Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9 • Ne Acı •

@sukunettekelimeler

Bazen insan öfkelerini en olmadık yollarla dindirir. Bazen insan kırgınlıklarını en olmadık yöntemlerle geçireceğini sanır. Bazen insan bir yalana inanır, hiç olmadık insanlara sarılır. Geçti sanar, geçe kalır.

🍂

Okul yavaş yavaş boşalıyor, iki delikanlının karşısında dikilen kız abisini ikna etmeye çalışarak onun gözlerinin içine bakıyordu. Ama başarılı bir ikna etme operasyonu olmuyordu bu kez.

"Olmaz Hira. Biz altı erkek gideceğiz. Aramızda tek başına olman hoş olmaz. Sen de rahat edemezsin hem."

"Ya, abi lütfen."

"Seni sonra istediğin yere götürürüm, olur mu?"

Hira, Ebuzer'e masum bir şekilde bakıp "Hayır abi ya. Lütfeeen!" diye harfleri uzatarak konuştu. "Onca zaman sonra bugün hava çok güzel ve siz göl kenarına gidiyorsunuz. Ben de geleyim işte. Hem ben rahatsız olmam."

Mahir yedi dakikadır yolun ortasında dikilip Hira ve Ebuzer'in bir sonuca varmayan konuşmalarını dinlemekten yorulmuştu. Asıl yorulduğu ise kızın inatla kendine bir kız arkadaş edinmeyip kendileri ile takılıp durmasıydı. Ebuzer ona kıyamıyor, hiç arkadaşı olmadığı için üzerine gidip kolayca reddedemiyordu ama aslında o da kız kardeşinin sürekli kendisiyle erkek ortamında bulunmasından rahatsızdı. Biliyordu bunu Mahir. Hem neden bu kadar ısrar etmişti ki kız? Geçen gün sorduğu çocuk, yani Ubeyd de gelecekti bugün. Bu muydu bu kadar ısrar etmesinin nedeni yoksa?

"Sen olmayabilirsin ama biz rahatsız oluyoruz Hira. Bırak da biraz rahatça vakit geçirelim."

Başından beri sessizce dikilip bekleyen Mahir'in aniden bu cümleleri söylemesi Hira'yı olduğu kadar Ebuzer'i de şaşırtmıştı. İkisinin de bakışları çocuğun mavi gözlerine doğru çevrildi. Ebuzer hiçbir şey diyemese de Hira sertçe bakıp bir kaç saniye sustu. "Rahatsız oluyorsunuz demek benden? Ben varken rahat değilsiniz yani?" Kurduğu cümleler soru değil, tasdik edilmeyi bekleyen birer fark edişti kız için. Kimseden cevap gelmediğinde sessizliği onaya yordu, gözlerinin yandığını ve burnunun sızladığını hissetti.
"Peki. Bundan sonra bunu dikkate alacağıma emin olabilirsiniz. İyi eğlenceler size." deyip arkasını döndü ve yanlarından uzaklaşmaya başladı.

Okulun bahçesinden çıkıp hızlı adımlarla parka doğru yürürken gözleri çoktan nemlenmiş, yanakları ıslanmaya başlamıştı. Kırgın hissediyordu. Çimleri ezerek kısa yoldan parka doğru yürüdü. Ayağı çukura takılıp diz üstü yere düştüğünde kalkmaya dermanının olmadığını hissedip öylece durdu. Avuçları iki yanında toprağa dayalı bir şekilde düştüğü yerde kaldı ve ağlaması şiddetlenip omuzları sarsılmaya başladı. İçinde birikenleri daha fazla yük olarak taşımak istemeyerek kendini serbest bıraktı, ağlayabildiği kadar ağladı.

"Ağlamak bu güzel kıza pek yakışmamış sanki?"

Duyduğu ses üzerine elinin tersini yanaklarında gezdirdi ve gözyaşlarını sildi. Bu ses pek yabancı gelmiyordu ama çıkaramamıştı da. Bakışlarını kaldırıp yanında dikilen çocuğa baktığında tanımıştı. Zahid'i götürdüğü futbol maçında yanına gelip oynayan herkes hakkında yorum yapan ve kendisini güldüren, biraz sohbet etseler de pek tanışmadıkları o bonus kafalı çocuktu. Kıvır kıvır saçlarını arkasında toplamıştı. Bordo bir tişört ve kot pantolon giyiyordu.

Kızdan cevap gelmediğinden elini ona doğru uzattı çocuk. "Seni her kim ağlattıysa aptal olmalı. Kafana takmaya değmez. Gel hadi, kalk."

Kendine uzatılan ele bir kaç saniye baktıktan sonra içinden gelen dürtüyle hareket ederek avcunu çocuğun elinin içine bıraktı ve ondan destek alarak ayağa kalktı. Kendini sakinleştirdi ve eteğindeki bir kaç otu silkeleyip önüne düşen koyu renk saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra bakışları karşısındaki çocuğun bakışlarına takıldı.

Çocuk gülümseyip elini uzattı. "Maçta konuşmuştuk ama tanışmamıştık. Mustafa ben."

"Hira." deyip az evvel bıraktığı eli tekrar tuttu ve sıktı. Sesi çatlak çıkmıştı.

