Yeni Üyelik
47.
Bölüm

47 • Aptal Girişimler • Özel Bölüm - 5.Kısım

@sukunettekelimeler

Ve sen gelmedikçe yarını bekledim

Yeter desem de yolunu gözledim

Bir yanım ısrarla kandırırken kendini

Bugün yine varlığını aradı gözlerim

🍂


İki ay olmuştu. Hâris buradaki yeni düzenine çoktan alışmıştı ve kendisine bir rutin tutturmuştu. Tatil günlerinde ise etrafı dolaşıyor, şehri ve ülkeyi tanımaya çalışıyordu. Yeni insanlarla tanışıyor, yeni deneyimler elde ediyordu.

Bugün Washington civarlarında dolaşıyordu ve şimdi de Georgetown Üniversitesi'ndeydi. Üniversitenin önlerinde dolaşırken aklına İstanbul'da Sevde'yi ziyaret edişi gelmişti. Birlikte yürümeleri, tatlıcıya gitmeleri, şavurma yemeleri, camiye gidişleri ve manzara seyredişleri... Buraya geldi geleli onu düşünüp duruyordu. Havalimanında duyduklarından ötürü olduğunu düşünüyordu. Aklına girmişti cadı kız, büyü yapmıştı resmen genç adama! Onu düşünmekten kendini alıkoyamamasının başka bir açıklaması olamazdı.

Gördüğü bazı yerlerde "Sevde burayı çok severdi," tanıştığı yeni bazı insanlar için "Sevde bu kişinin hikayesini dinlese kesin çok etkilenir ve kitaplaştırmasını tavsiye ederdi," yediği bazı yiyeceklerde "Sevde bunu fazla ekşi bulur beğenmezdi, ama şuna bayılırdı" gibi yorumlarda bulunup duruyordu.

Genç kız yanında yoktu ama varlığı fazlasıyla her yanı kaplamıştı. Hâris, yanında olmasa da aklında Sevdeyle dolaşıyordu bu eyaletleri. Farkındaydı ama bu farkındalık biraz ürkütücüydü. Zihninden söküp atmaya çalıştıkça daha fazla yapışıyordu sanki düşüncelerine.

En son havalimanındaki görüşmelerinden sonra Hâris yolculuğunu bitirmiş, kalacağı yere varmış, dinlenmiş, ertesi gün uyanmış, bir şeyler atıştırmış ve kafasını biraz toparlayıp Sevde'ye bir mesaj atmıştı. Attığı mesajda şunlar yazıyordu:

"Selamün aleyküm Sevde. Sana malum konu hakkında sonra konuşacağımızı belirtmiştim. Bu yüzden yazma gereği duyuyorum. Sana karşı açık olmak istiyorum. Şu an konuşacak olsak dahi ne diyeceğimi bilemiyorum, seni incitecek şeylere sebep olmak da istemiyorum. Bu sebeple senden biraz zaman istiyorum. Bu ikimiz için de daha iyi olacaktır. Kendimi hazır hissettiğimde karşına oturup seni dinlemek ve kendi düşünce/hislerimi ifade etmekten geri durmayacağımı bilmelisin. Anlayış göstereceğine eminim. O zamana dek kendine iyi bak ve lütfen benim gibi sıradan bir insanın sevgisinden ötürü kalbini yorma, sıkıntıya sokma."

Sevde anlayışla karşılamış, her ne zaman hazır hissederse o zaman konuşabileceklerini, zaten kendisinin de bu yüzleşmeye tam olarak hazır hissetmediğini, biraz zamanın ikisine de iyi gelebileceğini belirtmişti. O gün bu gündür bir iletişimleri olmamıştı.

