Yeni Üyelik
44.
Bölüm

44 • Birdahaki Sefer • Özel Bölüm - 2.Kısım

@sukunettekelimeler

Bazen de sevginin çokluğundan bulamıyoruz yolumuzu. Aklımız başımızdan gidiyor. Heyecan, sevinç ve muhabbetten ötürü kayboluyoruz sevdiklerimize giden yollarda. Eh, en büyük kayboluşlarımız böyle ola...

🍂


bir yıl sonra

Sevde, arkadaşları Yağmur ve Kerime'yi bu haftasonu için evine davet etmişti. Kerime bir gün Sevdelerde, bir gün de Sevdelere yakın bir semtte oturan halasında kalacaktı. Buralara dek gelmişsen sıla-ı rahim yapmak istemişti.

Trenden inmişler, kaldırıma oturmuşlar, Zahid'in onları almaya gelmesini bekliyorlardı. Bir yandan da ortalarında oturan genç kızın elindeki cihazla ilgileniyorlardı.

Yağmur mesaj kutusunda yazanı sesli bir şekilde okudu: "Merhaba Yağmur. Bir şey sorabilir miyim?" Gönderen bir erkekti ve profilinde de aynada çekilmiş bir fotoğraf vardı. Bu neydi şimdi? Tanımıyordu bile genç kız.

Sevde hemen araya girdi.

- Direkt engelle gitsin.

- Ama belki gerçekten bir şey soracaktır.

Kerime'nin fazla safça ve iyi niyetli düşüncesi üzerine Sevde baygınlık geçirecek gibi oldu.

- Saçmalama Kerime. Gerçekten insanca ve önemli bir şey soracak olan kırk yıllık askerlik arkadaşı gibi tanımadığı bir kıza ismiyle hitap etmez. Derdi neyse de direkt yazar. Bir şey sorabilir miyim deyip bırakmaz öyle sohbetin devamı için.

- Sevde haklı, Kerime. Mesela geçen ben şu fotoğrafçı abiye bir şey soracaktım. Selam verdim, rahatsız ettiğim için kusura bakmayın dedim, direkt sordum edit programıyla ilgili sorumu ve bitirdim. Bu kadar basit. Dolandırmaya gerek yok.

- Doğru... Ben biraz safım galiba.

Kızlar gülüştü. "Biraz."

- Ee, abin ne zaman gelir Sevde? Sizin evden burası kaç dakika ki?

- On beş dakikaya burada olur.

Gerçekten de on beş dakika kadar sonra Zahid'in arabası yolun karşısında belirmişti. Sevde hemen kalkıp karşıya koştu.

- Abim geldi!

Zahid iner inmez boynuna sarılmıştı kardeşi. O da miniğine sarıldı. Gözünde hep minikti Sevde'si. Abi kardeş hasret giderdikten sonra Zahid, kızlara hoş geldiniz deyip çantalarını bagaja yerleştirdi ve arabaya bindiler. Eve vardıklarında Elaina onları mutlulukla karşılamıştı. Tabi Yusuf ve Harun da. Sevde eve geldiğinde en çok mutlu olan kişiler Yusuf ve Harundu.

Elaina, misafirlerinin rahat etmeleri için elinden geleni yapmıştı. Önce ellerini yüzlerini yıkayan, abdest alan ve namaz kılan kızlar biraz dinlendikten sonra sofraya geçmişlerdi. Elaina da onlara eşlik etmişti. Kızlar geldiğinde daha rahat olabilmek için Zahid'i ve çovukları önceden yedirmişti.

Kızlar biraz dinlendikten sonra mahallede yürüyüşe çıkmışlardı. Etrafı gezmişler, Sevde'nin çocukluk anılarını dinlemişler ve dönerken de akşam çayın yanında yemek için bakkaldan çekirdek almışlardı. Akşam Yusuf ve Harun da evde olduğundan tam bir şenlik ortamı vardı. Çocuklar onları bolca güldürmüştü.

Kerime "Napıyorsun, nasıl gidiyor hayatın Harun?" diye sorduğunda bilmişçe, bıkkınca ve dertli dertli konuşmuştu küçük çocuk.

