Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45 • Beni Ölsen Unutma • Özel Bölüm - 3.Kısım

@sukunettekelimeler

Sen gidince gönlüm karışıyor. Sen varken de aklım. Nasıl bu kadar şaşar afallar insan, seninle bildim.

🍂


Evdekilere gerçek bir sürpriz olmuştu Sevde'nin habersiz gelişi. Üstelik bir kaç gün de devamsızlık yapıp fazladan durmaya karar vermişti genç kız. Daha bir özenle davranıyordu herkese. Sürekli öpüyor, sarılıyor, güzel sözler ediyor, isteklerini yapıyor ve işlerine yardımcı oluyordu. Harun'un canı çikolatalı kurabiye isteyince hemen yapmıştı mesela. Eskiden biraz nazlanır, çok üşenirse yapmazdı hatta.

Şimdi çocuklar dışarıda oynamaya çıkmıştı. Abisi ve Elaina işteydi. O da sıkılınca cesaretini toplayıp Kübra hanımlara gitmeye karar vermişti. Hem gündüz nasılsa Hâris evde yoktur diye düşünmüştü. Olsa da eninde sonunda yüzleşmesi gerekecekti. Düşündüğü gibi evde yoktu genç adam. Yalnız Kübra hanım vardı. Onun da evi sildiği vakte denk gelmişti.

"Sen biraz dinlen, ben silerim kalanını. Hadi," diye teklif etmiş, itirazlara rağmen ikna etmişti kadını.

- İyi madem. Sen silerken ben bir duş alayım yavrum. Terledim iş yaparken. Sonra birer kahve içeriz. Allah razı olsun senden. Yorulmuştum vallahi.

Artık yaşlanmıştı, yoruluyordu kadın. Torun torba sahibi olmuştu. En küçük evladı bile büyümüş, mezun olmuş da çalışıyordu. Daha ne olsundu?

Sevde, mutfağı, misafir odasını ve koridordu sildikten sonra geriye kalan son odaya girdi. Hâris'in odasına. Derli topluydu etraf. Zaten genç adam dağınıklığı pek sevmezdi. Köşede bir yatak, karşıda çalışma masası ve kitaplık, yanda da kıyafet dolabı vardı. Ha bir de tavanda asılı olan boks torbası. On yaşındayken aldırmıştı bunu babasına, hâlâ duruyordu. Bir keresinde Sevde elini acıtmıştı buna vurayım derken. Hâris de hemen korkmuştu kıza bir şey oldu diye. Aklına gelince güldü.

Halının kaplayamadığı yerleri viladayla sildikten sonra kitaplığın önünde durdu genç kız. Alışkanlığıydı, nerede bir kitaplık görse incelemeden edemezdi. Eh bu kitaplığa da aşinaydı, ilk karıştırışı değildi. Ama bakalım göz atmayalı hangi yeni kitaplar eklenmişti? Belki ilgisini çeken olursa okumak için alırdı.

Bakışlarını da parmaklarını da kitaplarda gezdirdi. Ortadaki rafta dikkatini çeken ince çocuk kitabını hemen çıkarıp eline aldı. Sekiz dokuz yaşlarındayken Hâris'e hediye almıştı bu kitabı, çok iyi hatırlıyordu.

Ayakta durmaktan yorulmuştu. Genç adamın yatağına oturdu ve kitabı açtı. İlk sayfada tarih ve küçük bir not olduğunu görünce şaşırdı. Not yazdığını hatırlamıyordu. Merakla okudu.

- İnşallah bunu beyenerek okursun Hâris. Senin için seçdim. Fotorafları da çok güzelmiş. Bilikte bakarız tamam mı? Beni hiç unutma. Seni seviyoyum. İyi ki arkadaşıs. Ama bazen gıcık oluyom sana. Lütfen haylaz olma.

Yazım hatalarına mı gülse, yazdığı nota mı bilemedi ama kendini tutamayıp kahkahalarla gülmeye başladı genç kız. "Ben de az değilmişim haa, hediyeye böyle not yazılır mı?" diye kendisini payladıktan sonra gülerek yine son cümleleri tekrar etti. "Ama bazen gıcık oluyom sana. Lütfen haylaz olma. Hahahah!"

Tebessümle elindeki kitaba bakıyordu. Aklına birden bir fikir düştü. Çalışma masasının üzerindeki kalemlerden ve postitlerden birini alıp yıllar önce yazdığı notun altına yeni bir not bıraktı. Önce tarih attı.

