@sukunettekelimeler
|
Nereden gelirsem geleyim, bundan sonra ilk durağım senin yanın. 🍂 Genç adam elindeki bavulu sürükleyerek havaalanında hızlı adımlarla yürüyordu. Onu gören biri uçağa yetişmeye çalışıyor falan sanardı ama o tam tersi yöne gidiyordu. Çıkışa. Buluşmak için anlaştıkları yerde arkadaşlarını görünce onlara doğru yöneltti adımlarını. Aykut ve Efe idi bu arkadaşları. Efe bu sene evlenen, Esenler tarafına düğününe gittikleri arkadaşıydı. Arkadaşları da onu fark ettiklerinde yanına doğru yürümeye başladılar ve ortada buluşup sarıldılar, selamlaştılar. Aykut uzanıp Hâris'in bavulunu aldı. - Ver kardeşim, yol yorgunusundur. Ben taşırım. "Eyvallah," dedikten sonra bavulu Aykut'a verdi ve sabırsızca söylendi Hâris. "Hadi oyalanmadan gidelim!" İki genç adam, atlı koşturuyor gibi hızlı yürüyen Hâris'e yetişmeye çalıştılar. Arkadaşlarında bir haller vardı ama ne Aykut ne de Efe neler olduğunu anlayamamıştı. Efe dayanamayıp sabırsızca sordu. - Hâris, hayırdır kardeşim? Bu ne acele? Nereye yetişiyoruz? - Anlatırım sonra. - Oğlum telaşla bizi buraya getirttin. Şu adam merak etti, endişe etti de Tekirdağ'dan geldi. Bir açıklama yapmayı çok görme bi zahmet. Nereye gidiyoruz? Hâris arkadaşına hak verdi. İçindeki gürültüyü bastırıp ona bir cevap verme girişiminde bulundu. - İstanbul Üniversitesine gidiyoruz. - Ne için? Efe anlamayıp sorsa da Aykut cevabı içten içe sezmişti. O okulda kimin okuduğunu tahmin ediyordu çünkü. Sevde yüksek lisans eğitimine orada devam ediyor olmalıydı. Aklına gelenin başına geldiğine neredeyse emindi. Arkadaşını şöyle bir süzdü ve hâlini değerlendirdi. Evet evet, kesin düşündüğü şeydi! Hâris nasıl daha mantıklı bir şekilde cevap veririm diye düşünürken Aykut verdiği tepkiyle onu bu yükten kurtarmıştı bile. - Hadi bee! Ciddi misin? Düşündüğüm şey mi? Aykut'un hayret dolu sesi üzerine iki arkadaşının bakışları da ona döndü. Hepsinin adımları ister istemez durmuştu. Hâris, Aykut'un doğru düşündüğüne emindi. Göz göze geldiklerinde arkadaşı da cevabı çoktan almıştı. Ciddiydi. Efe ise aralarında bir şey anlamayan tek kişi olarak onlara garip garip bakıyor, gittikçe sinirleniyordu. "Ne oluyor oğlum? Biri beni de aydınlatabilir mi?" "Tabi kardeşim," dedi Aykut. "Sevde hanımın okuduğu okula gidiyoruz. Yoksa müstakbel yengemizin mi desem bundan sonra?" Efe'nin kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. "Hâris, bahsedilen hanımefendi için mi gidiyoruz yani?" Hâris arkadaşlarını kollarından tutup çekeledi ve yeniden yürümeleri için teşvik etti. "Aynen kardeşim. Soruları yürürken sorun, hadi." Efe vakit kaybetmeden konuşmaya devam etti. "İlk sorum şu, bu hanımefendi hakkındaki duygu ve düşüncelerinden emin misin?" Hâris "Sence?" dercesine kınayarak baktı Efe'nin gözlerine. "Sen demedin mi, 'insan ömürlük bir yola çıkıyor' diye. Ben sadece Sevde'yle bir ömrü paylaşabilirim. Hayat boyu yanımda olmasını istediğim, birlikte yaşamak istediğim kişi o." Efe gülümsedi. "Hayırlı uğurlu olsun kardeşim. Ufukta bir düğün var." Aykut da gülümsedi ve elini Hâris'in omzuna koydu. "Allah hayırlısıyla kavuştursun." "Amin." Efe yeniden lafa girdi. - İyi güzel hoş da, niye aceleyle, bir şeye yetişmeye çalışıyor gibi gidiyoruz? Hayır yani nikah basıp gelini kaçıracak gibisin de. - Tövbe de be! - Tövbe. Aykut gülse de "Ama Efe haklı. Kız bir yere mi kaçıyor, hayırdır?" diye tasdikledi arkadaşını. - Yoo, okulunda duruyor işte. - Eee? Bu hâlin ne? Yangından mal kaçırmaya çalışır gibi bir telaş, bir acele. Hayırdır? Arabanın yanına varmışlardı. Aykut bavulu bagaja yerleştirirken Hâris sitem ederek konuştu. - Benim canım anam kıza görücü mörücü ayarlamıştı en son konuştuğumuzda! Ya benim yârim annemin oyunlarına geldiyse ve o herifle görüştüyse? Geçen haftadan beri zor dayanıyorum bu düşüncelere. Kendimi zor tutum telefonda Sevde'ye "kimseyle görüşeme, ben seni seviyorum" dememek için. Benim bir an önce bu kızla konuşmam lazım ki sonra da gidip ailelerimize mevzuyu açalım. Benim canım anam da hem bana hem ona görücü aramayı bıraksın! Yoksa içim rahat etmeyecek. Ne menem duyguymuş bu, insana nefes aldırmıyor be!" Aykut ve Efe birbirlerine baktılar manalı manalı. Aykut "Bu baya baya yangınlarda," diye bir yorumda bulundu ve içinden dostuna selamet diledi. Arabaya bindiler, yola koyuldular. Yolda biraz Hâris'in yurt dışındaki iş deneyimlerinden bahsetmişlerdi. Aslında genç adam işine ve hayatına orada devam edebileceği bir teklif de almıştı ama düşünmek için zaman istemiş, henüz cevaplamamıştı bu teklifi. Üstelik olumlu bir cevap vereceğini de sanmıyordu. Planlanandan bir buçuk ay fazla kalması gerektiğinde dahi zor dayanmıştı. Ömründen bir kaç yılı orada geçiremezdi. Sevde'yi bırakıp gitme niyeti yoktu. Ve bu kız daha yüksek lisansa yeni başlamıştı. Evet, evet, canı ülkesinde, canı gibi sevdiği insanlarla kalacaktı Hâris. Biraz uzun bir yolculuğun ardından üniversiteye vardıklarında Efe arabayı uygun bir yere park etti. Üç genç de araçtan indi. "Siz takılın buralarda, gelirim ben" diyen Hâris'i kolundan tutup durdurdu Aykut. - Kıza ne diyeceksin? Hiç aklın başında görünmüyor. Ayaküstü ilanı aşk etme nolursun. - Korkma ya, öyle bir şey yapmayacağım. Kendimi hatırlatayım, yüzünü bi göreyim yeter. - İyi madem. Hâris buraya varınca biraz daha sakinleşmişti. Kapıdaki güvenlikten ziyaretçi kartı alıp kampüse girdi. Hava güzel olunca bahçe de kalabalıktı. Etrafa bakarak Sevde'yi bulamayacaktı anlaşılan. Telefonunu çıkartıp aradı genç kızı. İlkin