@sukunettekelimeler
|
Bazı yollar karmakarışıktır, her ne kadar tam tersi gibi görünse de. Hele ki kalpten kalbe, insandan insana giden yollar. 🍂 Yıllar önce'den bir kesit Hâris ve Sevde peş peşe koşuşturarak gelin odasına daldığında içerideki kızlar korkmuşlar, aynı anda kapıdan tarafa dönmüşlerdi. ''Sakin olun çocuklar, korkuttunuz bizi. Bu ne acele?'' Küçük Sevde neşe dolu gülüşüyle birlikte Mervenur'a baktı. ''Merve abla, abim neyde?'' ''Abin dışarıda çiçeğim. Ne oldu, bana söyle.'' ''Hârisle biz resim çektircez de ona.'' ''Ben çekeyim sizi, abine atarım sonra.'' ''Olmas. Abim çeksin. Onlarda makina var hem, göydük biz. Dimi Hâris?'' ''Evet! Ubeyd abi makinasını getirmiş. Bissürü güzel resim çekçekmiş. Daha kaliteli.'' Ufaklıkların açıklaması üzerine kızların hepsi gülümsemişti. ''Zeka fışkırıyor maşallah!''' diye ikisinin de yanaklarını sıktı Nihal. Hira gelin odasının dışarıya açılan kapısını işaret etti. ''Şu kapıdan çıkın, hemen orada abinler. Sakın başka bir yere gitmeyin bak.'' ''Tamam abla.'' Kapıdan çıkmadan evvel Hâris Sevde'nin eline uzandı ve sıkıca tuttu. ''Elimi bırakma. Sıkıca tut, tamam mı? Dışarılarda kaybolma. Bir de seni aramayalım.'' ''Kaybolmam ben bikere!'' diye nazlı bir şekilde çıkıştı küçük kız. ''Olsun, yine de tut sen!'' Genç kızlar bu diyaloğa yeniden gülerken iki küçük çocuk dışarıya çıktılar. Ve ardlarından konuşulanlardan habersiz, ileride bakıp bakıp gülümseyecekleri bir kaç poz fotoğraf çektirmek için Ubeyd abilerinin yanına koştular. Nihal: ''Ayy bunlar çok fena yalnız. Sabahtan beri rastlıyorum, hem didişip duruyorlar hem birbirlerinden ayrılmıyorlar.'' Mervenur: ''Bitirim ikililer işte, ne olacak.'' Hira: ''Ben ileride Sevde'yi gelin alacağımızı düşünüyorum ama sakın ha Zahid'e duyurmayın. Şimdiden söylersek kızın yüzünü göstermez bize.'' Mervenur: ''Ben de öyle hissediyorum açıkçası.'' Nihal: ''Neyse, şimdi ilerdeki gelini melini bırakın, burada gerçek bir gelinimiz var. En güzelinden.'' Hira utangaç bir tebessüm ederken Nihalle birbirlerine sarıldılar sıkıca. 🍂 yıllar sonra Genç kız kollarını sırasına, yüzünü de kollarının arasına gömmüştü. Ağladı ağlayacak bir hâli vardı. Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Kalan gücünü de buna harcadığının farkında değildi. Sıra arkadaşı olan Yağmur endişeyle başında duruyordu fakat ne yapabileceğini o da bilmiyordu. Sabah karnı ağrıyan ve halsiz hisseden Sevde'ye bir şeyler yedirip ilaç içirmişti. Bitki çayı da almıştı kantinden. Ama pek fayda sağlamamıştı. Kız şimdi acı içinde kıvranıyor ve kıpırdayacak derman bulamıyordu kendisinde. Hayır yani şunun şurası üç ders kalmıştı. Biri felsefe, diğer ikisi beden eğitimiydi. Burada acı çekmektense eve gidip dinlenseydi çok daha iyi olmaz mıydı? Belki hastaneye falan götürürlerdi? "Sevde, ben gidip Hâris abiye haber vereyim mi?" Yağmur'un sorusu üzerine biraz düşündü genç kız. Emin olamadı. O ne yapabilirdi ki? "Bilmiyorum," dedi fısıltı gibi çıkan zayıf bir sesle. "Vereceğim. Belki eve falan gidersiniz." Arkadaşının cevabını beklemeden sırasından kalktı Yağmur. Sınıftan çıkıp hızlı adımlarla üst katın merdivenleri tırmandı. Hâris'in sınıfını bulup çekinerek içeriye girdi. Herkes üst sınıf -son sınıf- olduğundan ötürü pek rahat hissedemiyordu bu katta. Etrafa bakındığında kısa sürede buldu aradığı kişiyi. Hâris masanın üzerine oturmuş, en yakın arkadaşı Aykut da karşısında dikiliyordu ve sohbet ediyorlardı. "---Hayır oğlum, son denemede düştü biraz netlerim ama matematikte--" Hâris'in cümlesini yarıda kesmesine sebep olan, yanlarına gelen Yağmur olmuştu. Utangaç bir tavırla Hâris ve Aykut'a doğru kısa birer bakış attıktan sonra konuştu kız. - Kusura bakmayın bölüyorum ama, bir şey diyecektim Hâris abi. - Evet? Hâris'in ciddi ve mesfeli bir sesle evet deyişine başka kızlar olsa alınabilecekken Yağmur gayet doğal karşıladı çünkü onun hassasiyetlerinden haberdardı. En yakın arkadaşı sağ olsun. "Sevde," diye cümleye başladı Yağmur. Bu ismi duyar duymaz bütün dikkatini kıza vermişti bile Hâris. Az önce neyden bahsettiklerini dahi unutmuştu. "Sabahtan beri biraz rahatsızdı. İlaç falan içti ama işe yaramadı galiba. Şuan epey kötü." Hâris daha fazla bir şey öğrenme ihtiyacı duymadan ani bir hareketle atladı oturduğu sıranın üzerinden. "Sınıfta mı?" diye sordu Yağmur'a hitaben. Kız evet dediğinde kocaman adımlarla koridora vardı delikanlı. Alt katın merdivenlerini inerken bir yandan da sorguya devam ediyordu. - Neyi var? - Karnı ağrıyor. Hafiften ateşi var gibi. Çok halsiz bir de. - Ne zamandır böyle? - Dediğim gibi, sabahtan beri biraz kötü hissediyordu. Yaklaşık bir buçuk sattir daha fena oldu. "Niye bana haber vermiyor ki!" diye kendi kendine sitem etti delikanlı. Oldukça endişeliydi. Sevde'nin kılına zarar gelse ortalığı ayağa kaldırabilecek bir kapasiteye sahipti. Sınıfa girdiğinde aradığı kişinin nerede oturduğunu adı gibi bildiğinden, hemen cam kenarındaki sırasına doğru yönelmişti. Sırasına iki büklüm halde gömülmüş olan kıza yaklaştıkça endişesi arttı. Çünkü Sevde çok narin bir kız değildi. Öyle her şeye ağlayıp sızlamaz, ufak acılara tahammülsüzlük yapmazdı. Bu hâle geldiyse gerçekten canı yanıyor olmalıydı. Sıranın yanında durup genç kızın lacivert başörtüsüne çevirdi bakışlarını. "Sevde?" diye ismini seslendi kibarca. Sesi yalnızca onunla konuşurken böyle sakin, ince ve ilgili çıkıyordu. Başka herkese karşı ciddi, sert ve mesafeliydi. Etraftaki bazı kişilerin, özellikle de bazı kızların gözünden kaçmamıştı bu durum. Şimdiye dek fark eden bir kaç kişi vardı. Ama bu onun umrunda yahut bilgisi dahilinde değildi. "Sevde, hadi kaldır başını. Hadi, lütfen. Hava al biraz. Gömülme öyle. Daha kötü olursun." Hâris'in sesini duyunca Sevde'nin içindeki küçük çocuk boy göstermişti yine. Nazlanmaya ihtiyacı olan küçük bir kız çocuğu. Didiştikleri zamanların aksine gencin ses tonu oldukça sakin ve zarifti. Sözünü dinlememezlik edemedi ve itaat edip başını kollarının arasından kaldırdı. Ağır ağır hareket ediyordu. Ağrısını geçirmek istercesine kollarını karnına doladı. Açığa çıkan yüzünün pembeleştiği çok net bir şekilde belli oluyordu. Üstelik şimdi bir de yanakları ıslandığı için parlamaya başlamıştı. Onca zaman sabreden kız, Hâris'in varlığını yanında hissedince tutamamıştı kendisini. Gözyaşları ipil ipil dökülmeye başlamıştı. Hâris'in zaaf gösterdiği tek kişiydi Sevde. Her ne kadar kendisine engel olmaya çalışsa da bakışları onu buluyordu bir yerden sonra. Beraber büyümelerinin bunda etkili olduğunu düşünüyordu ama bunun bahane olmadığının farkındaydı. Ve bahanelerin ardına sığınmak istemeyen bir müslüman olarak elinden geleni yapıyor, büyük bir çaba gösteriyordu. Fakat şu durumda onun için korkarken, bakışları endişesinden ötürü Sevde'nin yüzüne dokundu ve kızın gözlerinden süzen bir kaç damla yaşa şahit oldu. Sevde'nin gözyaşları Hâris'in yüreğine düşmüştü kor gibi. Bu anlamsız his gövdesine ağır gelse de başından savıp dikkatini Sevde'nin hasta olmasına verdi. "Çok mu ağrın var?" diye sordu çaresizce. Yavaşça başını salladı Sevde. - Sağlık ocağına