- Değerli Hâris, ilk arkadaşım. İnsan sevinçlerini, hüzünlerini, çocukluğunu ve ömrünü paylaştığı kişilerin kıymetini büyüyünce daha iyi fark ediyormuş. Sen her daim başucumda, yanımda, benim için oracıkta duran bir dost, hatta çok daha ötesi oldun. Diyebilirim ki, çocukluğumun ve gençliğimin ta kendisi oldun. Haylazlıklarına rağmen! :) Teşekkür ederim Hâris. Yıllar sonra bugün yeniden senin için iyi ki diyorum. İyi ki varsın.

Bu kadarla bıraktı Sevde. Hem postitte yer kalmamıştı hem de bu gidişle küçük bir not dediği şey mektuba dönüşüp içindeki her şeyi ortaya seren bir itirafnameye dönüşecekti. Bir an notu geri alıp almamayı düşündü. Abartı olur muydu ki bu yazdıkları? Doğru muydu bu yaptığı? Aklına Kerime'nin acı içinde ağlarken söyledikleri düştü. Hayattan aldığı o dersi unutmamıştı henüz genç kız. Kötü bir şey yapmamıştı ki. Sevdiğin insanlara bunu ifade etmek yahut belli etmek neden yanlış olsundu. Notu burada bırakmaya karar verdi, bir gün sahibine ulaşacaktı. Muhtemelen hemen görmezdi Hâris, kim bilir belki aylar yıllar sonra dikkatini çekerdi ama olsundu. İçinde kalmamıştı en azından.

Son kez küçükken yazdığı notu okuyup yeniden sesli bir şekilde güldü.

- Bu kadar komik ne var o kitapta, merak ettim.

Hâris'in sesini duyunca birden irkildi ve yan döndü, kapıya doğru. Genç adam odasının kapısında dikiliyordu. Bir omzunu kapıya yaslamıştı ve kıza bakıyordu mütebessüm bir şekilde.

- Sen ne zaman geldin?

- Şimdi geldim. Senin burada olduğunu bilmiyordum. Geldiğini yani. Birden odamda görünce şaşırdım takdir edersin ki. Hem çok ayıp, başkasının odasına izinsiz girilir mi hiç? Senden beklemezdim.

Sevde kalkıp sandalyeyi düzeltti, çalışma masasına doğru itti ve elindeki kitabı kapattı.

- Sen kendini başkası olarak görüyorsan doğru tabi... Haklısın. Ama en son hatırladığım kadarıyla bu odanın sahibi bana 'istediğin zaman istediğin kitabımı alabilirsin, ben olmasam bile' diye izin vermişti.

- Hadi yaa? Düşününce mümkün geldi. O zaman affedildin. Ayıplamamı geri alıyorum.

Hâris'in keyfi epey yerinde görünüyordu. Bunun arkasındaki sebebi merak etti genç kız. Aklına birden yine o saçma düşünceler geldi. Acaba bu neşe o görüşmeyle ilişkili olabilir miydi? Sahi, hâlâ öğrenememişti o konuda neler olduğunu.

"Neşen yerinde?" diye sorarcasına bir yorum bıraktı genç adamla aralarına Sevde.

- Olmasın mı?

- Olsun tabi. Öyle merak ettim sadece sebebini.

Hâris gözlerini hafiften kıstı ve bir anlığına kıza çevirdi. Suratında oyunbaz ve samimi bir eda vardı. "Odamda haylaz bi fındık faresi yakaladım da."

Göz göze geldiklerinde kalbinin patpat çarpışını daha net hisseder oldu Sevde. Üstelik gencin söylediği cümle saçma bir şekilde hoşuna gitmişti. İçini sıcacık etmişti. Gülesi gelse de donakalmıştı içi. Çünkü sevdiğinin etkisi altındaydı ve bu duyguya henüz alışamamıştı.

Hem, boş boş konuşmak yerine odadan neden çıkmamıştı ki şimdiye dek! Çocuk da kendi odasının kapısında dikilip kalmıştı. Bu fark edişle birlikte elindeki kitabı çabucak masanın üzerine koydu. Tam çıkacakti ki Hâris'in cümlesi ona engel oldu. Sesini inceltmiş, taklit yapar gibi konuşmuştu.

- İyi ki arkadaşıs. Ama bazen gıcık oluyom sana. Lütfen haylaz olma Hâris.