- Nasıl gitsin? Hep aynı! Uyuyalım diyorum uyuyoruz, sabah oluyor hemen.

Hepsi çocuğun mimiklerine ve isyanına gülerken Kerime "Hayatım mood on,'' diye not düşmüştü araya. "Çok haklı çocuk!"

 

***

Bugün öğleden sonra Kerime, halasına gitmişti, Yağmur ise evine. Ödevlerini yapıp bitiren Sevde çabucak üzerine bir ferace giydi ve başörtüsü taktı. Kübra hanım akşam çaya çağırmıştı onları. Herkes çoktan gitmiş, Sevde ödevini bitirip de geleceğini söylemiş ve evde kalmıştı.

Kapıyı kilitleyip anahtarı cebine attı ve bir kaç dakika içersinde Kübra hanımların evinin önüne vardı. Genç kız bir nevi hem kendi evlerinde hem bu evde büyüdüğünden, Kübra hanımlara giderken de genelde seke seke giderdi. İkinci bir evdi orası kendisi için. Zile bastı. Karşısında Süheyl bey vardı, o açmıştı kapıyı.

- Süheyl amca! Nasılsın?

- İyiyim güzel kızım. Hoş geldin, gir içeri. Sen nasılsın bakayım?

Koridorda ayaküstü sohbet ettikten sonra Süheyl bey, beylerin oturduğu odaya geçti. Sevde ise içeriye hanımların ve çocukların yanına. Hira ablası ve çocuklar da buradaydı. Hepsine sarıldı. Tam yerine oturmuştu ki Hira'nın oğluşu Emir büyük bir heyecanla kıza doğru koştu.

- Sevde ablaa! Biliyor musun, Hâris dayımı evlendircekler!

Genç kız büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. Ne, ne demek evlendirecekler? Hâris'i? Yok canım! Çocuğun heyecanla verdiği haber genç kızı hiç heyecanlandırmamıştı. Peki kalbi neden böyle atıyordu? Heyecandan değilse neydendi bu çırpınış? Kelimeler insanı bozguna uğratabilr miydi? Çünkü duydukları karşısında sarsıcı bir darbe yemiş de bozguna uğramış gibi hissediyordu. Anlam veremedi. Neler oluyordu?

- Ay oğlum, dayın evlenecek de biz de göreceğiz he? Bu gidişle zor! İkna edemiyoruz ki çocuğu görüşmelere!

Hira'nın söylenmesinden sonra Kübra hanım lafa girdi.

- Ben ikna edeceğim onu. Ne deyip de ikna edeciğimi çok iyi biliyorum. Görüşecek. Kaçışı yok.

Elaina "Kimi düşündünüz? Tanıyor muyuz?" diye sordu sohbete dahil olarak. Sevde her şeyi şok içinde, hayretle, sessizce dinliyordu. Konuşulanları algılasa da aklı burada mıydı emin olamıyordu.

- Fethiye'nin torunu var, adı Fatma. Hanım bir kız. Pek hizmetli. Geçenlerde gittik de bir dakika oturmadı, nasıl hizmet ediyor misafirlere. Namazında niyazında. Sohbeti de hoş. Çok da güzel maşallah. Son sınıfta okuyormuş türkçe öğretmenliğinde...

Kübra hanım kızı överken Elaina merakla sordu. "Fotoğrafı yok mu?"

- Var var, bizimkine gösteririm diye istemiştim Fethiye'den.

Kübra hanım telefonundan bir fotoğraf açtı ve Elaina'ya uzattı. Elaina "Güzel kızmış maşallah," deyince Hira "Güzelliğine diyecek laf yok. Annemin anlattığı gibi huyu da güzelse oh, harika," diye devam etti.

Elaina telefonu yanında oturan Sevde'ye uzattığında genç kız isteksizce aldı telefonu eline. Hiç de bakmak falan istememişti ve öyle bir niyeti yoktu oysaki. Ekrandaki kıza saniyelik bir bakış attıktan sonra gerçekten de çok hoş bir yüzü olduğunu düşündü. Allah özene bözene yaratmıştı resmen. Kıskanılacak bir güzellikti. Zihnine saniyeler içinde kızın görüntüsünü yerleşirken, telefonu ilgisizce bir kenarı bıraktı.

