Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6 • Hiçbir Yer •

@sukunettekelimeler

Şimdi buralardan gitmek vardı, yanına hiçbir şey almadan. Ne kalbindekileri, ne kafandakileri almadan. Her şeyi şu bahçeye, şu sokaklara, şu kaldırıma, masaya, toprağa, taşa, ağaca ve oturduğum sıralara bırakarak gitmek!

Ama, aslında hiçbir yerde olasım yok.

🍂

Gülümseyerek kendisine bakan kıza tebessüm ederek karşılık verdi Zahid. Sevtap, onun ceketini askıya asarken bakışları ardındaki kapıya takıldı. "Enginle sen birlikte gelecektiniz?" deyip kapıyı ardından örten Zahid'e baktı merakla. Heyecanlı görünüyordu genç kız. Az evvel de zaten "Çok heyecanlıyım, ilk kez böyle arkadaşlarımı çağırıp doğum günü kutluyorum ben de." demişti Sevtap, birbirlerine nasılsın faslında soru sorarlarken.

"Engin maalesef gelemedi. Gelemeyecek." Verdiği yanıt üzerine kızın yüzündeki parıltılardan bir kaçının söndüğüne yemin edebilirdi.

Gülümsemesi silinirken "Neden? Kötü bir şey yok değil mi?" diyerek endişe ile Zahid'e baktı.

"Yok yok, öyle çok kötü bir şey yok. Son yarım saate dek gelmeye niyetliydi aslında ama sonra rahatsızlandı biraz."

"Allah yardımcı olsun... Neyi var, ne oldu birden?"

"Ben de tam anlamadım vallahi. Kafasının içinde savaş var anladığım kadarıyla. Başı ağrıyor herhalde! Bir de içi sıkılıyor gibiymiş biraz. Aman neyse, onun tarif etmesinden anlaşılmaz neyi olduğu. Grip olacak herhalde."

Anladığını belirtircesine başını salladı Sevtap. Sonra birden bir şey hatırlamış gibi "Kapıda kaldık, kusura bakma ya. İçeriye buyur." deyip eliyle oturma odasının kapısını işaret etti. Odaya girince Zahid selam verdi ve arkadaşlarıyla tokalaşıp boş bir yere oturdu. Bir çoğu okuldandı, arada tanımadığı bir kaç kişinin de akşamın ilerleyen vakitlerinde geçen konuşmalardan Sevtap'ın kuzenleri olduğunu öğrenmişti. Sohbet ettiler, bir şeyler yediler, hırsız polis ve kulaktan kulağa oynadılar. Kimi yerde çocuklaştılar lakin hepsi güzel vakit geçirmişti. Doğruluk mu cesaretlilik mi oynamaya karar verdikleri sırada saatin farkına varıp müsaade istedi Zahid. Cami kilitlenmeden gitmeliydi. Arkadaşlarıyla vedalaşıp odadan ayrıldı.

Askıdan Zahid'e ceketini verirken "Geldiğin için teşekkürler ederim Zahid. Benim için çok kıymetliydi dostlarımın yanımda olması. Çok güzel zaman geçirdim. Keşke herkes gelebilseydi tabi, daha güzel olurdu. Ama olsun, başka zaman artık." dedi genç kız.

Ceketini alıp giyerken "Rica ederim, asıl ben teşekkür ederim davetin için." dedi ve fermuarını çekmeye koyuldu. Elini cebine attığında kutuyu fark etti. Neredeyse unutuyordu!

"Ah! Neredeyse unutuyordum. Unutsaydım Engin beni keserdi herhalde!" derken cebindeki kutuyu çıkarttı ve Sevtap'a uzattı. "Engin gelemeyince bunu sana iletmem için bana verdi. Hediyen. Kusura bakma, kutuyu pakete koymadık ama acemiliğimize ver."

Sevtap uzatılan kutuyu alıp açtı, tebessüm ederek kolyeye baktı. "Yaa, zahmet etmiş, gerek yoktu gerçekten. Çok güzelmiş bu! Çok teşekkür ettiğimi ilet. Gerçi iletmesen de olur, ben okulda teşekkür ederim pazartesi günü."