Sevde ister istemez durdu. Zaten geçmesi için beyefendinin kapının önünden çekilmesi ve yol vermesi lazımdı. Kendisine engel olamadan bu taklide gülümsedi.

- Nasıl hatırladın? Ben bile bu kitaba not yazdığımı unutmuşum.

- Geçenlerde elime geçmişti, öyle bir bakındım. Notunu okuyunca da epey güldüm. Aklımda kalmış.

"Hıı," diye mırıldandıktan sonra çekinerek etrafa bakındı genç kız. Vilada kovası dikkatini çekti. Tamamen unutmuştu temizlik işini. Uzanıp aldı kovayı. Şimdi bir de Hâristen utanmaya başlamıştı iyi mi? Bir an evvel odadan çıksa iyi olacaktı. Tabi dağlar geçit verirse!

- Çekilsene kapıdan.

"Pardon," deyip ancak fark edebildi genç adam, kızın geçmesine engel teşkil ettiğini. Kenara çekildi ve yol verdi. Sevde, kovayı banyoya koyup içeriye geçti. Genç adam da odasına girip yatağına oturdu.

Kübra hanım bu sırada kendi odasında saçlarını tarıyordu. Sonunda ördüğü saçlarının üzerine bir tülbent takıp içeriye geçti ve Sevde'ye yeniden teşekkür etti.

- Şimdi bi kahve içeriz dimi?

- İçeriz. Ben hemen yapayım.

- Ben yaparım kızım.

Bunun ben yaparım tartışmasına dönmemesi için "Tamam, beraber yapalım," dedi Sevde.

Birlikte mutfağa geçtiler. Bu sırada arka odalardan takırtı tukurtu sesi gelince Kübra hanım anlam veremedi ve endişelendi. Evde yalnızca kendileri var sanıyordu.

"Hâris geldi, odur," diye bir açıklama yaptı Sevde.

- Aa hiç duymadım. Niye erken gelmiş ki?

- Bilmem.

Kahveler hazır olurken "Ne yapıyor bu çocuk takır tukur?" diye söylendi Kübra hanım. "Delirtiyor beni bu aralar."

- Niye ki?

- Öyle, kızgınım ona. Her yaptığı batıyor.

"Dediklerini duyuyorum anne!" diye seslenişi geldi genç adamın, odadan. İstemsizce güldü Sevde.

- Aman duyarsan duy!

Kübra hanım Sevde'ye dert yanmaya devam etti.

- Görüşmeye gitti ya bu, Fatma ile. Ne güzel geçmiş, bi sıkıntı olmamış. Kız olumlu bakmış. Ama bizimki gül gibi kızı beğenemedi! Neymiş efendim, hayal edince bir ömür yanına koyamamış. Fazla annesine düşkün gelmiş. O öyle biriyle yapamazmış. Ayrıca rahat hissedememiş kendisini. İlk görüşmede nasıl rahat hissedeceksin acaba? Allah'ım ya! Dayaklık bu. Onun yüzünden yattı bu iş.

Kübra hanım susunca Hâris'in seslenişi yeniden duyuldu.

- Dedikodu çok günah anne!

- Dedikodu değil bu! Oğlum hakkında konuşuyorum, o da maşallah duyuyor zaten her kelimemi!

Öğrendikleri sayesinde Sevde'nin neşesine neşe eklenmişti. Kalkıp göbek atabilirdi, o kadar enerjikti şuan. Omuzlarından kocaman bir yük kalkmıştı. Rahatlamıştı. "Canımsın Hâris!" diye geçirdi içinden, sevinçle. Dışındansa bunu belli etmemeye çalıştı. Kadınla dertleşiyor gibi olgun bir tavırla söze girdi.

- Her şey nasip Kübra teyzeciğim. Demekki oğlun ısınamamış. Neden kızıyorsun ki? Onun da görüşlerini dikkate almanız gerek. Evlenecek olan o. Hem, hayırlı olsa zaten bir şekilde olurdu. Ebuzer abim nasıl onca yıl durdu durdu da sonra Sümeyye ablamla görüşünce tutuldu kaldı. Üstüne gitmeyin çocuğun, hem daha gencecik. Niye acele ediyorsunuz? Vakti gelince olur.

Hâris aniden mutfakta belirmişti.

