kontrolün Cuma gününe denk gelmesi. Tek arabayla hep beraber yolculuk yapacaklardı.

Mahir bazı işleri için İstanbul'a gitmişti. Bu sebeple Hira hanım iki gündür burada kalıyordu. Sabah erkenden uyanmış, abisinin başında dikilmişti. "Hayır onu giyme şunu giy," gibi itirazlarla on beş dakikanın sonunda her ikisine de makbul gelen bir görünüşe bürünmüştü Ebuzer. Sade ama şık. Koyu yeşil bir pantolon, gözlerinin rengine uyumlu bir gömlek ve ne olur ne olmaz diye yanına aldığı ceket.

Gömleğin yakasıyla oynayıp düzelttikten sonra abisini beğeniyle süzdü Hira. "Hah, güzel oldu."

"Evet, artık müsaadenle bir şeyler atıştırıp gidebilir miyim? Zahid birazdan kapıya dayanır."

"Tamam tamam,"

Ebuzer, kahvaltı nâmına bir şeyler atıştırdıktan sonra dişlerini fırçaladı, elini yüzünü yıkadı, abdest aldı ve aynanın karşısında saçlarını düzeltti. Odasına girip telefonu ve cüzdanını aldı, cebine yerleştirdi. Ceketini koluna astı. Hazırdı.

Dolaptan ayakkabılarını aldığı sırada kapıda Hira belirmişti.
"Selam söyle arkadaşıma."

Kız kardeşinin cümlesi üzerine fark etti de, arkadaşım arkadaşım deyip duruyordu bu Hira üç gündür. Bu kızın, yahut kadının, her neyse işte, bir adı yok muydu canım!

"Arkadaşım deyip duruyorsun. Hadi resmi tamam ama ismini lutfetme zahmetinde bulunmaz mısınız acaba?"

"Gidince öğrenirsin zaten," deyip güldü Hira. Şaka yapıyordu. Kendisi de farkında değildi adını söylemediğinin. Bilerek gerçekleşen bir durum değildi.

"Saçmalama istersen! Adını bile bilmeden mi gidip karşısına oturayım 'arkadaşının'?"

Ebuzer kapıyı açıp ayakkabılarını giyerken, kız kardeşinden gelecek cevabı bekliyordu. Birden çok merak etmişti, sahi, neydi ismi? Görüşmeye gideceği gizemli hanımefendinin ismini öğrenmek o an dünyanın en önemli şeylerinden biri gibi gelmişti. Ne olabilirdi ki? Garip modern isimlerden biri miydi acaba, yoksa geleneksel bir isim mi?

Bunları düşünürken, Hira'nın cevap vermediğini unuttu ve bağcıklarını bağlamayı bitirdiği için doğruldu. "Hadi görüşürüz, Allah'a emanet ol," dedikten sonra arkasına dönüp uzaklaşmaya başladı.

"Abi?!"

Ebuzer, Hira seslenince adımlarını durdurdu ve arkasına dönüp kardeşine baktı.
Hira da şaşırmıştı. Tekrar sorsun diye naz yapmak istemişti abisine ama onun aklı neredeydi de kızın ismini öğrenmeden dönüp gidiyordu?

"Sümeyye," dedi.

Genç adam kafasını dolu hissetmişti, bu sebeple ilkin anlayamasa da saniyeler içinde idrak etti ismin kime ait olduğunu. "Sümeyye," diye mırıldandı. İlk kez onun ismini, ona ait olduğunu bilerek söyleyişiydi. Başını yavaşça öne oynattı, tamam dercesine. Ve Zahid'in evinin önüne doğru yürümeye başladı.

Tam arabanın yanına varmıştı ki evin kapısı açıldı. Elaina'yla göz göze geldiler bir an. Ebuzer başıyla selam verirken, Elaina tebessüm etti ve birbirlerine hayırlı sabahlar dediler. Elaina, Yusuf'un ayakkabılarını giymesine yardımcı olup kendininkileri giymeye koyuldu.

Yusuf koşup Ebuzer'e sarılırken, genç adam onu kucağına aldı ve saçlarından öptü. Saat henüz erken olduğu için çocuğun gözleri uykuluydu. Başını Ebuzer'in omzuna koyup gözlerini yumdu.

"Çocukları kime bırakacaksınız?" diye sordu Ebuzer, Harun ve Sevde'yi kast ederek.

"Annen burada," dedi Elaina.

Ebuzer, annesinin ne ara evden çıktığını düşündü. Hatırlamıyordu. Görmemişti. Ne kadındı şu annesi... Başını salladı.

Zahid de kapıda göründü bu sırada. Arkadaşına selam verdikten sonra ayakkabılarını giyip evden çıktı. Avcundaki anahtarı Ebuzer'e uzattı. "Bu gece Harun hiç uyutmadı bizi. Sen kullansana be, ben biraz kestireyim yolda."

Ebuzer "Tamamdır," deyip uzatılan anahtarı aldı. Kucağındaki Yusuf'u arka koltuğa bırakıp kendisi de şoför koltuğuna geçti. Besmele çekti. Zahid yanına, Elaina da arkaya oturmuştu. Yusuf, hemen başını Elaina'nın dizlerine koyup arka koltukta boydan boya uzandı ve uykunun kollarına teslim oldu. On beş dakika kadar sonra Elaina da uyumuştu.

Zahid'in de gözleri kapalıydı. Fakat uyumak istese de uykusu kaçmıştı bir kere, uyuyamadı. En sonunda gözlerini açtı ve yan tarafa, arabayı kullanan arkadaşına baktı.

"Heyecanlı mısın?"

Ebuzer, yoldan ayırdığı ela harelerini bir anlığına yanındaki arkadaşına dokundurdu. Ardından tekrar yola yöneltti. "Bilmem," dedi. "Galiba biraz gerginim."

"Çok normal," diye devam etti Zahid.

Onun yorgun hâli üzerine Ebuzer yarı ciddi yarı arkadaşına takılır bir şekilde "Vaz mı geçsem acaba? Baksana, uykusuz kalmalar, yorgunluklar falan... Hayatım böyle yeterince sakin ve güzel," dedi.