açmamıştı. Bir daha aradı. Yine açmayacağını düşünüyordu ki cevapladı genç kız. "Selamün aleyküm Sevde," dedi hiç bekletmeden. Amerikadayken onu aramamak, mesaj atmamak, boş muhabbete girmemek için kendini öyle zor tutmuştu ki. Çok özlemiş ama Allah'ın yardımıyla dayanmıştı. Şimdi ise şükür ki kavuşmuş sayılırdı. - Aleykümselam. Ne yaptın, döndün mü Hâris? Eve vardın mı? Bugün döneceğinden haberdardı genç kız elbette. Bu sebeple sevdiğinin sağ salim eve varıp varmadığını soruvermişti hemen. Merak ediyordu onu. - Yok. Boşver beni şimdi, sen nerdesin? - Okulda? - Okulda nerede? - Bahçede? - Bahçede nerede? - Ne oluyor ya, yine garip sorular sormaya başladın ha! - Sen bir cevap ver, anlayacaksın ne olduğunu. Sabırsız cadı. - Cadı diyor yine ya! Allah'ım sen sabır ver. - Sevdee? - Uff, tamam. Heykelin olduğu tarafta, büyük söğüt ağacının altında çimlerde oturuyorum. Konum da atayım ister misin? - Konuma gerek yok, sağ ol. Hadi görüşürüz. Telefon yine pat diye kapandığında genç kız hayretle ekrana baktı. Yine bir sabır çekti ve sakinleşti. Bu adama gittiği ülkenin havası yaramamıştı belli ki. Devreler yanmıştı. Şu yaptığı davranışı Amerika'da kaldığı yaklaşık sekiz ayda da tekrarlamıştı. Arada bir arıyor, saçma sorular sorup iki kelam ediyor ve pat diye telefonu kapatıyordu. Aylık rutinleri olmuştu artık. İnşallah memleketine dönünce düzelir, eski haline dönerdi. Sahi, haftaya eve gidebilirse görecekti onu. Çok özlemişti vallahi. Sabırsızlıkla bu haftanın bitmesini bekliyordu. Zihninden geçen düşünceleri savıp elindeki kitabı okumak üzere yeniden açtı ama kaldığı yeri kaybettiğini fark etti. Sayfasını bulmak için yaprakları çevirdi ve karıştırdı. Biraz uğraş verdikten sonra tam bulmuştu ki yanıbaşında duyduğu o ses yüzünden önce irkilmiş, ardından şaşkına dönmüş, kitabı elinden düşürüp kaldığı yeri yeniden kaybetmişti. "Selamün aleyküm Sevde," Ama bu ses ondan başkasına ait olamazdı ki... Genç kız, başını kaldırıp baktığında yanılmadığını gördü. Şaşkınlığına büyük bir mutluluk da karışmıştı. Onu görmeyi beklediği en son yer, yok yok, yanında görmeyi beklediği en son kişi şu an karşısında duruyordu. "Hâris?" dedi hayretle. Dudaklarında sevinci dolayısıyla bir gülüş yer etmiş, genç adama bakarken gözleri ışıldıyordu. Hâris ayakta dikilip kıza yukarıdan bakmaya bir son verdi ve hemen karşısına çöküp bağdaş kurdu. "Selamımı almadın," dedi yüzündeki imalı gülüş eşliğinde. Sevde'ye büyük bir sürpriz yaptığının farkındaydı. Genç kız aşık kalbini saran hasret dolayısıyla kavuşmanın büyüsüne kapılmış, selamını almayı unutmuştu. "Aleyküm selam," dedi Sevde. "Sen ne yapıyorsun burada? Ne ara geldin Amerika'dan?" "Yeni geldim. İlk durağım senin yanın." Genç adamın öncelikle kendi yanına gelmesi Sevde'nin oldukça hoşuna gitmişti. "Varır varmaz buraya geldin yani?" dedi emin olmak istercesine. Bunun arkasından çok anlamlar çıkartabilirdi ama yapmamaya çalıştı. Ta ki Hâris'in cümlesini işitene dek. "Nereden gelirsem geleyim, bundan sonra ilk durağım senin yanın." Göz göze geldiler. Sevde'nin kalbi daha bir hızlı çarptı. Hava çok sıcak olmamasına rağmen vücudu da ateş basmışçasına ısınıyordu. Bu cümle öyle bir cümleydi ki genç kız için, ardındaki anlamların gönlüne akın etmesine engel olmayacağı türden... Çünkü insan uzaklardan geldiğinde ilk durağı, en sevdiğinin yanı olurdu bu hayatta. En çok özlediğinin. Aralarına giren bir kaç saniyelik sessizliğin ardından bakışlarını çekip alabilen kişi Sevde oldu. Bu adamın pek de aklı başında gibi değildi. "Konuşalım mı, vaktin varsa?" diye soruverdi Hâris. Buraya gelirken böyle bir planı yoktu ama neyi usulüne göre, planlı yapmıştı ki zaten? Az önce arkadaşının "Ayaküstü ilanı aşk etme nolursun," deyişi ve kendisinin de "Korkma ya, öyle bir şey yapmayacağım," diye yanıtlayışı aklına gelince istemsizce güldü. "Üzgünüm kardeşim, işler değişti," diye içinden geçirdi. Başını yavaşça sallayıp "Konuşalım," derken mevzunun ne olduğunun farkındaydı genç kız. Aylardır ertelenen o konuşma şimdi gerçekleşecekti, farkındaydı. Hâris net bir adamdı. Yine öyle olacaktı. Fakat netliğinin yanı sıra konuya da direkt giriş yapması genç kızı bir tık afallatmıştı. "Sevde, aradan aylar geçti ve benim bir şeylerin farkına varmak için yeterince zamanım oldu. Duygularının bir karşılığı var. Bu sevdayı tek başına sırtlanmak zorunda değilsin. Hatta uzun zamandır birlikte sırtlanıyoruz, sen her ne kadar haberdar olmasan da." Sevde yanaklarının kızardığına emin bir şekilde bakışlarını kaçırdı ve tebessümlü yüzünü hafifçe öne eğdi. Bunları duymak onu öylesine rahatlamış ve mutlu etmişti ki! Etekleri zil çalmak deyiminin hayat bulmuş hâli gibiydi şu an. İçinden binlerce kez şükür ederken, bu ânı yaşıyor olmak onu duygulandırmıştı. Sabrın sonu selamet derlerdi ya hani, sonunda selamete erişmişti genç kız. Yüreği bir kuş gibi hafiflemiş, içindeki yangınların üzerine yağmurlar yağıp alevleri söndürmüştü. Yıllardır omuzlarında taşıdığı duygudan dağlar, kayalar, paramparça olup ufalanmış, onların ağırlığından kurtulmuştu. Ferahlık, huzur bulmak, mutmain olmak: bu kavramları derinlerinde hissediyordu. "Elhamdülillah," dedi alçak sesle. Bunu duyan Hâris tebessüm etti. Ardından biraz gevşeyerek sözlerine devam etti. "Seni çok beklettim ama ne demişler, geç olsun güç olmasın." Sevde "Benim açımdan hem geç hem güç oldu ama neyse, sonucu güzel çok şükür," diye ucu genç adama dokunan bir cümle bıraktı aralarına. "O zaman daha fazla güçleştirmeden ve