gidelim mi? "Cık," diye itiraz etti kız. Bakışlarını sırasından çekip bir kaç saniyeliğine gencin yüzüne çevirdi. "Abim bugün çalışmıyor. Evde. O bakar bana. Eve götürür müsün beni Hâris?" - Götürürüm tabiki. Çantamı alıp hemen geliyorum, tamam mı? Bekle burada. "Tamam," dedi güçsüz sesiyle Sevde. Hâris, biraz ötede dikilen Yağmur'a doğru döndü. Kızın yüzüne pek bakmadan "Sevde'nin eşyalarını toparlar mısınız ben gelene dek?" diye sordu. - Tabiki. Ben hallederim Hâris abi. - Teşekkürler. Hâris gidip eşyalarını toparlamış, çantasını almış ve ceketini giymişti. O en hızlı şekilde bunları hallederken arkadaşı Aykut da hemen başına gelip neler olduğunu sormuştu. "Sevde'yi eve götüreceğim," diye açıklama yaptı arkadaşına. - Fizik dersi vardı ama kanka. Çok mu kötü Sevde? - Evet. Dersi düşünemem şimdi. Sen ne güne duruyorsun? Dinle, bana anlatırsın. Hatta bu akşam sohbetten bir saat önce gel bizim kafeye. Sohbet saatine dek aradan çıkaralım. - Tamamdır, gelirim tabi. İki arkadaş aralarında anlaşmıştı bile. Bir zamanlar onun yaşlarındayken bu sohbetleri abisi, Zahid dayısı, Mahir eniştesi ve Enginle İlyas amcası yapıyordu. Şimdi sırayı Hâris ve Aykut devralmıştı iki yakın dost olarak. Zevkle yürütüyorlardı bu güzel etkinliği. Bu sırada Yağmur da Sevde'nin eşyalarını toparlayıp çantasına koymuş ve arkadaşının hırkasını giymesine yardımcı olmuştu. - Teşekkürler Yağmur. - Lafı mı olur kuzum. Çabuk iyileş tamam mı? Haberdar et beni. - Tamam, inşallah. Hâris yeniden içeriye girdiğinde bir kaç kızın bakışları ona çevrilmişti. Onunkilerse tek bir kişiye kilitliydi. Sevde'nin çantasını da kendi omzuna alıp kızı peşine kattı ve ayrıldılar sınıftan. Sevde'nin enerjisi olmadığı için normalden yavaş hareket ediyordu. Ona ayak uydurdu Hâris. Arada bir korumacı bakışlarını ona doğru çeviriyor ve iyi olup olmadığına bakıyordu. Neyse ki durak uzak değildi. Okulun hemen yan tarafındaydı. Otobüs de kısa sürede gelmişti. Biraz kalabalıktı otobüs. Etrafa bakınıp yer bulmaya çalıştı Hâris. İkili koltuklardan birinde boş yer vardı neyse ki. Sevde'ye gördüğü boş yeri işaret edip oturmasını söyledi. Sevde oturunca Hâris de hemen bir iki adım ötesinde dikildi ve kızın önündeki direğe tutundu. Sevde "Çantaları bana ver Hâris," deyip başını kaldırdı ve her ikisinin çantasını da taşıyan gence baktı. - Sorun yok. Rahatça otur sen. - Ama ikisi bir ağır olur. Ben oturuyorum, sen ayaktasın. - Beni düşünme şu halinle. Yaslan arkana. Yum gözlerini. Hadi. Büyük sözü dinle. Ah, büyük sözüymüş! Hâris'in şu triplerine ayar oluyordu kız. Ama onunla uğraşacak durumda değildi şimdi. Üstelemedi ve dediğini yaptı. On dakika kadar sonra Sevde'nin yanında oturan kadın inmişti. Genç kız cam kenarına doğru kaydı ve başını cama yasladı. "Hâris, otursana yanıma," deyip oturup oturmamakta tereddüt eden delikanlıya seslendi. Uygun bir mesafe bıraktıktan sonra sıkıntı olmayacağını düşünerek oturdu Hâris. Çantaları kucağına koyup kollarını onlara doladı ve bakışlarını pencereye çevirdi. Yanındaki genç kız için dua etmeye devam etti. Sevdiğin birinin canı yanarken eli kolu bağlı olmak ve bir şey yapamamak çok can sıkıcıydı. Sevde de gözlerini yummuş, kollarını yine kendine sarmıştı. Otubüse bindiğinden beri şifa için dua okuyordu. Dualar etkisini gösterir gibi olmuş ve ağrısı biraz olsun hafiflemiş, dayanılır hâle gelmişti. En azından eve varana dek dayanabilmeyi umuyordu. İnecekleri durağa geldiklerinde Hâris düğmeye bastı ve ayaklandı. Çantaları yeniden omzuna atıp önden indi. Sevde de arkasından onu takip ediyordu. Eve doğru sessizce yürürlerken bakkalın önünden geçtikleri sırada Hâris durunca Sevde de durmuştu. "Ne oldu?" diye sordu gence. "Bir dakika bekler misin?" deyip cevap beklemeden hızlı adımlarla bakkala girdi Hâris. Sevde'yi hasta hâliyle yormak istemiyordu. Fakat bu âni kararında onun hasta olması da etkiliydi. İçerideki adama selam verdi. "Selamün aleyküm abi. Bizim yeğenler geçen gün abur cubur almış. Hesaba yazdırmışlar kendilerince. Ne kadar tuttu o? Akıma gelmişken unutmadan ödeyeyim." "Aleykümselam Hâris. On beş lira ersen yeter oğlum." Zahid cebinden bir yirmilik çıkarttı ve adama uzattı. "Kalan beş lirayla da çikolata alıyorum şuradan abi." "Tamamdır Hâris." "Hadi hayırlı işler abi." "Sağ olasın. Hayırlı günler." Kısa sürede elinde bir çikolatayla çıktı bakkaldan. Sevde'ye doğru yürüdü ve biraz ötesinde durup ona uzattı elindekini. "Al bakalım cadı. Çabuk iyileş diye bu çikolata. Ona göre." Genç kız suratında beliren tebessüm eşliğinde uzanıp aldı çikolatayı. "Teşekkür ederim," diye mırıldandı. Çocuklukları gelmişti aklına. Küçükken hasta olduğunda bir kaç kez Hâris ona çikolata getirmiş, çabuk iyileşmesi için olduğunu söylemişti. Hatta iyileşirse bir tane daha alacağını da eklerdi hep. Tabi sonra oyun arkadaşı sağlığına kavuşunca kısa sürede onu sinir etmeyi başarırdı. Ömürleri böyle geçmişti. Hem didişip hem birbirlerini severek. Büyüdükçe aralarındaki mesafe artmış ve olması gereken hâle gelmişti tabi. Yine de Hâris onun için kimsenin olmadığı kadar etrafında olmaya devam eden tek erkekti. Bunda ailecek görüşmelerinin ve hatta birlikte bir aile olmalarının da etkisi büyüktü elbette. Düşüncelere dalmış yürürlerken evin önüne vardılar. Hâris uzanıp zile bastığında kısa süre sonra açılmıştı kapı. Yeşil bol bir elbise ve başındaki gelişigüzel bağlanmış tülbentle Elaina vardı karşılarında. "Aa çocuklar! Neden okulda değilsiniz? Hayırdır inşallah?" Kadının merakını gidermek için Hâris açıklama yaparken, Sevde eğilip ayakkabısının bağcıklarını çözmekle meşguldü. "Ela teyze, Sevde rahatsızlandı. Onu eve getirdim. Zahid dayım evdeymiş galiba. O benimle ilgilenir dedi." Küçükken Elaina'nın ismini söylemeleri zor geldiğinden çocuklar ona Ela demeye alışmıştı. Böyle de sürüyordu alışkanlıkları. Elaina anladığını belirtircesine başını salladıktan sonra endişeye kapılarak Sevde'yle ilgilenmeye başlamıştı. "Neyin var güzel kızım? Ay yanakların da sıcacık. Geç içeri geç. Abin hemen bi baksın sana." Sevde içeriye girmeden önce arkasına dönüp Hâris'e tekrar teşekkür etti. Delikanlı önemli olmadığını belirtip tez vakitte şifa bulması için dua etti kıza. Ardından omzundaki çantayı hatırlayarak Elaina'ya uzattı ve kadına da veda edip ayrıldı. Eve gidip namazını kıldı. Ödevlerini yaptı. Kur'an okudu. Aklına ara sıra Sevde'nin nasıl olduğu sorusu düşüyordu. Bir kaç saat sonra dayanamadı ve içeriye girip annesinin yamacına oturdu. "Annecim, Ela teyzemi bi arayıp sorsana, bakalım Sevde nasıl olmuş." "Ay ne iyi dedin oğlum. Benim de aklım onlardaydı. Soralım bir ihtiyaçları var mı diye." Kübra hanım telefonunu yeleğinin cebinden çıkarttı ve Elaina'yı aradı. Bir süre konuşup kızın durumunu öğrendi. Hâris de kulağını biraz anacığının başına doğru yanaştırmış, dinliyordu. Daha iyi olduğunu ve uyuduğunu söylemişlerdi. Dinlendikten sonra bir şeyi kalmaz inşallah, demiş Zahid dayısı. Bu içini rahatlattı gencin. Telefonu kapattıktan sonra Kübra hanım oğlunun duyduğunu bilse de yeniden özet geçti Sevde hakkında söylenenleri. Ardından kıza da bütün hastalara da dua etmeye başladı. Hâris, annesinin dualarına amin dedikten sonra müsaade istedi ve gönlü daha rahat bir şekilde kalkıp kitapkafeye gitti. Aykut da birazdan gelirdi. Önce kaçırdığı dersin konusunu öğrenip sonra sahabe dersleri için hazırlık yaparlardı. 