Ebuzer'in gülümseyerek söyledikleri, Zahid'i de gülümsetti.

"Orası öyle ama yine de ne bileyim... Aile bir başka be," derken Zahid'in bakışları aynadan arka koltukta uyuyan karısına ve oğlu bildiği erkek kardeşine kaydı. Yusuf onunla büyümüştü, ona baba demişti, diyordu. Harun'dan farksızdı. Sevdesi zaten ilk göz ağrısıydı. Elaina desen, yüreğinde imparatorluk kuran tek kadındı. Bırak imparatorluğu, adım atan tek kadındı yüreğine.

"Çok seviyor insan. Sevince böyle ufak tefek sıkıntılara dayanıyorsun. Allah veriyor sabrını. Uykusuzluk, yorgunluk, meşguliyet falan, tamam o an yaşarken büyük bir problem ama sonra unutulup gidiyor. Yusuf büyürken de kaç gece uykusuz kalmıştım. Şimdi hangi biri aklıma geliyor? Hiç. İyi ki varlar. Onlarsız bir hayat düşünemiyorum. Hamdolsun Rabbime."

"Doğrudur," dedi Ebuzer. "Benim o raddeye gelmeme daha çok var. Şimdi ben gidince ne konuşacağımızı, nasıl geçeceğini, neler olacağını düşünüyorum."

"Elinden geldiğince onu tanımanı sağlayacak şeylere odaklan. Evet, tamamıyla birini tanımak çok zor. Hele böyle kısa bir sürede. Bir görüşmede. Ama bazen bir insanı oturuşundan, konuşmasından, gülüşünden, bakışından, halinden, tavrından, sözlerinden öyle bir tanıyorsun ki. Hissediyorsun onu. İşte bu kişiden kimseye zarar gelmez, sıcacık bir kalbi var, belli, dersin. Yahut, bu adamdan bir cacık olmaz, hareketlere bak, iğreti, doğal değil, bencil, falan filan dersin. İnsan kendini belli ediyor."

Ebuzer "Öyle mi," deyip gülümsedi. "Sen beni ilk gördüğünde ne demiştin içinden?"

Zahid'in dudakları da bir gülüşle kıvrıldı. Bir anda kendisini yıllar öncesinde buldu. Ağrılar ve acılar içinde kitap evinin üst katında gözlerini aralayışını anımsadı. Gözleri parıldayan çocuğu. Olgunluğunu. Samimiyetini. Ciddiyetini. İlgisini.

"Ne diyeyim? Kim bu bilgiçlik taslayan herif, başımda dırdır edip duruyor, demiştim."

Ebuzer'in gülüşü yerini koruyordu. "Ciddi ol iki dakika be,"

"Tamam tamam," dedi Zahid. Sesinde bir teslim oluş havası vardı. "İlgiliydiniz. Ben kayıptım, birilerine güvenmek konusunda tereddütlüydüm. Ama Süheyl amca ve sen, 'bu insanlara da güvenebilirsin be Zahid' dedirttiniz bana. Samimi olduğunu düşündüm. Ve gerçek."

Aralarına giren sessizlikten sonra "Peki sen?" diye sordu Zahid. Duyacaklarından biraz çekinse de, merak ediyordu.

Ebuzer hiç tereddütsüz cevap verdi. "Başıboş ve serseri görünüşünün ardında tertemiz bir kalbi var bu çocuğun, demiştim. Bir de sıcak simitle çaya benim kadar değer verdiğine göre çok iyi anlaşırız biz, diye düşünmüştüm."

Zahid gülümsedi. Çekindiği tarzda bir cevap almamıştı. Hoşuna bile gitmişti. "O simit muhabbeti..." diye mırıldandı. "Sıcak simit ve çaya hayır diyen birine hayatımda yer vermezdim, demiştin. Hatırlıyorum. Bugün hanımefendiye sormayı unutma. Bakalım sıcak simit ve çay hakkında ne düşünüyor."

Arkadaşının kendisiyle maytap geçmesi üzerine güldü Ebuzer. "Sorarım," dedikten sonra arkada uyuyan kadın geldi aklına. "Sahi, Elaina ne düşünüyor sıcak simit ve çay hakkında? Çünkü ben de senin 'bu nimete hakettiği değeri vermeyen ve top-5e koymayan kızla evlenmem bile' demeni hatırlıyorum."

Zahid bir anlık tereddütten sonra "Top-5'ine girer mi bilmem ama Elainacığım da sever," diye cevapladı arkadaşını.

Ebuzerle Zahid bir süre sessizlik içinde eskiyi düşünmüştü. Aynı anda iç çektiklerinde birbirlerine bakıp güldüler. "Ne günlerdi be," diye mırıldandı Zahid.

"Hiç sorma... Lisedeydik resmen. Ne ara büyüdük abi biz?"

"Bunu soracağın son kişiyim. Ne ara büyüdüm bilmiyorum. Ne ara okul hayatı bitti, çoluk çocuğa karıştım, onu hiç bilmiyorum. Ne ara aşık oldum, evlendim, Harun doğdu..."

"Harun demişken," dedi Ebuzer. "Harun dedemin vefatının ikinci sene-i devriyesi yaklaştı. Bu sene de kurban kestiriyoruz onun için, dimi? Yani, şimdiden hazırlık yapalım yavaş yavaş."

Zahid başını salladı. "Evet, aklımda o iş. Haftaya hallederiz beraber."

"Tamamdır. Ee hadi, sen uykusuz kalmamış mıydın? Biraz uyumaya çalış. Hastanelerde yorulacaksın zaten."

"Denedim de uyuyamadım ya. Neyse, bir daha deneyeyim. Şu radyoyu açsana, sakin bir şeyler çalsın. Öyle daha rahat uyurum."

"Elaina ve Yusuf rahatsız olmasın?"

"Yok yok, rahatsız olmaz onlar. Duymazlar bile. Sese karşı hassas değiller. Uykuları ağır."

