Yeni Üyelik
12.
Bölüm

١٢ - D E

@sukunettekelimeler

Yanmış kül olmuş yine de
Seni gözlemekteyim°


''Esin!'' Dün gecenin etkisiyle gördüğü kabustan bağırarak uyanmıştı. Gözlerini açıp derin nefesler almaya başladı. ''Şşş sadece bir kabus,'' sesini duymasıyla yattığı yerde arkasına döndü. Asım Enes yatağın diğer ucunda yatıyordu ve bakışları Mihrimah'ın suratında gezinmekteydi.

Gece, göğsüne yaslanıp ağlayarak uyuyakalmıştı Mihrimah, o da onu yatırıp üzerini örtmüş ve kendisi yatağın diğer ucuna kıvrılmıştı ona rahatsızlık vermemek için.

''Kabus değil, gerçek, maalesef.'' cümlesi fısıltıyla dudaklarından döküldüğünde göz yaşları tekrar yanaklarına doğru yol almaya başlamıştı bile.

Asım Enes ona doğru yaklaştı ve kendine söz verdiği şeyi yaptı, Mihrimah'ın gözyaşlarını göğsüne hapsetti. Bir yandan da sakinleşmesini sağlamak adına parmaklarını saçlarında yavaşça gezdiriyordu. Küçükken annesi de Asım Enes'e böyle yapardı. Kucağına yatırır saçlarıyla oynardı ağlayınca sakinleşsin veya uyusun diye.

Mihrimah uyuyamıyordu. Gözünün önüne can dostuyla geçirdiği zamanlar geliyordu. Hâlâ inanamıyordu. Sanki evine gitse, kapısına vursa karşısında görecekti onu.

Asım biraz geri doğru çekildi Mihrimah'ın yüzünü görebilnek için. Suratına şefkat dolu bakışlarını ikram etti. ''Beraber dua edelim mi, istersen? Onun için istediğin sureleri de okuyabiliriz. Ona hediye göndeririz.''

Mihrimah yaşlı gözlerini kaldırıp sevdiği adama baktı. Yavaşça başını salladı ve gözyaşlarını elindeki sargı bezine silip doğruldu. ''Önce sen abdest al, bu sırada ben de üzerime uygun kıyafet seçeyim.''

Asım Enes başını salladı ve ağır adımlarla odadan çıktı. Mihrimah da dolaptan bileklerine dek gelen bir elbiseyi, üzerine de beyaz hırkasını çıkardı. Başına başörtü diye ne takacağını düşünürken Asım'ın boynuna atkı niyetine taktığı siyah şal geldi aklına. Atkıyı ararken Asım odaya geri girmişti bile. ''Ne arıyorsun?''

''Başıma senin boynuna doladığın şalı örteceğim. Nerede?'''

Asım Enes dolaba yaklaşıp şalı koyduğu yerden çıkardı ve Mihrimah'a uzattı. Mihrimah hazırladığı kıyafetleri alıp banyoya doğru gideceği sırada kıyafetlerini tuttuğu ellerindeki sargı bezine takıldı gözleri. Geri dönüp kucağındaki kıyafetleri yatağın üzerine bıraktı ve sargılı ellerini Asım'ın önüne uzattı. ''Çözer misin?''

Asım Enes bir kaç saniye sargılara baktıktan sonra yavaşça çözmeye başladı. İkisini de çıkardıktan sonra ellerini tuttu ve baktı, hâlâ kötü görünüyordu. ''Abdest aldıktan sonra tekrar saralım.''

Mihrimah başını sallayıp odadan çıktı ve musluğa uzandı. Biraz canı yansa da musluğu açıp abdest aldı. Ellerini dikkatle kurulayıp içeriye geri döndü. Asım Enes pansuman malzemesi çıkarmıştı çoktan. Karşısına oturup sağ elini uzattı. Önce kremin soğukluğu avucuna yayıldı. Ardından Asım titizlikle ellerini sarmaya başladı. Her ikisi de bittiğinde üzerindeki pijamaları değiştirmek üzere banyoya geri gitti. Sarılı ellerle gerçekten zor olmuştu. Elbisenin fermuarını yarıya dek çekebilmiş, ensesine doğru uzanamamıştı. Şalı doğru düzgün bağlayamamıştı. Asık suratla içeri geri girdiğinde Asım Enes'i pencerenin önünde karanlık geceyi seyrederken buldu. Yanına doğru yürüyüp bir kaç adım ötesinde durdu ve hafifçe yan döndü. ''Şunu kapatabilir misin?''