"Aynen, sen kendin edersin teşekkürünü. Zaten biz de hafta sonu görüşemeyiz muhtemelen. Bu arada, söylediği cümleyi de aynen ileteyim. Kendi gibi nice güzel yaşları olsun dedi Engin."

Gülümsese de utandığı belliydi, başını sallayıp "Sağ olsun..." dedi Sevtap.

"Eh, ben gideyim o zaman. Hayırlı akşamlar, Allah'a emanet."

"Hayırlı akşamlar Zahid. Allah'a emanet."

Evden çıkıp hızlı adımlarla yürümeye başladı delikanlı. Kaldığı camiye varması biraz zaman almadığından suratı buz gibi olmuştu. Camiye girip ayakkabılarını eline aldı ve sessiz olmaya dikkat ederek üst kata çıktı. Ayakkabılarını boş bir rafa bırakıp eşyalarını koyduğu köşeye gitti. Duvara yasladığı mindere sırtını dayayıp oturdu vs çantasına uzanıp mavili şalı çıkarttı. Kalın şalı üzerine alıp sarmalandıktan sonra matematik kitabını çıkartıp ödevini yapmaya başladı.

Bir kaç sayfa test çözdükten sonra ışıklar kapanmış, cami loş bir karanlığa bürünmüştü. Eve gittiğinde aldığı masa lambasını yanına yerleştirip yaktı ve ödevinin kalanını tamamladı. İşaretli son sayfa da bitince önce kitabı ardından ışığı kapattı, uykuya daldı.

Sabah ezanının sokaklara ruh katan sesi Zahid'i her zamanki uyandırmıştı. Yattığı yerde doğrulup uykulu gözlerini ovaladı ve ezanın bitmesini bekledi. Ezan bitince tekrar yattı, başını mindere koydu ve gözlerini yumdu.

Uyumaya çalışsa da namaz için camiye gelen cemaatin ses yapması uyumasına engel oluyordu. Gözlerini sıkıca yumup parmaklarını alnında dolaştırdı. Bir süre sonra cemaatin dağıldığını seslersen anlayabiliyordu fakat tam bir kaç saat daha uyuyabileceğini düşünürken iki farklı ses net bir şekilde duyularak konuşmaya başlamıştı.

"Seni sabah namazı için burada görmek çok farklı hissettiriyor gerçekten Ubeyd. Bir değişik oluyor insan be! İlk tanıştığımızda bana ne demiştin, hatırlıyor musun? 'Bana değer veren kimsenin olmadığını, kimsem olmadığını, beni gerçekten çok seven biri olmadığını düşünüyorum' demiştin."

"Hatırlıyorum Kerim abi. Sen de 'Var!' demiştin. 'Seni çok seven, çok değer veren ve her gün senin için dua eden, senin için sürekli Allah'a yalvaran biri var!' demiştin. Peyganber efendimiz Hz. Muhammed (sav)'di kast ettiğin, bana söylediğin. Sen onu anlatınca, nasıl bize kardeşlerim dediğini, ümmetim diye şefaat için Allah'ın huzurunda durduğunu, göz yaşı döktüğünü ve çok daha fazlasını anlatınca önce inanamadım abi. Sonra 'gerçekten bizi ne çok seviyormuş' dedim. Peki benim sevgim ne kadar karşılık veriyordu ona? Bunu sorunca kendime, kötü hissettim. Onu okumaya başladım. Allah razı olsun senden, bir kapı araladık birlikte, şimdi buradayız elhamdülillah. Yolun sonu."

"Sonu değil Ubeyd, yolun başındasın daha."

"Doğru diyorsun abi. Neyse, şimdilik bana müsaade Kerim abi. Yeni taşındık biliyorsun buraya, gidip bir kaç şeyin ucundan tutayım da anneme kolaylık olsun."

"Müsaade senin kardeşim. Öğlen görüşürüz inşallah. Selametle."

Sesler kesildi, Zahid bakışlarını tavandan ayırıp göz kapaklarını orman yeşili gözlerine örtü yaptı. Ormanda hava serindi, yağmur yağıyordu. Sel bastı, dere yanaklarına taştı.