🍂 "İyileşmene çok sevindim canım. Sensiz geçen bir buçuk gün okul çekilmezdi gerçekten." Sevde, Yağmur'un söylediklerine gülümseyip arkadaşının koluna dostça dokundu. "Tahmin edebiliyorum Yağmurcuğum. Bensiz buranın ne tadı tuzu var ki yani, dimi?" Yağmur kısık sesle kıkırdadı ve başını salladı. "Aynen öyle," Kol kola bahçede yürümeye devam ederlerken sağ taraftan seke seke gelen bir basket topunun ayaklarının dibine doğru yuvarlandığını fark etti genç kız. Adımlarını durdurup topa uzandı ve sağ tarafta öğrencilerin her zaman basketbol oynadığını yeri bildiğinden, her kimden kaçtıysa topu geri atmak üzere o tarafa döndü. Tam bu sırada da o aşinası olduğu sesi işitti. "Sevde, yollasana topu!" Hâris ve Aykut'un pek tanımadığı bir kaç kişiyle birlikte dikildiğini ve topu beklediğini gördü genç kız. Onları daha fazla bekletmemek ve dikkatleri de daha fazla kendisinde toplamamak için ellerinin arasındaki kiremit rengi topu Hâris'e doğru attı. Hemen ardından gençler oyunlarına dönerken, o da Yağmur'un koluna yeniden girip yürümeye devam etti. Yaklaşık iki dakika sonra birebir tanımadığı ama son sınıfta olduklarını bildiği iki kız önlerinde durduğunda onlar da durmak zorunda kalmıştı. Hemen önünde duran kumral, kahverengi gözlü, dalgalı açık kahverengi saçları olan orta boylu bir kızdı. Diğeri ise beyaz tenli, siyah düz saçlı, yemyeşil iri gözleri olan ve uzun boylu bir kızdı. İkisinin de nefes kesen güzellikleri vardı. Aşikâr olanı görmezden gelmenin anlamı yoktu. Sevde etrafta birlikte görüyordu hep bu iki kızı. Neden yollarına çıktıklarını merak ederken çok sürmedi ve kumral olan lafa girdi. "Merhaba kızlar. Bir şey soracağım. Hâris senin neyin oluyor Sevde? Abin falan mı?" Kız fazla rahat bir şekilde konuşuyordu. Kırk yıldır arkadaşlarmış gibiydi karşısında. İsmini de bildiğine göre dersine çalışıp gelmişti. Üstelik Hârisle ilgili bir soru sorarken ne kadar da kolay söyleyebilmişti öyle. İlgili sesi kendini ele veriyordu. Bu durum Sevde'nin sinirlerini bozmuştu. Kaşlarını çatmamak için zor durdu. Yüzünde hiçbir ifade okunmazken kızı tersler gibi sert konuştu. "Soyadlarımız aynı gibi mi geliyor?" Kız bozulsa da belli etmemeye çalıştı. "Ne bileyim.. Kuzenin falan mı peki?" - Yoo. - Akraba değilsiniz yani? "Değiliz," diye üzerine basarak cevapladı Sevde ve imalı olduğunu umduğu bir şekilde ekledi. "Sizi neden ilgilendiriyor?" Normalde akıllı uslu bir kız olsa da sinirlenince tavrını ortaya koymaktan hiç geri duramıyordu yapısı gereği. "Hiiç. Son bir şey daha sorabilir miyim ya? Sevgili falan mısınız acaba?" Kızın 'bugün öğlen yemekhanede ne yemek varmış' der gibi rahat soruşuna mı kızsa, bin kat yabancı oldukları halde karşısına geçip bu cümleleri sarf edebiliyor oluşuna mı, bilemedi Sevde. Bu kez kaşlarının çatılmasına mani olamadı. Kalbi hızlı hızlı çarparken bunu bedeninin her noktasında hissettiği yoğun strese atfetti. İçerisinden alevler çıkan bakışlarını kahverengi gözlere çekinmeden dokundurup sakin ama ürkütücü bir sesle cevap verdi. "Birincisi; karşıma gelip bunları sorma haddini nereden bulduğunuzu anlayamıyorum. İkincisi; Hâris oradan bakınca sevgilisi olacak bir karaktere sahip gibi mi duruyor? İnsanlar hakkında yakıştırmalar yapmadan veya hiç çekinmeksizin mahremlerine müdahale etmeden önce birdahaki sefere tekrar düşünürsünüz umarım. Benden size tavsiye; onu rahat bırakın ve ne bakışlarınızla ne de kafanızın içinde kurduklarınızla rahatsızlık vermeyin." Yağmur, arkadaşının cevabını hayret ve gururla dinlemişti. Hemen sonrasında onun kendisini sürüklemesi üzerine peşine takıldı ve adımlarını kıza uydurdu. Sevde'nin çok sinirlendiğini görebiliyordu. Eh haksız da sayılmazdı. Genç kız bir süre kendi kendine söylenmeye devam etti. Az sonra sitemli cümlelerinin hedefi kızlar olmaktan çıkmış, her nasılsa Hâris olmuştu. "Hayır yani ölünecek bir tipi de yok ki! Bu kızların Hâris aşkı nerden geliyor anlam veremiyorum! Şurada kolundan tutup bir kaç kişiyi çevirsen yine aynı normal - sıradan - ortalama bir güzelliğe sahiptir. Niye Hâris? Kendi denginizi bulsanıza siz." Yağmur dayanamayıp araya girdi. "Bence mesele de o. Hâris abi herkesle mesafeli ve sınırlı olduğu için diğerlerinden farklı bir duruşu var. Bu da herhalde kızların ilgilerini meraklarını falan kamçılıyor, ne bileyim. Kitaplarda da olur ya hani..." Sevde sakinleşmek için derin bir soluk aldı. "Hayat ne zor ya! Öyle olsan dert böyle olsan başka dert! " Ağacın altındaki banka oturduklarında zihninden geçen düşünceleri toparladı ve bu kez de "Niye bizi sevgili diye düşündü ki bunlar şimdi! Yanlış bir davranışımız falan mı oldu?" diye sesli bir şekilde sordu. Şayet öyleyse, kendini gerçekten kötü hissedecekti. Yağmur araya girip "Hayır hayır," diye atıldı lafa. Arkadaşının bir an kendisini sorgulama ve suçlama yoluna girdiğini fark edebilmişti. Ama öyle bir durum yoktu ortada. "Yalnış bir şey yapmadınız siz. Yapsan ben seni uyarırım zaten." "O zaman neden böyle düşündüler?" "E neden olacak, Hâris abi herkesle resmi bir şekilde -siz -sız diye hitap ederek konuşuyor ama sana hem isminle hem de sen diye hitap ediyor. Aynı zamanda sana karşı diğer herkese olduğu derecede kaçıngan değil. Birlikte büyüdüğünüz için bir tık daha rahat doğal olarak. Ondandır yani." "Doğru diyorsun," diye mırıldanıp başını salladı Sevde. İçi rahatlamıştı. Şimdi sağlıklı düşünmüştü de, gerçekten de herhangi bir aşırıya kaçan davranışları yoktu. Hatta Hâris onunla da çok konuşan biri değildi. Sadece konuşmaları gerekirse diğer kızlara nazaran daha rahat hissederek karşısında durup iletişim kurardı, o kadar. Az önce yaşanan şey kızların herkesi kendi gibi sanmalarındandı galiba... 🍂 Bir kaç yıl sonra Evdekileri özlemişti Sevde. Sohbet de sarmıştı, oh! Keyfine diyecek yoktu. Neşeliydi. Ailesinden daha önce hiç bu kadar uzak kalmamıştı. Özlüyordu onları. Bu sebeple üniversitenin ilk zamanları epey zorlu geçmişti genç kız için. Fakat artık ikinci yılıydı ve alışmıştı. Ara tatildelerdi ve eve gelmişti şimdi. Elaina ablası ve Kübra teyzesi ile karşılıklı oturmuş çay içiyorlardı. Zahid abisi işteydi. Bir kaç saate gelirdi. Çok özlemişti abisini! Kapıdan girer girmez adamın boynuna atmalayı planlıyordu. Görüntülü aramalar bir yere dek dindirebiliyordu hasreti. Okulla alakalı bazı anılarını anlatıyordu Sevde. Az önce, evlenen bir arkadaşının düğününe gittiklerinden ve garip hissettiğinden bahsediyordu. Küçük Harun içeriye koşarak girdiğinde onu yanına çağırdı hemen. "Aşkııım! Gel biraz daha seveyim seni." Çocuk nazlı nazlı yaklaştı halasının yanına. Kucağına oturdu sonra. Sevde, çocuğun yanaklarını öpüp kokladı. Epey büyümüştü belki ama onun nezdinde el kadardı hâlâ. Harun da halasının yanaklarına öpücük kondurunca Elaina küçük oğlunu sınamak için lafa girdi. ''Oğlum, Sevde gidecek bir kaç haftaya.'' ''Hayır, gitmeyecek! O daha küçük, daha on dokuz yaşında! Gidemez!'' Şaşkınlıkla minik kardeşine baktı Sevde. Aniden celallenip çıkışmıştı koca bir adam gibi. Demin Harun yanlarındayken Elaina ile Kübra teyzesi evlilik ve koca muhabbeti ettiği için sanırım çocuk yanlış anlamıştı. Tam konunun üstüne gelince ablası gibi bildiği halasının kocaya gideceğini sanmıştı yavrucak! Harun kaşlarını çatıp Sevde'nin kucağından yere atladı ve herkes kendi emrine amadeymiş gibi bir tavırla konuşmaya devam etti. ''140 yaşına kadar gidemez! Bizle evde duracak!'' deyip son noktayı koydu ve odadan çıkıp gitti. Üç kadınsa çocuğun arkasından kahkahalarla gülmeye başladı. Kahkaları biraz durulduğunda hâlâ gülmekli bir şekilde olan Elaina ''Sen evde kaldın kızım! Daha yüz kırka çok var!'' deyip dalga geçmeye başladı. 