"Açıkçası tekrar karşılaştığımıza çok mutlu oldum Hira. Hayat güzel tesadüflerle dolu. Tabi seni ağlarken bulmak istemezdim, o ayrı bir konu. İyi misin deyip saçma bir soru sormak istemiyorum. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?"

Mustafa'nın hareketlerini ve konuşmasını içten içe tartıyor, ona güvenip güvenemeyeceğini çıkartmaya çalışıyordu kız. Gözüne takılan abartılı bir şey yoktu. Her şey normal görünüyordu. Teşekkür edip yapabileceği bir şey olmadığını söyledi.

"Peki... Nereye gidiyordun da düştün böyle?"

Hira'nın bakışları cevap verircesine yirmi metre kadar ilerideki parka doğru kaydı. Sözcükleriyle de tasdik ederek "Parka." dedi yalnızca.

Mustafa da parka baktı ve hafifçe tebessüm etti. "Güzel. Demek hâlâ içinde bir çocuk var seni hayata karşı inatçı tutan. Ama istersen bu güzel havada çocuk yanını değil de daha büyük yanını dinleyip bana eşlik edebilirsin. Arkadaşlarımın işi çıktığı için kendi başıma tatlı yemeye gitmek zorunda kalıyorum bugün."

Bir kaç dakika sakince düşündükten sonra "Nereye gideceksin, uzağa mı?" diye sordu Hira. Mustafa, suratından ayırmadığı gülümseme ile bakıyordu ona dikkatlice. "Uzağa gitmek sorun teşkil ediyorsa senin için yakın bir yere gidebiliriz."

"Altıda evde olmam lazım."

"Nerede oturuyorsun?" Hira'nın cevabını duyduktan sonra Mustafa'nın suratındaki gülümseme genişledi. "Tamamdır, altıda evde olacağına söz veriyorum."

Anlaştıklarına dair bir işaret olarak geriye dönüp durağa doğru yürümeye başladılar. Bir yandan Mustafa'nın açtığı sohbete eşlik ediyordu. Minibüse bindiklerinde çocuk yanına oturmuş, çantasından çıkarttığı müzikçalarından bir şarkı açıp kulaklığı kıza uzatmıştı. "Bu şarkıyı sevecek misin bakalım."

Hira şarkıyı dinlemeye başladı. İstemsizce parmaklarıyla ritim tutarak bacağına vuruyordu. Beğenmişti şarkıyı, eğlenceliydi. İçine yeniden enerji geldiğini hissetti ve şarkı bitince kulaklığı çıkarıp gülümseyerek yanındaki Mustafa'ya baktı. "Çok güzelmiş. İsmi ne?"

Mustafa, şarkının ismini söyledikten sonra "İnanıyorum ki müzik zevkimiz uyuyorsa biz de iyi anlaşacağız." deyip göz kırptı kıza. Hira'ya bu hareket biraz fazla rahat gelse de kafasına takmadı. Herkesin huyunun farklı olduğunu düşünüp yalnızca gülümsedi.

Dolmuştan inip çarşıda yürürlerken Mustafa'nın anlattığı şeylere gülüyordu kız. Bir pastaneye girip oturdular, yemek istedikleri pastayı seçip sohbete devam ettiler. Dudaklarının sürekli kahkahalarla kıvrılması Hira'ya böyle gülmeyi özlediğini hissettirmişti. Pastalarını bitirdikten sonra da yarım saat orada oturmaya devam etmişlerdi. Eve dönme vakti yaklaştığında Mustafa, onu kendi davet ettiğini ve pastayı kendi ısmarlayacağını söyleyip hesabı ödemiş, kalkmışlardı. Kızı bineceği dolmuşa dek bırakıp şoföre parayı verdiğinde Hira buna gerek olmadığını söylese de Mustafa sorun olmadığını belirtti.

"Bunlar önemsiz ayrıntılar. Ben sadece birdaha görüşeceğimize emin olmak istiyorum. Çok güzel vakit geçirdim."

Mustafa'nın kurduğu cümle üzerine kalbinin daha hızlı çarptığını hissetmişti Hira. "Ben de güzel vakit geçirdim. Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim. Teşekkür ederim." deyip tebessüm etti.

"Yani görüşüyoruz?"

Kız yavaşça başını salladığında Mustafa'nın dudaklarına memnun olduğunu belirten bir gülümseme kondu. "Cuma günü okuldan sonra o parkta seni bekleyebilirim."

Hira "Olur." deyip başını salladıktan hemen sonra "Kalkıyorum gençler." diye seslendi şoför. Hira, Mustafa'ya el sallayıp veda etti ve dolmuşun içine doğru ilerledi. Boş bir yere oturup pencereden dışarıya baktı, ona bakan çocukla göz göze geldi. Dudaklarını kıpırdatmasından "Görüşürüz." dediğini anlamıştı. Kız da aynısını dediği sırada dolmuş hareket etti ve çocuk geride kaldı.