geçleştirmeden devam edelim bu sürece," "Nasıl yani?" "Bizimkilere söyleyelim. Haberleri olsun. Zahid dayımın kapısını çalalım hayırlı bir iş için." "Ne? Hemen mi?" diye şaşkınlıkla atıldı genç kız. Az evvelki duygusallığı ve utangaçlığı verdiği nefese karışıp gitmişti. Hâris ise oldukça rahat bir şekilde, her gün yaptığı çok sıradan bir şeyden bahsediyor gibiydi. "Evet, hemen. Eve döner dönmez konuşurum ben bizimkilerle." "Olmaz!" diye itiraz etti Sevde. "Farkında mısın, senin bu âşık hâlin sana saçma şeyler yaptırıyor. Biraz sakin olsana ya. Düşünüp taşınarak, mantıklı hareket etmemiz gerekir." "Saçma olan ne yapmışım ki bu âşık halimle?" derken hafifçe ona doğru eğilmiş, kaşlarını hafifçe havaya kaldırmış, genç kızı utandıracak şekilde ona bakarak soruvermişti Hâris. Genç kız, sevdiği genç adam onu utandırmaya and içmiş gibi davrandığından, pençelerini çıkarttı ve kendini savunmaya aldı. "Amerikadayken beni aramaların mesela? İki düzgün diyaloğumuz yoktu. Birden de yüzüme telefonu kapatıyordun. Mantıklı mıydı?" "Evet, kendimi unutturmadım işte." "Ben zaten seni hiç unutmuyordum ki!" Farkında olmadan Sevde'den aldığı itiraf karşısında hâlinden hoşnut bir şekilde güldü genç adam. "Bunu bildiğim iyi oldu," Yeniden utandığı için ciddi olmaya çalışarak devam etti Sevde. "Her neyse, konumuz bu mu? Çiçek göndermen mesela? Kafamı karıştırdın." "Ne yani, mutlu olmadın mı? Beğenmedin mi?" "Mutlu oldum ve çok beğendim ama mevzu bu değil." "Amaç buydu. Mutlu olman ve beğenmen. Öyleyse sorun yok. Hem bak, istemeye gelirken çok daha güzelini alırım sana." Hâris son cümleyi söylerken göz kırpmıştı. "Pat diye gelip karşıma oturup itiraf ettiğin duygulara, sonra da teklif ettiğin şeye bak be adam! Bunu kast ediyorum işte." "Ne var yani evlenmek için biraz acele ediyorsak?" "Biraz mı?" derken genç kızın soruşu imalıydı. Ama Hâris'in üzerine alınır gibi bir hâli yoktu. "Evet, bebekliğinden beri yanımdasın ama helalim değilsin, yeterince uzun bir zaman değil mi?" "Haklı çıkmakta üstüne yok Hâris." "Ne yani, bekleyelim de güzel anacığım bana da sana da başka kısmetler mi bulsun? Bir ömür boyu 'daha kavuşamadan mevlam ayrılık yazmış' türküsünü dinlemeye mahkum mu olayım ben? Yazık değil mi?" Hâris bütün bunları söylerken öyle ciddi görünüyordu ki şaşakaldı genç kız. Hayretler içindeydi doğrusu! Bu adamdan korkulurdu. Ona bakakaldı, ciddi mi, dalga mı geçiyor diye anlamak için. Hâris küçük bir tebessüm etti. "Bak, sen de şimdi bana hak verdin dimi? Evlenmemiz lazım bizim." Sevde kendisini toparladı ve onun dilinden konuşmaya karar verdi. "O nedenmiş?" dye sordu genç adam, kaşlarını çatarak. "Bu konuşmayı yapmak için seni aylarca beklettim, onun intikamını mı alıyorsun?" "Yoo. Daha küçükmüşüm. Ailem öyle düşünüyor. Henüz evlenmeme izin verecekleri yaşa gelmedim." "Haa öyle mi? Ne kadar bekleyeceğim peki, hanım efendi?" "Bi yüz on beş yıl falan," derken gülmemek için kendini zor tuttu Sevde. Hâris "Yuh! Dalga geçme kızım!" diyerek yükseldi bir anda. "Dalga geçmiyorum ya! Kardeşim öyle dedi. Yüz kırk yaşına gelene dek evde onlarla kalacakmışım canım!" Sevde, bir kaç yıl önce kardeşiyle aralarında geçen diyaloğu şimdi sevdiceğini biraz çıldırtmak için kullanmıştı. Onun yüzünün geldiği hâli görünce artık kendine engel olmayarak gülmeye başladı. Hâris, Sevde'nin oyununa gelmişti. Hayretle çatılan kaşları normal halini aldı ve o da gülümsedi. "Üçkağıtçı seni! Hoşuna gitti değil mi benimle uğraşmak, beni delirtmek!?" "Her zamanki gibi!" deyip gülümsedi Sevde. Boşuna cadı demiyordu ona bu adam. Birbirlerine bir anlığına tebessümle baktıktan sonra ikisi de harelerini etrafa çevirdi. Bir kaç dakikanın ardından Hâris ciddi bir şekilde söze girdi. "Şaka bir yana, ben bizimkilere söylemek istiyorum Sevde. Yoksa annem rahat durmayacak. İkimize de çile çektirir bak. Ben bu saatten sonra başkasının adını dahi senin yanına koymalarını istemiyorum." Onu anlayabiliyordu genç kız. Zaten kendisi de Hâris'i sevdiğini Kübra teyzesi ona bir kızı ayarlamaya çalışırken fark etmemiş miydi? Zorlu bir süreçti. Hoş değildi. "Haklısın. Ama bir haftacık daha beklesek? Ben haftaya eve döneceğim. Aynı gün söyleyelim istiyorum. Birbirlerinden önce ya da sonra bilmesinler. Hı? Bir haftadan bir şey olmaz?" Öyle içtenlikle ve tatlı tatlı sormuştu ki Sevde, hayır diyemedi Hâris. "Tamam, bir haftadan bir şey olmaz," dedi o da. Sonunda bir anlaşmaya varmışlardı. 🍂 Eve gelişinin üçüncü günüydü. Herkesle hasret gidermişti genç adam. Ayrı kalınca sevdiklerinin, memleketinin, yemeklerinin, ezan sesinin, taşının toprağının değerini daha iyi anlamıştı. İkindi namazı için camiye gitmiş, şimdi eve dönmüştü. Karnı kurt gibi acıkmıştı. Kapıdan girer girmez burnuna güzel kokular dolmuştu. Annesi ve ablası döktürmüştü yine anlaşılan. Selam verdikten sonra "Çok açım çok!" diye abartılı bir şekilde ağlanarak mutfağa girdi. "Sen şimdiden ye o zaman yavrum," deyip bir tabağa sarma doldurdu ve masaya oturan oğlunun önüne koydu Kübra hanım. Hâris şevkle önündeki tabağa gömüldü ve iştahla yemeye başladı. Yengesi ve annesi bir yandan akşamki misafirleri için hazırlık yapıyor, bir yandan da sohbet ediyorlardı. Sohbetin konusunun sevdiceğini olduğunu fark edince kulak verdi. "Hem bizim Sevde'nin eli lezzetlidir. Pratiktir de. Çalışkandır, beceriklidir. Bakma, okuduğu için yurtlarda kaldı, çok fazla evde durup mutfağa giremedi. Ondan ötürü her şeyi yapmayı bilmez ama yaptı mı da pek güzel yapar." "Aman abla, zaten