Yeni Üyelik
4.
Bölüm

٤ - A S

@sukunettekelimeler

Gelip acı sözlerin için
Bir çekmece koydun yaralarımıza°


Furkan yine bir olaya karışmıştı ve bu kez dudağı patlak, suratı yer yer mordu. Hazal, gözleri yaşlı bir şekilde Mihrimah ve Esin'in yanına gidip durumdan bahsetmişti. Önce Furkan'ın halini sonra da bu durum yüzünden tartıştıklarını söylemişti ağlayarak.

Mihrimah bir kardeşmişcesine gördüğü Hazal'ın ağlamasına dayanamamıştı. Onu teselli etmeye çalışıp Esin'e emanet etti ve ''Ben birazdan gelirim, siz burada bekleyin.'' deyip yaklaşık bir sattir oturup dertleştikleri mescidden çıktı.

Furkan'ı bir süre aramak zorunda kalsa da sonunda bulmuştu. Kantinde arkadaşlarıyla oturuyordu. Yanlarına gidip masanın başında dikildi.
''Furkan, biraz konuşalım mı?''

Mihrimah'ın sesini duyunca başını kaldırıp bakan Furkan ayağa kalktı. ''Olur.''

Mihrimah ise Furkan'ın suratını gördüğünde suratını buruşturmuştu. Kantinden çıkıp bahçede yürümeye başladılar.

''Suratın çok kötü görünüyor, iyi misin? Çok canın yanıyor mu? Pansuman yapalım.''

Furkan, mavi gözlerini Mihrimah'a çekinmeden çevirdi. Onu bir abla gibi görüyordu ve çoktan benimsemişti.
''Gerek yok pansumana. Acısı da geçer bir kaç güne zaten.''

İki cümlelik diyaloglarının ardından bir kaç dakika sessizce yürüdüler. Mihrimah konuya nasıl girsem diye düşünürken Furkan da zihnindeki soruyu sorup sormamaya karar vermeye çalışıyordu. Sonunda ilk konuşan Furkan olmuştu.

''Hazal iyi mi?''

Furkan'ın sorusu üzerine buruk bir tebessüm kondu Mihrimah'ın suratına.
''Değil, Furkan. Ben de tam bu konu hakkında konuşmak istiyordum. ''

Furkan iç çekti.
''Biliyorum, ona bağırmamalıydım. Sadece beni düşündüğü için kızmıştı. Düşünmeden ağır bir cümle kurdum..''

''Ne dedin bilmiyorum Furkan. Hazal ona bağırdığını falan da söylemedi bize. Hazal'ın ağlayarak tek söylediği tartıştığınız, üzüntü duyduğu ve korktuğuydu. ''

Furkan yürümeyi bırakıp Mihrimah'a döndü. ''İyi de ben ona asla zarar gelmesine izin vermem. Korkacak bir şey yok. ''

Mihrimahtaydı iç çekme sırası. Şu erkeklerin düşünce tarzı garipti cidden.
''Furkancım, Hazal'ın endişe duyduğu kendine bir zarar gelmesi değil ki. Sana bir zarar gelmesi. Sana şimdi bir şey anlatacağım. Berkcan'la kavga ettiğiniz zamanı hatırlıyor musun? O gün abinle sizin hakkınızda konuşmuştuk. Bana, 'daha kendine sahip çıkamıyor bir de kıza sahip çıkacak' dediğinde ona hak vermemiştim. Çünkü biliyorum ki ona zarar gelmesine, canının yanmasına asla izin vermezsin.''

Furkan başını sallayarak onayladı.
''Vermem.''

''Ama atladığın bir yer var. Hazal'ın canı sadece kendine zarar gelince yanmıyor Furkan. Sana bir zarar geldiğinde, senin canın yandığında, onun da canı acıyor. Sana zarar geldiğinde ona da geliyor. Emin ol şu suratının bu halde olması senin bir miktar fiziksel acı çekmene neden olurken, onun yüreğine acı veriyor. Bilmiyorum ki daha nasıl anlatayım. Bir kitapta okumuştum, aşk benliğin reddidir diye bir cümle vardı. Seni beni yok yani. Kısacası şu ; Hazal'a herhangi bir şey olsa, eline bir şey dahi batsa senin canın yanar mı? Evet. Aynısı onun için de geçerli. Anlatabiliyor muyum?''