- Bak ne güzel konuştu ya! Ağzından bal damlıyor! Sen varya sen bir tanesin Sevde! Helal olsun sana. Sonunda beni anlayan biri çıktı, çok şükür!

Konuşurken bir yandan da su aldı ve boş bir sandalyeye geçip oturdu. Besmele çekip içti.

"Hemen de şımarır!" diye söylendi Kübra hanım. Gülümsedi Sevde. Az önce kendisine 'sen bir tanesin' demişti o değil mi? Alıp bu üç sözcüğü kalbinin en kıymetli köşesine koydu.

Suyunu bitiren genç adam kalktı ve annesinin yanağından bir tane öpüp onu rahatlattıktan sonra yeniden odasına kaçtı. "Korkma annem, söz, Ebuzer abim gibi otuzlara merdiven dayamayacağım. Ama şuan erken. Anlıyorsun beni, dimi?"

 

🍂


İki ay sonra

Bu bayramı hep birlikte köyde geçirmeye karar vermişlerdi. Süheyl beyler, Zahid, Ebuzer, Mahir, Nihal ve aileleri. Hatta hanımların haberi yoktu ama Engin ve İlyas da bayramın ikinci günü ailelerini alıp Süheyl beylerin köyüne gidecek, birbirlerini özleyen hanımlarını bir araya getirip sürpriz yapacak, kendileri de birbirlerini özlemiş arkadaşlar olarak bir araya gelmiş olacaklardı.

Süheyl beyler, Zahid, Ebuzer ve Mahir'in aileleri bayramdan üç gün önce köye gitmişler, doğa içinde ne kadar kalabilirlerse kâr olduğunu düşünmüşlerdi. Nihaller ise bayramın ilk günü gideceklerdi. Sevde'nin arefe gününden hemen önceki akşamüstü sınavı olduğundan ve ancak arefe gününe bir bilet bulduğundan ötürü abisiyle birlikte gidememişti. Zahid telefonda ona "Seni ve Yusuf'u Hâris getirecek arefe günü," demişti.

Yusuf köyü pek sevmiyordu. Bu sebeple de üç gün evvel gitmek istememişti. Hâris "Biz iki delikanlı kalırız birlikte, sonra Sevde gelince onu da alır geliriz," deyip çocuğun gönlünü yapmıştı.

Telefonunu çıkartıp rehbere girdi ve Hâris'in ismini kolaylıkla bulup aradı. İnmesine az kalmıştı ve Hâris "inmeden yirmi dakika önce beni ara, seni almaya geleceğim," diye tembihlemişti genç kızı. Yaklaştığını haber verdikten sonra Allah'a emanet etti sevdiğini, kapattı telefonu.

Yolculuğun kalanında salavat dinledi, ardından tren durunca indi ve valizini sürükleyerek çıkışa yürüdü. Merdivenlerin başına vardığında o tanıdık simayı buluverdi hemen gözleri, orada olduğunu biliyormuş gibi.

- Hoş geldin Sevde.

- Hoş buldum, selamün aleyküm.

- Aleyküm selam.

Selamı alırken bir yandan da kızın sürüklediği bavula uzandı Hâris. Sevde teşekkür ettikten sonra yanında yürümeye başladığı gence çevirdi bakışlarını istemsizce. Özlemişti onu. Fakat bir kaç saniyeden uzun bakamadı yüzüne. Onun da bakışları yoldaydı zaten.

Ne garipti yahu, hasret duyduğu bu adama saatlerce oturup bakmak geliyordu içinden ama bir saniyeden uzun değememişti bile bakışları yüzüne.

- Nasıl geçti yolculuğun?

- İyiydi çok şükür.

- Karnın aç mı?

- Pek sayılmaz.

- Yusufla ben açız valla. Yemek yeriz hep beraber, öyle yola çıkarız.

Arabanın yanına gelmişlerdi. Hâris bavulu bagaja yerleştirip kapağını kapattı ve şoför tarafına yürüdü.

- Tamam, ben eve gidince bir şeyler hazırlarım.

- Yok yok, sen bizi zehirlersin şimdi.

Genç kız şaşkınlıkla dönüp baktı Hâris'e. Genç adamın güldüğünü fark etti. Şaka yaptığını bildiği için yalnızca hafif sitemli bir sesle "Hâris!" diye ismini söyledi ve uyardı onu.