🍂 Herkes içeride otururken bu cadının neden karlı havaya rağmen balkonda olduğuna anlam verememişti Hâris. Donmayı planlıyordu herhalde! Zaten geçen gün şifayı kapmış, iki gün hasta hasta evde yatmıştı. Ancak iyileşebilmişken yeniden yataklara düşmek için davetiye çağırıyordu. Kendisine engel olamadan çay bardağını tezgaha bıraktı ve mutfağın diğer köşesine doğru yürüyüp balkon kapısına yaklaştı. Balkon da olsa Sevde tek olduğundan ötürü önce geliyorum uyarısı yapıp alışkanlık üzere kapıyı tıklattı ve kızın bakışları kimin cama vurduğunu görmek için elindeki telefondan ayrılıp kendisine dönünce kolu aşağı indirdi. İçerisi soğumasın diye kapıyı arkasından kapatıp ayağına kenarıda duran terlikleri giydi. Etraf bembeyaz ve sakindi. Hava kararmaya yüz tutmuştu ve gökyüzünde tatlı bir turunculuk oluşmuştu. Akşamın habercisi olan koyu renkli izlere rağmen yoğun bir karartı yoktu. Karın getirdiği aydınlık aşikârdı. Bu manzarayı seviyordu Hâris. Balkonun kenarındaki korkuluklara doğru bir kaç adım atıp ellerini soğuk mermere dayadı. Sevde'yi içeride gergince telefonuyla uğraşırken görmüştü. Bir arkadaşıyla bir problem yaşama olasılığını düşünmüştü. Fakat az önce balkon kapısına tıklatmadan hemen önce yine telefonuyla bir şeyler yaparken hiç iyi bir ruh halinde görünmediğini fark etmişti. Neler olduğunu merak ettiği gibi onun için endişeleniyordu da. "Hayırdır, kiminle konuşuyorsun sen?" derken sakince, kızı ürkütmeden sordu sorusunu. "Birisiyle konuşuyorum," diye kaçamak bir cevap verdi Sevde. Bu durum genç adamı daha çok meraklandırmış ve endişelendirmişti. Çünkü kendisinden saklayacak bir şeyi yoksa Sevde genellikle açıksözlü davranırdı. "Gergin görünüyorsun. Bir problem mi var?" Sevde'nin bir şeyleri içinde tutmaya çalışıp kıvrandığını görebiliyordu genç adam. Üstelik canı epey sıkkındı ve bu çok belliydi. Aklına birden hiç olmadık bir şey düştü o an. Yoksa-- yoksa Sevde biriyle görüşüyor olabilir miydi? Bu düşünceyi hemen bertaraf etti. Etmeye çalıştı daha doğrusu. O şüphe tohumu içine bir kere düşmüştü. Nedenini anlamaksızın onun biriyle görüşüyor olmasından iliklerine dek nefret ederken, Sevde'nin bunu yapmayacağını söylüyordu bir tarafı. Genç kız sıkıntıyla bir nefes verdi. Dudaklarının arasından çıkan sıcak nefes soğuk havayla temas edince bir dumana dönüşüp süzülüyordu. Şuan yaşadığı şeyi biriyle paylaşma ihtiyacı duysa da çok çekiniyordu. İçi hiç rahat değildi ve kendisini rahatsız hissediyordu. Ağladı ağlayacak vaziyetteydi hatta. Hâris'e yalan da söyleyemezdi. Keşke üstelemeseydi genç adam! "Var," demekle yetindi Hâris'in konuyu daha fazla deşmemesini umarak. Fakat genç adam hiç durur muydu? "Ne oldu? Dökül hadi." "Anlatamam," derken mahçup çıkıyordu genç kızın sesi. Bu durum Hâris'i daha da telaşa sokmuş ve içindeki vesveseleri kuvvetlendirmeye itmişti. Neyle nasıl savaşacağını şaşırmıştı bir an. Sevde'nin yanına asla kimseyi yakıştıramadığını ve yakıştırmayacağını fark ediyordu. Bu ve benzeri ihtimaller karşısında kendisi de gerilmişti. Belki de Sevde'nin içinde bulunduğu durum bambaşkaydı ama bir kere aklına kızın birini seviyor yahut beğeniyor olma fikri gelmişti ya, dilm kopmuştu. İyi de böyle bir olasılık neden genç adamı rahatsız hissettiriyordu? Sabırsızlanmaya ve kızmaya başladığını belli eden ciddi ses tonuyla "Sevde," dedi ve kıza doğru kısa bir bakış attı. "Suya taş atıldı bikere. Dalgalanmamasını veya bulanmamasını bekleyemezsin." İnatçı keçinin biri olan Hâris'in bu işin peşini bırakmayacağına emindi genç kız. Üstelemeye devam edecekti. Ta ki her şeyi öğrenene dek. Hızlı bir karar alıp genç adamın arzusunu yerine getirmek için korkak bir adım attı. "Söyleyeceğim ama ortalığı ayağa kaldırmayacaksın, tamam mı? Kimseye söylemek de yok." Hâris gittikçe meraklanmıştı. Bu gizem niyeydi acaba? "Tamam," dedi ve kabul ederek başını salladı. Onun sözünün eri bir adam olduğunu bildiğinden, bu 'tamam' sözcüğüne güvenmişti bile Sevde. Anlatacakları dolayısıyla kendisini sıkkın hissetse de bir yerden başlaması gerekiyordu. Zorlana zorlana toparlamaya çalıştı sözcükleri. "Şimdi hani benim bir hesabım var ya? Orada okuduğum kitaplardan alıntılar paylaşıyorum. Çizdiğim resimleri ve karikatürleri falan koyuyorum..." Hâris bundan zaten haberdar olduğundan daha fazla ayrıntıya girmeden devam etti. "Bazen insanlar yorum falan yazıyor çizimlerime yahut kitap alıntılarına. Bazen mesaj atıyorlar, kitapla alakalı ya da çizimlerle alakalı bir şeyler soruyorlar falan. Bu sayede bazı kızlarla arkadaş olmuştuk hatta. Sen de biliyorsun." "Evet," deyip devam etmesi için tasdikledi onu genç adam. Bu sırada kar yağmaya başlamıştı. Bakışları gökten süzülen kar tanelerinin yeryüzüne düşüşünü takip ederken, can kulağıyla dinliyordu Sevde'yi. "İşte bir gün yine birisi öyle mesaj göndermişti bir kitapta geçen alıntı hakkında. Mesajı baya afilliydi. Karamsar ve umutsuz görünüyordu. Kullanıcı adına aşinaydım. Paylaştığım her şeyi beğenen biriydi. Neyse, çok depresif birisiydi. Problemleri vardı belli ki. Ben de mesajına karşılık onu rahatlatacağını umduğum şeyler yazdım. Kitap ve video önerdim. Sonra sohbet etmeye başladık. En başında da anlamıştım ama konuştukça gerçekten de manevi sıkıntıları olduğunu fark ettim. Kendisini değersiz hissediyordu ve sevilmediğini düşünüyordu. Ailesiyle falan da arası kötüymüş. İmtihanlardan geçiyordu. Ayrıntısıyla neler olduğunu anlatmadı ama yakındığı noktalardan belli oluyordu. Ben de ona yardımcı olmaya çalıştım. Kısa sürede tutunduğu bir dal oldum galiba. Benimle kendine dair bir şeyler paylaşmaya ve rahatça konuşmaya başladı. Ona destek olduğumu hissetmiş. İlk kez birisiyle böyle rahat dertleşebilmiş. Yargılanmadan dinlenilmiş. İyi gelmişim ona falan, öyle dedi. Ben de mutlu oldum birine faydam dokunabildiği için. Ama yine de o kırılganlığı, depresifliği ve umutsuzluğu devam ediyordu hayata ve insanlara karşı." Hâris bu işin nereye varacağını kestirememişti henüz. Şuana dek problemli bir şey göremiyordu olan bitende. Gerçi tanımadığı biriyle uzunca konuşması çok da doğru gelmiyordu ama sonuçta iyilik yapmaya çalışmıştı genç kız. Hem dediği gibi, bir iki arkadaş edinmişti bu şekilde daha önceden. Öyle ki can ciğer olmuşlardı. Aileleri dahi görüşüp tanışmıştı bu vesileyle. Yine