Asım Enes bakışlarını karanlık sokaktan ayırıp ona çevirdiğinde neyi kastettiğini anlamayarak suratına bakmaya devam etti. Mihrimah ise kapatmasını bekliyor, anlamadığını fark etmiyordu. ''Kapalı zaten.'' deyiverdi Asım.

''Kapalı mı? Açık işte Asım, kapatsana.''

Asım Enes'in suratına tedirgin ve şaşkın bir ifade yayılmış, endişeyle Mihrimah'a bakıyordu. Elini kızın alnına götürdü, ateşi falan da yoktu.
''Sen şimdi bu pencereyi açık mı görüyorsun yani?''

Şu durumda güleceği aklının ucundan dahi geçmezdi ama hayatın bir gerçeğiydi işte. Yürek yansa da dudaklar tebessüme bulanıyordu bazen. Mihrimah'ın güldüğünü görünce iyice endişelendi Asım. ''Mihrimah, banyodayken başını bir yere çarptın mı?''

Mihrimah başını iki yana salladı. ''Hayır, Asım. Peki sen, ben banyodayken aklını bu pencereden dışarı atmış olabilir misin?''

Asım Enes ''Ne alakası var?'' deyip kaşlarını çattığında, Mihrimah açıklama yapma gereği hissetti.
''Elbisemin fermuarını kapatmanı kastetmiştim ama aklın yerinde yok da duymadın, anlamadın, ondan diyorum.''

Asım Enes gözlerini kapatıp rezilliğine surat buruşturdu. ''Off, anlamadım ki. Kapat deyince, ben de o sırada camdan bakınca... Neyse!'' deyip açıklamasını yarıda kesti ve elbisenin fermuarını bir çırpıda kapattı.

''Bunu da takar mısın başıma? ''
Asım, kendine uzatılan şalı alıp Mihrimah'ın saçlarının üzerine koydu. Bir süre uğraştıktan sonra gayet güzel olduğuna karar verip masanın üzerine koyduğu Kuran'ı aldı ve mindere oturdu.

Asım, mindere oturmuş, ellerinin arasındaki kitabın sayfalarını çeviriyordu. Mihrimah da yanına oturup aradıkları sayfayı bulmaya yardımcı olduktan sonra Asım kitabı ikisinin arasına, ortaya doğru çekti. ''İstersen bu kısmı ben okuyayım, sen takip et ve dinle?''

Mihrimah başını sallayıp kabul etti ve kulaklarına sevdiği adamın sesinden, en güzel kelamların girmesine verdi kendini... Ve sevdiği dostuna hediye ettiler güzel ayetleri.

☁☁
💧💧

Sabah kahvaltı yapmışlardı ve sofrayı topladıktan hemen sonra kapı çalmış, Samet gelip Asım Enes'e bir şeyler söylemiş, ikisi bir olup gitmişlerdi çatık kaşlar eşliğinde. Ve saat gecenin biri olmuştu! Ne gelen vardı ne giden! Mihrimah endişeyle yoğrulan yüreğini teskin etmeye çalışmıştı sabahtan beri. Kalbi acımıştı, içi darlanmıştı ve bu his hâlâ etkisini koruyordu. Bunaldığını hissedip önünde dikildiği pencereyi açtı ve yere dizlerini dayayıp oturdu. Kollarını pencerenin önündeki mermere, çenesini de kollarının üzerine dayayıp dışarıyı seyretmeye başladı. Rüzgar saçlarını savuruyor, suratını yalayıp geçiyordu. Sokakta kimsecikler yoktu, her on beş dakikada bir aynı yerden aynı tempoyla geçen bekçi hariç.