Zaten saat farkından ötürü Türkiye'deki ailesi ve dostlarıyla görüşmeleri de oldukça kısıtlıydı. En az yedi saatlik bir fark mevcuttu. Hâris öğlen 12'de onları aradığında ailesi için saat akşam 7 oluyordu. Bazen iş yoğunluğundan ötürü denk getiremiyorlardı bile. Whatsap'dan görüntülü konuşabildiklerinde hem ailesiyle konuşuyor hem de konuşamadığı diğer tanıdıklarından haber alıyordu. Sevde de bu kategoriye giriyordu. Annesinden arada bir alıyordu genç kızın haberlerini. Kübra hanım sağ olsun haftalık özetler geçiyordu Hâris'e. Haber bülteni gibi, kim ne yapmış, ne olmuş, ne olmamış, her şeyi özetliyordu kadın. Hâris için hava hoştu. Aklı orada kalmıyordu, gidişattan haberdar oluyordu.

Genç adam bir ağacın gölgesine oturdu ve telefonunu çıkarttı. Saat öğleden sonra üçtü. Annesini arayacaktı. Erken yattılarsa cevap vermeyebilirlerdi ama henüz uyumadılarsa konuşabilirlerdi bir beş on dakika. Bir görüntülü arama başlattı. Bir kaç çalıştan sonra açmayacaklarını düşündü. Tam kendisi kapatacaktı ki arama yanıtlandı, ekrana anacığının sureti düştü.

"Oo annecim, selamün aleyküm! Uyandırmadım dimi?"

"Oğlum! Aleyküm selam kuzum! Yok yok, biz de balkonda oturuyorduk, sohbete dalmışız."

Genç adam, "Karı koca balkon sefası mı yapıyordunuz?" diye takıldı kadına. Yüzünde de dişlerini gösterecek kadar kocaman bir gülüş yer edinmişti. Özlemişti ailesini!

"Aman ne karı kocası be! Baban çoktan uyudu, kaçıncı rüyasında kim bilir! Biz Sevde ve Ela ile oturuyoruz kız kıza."

Kübra hanımın Süheyl bey için sitemli kurduğu cümleye gülmüştü Hâris. Ardından annesinin yanındaki hanımları metheder gibi söylediği son cümlede geçen o isim kalbini çarptırmaya yetmişti. Sevde de oradaydı demek. Yüzündeki gülüş soldu ve tebessüme döndü. Biraz gerildiğini hissetti. Hayır hayır, gerginliği elle tutulur şekilde belirgindi. Kendini kandırmaya gerek yoktu. Ama neden?

"İyi, ne güzel. Selam söyle onlara da," dedi bir çırpıda. "Kendin söyle," deyip kamerayı birden yanındaki Elaina'ya çevirdi yaşlı kadın.

Genç adam, kamera Sevde'ye değil de Ela ablasına çevrildiği için rahatladı ve şükretti. Şayet onunla karşılaşmayı deli gib istese de bundan çekindiğini hissediyordu.

"Nasılsın Ela abla? Özlediniz mi beni?"

"İyiyim Hâris. Özlemez miyiz, özledik tabi. Eksikliğin hissediliyor ablam. Sen nasılsın? Neler yapıyorsun? Bir sıkıntın var mı?"

"Valla asıl sizin eksikliğiniz hissediliyor abla. Burada herkes burnumda tütmeye başladı şimdiden. Ama çok şükür iyiyim, bir sıkıntım yok."

"Aman bir derdin tasan olmasın da zaman geçer ablacığım. Bak, iki ay oldu bile. Ne ara geçti anlamadık. Kalanı da bir bakmışsın geçivermiş."

"Doğru diyorsun abla. Zahid dayımlar nasıl."

"İyi çok şükür. Zahid de çocuklar da iyi, keyifleri yerinde. Ben bir çay koyayım, hadi görüşürüz ablam, kendine iyi bak. Allah'a emanet ol."

"Sen de,"

Elaina kalkıp giderken genç adam görüşmeyi sonlandıracaklarını sanmıştı ama yanılmıştı. Ekranda Sevde'nin suretini gördüğünde kalbi göğsünden çıkacak gibi çarpmaya başlamıştı. "Aptal aptal çarpma lan, sakinleş," diye kendi kendiye kalbine söylendikten sonra Sevde'nin de şaşkınlıkla ekrana baktığını fark etti. En az kendi kadar genç kız da beklemiyordu Kübra hanımın bu hamlesini belli ki.