de insan her daim iyi insanlara rastlamayabilirdi. Dikkatli olmak lazımdı. Sevde biraz soluklanıp devam etti. "Dün bana çizdiği resimlerden attı. Harikalardı. O da benim gibi çizim yapıyormuş işte. Sevindim ve hayranlıkla inceledim çizdiklerini. Çok yeteneklisin, dedim. Kendi kendine mi geliştirdiğini yoksa kursa mı gittiğini sordum." Asıl önemli kısım şimdi geliyordu. Kızın ses tonundan da belliydi zaten. "Küçüklüğünden beri resme yeteneği varmış. Ama ailesi bunu daha da geliştirmesine engel olmuş. Zaman kaybı olarak görmüş sanatla uğraşmasını. Güzel sanatlar istediği halde yollamamışlar hatta." Sevde'nin sesi gittikçe kısılırken bir yerde takıldı. "Dedi ki, ailesi o-oğulları adam gibi bir bölüm okusun istemiş..." Hâris'in gökyüzündeki bakışları bir şahinkiler gibi keskinleşip yan tarafında dikilen genç kıza çevrildi. Bu bakışların içinde çakmak çakmak yanan alevlerin tek sebebi o tek kelimeydi. "Oğulları" Genç adamın bakışlarının ağırlığını üzerinde hisseden Sevde, ürkek bir şekilde kaldırdı kendi bakışlarını. Ve göz göze geldiklerinde içi üşüdü. Zaten kendisini kötü hissediyordu, bir de Hâris'in bu sessiz ama etkili tepkisi ağır gelmişti. Hiçbir söz söylemeden bile kızı bu hâle getirebiliyordu işte. "Bakma öyle," derken utanarak bakışlarını yere indirdi Sevde. Hâris de bu uyarı üzerine biraz kendisini toparlayıp başını yeniden karşısındaki manzaraya doğru çevirdi. Kalbi rahatsızca küt küt atıyordu. Damarlarından akan kanın adeta çekildiğini hissetti. "Erkek olduğunu bilmiyordum ki Hâris. O ânâ dek hep bir kızla konuştuğumu sanıyordum." Hâris sitemli bir ses tonuyla konuştuğunda ilk şoku üzerinden atabilmişti. "Sana yabancılarla konuşmaman gerektiğini Zahid dayım daha üç yaşında öğretmedi mi?" "Ama--" diyecek oldu ki sustu Sevde. Bir iki arkadaş edindi, iyi insanlarla karşılaştı diye hep öyle olacak değildi ya. Haklıydı Hâris. Konuşmamalıydı belki de. Kızın yarım bırakışının ardından derin bir nefes aldı genç adam. Bakışları yeniden onu buldu istemsizce. "Ne zamandır konuşuyorsun bu herifle?" "Bir ay olmuştur." "Bir aydır anlayamadın mı erkek olduğunu ya? Hiç mi konuşma tarzından belli olmuyor yani? İnsan ismini cismini de mi sormaz muhabbet ettiği kişiye?" "Hayır... Kullanıcı adı da, profilindeki resim de, yazım ve konuşma tarzı da hep bir kızla konuştuğumu düşündürttü bana. Hiç erkek havası yoktu. Hem sadece dertleştik. Problemleri vardı, zor bir hayatı vardı, onları paylaştı işte. Dedim ya demin. Ben de destek olmaya çalıştım." Sakin kalmaya çalışsa da Sevde'nin genç bir erkekle bir ay boyunca yazışıp konuştuğunu düşünmek delirtiyordu Hâris'i. Sesine de mayalanmıştı bu hisler. "Psikoloji okusaydın o zaman Sevde! Senin işin değil milletin hayatını yoluna sokmaya çalışmak." Sevde suçluluk duygusuna bürünüp susarken genç adam kendi kendine söylenmeyi sürdürdü. "Allahım ya, erkekmiş resmen! Bir de onca zaman mesajlaşmış. Çıldıracağım." Genç kız iyice kötü hissetti kendisini. Konuştuğu kişinin erkek olduğunu fark edince kalbine bir kaya oturmuştu sanki. Bunun üzerine bir de Hâris'in sitem etmesi canını daha çok yaktı ve suçluluk duygusunu iyice kamçıladı. Gözleri dolmuştu sonunda. Ağlamaklı bir şekilde "Ne kızıyorsun ya! Üstüme gelme. Bilerek mi yaptım? Zate berbat hissediyorum," deyip bu sırada ıslanan yanaklarını sildi. Sinirleri iyice yıpranmıştı. Kızın çatallanan ve kısılan ses tonunu duyunca Hâris'in öfkesi bavulunu toplayıp gitmişti. Sevde'ye doğru baktığında üzülerek yanılmadığını gördü. Ağlıyordu. Genç adam bu manzara karşısında dayanabilir miydi hiç? Hemen yumuşamıştı. Sevde'nin kendisini suçlayıp zaten sıkıntılı hissedeceğini neden düşünmemişti şimdiye dek? İlle kızın ağlaması mı gerekiyordu onun zaten hassasiyet sahibi olduğunu genç adamın da hatırlaması için! Kendisine kızdı. Merhamet ve şefkat yüzündeki ifadeyi de sesini de kuşattı. "Tamam, özür dilerim. Ağlama. Ben birden hiddetlendim. Beni biliyorsun işte. Takma kafana yersiz tepkilerimi. Sonuçta erkek olduğunu bilmiyormuşsun. Suçun yok bu konuda. İyi niyetle yaklaşmışsın. Olan oldu. Biz dersimizi alalım. Bundan sonra o dersi heybemize koyup da hareket edelim. Anlaştık mı?" Duydukları genç kızın içinde ılık meltemler estirmişti. Biraz olsun rahatlarken Hâris'in söylediklerine inanmak isteyerek bakışlarını kısa süreliğine genç adama çevirdi. Başını sallasa da, "Ben kötü bir şey yapmadım dimi?" diye sordu tekrar. "Hayır. Karşındakinin erkek olduğunu bilmiyormuşsun işte, kendin söyledin. Önemli olan şimdiden sonra ne yapacağın. Birdaha konuşmazsın, olur biter." "Şey, Hâris..." diye çekinerek lafa girdi Sevde. Henüz hikayenin bitmediğini fark etti Hâris. Bu "Şey, Hâris..." lafı beraberinde bir şeyler daha getirecekti belli ki. Sabırlı olmaya çalışarak ve az öncekinden çok daha sakin bir şekilde genç kızın devam etmesini bekledi. Hâlâ gözyaşlarının akması zaten gardını düşürmesine sebep oluyordu. Şu noktadan sonra ona ne duyarsa duysun kolay kolay kızamazdı. "Söyle," "Erkek olduğunu öğrenince ben son bir mesaj attım ona. Yani birdaha yazmayacağım için bunu açıklamak istedim. Normalde direkt yazmayı keserdim ama çok karamsar, umutsuz ve depresif demiştim ya. Hatta intihar edeceğini dahi düşündürtmüştü bana. O yüzden açıklama yapmam gerek gibi hissettim ve son bir mesaj yazdım işte. Yoksa yazmazdım." Genç adam anlayışla başını salladı ve devam etmesi için cesaretlendirdi kızı. "Anlıyorum. İyi yapmışsın. İntihar edecek psikolojide biri tutunduğunu söylediği tek dalı da hiçbir şey demeksizin kaybedince kötü olurdu tabi. Peki sonra?" "Benim bir inancım, tutumum, ilkem var. Erkek olduğunuzu bilerek sizinle daha fazla konuşamam. Lütfen kişisel algılamayın diye durumu açıkladım kibarca." Hâris'in içi rahattı bu konuda. Sevde'nin karşısındakinin kim olduğunu öğrendikten sonra işin gerisini seviyeli bir şekilde halledeceğini biliyordu. Ona olan güveni sağlamdı. Dinlemeye devam etti. "Yani ben hassas bir ruh halinde olduğu için kibarca açıkladım her şeyi. Ama galiba ters tepti. Çocuk kabaca çıkıştı bana. Beni hayrete düşürdü sözleri. Öncesinde onu kız sanacağım kadar sakin ve inceydi ama artık konuşamayacağımızı açıkladığım mesajdan sonra bambaşka biri oldu sanki. Hakaret bile etti. Bir de bu hassasiyetime saygı göstermeyip laf etti. Çok gergin ve düşmanca bir hava sezdim açıkçası. Korktum ben. Ya karşıma çıkarsa, beni bulursa? Zaten normal bir psikolojide de değil. Korkuyorum Hâris." Hâris'in elleri yumruk halini almış, kaşları çatılmıştı. Şimdiye dek çocuk hakkında kötü bir şey düşünmese de son duydukları karşısında engel olamayıp "Şerefsiz," diye mırıldandı. Sevde'nin gerçekten de korkmuş ve ürkmüş hâli bunun başlıca sebebiydi. Ona güvende hissettirmek için ilk önce kendisi sağlam durdu ve emin bir şekilde konuştu. "Korkmana gerek yok. Adından başka bir şeyini bilmiyor ki. Hesabında sadece ismin yazmıyor mu? Başka bilgi vermiş miydin ona konuşma esnasında?" "Cık, kişisel bir şey söylememiştim. Sadece bölümümün konusu geçti ama okulumu falan söylemiş miydim emin değilim." Biraz olsun içi rahatlayarak devam etti Hâris. "O zaman