Ebuzer uzanıp teybin açma kapatma düğmesine bastı. Zaten üzerinde flaş bellek takılı olduğundan, Zahid ve Elaina'nın kendi seçtiği parçalar çalmaya başlamıştı. Sakin bir tanesinde karar kılıp durdu. O direksiyon sallayıp düşünceler içine yola devam ederken, arabadaki herkes uykunun kollarına teslim olmuştu.

Ebuzer, kendi gideceği yere pek yakın olmasa da hastane ters tarafta kalmasın ve randevu saatine yetişebilsinler diye arabayı merkeze yakın bir yerde durdurmuştu. On dakika önce uyanan Zahidle ikisi aynı anda kapılarını açıp indiler. Zahid, Ebuzer'in yanında durdu.

"Seni buradan alırım, haberleşelim."

"Tamamdır kardeşim. Hadi Allah'a emanet olun."

Zahid şoför koltuğuna geçerken Ebuzer telefonunu çıkarttı ve kendisine söylenen adresi haritalarda açtı. On - on beş dakika civarı gösteriyordu. Dikkatini vermediği için 'arabayla' bu kadar süreceği kısmını fark edememişti Ebuzer. Harita, sürüş modundaydı. Yürüyerek olan moda alması gerekiyordu. Oysa Ebuzer çoktan yürümeye başlamıştı. On beş dakika geçtikten sonra hâlâ neden varamadığını sorgulayarak telefonu açtı ve ekrana baktı. Hatasını fark ettiğinde artık çok geçti. Yolun kalanını da tamamlamaya karar verdi. Hazır buraya kadar yürümüştü. Beş dakika için dolmuşa para vermek istemedi. Fakat hava sıcak ve bunaltıcıydı. Yürümek gittikçe zorlaşmıştı.

Belirlenen mekana vardığında çekingen bir tavırla içeriye girdi ve etrafa göz ucuyla baktı. Merkeze çok uzak olmasa da sakin bir yerdi. Sümeyye'nin evine yakın olduğu için burada görüşeceklerdi.

Ebuzer, içeride bir liseli çift, bir aile ve bir yaşlı kadın haricinde kimse olmadığını görünce henüz beklediği kişinin gelmediğini tahmin ederek boş bir masaya oturdu. Cam tarafına geçmişti. Gerginliğini azaltmak için nefes egzersizi yaptı, salladığı bacağını durdurmaya çalıştı ama her seferinde kendisini yeniden aynı hareketi sergiler halde buluyordu. Yaklaşık on dakika bekledi. Bu sırada yürürken üzerine sinen yorgunluk ve bunalmışlıktan kurtulmuştu. Su içmiş, ferahlamıştı.

Sümeyye, on yedisindeki kız kardeşiyle birlikte içeriye girdiğinde kendisini bekleyen genç adamı kolayca bulmuştu bakışları. Fotoğrafını gördüğü için tanıyabilmişti. Evet evet, oydu.

Ebuzer'in oturduğu masaya yaklaştılar ve bu sırada Ebuzer de ikilinin kendisine doğru geldiğini fark ederek, beklediği kişi olduğunun idrakine vardı. Sandalyesini geri itip ayağa kalktı aceleyle. Aheste aheste yürüyordu Sümeyye. Zarifti. Güzeldi. Kendine güvenen, emin bir havası vardı. Ona asillik ve vakur katıyordu.

Ciddi görünümünün ve vakurlu duruşunun aksine, utangaç bir halde selam verdi Sümeyye. Ebuzer, Sümeyye'nin selamını aldıktan hemen sonra eliyle karşısındaki sandalyeleri işaret etti. "Hoş geldiniz, buyrun."

"Siz de hoş geldiniz," dedi Sümeyye otururken. Genç adamın uzak yoldan geldiğini biliyordu. Üzerindeki stresi atmak ve biraz ortama alışmak için "Yolculuğunuz iyi geçmiştir umarım," diyerek söze girdi. Kardeşi de yanına oturmuştu bu sırada.

"Teşekkürler, iyiydi, yani galiba," dedi Ebuzer. İki kızın da bakışlarında bir soru emaresi yakalayınca açıklamak için devam etti. "Hastane kavşağından buraya dek yürüyerek geldim de, hava bunaltıcı olunca biraz yordu."

Sümeyye şaşırmıştı. "Oradan gelen otobüs vardı aslında," dedi genç adama, dönüşte işine yaramasını umarak.

"Öyleymiş, evet. Ama benim otobüs kartım yok burası için," dedikten sonra liseli kızla göz göze geldi bir an Ebuzer. Sümeyye'nin yüzüne henüz bakabildiği söylenemezdi. Çekiniyordu. "Kusura bakmayın, tanışmadık ama... Ben Ebuzer. Gerçi biliyorsunuzdur."

Sümeyye, kendisi de biraz gergin olduğu için Ebuzer'in de bu hafif telaşlı tavrını anlayabiliyordu.
"Ben de Sümeyye. Kız kardeşim, Gonca."

"Memnun oldum," derken Gonca'ya doğru bakmıştı yine. Sümeyye'nin yüzünden itinayla uzak durmasına sebep olan neydi, bilmiyordu. Çekiniyordu. Öte yandan, merak da ediyordu. Aklından onlarca şey peş peşe gelip geçiyordu. Birinde durdu. "Ne içersiniz?"

Sümeyye çay, Gonca limonata alabileceğini söylemişti. Garson boş masaları siliyordu. Yanlarından geçerken "Kardeşim, bakabilir misin?" diye seslendi gence. Garson yanlarında durduğunda iki çay ve bir limonata söyledi. Ardından "Tatlı olarak da bir şey almaz mısınız?" deyip kızlara doğru baktı.

"Bilmem ki," demişti Gonca. Sümeyye de kararsızdı.

"Lütfen, buyrun," dedi Ebuzer, onları teşvik ederek.

Bunun üzerine Gonca biraz rahatladı ve aklından geçeni çekinmeden söyledi. "Ben çikolatalı pasta alayım öyleyse,"

"Kazandibi var mı? Varsa ben de kazandibi alabilirim."