Kübra hanım, "Sevde'ye de selam ver hazır buradayken," dedikten sonra kızın eline tutuşturmuştu telefonu.

İlk şoku atlatıp konuşan Sevde olmuştu şayet yanında oturup onların görüşmesine şahit olan kadının varlığı onu her şey normalmiş gibi davranmaya zorluyordu.

"Merhaba Hâris," dedi sesindeki çekingenliği yansıtmamaya çalışarak. Ama pek başarılı olamamıştı.

"Merhaba Sevde, nasılsın?"

"İyiyim çok şükür. Nasıl gidiyor orada her şey, alışabildin mi?"

"Alıştım çok şükür, bir rutin tutturdum gidiyorum. İşten kalan vakitte de dolaşıyorum biraz. Geçiyor günler." Tabi bir de seni düşünüyorum, diyecekti neredeyse imalı imalı, annesinin varlığını hatırlayıp frenledi kendini.

"Sevindim. Şu an da dışarıdasın galiba?"

Sevde, genç adamı bol bol özleyip merak ettiğinden ötürü eline fırsat geçmişken şuan ne yaptığını nerelerde olduğunu öğrenmek istemişti. Konuşmanın akışına uygun şekilde sıkıştırdı araya sorusunu ve merakını gidermek istedi.

"Evet, Washington civarlarında dolaştım bugün, şimdi de Georgetown Üniversitesi'ndeyim."

"Güzel mi oralar?"

"Her yerin kendi güzelliği var tabi."

"Doğru diyorsun..."

Araya bir sessizlik girdiğinde bakışları bir ekrana bir etrafa gidip gelen gençler aynı anda ekrana, birbirlerine bakmıştı.

Sevde haftalardır özlediği ve merak ettiği genç adamdan birebir haber alabiliyor ve onu görüyor olmaktan memnun bir şekilde istemsizce bakakalmıştı ekrandaki genç adamın yüzüne. Saçlarının ve sakallarının uzadığını, genç adamın bilerek uzattığını fark etmesi çok kısa sürmüştü. Hafif esmerleşmişti de sanki. Güneşte yanmış olmalıydı.

Hâris ise aklından bir türlü çıkmayan genç kızın karşısındaki (sanal da olsa) varlığına kapılıp gitmişti. Onu yanında istiyordu. Evet evet, derinlerinde bir yerde yatan o duyguları çözümlemişti tam şu an. Kendinden ülkelerde, kıtalarca ötede olmasını değil, burada yanında olmasını istiyordu. Bu fark ediş üzerine sertçe yutkundu. Boğazına bir düğüm oturdu.

Genç kızın baş örtüsünü öylesine omuzlarından sarkıtıp takmış halinin bile çok güzel olduğunu düşündü. Elmacık kemiklerinin belirginliği, gözlerindeki utangaç ve masumane bakış, bir şey diyecekmiş gibi hafifçe aralanmış duran dudakları...

Hiç sağlıklı ve doğru bir hâl içinde bulunmadığını fark edince kendini silkelemek ve toparlanmak istercesine "E'u'zu billahimineşşeytanirraciim! Bismillahirrahmanirrahim!" diye yüksek sesle bir besmele çekti.

Genç adamın aniden irkilerek besmele çekmesi Sevde'yi de şaşırtmış ve ürkütmüştü.

"Ne oldu iyi misin?" diye sordu genç kız.

"Hiiç, birden bir ürperti geldi de. Neyse, bir diyeceğiniz yoksa kapatıyorum ben!"

"Canının sağlığı," diye arkadan seslendi Kübra hanım.

"Allah'a emanet ol," dedi Sevde.

"Kendine iyi bak ablam," diye ekledi Elaina.