şimdi her yerde yemek tarifi dolu. Açıp bakar, istediğini pişirir. Onda bir sorun yok." "Aynen öyle. Evde düzeni temizliği de sever. Eh zaten güzel de kız, maşallah." Duydukları genç adamın hoşuna gitmişti. Sevdiceğinin övülmesi ve böyle iyi anılması keyfini yerine getirdi ve ister istemez gülümsedi. Tabağı bitince kalkıp biraz daha sarma koydu kendisine. Yemeğine devam etti. "Ama biraz tembel tarafı da bizim kızın. İşi gücü okuyup yazmak. Ev işi yapma hevesi pek yok. Yapıyor ama isteksiz yapıyor. Biraz da inatçı ve bildiğini okur." Kendini tutamadı ve yandan yandan güldü Hâris. Önlerindeki işle ilgilenen kadınlar bu imalı gülüşü görmemişti elbette. "Gelinini iyi tanıyorsun anacığım, inşallah bu özelliklerinden rahatsız değilsindir yoksa alışman gerekecek," diye geçirdi içinden. Tabağındaki sarmalardan bir tane daha batırdı çatalına. İki tabak daha yiyebileceğini düşünüyordu bu sırada. Hasret kalmıştı şu tada! Tabi annesi "Ablanlar gelecek, onlara da kalsın" faslına geçmeden nasıl iki tabak sarma yürütebilirdi onun planını hesabını yapmalıydı. Aklında tilkiler dolanmaya başlamıştı bile. Bu sırada annesi ve yengesi laflamaya devam ediyordu. "Ayy kız, bana geçen gün biri Sevde'yi sordu. Görmüş beğenmiş. Oğluna düşünmüş. İyi de bi kadın. Oğlu da bildiğim kadarıyla iyi çocuk. Abisine iletir misin, rızası olursa bir görüşsünler diyor. Zahidden biraz çekiniyorum, çok düşkün Sevde'ye, malum." Hâris'in lokması neredeyse boğazında kalacaktı. Elindeki çatalı geri indirdi. Kaşları çatıldı aniden. Gerilmişti. Yoğun bir sitem dalgası sardı bedenini. Dönüp bir şey dememek için kendini zor zapt ederken kadınlar onun sabrını sınarcasına konuşmayı sürdürüyordu. "Çekinme yenge. Sonuçta yaşları geldi. Alışsın Zahid de. Artık olacak böyle şeyler. Hayırlısı kimse ona varır elbet. Sen söyle." Hâris'in bütün iştahı bir anda kaçmıştı. Elindeki çatalı masaya pat diye bırakıp aniden oturduğu sandalyeyi geri itti ve kalktı. Sandalye sertçe itilince gereksiz bir gürültü çıkartmıştı. Nefes alamadığını hissetti. Dilinin ucuna dek gelenleri söyleyip annesine Sevde'nin başı bağlı olduğunu, bu eve gelin geleceğini söyleyecekti ki genç kıza verdiği sözü hatırladı. Hasbinallah çekerek kendisini sakinleştirmeye çalıştı. Bir kaç gün, sadece bir kaç gün sonra Sevde gelecek ve bu eziyetten kurtulacaktı. O zamana dek sabretmeliydi. Mutfaktan dışarı attı kendini. İki kadın "ne oluyor birden" dercesine birbirlerine bakmıştı soran bakışlarla. Anlamamışlardı. Kübra hanım "Oğlum hani çok açtın, daha doğru dürüst yemedin! Nereye?" diye seslendi arkasından. "Doydum!" diye cevapladı Hâris, hislerini bağıra bağıra anlatmamak için dişlerini sıkıp kendini zor durdururken. Sevde'nin yanındayken rahat rahat "Bir haftadan bir şey olmaz," derken ne kadar da yanıldığını şimdi fark ediyordu. 🍂 Mahallede eve doğru yürürken bir yandan da telefonuyla mesaj yazıyordu genç adam. - Sevde, eve vardın mı? Kısa süre sonra cevap gelmişti. - Evet, iki saat oldu. "Oh be!" diye bir teki gösterdi, rahatladığını ifade edercesine - O zaman bu akşam ailelerle konuşma işini halledelim. - Olmaz, akşam misafir varmış. Hazırlık yapıyoruz. Yarın konuşabilirim ancak. Genç adam "Vay anasını! Bu gidişle konuşamayacağız biz!" diye kendi kendine söylendi. Ardından derin bir nefes alıp sakinleşti ve yeni bir mesaj gönderdi Sevde'ye. - Peki, ama yarın son. İsterse birleşmiş milletler gelsin, yarın akşam yine de bu konuşma yapılacak güzelim. Sevde, cümlenin sonundaki sözcüğü okuyunca yüzünde kocaman bir tebessüm belirmişti. Hâris'in bunu farkında olmadan yazdığına emindi. Yine de bu farkında olmayışı çok sevmişti. Parmaklarını ekranda dolaştırıp cevap yazdı. - Tamam, korkma, yarın akşama dek başkasına yâr olmayacağım. Söz. Gülümsedi Hâris. "Yok bir de olsaydınız Sevde hanım!" diye mırıldandı ve ellerine ceketinin cebine koyup aheste aheste eve doğru yürüdü. İçeriye geçtiğinde sevgili anne ve babasının çay içmekte olduğunu gördü. Selam verdi, afiyet olsun dedi ve annesinin karşısına, babasının yanına oturdu. Babasıyla biraz laflamışlardı ki annesi araya girdi. İlginç bir bilgi vereceğini belli etmek istercesine gizemli tutuyordu ses tonunu ve mimiklerini. "Oğlum, geçen gün yengenle konuşuyorduk. Ne oldu biliyor musun?" "Yanınızda olmadığıma ve üzerinize ses-takip cihazı yerleştirmediğime göre bilmiyorum annecim. Ne oldu?" "Ay aslında ilk başta yanımızdaydın, sonra kalktın gittin. Hani şu sarma sardığımız gün. Belki duymuşsundur, dediydim ya biri bana Sevde'yi sordu. Görmüş beğenmiş. Oğluna düşünmüş. Zahid'e söylemeye çekiniyordum." "Eee?" dedi genç adam, bu sohbetin sonunun nereye gittiğini merak edercesine. "Meğer bu kadınla Elaina tanışıyormuş. Kocası da Zahid'in gençlikten tanıdığı bir adammış. Eskiden iyi anlaşırlarmış. Uzun zamandır görüşememişler." Hâris "Ne güzel, ne güzel. Ama annecim, burada beni ilgilendiren bir konu göremedim," dedi yapmacık bir şekilde. Kendini zor zapt ediyordu. "Ayy dur oğlum. Anlatıyorum işte," deyip çayından bir yudum aldı Kübra hanım. "Ben kadının niyetini Zahid dayınla Ela ablana söylemiştim. Ela ablan da geçen gün pazarda bu kadınla oğluna rastlamış. Bir beğenmiş ki oğlanı, sorma. Edepli, efendi, işi gücü yerinde bir çocukmuş. Eh, kadın Sevde'yi beğenmiş, Ela da oğlanı. Uzun zamandır da görüşemeyen iki tanıdık aile. Bizim Ela çocuğu daha iyi tanımak için bunları oturmaya davet etmiş. Misafirliğe gelecekler." Elindeki çay bardağını önündeki sehpanın üzerine geri koydu Hâris. Şayet bir