Sümeyye'nin sorusu üzerine garson genç başını sallamıştı, "Var efendim," diyerek. Elindeki deftere not aldı. Ebuzer de kazandibini çok severdi. Sümeyyeyle uyumunu bozmadı, kendisi için de kazandibi söyledi. Kız buna şaşırsa da belli etmemişti. İçten içe de gülesi gelmişti.

Garson gittikten sonra "Ben arka masada oturayım, siz rahat konuşun," dedi Gonca ve birden kalktı. Söylediği gibi yaparak arka masaya geçti. Ablasından zaten her merak ettiğini öğrenebileceği için, Ebuzer'in yüzünü görebilecek şekilde oturmuştu. Damat adayının tepkilerini ve halini-hareketlerini merak ediyordu. Belli etmemeye çalışsa da heyecanlı ve gergin, bir o kadar da utangaç olduğu aşikardı.

"Galiba Kur'an kursunda hocalık yapıyormuşsunuz," diye söze girdi ve bir konuşma başlatmak istedi Ebuzer.

"Evet,"

"Çok güzel, Allah nice hayırlı talebeler yetiştirmeyi nasip etsin inşallah."

"Amin, Allah razı olsun."

Ebuzer doğru anımsadığını umarak "Hafızdınız bir de galiba, değil mi?" diye ekledi. Yol nereye gidiyor bilmese de, sahip olduğu tek tük bilgiyle konuşma başlatıp biraz rahatlamaya çalışıyordu. Ki bilmediklerini de sorabilsin.

"Evet, elhamdülillah. İçimizde yeşeren ayetlerle ruhumuzu ve hayatımızı diri tutmaya çabası içindeyiz işte...Rabbim utandırmasın, layık eylesin."

"Amin, inşallah," derken aldığı cevaptan etkilendiğini fark etti Ebuzer.

Sümeyye'nin ses tonu ne kadar da güzeldi sahi? Konuşması, tane tane ve özenle sözcükleri aralarına bırakması... İçinden geçenleri fark edince bi silkelenip kendine geldi ve siparişlerini getiren garson imdadına yetiştiği için sevindi.

Garson ayrıldıktan sonra Sümeyye almıştı sırayı.
"Siz ne işle meşguldünüz? Neler yapıyorsunuz? Zamanınız nasıl, kimlerle geçer?"

Ebuzer kısaca işinden, zamanını nasıl ve kimlerle geçirdiğinden, neler yaptığından, nelerle uğraştığından bahsetti. Bakışları yine ellerinde, tatlısında, masada, Sümeyye'nin bardağında, ellerinde, tatlısında dolanıp duruyordu zaman zaman. Hâlâ yüzüne ulaşabilmiş değildi.

"Kitap okumayı ben de çok severim. Neler okursunuz? Hangilerini seversiniz?"

Sümeyye'nin sesindeki tınıda hafiften bir heyecan yakalayınca cesaret alarak sonunda kızın yüzüne baktı Ebuzer. Elâları, kızın gözlerine beklenmedik şekilde takıldığında, kalbinin sertçe çarptığını hissetti. Boğazına yutkunma isteği gelmişti. Sıcaklamıştı. Etkilenmişti. Ve inkar edemiyordu. Bu etkileniş, zaman geçtikçe Sümeyye'nin duru ve güzel yüzünün üzerinde bıraktığı hisler, anlattıkları ve konuştuklarıyla birleştiğinde daha da büyümüştü.

Onun gözlerine ilk kez baktığında anlamıştı Ebuzer. O gözlerde kendisine ait bir şey vardı. Bağlayıcı. Derin. Gelirken Zahidle konuşmaları geldi hatrına. Evet, böyle tek seferlik bir görüşmeyle birini tamamıyla tanımak çok zordu. Ama tıpkı Zahid'in dediği gibiydi. "Bazen bir insanı oturuşundan, konuşmasından, gülüşünden, bakışından, halinden, tavrından, sözlerinden öyle bir tanıyorsun ki. Hissediyorsun onu. İşte bu kişiden kimseye zarar gelmez, sıcacık bir kalbi var, belli, dersin."

Hissetmişti Sümeyye'yi. Okyanus gibi derindi bu kadın. Ve Ebuzer, bu derinliğe bırakmak istiyordu kendisini.

İdealleri vardı bu kadının. Sıkı sıkıya tutunduğu değerleri. Kendisinde de olan ideal ve değerler. Onların peşinden gitme tarzları da ortaktı. Zarifti, netti, ciddiydi, olgundu. Nerede nasıl konuşacağını, bir cümleyi hangi ucundan tutacağını biliyordu. Başka türlü sorulsa hoyrat, yersiz ve zamansız gelecek soruları sormak için doğru sözcükleri kolayca buluyordu. Yerinde, vaktinde, uygun, kibarca sorulmuş bulunuyordu tüm sorularını. Bu hoşuna gitmişti genç adamın.

Ondan etkilenmesi daha fazla utanması ve gerilmesine sebep olsa, elini kolunu nereye koyacağını bilemese, bakışlarını sürekli Sümeyye'nin yüzüne değmekten son anda çekip alsa da, memnundu burada olduğu için.

Ebuzer'e çaktırmasa bile Sümeyye de memnundu. Sevmişti bu adamı, güvenmişti. Isınmıştı. Çekingen tavırları, acelesiz ve sakin oluşu, beyefendiliği, kibarlığı, inanışları, sevdiği şeyler, hepsi hoşuna gitmişti. "Kendiniz, karakteriniz, huylarınız hakkında sizin için veya başkaları için zorlayıcı olduğunu düşündüğünüz bir şey var mı?" sorusuna dürüstçe cevap vermesi hele, takdirini de almasını sağlamıştı.

Bugünlük konuşmanın sonuna geldiklerini ikisi de hissettiğinde yavaş yavaş toparlandılar. Sümeyye, arka masadaki kardeşine seslenecekti ki genç adamdan gelen ani ve garip soruyu işitince şaşırarak ona döndü, yüzüne baktı.

"Simit-çay sever misiniz?"