Hâris "Bilmukabele!" dedikten sonra hızlıca kapatıverdi telefonu. Az önceki o hâli neydi ulan öyle! "Bu gidişim gidiş değil ha," diye geçirdi içinde. Bir çözüm bulmalı ve zihnini onu düşünmekten alıkoymalıydı.

Kendini sürekli başka şeylerle meşgul tutmaya, dikkatini işine gücüne ve sağa sola vermeye, bol bol zikir çekip Kur'an okumasını da arttırmaya karar verdi. Şimdilik düşünebildiği çözümler bunlardı. Şuandan itibaren uygulamaya koyulmalıydı. Kalkıp yürürken içinden Estağfirullah çekmeye başlamıştı bile.


🍂


İki buçuk ay sonra

Bir gün Amerika'da oturup uzun uzun güneşin doğuşunu seyrederken, kendi memleketinde onun sevdasını yüklenmiş bir genç kıza, çocukluğundan beri kıymetlisi olan Sevde'ye karşı, kalbinde baş gösteren aşk isimli duyguyu kabullenip onun varlığına teslim olacağını söyleseler, inanmazdı genç adam. Gel gör ki yaşadığı tam olarak buydu.

Artık kaçmaya, saklanmaya, ürkmeye, korkmaya, çekinmeye gerek yoktu. Kabullenmişti işte. Bu kabulleniş onu rahatlatmıştı. Ne diye bu zamana dek zorladıysa zaten! Açık açık söylemiş, sesli bir şekilde "Ben Sevde'yi seviyorum," demişti ağaran sabaha karşın. Bu itiraf bir deli cesaretini getirmişti beraberinde.

Aslında her şey dün annesiyle yaptığı telefon görüşmesi sayesinde daha belirgin bir hâl almıştı. Kübra hanım artık oğlunun yokluğuna biraz alışmış, hatta yine evlilik muhabbeti yapacak kadar da gevşemişti. Şakasına da olsa "oralarda da mı bulamadın birini," diye takılmıştı genç adama.

O an Hâris fark etmişti ki sadece Sevdeyi yanında düşünebiliyordu. Başkasında gözü yoktu. Bir ömür o olsaydı yanında, razıydı. Nasıl ki çocukluğundan beri bir aradalardı, bundan sonra da öyle devam etmesini istiyordu. Ne genç kızın ne de kendisinin bir başkasıyla hayatını sürdürmesi, bir başkasını en yakını olarak hissetmesi olanaksızmış gibi geliyordu.

Hâris hep Sevde'nin onun için çok kıymetli olma sebebinin birlikte büyümeleri olduğunu düşünmüştü. Kardeşlik gibi, dostluk gibi derin bir bağları vardı. Ama yanıldığını anlamıştı bugün. Bunlardan daha ötesi de vardı. İnsan bazen gözünün önündekine kör olabiliyordu. En azından çok geç olmadan bu duyguları bir şekilde fark edebilmişti, buna seviniyordu. Bir diğer sevinci de Sevde'nin kendisine karşı olan hisleriydi. Tek taraflı bir şey değildi ikisininki de şükür ki.

Gerçi bundan emin değildi çünkü annesinin telefonda söylediği şeylerin biri de "Bak, Sevde seni geçecek bu gidişle haa, görücüsü çıktı. Mezun da oluyor yarın, Zahid dayın veriverir kızı bence," gibi basit görünüp genç adamı şoka uğratan ve çılgına çeviren sözcükler kümesiydi. Annesi sağ olsun, daha fazla ayrıntı vermediği gibi telefon görüşmesine de erkenden son vermişti. Olayın aslını astarını öğrenmemişti genç adam. Sevde bu görüşmeyi kabul etmiş miydi? Annesi ne kadar ciddiydi? Olay ne kadar ciddiydi? Hani bu kız kendisini seviyordu ulan, nasıl böyle mevzulara dahil olurdu? Yoksa beklemekten yorulmuş, Hâris'in hâlâ onunla bu mevzuyu konuşmamasını yanlış şekilde yorumlamış, sevdasından vaz mı geçmişti?