Canı sıkılmıştı. Bunalmış hissediyordu. Enerjisi çekilmiş gibiydi. Oysa buraya gelirken adeta koşarcasına bir hevesle gelmişti. Hâris'in bu kızla veya herhangi bir kızla görüşecek olması ve evlenecek olması fikri neden kendisini bu kadar rahatsız etmişti? Bütün keyfi kaçmıştı.

'Boşver Sevde. Umursama. Sana ne oluyor. Evladı evlenen anne moduna girme!'

Kendisini telkin ettikten sonra boş boş etrafa baktı. Bu konudan hoşlanmamıştı. Odadan kaçacak bir bahane aradı. Hah, Kübra teyzesinin çayı bitmişti! Hemen kalkıp kadının önündeki bardağı aldı.

- Ben daha içmeyeceğim kızım. Bırak dursun bardak. Zahmet etme.

Yok yok, bu odadan çıkıp iki dakika hava almalıydı genç kız.

- Olsun, mutfağa bırakayım.

- Kendine de çay al gitmişken kızım. Muhabbete dalıp unuttuk seni.

- Ben içmeyeceğim zaten Kübra teyze. Sağ ol.

Elindeki bardakla mutfağa yürüdü genç kız. Bardağı akıttı. Makineye koyacaktı ama fikir değiştirip süngere deterjan damlattı ve elinde yıkadı. Durulayıp bulaşıklığa koydu. Gözüne diğer iki bardak çarpınca onları da önüne doğru çekip elinde yıkamaya başladı. Bir yandan eline geçen tabak çanağı yıkarken öte yandan zihnine akın eden düşünceleri savmaya çalışıyordu.

'Aşk olsun Kübra teyze, niye bu kadar güzel kız buluyorsun ki? Sanane Sevde! Bulur kadın! Ama bulmasa keşke. Neden? Can sıkıcı? Neden? Hâris görüşürse ve beğenirse? Olabilir, sonsuza dek bekar mı kalacak bu çocuk? Kalsın, ne var? Sen hayırdır kızım, niye kalsın ki? Kalsın çünkü---Neyse, hem daha çok genç! Niye evde kalmış muamelesi yapıyorlar çocuğa?---'

- Bulaşık makinesini 1850 yılında icat ettiler. Bizim evde de en az şöyle bi kırk yıldır falan var, kullanıyoruz.

Sevde, Hâris'in sesini duyunca iç savaşına ara verdi ve boş bir sandalyeye kendini atarcasına oturan genç adama döndü.

- Yani?

- Yani o bardakları elinde yıkamak yerine makineye koyabilirsin mesela?

- Yok, iki üç bardak işte, yer kaplamasın.

- Şu üst kısım tam da o iki üç bardak için yapılmış aslında.

- Elimde yıkamak istiyorum Hâris, karışmasana!

Sevde aniden çıkışınca Hâris kızın bu tavrına anlam veremedi. Yanlış bir şey mi söylemişti? Bir düşündü de, yoo! Niye atar gider yiyordu peki? Kızın keyfi yerinde değildi demekki.

- Tamam ya, bir şey demedik. Yıka gülüm yıka. İstersen makinedekileri de vereyim hatta onları da yıka.

- İstersem yıkarım!

- Yıkarsın tabi.

Sevde gereksiz yere çıkıştığını fark edince biraz mahçup hissetti ve daha sakin bir şekilde konuştu.

- Sen niye burda duruyorsun, gitsene içeri.

- Gitmem. İçeride başımın etini yediler. Daha fazla kaldıramayacağım. Rahatsız oluyorsan sen git.

- Odana git o zaman. Burada ben duracağım.

- Odamda Mahir eniştem online bir toplantı gerçekleştiriyor. Maalesef.

- Diğer odaya git?

- Orada çocuk uyuyor.

- Balkona çık.

- Hava soğuk.