Sorunun soruluş amacına anlam veremese de cevap vermemek ayıp olacağından, fütursuz bir soru da olmadığından ötürü kısaca cevapladı. "Evet, çok severim. Dışarıdan alınabilecek yiyecekler listesinde ilk beşe girer."

Ebuzer kendini tutamayıp gülümsedi. Sümeyye ise sorunun amacını daha fazla merak etmişti bu gülüşten sonra. Merak içini kemiredursun, dönüp kardeşine baktı. Gonca mesajı alıp kalkmış, yanına dikilmişti. Ebuzer hesabı ödemiş, hep birlikte dışarıya çıkmışlardı.

"Eviniz belediyeye yakındı galiba, değil mi?"

"Evet,"

İçinden gelen arzuya engel olamayıp "Size belediye binasının oraya dek eşlik edebilir miyim?" deyiverdi Ebuzer.

Bunu sormasına şaşıran sadece kendisi değildi elbette, Sümeyye de şaşırmıştı. Ama bir şey diyemedi ve bir anlık tereddütten sonra "Peki," diye kabul etti bu teklifi. Aslında babası duysa çok kızardı. Normalde, ilk kez görüşmelerine rağmen biri bunu teklif etse kendisi de çok kızardı ama bu adama neden kızamamıştı? Üstelik kabul etmişti? Temiz kalbini hissettiği için mi? İçinde güven filizleri yeşerdiği için mi? Onu beğendiği, ona ısındığı için mi?

O anlarda bilmiyordu.

Fakat sonra, düşündükçe fark etti. Ondan etkilenmişti. Onu geleceğinde yanına koyabilmişti. Tam da bu sebeple Hira ikinci bir görüşme ayarlamak konusunda fikrini sorduğunda, heyecanla kabul etmişti. Tıpkı Ebuzer gibi. Yirmi sekiz yaşına dek kalbini koruyan, bugün Sümeyye'nin karşısında kendini tanıyamayan Ebuzer.

 

🍂


Sümeyye sevinçliydi. Ebuzerle ikinci görüşmeleri de gayet yolunda gitmişti. Açıkçası tam da umudunu kestiği bir anda Ebuzerle yollarının kesişmesi onun için büyük bir sürpriz olmuştu.

Çünkü bu genç adamdan hemen önce kötü bir deneyim edinmişti. Çok sevdiği bir aile dostu, çok sevdiği yeğenini ona önermiş, görüşmelerini istemişti. Kadın öyle güzel ahlaklı ve iyi niyetliydi ki, kefil olduğu genç adamı da ona göre önerdiğini düşünerek olumsuz bir cevap vermemişti Sümeyye. Kadın, yeğenini övüp iyi huylarından bahsetmiş, ona olan sevgisini safça dile getirmişti. Anlatılanlardan yola çıkarak, Sümeyye de gerçekten onun iyi bir adama ve iyi bir adaya benzediğini düşünmüştü. İsmini ve resmini göstermişlerdi. Allah var, yakışıklı, bir bakanı bir daha baktıracak bir adamdı. Ama sosyal medyadan adamı tanımak için girip hesabına bakındıklarında takip ettiği kişiler Sümeyye'yi hayal kırıklığına uğratmıştı.

Genç adam, oldukça açık saçık elbise ve bikinilerle poz verip paylaşan kadınları takip ettiği gibi fotoğraflarını beğeniyor, hatta yorumlarda bulunuyordu. Bunu içi kaldırmamıştı Sümeyye'nin. Hele bazı kadınların çocukları bile vardı. Evlilerdi. Turist olarak Türkiye'ye gelmişlerdi belli ki, yabancılardı. Nereden nasıl tanıştılar bilmese de bu adam onlarla tanışmış gibiydi. Samimiyetleri aksini düşündürtmüyordu. Kötü zanda bulunup ne onun günahına ortak olmak ne de günahını daha fazla deşip aşikar etmek istemedi Sümeyye. Bu sebeple çok sevdiği kadına gerçeğe en yakın bahaneleri sundu ve işi ucundan kurtarıp rahat bir nefes aldı.

Gerçi alamamıştı, içinde kalmıştı bu tatsız deneyim. Acı acı, mide bulandırıcı bir halde kendisini hatırlatmıştı ara ara. Kadın için de üzülmüştü hem. Dışarıdan efendi, ahlaklı, şöyle güzel böyle iyiydi yeğeni ama biraz deşince hoş olmayan şeylere şahit olunuyordu. Onu yargılamıyordu Sümeyye. Herkesin kendi günahı, zaafı, zayıflığı vardı hayatta. Yalnızca dua etmiş, Allah'a havale etmiş, ve inşallah kimsenin bu gerçeği bilmeden adamla ciddi bir adım atmayacağını ummuştu.

Ebuzer'le görüşmesi sırasında ondan ne kadar etkilense, hoşuna gitse de, her an hoşuna gitmeyecek bir şey gün yüzüne çıkacak diye korkmuştu. Kendini kaptırmamaya çalışmıştı. Çok şükür ki bugüne dek can sıkıcı hiçbir şeyle karşılaşmamıştı. Ebuzer sosyal medya dahi kullanmıyordu zaten. Varla yok arası bir gizli hesaba sahipti, onda da takip ettikleri ve paylaştıkları epey sınırlıydı.

Kaderleri böyle birleşti Sümeyye ve Ebuzer'in. Ebuzer, okuduğu kitapta aşka dair satırların da altını çizmeye başladı. En mahrem hisleri de bunlardı sanki. Kimse görüp okumamalıydı altını çizdiği satırları, kenarına iliştirdiği notları. Sümeyye'den başka kimse.

İki genç birbirleri için uygun olduklarına karar verdiğini ailelerine söylediğinde Kübra hanım çok sevinçliydi. Sümeyye'nin ailesinde mutluluk ve hüzün birbirine karışmıştı. Ailelerin tanışması için bir gün ayarlandı. Süheyl bey ve Kübra hanım, Sümeyye ve ailesini ziyarete gittiler. Çok güzel bir şekilde, saygıyla ağırlandılar. Hanımlar bir odada, beyler bir odadaydı. Kübra hanımın çok hoşuna gitmişti müstakbel gelini. Çok beğenmişti. Süheyl bey ve müstakbel dünürü derin sohbetlere girerken, Ebuzer çoğunlukla kendisine sorulan sorulara cevap vermek haricinde susmuştu.