engelleriz her yerden, sana ulaşamaz bir daha. Tanımadığına göre karşına da çıkamaz. Okuldan emin değilmişsin ama böyle saçma bir şey için okuluna dek gelmez herhalde. Yine de bir durum olursa bana haber veriyorsun hemen. Tamam mı? Hadi sil artık gözyaşlarını..." Bir yanı tedirgindi. Dünyada çok psikopat vardı. Kendisinin saçma dediği şeye gereksiz yere takılabilecek bir tip olabilir ve okuluna kadar gelip Sevde'yi rahatsız edebilirdi bu şahsiyet. Tetikte olmalıydı. İçine kurt düşmüştü gencin. Sevde yanaklarını silerken ortamı biraz yumuşatmak ve gerginliği süpürmek için bir girişimde bulundu. "Heh, sil sil. Burnunu da sil. Sümüklü cadı. Birdaha böyle değmeyecek şeyler yüzünden ağlama." "Sensin sümüklü! Üzüldüm ve korktum hem, tabi ağlarım!" "Sana kim ne yapabilir kızım? Maşallah sendeki çene ve kızınca attığın o bakışlar herkesi geri püskürtmeye yeter. Boşuna cadı demiyoruz." Sevde artık daha iyi hissediyordu. "Ben çenebaz değilim bikere. Bakışlarım da gayet normal," diye laf yetiştirdi Hâris'e. "Tabi tabi! Senin yüzünden çocukluğumdan kalma işitme problemleri yaşıyorum! Kabuslarımda seni görüyorum, ürkütücü ürkütücü bakıyorsun bana, senin istediğin oyunu oynamadık diye. Sonra korkup kaçıyorum. Kan ter içinde uyanıyorum sabahları. Anneme sor istersen." Sevde bu abartılmış öykülere dayanamayıp güldü. Mübalağa yapmayı iyi bilirdi Hâris efendi. "Heh şöyle..." diye rahat bir nefes aldı genç adam. Sonunda gülümsetebilmişti kızı. "Artık ikimiz de kardan adama dönmeden içeri girsek diyorum?" Sevde başını salladığında önden genç adam arkadan da genç kız balkon kapısına yürüdüler. Hâris kapıyı açıp Sevde'nin geçmesi için eliyle işaret etti. Genç kız bu ufak kibarlığa karşın tebessüm edip mutfağa girdi. Oturma odasına doğru yürürken arkasına baktığında Hâris'in gelmediğini gördü. Nedenini sorgulasa da durmak yerine içeriye geçip kalorifer peteğine en yakın yere oturdu. Üşüdüğünü içeriye yani sıcak ortama girince daha çok hissetmişti. Az sonra Hâris elinde iki bardak çayla gelip birini ona uzattığında önce genç adamın düşünceli hareketi sebebiyle içi sonra da bardağı tutan elleri ısındı. Hâris, Zahid'in yanına geçip otururken; Sevde de kısa sürede Kübra teyzesi ve Elaina'nın sohbetine dahil oldu. 🍂 Bir ay sonra Genç kız, arkadaşlarıyla birlikte kampüsteki kafede oturuyordu. Telefonu titremeye başlayınca çantasına uzanıp aldı ve hemen ön göze koyduğu cihazı bulup aldı, ekrana baktı. Gördüğü isim onu şaşırtmıştı. Hâris arıyordu. Ara tatildeki şu olayı öğrendiğinden beri üç beş günde bir mesaj atıp durumu kontrol etmesine alışmış olsa da Hâris onu kolay kolay aramazdı. Kafasında soru işaretleri birikirken içinden kötü bir şey olmamasını diledi ve arkadaşlarından müsaade isteyip aramayı cevapladı. Bunu yaparken bir yandan da sandalyesinden kalkıp kapıya doğru yürümüş, biraz uzaklaşmıştı. - Efendim? - Selamün aleyküm Sevde. Nasılsın, napıyorsun? Genç adamın sesini duymak iyi hissettirmişti Sevde'ye. Herkes gibi onu, çocukluğunun birlikte geçtiği yoldaşını da özlüyordu okula geldiğinde. Üstelik herkesi rahatça arayıp sorarken, onunla arasında olması gereken sınırı aşmamak adına dilediğince iletişim kurmuyordu. Bu da içinde hep bir parça özlem ve merak yer etmesine sebep oluyordu. - İyiyim Hâris. Okuldayım, dersim bitti, oturuyorduk arkadaşlarımla. Sen nasılsın? Bir sorun yok inşallah? - Ben de iyiyim şükür. Okulda olmana sevindim. Oraya on dakika uzaklıktayım. Müsaitsen seni göreyim diye düşündüm. Genç kızın zihnine bir sürü soru daha üşüştü. Hâris burada ne yapıyordu ki? Neden gelmişti? Bunları ona karşı karşıya geldiklerinde sormaya karar vererek aceleyle cevapladı. - Müsaitim tabi. Gel sen. - Süper. Görüşürüz o zaman. Telefon hemen kapandığı için "Görüşürüz" bile diyemedi genç kız. Arkadaşlarının yanına döndüğünde suratında ufak bir tebessüm vardı. Hâris'i göreceği için mutluydu. Gelen yalnızca o değil, memleketiydi sanki. Ailesinden bir parçaydı gelen. Hasretini bir nebze olsun yatıştırabilecek o samimiyet kokusunu getirecekti beraberinde. - Hayırdır Sevde, kim aradı, ne dedi de tebessüm ediyorsun? Daha demin Vural hoca yüzünden ağlıyorduk yaa! Adamın çilesini unutmanın yolu neyden geçiyor? "Sevdiklerinizden," deyip gülümsedi genç kız. "Benim müsaadenizle kalkmam gerek. Ziyaretçim var." - Kimmiş o ziyaretçi? - Hâris. Bir kaç kez ismi geçtiğinden, Sevde bahsettiğinden, aşinalardı kızlar bu isme. Yağmursa liseden ötürü zaten tanıyordu genç adamı. Sevde ile liseden beri süregelen dostlukları üniversitede de devam ediyordu. "Aaa Hâris ağabey mi gelmiş?" demişti bu sebeple. Sevde başını sallarken feracesinin üzerine trençkotunu giydi. "Birazdan burada olur. Bekletmeyeyim. Kaçtım ben. Allah'a emanet olun." - Sen de canım. - Sen dee! Sevde kafeden çıkıp kampüsün giriş kapısına yürürken bakışları ıslak beton yoldaydı. Sabah yağmur yağmış, sonra güneş açmıştı. Yerler ve etraf ıslak olsa da güneş pırıl pırıl parlıyor, ışığıyla etrafı çok güzel aydınlatıyordu. Genç kızın en sevdiği havalardan biriydi bu. Hem yağmur hem güneş olanından. Cadde üzerindeki yola çıkıp beklemeye başladı. Bir yandan da etrafa bakınıyordu. Özellikle sağ tarafına döndü ve o yana bakındı çünkü oradan geleceğini tahmin ediyordu ziyaretçisinin. Beş dakika kadar bir süre geçmiş, bu sırada Sevde yola bakarken düşüncelerine dalıp gitmişti. - Gözün yollarda bekliyorsun bakıyorum da, Sevde? Yakınında işittiği ses sebebiyle bir an irkildi ve hafifçe zıpladı. Düşüncelere daldığından, bu kadar yakınına birinin geldiğini fark etmemişti hiç. Yan dönüp genç adamın tebessümlü yüzüne baktı. - Korkuttun beni. Hâris şüpheyle kaşlarını çattı. Ciddileşmişti. - Hayırdır? Bak yoksa mesajlarda beni rahatlatmak için mi o çocuk karşıma çıkmadı, sorun yok falan diyordun? Gerçekten çıkmadı, değil mi? Genç kız bu duyduklarına sinirlenmişti. Biraz parladı karşısındaki delikanlıya. - Ne alakası var ya? Yalan mı söyleyeceğim sana! Gerçekten de karşıma falan çıkmadı. Asıl sana hayırdır, bunun teftişini yapmaya mı geldin buralara kadar? Hâris, "Kızma hemen. Biliyorum, sen yalan söylemezsin. Öyle birden çıkıverdi ağzımdan, sırf endişelendiğim için," deyip arabulucu bir şekilde konuştu. "Gel sana sevdiğin bir tatlıdan ısmarlayayım da gönlünü alayım. Hem kısa bir rapor da alırım neler yapıp ettiğine dair." "İyi fikir!" diye onayladı Sevde, tatlı kelimesini duyar duymaz. Pek düşünmemişti. Düşünse böyle hemen kabul etmezdi çünkü karşısındaki Hâris de olsa sonuçta bir erkekti. Ardından beklemeye başladı ki Hâris hareketlensin ve bir yere doğru yürüsünler, ama yok. İkisi de birbirinden bir ilk adım bekliyordu. Sonunda sabırsızca lafa girdi genç adam. - Hadisene kızım. Buraları sen biliyorsun, nereye gideceksek sen götüreceksin bizi. Ben ısmarlama kısmında aktif olacağım. Rehber sensin. - Haa öyle mi? Baştan söylesene! - E her şeyi de söylemeye gerek yok. Anla biraz. Sevde tatlı bir çıkışmanın ardından bir kaç saniye düşündü. - O zaman seni on dakika uzaklıktaki harika bir yere götüreceğim! Kazandibi yiyeceğiz. - Off kazandibi mi? En sevdiklerimden. Yürümeye başladıklarında