- Tamam ya, sana da takılmaya gelmiyor artık. Sen zahmet etme diye dedim ben. Hem yoldan geldin. Şimdi şuradan alırım bir şeyler. Yolculuk öncesi bulaşık çıkartmaya da gerek yok.

- İyi madem.

Dedikleri gibi yol üzerinden bir şeyler almıştı Hâris. Eve vardıklarında kendi evine değil Kübra teyzesigillerin evine geçmişlerdi. Yusuf oradaydı. Ablasını görünce kalkıp sarıldı ve Sevde'nin öpücüklerine maruz kaldı. Artık biraz büyüdüğünden ötürü öpülmekten pek hoşlanmasa da ablasına bir şey diyemiyordu. yalan yere naz yapmaktan geri durmuyordu tabi.

Yemek yerken bir yandan da muhabbet ettiler.

"Nasıl geçti bakalım birlikte üç gününüz?" diye sordu Sevde.

- Gayet iyiydi. Hâris abimle kafa dinledik. Bu adam bir kral.

Yusuf'un pohpohlaması üzerine Hâris güldü. Sevde de tebessüm etti.

- Sevindim öyleyse.

Yusuf biraz daha çene çaldı ve ortama neşe kattı. Yemeklerini yedikten sonra Sevde "Yola yarım saat sonra çıksak olur mu?" diye sordu genç adama.

- Olur tabi de, hayırdır?

- Hazır buradayken evde rahat rahat duş alamak istiyorum. Köy kalabalık olacak şimdi. Hem sıcak su için sobayla falan uğraşmak istemiyorum.

Anladığını belirtircesine başını salladı Hâris. "Tamam, mantıklı. Yusuf, sen de ablanla git o zaman. Tek kalmasın evde. Hazır olunca gelirsiniz, ben buradayım."

Genç adamın dediği gibi yaptılar ve en son hepsi hazır olduktan sonra besmele çekip yola koyuldular.

 

🍂


Trafikte, sıcak havada yavaş yavaş ilerliyorlardı ve genç kız çok bunalmıştı. Tam bayram öncesi olduğundan herkes bir yerlere gidiyordu ve yol kalabalıktı. Ön koltukta oturan Yusuf çoktan uyumuştu. Sevde ise tam ortada oturuyor, ön camdan yolu seyrediyordu.

Radyoda Efendimizin (sav) ve sahabenin anılarından bahsediyordu ve bazı rivayetleri anlatıyordu. Şükür ki bunları dinlemek can sıkıntısını gideriyordu ve başta direksiyon sallamakta olan genç olmak üzere hepsine sabır veriyordu.

Trafik iyice yavaşlamıştı. Araçların ortasında, şeritlerin arasında dikilmiş, simit geçirilmiş bir çubuğu omzunda tutan, diğer eliyle de su dolu bir torba taşıyan belki otuzlarının başında bir adam vardı. Su ve simit alan olur diye bekliyordu sıcağın altında, trafiğin içinde.

Sevde adamı görünce düşüncelere daldı. Helalinden bu sıcakta para kazanmaya çalışmasına hoşnut olsa da çektiği zahmeti ve durumunu görünce üzülmüştü. İçine dokunmuştu.

Hep içine dokunurdu böyle insanlar. Dünyadan pek bir şey almamış insanlar... Ekmeğini taştan çıkaran, alın teri döken, rızkı Rabbinden bilen ve peşinden koşan insanlar.

Hâris'in önüne yani yola bakmadığını ve Yusuf'un uyuduğu yolcu koltuğu tarafına doğru hareketlendiğini fark edince bir an şaşırdı genç kız. Ardından saniyeler içinde duyduğu ufak endişe kayboldu. Belli ki araba durmuştu. Zaten yavaş ilerlediklerinden ötürü durduğunu fark etmemişti. Hâris torpido gözüne uzanıp cüzdanını çıkardı ve şimdi arabalarının yanında duran satıcı adama para uzattı. Üç su, üç de simit aldı. Simitin ve suyun birini arkada oturan Sevde'ye uzattıktan sonra elinde kalan poşeti uyuyan Yusuf'un kucağına bıraktı.

Torpido gözünün üstünde duran, gündüz Sevde onu ilk gördüğünde başına taktığı şapkasını aldı ve satıcı adama uzattı. Adam önce teşekkür edip istemese de Hâris güneşin altında böyle durmaması gerektiği konusunda ısrar edip adam şapkayı takana dek arabayı tekrar çalıştırmaya yanaşmadı. Sonunda adam ikna oldu ve şapkayı takıp biraz olsun güneşten korunurken Hâris ona hayırlı kazançlar diledi.

