Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46 • Çok Daha Ötesi • Özel Bölüm - 4.Kısım

@sukunettekelimeler

Gitmek kolay, ya sonrası?

🍂


Hâris bavuluna son kez baktı ve koymayı unuttuğu bir şey olup olmadığını düşündü. Zihnindeki listeyi kontrol etti. Evet evet, yoktu. Sadece yanına bir iki kitap alacaktı. Sonuçta en az on bir saatlik bir uçuş olacaktı. Bu zamanı iyi değerlendirmek gerekirdi.

Gidişi konusunda heyecanlıydı fakat bir yanı da buruktu. Gitmek konusunda küçük bir isteksizlik vardı hâlâ içinde. Çünkü hayatında bu denli büyük değişimler olmasına alışık değildi. Sevdiklerinden, tanıdıklarından, ait olduğu yerden çok uzaklarda bulunacaktı. Özleyecekti onları. Onlarsız bayramlar geçirecekti , onlarsız günler. Ezan sesini beş vakit duymayı özleyecekti. Sağda solda tanıdık insanlar görmeyi, annesinin sarılmalarını, yemeklerini, babasının akşam sohbetlerini, yeğenlerini, ablasını, Mahir eniştesinin sürekli ona takılmalarını, Zahid dayısı ve ailesini, Yusuf'un ergen tavırlarını, Sevde'yi...

Kalbi bütün bunlar sebebiyle bahaneler uydurup onu arafta bırakmıştı ilk başlarda. Fakat kararını çoktan vermişti. Mantıklı düşündüğünde bu iyi bir fırsattı ve değerlendirmesi gerekirdi. Genç adam da mantığını dinlemeye çalışıyordu son zamanlarda.

Kitaplığına yaklaşıp hem bakışlarını hem de parmaklarını kitapların üzerinde gezdirdi. Sevde'nin çocukken aldığı, bir iki ay evvel muhabbetini yaptıkları kitap gözüne çarptığında kitabı raftan çıkartıp eline aldı. Sayfalarını yeniden bir karıştırası gelmişti nedense. Kapağını açıp ilk sayfayı çevirdiğinde daha önce burada olmayan bir not ilişti gözüne. Merakla okumaya başladı.

- "Değerli Hâris, ilk arkadaşım. İnsan sevinçlerini, hüzünlerini, çocukluğunu ve ömrünü paylaştığı kişilerin kıymetini büyüyünce daha iyi fark ediyormuş. Sen her daim başucumda, yanımda, benim için oracıkta duran bir dost, hatta çok daha ötesi oldun. Diyebilirim ki, çocukluğumun ve gençliğimin ta kendisi oldun. Haylazlıklarına rağmen! :) Teşekkür ederim Hâris. Yıllar sonra bugün yeniden senin için iyi ki diyorum. İyi ki varsın."

Notu okuyunca bir gülümseme belirdi dudaklarında.

"Sen de iyi ki varsın cadı, hep ol," dedi mırıltıyla. Hep ol, kısmı bir an sarsılmasına sebep oldu. Hayatında ömür boyu kalmasını istediği biri vardı ve bunun yeni farkına varıyordu. Fakat bunu başka şeylere yormaktan korkarak hemen düşüncelerini uzaklaştırdı. Bu yaşa dek birlikte büyümüşlerdi, ondandı muhtemelen. Tabi canım.

Ardından Sevde'nin bunu ne ara yazdığını merak edip tarihe baktı. Tahmin ettiği gibi, o gün yazmış olmalıydı. Sevde'yi odasında bu kitapla gördüğü ve ayaküstü muhabbet ettikleri gün. Oysa Hâris aylar sonra okuyordu bu notu.

Okuduğu kelimeler yüreğinde yerini bulup yerleşivermişti hemen. Bunları zaten bilse de genç kız tarafından belirtilmesi farklı hissettirmişti. Hoşuna gitti bu belirtilenler. Hem öyle ya, Sevde de onun çocukluğunun ve gençliğinin ta kendisiydi. Değerliydi, kıymetliydi.