bir yandan da konuşmaya devam ettiler. - Kazandibinin böylesini daha önce yememişsindir eminim ki! Hatta öyle güzel ki her hafta tee buraya gelip yemek isteyebilirsin! - Her hafta şehir değiştirmek isteyeceğim kadar iyi diyorsun? -Aynen! - Beklentimi epey yükselttin Sevde. - Olsun, sorun yok. Karşılayacağına inanıyorum. Bir iki dakika sessiz geçtikten sonra genç kız aklına takılan soru sebebiyle yeniden lafa girdi. - Bu arada, yoldan geldin. Gerçi ne zaman geldin bilmiyorum. Sen aç mısın? Direkt tatlı yemeye gidiyoruz ama açsan önce şuradan şavurma alabiliriz. Hâris, Sevde'nin işaret ettiği yere doğru döndü. Yürümek yerine durdu ve küçük bir esnaf lokantası olan mekâna baktı. - Evdeyken öve öve bitiremeyip burada olmadığın bütün süre boyunca 'şavurma yemeyi özledim' diye ağlandığın yer mi burası? - Evet. - O zaman, evet açım. Bi yiyelim bakalım şu şavurmadan. İçinde bağımlılık yapan bir şey falan mı var yoksa cidden lezzzetli mi anlarız şimdi. Sevde gülümsedi. Birlikte lokantanın kapısına doğru yürüyüp içeriye girdiler. Hâris girişteki çalışan gençlere selam verip içeriye doğru ilerlemeye devam etti. Sevde artık çok sık geldiği bu yerdeki bütün çalışanları tanıyordu. Kasada oturan amcayı, yemekleri hazırlayan 3 genç adam ve teyzeyi, garsonluk yapan abi ve ablayı... Uygun bir yere oturdular karşılıklı. Küçük, sıcak, samimi bir aile yeriydi burası zaten. Yanlarına gelen kadına bir şavurma istediklerini söyledi Sevde. Ardından karşısındaki genç adama doğru kısa bir bakış attı. Görüşmeyeli sakallarını uzattığı dikkatini çekti bir anlığına. - Sen aç değil misin, kendine neden söylemedin? - Ben yiyeli çok olmadı. Aç değilim pek. - İyi, hadi bakalım. "Sen ne için gelmiştin İstanbul'a?" diye sordu usulca genç kız. - Bir arkadaşımın düğünü var akşama. Erken geldim, bir iki cami dolaştım. Sonra ne yapayım diye düşünürken seni ziyaret edeyim dedim. - İyi yapmışsın. Bu arada, hayırlı olsun arkadaşına. Huzurlu ve hayırlı bir yuvaları olur inşallah. - Amin, inşallah. - Ee bizimkiler nasıl? - İyiler şükür. Bildiğin gibi. Sen nasılsın asıl? - Ben de iyiyim. Gerçi sen aramadan önce küçük çaplı bir delilik eşiğindeydim. - Neden? "Bir hocamız sağ olsun..." diye lafa başlayan Sevde biraz içini dökmüştü genç adama. Bu konuda ciddi manada sıkıntı yaşıyordu ve üstesinden gelmekte zorlanıyordu. Bu sebeple olacak ki Hâris'in yemeği gelip de genç adam yerken Sevde hâlâ dert yanıyordu. Son parçayı da ağzına atıp çiğnerken, peçeteye uzandı genç adam. Elini ağzını sildi. Ardından ıslaka mendille de sildi ve lokmasını yuttu. Arkasına yaslandı. Karşısındaki genç kızı dikkatle dinlemişti. Biri bir şey anlatıyorsa dinlerdi, kulak verirdi Hâris. O biri değerliyse daha da özen gösterirdi. Sevde'yi anlamıştı ve hak vermişti ama bu durum karşısında yapabilecek bir şeyleri de yoktu ki. Bazı hocalar problemliydi işte. - Seni anlıyorum, yorulmakta ve kızmakta haklısın Sevde. Bununla birlikte, senin de söylediğin gibi, yapabilecek bir şeyin de yok. Bu dersi geçmek için adamın tersliklerine, ödev yüküne, asık suratına, iğrenç sınav sorularına ve tarzına katlanmak zorundasın. Bu noktada sana şunu söyleyebilirim, ne kadar faydası olur bilmiyorum ama şikayet etmemeye çalış. Yani dilini şikayete alıştırma. Çünkü eninde sonunda bu süreci yaşıyorsun, yaşıyor olacaksın. Şikayet etmek fayda sağlamayacağı gibi yalnızca durumu kötüleştirir. Sana huzursuzluk verir, vermeye devam eder. Akışına bırakmaya çalış. Dersle alakalı bir sürecin içinde değilken, o dersi unut mesela. Anma. Başka şeylere odaklan. İyi güzel olan başka şeyleri ön plana koy ve düşün. Bir de kendine bu yola neden çıktığını hatırlatabilirsin. Bu bölümü okuma amacın ne? O amaca sarıl. Çünkü ben biliyorum ki senin amacın bencilce değil. Bir faydan olsun, insanlara katacağın güzellikler olsun, Allah'ın rızası için iyi şeyler yapasın diye çıktın sen bu yola. Bu dersi de o amaca giden yolda karşılaştığın bir yokuş, imtihan olarak düşün. Bir şekilde üstesinden gelmeye ve bu yükü taşırken Allah'ın sana yardım edeceğine inanmayı mı seçeceksin yoksa şikayet etmeyi ve bunun katlanılmaz olduğunu düşünmeyi mi? Karşımdaki cadıyı tanıyan biri olarak ben cevabı biliyorum. Hâris'in cümleleri genç kıza etkili bir hatırlatış olmuştu. Çok iyi gelmişti. Sahi, şikayet derdi artırıyordu. Şükür ve sabır ise kolaylaştırıyordu. Neden son zamanlarda kendisi bu kadar şikayete sarılır olmuştu? Bunu bir an evvel bırakmalıydı. Karşısına çıkan zorluklar birer imtihandı. İnsan hayırlı niyetle bir yola çıktığında elbette sınanacaktı. Ama Allah o niyeti bildiğinden, yardımcı olacaktı. Allah'ın yardımını bilmekten öte, hissetmeye başlamalıydı yeniden. - Teşekkür ederim Hâris. İnsanın bazen anlaşılması ve dışarıdan bir gözle durumun değerlendirilip gerçeklerin hatırlatılması gerekiyor galiba. Şikayet etmeyi bırakmam gerek. Gerçekten de düşününce görüyorum ki son zamanlarda bunu çok yapıyorum. Gaflete düşmüşüm. - Farkına varmak güzel. Gerisi de gelir Allah'ın izniyle. Artık kalkalım mı? - Olur. Toparlanıp kalktılar iki genç. Hesabı ödedi genç kız. Hâris ödemek için ısrar etse de inadı tutmuş, kabul ettirmişti kız. Tatlıcıya doğru yürümeye başladılar. Sevde merakla sordu. - Beğendin mi şavurmayı? - Bayıldım. - Biliyordum! Seveceğini yani. Şavurmayı. Güldü Hâris. "Aferin sana," - Bir şey diyeceğim! Ezana beş dakika var. Seni çok güzel manzarası olan, pek bilinmeyen ve daha önce gitmediğin bir camiye götüreyim mi? Orada namaz kılalım. Tatlıyı sonra yeriz. Birbirlerine yakınlar zaten. - Bana uyar. Hiç fark etmez. Ama sen yurt için falan geçe kalma. - Yok yok kalmam. Zaten yurda erken gitmeyeceğim bugün. Esenler tarafında bir program var bu akşam, kızlarla ona katılacağız. - Uzak değil mi orası buraya? Dönüşte geçe kalırsınız. Gece gece yollarda gezmesenize. - Uzak ama olsun. Bu programı bekliyoruz kaç gündür. Hem üç kişiyiz, bir şey olmaz. - Ben götüreyim sizi o zaman. Zaten Küçükçekmece tarafına gidecektim düğün için. - Yok, zahmet olmasın. Hem kızlar belki istemez. - Zahmet olmaz, bir. Kızlara sormadan direkt reddetme istersen, iki. Siz şimdi aktarmalarla oraya gidene kadar ohoo. Ben arabayla bırakırım. Rahat bir yolculuk yaparsınız. Mesaj at sor arkadaşlarına. - İyi madem, sorarım. Camiye geldiklerinde Sevde derin bir nefes aldı. Burayı seviyordu. Sakindi. Çok insan olmazdı. Bankta iki kadın oturuyor, bahçede bir kaç çocuk oynuyordu, o kadar. Manzaranın göründüğü kısma doğru götürdü genç adamı. Balat ve boğaz, karşılarındaydı işte. Hâris manzaraya bakarken Sevde kısaca bu cami hakkında bildiklerinden bahsetti. Türbe kısmına da baktılar ve orada yatan kişi için dua ettiler. Bahçesinde dolaştılar. "Şuradan manzaraya biraz daha bakayım," deyip yeniden parmaklıklara doğru yaklaştı Hâris. Bu sırada Sevde telefonunda Whatsap'ı açıp Kübra teyzesiyle olan sohbete girdi. Kameraya girdi, genç adamın bir kaç fotoğrafını çekip kadına gönderdi. Bir yandan da yaptığı şey hakkında onu bilgilendirmişti. "Annene fotoğrafını çekip atıyorum," diyerek. Genç adam manzaranın tadını çıkarttığından ötürü sıkıntı etmedi ve