Dört buçuk ay olmuş, Hâris hâlâ Sevde'yle o erteledikleri konuşmayı yapmamıştı. Kız beklemekten yorulabilirdi, haklıydı. Yanlış yorumlayabilir, farklı anlayabilir, vaz geçebilir, unutmaya çalışabilir, başkalarına şans vermeye çalışabilirdi belki de? Zaten sabırsızdı onun cadısı.

"Yok yok, ben hata yaptım. Arayı açmayacaktım. En son o görüntülü aramada iletişim kurduk kızla. Kendimi unutturmamalıydım. Artık öyle boşlamak yok seni Sevde hanım. Şu görücü mevzusunun da aslını öğrenmeliyim," diye söylendi.

Bugün Sevde mezun oluyordu. Mezuniyet töreni vardı. Öyleyse bu güzel bahaneyi kullanacaktı ona kendini hatırlatmak ve bilgi edinmek için. Kesinlikle uzun zaman görüşemeyince mesaj atmak yahut konuşmak için bahane araması sebebiyle değil! Hele ki şu görücü meselesi, hiç değil!

Aklına Sevde'nin bir başkasıyla görüşme ihtimali geldikçe göğsü sıkışıyordu. İçine oturan bir öküzden fazlasıydı. Sürü olmalıydı sürü! Öküz sürüsü. Sıkıntıyla derin bir nefes verdi. Dayanamazdı, bunu yapacaktı, evet, emindi. Telefona dokundu parmakları ve az sonra arama sesi duyuldu. Üçüncü çalışta açılmıştı telefon.

- Efendim?

Genç adam gözlerini kapattı ve ahizenin diğer ucundan gelen sese dikkat kesildi. Özlemişti bu sesi duymayı, kalbi heyecanla çarptı. Öte yandan, kendisi susuyordu, ne diyecekti şimdi? Gelişigüzel bir şekilde konuya dalmış, konuşmanın içeriğini düşünecek kadar sabredememiş, plan yapamamıştı. Bu kadar tez canlı olmak zorunda mıydı!? Kendine kızdı.

- Hâris?

Sevde'nin meraklı sesini duyunca kendine geldi. Arayan kendisi olmasına rağmen hâlâ bir cevap vermediğini fark etti.

- Sevde! Selamün aleyküm!

- Aleyküm selam. Nasılsın?

- İyiyim çok şükür, sen nasılsın?

- Ben de iyiyim elhamdülillah.

Genç kızın sesi sakin ve huzurlu geliyordu. Aynı zamanda heyecanlı.

- Napıyorsun Sevde?

- Törene hazırlanıyordum. Sen napıyorsun? Nasıl gidiyor orada işlerin?

- İyi, iyi benim işlerim. Aynen devam. Ee daha napıyorsun peki?

- Yüksek lisans için ALES'e gireceğim, ders çalışıyorum, bu konularla ilgileniyorum. Bildiğin gibi.

- Başka? Var mı yeni bir şeyler?

- Yoo, ne gibi?

- Ne bileyim, yeni bir haber? Hayatında bir değişiklik?

- Hayatımdaki tek değişiklik mezun olmam. Aynı işte her şey.

- Yeni tanıştığın biri de mi yok?

- Nerden çıktı bu şimdi? Allah Allah, hayırdır Hâris? Ne oluyor?

- Bir şey olduğu yok, cevap versene sen.

Sevde'nin kafası karışmıştı. Anlam veremedi genç adamın bu garip sorularına. Hem sorgular gibiydi de. Tek yaptığı şey zaten soru sormak olmuştu. İnsan bir mezuniyetini tebrik ederdi en azından, değil mi?!

Hafiften öfkelendi ve "Sen beni neden aramıştın Hâris?" dedi belli belirsiz bir sitemle.

- Ben... Bir şey diyecektim.

- Buyur, dinliyorum.