Ziyaretlerinin ardından vedalaşıp kalktıklarında, misafirlerini yolcu etmek için kapıya çıktılar Sümeyye ve ailesi. Önce Kübra hanım çıkmıştı, ardından Süheyl bey.

En sona kalan Ebuzer çabucak ayakkabılarını giyindi. Hayırlı akşamlar deyip arkasına dönmüştü ki, müstakbel kayınpederinin sesini işitti.

"Dur dur sen, damat! Bana dön bir hele!"

Ebuzer hafiften gerildiğini hissedip adama döndüğünde suratına doğrultulmuş bir telefonla karşılaştı. Adam kendisinin fotoğrafını mı çekiyordu yoksa o mu yanlış anlıyordu? Kafası karıştı.

Adam ekrana baktı, tatmin olmuş şekilde başını salladı.
"Heh tamam. Şöyle yakından bi fotoğrafını çekeyim de kaşına gözüne bakarım akşam otururken. Şimdi pek bakamadım. Hadi gidebilirsin, hayırlı akşamlar."

Ebuzer dumura uğramış şekilde arkasına dönüp efendi efendi uzaklaşırken, Sümeyye ve Gonca kapı kapanır kapanmaz az evvel bastırdıkları gülüşlerini dışa vurdular.

"Ahaha! Hahaha!"

"Haaha! Abla, babam resmen çocuğun fotoğrafını çekip yüzüne pek bakamadım sonra bakıcam falan dedi. İnanmıyorum."

"Yazık, Ebuzer'in yüzünün hâlini gördün mü?"

"Gördüm ve bunu hayatta unutmam ben abla! Bilsem bu ânı kaydederdim."

Sonu böyle tebessümlü ve hayretli biten bir gecenin ardından en yakın zamanda aileler yeniden görüştü. Kız isteme, söz ve nişan yapıldı. Düğün hazırlıkları başladı, tamamlandı. İki genç de heyecanlıydı tüm bu süreçte.

Düğünden iki gün önce imam nikahları kıyıldı. Fotoğraf çekimi için rahatlık olsun istemişlerdi. Gonca'yı ve Hira'yı yanlarına alarak çekime gitmişlerdi. Fotoğrafçı iki gencin ilk kez birbirlerine temas edeceklerinden habersiz, komutlar yağdırmaya başlamıştı.

"Siz elinizi şöyle hanımefendinin omzuna doğru koyun."

"Siz damadın boynuna kollarınızı dolayıp sarılın."

"El ele tutun, yüzüklerinizle yakın bir poz alalım."

Ve çok daha fazlası. Ebuzer de Sümeyye de utançlarından pembeleşmişti kısa zamanda. Her temasta alışmak yerine daha fazla irkilip heyecanlanıyorlardı. Hele bakışmaları...

"Göz göze bakalım lütfen, derin bakalım,"

Birbirlerinin gözlerinde kaybolmaya müsait iki insana etrafta başkaları varken edilecek laf mıydı bu...

Gonca ve Hira onların hallerini çok iyi anlayıp kamera arkasından gülüşüyorlar, aralarında kaynatıyorlardı. Hava hoştu tabi.
Çekim tamamlandığında derin bir nefes aldı taze çift. Bir kaç ayrıntıyı konuşup ayrıldılar ormansal mekandan. Yol boş, etraf ağaçlıktı. Ebuzer arabayı sürüyor, Hira yanında oturuyordu. Gonca ve Sümeyye arkaya geçmişti.

Sümeyye yolun boş olması ve camlarda içeriyi göstermeyen film kaplı olmasını şans bilip bütün bunalmışlığı, yorgunluğu ve sıcaklamışlığıyla birlikte başındaki beyaz eşarbın iğnelerini tek tek çözdü ve eşarbı çıkartıp kucağına attı. Saçları omuzlarından dökülüyordu. Parmaklarını saçlarına daldırıp aralarını havalandırmak istercesine dolaştırdıktan sonra hafifçe yine parmakları yardımıyla taradı.

Aynadan arkaya bakışları kayan Ebuzer, Sümeyyesini ilk kez böyle görmenin şokuyla bir an bakakaldı. Kalbi güm güm atarken, onun her halinin ayrı güzel olduğunu düşündü.

Hira, dikkati arkaya kayan abisini fark edince yalandan yere öksürüp "Önüne bak," diye uyardı. Şofördü adam sonuçta! Canları tehlikeye girsin istemezdi.

Sümeyye ne yaptığını ancak bakışları aynada Ebuzerle kesişip, Hira'nın uyaran sesini işitince kavrayabilmişti. Utançtan yerin dibine girdi. Aceleyle Gonca'nın çantadan çıkarttığı başörtüsünü aldı ve başına taktı. Çekingen bakışlarını öne kaydırdığında Ebuzer'in gülümsediğini fark etti. Daha çok utanarak camdan dışarıyı seyredaldı.

 

🍂


Düğün günüydü. Her şey gayet yolunda gitmişti. Misafirlerin çoğu ayrılmış, geriye yalnızca kız ve erkek tarafının en yakınları kalmıştı.

Hira, yorgunluktan sandalyeye çökmüş olan abisinin yanına doğru yaklaştı. Uzanıp Ebuzer'in ellerini tuttu.

"Abii! Herkes gitti neredeyse. Hadi bizim tayfa olarak bir hatıra fotoğraf çekilelim. Çifter çifter şöyle, eheh. Artık senin de bir eşin var, tek olmayacaksın fotoğrafta."

Ebuzer bayık bir tebessüm etti ve Hira'ya imalı imalı baktı. "Tamam, topla milleti."