üzerinde de durmadı. Ezan sesi semada yankılandığında etraf iyice sessizleşti. Yalnız kuşların cıvıltısı ve çağrı işitiliyordu sanki. İstanbul susmuştu, ezanlar konuşuyordu. Tadını çıkartıp şükrünü ederek dinlediler ezanı. Ardından ezan duasını ettiler içlerinden. - Sen bu semâları ezansız bırakma Allah'ım. Hâris'in farkında olmadan sesli ettiği duaya da amin dedi genç kız. İçeriye girdiler. Sevde üst kata çıkarken Hâris cemaatin yanında yerini aldı. Namazın ardından dua ettiler. Sevde, arkadaşlarına mesaj attı ve dışarıya çıktı. Avluda kendisini bekleyen gencin yanına yürüdü. Sonunda adımları onları tatlıcıya götürdü ve yine karşılıklı oturdular. Bu kez kazandibi bekliyorlardı. Kısa sürede önlerine konmuştu bile tatlıları. Sevde başlamadan evvel, tepkisini görmek için Hâris'in ilk lokmasını yiyişini seyretti. Genç adamın yüzünde bir beğeni ifadesi yakaladığını düşünse de emin olamadı. - Nasıl? Hâris düşünür gibi yaptı. "Yani nasıl desem... Iımmm... Canım tatlı isteyince beni İstanbul'a getirebilecek gibi değil ama canım kazandibi isteyince beni İstanbul'a getirebilecek gibi." Cevaptan memnun bir şekilde önüne döndü ve kendi tatlısını yemeye başladı genç kız. Hâris'in şavurmayı da kazandibini de beğenmesine çok sevinmişti. Sevdiği şeyleri sevdiklerinin de sevmesi, çok mutluluk vericiydi onun için. Az sonra telefonuna mesaj geldi. Kızlar Hârisle gitmek konusunda emin olamamış, yük olmak istememiş, ama problem de olmayacağını söylemişlerdi. Durumu genç adama söylediğinde "O zaman ben sizi götürür, sonra da doğruca yurda bırakırım," demişti itiraz istemez bir şekilde. Öyle de yapmışlardı. Tatlıları yedikten sonra kampüse doğru yürüdüler. Hâris arabayı almaya giderken Sevde arkadaşlarını bekledi. Dört kız bir araya geldiklerinde sohbet ederek Hâris'i beklediler. Sevde'nin aşina olduğu araç önlerinde durduğunda genç kızlar hareketlendi. Üçü arkaya binerken Sevde de arkadaşlarını arkada sıkıştırmak yerine ön tarafa geçti. Yağmur diğer kızlar adına da konuşarak selam verdi bindiğinde. Hâris verilen selamı almış, bunun haricinde ne bakışlarını ne de düşüncelerini arkadaki genç kızlarla muhtap etmemişti. Yolculuk, radyoda okunan Kur'an eşliğinde devam etti. Esenler'e yaklaştıklarında Hâris telefonunu yanındaki genç kıza uzattı. "Sevde, gideceğiniz yerin adresini google maps'den açar mısın?" Sevde isteneni yaptı. Adrese vardıklarında, genç adam salonun önünde indirdi hanımları. Teşekkür edip inen kızlara "Rica ederim," diye cevap verdikten sonra yeniden kendi cadısına döndü. "Yine buradan alırım sizi. Programın sonuna doğru mesaj at, ona göre çıkayım yola." - Tamam. Görüşürüz. Dikkatli git. - Eyvallah. Kızları sağ salim bırakan Hâris, düğün salonuna doğru yol aldı. Şansına trafik de yoktu, uzun sürmemişti varması. Arabayı uygun bir yere park edip torpido gözünden hediyesini aldı ve ceketinin cebine koydu. İnip salona yürüdü. İçeriye girdiğinde tanıdık birilerini bulmak amacıyla etrafa bakınmaya başladı. Birisi birden omzuna sertçe vurduğunda irkilerek ve şaşırarak arkasına döndü. - Vaay, kimler gelmiş! Kardeşim! - Aykut! Kardeşim! İki lise arkadaşı birbirlerine sarıldı sıkıca. Aykut ve ailesi üç yıl önce Tekirdağ'a taşındıklarından ötürü görüşememişlerdi uzun zamandır. Mutlulukla gülümserken bir yandan da şöyle bir süzdüler birbirlerini. Hâris "Maşallah, bu boy ne! Sen otuzuna kadar uzayacaksın herhalde!" diye takıldı arkadaşına. - Bilmem artık! Hadi gel, şuradaki masada oturuyoruz gençlerle. Aykut'u takip eden Hâris bir yandan da arkadaşıyla sohbete devam etti. Ailesinin hâlini hatrını sordu. Şimdi neler yaptığını... Masaya vardıklarında liseden bir iki arkadaşlarıyla daha karşılaşmıştı. Hepsiyle kucaklaşıp selamlaştı. Ardından tanımadığı diğer gençlerle selamlaşıp tanıştı. Onların da düğünü olan bu arkadaşının üniversiteden dostları olduğunu öğrendi. Masada kısa zamanda bir muhabbet dönmeye başladı. Düğünün ilerleyen zamanlarında damat bey masalarına gelmiş ve arkadaşlarına hoş geldiniz demiş, kucaklaşmış, biraz oturup sohbet etmişti. Salon zaten kadın erkek diye ikiye ayrıldığından damat beyin de dostlarıyla harcayacak yeterince zamanı vardı. Masada oturan gençlerin biri evliydi. Diğeri bugün evlenen damat beydi. Biri ise nişanlıydı. Evli ve nişanlı olanlar, bekar olanlara şakasına takıldığında Hâris "Kafamız rahat bizim, siz kendinizi düşünün!" diye yanıtlamıştı onları. Az sonra yeniden ciddileşmişlerdi çünkü Aykut "Abi söylesene, karşındakinin doğru kişi olduğunu nasıl anlıyorsun?" diye bir soru yöneltmişti genç damada. "Yani ne bileyim, bir ömürlük yol bu çıkılan. Düşününce ürkütücü." - Kardeşim senin de dediğin gibi, bir ömürlük bir yola çıkıyor insan. O yüzden kendinize sorun: Ben bu kişiyle bir ömür yaşamak istiyor muyum? Bir ömrü paylaşabilir miyim? Cevap evetse, içinde bir ukte, bir şüphe yoksa tamam işte. - O kadar basit diyorsun? - Kendimce, evet. Damat bey biraz daha gırgır şamatadan sonra diğer misafirleriyle de vakit geçirmek için dostlarının yanından ayrıldı. Gençler kendi aralarında sohbete devam etti. Yarım saat kadar sonra mesaj gelmişti genç adama. Sevde'den olduğunu tahmin ederek hemen bakmıştı. Yanılmamıştı. Masadakilerle vedalaşıp tokalaştı. Aykutla kucaklaştı. - Oğlum arada bi görüşelim be! Birdahaki görüşmemiz senin ya da benim düğünüm olmasın. - Haklısın kardeşim. Görüşelim. Haberleşelim. - Tamamdır. Haydi Allah'a emanet ol. Dikkatli git. - Sen de, eyvallah. Hâris, etrafa bakınıp damat beyi buldu. Yanına gitti ve bu mübarek adımı için onu yeniden tebrik edip hediyesini verdi, vedalaştı. Hanımları almak üzere yola çıktı. Salonun önüne vardığında kızların dışarıda beklemekte olduğunu gördü. Fakat hiçbiri geldiğini fark etmediğinden yavaşça kornaya dokundu. Hepsi aynı anda sesin kaynağına yani arabaya doğru dönmüştü. Sevde önden, kızlar peşinden yürüdüler ve gelirken olduğu gibi üçü arkaya biri öne bindiler. Bu kez hafiften bir ezgi sesi vardı arka planda. Kızların uykusunu getirmişti bu sakinlik ve sessizlik. Yağmur hariç hepsi uyumuştu. Önde oturan Sevde de. Dikkati yolda olduğu için ilkin bunu fark etmeyen genç adam "Arabanın içi serin mi? Biraz klimanın ayarını yükselteyim mi Sevde?" diye sorduğunda cevap alamayınca hazır kırmızı ışıkta durmuşken merakla dönüp yan tarafındaki genç kıza doğru baktı. Uyuyordu. - Ohoo, bizimki çoktan uyumuş. Kendi kendine sessizce konuşan Hâris uzanıp klimanın ayarını biraz yükseltti. Uyuyanın üstüne kar yağar derlerdi, üşümesindi cadısı. Yağmur dışarıyı seyretmeye devam ederken aklından istemsizce o düşünceler geçti yine. Liseden beri ara ara geliyordu ona böyle. Hâris ve Sevde'yi yakıştırıp duruyordu ama bunu hiç dile getirmemişti çünkü arkadaşını rahatsız edebilecek bir durumdu. Yine de kendi kendine düşünmesinde bir sakıncı yoktu sonuçta. Hâris ağabeyi hep daha ilgili ve yumuşaktı Sevde'ye karşı. Gerçekten değer veriyorlardı birbirlerine. Hem çocukluktan beri de tanışıyorlardı. Aşinalardı huylarına sularına. Neden olmasındı ki? Gerçi Sevde böyle bir durumu kolay kolay kabul edecek biri değildi. Neyse, hayal etmesi bedavaydı. |
0% |