yudum bile alsa boğulabilirdi. Şuan konuşulan konunun onu öldürme tehlikesi bile vardı. Yahut katil etme! Aklına aniden düşüveren o cümle ile etekleri tutuştu. Sevde mesajda ne demişti? "Olmaz, akşam misafir varmış. Hazırlık yapıyoruz." Ulan yoksa bu kız farkında olmadan kendine görücüye gelen insanlara mı hazırlık yapıyordu?! "Ne zaman geliyormuş bu aile?" "Bu akşam geleceklerdi. Çoktan gelmişlerdir bile." Aldığı cevap onu çıldırtmaya etmişti. "Olamaz öyle bir şey!" diye patlayıverdi ve bir anda ayağa kalktı. Acilen bir şey yapması gerekiyordu! Kübra hanım ve Süheyl bey oğullarının bu ani tepkisine şaşırsa da kadıncağız inatla devam etti konuşmaya. Yavrusunun sabrını sınadığının farkında değildi. "Neden olamasın canım? Gül gibi kız, aslan gibi çocuk. Oğlum ne var, herkes sen gibi bekar gezsin mi istiyorsun?" Genç adam kendini daha fazla tutamadı ve "Sen müdahale etmesen ben bekar falan kalmayacağım anacığım ama ne yaptın ettin kendi gelininin evine görücü getirttin ya, tebrik ederim seni!" diye sitem etti. Kızgın olsa da annesine bağırmaması gerektiğinin bilincinde olacak kadar aklı başındaydı. Sesini yükseltmemişti. Kübra hanım ve Süheyl bey doğru anlayıp anlamadıklarını düşünürken Hâris onların hâlini görünce artık her her şeyi açıklığa kavuşturmasının zamanının geldiğini düşündü. "Canım anam, sen Sevde'ye koca aramasaydın, bu akşam burada ben size Sevde'yi sevdiğimi, onunla evlenmek istediğimi söylüyor olacaktım. Sevde de orada abisine beni sevdiğini, benimle evlenmek istediğini söylüyor olacaktı. Ama kızcağız kendini görücüye geldiklerinden habersiz misafirlerine hizmet ediyor! Olacak iş mi bu?" Kübra hanım ve Süheyl bey bir kaç dakika boyunca şaşkınca birbirlerine baktı. Bu sırada Hâris "Yok, ben burada böylece duramam!" deyip hızlıca odadan çıktı. Kapıya varıp ayakkabılarını giydi, soluğu biraz öteki evin önünde aldı. Zile basıp beklemeye başladı. Bir yandan da derin nefesler alıp veriyordu. Sakinleşecekti. Olay çıkartmadan o misafirleri bu evden gönderecekti ama giderken Sevde'den de vazgeçmiş olacaklardı. Kapıyı açan kişi Harun'du. Çocuğa selam verip çabucak içeriye girdi. Beylerin oturduğu odaya yöneldi ve kapısında durup selam verdi. Zahid onu gördüğüne şaşırsa da yanlarına buyur etti. Hem yaşıtı vardı, tanışırlardı. Genç misafirleri de sıkılmazdı. Hâris misafirlerin elini zoraki sıktı. Özellikle de genç adamın elini gereğinden fazla sıkı kavramıştı. Yüzünü de uzun uzun incelemişti. Allah var, yakışıklı bir adamdı ama nasibi burada değildi! Başka yerde aramalıydı. Gencin elini bırakıp hemen çaprazına oturdu. Zahid, odadakilere onu tanıtırken, kafasında binbir tilki dolaşmaya başlamıştı. Öte yandan, Kübra hanım ve Süheyl bey olanları idrak edip kendilerine geldiğinde "Ben na'ptım bey!" diye yakınmıştı kadın. "Olmuşla ölmüşe çare yok hanım. Şimdi kalk da şu oğlanın peşinden gidelim, bir olay çıkartmasın akşam akşam." Karı koca kalkıp evden çıkarken konuşmaya devam ettiler. "Bari işin sonunu tatlıya bağlayalım. Baksana, çocukların işini yokuşa sürmüşsün bilmeden. Toparlamak da bize düşer." "Haklısın Süheyl bey. Benim deli oğlum kötü bir şey yapmasa bari. Nasıl kızdı gördün dimi?" "Yok yok, benim oğlum haddini hududunu bilir. Korkma sen." "Hadi inşallah şu geceyi kazasız belasız atlatalım da bir..." Yaşlı çift de yan evin ziline basmış, onlara da kapıyı Harun açmıştı. İçeri girdiklerinde seslere dikkat kesildiler. Her şey normal gibiydi. Henüz bir sıkıntı çıkmamıştı demek. Biri hanımların oturduğu odaya biri de beylerin oturduğu odaya geçip davetsiz misafir olarak yerlerini aldılar. Hâris ortamdaki konuşmaları ve herkesin en ufak bir hareketini dahi takip ediyordu. Özellikle de çaprazına oturan gencin. Yaşı kendine yakındı belli ki. Ayrıca çocuğun babasına da biraz ayar olmuştu. Adam açık açık Sevde'yi beğendiklerini ve gelin olarak görmeyi istediklerini söyleyecekti neredeyse. Eh, bu şekilde belirtmemişti ama bu anlama çıkan cümleler kurmuştu. Süheyl bey sürekli dürtükleyerek oğlunun ani çıkışlarına engel olmaya çalışmıştı bu sırada. Neyse ki Hâris beyefendiliğini korur gibi yaparak adamı niyetinden vazgeçirmeye çalışmıştı. Nasıl mı? Elbette dört dörtlük gördükleri kızın eksik gedik yanlarını ifade ederek. Aslında olmayan şeyleri bile söylemişti. İçinden "günaha giriyor muyum ki lan," diye geçirse de "Sevde'den alırım bi helallik, sonuçta her şey bizim sevdamız için" diye bir bahaneye tutunup açtığı bu yolda gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğine and içmişti. Mesela "Kızımız ne güzel okumuş, ilim sahibi olmaya önem vermiş," demişti misafir bey amca. Hâris hemen atlamıştı lafa. "Aman efendim, biz onu ittire kaktıra okuttuk. Ağlaya sızlaya bitirdi okulunu. Küçükken de ödevlerine hep ben yardım ederdim zaten." Adam bu kez hanımefendiliğinden övgüyle bahsetmişti, Hâris "Dışı sizi, içi bizi yakar," demişti adamcağıza. "Onu bir de yakından tanıyanlara soracaksınız. Mesela biz birlikte büyüdük. Dışarıdan bakınca çok hanım görünür ama içinde bir cadı yatar. Katır inadı vardır. Dediğim dediktir, söz dinlemez. Kendi doğrusu doğrudur. Geçinmesi zor olabilir yani. Herkesin huyuna suyuna uymaz." "Eli de lezzetli belli ki," demişti adam, önündeki ikramları kast ederek. "Bunların çoğunu Ela ablam yapmıştır. Onun elinin pek ayarı yoktur. Tuzu ya çok atar ya da az. Kıvam tutturamaz. Her yemeği yapmasını da bilmez," diye yanıtlamıştı Hâris. Bütün bunlar olurken Zahid içten içe şaşırmış, sevgili manevi yeğeninin neden Sevde'yi