Hira, başını cama yaslayıp aşinası olduğu yolu seyretti. Mustafayla birlikte zaman geçirirken abisini de arkadaşlarını da unutup onlardan başkalarıyla da gülüp eğlenebildiğini fark etmişti. Madem onları rahatsız ediyordu, kendisini rahatsız ettiğini düşünmeyen insanların yanında olacaktı öyleyse. Onlara istediklerini veriyordu. Başkalarıyla arkadaş oluyor, yakın oluyor, onları rahat bırakıyordu.

Mahir kızın ardından gitmemek için kendini zor tutmuş, ellerini sıkı bir yumruk yapmıştı. Söylediği şeyin doğruluğundan pek şüphesi olmasa da üslubu ve kullandığı cümleler gemisini batırmıştı. Bu nedenle bütün gün morali bozuk, Karadenizde gemileri batmış bir şekilde gezindi ortalarda. Bir tarafı bu olayda takılı kaldığından ötürü gülerken bile içinde bir mutluluk hissetmiyordu. Rahat edemediğini söyleyip de kırmıştı kızı, asıl böyle rahat edememişti. Ubeydle tanışmış, moralinin bozukluğu bu tanışmaya da istemsizce yansıdığından çocuğa gayet sert ve ciddi davranmıştı. Ebuzer'in ona dönüp hiçbir şey söylememiş olmasına ise kafası ayrı takılmıştı.

Mahir için olmasa da diğer herkes için güzel geçen bir günün ardından dağılmışlar, Ebuzer'le birlikte eve yürüyorlardı. Aralarındaki sessizliği bozup adımlarını durdurdu ve arkadaşına baktı. "Ebuzer, Hira'ya söylediğim şey hakkında bir şey söyler misin? Bu durum hiç hoşuma gitmiyor. Bağırabilirsin, kızabilirsin, kardeşimi neden kırdın diyebilirsin. Ne biliyim bir şey söyle işte ama hiçbir şey olmamış gibi davranma."

Ebuzer elâ harelerini arkadaşının mavi gözlerine konuk etti ve elini onun omzuna koydu. "Hira kırılsa bile senin söylediklerinde bir yanlış yoktu Mahir. Ben ona sert davranamıyorum, ciddi olamıyorum ve eninde sonunda onun isteği oluyor ama bunun her zaman böyle olamayacağını öğrenmesi gerek. Her zaman istedikleri olamaz. Her zaman abisinin arkadaşları ile takılamaz. Kuruntularını ve ön yargılarını yenip başkalarıyla, kızlarla da arkadaş olup vakit geçirmeyi öğrenmesi gerek. Herkesin bir huyunu eleştirip beğenmediği takdirde asla yakın bir arkadaşı olamayacak. Biraz kendinden taviz vermese bile başkalarına karşı hoşgörülü olmayı bilmeli. İnsanları olduğu gibi kabul etmeli. Bu yüzden gitmedim zaten onun peşinden. Yoksa onun üzüldüğünü bile bile yalnız bırakmam, bunu biliyorsun. Anlaması gerekiyor artık bazı şeyleri. Biz de büyüdük, o da. O farkında değil, dikkat etmiyor ve bu nedenle bizim yanımızda rahat. Ama senin de dediğin gibi siz o varken yeterince rahat olamıyorsunuz. Ben abisiyim, sorun olmuyor ama özellikle senin pek kızlarla muhabbetin olmadığını ve helal sınırını aşmamaya çalışıp hanımlardan uzak kalmaya çalıştığını biliyorum. Neyse, kısacası sana kızamam ve seni suçlayamam. Sen de kendini kötü hissetme. Onun iyiliği için bunu yaptığımızı elbet bir gün anlayacak."

Mahir "Inşallah." deyip başını sallasa, haklı olduğunu düşünse de yalnızca onu kırmış olduğu gerçeği kendini kötü hissetmesine yetiyordu. Ebuzer, arkadaşını kolunun altına alıp yürümeye başladı. Ellerini birbirinin omzuna atmış bir şekilde birlikte sakince yürüdüler. Mahir'in mahallesine giden yola geldiklerinde "Bana müsaade kardeşim. Hayırlı akşamlar." deyip Ebuzer'in kolunun altından çıktı.

"Hayırlı akşamlar."


🍂


Nöbetçi öğretmen sınıfa gelip Fizik öğretmenlerinin raporlu olduğunu ve okul dışına çıkmamak şartıyla serbest olduklarını söyleyince herkes sevinmiş, sınıf yavaş yavaş boşalmıştı.

"Bahçeye çıkalım mı biz de? Bahçede çalışırız."

Zahid başını sallayıp arkadaşının teklifini onayladı ve sıranın altındaki kitabını alıp oturduğu yerden kalktı. O kalkınca Engin'e de yol açılmış, sırasından çıkmıştı. Yan yana yürüyüp bahçeye çıktılar ve boş bir masaya oturdular karşılıklı. Bir kaç bankta yine sınıftan arkadaşları oturuyordu. Bazıları ise dersi beden eğitimi olan sınıfa katılıp voleybol oynamaya koyulmuştu. Engin önce önündeki test kitaplarına sonra da voleybol oynayan gruba bakıp kendi içinde bir seçim yapmaya koyuldu. Voleybolu seçtiğinde önündeki türkçe sorularına odaklanmış olan arkadaşına baktı, soruyu bitirmesini bekledi. Zahid C şıkkını işaretlediğinde Engin "Zahid, voleybol oynayalım mı biz de?" dedi arkadaşına.