Sıkıntıyla bir nefes aldı ve son kez sokağı taradı gözleriyle. Kimse yoktu işte! Su içmek için mutfağa gideceği sırada sokağın başında bir karaltı belirdi. Kalkmak üzere olduğu yere geri çöküp eve doğru yaklaşan karartıya baktı dikkatle. Sametti bu! Pencerenin önünden hızla kalkıp dış kapıya koştu. Kapıyı açık bırakıp alt kata indi ve Samet'in dairesinin önünde beklemeye başladı. Sonunda demir kapı ittirilmiş, Samet içeri girmişti. Başı öne eğikti ve düşünceli görünüyordu. Canı bir şeye sıkkındı belli ki. Bu durum Mihrimah'ın içindeki endişeyle çırpılmış yüreğin üzerine acı biber ve tuz ekmişti. ''Samet!?''

Başını kaldırıp kapının önünde dikilen kızı gördü Samet. Göz göze geldiklerinde bakışlarını hemen kaçırdı. ''Uyumamış mıydın daha?'' diye mırıldandı öyle olmasını umuyormuşçasına.

''Uyumak mı? Saatlerdir endişeden ölecektim, sen bana uykudan bahsediyorsun!? Neredesin sen Allah aşkına? Sabah bir çıktınız yoksunuz bu saate kadar! Hayır yani ikiniz birden kayboldunuz bir de. Hani beni yalnız bırakmayacaktınız, söz vermiştiniz? Sözünüzü çiğdeniğinize göre önemli bir şey olduğunu anlamam zor değil. Neredeydiniz? Asım Enes nerede?''

Samet tüm bunları duymamıştı bile. Bir kulağından girmiş diğerinden çıkmıştı. Sadece son iki cümlede takılı kalmıştı. Elini saçlarına götürdü ve karıştırdı. ''Gelmedi mi daha o?''

''Gelmedi. Beraber değil miydiniz siz?''

''Beraberdik de, saat on bir gibi ayrıldık. Haberim yok. Ama birazdan gelir, merak etme. Endişelenecek bir şey yok. Benim çok uykum var. Hadi sen de uyu.''

Mihrimah üzgünce kafasını iki yana salladı. ''Uyuyamam... Asım gelmeden nasıl uyuyabilirim? Korkarım.''

Samet etrafta dolanan bakışlarının, onunkilerle karşılaşmasına izin verdi. ''Korkmana gerek yok artık. Sana bunu yapanı bulduk ve bundan sonra sana zarar veremez. Bu sokağa dahi giremez, merak etme.''

Samet'in rahatlatacağını düşündüğü sözcükler Mihrimah'ı daha fazla tedirginliğe bürümüştü. 'Ya Asım o adam yüzünden yoksa şuan? Ya o adam Asım'a bir şey yaptıysa? İçimdeki bu kıskaç sabahtan beri bu yüzden canımı yakıyordur belki? Samet ben endişelenmeyeyim diye saklıyor olabilir mi? '

''Samet, Asım'a bir şey mi yaptı o adam? Doğru söyle! Bir şey mi oldu? Yaralı mı? ''

Samet, Mihrimah'ın dolan gözlerine baktı. 'Bugün ikinizin de birbirinizi ne kadar sevdiğinize şahit oldum. Ömrümde gördüğüm en büyük aşk bu. Umarım mutlu olabilirsiniz. Bunun için dua edeceğim bundan sonra.'

''Hayır Mihrimah abla, bana inanabilirsin. Yaralı falan değil. Belki o şerefsize yumruk attığı için parmak eklemleri acımıştır biraz. Ama gayet iyi. Hadi endişelenmeyi bırak da yat artık.''

Mihrimah konuşurken dikkatle onun hareketlerini tartıyordu. İnanmıştı yaralı falan olmadığına. Kafasını salladı ve ''İyi geceler o zaman.'' deyip adımlarını üst kata doğru yöneltti.