Sevde tezgahın üzerini toparlarken başka bir seçenek daha düşünmeye çalıştı. Bu sırada Hâris sorgularcasına bir tavırla kaşlarını havaya kaldırıp genç kıza doğru döndü.

- Oda seçenekleri tükendi diye evimden de kovmazsın inşallah. Hem senin neyin var? Hayırdır?

Sevde içten içe kendine kızdı. Kendi evinde, kendi mutfağında çocuğu kovuyor gibi konuşuyordu gerçekten de. Elbeziyle tezgahı da sildi ve arkasına döndü.

- Kusuruma bakma. Sen otur. Ben zaten eve gideceğim galiba.

Cümlesini bitiren genç kız yürümeye yeltenmişti ama Hâris ayağını öne doğru uzatıp yolu kapatarak geçmesine engel oldu.

- Dur dur! Kaçma hemen. Sanki tanımıyorum seni. Ne oldu da canın sıkkın, böyle huysuzlandın?

- Bir şey yok, canım sıkılıyor sadece...

- Kendini mi kandırıyorsun beni mi?

- İkimizi de!

Hâris ayağını az evvel çektiği için Sevde rahatça geçti bu kez ve çabucak mutfaktan çıktı. Genç adam da arkasından bakakaldı. Haydaa, ne oluyordu yine? Dert bir değildi ki! Biri geldi mi hepsi üşüşüyordu maşallah! Evdekilerin evlilik görüşmesi baskıları yetmiyor gibi şimdi de Sevde dert olmuştu içine.

Hâris sıkıntıyla bir nefes vererek arkasına yaslandı. Yorgun hissetti birden. Bu sırada genç kız içeridekilere veda edip ödevlerinin kalanını bahane ederek eve geri döndü.

***

Bütün gece düşünmekten uyuyamamıştı. Ciddi hesaplaşmalar gerçekleşmişti içinde. Duygularını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmıştı. Anladığındaysa anladığı şeye anlam verememiş, garip bir döngüye girmişti. Kendisine karşı dürüst olmaya karar vermişti. Sorular sormuş, dürüstçe cevaplamıştı.

- Hâris'in biriyle görüşmesi ve evlenmesi fikri bana ne hissettirdi?

- Rahatsız ve hoşnutsuz hissettim. Hiç memnun olmadım bunu duyduğuma. Hayal kırıklığı da var galiba. Moralim bozuldu.

- Neden böyle hissettin?

- Bir kızla, hele o güzel kızla görüşüp konuşması, ciddi bir niyetle üstelik, hiç hoş değil!

- Kızı kıskanıyor olabilir misin?

- Yoo! Tamam, belki biraz. Yani mesele o kız değil aslında, herhangi bir kız. Neden Hârisle görüşsün?

- Evlenmek için insanlar bunu yapar çünkü. Çocuk evlenmesin mi? Bekar mı kalsın? Ne istiyorsun?

- Evlenmesin değil tabi... Ama ben bu gerçeği hep gözardı etmişim. Hem daha çok genç. Benden bir kaç yaş büyük. Niye acele ediyorlar? Rahat bıraksınlar çocuğu. Doğru, elbet bir gün evlenecek.

- Öyleyse o günün yakındaki bir gün olmasındaki sorun ne?

- Hâris'in tek muhattap olduğu kişi olmaya alışmışım. Garip geldi belki de. Bana değer verdiğini biliyorum, başkasına da öyle değer vereceği gerçeği biraz... Biraz değil, tamamıyla sinir bozucu. Tamam, dolandırmayacağım. Hâris'in ilgisini, şefkatini, merhametini ve sevgisini kimseyle paylaşmak istemiyorum. Onun yanına kimseyi koyamadım. Bu yüzden sarsıldım Kübra teyzelerin bu girişimi üzere. Onu kaybetmek istemiyorum. Hâris için sadece ben olayım istiyorum. Cadısı da olsa ben olayım. Başka kimseye dönüp bakmasın.

- İnsan neden bunu ister Sevde? Yahut, ne zaman, hangi durumda? Farkında mısın?

- Farkındayım ama farkında olmak ağır geliyor!