Zahid arkasına dönüp voleybol oynayan tayfaya baktıktan sonra bir kaç saniye düşündü ve sonunda arkadaşını kırmayıp kabul etti. "Bunlar burada dursun, dönerken alırız. Gel hadi."

Engin gülümseyip kalktı ve gidip voleybol oynamaya başladılar. Oyun iyi gelmiş, kafaları dersten uzaklaşmış ve rahatlamışlardı. Zil sesini duyduklarında ikisi de anlaşmış gibi oyundan ayrılıp kalktıkları masaya doğru yürümeye başladılar. Masanın dolu olduğunu fark ettiklerinde Zahid tanımak için gözlerini kısarak baksa da Engin iki hanımı da tanımıştı ilk bakışta.

Sevtap bahçeye çıktığında masaların dolu olduğunu görüp üzülerek içeriye geri dönecekti fakat Engin ve Zahid'in kalktığını görünce onların kalktığı masaya oturmakta bir sakınca görmemişti. Önce biraz test çözmeye çalışsa da canı istememiş, kitabı kapatıp masaya başını koyarak gözlerini yummuştu. Kuşların cıvıltısına voleybol oynayan ve bahçede sohbet eden öğrencilerin sesi karışsa da o olabildiğince kuşlara odaklanarak onları dinlemeye koyulmuştu.

"Oturabilir miyim kızım?"

Okuldaki görevli ablalardan biriyle karşılaşmıştı başını kaldırınca. "Tabiki oturabilirsiniz." deyip kadına tebessüm etti. Bu kadını ilk kez görüyordu. Oysa diğer ablaları tanıyordu. Bir kaç kez kantinde oturup çay içmişlerdi birlikte. Sohbetleri vardı birbirleriyle. "Sizi daha önce görmemiştim, yeni misiniz?"

Kadın karşısına oturup kıza gülümsedi. "Evet kızım, iki hafta oldu başlayalı."

"Hayırlı olsun. İsminiz neydi?"

"Kadriye. Senin ismin ne kızım?"

"Sevtap." deyip tebessüm etti kız. Kadın sıcacık konuşuyordu, kanı ısınmıştı bile ikisinin de birbirlerine.

"Kaçıncı sınıfa gidiyorsun Sevtap?"

"On bir."

"Sınava hazırlanıyorsun sen de demek. Allah yardımcı olsun, hayırlısı neresiyse orada okumayı nasip etsin inşallah."

"Amin, çok teşekkür ederim."

Ufak bir sohbete girişmişlerdi ve kızın can sıkıntısı geçmişti çünkü kadının samimiyeti hoşuna gitmişti.

Sevtap'ın sınav süreci hakkındaki yorumlarına başını sallayıp hak vermişti kadın. "Yine de sen sabret, elinden geleni yap kızım. Çaba bizden takdir Allahtan. Güzelce çalış, Allah'a güven. O en hayırlısını nasip eder. Bizim oğlana da diyorum aynısını. Bazen çok sıkılıyor, çalışmak istemiyor ama başka seçeneği yok. Oku da kendini kurtar diyorum. Ben hiçbir şey istemiyorum ondan, anne babalar bir şey beklemiyor sizden. Tek isteğimiz yaşamınız rahat olsun, biz gibi çile çekmeyin. Tabi erkek çocuğu başka, daha çok sorumluluk düşüyor üzerine. Aile geçindirmek için helalinden bir işe sahip olması gerek. Allahtan bizimkinin kafası başka yerlerde değil de söz dinliyor, işini biliyor, çalışıyor. Allah hepinize zihin açıklığı versin inşallah."

Sevtap kadına hak verdiğini belirten bir kaç cümle kurduktan sonra Kadriye hanım "Kardeşin var mı kızım?" diye sordu merakla.

"Bir tane var."

"Ne güzel, kardeş bir başkadır. Kız mı erkek mi?"

"Erkek. Çok yaramaz ama çok seviyor insan."

"Ah bilmem mi! Dört tane erkek çocuğu büyüttüm. Büyütüyorum da hâlâ tabi. Biri de kız. Kız çocuğu büyütünce erkekle arasında ne çok fark varmış anladım vallahi. Erkek çocuğu bir başka, daha zor büyütmesi.

"Dört erkek çocuğu mu? Kaç yaş araları var?"

"En büyüğü seninle yaşıt. Bir küçüğü liseye hazırlanıyor, sekizinci sınıf yani. Ondan sonraki yedinci sınıfta. Dört numara kız, beşinci sınıfta. En küçüğü de dört yaşında."

Sevtap "Allah bağışlasın." deyip tebessüm etti. Beş çocuk büyütmek zor olurdu, hayret etti. Kendini beş çocukla düşünemiyordu.

"En büyüğünü belki tanıyorsundur, burada okuyor." dedi kadın.

"Aa öyle mi? İsmi ne?"

"Engin. Şurada voleybol oynuyorlardı. Zahid ile birlikte gezinir hep. Tanıyor musun?"