 

🍂

Zahid, sırtını yaslandığı duvardan ayırıp okulun kapısına doğru bir kaç adım attı. Bakışları etrafta aradığı kişiyi bulmaya çalışırken yanlış adrese misafir oluvermişti. Ebuzer'in kız kardeşinden hızla ayrılan yeşil hâreleri sonunda Ebuzer'in ela gözlerine tutunuvermeyi umarak kalabalıkta dolansa da eli boş kalmıştı. Ebuzer'i beklemeye devam etse de kız kardeşinin yanına geldiğini fark edebiliyor, yine de bakışları inatla arkadaşını arıyordu. Kızın isminden de emin değildi, tam hatırlayamıyordu. Sonuçta resmi olarak tanışmadıklarını kendine söyleyip bunu sıkıntı etmeyi bıraktı ve bakışları bir kaç adım ötesinde duran Hira'yı buldu tekrar.

"Merhaba. Zahid, değil mi?"

Oldukça normal bir şekilde kendisiyle konuşan kıza başını salladı. "Merhaba. Evet, Zahid."

Hira iki elinde de bir şeyler taşıdığından ötürü elini uzatmak için resim dosyasını da poşet tuttuğu eline aldı ve boş kalan sağ elini Zahid'e uzattı. "Hira ben, Ebuzer'in kardeşi. Dükkanda görmüştük aslında bir kere birbirimizi."

Zahid, kızın elini hafifçe sıkıp "Evet, hatırlıyorum." dedikten sonra serbest kalan elini cebine soktu. Hani yüzü gözü dağılmış halde görmüştü kendisini kız. O zamanı hatırlayınca kendini o hâle getiren çocukları hatırladı ve sinirlendi. Dikkatini Hira'ya vermek için bu konudan uzaklaştırdı zihnini.

"Ebuzer abimler erken gitmek zorunda kaldılar. Sana da haber veremedi. Biliyorsun, okula telefon getirmek yasak. Benden seni karşılamamı istedi. Gideceğimiz yere dek sana eşlik edeceğim."

Zahid anladığını belirtircesine başını salladıktan sonra "Siz zahmet etmeyin, bana tarif ederseniz ben bulurum, giderim." deyip etrafta gezindirdiği bakışlarını tekrar ona değdirdi bir kaç saniyeliğine. İnsanların gözlerine bakamamak gibi bir sıkıntısı vardı. Bu konuda oldukça kötüydü. Hele karşısındaki çok yakını değilse daha da zor oluyordu gözlerine bakmak. Çok yakınlarına, annesine ve Engin'e bakabilirdi yalnız rahatça. Bundan ötürü bazen sohbet esnasında karşısındaki kişi ona dikkatini vermediğini bile sanırdı ama işin aslı böyle değildi elbet.

"Yok, sorun değil. Ben de zaten gidecektim izlemeye. Daha fazla gecikmeden gidelim."

"Peki öyleyse. Gidelim."

Durağa doğru sessizce yürürlerken Zahid kızın iki elindeki eşyaları fark etti ve yardım etmeyi teklif edip etmemekte kararsız kaldı bir süre. Sonunda dudaklarını aralayıp söylediğinde Hira severek bir elindeki resim dosyasını ona uzatmıştı. Zahid, resim dosyasının neden bu kadar ağır olduğunu kendine sorsa da bunu dışa vurmadı, sessizce yürümeye devam etti. Durağa vardıklarında dolmuşa binmişler, on beş - yirmi dakika sonra inmişlerdi. Yine sessizce yürürlerken Hira önüne düşen bir tutam siyah saçı kulağının arkasına sıkıştırırken sordu : "Hangi okula gidiyorsun?"

Zahid cevap verdiğinde Hira kaşlarını kaldırdı ve tebessüm etti. "Biliyorum o okulu, bir arkadaşım orada okuyor. Ubeyd ismi, tanıyor musun?"

"Hayır, Ubeyd diye birini hatırlamıyorum." Cevabını verdikten hemen sonra aklına bir kaç gün önce camide sabah namazı sesini duyduğu aynı isme sahip genç gelmişti.

"Son sınıf olması lazım."

"Kendi dönemimden başka pek tanıdığım biri yok aslında."