kötülemeye çalıştığını anlayamamıştı. İlkin "bilerek mi yapıyor," diye düşünse de buna ihtimal vermek istememişti. Neden yapsındı çünkü. Öyleyse boş boğazlık ediyordu ama Hâris boş boğaz bir insan da değildi ki. Şu misafirler hele bir gitsin, soracak ve öğrenecekti sebebini. Yarım saat kadar sonra içeriye Harun girdi ve misafir gence yaklaştı. "Abi, annen seni çağırıyor yanına," dedi ve yol göstermek için kapıda bekledi. Misafir genç ayağa kalktığında Hâris de hemen peşine ayaklandı. Süheyl bey onu bileğinden yakalayıp "Sakın bir delilik yapma," diye fısıltıyla kibarca uyardı. "Tamam baba ya," dedikten sonra bileğini kurtardı ve içeri doğru yürüyen gence yetişti. Aslında koridorda baş başa kalma fırsatını yakalayıp değerlendirecekti ve bu genci açıkça uyaracaktı ama babası sağ olsun, onu oyalamıştı. Peş peşe içeriye girdiler el mecbur. Kübra hanım stres olmuş, adeta korkudan ecel terleri döküyordu. Eh sonuçta gençti bunlar, ya bir tatsızlık çıkarırlarsa? Ela da şaşırmıştı Hâris'i odaya girerken görünce. Hanımların içine girmezdi normalde. Ama şimdi omuzları ve başı dik bir şekilde gelmiş, baş köşeye oturmuştu. Buranın efendisi benim havası veriyordu. Eh, genç adam için buradaki tek yabancı kadın şu misafir teyzeydi. O da büyüğüydü ve çok daha önemlisi, Sevde'yi gelin adayı olarak görmekten vazgeçirmesi gereken bir teyzeydi. "Gel oğlum gel, seni Ela ablanla tanıştırayım. Kızımızı ilk okuldan beridir o büyütmüş. Bak bu da Kübra teyzen, o da Sevde'yi bebekliğinden beri bilirmiş, elinde büyümüş." "Nereden kızınız oluyor teyzecim!" diye kendi duyabileceği bir sesle mırıldandı Hâris, başkaları duymasın diye gevelemişti sözcükleri. Fakat yan tarafta oturan genç duymuştu. Genç misafir, Hâris'i duyduğunu belli etmeden iki kadına da selam verdi ve kendini tanıttı. Bunları yaparken oldukça edepli davranıyor, efendi efendi de oturuyordu. Hâris "Ben de Hâris, teyzeciğim. Kübra hanımın oğluyum. Sevdeyle birlikte büyüdük, onun bebekliğini bile bilirim. O kadar yakınızdır," diye araya girdi ve kadına yapmacık bir gülümseme gönderdi. Son cümlesine de özellikle vurgu yapmıştı ama anacığı hariç anlayan var mıydı bilinmez. Bu sırada içeriye Sevde girmiş, elindeki çayları ablasına, Kübra teyzesine ve misafir hanımefendiye veriyordu. Tabi oturma odasında birden bire bu iki genci görmek onu şaşırtmıştı ve anlam verememişti neler olduğuna. Sahi, sevdiceğinin burada ne işi vardı? Peki misafir oğlanın? Hanımlar beyler ayrı otururken birden niye gelmişti ki içeriye? Anlamaya çalışıyordu. Konuşulanlara kulak kabarttı. Çayları ikram edip bir köşeye çekildi ve oturdu. Misafir kadın geldiklerinden itibaren Sevde hakkında öğrendiği bilgileri bir bir oğluna iletecek, evladına adayın münasipliğini alttan bir mesaj olarak verecekti. Oğlunu da buraya kızı görsün diye çağırmıştı. Fakat hesaba katmadığı bir etken olarak Hâris de bu odada yer alıyordu şimdi. "Sevde kızım başarıyla okumuş, lisansını bitirmiş. Yüksek lisansa başlamış. Kendini geliştirmeye önem veriyor belli ki," dedi kadın. Hâris hemen atlamıştı lafa. "Aman teyzeciğim, biz onu ittire kaktıra okuttuk. Ağlaya sızlaya bitirdi okulunu. Küçükken de ödevlerine hep ben yardım ederdim zaten. Yüksek lisansa da başlama, zorlanırsın, sen yapamazsın dedim ama inat etti, deneyecekmiş. Bitireceğini sanmam. Kendini geliştirmek için daha kırk fırın ekmek yemesi gerekir hem bizimkinin. İlim okyanus gibi, bizdeki ne ki, dimi?" Sevde, kadının kendisini bu misafir oğlana övgüyle tanıtmasına mı şaşsa, Hâris'in söylediklerine mi, bilemedi. Afallamış bir halde ortamdaki diyalogları takip etmeye başladı. Kadın biraz bozulsa da motivasyonunu kaybetmemiş, oğluna hitaben bir şeyler söyleme devam etmişti. "Sevde kızımın eli de pek lezzetliymiş, her şey çok güzel olmuş. Parmaklarımı yiyeceğim neredeyse." "Bunların çoğunu Ela ablam yapmıştır. Ela ablamın eli çok lezzetlidir. Sonradan öğrendi ama Türk mutfağını ve yemeklerini çok iyi bilir ve yapar. Sevde'nin elinin pek ayarı yoktur. Tuzu ya çok atar ya da az. Kıvam tutturamaz. Her yemeği yapmasını da bilmez. Yemekleri de zaten Ela ablam yapar. Sevde pek mutfağa girmez. Alışkın değil," diye ekledi Hâris. Misafir kadın ve Ela, neler olduğuna, bu genç adamın neden böyle şeyler söylediğine anlam veremiyordu. Birini herkesin içinde, kendi yanında kötülemekti bu resmen! Kadın Hâris'e aldırmayıp devam etti. "Eh okuyor o, derslerle uğraşıyordur. Mutfağa girmeye zamanı olmuyordur, çok normal," dedi gülümseyerek. "Yoo, yazın ders ders yok. Yine de girmez o mutfağa." "Neyse canım," dedi kadın. "Herkes her şeyi yapacak diye bir şey yok. Hem maşallah çok ahlaklı, saygılı, hanımefendi bir kız. Huyu güzel. Bu devirde zor rastlanır böylesine." "Bunlar da karı koca aynı şeylerden bahsediyor. Cevaplarımı kopyala yapıştır yapmak zorunda kalıyorum. Yeni şeyler üretmeme engel oluyorlar. Yazık," diye geçirdi içinden Hâris. Ardından, yapmacık bir şekilde yakınmaya başladı. "Dışı sizi, içi bizi yakar, teyzeciğim. Onu bir de yakından tanıyanlara soracaksınız. Mesela biz birlikte büyüdük. Dışarıdan bakınca çok hanım görünür bu kız, ama içinde bir cadı yatar. Keçi inadı vardır. Dediğim dediktir, laf söz dinlemez. Kendi doğrusu doğrudur. Sabrı taşınca eser gürler, gözü hiçbir şey görmez. Doğrucu davuttur, patavatsızlığı da vardır. Maymun iştahlıdır. Geçinmesi zor biri olabilir yani. Herkesin huyuna suyuna uymaz." Sevde, sevdiceğinin kendisi için söylediklerini işittikçe hayretler içinde kalıyordu.Demek bu huysuz