Sevtap oldukça şaşırmıştı. Karşısında oturan kadın, samimiyetine hayran kalıp sevdiği bu kadın Engin'in annesiydi demek. Neden annesinin burada çalıştığını söylememişti peki? Bu oldukça kafasına takılmıştı. Engin'in annesinden utanacak bir çocuk olduğunu düşünmüyordu. Belki sadece aklına gelmemiş, lafı açılmamış olduğu içindi. Sonuçta Engin kendisiyle ilgili pek bir şeyden bahseden biri değildi.

"Tanıyorum, aynı sınıftayız. Engin ve Zahid'i severim, çok iyi çocuklar. Sağ olsunlar bana da çok yardımcı oluyorlar ders konusunda."

Kadının sevinci suratına yerleşen aydın gülümsemeden okunabiliyordu. "Ne güzel, iyi anlaşıyorsunuz demek! Bizimki bana hiç kendinden bahsetmediği için Zahidden başka kimseyi de tanımıyorum ki. Az anlatsa ne yapıp ne ettiğini, ben de bileceğim arkadaşlarını ama nerde!"

Sevtap istemsizce güldü. "Evet, Engin biraz içine kapanık, anlaşılması zor."

"Hem de nasıl! Ama bunun fazlası da zarar diyorum, dinlemiyor beni. İnsan derdini de biraz anlatmalı, biraz bir şeyler paylaşmalı insanlarla. Hep alıp hiç vermemek olmaz ki."

"Doğru söylüyorsunuz."

Kadriye hanımın bakışları karşıdan gelen oğluna ve arkadaşına kaydı bir kaç saniyeliğine. "İşte geliyor bizimkiler de." deyip kıza gözleriyle işaret etti. Sevtap arkasına dönüp bakmadı lakin kalbi yavaştan hızlanmaya başlamıştı.

Engin "Annem, nasılsın?" deyip Kadriye hanımın yanına oturdu ve kadının yanağından öptü. Ciddiliğinin yanında annesine olan samimiyeti ve sevgisi de yansıyordu yüzüne. Zahid de Sevtap'ın oturduğu tarafın diğer ucuna oturup kadına gülümsedi. "Kadriye teyzecim..."

"İyiyim yavrum. Sevtapla tanıştık, sohbet ediyorduk güzel güzel. Hiç bahsetmiyorsun böyle hanım arkadaşların olduğundan. Senin bu içine kapanıklığından dem vuruyordum."

Engin utandığını hissetmiş ve biraz da gerilmişti. "Anne..." deyip kadına anlam yüklediği bakışlarını sundu.

"Ne var, yalan mı? Bak Sevtap da benimle aynı fikirde. Zahid sen söyle oğlum, öyle değil mi?"

Engin kaşlarını hayretle kaldırıp Sevtap'a baktı. Kız bakışlarını kaçırmıştı çoktan. Dilinin ucuna gelenleri yutup Zahid'in söylediklerine dikkat kesildi.

"Valla biz birbirimizin her şeyini bildiğimiz için ben size destek çıkamayacağım Kadriye teyzeciğim. Özür dilerim. Benim için gayet açık bir kutu kendisi."

Engin "Hah be!" dercesine arkadaşına gülümseyince Zahid de ona göz kırptı.

"En azından sana anlatıyor demek, iyi bari sevindim bunu duyduğuma. Ama arada bir annene de bir şeyler anlatman çok güzel olur oğlum."

"Inşallah anneciğim."

Kadriye hanım kolundaki saate baktıktan sonra üç gence de değdirdi bakışlarını. "Ben gideyim işimin başına. Bu kadar mola yeter. Oğlum, sen akşam geç mi gelecektin?"

"Evet anne."

"Tamam. Akşama görüşürüz o zaman. Ben işim bitince eve geçerim. Zahidciğim sen de buna sahip çık emi? Bir ihtiyacın olursa da çekinme sakın, bize gel."

"Sağ olasın Kadriye teyze. Allah razı olsun."

"Kızım seninle de tanıştığıma çok memnun oldum. İşin olmadığında gel yanıma, sohbet ederiz. Ailene de çok selam söyle. Görüşürüz inşallah."

"Görüşürüz Kadriye teyze. Aleykümselam."

Kadın tam arkasını dönüp bir kaç adım atmıştı ki geri döndü. "Zahid, sen bir gel yanıma bakayım."

Zahid, kadının sözünü dinleyip kalktı ve peşine gitti. Enginle Sevtap'ın bakışları bir an birbirini bulduğunda tek kaşını havaya kaldırıp "Demek içime kapanığım ve annemle bir olup bunu çekiştiriyorsunuz?" diyerek kıza baktı. Her ne kadar ciddi kalmaya çalışsa da alayı, gizlemeye çalıştığı gülümsemesi ve gözlerindeki merak kendini ele veriyordu.

Sevtap önce çekinse de sonrasında kendini gaza getirerek kendinden emin bir şekilde başını salladı. "Evet, öylesin. Yalan mı? Mesela üç yıldır arkadaşız ama beş kardeş olduğunuzu bile bilmiyordum. Çünkü kendinle ilgili hiçbir şeyden bahsetmiyorsun. "

"Nasıl olmam gerekiyor tam olarak, sizin için?"