Hira kızlara, kızlar da eşlerine durumu iletmişti. Hira fotoğrafçı kızın yanına gidip ona da güzel bir kaç poz çekmesini tembihledikten sonra yavaş yavaş toparlanmaya başlayan arkadaşlarının yanına doğru adımladı. Ebuzer ve Sümeyye kol kola girmiş, hanımlar Sümeyye'nin yanına, beyler de Ebuzer'in yanına sıralanmıştı.

Hira şöyle bir bakınca karışık sıralandıklarını gördü ve ellerini çırptı.

"Herkes eşiyle aynı yerde dursun bence. Mesela Sümeyye'nin yanında Elaina var, o zaman abimin yanında Zahid dursun. Kızlar siz bozmayın, ben beylerin yerini değiştirteyim. İlyas sen de Zahid'in yanına gel. Engin oraya sen geç. Hakan, sen de Mahir'in yanına. Hıh, tamamdır. Ben de geçeyim yerime."

Hira ayarlamayı yaptıktan sonra koşarak Nihal ve Beyza'nın arasına girdi. Hepsi gülümseyerek kameraya baktığında sonradan bakıp içlerini ısıtacak bir hatıraları olmuştu.

"Bir tane de herkes kendi eşinin koluna girsin öyle çekelim mi?"

Ebuzer yorgun da olsa kardeşini kırmak istememişti.

Herkes kabul edince, Hira hemen Mahir'in yanına koşup koluna girdi. Karısının bugünkü tezcanlılığına hayret etmişti Mahir. Abisinin düğününü bekliyordu herhalde içindeki tüm enerjiyi atmak için. Göz göze geldiklerinde gülümsedi ona. Hira da ona gülümsemişti. İçinden bu adamı ne kadar çok sevdiğini geçirirken, koluna Mervenur çarpınca âna döndü.

Mervenur, Hira'ya "Pardon," deyip İlyas'a döndü ve elini tutan adama sıcak bir tebessüm gönderdi. Başını adamın koluna doğru yasladı.

Zahid soluğu Elaina'nın yanında almıştı. Sevdiceğini kolunun altına alıp kendine doğru yaslarken çaktırmadan başının üzerine bir buse bıraktı. Nasılsa kimsenin dikkati onlarda değildi.

Beyza ve Engin de yan yana geldiğinde, Beyza usulca girdi adamın koluna. Engin uzanıp eşinin üzerindeki şalı düzeltti ve şimdiden şişen karnının güzelce örtülmesini sağladı. Minikleri vardı yolda. Kocasının düşünceliliği üzerine gülümsedi Beyza. Şalının kaydığını fark etmemişti.

Nihal, Hakan'a doğru giderken çoktan adamın göz hapsine alınmıştı, hissedebiliyordu. Bu adam sadece bakışlarıyla bile onu utandırmayı başarabiliyordu. Onların da evliliği taze olduğundan çok alışkın değildi herkesin içinde rahat olmaya. Hakan eline uzandığında sıcacık hissetti. "Gel bakalım ayçiçeğim," dediğinde ise içi bir hoş olmuştu. Eşinin yamacına sindi.

Ebuzer ve Sümeyye zaten gelin ve damat olarak yan yanaydı. Genç adam eşinin kulağına doğru eğilip alçak sesle konuştu.

"Gören de benim evlenmemi bunlar benden çok bekledi sanar."

"E zaten öyle değil mi?" diye sordu tebessümle, Sümeyye.

"Doğru öyleydi. Ama ben seninle tanışana dek. Seni gördükten sonra bu ânı iple çeken asıl kişi benim."

Sümeyye utanmıştı. Yanaklarının al al olduğunu hissetti. Yine de oyunbazlık yapmaktan geri duymadı.

"Ha ilk gördüğünde kararını vermiştin yani?"

"Tabi. Sen içeri girip karşıma geçtin oturdun ya, o an bir şeyler oldu işte. Hele sonra sesini duydum, sonra heyecanımı yenip bir kez sana baktım. Dünya durdu. Yok yok, kalbimdi duran."

"Bizimle evin oraya, belediyeye dek yürümek istemenden anlamalıydım."

"Hiç benlik hareketler değildi. Ben de kendimden beklemiyordum. Ee ne yapacaksın, aşk, her şeye kâdir."

Güldü Sümeyye. Güldü Ebuzer. O sakin ve vakurlu Ebuzer, Sümeyyesine karşı bambaşka biri oluyordu.

Herkes hazır olduğunda kameraman deklanşöre bastı. Ve bir hatıra sonsuzluğa karıştı.

 

🍂


Evleneli tam bir yıl olmuştu. Evlilik yıldönümleriydi. Ebuzer'in bir iş için İstanbul'a gitmesi gerekmişti. Sümeyye özel gün takıntısı olan bir hanım olmadığından dert etmemişti eşinin görüşmesinin bu tarihe verilmesine. Önemli olan bir ömür saygı, sevgi, mutlulukla ve anlayışla yaşamaya çalışmak değil miydi? Tek bir günün çok da önemi yoktu. Günleri özel yapan biriktirilen hatıralardı.

Kitap okuyordu. Ebuzer'in kitabıydı. Eşinin eskiden altını çizdiği yerleri daha dikkatli okuyordu. Hoşuna gidiyordu onun kitaplarını okumak.

Gözleri yorulmaya başlayınca okuduğu kitabı kapatıp koltuğun üzerine bıraktı. Hafifçe gerildi. Uzandığı yerde doğrulup oturur pozisyon aldı ve dağılan saçlarını atkuyruğu yapıp topladı. Üzerindeki ince battaniyeyi biraz açtı, sıcaklamıştı.

Su almak için mutfağa doğru gittiği sırada zil sesi yankıladı evde. Beklediği kimse yoktu. Bu sebeple "Kim o?" diye sordu.

"Kargo!"

Akşam akşam ne kargosuydu ki bu? "Bir dakika lütfen!" deyip askıdan feracesini aldı ve çabucak giydi. Başörtsünü de örtüp girişteki aynada kendisini hızlıca süzdü. Açıkta bir yeri görünmüyordu. Rahatlayarak kapıyı açtı ve biraz araladı.

"Sümeyye hanım mı?"

"Evet,"

"Şuraya bir imza lütfen."