Furkan derin bir soluk bıraktı dışarıya. Mavi gözlerini kaldırıp mavi göğe dikti.
''Anlatabildin yenge. Gayet güzel anlatabildin. Hazal şimdi nerede?''

''Mescidde, Esin'le beraber. Bir kaç saat yanlız bırak olur mu? Sonra yanına gidersin. ''

''Tamam.''

Mihrimah, karşıdan kendilerine doğru gelen Âsım Enes'i görünce gözlerini kocaman açtı. ''Hii! Geliyor seninki. Hadi sen koş git, koş koş.''

Furkan, önce uzaktan gelen abisine sonra da Mihrimah'a bakıp ''İyi madem, ben celladım gelmeden kaçayım. Sana da bir can borcum olsun. Görüşürüz.'' deyip büyük ve hızlı adımlarla uzaklaştı.

Âsım Enes, kendisini görünce kaçan kardeşine bakıp kaşlarını çattı. 'Bir de arkasını dönüp gidiyor. Tabi biliyor hatasını!'

Mihrimah, Âsım Enes' in önünde durdu eliyle dur işareti yaparak.
''Mihrimah, Furkanla bir konuşayım geliyorum.''

''Hayır hayır. Ben onunla konuştum. Senin konuşmana gerek yok.''

Âsım Enes, şüpheli bakışlarını ona yöneltti. ''Emin misin? Aynı dili konuşabildiniz mi?''

Mihrimah güldü. ''Evet eminim. Şimdi bana söz ver, bu konuda ona kızmak veya çıkışmak yok. Ben, dersini aldığını düşünüyorum. Bana güven. Söz mü?''

Âsım Enes'ten ses gelmeyince tekrarladı.
''Söz mü Âsım?''

''Tamam, söz.''

Gülümsedi. ''Güzeeel. O zaman bugün napıyoruz okuldan sonra? Bir yere gideceğimizi söylemiştin.''

Âsım Enes gülümsedi.
''Evet, gideceğiz İnşAllah. ''

''Nereye diye sorayım mı? Yoksa yine sürpriz mi?''

Âsım Enes düşünüyormuş gibi yaptı ve tek kaşını havaya kaldırdı.
''Bu kez söyleyeyim bari. Parka.''

''Parka mı?''

''Evet. İstemiyorsan gitmeyiz tabi.''

Mihrimah'ın suratına yavaş yavaş bir gülümseme yayıldı.
''Şimdiden söyleyeyim, beni sallayacaksın!''

Âsım Enes tekrar düşünüyormuş gibi yaptı. ''Bilmem ki.. Söz vermiyim şimdi..''

''Âsım ya!!''

Âsım Enes küçük bir kahkaha attı.
''Ya Mihrimah ya! Sen istersin de ben sallamaz mıyım? Bulutlara bile dokunursun, öyle sallarım.''

İkisinin de suratına parlak birer tebessüm yayıldı. Gülüşleri birbirlerine ilaç oluyor, kötülükleri bir süre de olsa unutturuyor, içlerine bir sıcaklık yayıyordu. Mihrimah hele, Âsım Enes hep böyle gülsün, bıkmadan seyrederdi onu. O gülünce yüreğine bir şey dokunuyor gibiydi. Organlarını tutup havaya kaldırıyorlardı ve içerisi hava alıyordu sanki.

Âsım Enes, Mihrimah'ın dalıp gittiğini görünce elini suratına götürdü.
''Suratımda bir şey mi var?''

Mihrimah kendine geldiğinde şaşkınlıkla gözlerini ondan çekti.
''Hı? Yooo, yok.''

Onun şaşkın hâline yine gözleri kısılarak güldü ve ''Hadi gel.'' deyip yürümeye başladı. Mihrimah da onun adımlarını takip etti.

☁☁
💧💧

''Bulutlara değdiremedin beni ama olsun.'' diyen Mihrimah salıncağın zincirlerini iki eliyle tutmuş, yavaş yavaş sallanıyordu. Hemen yanındaki salıncakta da Âsım Enes başını geri yatırmış gülüyordu.

''Hadi amaa. Çok az kalmıştı bulutlara değmene. Benim suçum değil, sen çok ağırsın, anca bu kadar oldu.''