Araba yeniden ilerlerken genç adamın yaptığı bu incelik, arkada oturan Sevde'nin kalbini sıcacık etmişti. İşte, onun sevdiği adam böyle birisiydi. Merhameti herkese yakıştırsa da sevdiğine bir başka yakıştırdı ve gözleri doldu. Yüzünde tebessüm belirmiş, gözleri ise yaşlarla nemlenmişti. Tezatlığa aldırmadı. Şükretti. Evet, yüreğine sevda diye düşen kişi Hâris olduğu için şükretti. Ve bir dua bıraktı semalara, içinden.

"Allah'ım, madem kalbime böyle güzel bir insanın sevgisini koydun, beni bu sevgiyle nimetlendir, imtihan eyleme. Sen hayırlısını bilirsin, bununla birlikte, ben Hâris kulunu çok seviyorum. Eğer hakkımızda hayırlı olacak, bizim ahiretimize zarar vermeyecek, senin yolunda yürümemizi güzelleştirecekse, bize birliktelik nasip et. Ahiretimizi de dünyamızı da zarara uğratacaksa, onunla helal dairede birlikte olmak bana nasip olmayacaksa da sabrını ver, beni sevginle ve merhametinle kuşat. Ayrı da olsak senin yolunda, hak üzere olalım. Amin."

 

🍂


Bayram neşe içinde geçmişti. Hele de hep birlikte toplanıldığında ve özleyenler birbirine kavuştuğunda herkesin keyfine diyecek yoktu. Şükürler edilmiş, cemaatle namazlar kılınmış, piknik yapılmıştı. Sevde kendisinden küçük çocuklara ablalık yapmış, onlara oyunlar oynatmıştı. Baloncuklar üflemişler, yakan top oynamışlar, çamurdan kaleler, tencereler, tabaklar yapmışlardı. Bitkilerden yemekler, çamurlu sudan kahveler... Çocuklarla vakit geçirmek ona iyi gelmişti. onların masumluğu genç kızın yüreğine huzur ve umut katıyordu. Tabi gün sonuna doğru epey yorulmuş, taburelerde oturan hanımların yanına gidip boş yer bulamayınca kendini çimlerin üzerine bırakmış, uzanıvermişti oracığa.

"Ayy çok yoruldum," diye mırıldandığında kadınların bir kaçı hemen "Eee çocuklarla uğraşmak kolay mı? Sen bir günde yoruldun, anneler her gün bakıyor," muhabbetine girmişlerdi. Az sonra çekirdekler de geldi. Bir yandan sohbet edip bir yandan da çekirdek çitlemeye başladılar.

Kuşlar cıvıldıyor, hafif bir rüzgar esiyor, güneş parıldıyor, doğa huzur veriyordu insana. Eh, ortam ve insanlara zaten diyecek yoktu. Kadınlar burada koyu bir muhabbet içindeyken beyler de çardağın orada çimlere oturmuş, manzaraya karşı çay içiyordu. Şükretti Sevde. İçinde bulunduğu bu ânın da tığkı şimdiye dek içinde bulunduğu bir çok ân gibi şükredilecek bir nimet olduğunun farkındaydı. Burada sevdikleri olduğu için, Rabbi onun ömrüne güzel insanlar kattığı için şükretti. Onları görebildiği, işitebildiği için... Çiçek kokularını soluyabildiği, parmakları çimlere dokunabildiği için. Şuracıkta oturabilecek sağlığı, toprağa basacak ayakları, çocukların başlarını okşamak üzere uzatabildiği kolları ve elleri olduğu için. Şükredecek şeyleri olduğunun farkında olduğu için şükretti ardından.

Aradan yarım saat kadar geçmişti ki dikkatinin Hira ablasında olduğu bir esnada Kübra teyzesinin sözcükleri kulağına ilişti. Hira ablasının anlattıkları boşukta kaybolur gibi arka plana çekildi ve o bir kaç cümle yankılandı genç kızın beyninde.

"Hâris yurt dışından bir teklif almıştı Merveciğim. Onu değerlendirdi. En az altı aylığına Amerika'ya gitme ihtimali var."