"Mesela biraz kendinden bahsedebilirsin. Çok önemli şeyler söylemene gerek yok insanlara, basit şeyler olabilir bunlar. Sadece, başkalarını dinleme her zaman. Biraz da onlar seni dinlesin."

"Bu basit şeylere neler giriyor?"

"Bilmem. Mesela bir yere gidişin olabilir, bir şey yapışın, bir oyun oynayışın. Seni delirten bir fizik sorusu bile olabilir. Akşam eve gidince annene anlatabilirsin tüm bunları."

Yavaşça başını salladı Engin. "Peki. Ama bunu herkese yapmam beklenmiyor değil mi?"

"Hayır tabiki. Ailene, kardeşlerine, sevdiklerine bahsedebilirsin. Kimse senden şu bahçeden birini kolundan tut çevir de onunla konuş diye bir beklentiye girmiyor."

"Güzel. Ufak bir adım atalım mı Sevtap? Bugün ne yapıyorsun?"

Sevtap kafası karışık bir şekilde ona baksa da sorusunu cevapladı. Neden kendisine bugün ne yaptığını sorduğunu anlamamıştı. Bir şey mi isteyecekti? Bir şey yapmayı mı teklif edecekti? Sorularına yanıt bulmak adına konuştu. "Okulda biraz ders çalışıp eve gideceğim. Sonra da anaanneme kalmaya gideceğiz."

Engin başını salladı ve bir kaç saniye zihninde cümleleri toparlamaya çalıştıktan sonra çimlere takılan bakışlarını kızın gözlerine kilitledi. "Ben de Zahidle birlikte bir sahabe dersine katılacağım. Dersten sonra da oturup biraz sohbet edeceğiz, vakit geçireceğiz arkadaşlarımızla."

Sevtap'ın yüzüne bir gülümseme yerleşti. Engin'in onu sevdiği insanlar kategorisine koymasına ve bir adım atıp kendisinden bahsetmesine oldukça mutluydu. O gülümseyince Engin de gülümsemişti. Bu adımı biraz ilerletmeyi isteyerek Engin'e soru sormaya başladı. "Nerede toplanıyorsunuz arkadaşlarınızla, Engin bey?"

"Aramızdan bir arkadaş var, Ebuzer ismi. Onların kitapevi var, aslında aynı zamanda kafe de olan bir yer, karışık. Orada toplanıyoruz."

"Güzel geliyor kulağa. İnşallah güzel zaman geçirirsiniz."

"Teşekkürler Sevtap hanım. Bir gün belki birlikte gideriz." Kurduğu cümleyi içindeki tüm cesaret kırıntılarını toplayarak söylemişti. Kalbinin güm güm atan sesini bu nedene bağlayıp kızın ne cevap vereceğini merakla bekledi. Bir kaç saniye ona çok daha uzun hissettirmişti.

Sevtap heyecanlansa da Engin'den böyle bir girişim almış olmanın verdiği hissedilir mutlulukla "Bu kulağa daha da güzel geliyor sanki." deyip gülümsedi.

Engin'in dudakları da kocaman bir tebessümle kıvrılırken çok daha fazlası olduğunu ses tonuyla belli ederek "Sanki..." dedi ve utanarak bakışlarını kaçırdı.

Kendine inanamasa da ona bir adım atmaktan mutluydu. Aralarında elle tutulur bir şey olmasa da başkalarıyla olmayan çok şey vardı ve bunun farkındalardı. Üstelik her seferinde bu bağı sağlam tutan Sevtap'tı. O ise ayak uyduran olmuştu bugüne dek. Tam da bu yüzden artık onun gelmesini beklemeyecek, adım atacaktı ona doğru. Araya giren bir kaç dakika sessizliğin ardından "Annemle tanışmanıza sevindim." deyip uzakta Zahidle konuşan kadına doğru baktı Engin.

"Çok tatlı bir kadın."

"Öyledir."

Zahid ve annesi konuşmayı bitirmiş, arkadaşı yanlarına doğru geliyordu. Birbirleriyle göz göze geldiklerinde gülümsediler iki oğlan. Engin'in Zahidden ayırdığı bakışları tekrar Sevtap'ı buldu. "Bu arada, beş kardeş değiliz biz. Annem bir an şaşırmış herhalde. Altı, altı kardeşiz."


🍂

Hira, anahtarı çevirip kapıyı açtı ve eve girdi. Ayakkabılarını içeriye alıp çantasını ayakkabılığın yanına bıraktıktan sonra üzerindeki ceketi çıkardı ve askıya astı. Mustafayla tekrar buluştukları için mutluydu fakat annesinin sinirini bozan sesi mutluluğunu söküp almıştı sanki.

"Hira! Nerede kaldın kızım?!"

"Geldim anne!"

"Misafirlerimiz gelecek neredeyse! Hiç erken eve gelip anneme yardım edeyim demiyorsunuz ki! Herkes kendi derdinde."

Annesinin sesini takip edip oturma odasına girdiğinde kadının bebeği ayağında salladığını gördü. "İşim vardı anne. Arkadaşımla buluştuk. Her gün izin almıyorum sizden, olsun bu kadar."