Mihrimah şakadan bir kızgınlık emaresi yerleştirdi yüzüne.
''Ben mi?! Çarpılacaksın he. Ben kuşlar kadar hafifim bi'kere.''

''Doğru, şiddetli bir rüzgar çıksa neredeyse uçacaksın. ''

''Ne yalan söyliyim, bunu ben de düşünmüyor değilim. Biraz daha zayıflasam uçabilir miyim ki? Bakarsın hayallerim gerçek olur? ''

Âsım Enes tekrar güldü. Hayatında en çok güldüğü vakitlerdi Mihrimah'la olduğu zamanlar. Tam yanıt verecekti ki telefonunun sesi engel oldu.
''Af edersin.'' deyip telefonu açtı, önemli olabilirdi.

Telefon görüşmesi bittiğinde, Âsım Enes'in suratındaki tebessüm kırıntıları kaybolmuştu.
''Seni eve ben bırakayım, ortalık fazla karışmış. Ordan da bi gidip ne olduğuna bakarım.''

Mihrimah ''Olur. '' deyip salıncaktan kalktı. Hiç kalkmak istemiyordu, ona kalsa sabaha kadar burada durup sallanırdı.

Evin önüne vardıklarında Mihrimah endişeli bakışlarını Âsım'a yöneltti.
''Dikkatli ol tamam mı? Olaylardan uzak dur.''

''Olurum. Sen de beni dert etme, biraz dinlen. Hayırlı geceler.''

''Tamam. Sana da.'' dese de dert edecekti.

Karanlık sokağa karışana dek arkasından baktı. Sonra içeriye girdi. Telefonunu çıkarıp neler olduğuna dair canlı bir yayın buldu ve izlemeye başladı.

Allah'ım! Silah mı? Yaralı mı? Silahla birini vuracak kadar ne oldu acaba? Savunduğunuz hangi parti veya görüş şimdi vurduğun adamı iyileştirebilir veya seni hapisten kurtarabilir veya pişman olduğunda zamanı geri alabilir? Hiç biri. İnsanlar iyice içindeki boşluğu öfkeyle doldurup bu öfkeyi başkalarına kusmakta sakınca görmüyor. Artık birileri kaosa doğru gittiğimizin farkına varsın. Herkes görüşünü içinde pamuk ipliklerine sarıp öyle yaşasın gerekirse ama farklılıklar yüzünden tartışmalar ve olaylar çıkmasın. Neden kimse farklılıkların normal bir şey olduğunu ve her şeyin zıttıyla beraber varolduğunu görmüyor? Gerçekten değer mi gözyaşı akıtmaya?

☁☁
💧💧

Bir kaç ay içinde ülkede sular iyice ısınmıştı. Herkes kendini öylesine haklı olma ve üstün olma yoluna itmişti ki kimse ülkenin yaşanamaz bir yere döndüğünün farkında değildi sanki. Farkında olanlar da bunu önleyemiyordu.

Çocuklar sokaklarda oynayamaz, kadınlar dışarıya yanlız çıkamaz olmuştu, başlarına bir şey gelir diye. Otobüslere, okullara, hastahanelere, sokaklara, devlet binalarına, her yere sıçrıyordu bu illet.

İnsanlar içinde tedirginlikle yaşıyor olmuştu. Mihrimah artık babasını nadiren görüyordu. Adamın işleri ülkenin kötüye giden gidişatına bağlıymış gibi gittikçe yoğunlaşıyordu. Evde yanlız kalmak ona sıkıntı veriyordu. Âsım Enes'le de ara ara görüşür olmuşlardı. Nedenini bilmese de şu sıralar o da yoğundu. Bir yanı onun için endişelenirken diğer yanı özlüyordu.

Sevindiği en belirgin şey Furkan'ın bu kaos ortamlarından uzak duruyor oluşuydu.

Mihrimah, kulaklıklarını takıp yürüyüş yapmak ve hava almak istemişti. Çalan müzik düşüncelerini bir süre susturmuştu.