Doğru duyup duymadığına emin olamayarak Kübra teyzesine çevirdi bakışlarını. Kadına verdi bütün dikkatini. Öte yandan, zihnine bir balyozla vurulmuş gibiydi. Kafasının içindeki her şey donakalmıştı sanki.

Kübra hanım devam etti. "İşi için güzel bir deneyim olur. Hem farklı ortamlar ve kültürler görmenin ona da katkısı olur. Eline fırsat geçmişken değerlendirmek lazım diyorum ama bizimki kararsız."

Hira konuya müdahil oldu hemen. Kardeşinin arkasından sitem edercesine konuştu. "Vize randevusu aldı, vizeyi de alacak inşallah ama gel gör ki hâlâ düşünüyorum deyip duruyor. Bu kadar düşünecek ne varsa. Millet böyle şeylerin karşısına çıkmasını dört gözle bekler, peşinden koşar, bizimkisi naz yapıyor. Buldu da bulanıyor."

"Hiç sorma! Zaten evlenmek de evlenmiyor. Bari gitsin de tecrübesini geliştirsin, yenilik olsun, sonra geri gelir de mürvetini de görürüz."

Merve "Allah Allah, onu tereddüde düşüren neymiş?" diye sordu merakla.

"Ezanı yok, adım başı camisi yok, her türlü insan var. En önemlisi de sevdiklerim yok, diyor. Alıştığı bu rahat ortamdan ayrılmak zor geliyor herhalde. Konfor alanı meselesi."

"Konfor alanının dışına çıkmak lazım ki kendimizi geliştirelim. Siz ikna edin bence. Hayırlısı olsun tabi ama bu da güzel bir imkân, değerlendirsin. Hem çok da uzun bir zaman dilimi değil."

Çok da uzun bir zaman dilimi değil, cümlesi yankı buldu Sevde'nin zihninde. Ardından, en az altı aylığına Amerika'ya kısmı. Bir kaç haftaya zor dayanırken, hatta şurada çardakta oturuyor halde oluşuna rağmrn onu özlerken, onca ay hiç görmeden, dünyanın diğer ucunda olacağını bilerek nasıl dayanacaktı peki bu sevdalı kalbi? Sevene günler, hatta saatler bile eziyet verirdi konu ayrılık olunca.

Hasrete dayanmak kolay olmazdı ki. Üzülmüştü genç kız. Korkmuştu. Öte yandan, Hâris için iyi bir imkan doğmasına sevinmişti. Gurur duymuştu.

"Hayırlısı olsun," dedi içinden. Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez, diye geçirdi zihninden. Ezan sesi duyuldu. Bu hâlini üzerinden silkelemenin tek yolu Rabbinden geçiyordu. Kalkıp eve geçti, abdest aldı, namaza durdu ve ellerini Allah'a açtı.

 

🍂


bir buçuk ay sonra

Genç kız bir türlü karar veremiyordu. Yarın akşamüstü aynı saatte, yani 5'te sevdiği iki etkinlik vardı. "Neden aynı saatteler, ayrı saatler olsa ve ikisine de gitsem" diye düşünüp üzülüyordu. Biliyordu ki birine gitse, bir parçası gidemediğinde kalacaktı.

Bir yandan bunu düşünürken bir yandan da önünde açık olan slaytlara baktı. Ders çalışıyordu güya, yine başka şeylere dalmıştı. Zaten dikkatini uzun süreli toplamakta zorlanıyordu şu sıralar. Gelin görün ki yarın sınavı vardı ve çalışması gerekiyordu çünkü soruları saçma ve ayrıntılı soran bir hocaya aitti bu ders. Düşük alma ihtimalii zaten yüksekken, çalışmazsa hiçten yüksek puan alamazdı. Gerçi bugün epey çalışmıştı, sadece son konu kalmıştı.

"Şans oyunu oynar gibi şıkları sallayıp seçeceğimiz bir sınava daha hazır mıyız?" diye dalga geçti kendi kendine. Hazırdı. Geçenkine deli gibi çalışmış, şıklar arasında çok kez takılmış ve emin olmayarak birini işaretlemişti. "Ya arada kalıp salladıklarım tutacak ve yüksek alacağım ya da tutmayacak ve dersten alacağım" diye düşünürken 80 almıştı. İlk olasılığın gerçekleşmesine çok sevinip şükretmişti. Yarınkine o kadar çok çalışamamıştı, yine de aynı hesapla alırdı işte geçecek kadar bir şeyler.