Kübra hanımın sesini işitince irkilerek düşüncelerinden sıyrıldı genç adam.

"Oğlum! Hadi artık bitir şu bavul işini. Koyacak bir şey kalmadıysa kapatıver. Sonra da yat uyu. Sabah erkenden kalkacaksın. Uzun yola çıkacaksın. Dinlen güzelce."

Hâris tebessüm ederek elindeki kitabı kenarı koydu ve annesine yanaştı. "Tamam canım annem, emredersin," deyip sarıldı kadına. Sağa sola salladı ve hafifçe geri çekilip yanağından öptü. Anacığını özleyecekti, emindi.

Kadının gözlerinin yaşardığını görünce ortamı yumuşatmak için "Ohoo!" dedi haylazca. "Sen daha şimdiden koyveriyorsun. Hiç yakışmıyor. Dur bi gitseydim, bir kaç gün geçseydi, özleseydin de öyle ağlasaydın Kübra hanım."

"Sana mı sorcam ne zaman ağlayacağımı eşşek sıpası!" diye tatlı tatlı azarladı annesi genç adamı. Ama azarlayan o değilmiş gibi bir de sıkıca sarıldı ve yanaklarından öptü. "Hadi şimdi şımarma da yat uyu," dedikten sonra yanağına hafifçe avucuyla vurdu ve odadan çıktı.

Annesinin peşinden güldü Hâris. Ardından çocuk kitabını rafa geri koydu, en son aldığı ve henüz okuyamadığı kitaplardan ikisini bavuluna yerleştirip fermuarını kapattı. Artık hazırdı. Sabah erkenden yola çıkacaktı.


***

Aynı saatlerde Sevde yurt odasında ağlıyor, arkadaşı Yağmur ise onu nasıl teselli edeceğini bilemiyordu. Ağlama krizine girmişti genç kız. Engel olmaya çalışsa da durduramıyordu kendisini. Bir saat olmuştu neredeyse ve gözyaşları akmaya devam ediyordu.

Arkadaşı Yağmur'a "Durduramıyorum kendimi," dedi omuzları sarsılırken.

Yağmur şimdiye dek sabretmiş olsa da artık kendini tutamayarak tatlı bir azar çekti Sevde'ye. "Onca zaman kendini tutar, her şeyi içine atar, duygularını bastırırsan işte böyle olur. Şu ağlama krizin geçtikten sonra oturup anlatıyorsun her şeyi. Ne derdin var, bir bir dökülüyorsun. Tamam mı? Hayır cevabını da kabul etmiyorum. Artık erteleyemezsin. Senin yerinde ben olsam, canıma okurdun. Anlaştık mı?"

Kabullenişle başını salladı Sevde. Ardından Yağmur onun sırt üstü uzanmasını sağladı ve bir bez ıslatıp geldi. Yüzündeki nemliliği sildi. Bileklerine kolonya döktü. Beze de biraz kolonya döküp genç kızın boynuna ve alnına sürdü. Bileklerine masaj yaptı rahatlaması için. Pencereyi açıp odaya hava girmesini sağladı. Nefes egzersizi yaptırıp nefeslerini düzene sokmasına yardımcı olmaya çalıştı. İnşirah okudu. Felak, nas ve ayetel kürsi okudu arkadaşına. Sevde biraz daha sakinleşmişti şükür. Onu doğrultup sırtını yatağın başlığına yaslamasını sağladı ve bir bardak su verdi.

Yarım saat kadar sonra Sevde'nin ağlaması tamamen durmuş, nefes alış verişleri düzene girmiş, sakinleşmişti. Kendine gelmiş sayılırdı. Sadece uzun süre ağladığı için zihni biraz donuk gibiydi. Aklının pek başında olduğunu hissetmiyordu. Uykusu da gelmişti biraz. Yorulmuştu. Hem duygusal açıdan hem de ağlaması sebebiyle fiziken çok yorgundu. Başı da ağrıyordu.