Odaya Ebuzer girmiş, kız kardeşine göz kırpmıştı. "Hayırdır, kiminle buluştun?"

Abisine meydan okurcasına bakıp "Arkadaşımla." dedi ve odadan çıkmaya yeltendi fakat arkasından geldiğini adım seslerinden duyabiliyordu.

"Kimmiş o arkadaş?"

Hira aniden durup arkasına döndü. Bir eli istemsizce yumruk halini almıştı. "Arkadaş işte. Merak etme, senin arkadaşlarından biri değil, kimseyi rahatsız etmiyorum yani. Tam da istedİğiniz gibi sizi rahat bırakıyorum. Benden rahatsız olmayan arkadaşlarım var artık."

Ebuzer bıkkın bir şekilde oflayıp "Yine aynı konuya geldik." diye mırıldandı ve gitmeye kalkan kız kardeşinin kolunu yakaladı. "Hira, tekrar söylüyorum sana güzelim. Bak biz---"

Abisinin lafını bölüp "Biliyorum abi. Sana kırgın değilim. Bana açıklama yapmak zorunda da değilsin." diyerek sarıldı ona. Ebuzer de kız kardeşini kollarının arasına sarıp saçlarının üzerine dudaklarını bastırdı.

"Ben her zaman buradayım, biliyorsun değil mi? Benim Hira'm, benim uzaklara kaçıp sığındığım sendin, sensin."

Hira'nın kolları gevşedi, geri çekildi ve abisinin elâ gözlerine baktı. "Biliyorum." dedikten sonra içine oturan vicdan azabıyla birlikte odasına kaçtı. Abisi haklıydı, o hep Hirayla dertleşir, kardeşiyle kaçardı insanlardan uzağa. Ama Hira öyle yapmamıştı. Musyafayı mağara olarak görmüş, ona gitmişti. Bu durumda abisine haksızlık edip etmediğini düşündü. İçinde beliren ikilem Mustafa'nın yanındayken mutlu olduğunu söyleyip kendisini teselli ettiğinde son buldu ve misafirler gelmeden evvel üzerini değiştirmek için dolabını açtı.

Sade, dizlerinden aşağı dökülen bordo elbisesini giyip saçlarını ördü. Kapı çaldığında ellerine krem sürüyordu. Hızla kremi tenine dağıttıktan sonra odadan çıkmak üzere hareketlenmişti ki elbisenin kolundaki lekeyi fark etti. Kaşlarını çatıp ofladı ve elbiseyi değiştirmeyi düşündü ama çok oyalanıp misafirlere ayıp etmek istemiyordu. Kapının arkasında asılı olan siyah hırkasını alıp elbisenin üzerine giydiğinde ortada leke falan kalmamıştı. Aynada kendisine son kez bakıp gülümsedi, bu elbiseyi seviyordu. Sonunda odasından çıkıp içeriye girdi ve gelen misafirlere ''Hoş geldiniz.'' deyip sarıldı. Usulca boş bir köşeye oturduğunda herkesin birbiriyle sohbete girişmesine tanık oldu. Kadınların birisine nasıl olduğunu sormak istese de kendisini duymamıştı. Buna takılmayıp diğer kadına seslendi fakat o da hiç dönüp bakmamış, resmen bakışları birbirini bulduğu halde onu görmemiş gibi abisiyle konuşmuştu. Ne olduğunu şaşırıp parmaklarıyla elbisesinin eteğini sıkıca tuttu. Görünmez olmuştu, sesi duyulmaz olmuştu da haberi mi yoktu? Son kez şansını deneyip ''Amca, sen nasılsın?'' dedi fakat adam da duymamış, Hira sinirlenerek bir hışımla oturduğu yerden kalkıp odadan çıkmıştı. Herkes birden ne olduğunu şaşırmış, kızın ardından bakmıştı.

Ebuzer ''Müsaadenizle.'' deyip kalktı ve kız kardeşinin peşinden gitti. Kızın odasının kapısını tıklatıp ismini seslense de cevap gelmemişti. Yavaşça kapıyı aralayıp başını içeriye doğru uzattı. Hira yatağına uzanmış, ince yorganı başının üzerine dek çekmişti. Ebuzer, kapıyı arkasından kapatıp odaya girdi ve yatağın kenarına oturdu. Yumuşak bir şekilde konuşmaya başladı. ''Hira? Ne oldu güzelim, bir sıkıntın mı var?''Cevap olarak bir burun çekme sesi gelmişti. ''Niye ağlıyorsun?'' derken yorganın ucunu tuttu ve kızın suratından aşağı indirdi.

Hira sesini sert tutmaya çalışsa da ağladığı için kırık ve yorgun çıkıyordu sesi yalnızca. ''Gider misin lütfen abi! Misafirlerinizle ilgilenin siz.''

''Her şeyden ve herkesten önce sen önemlisin benim için. Kalk bakayım, iki dakikada elin yüzün sırılsıklam olmuş.''

Ebuzer kolundan yakalayıp kalkması için çekiştirince kız da ona karşı koymayıp toparlandı ve oturur pozisyona geldi. Kız kardeşinin göz yaşlarını silmek için parmaklarını yanaklarında dolaştırdı Ebuzer. Başını iki yanından tutup saçlarını düzeltti. ''Ne olduğunu anlatmak ister misin?''