Genç kız, o gerçeğin zihninde yankı bulmasına engel olamamıştı. Kalbi böylesine sıkışmışken ve sızlarken nasıl inkar edebilirdi ki? Sevmek böyle bir şey miydi? Aşık olmak insanın karşısına böyle beklenmedik zamanlarda mı çıkardı hep? "Sürpriz, ben buradayım!" diye insanı sarsan bir duygu muydu? Üstelik konu Hâristi! Herkes onları kardeş gibi görüyordu. Sırf beraber büyüdüler diye. Kendisi de bugüne dek öyle olduğunu düşünmüştü. Hâris de öyle. Nasıl bir çıkmaza girmişti yüreği kendisinden habersizce. Böyle çabuk ve birdenbire mi olacaktı fark edişi? Sanıyordu ki insan yavaş yavaş aşık olur, zamanla anlar.

"Ne yapacağım ben şimdi?!" diye söylenmişti kendi kendine. Yüzünü yastığa gömmüştü. Bu gerçekten o duygu muydu? Kendisi mi yanlış anlıyordu acaba? Karıştırıyor olabilir miydi? Sonuçta daha önce hiç aşık olmamıştı! Nereden bilecekti ki? Ama bu hissettiği de daha önce hissetmediği bir şeydi. Yeniden "Ne yapacağım ben şimdi?!" diye mırıldanmış ve içinde biriken onca çığlığa engel olamayarak ağlamaya başlamıştı. Ağlarken de uyuyakalmıştı.

Ertesi sabah Elaina sayesinde uyanabilmişti namaza. Namazı zar zor kılıp yeniden uyumuştu. Elaina, genç kızın hâlini iyi görmeyince hasta mı oluyor acaba diye düşünmüş, kahvaltıya ıhlamur kaynatmıştı. Kahvaltı hazır olunca yeniden uyandırmıştı Sevde'yi. Hep birlikte yemek yerken abisi ve çocuklar sayesinde biraz gülüşmüşlerdi.

Gülerken dahi üzerindeki o ne yapacağını bilmezlik hissini duyumsuyordu genç kız. Sudan çıkmış bir balık gibi hissediyordu kendisini. Tanımadığı ve bilmediği hisler içerisinde, yabancı kaldığı bir memlekette gibiydi.

Kahvaltı sofrasını toparlarken Elaina ablasına yardım etti. Ardından tren saatine yakın telaşa düşmemek için erkenden hazırlandı ve eşyalarını toparladı. Biraz kardeşleriyle vakit geçirdi. Kur'an okudu. Öğlen namazının ardından uzunca dua etti.

Bir ara Elaina ablasına bu hissettiği karmaşadan bahsedip bahsetmemek konusunda çelişki yaşadı. Belki faydası dokunurdu? Belki kendisini daha iyi anlamasına yardımcı olurdu? Ama sonra vazgeçti. Çekindi. Utandı.

Gideceği saatte yakın Kübra hanım gelmişti. Ona kırgın hissediyordu genç kız. Ne diye acele ediyordu da Hâris'e kız bakınıyordu ki? Gerçi, kadının ne suçu vardı. Ne bilsindi ki Sevde'nin kalbindeki gizlenmiş duyguların su yüzüne çıkacağını. Bunları düşünürken kahve yaptı Sevde. Fincanları Kübra teyzesiyle Elaina ablasına uzatıp tepsiyi kenara koydu ve ablasının yanındaki boş yere oturdu.

Kendisine teşekkür edip "Eline sağlık kızım," dedikten sonra Elaina'ya döndü ve heyecanla lafa girdi kadın. "Ay bu arada, sonunda bu sabah allem ettim kulem ettim, bizimkine bu kızcağızla görüşmeyi kabul ettirdim. Zor oldu ama sonunda oldu. Bu hafta bir gün görüşecekler nasipse. Dua edin siz de kız."

"Sonunda kabul etti demek! Hayırlısı olsun Kübra teyze. Hakkında hayırlısıysa zaten olur. Nasibindeki elbet bulur insanı."