Cause you only need the light when it's burning low
(Çünkü ışığa yalnızca güneş ışığı düşük olduğunda ihtiyacın olur)
Only miss the sun when it starts to snow
(Ve güneşi, yalnızca kar yağmaya başladığında özlersin )
Only know you love her when you let her go
(Ve onu sevdiğini yalnızca gitmesine izin verdiğinde anlarsın )
Only know you've been high when you're feeling low
(Kendini mutsuz hissettiğin dönemlerde yüksek olduğunu bilirsin )
Only hate the road when you're missin' home
(Yalnızca evi özlediğin zaman yoldan nefret edersin )

Karşısında tanıdık bir yüz görünce müziğin sesini kıstı selam verme ihtimaline karşı. Öyle de olmuştu. Berkcan adımlarını durdurup ''Naber Mihrimah? '' deyivermişti.

''İyiyim, sen?''

''Ben de iyiyim. Şey diycem ya, son bir kaç toplantıda seninkini görüyorum. Acaba düşüncelerini değiştiren ne oldu?''

Mihrimah bir şey anlamamıştı.
''Kimi?''

''Âsım'ı. Bizim toplantılara geliyor. Sanırım senin henüz haberin yok..''

Mihrimah başını hayır anlamında iki yana salladı.

''Hıım. Neyse artık, ona sorar da öğreniriz. Kendine dikkat et, ana caddeden gitme. Görüşürüz. ''

''Görüşürüz.'' dedi Mihrimah ve Berkcan yanından uzaklaştı onu soru işaretleriyle bırakıp.
'Âsım Enes'in onların toplantılarında ne işi olabilir ki?'

Eve varana dek bu konu kafasını kurcalamıştı. Sonunda başkalarının fikirlerini de öğrenmek içindir sonucuna varıp bu konuyu rafa kaldırdı.

Tâ ki iki hafta sonra zil çaldığında kapıyı açınca karşısında Esin'i buluncaya dek. ''Âsım Enes'i gördüm. Berkcan'la omuz omuza meydanda slogan atıyordu!'' diyene dek.

Mihrimah'ın bir an tansiyonu düşmüştü. Âsım Enes hani uzak duracaktı bu işlerden? Ne işi vardı meydanda? Hem Berkcanla zıt fikirlere sahipti o, nasıl onunla omuz omuza slogan atsındı?
''Nasıl ya? Emin misin?''

Esin şaşkın ve üzgün bakışlarını kaçırdı ondan.
''Maalesef. Eminim.''

''Ne zaman gördün? Gelirken mi?''

''Evet.''

''Ben de görmek istiyorum öyleyse.''

''Saçmalama. Birazdan orası karışır.''

''Umrumda değil.'' derken çoktan siyah hırkasını giyip telefonunu cebine atmıştı bile.

İki arkadaş evden çıkıp yürümeye başladı. Zihinleri dopdolu, duyguları karman çorman...

Meydana vardıklarında etrafı gözleriyle taramaya başladı. Âsım'ı da Berkcan'ı da görmüyordu. Telefonunu çıkarıp Âsım'ı aradı.
''Meşgule attı.''

Tekrar aradı. Açmıyordu. Berkcan'ı aradı bu kez. O açmıştı.
''Alo? Efendim Mihrimah?''

''Nerdesiniz?''

''Ohoh, anlaşıldı, Âsım'ı arıyorsun sen sanırım. Buralardaydı amaa, bakayıım, ee yok valla nereye gitti şimdi bu? Neyse, birazdan gelir ben haber veririm ona.''

''Nerdesiniz diyorum, nerdesiniz?''

''Kızma kızma. Meydanda. Heykelin orda.''

Mihrimah, telefonu kapatıp heykelin oraya doğru kalabalığı yararak ilerlemeye başladı. Berkcan'ı tam görmüştü ki bir kaç el silah sesi ve korkan kalabalığın çığlık sesleri doldurdu kulaklarını. O da refleksle yere çömelip ellerini başına götürmüştü. Kalabalıktan bağırış sesleri duyuluyordu. Silah sesi kesilmişti.

''Kadınlar var lan burda! Silah sıkmaya utanmıyor musunuz!''

''Siz silahı kadınlara doğrultmaya utanmıyorsunuz ya!''

Mihrimah, Esin'i kolundan tutup çekeledi. Berkcan'ı gördüğü yere baktı. Kimsecikler yoktu. Etrafa bakındığı sırada tekrar silah sesiyle irkildi. Birisi bileğinden tutup çekelemeye başlayınca hızla başını çevirdi. Âsım Enes kendisini bulmuştu bile. Berkcan'ın da Esin'in elinden tutmuş meydandan uzaklaştırdığını görünce arkadaşı için endişelenmeyi kesip Âsım'a odaklandı.