Hira, yatağın yanındaki komodine uzanıp rulodan bir peçete kopardı ve burnunu sildi. Kızarık gözlerine bakan abisine çevirdi kahverengi harelerini. ''Hiçkimsenin umrunda değilim. Kimse beni istemiyor, kimse sesimi duymuyor, kimse varlığıma değer vermiyor. Neden abi? Ne yapmam gerek insanların benim varlığımdan haberdar olması, beni umursaması için? Çok yoruldum artık ben.''

''Olur mu hiç öyle şey!? Hepimiz seni umursuyoruz Hira. Annem, babam, ben. Bizim evimizin çiçeğisin sen. Varlığın bu evi böyle güzel kokutuyor.''

''Çiçeksem bile solmuş bir çiçeğim. Hem hayat bu evin içinden ibaret değil abi, sen de biliyorsun. Hem evde, hem okulda, hem başka yerlerde, kısacası her yerde yanımda sen olamazsın. İçeride herkesle konuşmaya çalıştım, kimse beni duymadı bile. Ama sen bir şey deyince herkes pür dikkat dinliyor, herkes duyuyor. Okulda hocaların dilinde Ebuzer var, Hira'nın onun kardeşi olduğunu bile herkes sonradan öğreniyor hatta bazı hocalar hâlâ beni senin kız arkadaşın sanıyor. Beden eğitimi hocamızı kardeş olduğumuza inandırmam için canım çıktı. Senin aklını çelen destursuz kız bellediler beni. Bir hocam kardeş olmadığımızı düşünüyor hâlâ çünkü beni doğru dürüst dinleme tenezzülüne kimse girmiyor. Bir kıymetim yok. Yeşimle arkadaşız sanıyordum, sana yakın olmak için beni kullandığını öğrendim. Benim yine bir önemim yoktu. Mahir bana değer veriyor sanıyordum, oysa varlığımdan rahatsız olmaktan öte gitmiyormuş.''

En başta söylemek istediğini en sona bırakmış, hepsinin arasına bunalmışlığının en büyük nedenini karıştırmıştı.

''Hira, karmaşadan duymamış olabilir misafirlerimiz. Hocaların hepsiyle de ben konuşacağım, tamam mı? Yeşim konusunda tek diyeceğim şu; bir kişinin yaptığı hatayı herkese mâl edip başka arkadaşlar edinmekten geri kalma. Mahir'e gelince... O sana gerçekten kıymet veriyor Hira. Rahatsızlık kavramını o anlamda kullanmadığını biliyorsun. Her şey üst üste gelmiş, çok alınmışsın hepsine. Ama birlikte çözeriz, tamam mı? Kendine bunu yapma, canının yanmasına kıyamam, biliyorsun.''

''Konuşma kimseyle, istemiyorum. Arkadaş da istemiyorum. Mahir'i bana savunmanı da istemiyorum.''

Ebuzer'in sesindeki yumuşaklık zedenlenmiş, biraz ciddileşmişti. ''Mahir'i savunmuyorum Hira. Sana yalnızca olanı söylüyorum.''

''Ben olan bitenin farkındayım abi, kimsenin söylemesine gerek yok. Neyse, git hadi içeriye. Hira rahatsızmış, uyuyacak de.''

''Hira...''

''Yalnız kalmak istiyorum abi. Uyuyacağım.''

''Peki. Sonra konuşacağız.'' deyip kızın alnını öptü. ''İyi uykular.''

Ebuzer odadan çıkınca kız yatağın içine girip gözlerini yumdu. Uyumaya çalışsa da uyuyamayacaktı, biliyordu. Yine de denedi. Yastığın yanındaki varlığını dahi unuttuğu telefon titreyince uzanıp aldı ve mesaj geldiğini gördü. Tanımadığı bir numaraydı. Mesajı açıp bakışlarını satırlarda gezdirdi.

''Bugün de bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim prenses. Bir şey fark ettim, seninle yediğim her şey daha tatlı oluyor. Umarım beni bundan sonra da bu tadı almaktan mahrum bırakmazsın.''

Kuruyan gözyaşlarının yerini bir tebessüm almıştı. Parmaklarını tuşların üzerinde gezdirmeye başladı.

''Bu kötülüğü yapacak kadar kötü biri gibi görünmüyorumdur inşallah.''

Cevap anında gelmişti.

''Kötü mü? Her şeyinle iyisin prenses. Emin ol, her şeyinle iyisin ve iyi geliyorsun.''

Bir kaç dakika düşündükten sonra ne yazacağına karar vermişti Hira.

''Sen de iyi geliyorsun Mustafa...
Prenses de nereden çıktı?''

Mustafa'nın mesajını görünce hafifçe güldü.

''Sanırım şuan daha iyi bir sıfat bulamadım ama emin ol senin için en iyisini arayacağım. Fakat sana layığını bulabilir miyim, bilmiyorum. ;)''

Cevap verememişti kız çünkü ne yazacağını bilmiyordu. Suratındaki gülümsemeyle düşüncelere dalmış, uyuyakalmıştı.


Loading...
0%