"Aynen öyle Ela kızım. Bak, senin nasibin tee hangi memleketlerden buralara gelmekmiş de Rabbim isteyince oluverdi. Dün gibi aklımda o günler. Daha Hârisle Sevde ilkokula gidiyordu o zamanlar. Şimdi evlenecek yaşa geldiler. Hey gidi zaman, hey. Su gibi akıp gidiyor. Ömür dediğin bir göz açıp kapayana dek geçiyor gerçekten. Fani dünya."

İki kadın sohbete devam ederken Sevde usulca kalktı ve odasına gitti. Yatağının ucuna oturup karşısındaki aynada beliren yansımasına baktı uzun uzun. Kendini tuttu. Hayır, ağlamayacaktı. Gözleri dolsa da çabucak kuruladı ve kırpıştırdı bir kaç kez. Demek kabul etmişti Hâris.

Hayal kırıklığı ve hüzün bu kez öfkeye de kapı aralamıştı. Kendi kendine söylendi genç adama.

"Ne meraklıymışsın sen de evlenmeye! Güya inatçı, peh! Bu kadar mıydı iraden, direnişin!"

"Umursama Sevde. Sakin ol. Nasip değilse olmaz hem belki. Bilemezsin.

Ama ya olursa?

Demek nasibi oymuş o zaman.

Ama bunu nasıl kaldıracağım?

Allah taşıyamayacağı yükü vermezmiş."

Kendi kendine konuşurken aradan on beş dakika kadar geçmişti ki duvardaki saate takıldı bakışları. Tren saatine az kalmıştı. Kalkıp abdest tazeledi, feracesini giydi, başörtüsünü yaptı. Tam içeriye geçecekti ki abisi eve gelmişti. Onu istasyona bırakmak için erken gelecekti bugün.

"Hazır mısın fıstık?"

"Hazırım abi."

"İyi, vedalaş da gidelim o zaman."

İçeriye girdi genç kız. Gideceğini haber verdi. Kübra hanım "Ay beş dakika daha bekleyin çocuğum, Hâris de yolcu etmeye gelecekti," deyince yüreği cız etti sanki. Hem hüzünle hem umutla.

Doğru ya, Hâris her seferinde onu yolcu ederdi. Bir kaç kez çok acil işi çıkmıştı o kadar. Alışkanlıklarıydı yıllardır. Kendi ailesi gibi Kübra hanımlar da aile olmuşlardı ona. Onlar da geldiğinde mutlu olur, gittiğinde buruk hisseder, dualarla yolcu ederlerdi genç kızı. Hâris de o anların içinde var olmuştu hep. Bunun değerini ancak şimdi bu kadar açık seçik görebiliyordu. İnsan bazı şeylerin kıymetini çok geç fark edebiliyordu. Basit gelen ama nasıl önemli olan şeyler... Mesela Hâris o kızla olumlu bir görüşme geçirirse, bu iş olursa, evlenirse, artık ilk sıralara koyacağı başkası olacaktı ve belki de bu karenin içine dahil olmayacaktı bundan böyle.

"Geç kalmayalım biz Kübra teyze. Selam söylersiniz ona."

Hemen bulmuştu bahanesini Sevde. Onu görmeden gitmek istiyordu. Onu görürse nasıl yüzüne bakardı bilemiyordu. Ne derdi, nasıl konuşurdu. Sanki her şeyi unutmuştu. Hârisle nasıl konuşulur, ona ne denir, onun olduğu ortamda nasıl bulunulur, yüzüne nasıl bakılır, hepsini... Oysa daha dün akşam mutfakta konuştuğu kişininin ta kendisiydi genç adam. Gece kabullendiği duygular neden her şeyi tepetaklak edivermişti? Ne saçma işti bu böyle!

Evdeki herkesle vedalaşıp helalleşti ve bavulunu taşıyan abisinin peşine bahçeye çıktı. Arabaya bavulu yerleştiren abisi şoför koltuğuna binerken o da hemen yanında yerini aldı. Zahid arabayı çalıştırdığı sırada evden çıkan genç onlara doğru koşarak bir yandan da seslendi.

- Babaa! Bekle ben de geliyorum!