"Pek sosyal biri değilsin sanırım?"

"Öyle de denilebilir."

Hira kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi. "Gerçi insanları tanımakla sosyalliğin bir bağlantısı yok. Ben çevremdeki herkesi tanıyorum ama sosyal biri olmadığım da apaçık ortadadır."

"Pek asosyal de durmuyorsun?" Dedikten sonra kız yanlış anlar mı ki diye bir an pişman oldu Zahid. Neyse ki aldığı cevap onu rahatlatmıştı.


"İşime gelince çok konuşurum. Ama emin ol ki sosyallik ve ben epey uzağız. Beni tanıyınca sen de anlarsın zaten. En yakın arkadaşım abim, ikinci en yakın arkadaşım yine abimin arkadaşı olan Mahir. Gerisini sen düşün!"

Bu kez gülme sırası Zahiddeydi. "Anlayabiliyorum."

Sahanın kapısından içeri girmişlerdi. Zahid'in bakışlarını Mahir'in bakışları yakaladı. Ardından yanındaki arkadaşını dirseğiyle dürttü Mahir.

"Zahid!" Ebuzer, suratına yerleştirdiği gülümsemeyi genişleterek arkadaşlarının yanından büyük adımlarla uzaklaştı ve Zahid'in önünde durup elini sıktı. "Selamünaleyküm kardeşim. Hoş geldin."

"Aleykümselam. Nasılsın?"

"İyiyim, seni sormalı?"

Ebuzer ''Ben de iyiyim.'' dedikten sonra Mahir yanlarına varıp selam vermişti. Zahid, Mahir'in de selamını aldıktan sonra onun ''Gelmene sevindik, hadi maça o zaman.'' demesine gülümsedi. ''Ben de davet etmenize çok sevindim. Ee, başlayalım o zaman.'' Ebuzer kolunu Zahid'in omzuna attı ve sahanın ortasında bekleyen gençlerin yanına doğru yürümeye başladılar. Mahir ise mavi harelerini Hira'ya çevirip onun kahverengilerinde takılı kalmıştı bir kaç saniye.

''Hoş geldin Hira. Kalacak mısın?''

Hira başını olumlu anlamda sallayıp tebessüm etti. Sesinden biraz bunalmışlık ve ığneleme seziliyordu. ''Kalacağım. Her ne kadar siz beni pek istemeseniz de!''

''Hira! Biliyorsun, öyle bir şey yok. Biz sadece---''

Hira, Mahir'in yapmaya giriştiği açıklamayı böldü hızla. ''Biliyorum Mahir, biliyorum. Sadece hâlâ anlamıyorum. Bir gün anlayabilecek miyim merak ediyorum.''

Mahir sıkıntıyla turuncu saçlarına daldırdı elini ve geriye doğru ittirdi saçlarını. Bakışları Hira'dan uzak olsa da kelimeleri kalbinin uzak olmadığını gösteriyordu, o anlamasa da. ''İnşallah Hira,'' dedi. ''İnşallah anlayacaksın, umarım anlarsın.''

''Umarım.'' deyip çatık kaşlarını düzeltti Hira. Birden coşkulu bir havaya bürünmüş gibi ses tonunu değiştirdi, suratına sahte bir gülümseme yerleştirdi. ''Hadi, seni bekliyorlar. Git de başlayın artık. Ben şuradan izliyor olacağım.''

Mahir'in bakışları son kez üç saniyeliğine kıza değdi ve arkasını dönüp arkadaşlarının yanına doğru yürümeye başladı. Bu durum her zaman canını sıkıyordu. Hira'nın ona değer vermediklerini düşünüyor olması, aralarındaki çizili sınırın sebebini sevilmediğine yorması ve asıl sebebi anlamaması sürekli moralini bozuyordu, bozmaya da devam edecek gibi duruyordu. Her zaman yaptığı gibi tekrar içinden kızın onu anlaması için dua ederek sahanın ortasında durdu.