Ne diyecekti? Nasıl diyecekti? "Seni seviyorum Sevde, ancak fark edebildim, ben dönene dek kimseyle görüşme, önce beni bir dinle, konuşacağız" mı? Yok, olmazdı! Telefonda bi de! Saçmalıyordu.

Bütün bunları telefonda duymayı hak etmiyordu Sevde'si. Hem Hâris onun yüzünün alacağı ifadeyi görmeliydi. Sevdasının karşılıklı olduğunu bildiğinde genç kızın gözlerine inecek o duyguya şahit olmalıydı.

Peki napsaydı ki şimdi? Hem madem söyleyecek mantıklı bir şeyi yoktu, ne diye aramıştı kızı? Tabi ya, nefsinin oyununa gelmiş, sesini duymak istemişti.

- Hâris? Orada mısın?

- Evet. Ama kapatıyorum ben şimdilik. Sonra konuşuruz Sevde. Allah'a emanet ol.

Telefonu pat diye kapattı genç adam. Arkasına yaslanırken elindeki cihazı da koltuğun üzerine bıraktı savururcasına. "Off," diye derin bir nefes üfledi. Başını geri yatırıp tavanı seyretti biraz ve az önce yaptığı aptal girişimi düşünüp durdu.

Sevde ise ekrana bir kaç saniye boyunca şaşkınca bakmıştı. Hâris'in sorularına ve sorgularına anlam verememiş olması bir yana, pat diye telefonu kapatması ayrı kafa karıştırıcıydı. Öte yandan, mezun olacağını bilmesine ve konuşurken de kızın belirtmesine rağmen bir hayırlı olsun bile dememesine alınmıştı ister istemez. "Neyse, belki acil bir işi çıkmıştır, biri gelmiştir falan, o sebeple birden kapatmıştır," diye düşündü çünkü hazırlıklara yeniden dikkatini verebilmek için bu konuyu zihninde kapatması gerekiyordu.

Hâris bu görücü melesine net bir cevap alamamış olsa da Sevde'nin sesindeki heyecandan anlamıştı ki hâlâ gönlünde saklıyordu duygularını. Bu hoşuna gitmiş, onu biraz rahatlatmıştı. Fakat Sevde'den yana içi rahat olsa bile başka heriflerin ona evleneceği eş adayı gözüyle bakmasını kaldıramıyordu. Uzakta olmanın zorluğunu şimdi daha iyi fark ediyordu genç adam. Elinden bir şey gelmemesi delirtiyordu onu.

Derin bir nefes aldı. Sakinleşmeye çalıştı. "Benim cadı Sevde'm başından bütün o herifleri def edebilecek kapasiteye sahip, endişe etmemeliyim," diye düşünmek istedi.

Aklına gelen yeni farkındalıkla bir kez daha kendini pataklamak istedi. "Ulan, kızı mezuniyeti sebebiyle tebrik etmeyi unuttuk iyi mi! E şimdi yeniden arayamam da. Hem dur bakayım, öyle kuru kuru tebrik mi edilirmiş! Sanki kırk kat yabancı. Biraz yüzünü güldürmeyelim mi yarimizin?"

Kendi kendine konuşurken bir yandan da telefonundan internete girdi ve İstanbul'da, Sevde'nin bulunduğu semtteki çiçekleri araştırmaya başladı. Güvenilir olduğunu düşündüğü bir tanesine girip çiçekleri inceledi. Karşısına bir buket çıkmıştı ve görür görmez Sevde'yi anımsatmıştı. "Buna bayılacak," dedi gülümseyerek ve sipariş verdi. Adresi ve bilgileri girip çiçeğin Sevde adına kız yurduna gitmesini sağladı. Altına bir not bırakmayı da ihmal etmedi.

"Hadi bakalım, inşallah saçma davranışımızı ve hayırlı olsun demeyi unutmayı affettirip gönlünü alabiliriz," diye kendi kendine mırıldandı ve dışarı çıkmak için hazırlanmak üzere kalkıp odasına geçti.