Sümeyye kendisine uzatılan kağıdı imzaladı ve adamın uzattığı paketi aldı. "Kolay gelsin," dedikten sonra kapıyı kapatıp içeriye girdi. Su içeceğini unutmuştu çoktan. Paketin üzerindeki ismi okumaya çalışarak içeriye girdi. Fakat firma adı yazıyordu, kişi ismi değil. Merakla açmaya başladı. Poşeti yırtıp karton kısmını araladı. Elini içeri uzattığında bunun bir kitap olduğunu anlamıştı hemen. Parmaklarının değdiği şeyi tanıyabiliyordu.

Kitabı çıkartıp ellerine aldı. Bakışları kapağına kayınca gözleri şaşkınlık ve mutlulukla irileşti. Kocasının ismiydi bu. Ve birlikte seçtikleri kitap ismi. Uzanıp Ebuzer yazan kısmı parmaklarıyla okşadı. İşgüzar adam! Demek çoktan kitabı basılmıştı ha! Neden sakladıysa!

Kitabın arkasındaki kısmı ve kapağını inceledi. Açıp sayfalarını hızlıca kurcaladı. Sonra ilk sayfayı açıp sırasıyla bakmaya başladı. Girişte ithaf olarak "Sevgili eşime," yazan kısmı görünce gözleri doldu ve hülyalı bir "Yaa," nidası çıktı dudaklarının arasından. Tekrar çevirdiğinde aşinası olduğu o el yazısıyla küçük bir not bırakılmış olduğunu gördü.

"İlk örneği gören o ilk kişi elbette sen olmalıydın Sümeyye'm"

Bir süre kitabı kurcaladı ve daha önce bilgisayar ekranında bir çok kez okuduğu satırları bu kez kağıt üzerinde okudu. En sevdiği kısımları bularak özellikle oralara baktı. Kitabı neredeyse baştan sona okuyacaktı! Bunu fark edince kendine engel olup durdu ve pakete uzandı. İçinde bir şeyler daha vardı. Kitabı alırken fark etmişti ama sonra kitaba dalıp unutmuştu tabi.

Bir zarf parmaklarının arasına ulaştı. Yeşil bir zarftı bu. Özenle açıp çok yırtmamaya çalıştı. İçerisindeki katlanmış kağıdı normal haline getirdi ve eliyle düzleştirip satırları okumaya başladı.

Ebuzer önce evliliklerinin ilk yılını kutlamış, güzel sözler etmişti sevdiceğine. Ardından, bir kaç ay sonra inşallah kucaklarına alacakları oğulları hakkında da iç ısıtan cümleler bırakmıştı mektubuna. Sümeyye hepsini gözleri dolarak okumuştu. Oğullarıyla ilgili kısmı okurken Sümeyye'nin eli karnına gitmiş, okşamıştı.

"Bak, baban senin için ne güzel şeyler söylemiş şimdiden. Onun gibi derin bir adam olacaksın sen de, anlaştık mı?"

Mektubun sonuna iliştirilmiş bir yazı daha vardı. "Bu cümleler çok önceden senin için dökülmüştü yüreğimden Sümeyye'm. Fakat özel bir zamanda sana ulaşmasını istedim. Bu sebeple şimdi aşağıya iliştiriyorum," dedikten sonra alta yazılmıştı satırlar. Mektup da bu satırlarla bitiyordu.

Ve mektup bittiğinde Sümeyye sevinçten, kocaman bir sevginin kalbindeki yerinden, güzel bir adamın ömründeki varlığından ötürü şükürle ağlıyordu.

"Tebessüm buyurunca, dudaklarından yanaklarına doğru giden; Filistinin yoludur. Annelerin eliyle ulaşacağına inandığım aydınlık geleceği, senin hârelerinden görürüm. Dudaklarındır kutlu bir türkü fısıldayan, tesbihin her bir tanesine. Parmaklarının asil hareketleri işleyecek ruhumuzdan özgürlük sancağını göğe yükselen direğe! Avcuna dolan sular Afrika'da bir çocuğun dudaklarına sızacak. Güçsüz görünen yumrukların yeni bir dünyanın hamurunu yoğuracak. Bakınca sağ gözünden doğacak güneş, soldan batacak. Bilirim ki o parmaklar hep yetimlerin başını okşayacak.

Bayram sabahları nurdan bayramlığını giyecek üzerine, ümmet coğrafyasında tek bir çocuk bayrama hüzünle girmedi diye! Masumların göz yaşını bu zamana dek taşıyan asırlar utanacak. İnsanlık saklandığı yerden çıkıp, uykusundan gözlerini açacak! Bıçaklar yeniden değmez olacak İsmail'in tenine. Kurbanlar çobanlığını yaptığın koyunlardan olacak! Susacak sesi bombaların, silahların; sen bir dua mırıldanınca. Duracak akan kanları masumların, sen yaralarını sarınca. Gecenin soğuk zehri içine işleyemez olacak insanlığın, sen üzerine gökten dokunmuş bir örtü bırakınca.

Ey ahiretimin güzel ameli, sen nefes aldıkça bu yürek en derin kuyularda sıcak kalacak. En sıcak çöllerde serin bir rüzgar ile ferahlık bulacak. Ve ben baktıkça içinde sancağımız dalgalan gözlerine, göğsümde imanım şahlanacak."


🍂


Ebuzer ve Sümeyye'nin 2 oğulları & 1 kızları oldu. Yukarıdaki mektupta yazanlardan da anlaşılacağı gibi Hak yolunda birlikte yürümeye çalıştıkları bir ilişki inşa ettiler birlikte. Sevdiler sevildiler.

Ebuzer beyimiz halihazırdaki işine devam ederken, yazarlık sıfatına da nail oldu. Satırları gençlere ışık oldu. Sümeyye hocalık yapmaya devam etti. Nice talebelere ilim öğretti. Yalnız anlamını bilmedikleri arapça harfleri değil, kalplerine işleyecek Peygamber sevgisini aşıladı miniklere. Hayatı güzelleştiren İslam ilmini.


Loading...
0%