Samet üst katın kapısının kapanma sesini duydu ve gözlerini sıkıca yumup sabahtan beri başlarından geçenleri gözü önüne getirdi. Öfkeyle yumruğunu kapıya geçirip alnını duvara dayadı ve bir süre öylece durdu. ''Bedeni iyi Mihrimah abla. Ama ruhu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim... Kalbi yaralı. İçi acıyor.'' diye mırıldandı ve duvarın dibine çöküverdi.

☁☁
💧💧

Samet uyu dese de içi rahat etmemişti işte. Uykusuzca beklemişti sabaha kadar pencerenin önünde. Göz altları morarmış, gözleri kızarmıştı. Bir gecede bir yıl daha yaşlandığını hissediyordu.

Pencereden kaçırdı bakışlarını. Geleceği yoktu bu adamın! Saat sabahın beş buçuğu olmuştu, yoktu! Tarif edemiyordu hislerini. Kara bir bulut kalbinin etrafını sarmış gibiydi. Şimşekler çakacak, öyle bir yağmur yağacaktı ki sanki o bile korkacaktı çok sevdiği yağmurdan.

Kapıdan anahtar sesi geldiğini duyunca heyecanla ayağa kalktı ve odanın ortasına doğru yürüyüp kapıya dikti gözlerini. Doğmaya yüz tutmuş güneş sayesinde etraf alacakaranlıktı. Kapının kolu aşağı doğru indi ve içeriye girdi sevdiği adam. Kapıyı ardından kapatıp başını kaldırdı ve gözleri birbirini buldu yıllardır bu anı bekliyorlarmuş gibi.

Mihrimah anlamıştı işte o kara bulutların sebebini. Boşuna değildi içindeki onca sıkıntı. Zorla yutkundu.

Sevdiği adama baktı, baktı. Bakışları gözlerini kucakladı ilkin. İçinde kırgın bir çocuk yatıyor gibiydi gözlerinin. Hazan yağmurları yağıyor gibiydi kirpiklerinden. Sanki gözleri ''Kara bir kuyuya çekiliyorum, kurtar beni. Bu kuyunun dibi yok!'' diyor gibiydi. Sanki gözleri ''Bir bataklığa saplandım, ben bittim..'' diyordu. Sanki gözleri ''Ayakta durabildiğime bakma, yıkılıvereceğim şimdi şuraya. İçimde enkazlar birikti. Tanımıyorum kendi şehrimin sokaklarını.'' diyordu. Gözleri öyle çok şey diyordu ki sevdiği adamın, dayanamadı onları öyle görmeye.

Omuzlarını kucakladı bu kez. Omuzları da bağırıyordu. ''Biz hep dik dururduk ama artık buralar yerçekimsiz.'' diyorlardı. ''Bu omuzlar artık kolay kolay atamaz yükünü. Koca bir ruhu yakıp küllerini üstümüze attılar.''

Dayanamadı yine, kaydırdı bakışlarını. Ama neresine bakarsa baksın, her parçası ayrı haykırıyordu sevdiği adamın!
''Bu bacaklar nasıl taşısın bu yükü!''
''Bu dudaklar nasıl tebessümle kıvrılsın!''
''Bu dil nasıl kelimeleri bir araya getirirken zorlanmasın şimdi!''
''Bu burun pencereden içeri doluşan yağmurun kokusunu nasıl duysun?!''

''Yeter!'' diye bağırdı içinden, Mihrimah. ''Sevdiğim adama ne oldu böyle!''

Zorla araladı dudaklarını. ''Asım Enes?'' Kekeleyerek kurdu cümlenin devamını. Alacağı yanıttan korkuyordu ölesiye. Onu böyle sapasağlam gördüğü için sevinemiyordu bile. Çünkü belliydi, içinde bir yerler hiç de sağlam değildi. ''N-neyin var?''

Gözlerini kaçırdı Asım. Gözünde bir damla birikti adamın, doldu, taştı acıyla. Yanağından aşağı kaymaya başladı, iz bırakarak. O gözyaşının izini asla unutamayacaktı bu adam.