"Daha iyi misin?" diye sordu Yağmur şefkatle.

Başını evet anlamında salladı Sevde.

"Şimdi neler olduğunu anlatmak ister misin?"

"Bir ağrı kesici içeyim, bir de kahve yapalım, içerken anlatayım. Olur mu?"

Yağmur "Olur. Ben kahveleri yapıp geliyorum. Sen de kendini hazırla bu sırada." deyip ikisinin de bardaklarını aldı ve yurdun mutfağa indi. Kahveleri hazırladıktan sonra asansöre binip odalarına çıktı ve yatak başlığına sırtını dayamış oturan Sevde'nin karşısına oturup bağdaş kurdu. Arkadaşının kahvesini uzatıp dinlemeye hazır olduğunu belirtircesine gözlerine baktı.

"Ben Hâris'i seviyorum," diye bir çırpıda söyledi derdinin esas kaynağını genç kız. Buradan başlaması gerekiyordu.

Yağmur'un yüzünde bir gülümseme belirdi. "Biliyordum!" dedi heyecanla. Zaten liseden beri o ikisini yakıştırıp duruyordu. Sevinmişti.

"Peki seni üzen ne? Yani, sonuçta sevmek normal bir şey, kötü bir şey değil ki. Hâris de iyi biri, birbirinize de çok yakışırsınız."

"Keşke o kadar basit olsa. Hâris ve ben beraber büyüdük, bize herkes kardeş gibi bakıyor, hatta bir süre öncesine dek biz de birbirimizi öyle görüyorduk. Gerçi o hâlâ öyle görüyordur, bakış açısı değişen benim..."

"Beraber büyümeniz sizi kardeş yapmıyor, bunu siz de herkes de çok iyi biliyorsunuz. Üstelik siz iki yakın arkadaş olarak büyüdünüz aynı zamanda. Problem olacağını sanmam, aşılabilir bir kısım bu kısım."

"Ya Hâris? Onun bu duygulardan haberi dahi yok. Bir gün hislerimin karşılığını onda bulur muyum bilmiyorum. Birine hem bu denli yakın hem uzak olmak neymiş öğrendim şu bir kaç ayda. Ben her şeyi kabullendim, sabretmeye karar verdim. Nasibimse beni bulur, değilse imtihandır, o da bir gün son bulur. Teslim oldum duygularıma. Onlarla bir problemim yok artık. Ama şimdi de onun gidecek olması canımı yakıyor. Bambaşka ülkede, bambaşka insanların arasında, uzakta... Bir kaç haftada bir onu görmeme rağmen özlüyordum. Şimdi, en az altı ay göremeyeceğim onu. Bütün bunlar fazla geldi, içime biriktirip durmuştum. Sonra da dayanamayıp böyle çöküverdim işte."

Yağmur, arkadaşının elini tuttu destek olmak istercesine.

"Benim sana tek bir diyeceğim var: duygularını Hâris'e açmalısın. Aşk iki kişiliktir. Tek başına bu yükü yüklenme, kaldırması çok zor olur. Gönlünden geçenleri ona söyle, bilsin. Karşılığı olacaksa olur, olmayacaksa olmayacağını bilirsin, ona göre bir rota çizersin kendine. Sen sevmişsin, tamam, şimdi o sevgi karşılık bulacak mı anlaman lazım. Hâris'in bir karar vermesi lazım."

"Olmaz, yapamam," dedi Sevde. Düşüncesi bile ürkütmüştü onu. O cesaret edemezdi ki öyle şeylere. Duygularını sevdiğinin karşısına geçip de itiraf edemezdi. Utançtan, stresten, heyecandan düşer bayılırdı. Hem korkuyordu da. Karşılığı yoksa, bununla yüzleşmekten korkuyordu. Hazır değildi. Hâris ile ilişkilerinin zedelenmesinden korkuyordu. Onu kendisinden iyice uzaklaştırma ihtimali vardı böyle bir itirafın. Yapamazdı...