***

Yaklaşık bir saat kadar sonra Yağmur elinde market poşetiyle yurdun girişinden içeriye girerken nöbetçi belletmenin kendisine seslenmesiyle ona doğru yöneldi.

"Yağmur! Sen Sevde ile oda arkadaşıydın değil mi?"

"Evet hocam," derken kadının kolları arasında duran bir demet çiçeğe baktı. Çok güzel görünüyordu.

"Bu çiçek ona gelmiş, odaya çıkarken götürür müsün?"

"Tabi hocam!" dedi ve heyecanla uzanıp çiçeği aldı.

Arkadaşına gelen bu çiçeğin Zahid abisi ve Elaina ablasından olabileceğini düşünüyordu ama onlar zaten akşam törene gelecekti, gelirken kendileri getirirdi mantıken. Öyleyse kimdendi? Aklındaki düşünceleri bertaraf edip çiçeğin üzerindeki kartı baktı. Notu okursa kim olduğunu öğrenebilirdi. Uzanıp kartı alacaktı ki vazgeçti. Önce Sevde okusundu, ona gelmişti sonuçta. Sonra kendisine de okuturdu zaten arkadaşı.

Asansöre binip odasının bulunduğu kata çıktı ve hızlı adımlarla yürüdü. Heyecanla içeriye girdi. Yüksek sesle selam verip elindeki poşeti çalışma masasının üzerine bırakırken, arkadaşı da tekerlekli sandalye üzerinde dönerek yüzünü göstermişti.

Genç kız henüz bir şey diyemeden, Yağmur'un elindeki çiçekleri gören Sevde "Ayy ne kadar güzeller! Kimden gelmiş kız? Benden sakladığın bir şeyler mi var yoksa?" Diye takıldı arkadaşına. Bir yandan da çiçeklere daha yakından bakmak için kalkıp ona doğru yürüdü.

"Benim senden sakladığım bir şey yok kardeşim, senin var herhalde? Kimden bu çiçekler?"

Sevde şaşkınlıkla baktı arkadaşına. "Ne yani bunlar bana mı?"

"Evet, sana gelmiş. Getirdim ben de. Çok merak ettim kimden olduğunu, şu kartı al da oku hadii!"

İki genç kız da heyecanlıydı şimdi. Özellikle de Sevde. Merakla çiçeklere uzandı ve kollarına aldı. Çok hoş görünüyorlardı. Renklerine ve çeşitlerine bayılmıştı. Onu iyi tanıyan biri olmalıydı bu seçimi yapan.

"Abimlerdir ya, kim olacak?" derken nota uzandı.

"İlkin ben de öyle düşündüm ama abinler akşama burada olacak zaten. Sana çiçek hediye edeceklerse kendileri getirip vermeyi tercih ederler. Bence başkası."

"Belki mezuniyetime gelemeyen başka birisidir, Hira ablamlar falan. Ne bileyim, bizde abla abi çok."

Yağmur sabırsızca arkadaşının elinde tuttuğu ve hâlâ açıp okumadığı karta baktı. "Ben bu çiçeklerin abi ablalardan gelmiş olduğuna inanmak istemiyorum. Hadi aç da artık öğrenelim!"

"Tamam açıyorum," deyip kartı zarftan çıkarttı ve katlanmış yerinden açıp okudu. Okuduğu her kelime ve altında yazan isim kalbinin hızla çarpmasına sebep olmuş, genç kızı sevinçten havalara uçuracak denli mutlu etmişti. Gözleri dolu dolu kağıda bakarken ikinci kez okudu ve sonra üçüncü kez.

Yağmur, "Ay hadi, daha kaç kere okuyacaksın? Ben de okuyayım!" diyerek uzandı ve Sevde'nin elindeki kartı aldı. Sesli bir şekilde okumaya başladı.