Mihrimah elini yüreğine götürdü. Ağlıyordu! Sevdiği adam ağlıyordu! Adımları onun önüne gitti, durdu sonra. Elini kaldırıp sakalına dek varmış olan gözyaşını parmaklarının arasına aldı. Sonra bir diğerini ve bir diğerini. Tekrar rastladı Asım'ın bakışlarına. Acı nasıl da gözden göze, yürekten yüreğe geçiyordu!

Asım sustu. Gözyaşlarını silen kıza baktı ve aralarındaki iki adımı da kapatıp sıkıca sarıldı ona. Biri elinden alacakmış gibi. Onu hep sevecekmiş gibi. Kimselere vermeyecekmiş gibi. Tüm acılarını o dindirebilirmiş gibi. Her şeye değermiş gibi sarıldı. ''Sana her şey değer,'' dedi içinden. ''Ya ben? Ben sana değer miyim hiç? Sana yeter miyim?..''

Sadece sarıldı Asım. Zaten demişti ya dili, kelimeleri bir araya getirirken zorlanacağını. Sustu ve sarıldı. Gözyaşları karıştı sevdiğinin saçlarına.

Sonra geri doğru çekildi ve sevdiği kadına baktı, baktı. Arkasına dönüp gitti. Ağaran sabaha karıştı ve gitti. Arkasından seslenen kadını duymadı. Çünkü her zerresi çığlık çığlığaydı.

☁☁
💧💧

Mihrimah gözündeki yaşları hırkanın koluna silmeye kalktı ama hırkanın kolu da ıslaktı zaten epey, işe yaramıyordu artık. Kızarak, üzerinden çıkardı ve hemen karşısında duran kapıya fırlattı hırkayı.

Ağlaması yavaşlarken kapının kilidinin açılma sesini duydu ve yaslandığı duvarın dibinden kalktı. Hemen karşısında Samet belirmişti. Hızla ona doğru gidip Samet'i geri ittirdi. ''Hani iyiydi! Hani yaralı değildi! Öyle çok yaralıydı ki!''

Samet bir suçlu edasıyla başını öne eğdi. ''Özür dilerim.'' dedi ve yaşaran gözlerini kapatıp sıktı. ''Bir şey yapamadım. Elimden bir şey gelmedi. En azından sen biraz dinlen istedim.'' Gözlerini açtı ve aşağı doğru süzülen bir damlayı yakaladı montunun koluyla.

Herkes ağlıyordu. Ama herkesi ağlatan şey bavulunu toplamış gitmiş, ardında ne bir mektup bırakmıştı ne de bir resim. Acı bırakmıştı, gözyaşı bırakmıştı, bir de Asım'a silinmeyen bir iz.. Ama Mihrimah bilmiyordu o giden kimdi, neydi?

''Elinden bir şey gelmeyen neydi Samet? Asım'a ne oldu? Nereye gitti beni buraya kilitleyip!''

Samet de ölüm suskunluğuna bürünmüştü. ''Benim söylemem doğru olmaz. Kocana sormalısın.''

Mihrimah öfkeyle ellerini saçlarına geçirdi. ''Nerede peki nerede!?''

''Ne bileyim, ben de bilmiyorum! Arayalım beraber! Ona sadece sen iyi gelebilirsin. Lütfen onu yalnız bırakma, sakın. Ne yaptıysa senin için yaptı. Seni sevdiği için.''

Mihrimah çıldıracağını hissetti. Ne yapmıştı! Ne yapmış olabilirdi! Gitmiş miydi onu bırakıp, yine!? Hayır hayır, o zaman Samet arayalım demezdi. ''Onu asla bırakmam zaten.'' deyip Samet'in önünden geçti ve kendini sokağa attı. Arkasından gelen adım seslerini duyabiliyordu.

...

''Yok yok yok!''
Saatlerdir yürümekten yorulmuştu her ikisi de. Yürümekten ziyade bir sonuç elde edememekten yorulmuşlardı. Mihrimah kaldırımın üzerine çöküp karşıdan siyah parıltılarla görünen göle doğru baktı. ''Yine beni bırakıp gitmedi değil mi?!''