Bütün bunları ve daha fazlasını Yağmur'a açıklamaya çalıştı. İki arkadaş uzun süre konuştular. Saat çok geç olmuştu artık. Sevde sabah Hâris'i uğurlamak için havalimanına gidecekti, bu sebeple artık yatmaları gerekiyordu. Sabah uyuyakalıp ona veda etme fırsatını kaçırmak istemiyordu. Birbirlerine hayırlı geceler dileyip uyudular.

Sabah Sevde erkenden kalkmış, hazırlanmış, yola çıkmıştı. Havalimanına vardığında Ebuzer abisini arayıp onların henüz gelip gelmediğini sordu. Hâris'i Ebuzerler getirecekti. Gelmek üzere olduklarını söylediler. Sevde onlara nerede beklediğini tarif edip telefonu kapattı. Aradan on beş dakika kadar geçmişti. Genç kızın telefonu çaldı. Yağmur arıyordu. Arkadaşının, iyi olup olmadığını kontrol etmek için aradığını düşündü. Sırtını yan taraftaki kolona dayayıp aramayı yanıtladı.

"Efendim Yağmur?"

"Selamün aleyküm,"

"Aleyküm selam,"

"Nasılsın kuzum? Gitti mi Hâris?"

"Yok yok, henüz gelmediler. Birazdan gelirler. Yani şuan iyiyim. Veda aşamasına gelmedik henüz."

"Sevde, dün gece hayır dedin, itiraz ettin ama ben yeniden belirtmek istiyorum. Duygularını Hâris'e söyle. Belki karşılığı vardır, bilemezsin ki."

"Olmaz Yağmur,"

"Böyle hiçbir şey yokmuş gibi gönderecek misin onu? Bir şans vermelisin bu sevdaya. Eğer ona söylemezsen o şansı en başından kendin vermemiş olacaksın. Hâris'ten de önce, belki de birlikte bir adım atamamanıza sen sebep olacaksın böyle yaparak. Nereye dek saklayacaksın ki? En az altı aylığına yurt dışına gidiyor. Fırsat bu fırsat, söyle işte."

"Hayır yapamam bunu. Ne diyeceğim giderayak? Hâris ben seni seviyorum, dostluktan kardeşlikten çok daha ötesi bir şekilde seviyorum. Duygularımın bir karşılığı olur mu bilmiyorum ama artık kalbim bu sevdayı tek başına sırtlanmakta zorlanıyor, içime atmaktan yoruluyorum, biraz da sen taşı mı?"

"Evet, aynen öyle söyle!"

"Hayır, Yağmur. Ya onu kaybedersem? Ya aramıza sadece fiziki değil kalbi mesafeler de girerse? Bunu göze alamam. Onu uzaktan sessizce sevmeye devam edebilirim ama bakışlarında bana karşı bir uzaklık görmeye dayanamam."

Yağmur telefonun ardında derin bir nefes alıp verdi. "Fuffh, peki. Zorlayamam seni. Ben söylemiş oldum. Sen bilirsin. Benden bir isteğin var mı?"

"Teşekkür ederim. Bir isteğim yok, iyi ki varsın. Sonra görüşürüz."

"Görüşürüz canım, Allah'a emanet ol, gelince haber ver."

"Tamam."