Yusuf'tu bu. Abisine ona doğduğundan itibaren babalık yapınca abi değil baba demeye alışmıştı. Aynı şekilde Elaina'ya da anne diyordu. Arka kapı açıldı ve çocuk arabaya bindi.

- Baba beni Mahir amcamlara bıraksana.

- Hayırdır oğlum?

- Sareyle ders çalışacağız.

- İyi, aferin size. Hira teyzen evde mi?

- O yokmuş ama Mahir amcam evde. Emir de var.

- Tamam, güzelce çalışın.

Zahid arabayı döndürüp yola çıkarken görmeden kaçtığı genci ister istemez aradı Sevde'nin gözleri. Karşı karşıya gelmek istememiş olsa da onu görmeden gitmek de istemiyordu. Ama nafile, ne Hâris vardı ortada ne de bir iz.


🍂


Kaç gündür âdeta boğazında bir düğümle geziyordu. İstanbul'a gelirken yol boyunca iç sesiyle başbaşa kaldığı gibi günlerdir de duygularıyla baş başaydı. Kabullenmişti hemen, zor olmamıştı. Ama yüreğine sızı veren, ruhuna ağırlık yapan bir tarafı da vardı bu kabullenişin. Daha doğrusu, bu duygunun.

Aklı selim bir şekilde bakmaya çalışmıştı meseleye. Madem bu yoğun sevgi hâlini hissediyordu kalbinde, kendisine veya başkalarına kızmaya, suçluluk duymaya gerek yoktu. Çünkü kalpte yeşeren duygular şüphesiz ki Allah tarafından verilmişti insanlara. Yalnızca bu duygularla ne yapacağı, davranışlarını nasıl etkileyeceği önemliydi. Buna dikkat etmeliydi. Rabbi madem bu sevgiyi ona vermişti, bu sevginin omzuna bindirdiği yükleri taşımasına da yardım ederdi. Emindi. Şayet bu bir imtihansa, bu imtihanı O'nu razı edecek şekilde atlatmaya çabalayacaktı. Nedenler nasıllar ile sonu itiraza varan kapılar aralamaya gerek yoktu.

"Üzülsem de, kırılsam da, yorulsam da, canım da yansa bu benim imtihanım ve onu bir Müslümana yakışır şekilde kaldırmaya çalışacağım. Allah benimle," diyordu. Dualar ediyordu bolca. Hatta fark etmişti ki bu imtihan onu Rabbiyle daha da yakınlaştırmıştı. Rabbine daha çok dua eder, O'nun kapısını daha çok çalar olmuştu.

Fakat engel olamadığı şeyler de vardı. Hâris'in o görüşmeyi gerçekleştirip gerçekleştirmediğini, sonucunun olumlu olup olmadığını merak etmek gibi. Olmadık zamanlarda olmadık şeyler yüzünden bile genç adamla alakalı bir anısını hatırlamak gibi. Onu çok özlemek gibi.

Genç adamdan zihnini uzaklaştırabilmek için kendisini yoğun tutuyordu. Sürekli bir şeylerle uğraşıyor, kitaplar okuyor, ders çalışıyordu. Sohbetler de dinleyip içini ferahlatıp kendisini mânen güçlendiriyordu.

Yine de gün içinde çok sık olmasa da akşamları ve geceleri başını yastığa koyduğunda aklını kurcalayan o sorunun artık cevaplanmasını istiyordu. Gel gör ki kimseye soracak cesareti kendisinde bulamıyordu. Mantıken, sorsa kimse yanlış anlamaz, merak ettiğini düşünürlerdi gayet doğal olarak. Sonuçta şimdiye dek birbirlerinden hep haberdarlardı. Ama Sevde alacağı cevaptan korktuğundan ötürü hâlâ sormamıştı. Üç hafta olmuştu. Acaba görüşmüş, sonra bir daha yeniden görüşmüş falan olabilirler miydi bu üç haftada?

Saat gece üç buçuk civarıydı. Teheccüde kalkmışlardı ve şimdi yine aklına bu düşmüştü öyle mi? Ah ah. Sağ tarafına döndü. Uyumaya çalıştı.