Demek gerçekten buradaydı. Görünce inanabilmişti ancak. Bileğini kurtarıp yürümeyi kesti ve durdu. Öfkeliydi. Ve kırgın. Üzgün-kızgın.

Âsım Enes, tekrar bileğine uzanacak oldu, izin vermedi. Bunun üzerine kaşları çatılmış ve bakışları ilk kez ona öfke sunmuştu. Sevdiği adamı ilk kez kendisine karşı böyle görüyordu. Kaşları çatık, öfkeli ve bakışları içine korku yayıyor.

''Mihrimah , yürü!''

''Burda ne yapıyordun? ''

''Şimdi sırası değil, başına bir şey gelmeden yürü hadi.''

''Peki senin başına bir şey gelse?!''

''Cidden burada durup bunu mu tartışacağız? Birazdan burası--'' demesine kalmadan tekrar gürültüler ve bağırış çağırışlar yükseldi. Âsım Enes öfkeyle Mihrimah'ın bileğini yakalayıp onu kalabalıktan uzaklaştırdı. Bir yandan da içinden söyleniyordu. 'Hâle bak kıza ilk defa dokunuyorum onda da kaosun içindeyiz ve onu burdan uzaklaştırmam lazım. Ne işin var burada yani? Ne ara, nasıl, nerden haber aldın? Ey Allah'ım! Zamanı mıydı şimdi?'

Berkcan ve Esin'in yanına ulaştıklarında ikisi de birbirlerine kızgın bakışlar atıyordu. Berkcan, Esin'in isteği üzerine su almaya büfeye gitti. Mihrimah daha fazla dayanamayıp Âsım'a çekinmeden içindekileri sundu.

''Neden buradaydın? Neden Berkcanların toplantılarına katılıyorsun? Ne oluyor Âsım Enes? Furkan'ı bunlardan uzak tutmaya çalışan sen değildin sanki! Kendin ortasına düştün.''

Âsım Enes, zamanının geldiğini anlamıştı. Bundan daha iyi bir zaman da bulamazdı zaten. Kollarını iki yana açıp konuştu.
''Mihrimah, ben buyum. İnsanlar değişebiliyor.''

Mihrimah dalga geçercesine güldü.
''Şaka yapıyorsun değil mi? Gerçekten ordaki insanlarla o sloganları atıp, beraber kavgalara mı gireceksin? ''

''Evet.''

Tek kelimelik yanıtı, Mihrimah'ın kulaklarından girdiğinde ufak çaplı bir sarsıntı geçirtmişti yüreğinde.
''Nasıl yani? Tamam, fikirlerin değişmiş olabilir buna saygı duyarım ama tüm bu şeylere sen de mi âlet olacaksın? Lütfen, benim için, yapma bunu.''

Âsım Enes zorla yutkundu ve yanlarına yaklaşan Berkcan'a takıldı gözleri. Tekrar karşısındaki kıza baktığında bir çırpıda döküldü cümleler dudaklarından.
''Özür dilerim Mihrimah. Benimle paylaştığın tüm güzel vakitler için teşekkür ederim. Böyle olsun istemezdim ama..''

Mihrimah yıkılacak gibi hissetti bir an ve olmasından korktuğu şeyi kelimelere döktü.
''Veda eder gibi konuşuyorsun.''

''Veda ediyorum.''

Kalbindeki sıkışma hissi ve gözlerindeki yanma hissi ona yabancıydı. İşte o korktuğu fırtına ayaklarını yerden kesmiş, onu savuruvermişti.

Âsım Enes ona doğru bir adım atıp elini havaya kaldırdı.
''Seni gerçekten se--''

Mihrimah geri doğru adım atıp çoktan yağmur yağdıran gözlerini son kez ona çevirdi.
''Sus! En azından yalan söyleme.''

Mihrimah başka bir şey duymaya gerek duymadı. Kalbini orada bıraktı, gülmelerini, neşesini, orada sevdiği adama bıraktı ve koşarak gitti. Gitti.. Uykularını bıraktı orada, güzel rüyalarını, anılarını, mutluluklarını. En önemlisi, ruhunu bıraktı.

°|A.Cahit Zarifoğlu|

Loading...
0%