Sevde, telefonu kapatıp feracesinin cebine koydu. Ebuzer abisi, Sümeyye yengesi ve Hâris'in gelip gelmediğini gözlemek için arkasını döndü ve bakışlarını girişe doğru çevirdi. Biraz ötesinde dikilen genç adamın aşık olduğu o gözlerine rastladığı an donup kaldı. O güzel gözlerde şaşkınlık vardı, afallamışlık vardı. Anlamıştı Sevde, Hâris telefonda konuştuklarını duymuştu. Yağmur'a söylediği sözler, biraz ötede, arkasında olduğunu bilmediği genç adama çoktan habersizce yaptığı bir itiraf hükmüne geçmişti. Utançla, heyecanla, stresle, gergince çarpmaya başladı yüreği. Belki de duymamıştır, diye umdu. Sahi, duymuş muydu? Kendini kandırmaya gerek yoktu. Böyle donakalmış, ne diyeceğini bilemez halde kendisine baktığına göre kesinlikle duymuştu.

Hâris, Ebuzer'den önce içeriye girmişti çünkü Sümeyye ve Ebuzer lavaboya uğrayacaklardı. Genç adam, Sevde'yi sırt çantasından ve duruşundan tanımış, görünce yanına doğru gitmişti. Aralarında iki metre kadar bir mesafe kalmıştı ki kızın telefonla konuştuğunu fark etmişti. Görüşmesini bölmemek için orada beklemeyi düşünürken konuşulanlara kulak misafiri olmuştu. Kendi ismi geçince itemsizce dikkatini vermiş, ve cümlelerden anladıkları sebebiyle büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. Öylece dikilmeye devam etmişti. Bu öğrendikleriyle ne yapacaktı, hiçbir fikri yoktu. Nasıl bir tepki vermeliydi?

İki genç birbirlerinin gözlerine bakıp kalmıştı. İkisi de söyleyecek bir şey bulamıyordu.

Hâris ilk andaki hayretini üzerinden atmayı başardığında genç kıza doğru yürüdü ve bir kaç adım ötesinde, karşısında durdu. Konuşmaları gereken şeyler vardı, farkındaydı ve kaçacak değildi. Lakin nasıl lafa gireceğini, ne dese Sevde'yi kırmadan açıklama yapabileceğini kestiremiyordu. O karar vermeye çalışırken, Sevde gergince çarpan kalbine rağmen kendisini konuşmaya zorladı ve önce davrandı.

"Hâris," dedi utançla. Bakışlarını çoktan aşağı indirmişti. "Özür dilerim."

Hâris kendisini rahatsız hissetti. Ne yani, Sevde şimdi karşısına geçmiş, onu sevdiği için mi özür diliyordu? Çok saçmaydı bu yaptığı. Sevmek özür dilenecek bir şey değildi, emindi genç adam. Söylemeleri ve konuşmaları gereken şeyler vardı ama özür dilemek buna dahil değildi.

"Neden özür diliyorsun? Özür dileyecek bir şey yapmıyorsan dilememelisin," dedi net bir şekilde. "Bildiğim kadarıyla birine kalbinde yer vermek de özür dilemelik bir durum değil."

Sevde, gözlerinin dolduğunu hissetti. Bu duydukları onu biraz olsun rahatlatmıştı. Bakışlarını bir anlığına kaldırıp genç adamın yüzüne bakarak "Kızmadın mı bana?" deyiverdi.

"Kızmadım. Kızacak bir durum değil bu. Ama nasıl hissettiğimi ve ne söylemem gerektiğini ben de bilmiyorum Sevde. Galiba oturup konuşmamız gereken bir mevzu, fakat ne konuşacağımızı şu an kestiremiyorum."

Genç kız anlayışlı bir şekilde düşüncelerini belirtti. "Konuşmak istemez, benden uzak kalmak istersen anlarım seni."