Genç kız sınavı düşünürken bir an kafasında o ampül yanıverdi. Fark etti ki sınavı da tıpkı etkinlikler gibi akşam beşte... Yarın akşam beşte! Yani şıklar sıfıra indi. Hiçbirine gidemeyecekti etkinliklerin. İç geçirip kendi kendine söylendi.

"Ey hayaaat! Şaka mısın? Ah Sevde, bulduğunla yetinmezsen elinden hepsini alırlar işte! Hahah! Sinirlerim bozuldu. Teşekkürler sınav... Artık sadece biri değil, etkinliklerin ikisi de içimde kaldı."

Son konuda epey ilerledikten sonra artık çok yorulduğunu hissetti ve bilgisayarını da not defterini de kapattı. Zaten şu sıralar kafası çok yerinde değildi. Öyle ki akşam yemeğinde "Beynim uçmuş arkadaşlar, bulamıyorum" moduna girmişti.

Yağmurla birlikte yemeğe gittiklerinde tepsisini ve yemeğini almış, ve masaya karşılıklı oturmuşlardı. Tam saldalyeye oturduğu an ekmek almadığını fark etmişti ve kalkıp geri dönmüş, ekmek almıştı. Bir kaç dakika sonra bir bakmıştı ki su da almamış. Oysa ilk aldığı şey su olurdu her zaman. O sular tepsideki yerini bulurdu hemen. Kalkıp geri dönmüş, turnikeden yeniden giremeyeceği için etrafta tanıdık aramış, neyse ki bir kızı görmüş ve ondan kendisine bir su uzatmasını rica etmişti. Sağ olsun vermişti arkadaşı, böylece suyunu alıp yeniden masaya dönmüştü. Yemeğe başlayabilirdi. Kaşığı eline aldığı sırada bakışları karşısındaki kızın, Yağmur'un tepsisine kaymıştı. Arkadaşı çorbasını yudumluyordu. Kendi kaşığını çorbasına daldırmak için önüne döndüğünde tepside çorba kasesi olmadığını fark etmişti. Yağmur'un tepsisindeki çorba kasesinden Sevde'de yoktu. Çorba almamıştı. Varlığını dahi unutmuştu. Güya (!) yemeğini alıp oturmuştu masaya en başta ha! Ekmek, su, çorba derken yarısını unutmuştu zaten. "Ey akıl neredesin, gel yerine dön. Ağlasak mı gülsek mi..." diye arkadaşına vahlanmıştı kendisi için.

Yağmur da arkadaşının son zamanlarda bir şeyi dert ettiğinin farkındaydı. Böyle dalgınlıkları çok yapıyordu ve genellikle keyifsiz, sakin, yorgundu. Oysa Sevde enerjik, güleryüzlü, canlı bir kızdı yapısı gereği. Bir derdi olup olmadığını sorsa da cevap alamamıştı. O da üzerine gitmemişti. Hazır hissedince paylaşırdı nasılsa. Saygı duydu. Onun saygı duyuşu da Sevde'nin saygısını kazanmasına yol açıyordu her seferinde tabi.

Sevde bu olanları düşünürken ortalığı toparlamıştı. Yatmadan evvel defterine bir kaç not düşmek, içindekileri dökmek istedi ve çekmeceyi açıp mavi kapaklı defterini çıkarttı. Cümleler kendiliğinden döküldü ve duygularını tarif etmekten aciz şekilde kelimelere dönüştü.

"Bu ayın sonu yaklaştıkça kalbime bir hüzün dalgası vuruyor. Çünkü gideceksin. Artık sizin evde, bizde, mahallede, bahçede seninle karşılaşamayacağız. Uzaktan başımızla, belki bazen küçük bir tebessümle birbirimize selam veremeyeceğiz. Seni görebileceğim o anların heyecanını yaşayamayacağım. Ara sıra yanıma gelip hal hatır sormanı ve kısaca yaptığımız ayaküstü sohbetlerini özleyeceğim.

Gitmeler olmasa keşke hayatta, Hâris. Canım yanıyor düşününce.

Oraya gidip hayatında yeni bir döneme kapı araladığında beni hâlâ hatırlayacak mısın? Unutulup gideceğim korkusu baş gösterdi bugünlerde. Sen beni hiç unutma istiyorum, Hâris. Sen beni ölsen, unutma. Kızıyorum sonra kendime. Ne haddime ki senden bunu istemek?"


Loading...
0%