"Sevde, İnsan mutluluklarını, hüzünlerini, hatıralarını ve ömrünü paylaştığı kişilerin kıymetini zamanla daha iyi anlıyor. Sen de her daim bana verilen nimetlerden biri oldun. Cadılıklarına rağmen! Teşekkür ederim. Ayrıca mezuniyetini ve başarını tebrik ederim. Hayırlı olsun. Bundan sonra da ve her daim Allah karşına güzel, hayırlara vesile olacağın kapılar açsın. Bugün yanında olamasam da dualarım seninle. Selamlarla, Hâris..."

Yağmur sevinçle arkadaşına döndü. "Sevde, bunu Hâris mi göndermiş şimdi! Ayy, bak demedi deme, bu iş olacak. Olmayacak olsa sana umut vermemek ve zorda bırakmamak için böyle şeyler yapmazdı zaten."

"Benim de içimden bir ses öyle söylüyor ama öte yandan, eğer o da beni seviyorsa neden kaç aydır hâlâ bu konuyu konuşmaya yanaşmadı? Hazır hissedince dedi, aylar geçti, hiç mi hazır hissedemedi kendini? Beni muallakta bıraktığının farkında değil mi?"

İki arkadaş karşılıklı oturdular sandalyelere. Yağmur düşüncelerini aktarmaya devam etti.

"Bak Sevdeciğim, bunları on beş dakika öncesine dek söyleseydin sana hak verirdim ama elinde Hâris tarafından gönderilmiş bir demet çiçek tuttuğunun farkındasın değil mi? Seni zor durumda bırakacak yahut sıkıntıya sokacak her şeyden kaçınmıyor mu bu çocuk? Ona olan duygularını öğrendiğinde bile anlayışla karşıladı ve sen kendini kötü hissetme diye çabaladı. Böyle davranan biri, eğer sana karşı başka duygular beslemiyorsa, çiçek gönderdiği ve böyle bir not yazdığı takdirde senin umutlanacağını tahmin eder ve bunu yapmazdı."

"Doğru söylüyorsun..." diye mırıldandı Sevde. "Ama kendimi çok kaptırmak, beklentiye girmek, onun ağzından gerçekleri duymadan bu ihtimale inanmak istemiyorum. Sonra yanılırsam, başka bir durum olursa, canım daha çok yanar. Hayal kırıklığına uğramış olurum. Ben bir şeylerden anlam çıkartmak ve umutlanmak istemiyorum, ki umutlarım kırılmasın sonra."

"Böyle hissetmekte haklısın, sonrasında canının yanmasından korkuyorsun. Ama aşk biraz da böyle bir şey değil mi? Canını illaki yakıyor insanın."

Genç kız "Galiba," dedi ve "Sen nereden biliyorsun peki bunu? Aşık mı oldun ki?" diye sorgularcasına baktı arkadaşına.

"Yoo, aşkı bilmek için sadece aşık mı olmak gerekir? Onca kitap okuyoruz, aşka dair şeyler dinliyoruz, şarkılar türküler var, filmler diziler var... Hiçbirinde her daim mutluluktan havalara uçan çiftler görmedim. Tersine, hepsinde acı, dert, tasa, ayrılık da var."

Sevde "Sen de haklısın be gülüm," dedikten sonra kollarının arasındaki çiçeklere baktı ve parmaklarını özenle dokundurdu taç yapraklarına, okşadı. "Ben bu çiçekleri çok sevdim," diye belirtti mutlulukla. Bu çiçekler, onun gününü güzelleştirmiş, bütün gün aşık aşık gülümsemesine yol açmıştı.

İki arkadaş çiçeklerle ilgilenedursun, yazar yüzünde bir tebessümle devam etti sözcüklere. "Yanılıyorsun Yağmur, aşkı bilmek için aşık olmak gerekir. Evet, belki okudukların, dinlediklerin, gördüklerin, izlediklerin sayesinde bu duyguya dair fikirlerin olabilir. Ama onu gerçekten tanımak, hissetmek, bilmek için yolunun bir kere aşka düşmüş olması gerekir ki anlayasın..."


Loading...
0%