genç adamın böyle düşünceleri vardı ha kendi hakkında? Şuracıkta onun boynuna ellerini sarıp boğabilirdi! "Beğenmiyorsan almazsın!" diye de çığırırdı yüzüne yüzüne. Tabi terbiyesi ve edebi buna müsaade etmiyor, sabrediyordu. Şu misafirler gitsin hele, soracaktı bunların hesabını! Hâris korka korka Sevde'ye döndü kısa bir anlığına. Yarinin yüzünün halini görünce kıyamadı ama her şey onun içindi, bilmiyordu ki. Bilse kızmazdı... Ona bakarken masum masum, özür dilercesine baktı ama genç kız anlamadı elbette. Gözü görmüyordu şuan o masum bakışları falan! "Sevde, bana da bir çay getirir misin?" dedi kızı odadan çıkartmak için. Şu gençle aynı odada kalsın istemiyordu. Gerçi çocuk daha hiç dönüp bakmamıştı bile Sevde'den yana. Çok şükür! Dönüp baksa problem çıkabilirdi çünkü. İçinden "zıkkım iç," diye geçirse de insanların içinde olduğundan ötürü kalktı ve mutfağa geçti Sevde. Bir bardak çıkarıp demli bir çay koydu. Hâris demli sevmezdi. Ona inat dem doldurdu bardağı! Kendi hakkında söylenenlere karşı bir intikam almak istiyordu. İçinden söylene söylene bardağı aldı ve içeriye geçti. Hâris'in önünde durup ona doğru uzattı. Hâr,s bardağı alırken etrafa şöyle bir baktı, gözler kendilerinden uzaktı. Bardağı titretip bilerek üzerine döktü ve bunu yapan Sevdeymiş gibi bir anda ayağa kalktı. Hırkasının önünü tutup sızlanmaya başladı. "Aah! Yandım! Sevde, yaktın beni ya!" Sevde ne olduğunu şaşırmıştı. Kendisinin bir suçu olmamasına rağmen çayı döken oymuş gibi konuşan adama bir tane geçirmemek için kendini zor tutarken, çayın gerçekten sıcak olduğunu bildiği için öfkesini kusmayı sonraya erteledi. Ne yaptığının farkında olmadan uzandı ve Hâris'in hırkasının önünü tuttu. Çay çoğunlukla hırkaya dökülmüştü ve kumaş üzerine değdiği sürece onu yakacaktı. Hırkayı çıkartmak için omuzlarından sıyırdı ve sonra da kollarını çekip kurtardı. Bunu yaparken genç adamın bedeninde değmese de normalden daha yakın ve ilgili olduğunun farkında değildi. Herkesin gözleri de üzerlerindeydi. Sevde, Hâris'e bakıp "İyi misin? Abimin gömleklerinden vereyim mi?" dedi endişeyle. "İyiyim iyiyim. Geçti, Yandık bikere," dedikten sonra az evvel fırlayıp kalktığı koltuğa yeniden oturdu Hâris. Boş boş ve hoşnutsuz bir şekilde kendisine bakan misafir teyzesine döndü. "Bu kız hep böyle sakardır. Bu benim ilk yanışım değil, beni yakmayı sürekli başarır," dedi yakınarak. Sevde kaşlarını çattı, "Misafirler gitsin, bu kez yanan senin çıran olacak!" diye fısıldadı ve elindeki hırkayla birlikte odadan çıktı. Misafir kadın, "Olur öyle şeyler canım," dedi elini havada sallayarak. "Bilerek yapmadı ya. Hem nasıl mahcup oldu yavrum. Neyse artık... Ben de gençken ne sakarlıklar yapardım. Kaç tabak bardak kırdım, neler döktüm..." Hâris oturduğu yerde gözlerini yumup çığlık atmak istedi "Yeter!" diye. Şayet bu kadın, Sevde'yi gelin olarak almaya epey hevesliydi. Onca kötülemelerine aldırış etmeyip üstüne üstlük kendinden örnekler veriyordu. Sonraki on dakika boyunca kadının geçmişte yaptığı sakarlıkları dinlemişlerdi. İlk evlendiğinde yemek yapmayı bilmediğini, sonradan öğrendiğini de ekledi kadın. Akşam boyunca Hâris bir yandan misafir kadın bir yandan bombardımana tutmuştu odadakileri. Onlardan başkası nadiren konuşuyordu. Genellikle dinleyici rolündelerdi. Hâris "Boşuna kızı üzdüm ve sinirlendirdim, kadın vazgeçmedi ya be!" diye içinden söylendi en sonunda. Bundan kurtuluş zordu anlaşılan. Kadın ve adam konusunda sert bir duvara toslamıştı. Bir de şu genci denemeliydi. "Neyse, biz hanımları artık baş başa bıraksak mı? Hadi gidelim," dedi gence hitaben. O da başını sallayıp kabul etti ve kalktı. Memnun olduğunu söyleyip veda ettikten sonra Hâris'in adımlarını takip ederek odadan çıktı. Koridorda ilerlerken aniden durdurdu adımlarını. Genç misafire döndü. Adamın yüzüne ciddiyetle baktı. Bütün akşam az konuşmuş, kendisine sorulanları cevaplamak harici pek bir kelam etmemişti. Herhangi bir saygısızlığını, yanlış davranışını, sinir bozucu tavrını da görmemişti. Bu sebeple kötü muameleyi hak etmiyordu. Efendi efendi konuşacaktı onunla. "İki dakika konuşalım mı? Sana söyleyeceklerim var," dedi durmasının sebebini açıklayarak. "Zahmet etme, ben anladım anlayacağımı," dedi genç ve kendine engel olamayarak güldü. Hâris şaşırarak baktı gencin buz mavisi gözlerine. "Ne anladın acaba kardeşim?" "Bu kızı başkasına yâr etmem, demeyecek miydin? Ya da, anneni babanı bu işten vazgeçir?" Hâris rahatladığını hissederek bir nefes alıp verdi. "Oh be, sonunda beni anlayan, verdiğim mesajları doğru alan birine rastladım! Çok şükür Rabbime!" "Hanım efendinin de sende gönlü var mı bari?" diye anlık bir merakla soruverdi genç adam. "Var," dedi Hâris hoşnutlukla. "Ama bu akşamdan sonra biraz sarsılmış olabilir. Dediğin gibi inatçı, zor karakteri olan biri falansa sana kolay gelsin," "Sağ olasın. Çay olayında etkili olmadı belki ama bu akşamdan sonra çıramı yakacağı kesin. Ruhuma Fatiha yolla." Güldü genç adam. "Yollarım," Gülümsedi ve elini uzattı Hâris. "Eyvallah. Gerçekten delikanlı adammışsın," Kendisine uzatılan eli tuttu genç adam. El sıkıştılar. Ateşkes, barış ve dostluk anlamına geliyordu bu. Hâris de bu kez ilk tanıştıklarındaki gibi sertçe değil, dostane bir şekilde sıkmıştı gencin elini. "Bu arada, için rahat olsun. Buraya ailemin zoruyla getirildim. Benim gönlümde başkası var ama bizimkilere söyleyemiyorum. Şimdiye dek direnmiştim, sonunda yenildim ve sırf daha fazla ısrar etmemeleri için gelmeyi kabul ettim. En azından bir gör öyle reddet olayı, bilirsin. Şimdi sayende güzel bir bahanem de var." "Sevindim," dedi Hâris. "Yani, ikimizin de kârlı çıkmasına. Gönlündekine gelirsek, Allah en kısa zamanda kavuşmayı hayırlısıyla nasip etsin." "Amin. Geçelim hadi," İki genç yüzlerinde yeniden yer eden ciddiyet, ayrıca bir de rahatlamışlıkla girdiler içeriye. Hâris keyifle arkasına yaslandı. Bu akşamı olaysız atlatmıştı ya, eve gidince şükür namazı kılmalıydı.