''Zahid bizim takımda.'' Arkadaşının söylediği cümle üzerine anladığını belirtircesine başıyla onayladı ve maça başladılar. Aklı arada bir aynı mevzuda takılı kalsa da bir süre sonra maça odaklanmayı başarmıştı Mahir. Zahid'den gelen pası kaleye doğru şutladığında takım arkadaşlarından bir kaçının sevinçli bağırışlarını işitmesine rağmen gayet normal bir şekilde alnına düşen saçlarını geri itip ellerini dizlerine indirdi, hafifçe eğilip soluklandı. Zahid gelip omzuna dokunduğunda yerdeki yeşil çimlerden çektiği bakışlarını onun yeşillerine dokundurdu. ''Süperdi. Al, iç.'' Başını sallayıp ''Sağ ol.'' dedikten sonra Zahid'in uzattığı şişeyi aldı ve yere çöküp oturarak suyu içti. Herkes su içtikten sonra kaldıkları yerden devam etmişlerdi.

Ebuzer'in kaleye doğru sürdüğü toptan bakışlarını ayırıp diğer bir takım arkadaşına yöneltirken aniden seyirci kısmında duruverdi Mahir'in bakışları. Hira'nın yanına gelip oturan, gülerek onunla konuşan bonus kafalı çocuk dikkatini dağıtmıştı.

''Mahir!''

Dizinin hemen altına çarpıp düşen top bakışlarını çocuktan ve Hira'dan ayırmasını sağlasa da ilk başta ne olduğunu idrak edememişti. Karşı takımdaki arkadaşı önündeki topu alıp diğerine pas attı ve o da diğerine. Harika bir gol yemişlerdi. Maçın kalanı epey gergin geçmişti Mahir için. Fark etmeden bir arkadaşına hızla omzunu geçirip faul yaptığında önce endişeyle çocuktan özür diledi, ardından ''Bana müsaade.'' deyip kenarı geçti, yere oturup maçın kalan on dakikasını seyretti. Sonunda berabere bitirdikleri maç hakkında konuşarak toparlanmaya başladılar.

Mahir, suyunu bitirip boş şişeyi çantasının kenarına sıkıştırdı. Çözülen bağcıklarını sağlam bir şekilde bağladıktan sonra doğruldu. Bakışları istemsizce son yarım saattir bakmamaya çalıştığı tarafa doğru gitti ve çocuğun sonunda kalkıp uzaklaştığını gördü.

"Mahir, hadi Ebuzer'in yanına gidelim."

Zahid yanına gelince dikkatini ona yöneltti. Başını salladı. "Olur." deyip Ebuzer'in yanına doğru yürüdü büyük adımlarla. Çocuğun omzuna dokunup dikkatini kendisine vermesini sağladı. "Ebuzer, gidiyor muyuz?"

Ebuzer başını salladı ve diğer arkadaşlarıyla vedalaştı. Kız kardeşi yanına gelirken Zahid ve Mahir bir kaç adım önünde sessizce bekliyorlardı. Ebuzer, kardeşinin resim dosyasını alıp ona eşyalarını taşımasında yardımcı olurken bir yandan da kızın "Tebrik ederim, hepiniz güzel oynadınız." demesine teşekkürlerini iletti. Zahid de teşekkür etmiş, Mahir sessiz kalmıştı. Sahadan çıkıp sokakta yürümeye başladılar. Ebuzer'le Zahid toplanacakları bir sonraki ders hakkında konuşuyor, Mahir bir kaç adım önden sessizce yürüyor, Hira da konuşulanları dinliyordu.

"Haftaya da bir sahabeyi sen anlatmak ister misin Zahid?"

"Ne! Ben mi? Yapamam sanırım."

"Yaparsın yaparsın. Çocuklara anlatıyoruz zaten. Ben sana yardımcı olurum."

"Peki, deneyeceğim. Kimi anlatacağım?"

"O senin kararın."

Ebuzer'in yanıtından sonra önden yürüyen Mahir'in sesi duyulmuştu. "Ben sana sahabe kitabımı veririm. Onda güzel anlatıyor, oradan hazırlanabilirsin."

"Sağ ol Mahir, iyi olur."

Durağa vardıklarında dolmuşa bindiler. Ebuzer ve Hira ön tarafta, arkalarda da Zahid ile Mahir yan yana oturuyordu. Mahir'in biraz tatsız olduğunu fark etmişti Zahid. "Neyin var Mahir, bir şey mi oldu?"