Hâris, az önce telefonda konuşurken söyledikleri ve şimdi karşı karşıya geldiklerinde verdiği tepkileri göz önüne alınca fark etti ki Sevde çoktan kafasında bazı senaryolar yazmış, onların doğruluğuna inanmıştı. Hâris'in ona kızacağı, bu durumdan hoşnut olmayacağı, sevdasının ilişki ve iletişime zarar vereceği, aralarına soğukluk gireceği, yaptığının özür dilenecek bir şey olduğu gibi... Ama yanılıyordu. Genç adam böyle bir durumda onu kırmayacak olgunluktaydı. Fakat bunu Sevde'nin de anlaması gerekiyordu. Aksi takdirde az sonra arkasında bırakıp gitmek zorunda kaldığı bu güzel yürekli kız, kendi kalbine yük olmaya devam edecekti.

İnsan kendine yük olur mu demeyin, hem de nasıl olur...

"Sevde, bana baksana sen bi," dedi genç kıza hafifçe sitem edip. Sevde bakışlarını ürkekçe kaldırdı ve Hâris'in yüzüne baktı. Genç adam istediği yapılınca konuşmasına devam etti. "Az önce telefonda konuşurken yorulduğunu, zorlandığını söyledin. Seni daha çok yormayı istemeyeceğimi bilmiyor musun? Sana kızmayacağım, suçlamayacağım, aramıza soğukluk da girmeyecek. Bunu gerektiren bir durum yok çünkü."

Biraz soluklandıktan sonra devam etti genç adam. "Duygularının bir karşılığı olur mu olmaz mı bilmiyorum. Takdir edersin ki benim için ani ve şaşırtıcı bir haber oldu bu. Dediğim gibi, nasıl hissettiğimi ve ne söylemem gerektiğini ben de pek bilmiyorum. Küçük çaplı bir şok yaşadım. Öğrendiklerim sebebiyle biraz çekinceli, tereddütlü yaklaşımlarım olabilir. Bunun da normal olduğunu düşünüyorum, anlayacağına eminim. Ama rahat ol, korkma. Sen bugüne dek benim için değerliydin, öyle kalacaksın ve bakışlarımda sana karşı bir uzaklık görmeyeceksin."

Sevde "Teşekkür ederim," dedi minnetle. Nemli gözlerini sildi. Bu konuda böyle bir anlayış görmeyi beklemiyordu. Sanıyordu ki Hâris ona karşı tavır alır, her şey alt üst olur. Ama sevdiği adam büyük bir olgunlukla karşılamıştı durumu. Şükretti genç kız.

"Sonradan konuşacağız bu mevzuyu, tamam mı? Ne konuşulur bilemesem de..."

Sevde, oldukça sakin ve rahatlamış bir sesle "Tamam," dedikten sonra Hâris'in arka tarafındaki Ebuzer ve Sümeyye'yi gördü. Uzaktalardı ve buraya doğru geliyorlardı. "Hâris, bu durum aramızda kalır dimi?" diye sordu rica edercesine ve öyle olacağını umarak.

"Elbette," dedi genç adam.

Ebuzerler yanlarına vardığında selamlaştılar. Gençler aralarında geçenleri belli etmemeye çalışıyordu. Hâris'i kontrol noktasına dek götürdüler ve vedalaşma vakti geldi. Önce büyüklere veda eden, abisine sarılan genç adam, son olarak Sevde'ye çevirdi yönünü.

"Kendine iyi bak, tamam mı?" dedi şefkatli ve tembihleyici sesiyle.

"Tamam, ama asıl sen kendine iyi bak oralarda."

Ardından hep birlikte "Allah'a emanet ol," dedi geride kalanlar.

"Siz de Allah'a emanet olun," diye yanıtladı genç adam.

Ve gitti Hâris.

Ardında onu özleyecek insanlar bıraktı. Sevdalı kalbi yorgun bir kız bıraktı. Üstelik bunu biliyordu artık. Bilmek ağırlıktı bazen insana.

İçinden "beni bu yükle göndermek zorunda mıydın be kızım, kafamı karman çorman ettin," diye söylendi yol boyu. Ne demeli, ne yapmalı, nasıl davranmalı, düşünüp durdu. Bir yere varamadı.


Loading...
0%