🍂 Hâris, sokağın başında yarini bekliyordu. Tam bu saatlerde evden çıkacak olmalıydı. Bu bilgiyi de anneciği sayesinde edinmişti. Dün akşam olanlardan sonra sabah ilk iş Kübra hanıma "Sevde'yle konuşmam lazım, bir şekilde ayarla anne," deyip kadını işlerine alet etmişti. Sevde hanım evden Hira'lara diye çıkıyordu ama onu yolda karşılayacak olan genç adamdan haberi yoktu. Bu sebepledir ki onu aniden karşısında bulunca önce irkilmiş, ardından kaşlarını çatıp trip atmış, tanımadığı birini görmüş gibi yanından geçip gitmeye yeltenmişti. Hâris bu tepkiyi beklediği için sorun etmedi ve hemen yârinin yanındaki yerini aldı. "Sevde, biraz konuşalım mı?" "Ne konuşacağız? Yine dün akşamki gibi benim olan olmayan bütün kötü ve eksik yanlarımı mı anlatacaksın?" Genç kızın sitemli ve imalı konuşması karşısında yine hazırlıklıydı Hâris. Hepsini hak etmişti ve dert etmedi. Üzerine alınmıyordu hatta. "Hayır tabiki. Dün akşamı açıklayacağım ben de, izin verirsen." Sevde yürümeye son verip durdu ve genç adamın gözlerine kırgınlık ve kızgınlık ile baktı. "Yaptıklarının nasıl bir açıklaması olabilir? Çok merak ettim!" "Madem merak ettin, ben de anlatacağım işte." "Konuşmak istemiyorum." Valla, iyi güzel hoştu da, kızınca fena inatçı oluyordu yâri. "Yahu ben ettim, sen etme be güzelim. Bizim kitap kafede biraz oturalım, hı?" dedi bütün samimiyetiyle. Kızın hyuna gitmesi gerektiğinin farkındaydı. "Peki," deyip gardını düşürdü Sevde, o tek kelime sayesinde. Biraz ötedeki kitap kafeye yürüdüler. İçeride Yusuf ve bir kaç arkadaşı vardı. Selamlaştılar. Hâris "Biz üst kata çıkalım," dedi ve merdivenlere yöneldiler. Masada karşılıklı oturduklarında Sevde o mantıklı açıklamayı duymak için sabırsızlanıyordu. "Ee, neden beni misafirlerin yanında rezil etmek için o kadar çaba harcadın? Anlat bakalım?" "Hayırdır, çok üzüldün herhalde teyze seni beğenmez de oğluna almaz diye?" Sevde şaşırmıştı. "Ne?! Ne diyorsun Hâris ya? Beni istemeye gelmediler, misafirdi onlar, misafir." "Duyduğun gibi. O teyze seni beğenmiş, oğluna ayarlamayı düşünüyormuş. Ee tabi ben de bunu öğrendim, onca şeyi yapınca belki kadın vazgeçer dedim. Ama sen pek hoşlanmadın sanırım bu durumdan?" "Ne alakası var? Hem ne olmuş hoşlanmadıysam. Evet, hoşlanmadım, rezil oldum çünkü. Hem başka türlü de halledebilirdik bu olayı." "Olan oldu bikere. Hem korkma, evde kalmayacaksın. Çünkü ben tekrar bir teyze ve benzeri vakaları yaşamamak için tez vakitte, ki o vakit yarın akşam bile olabilir, gelip Allah'ın emri peygamberin kavli ile seni Zahid dayımdam isteyeceğim inşallah. Dün akşam o iki saatte kafayı yiyordum, vallahi ömrüm çürüdü sizin yüzünüzden. Bir daha bunu yaşamayı kaldıramam." Sevde şaşkınlıkla Hâris'in yüzüne bakakaldı. Doğru mu duymuştu o? Gerçekten az evvel Hâris, onu yarın istemeye geleceğinden falan bahsetmemişti değil mi? Hani yarın olan yarın? Genç kızın afallamışlığını aşikar bir şekilde görse de aldırmadı Hâris. Bu kez bekleme niyeti yoktu. Bir gün bile fazla beklemek için ikna falan da olmayacaktı. En son 'bir haftadan bir şey olmaz' dediğinde başına gelmeyen kalmamıştı. Bir haftadan da, günden de, saatten de bir şey olurdu bundan böyle, mevzu Sevdeyse. Gevrek gevrek gülümsedi ve yârinin şaşkın yüzüne bir anlığına baktı. "Hem korkma, ben senin gerçekten öyle sakar, beceriksiz, maymun iştahlı falan olmadığını biliyorum. Olsan da fark etmez gerçi, benim içimde olan olmuş zaten. Her türlü kabülümsün." 🍂 Hâris, tıpkı söylediği gibi ertesi gün gidip istedi yârini. Zahid dayısı ilkin şaşırsa da, kendi elinde büyüyen, huyunu suyunu bildiği ve güvenip sevdiği bu genci elbette ki kardeşi için uygun buldu. Hayırlı olsun deyiverdi. Yüzükleri taktılar. İki genç de Kübra hanımı görücü arayışından kurtarmış oldu. Kısa süre içinde düğün hazırlıklarına da başlamışlardı. Hayırlı işleri bekletmeye gelmediği halk arasında söylendiği gibi, Hâris daha en başından hayırlı işlerde beklememek gerektiğini tecrübe ederek öğrenmişti. Bu saatten sonra onu kim bekletebilirdi ki? Sevde İstanbul'da okuduğu için yüksek lisans süreci bitene dek orada yaşayacaklardı. Hayırlı bir yola girince Allah da önlerini açmış, İstanbul'da şaşılacak denli uygun bir fiyata üç odalı bir ev bulmuşlardı. Sabrın meyvesini yediler iki genç. Hâris, Amerikadayken gösterdiği sabrın, Sevde ise çok daha uzun süre gösterdiği sabrın. Tıpkı sevdaya düştüğünü ilk fark ettiği zamanlar ettiği dua gibi sürdü ömrünü de. Hayırlısını istedi her daim. Ve hayırlısına gönlünün razı olmasını. Gönlüne düşecek olan her isteğin, amacın ve sevginin, hayırlı olan olmasını niyaz etti hep. İki yıl boyunca iki kişilik tatlı bir aile olarak yaşadılar. İki yılın sonunda ise Sevde yüksek lisans mezuniyetinde sahneye kucağında küçük bir kız bebekle çıktı. Hatıra fotoğraf karesinde sevdiği, bebeği ve üstün başarısını gösteren diplomasıyla birlikte poz veriyordu. Temiz kalmaya ve kalplerini temiz tutmaya çalıştılar. Net olmaya, incitmemeye, yıkıcı değil yapıcı olmaya çalıştılar. Bu çabalarına göre de şekillendi hayatları. |
0% |