Odanın kapısı birden açıldı. Sert bir açılış olunca gözlerini araladı genç kız. Az önce telefonu çalınca konuşmak için dışarıya çıkan Kerime'ydi bu, sesinden anlamıştı hemen. "Abi sen ne diyorsun!" diye bir afallamışlık içerisindeydi arkadaşı. Sesi yüksek, ağlamaklı ve hayretliydi. Bir şey olmuştu belli ki. Sevde hemen ayağa kalkıp mimikleri şekilden şekle giren ve kirpikleri titremeye başlayan arkadaşının yanına yürüdü. Ne olduğunu anlamasa da hayırlı bir haber olmadığını seziyordu. İki arkadaş odanın ortasında dikiliyordu. Kerime'nin dikkati telefondaydı.

"Abi ne zaman? / Bana niye söylemediniz! / Tamam abi..."

Kerime telefonu yatağın üzerine attı ve gözyaşları yanaklarına doğru hızla süzülmeye başladı. Kendisi de yatağa oturup iki büklüm oldu, yüzünü yorgana gömdü.

-Kerime iyi misin? Ne oluyor?

- Dedem, dedem!

Genç kız dedem diye sayıklayarak ağlamaya başlamıştı. Onun ağladığını işiten Yağmur da lavabodan çıkar çıkmaz yanına koştu. Kerime'ye su vermişler, bileklerine kolonya sürmüşler, destek olmak isteyerek sarılmışlardı. Uzun zaman sonra kendisine yavaş yavaş gelebilen Kerime, dedesinin vefat ettiğini zar zor söyleyebilmişti.

"Ben en son eve gittiğimizde onu görmeden gelmiştim buraya. Birdahaki gelişimde nasılsa görürüm demiştim. Vedalaşmamıştım. Keşke görseydim. İki sokak ötedeki evine uğramak zor mu gelmişti? Aptalım ben. Uzun uzun sarılsaydım ona keşke. Birdahaki sefer diye bir şey olamayabileceğini bilemiyor insan. Dedem... Canım dedem. Nasıl gittin beni bırakıp?"

O gün teheccüdden sonra üç kız da uyuyamamıştı tekrar. Zaten Kerime'nin kendine gelmesi saatler sürmüştü.

Bir süre içini dökmüştü Kerime. "Sevdiklerinize sıkıca sarılın. Ben artık öyle yapacağım. Temas edeceğim. Maddi manevi temas edeceğim. Sevdiklerimi gerçekten seveceğim. İhmâl etmeden. Söyleyeceğim onlara bu sevgiyi. Dile getireceğim sıkça. Ben dedeme bir kere bile onu sevdiğimi sözlere dökerek söylememiştim. Ama keşke söyleseydim. Keşke dememek için çabalayacağım artık. Hayat kısa, ölüm var. Ölümün bize ne zaman geleceğini bilmiyoruz. Ölüm var. Ansızın. Hayat mottomuzu "her an ölebilirim" yapmamız lazımmış aslında."

Sonrasında abdest alıp Kur'an okumuşlardı birlikte. Ardından saat 8'de zorla kahvaltıya götürüp iki lokma da olsa bir şeyler yedirmişlerdi arkadaşlarına. Dokuz gibi de abisi gelip almıştı Kerime'yi.

Bazı günler, güneş bazılarımızın üstüne doğmayabiliyordu. Bazı görüşler son görüş oluyor ve insan bundan bihaber bir şekilde yaşıyordu. Son olacağını fark etmeden, tahmin etmeden, düşünmeden. Ölüm ve ayrılık gerçeklerini unutarak yaşıyordu insanoğlu. Bugün arkadaşının sözleri sayesinde çok iyi bir şekilde fark etmişti bunu Sevde. Hemen internete girdi ve memleketine bir bilet aldı. Bu hafta gitmeyi planlamamıştı aslında ama şimdi işler değişmişti. Bazı fark edişler insanı, kararlarını, huylarını, düşüncelerini ve yaşantısını değiştirebiliyordu. Sevdiklerini görmek için bir kaç hafta daha beklemesine gerek yoktu.


Loading...
0%