"Yok, kafama bir şey takıldı sadece."

Anladığını belirtircesine başını salladı Zahid. Aralarına giren sessizliği bu kez Mahir bozdu. Kendine gelme kararı almıştı. "Engin neden gelmedi?"

Kendisine sorulan soru nedeniyle bakışlarını pencereden ayırıp yanındaki arkadaşına çevirdi. "Bir arkadaşa sözü vardı onun, ders çalışacaklardı birlikte."

Bu kez Mahir salladı başını. Zahid aklına gelen bu düşünceyle gülümsemişti. Aptallık yapan arkadaşına hiç beklemediği bir anda tokat atmıştı. Engin, okulda Sevtap yanına gelip ona hediyesi için teşekkür ettiğinde ve nasıl olduğunu sorduğunda şaşkına dönmüştü. Yaptığı oyun bozulmamıştı neyse ki, arkadaşı zekiydi, anlamıştı. Bir şey diyemeyip rica ederim diye kalmıştı öyle kızın karşısında. Sonra bir gün kantinde otururlarken Sevtap yanlarına gelip hal hatır sormuştu. Sohbet ederlerken Zahid lavoboya gideceğini söyleyip kalkıp gitmiş, onları sohbetlerinde baş başa bırakmıştı. Arkadaşına iyilik yaptığını düşünüyordu. En son, gelmediği gün anlatılan konuyu anlatmalarını rica etmişti Sevtap onlardan ve Zahid başka bir sözü olduğunu söyleyip topu Engin'e atmıştı. Onlar için bunu yapmaya devam edecekti, tabi Engin sonunda kafasını kırmazsa. Çünkü sevgili arkadaşı Engin her ne kadar Sevtap'la iletişim içinde olsa da hâlâ sonraları Zahid'e bunu yapmamasını söylüyordu. Zahid'in nefret ettiği o hayat farklarını öne sürüyordu. Oysa ikisi de birbirlerine gözleri parlayarak bakıyordu, daha doğrusu utandıklarından pek bakamıyorlardı ama neyse. Bu işin olacağını hissediyordu Zahid.

Zihnine gelen muhayyile dolayısıyla hafifçe gülümsemişti. Bakışlarını pencereden çekip dolmuşun içine çevirdiği sırada dolmuşa el ele bir adam ve kadın binmiş ve Zahid'in çiçek gibi gülümsemesi solmuştu. Tüm mutluluğu uçup gitmişti. Kaşlarını çattı, gözlerinden alevler çıkarak adamın sıkıca tuttuğu ele, sonra da o ellerin sahiplerine baktı.

"Nasıl, sürprizimi beğendin mi aşkım?"

"Çok! Uzun zamandır pikniğe ve alışverişe gitmek istiyordum zaten."

"Sen yeter ki iste, ben her şeyi önüne sererim."

Midesinin bulandığını, canının yandığını hissetti genç çocuk. Ellerini yumruk yapmış, sımsıkı tutuyordu. Tırnakları avcuna batıyordu. Aynı adamın sesi aylar öncesinden çıkıp geldi ve zihninde yankılandı.

"Ne alışverişi be! Yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda! Bir bitmedi istekleriniz! Yok kışlık lazımmış, botu yokmuş, yok et yememişiz nice zamandır... Doyun artık! Bıktım sizden!"

Derin bir kuyuya itildiğini hissetti Zahid. Geçmişin kollarında acıyla sıkılıyordu ruhu. Yanındaki arkadaşının konuşup hareketlendiğini görünce hızla bileğinden yakalayıp geri oturttu. "Ben amcaya yer vereyim."

"Otur Mahir."

Mahir şaşırarak geri oturdu ve Zahid'e baktı. Arkadaşı ayaktaki adama ateş saçan gözlerle bakıyordu. Ardından bakışlarını adamdan çekti ve dolu gözlerini pencereden tarafa çevirdi. Mahir, Zahid'in yumruk yaptığı ellerine uzandı ve avcuna bastırdığı parmaklarını açmasını sağladı. Avcunda tırnaklarının izi çıkmıştı. Tekrar aynı hareketi yapmasına engel olmak adına ellerini sıkıca tuttu. Sıkacaksa kendi elini sıksın, ona zarar gelmesin istiyordu. Şayet biraz daha tırnaklarını avcuna geçirseydi kanayacaktı.

Mahir, "Allah sabredenlerle beraberdir." diye fısıldayıp arkadaşının başını omzuna yasladı. Tanışalı bir aya yakın olsa da kalpleri arasında bir köprü kurulalı çok olmuştu.

Zahid, gözlerini yumup arkadaşının elini sıktı. Fısıldanan sözcükler ona biraz güç verse de içine dolan gitme hissi canını yakıyordu. Gitmek istedi. Ama tek yapabildiği, babası yanındaki kadınla birlikte arabadan inene dek arkadaşının omzuna yaslanıp içinden kendisiyle konuşmak oldu.

''Hayat benim gibilere göre değil, hiç değil. Çok şey olur, ağlayamazsın bile. Gömersin içine hep. İçin mezar olur. Eşyalara, sözlere, günlere, kitaplara, satırlara, müziklere, anılara, fotoğraflara ve en önemlisi insanlara...Bir insanın içinin mezar olmasından daha kötü ne olabilir?

Gömdüm çok şeyler. Ama korkuyorum ki içim de ölecek. Ölecek değil, öldü öleceği kadar her şey zaten. Yeri geldi ruhlar öldü yeri geldi insanlar. Bazen ânların güzellikleri öldü, hatıralar... Zaman öldü, gözler, gönüller...

Tebessümler zoraki oldu. Gülesim yok, konuşasım yok. Susasım da yok ama! İçim dolu. İçime atar yaşayamam ama taşıramam da içimden bunca şeyi. Dokunduğum, kalbime dokundurduğum her şey ölüyor. Beyaz bir kağıda bir nokta koyuyorlar ve o nokta büyüyüp tüm kağıdı kaplıyor, kapkara yapıyor. Gidiyor aydınlık. Karanlıklar, gölgeler hep bu denli güçlü olmak zorunda mı? Aydınlıklar kazansa? Aksın istenen gözyaşları aksa. Acı veren kalp sussa. Bir çürük içimde büyüyor ve salgın hastalık gibi yayılıyor. Her şeye bulaşıyor. Olamıyor, aydınlıklar yanımda olamıyor, koruyamıyor kalbimi hiçbir şeyden. Her adımda, her yolda, her düşüncede, her yaptığımda, her yerde yanımda olması gereken o şey ne ve nerede? Baksana ne haldeyim. Ne anlatmaya kelimeler yetiyor ne de...

Böyle olmak zorunda mıydı?

Buralar yalan. Bu yalanın içinde zamanımı da içimi de öldürmüşüm. Daha fazla dayanamıyorum. Ne bu içimdeki yüke, ne de bu yalan yere, yalan insanlara. Gitmek istiyorum, çok uzaklara. Ama kalbimde ve zihnimde benimle birlikte gelecek yine bu yalanlar, biliyorum. Gitsem de bırakmayacak peşimi. Nefret ediyorum! Her şeyden ve kendimden. Sökün alın içimi, yeni bir ben verin, bana.

Gitmek... Acı vermemeli belki de. Bazen gitmek gerekir. Sessiz sedasız, kimseye bir şey demeden. Öylece alıp başını, hiçbir şey olmamış gibi. Ya da çok şey olmuş gibi. Dönmemek üzere, bir akşam üzeri... Kimsenin hiçbir şey bilmediği, kimsenin ne beni ne onu bildiği bir yere. Kimsenin buraları bile bilmediği bir yere. Belki bir dostun kalbine gitmek, hep o temiz yerde kalmak... Bir şey bilmeyen ama hep biliyormuş gibi tam noktasına basıp da dua eden bir dost.

Şimdi buralardan gitmek vardı, yanına hiçbir şey almadan. Ne kalbindekileri, ne kafandakileri almadan. Her şeyi şu bahçeye, şu sokaklara, şu kaldırıma, masaya, toprağa, taşa, ağaca ve oturduğum sıralara bırakarak gitmek!

Ama, aslında hiçbir yerde olasım yok.''


Loading...
0%