''Hayır tabiki. Muhtemelen kendine küs olduğu için yalnız kalacağı bir yerlere gitmiştir.''

''Ama her yere baktık!''

''Gerekirse tekrar tekrar bakarız. Hem eninde sonunda ortaya çıkacak. Hava karardı ve baksana, az sonra yağmur başlar. Bulutlar fazlasıyla yüklü, kara...''

Mihrimah başını salladı, ''Bizim gibi.'' diye mırıldanıp ayağa kalktı. ''Göl kenarına bakacağım tekrar.''

Göle doğru adım atmaya başladığında yağmur ince ince yağmaya başlamıştı bile. Adımlarını sıklaştırıp tahta merdivenleri indi ve ıslanan kumlara bastı. Etrafa göz gezdirdi tekrar.

İşte, oradaydı! Üçüncü bakışıydı buraya ve yoktu, sonradan gelmiş olmalıydı. Ters çevrilmiş kayığa sırtını dayamış, gölün karanlığa karışan suyunu seyrediyordu. Mihrimah koşarak gitti sevdiğinin yanına ve önüne çömelip kollarını boynuna doladı. Yağmur hızlanmış, gölde anlık daireler oluşumuna sebep oluyordu.

Asım Enes kendini geri çekip çıktı Mihrimah'ın kollarından ve ayağa kalkıp bir kaç adım uzaklaştı. ''Eve git Mihrimah,'' dedi ve ıslanıp alnına düşen saçlarını geri doğru ittirdi.

''Hayır. Seninle beraber gideceğiz. Gelmiyorsan, ben de gitmiyorum.''

''Islanıyorsun. Sırılsıklam oldun.''

''Unuttun mu, ben yağmuru da ıslanmayı da seviyorum. Seninle beraber sırılsıklam olmayı da.''

Asım Enes kaçırdığı bakışlarını Mihrimah'a çevirdiğinde kendini dünyanın en iğrenç insanı gibi hisseden yanı iyice kabarmıştı. Sevdiği kadın saf ve temiz bir şekilde karşısında durmuş, ne diyordu. O ise kirlenmişti! Kalbi ve ruhu kararmıştı. Ruhunu öldürmüştü Asım. Sesi kırgındı. Kendine kırgın... ''Ben uğruna sırılsıklam olunacak biri değilim artık.''

Mihrimah'ın gözleri buğulandı duyduğu cümle üzerine. Sevdiği adam acı çekiyordu ama o, ona yardım etmeyi bırak, bunun sebebini dahi bilmiyordu.

''Asım Enes,'' derken ona doğru bir kaç adım atıp eline uzandı. ''Bırak da buna ben karar vereyim.''

Asım Enes, parmaklarını parmaklarına dolamış kıza baktı. Mihrimah'ın sargısını çıkarıp attığı ellerinde cam kırıklarının izleri vardı ; Asım'ın ellerinde ise can kırıkları izleri.

İlk defa el elelerdi ve ne haldelerdi. Bunda bile bir ilkin hevesini yaşatamadığını düşündü sevdiği kıza. Kendine olan öfkesi arttı.
''Ben lanet herifin biriyim Mihrimah! Kirliyim. Karayım. Aşağılık bir katilim! Kalbim taş gi---''

Asım Enes'in cümlesi yarıda bölünmüştü. Mihrimah boştaki elini kaldırıp dudaklarının üzerine bastırmıştı susması için. Gözleri birbirine kenetlendiğinde Asım'ın yanağından aşağı bir damla süzülmüştü, tıpkı Mihrimah'ınki gibi.
''Zaten ölüyüm, bari senin gözlerine gömseler beni.'' diye geçirdi içinden, dudaklarının üzerindeki parmaklar dolayısıyla bunu dışa vuramayarak.

Mihrimah, Asım'ın dudaklarına bastırdığı parmaklarını aşağı doğru kaydırdı. Sakallarına değen parmakları biraz daha yol alıp kalbinin üzerinde durdu.
''Senin kalbin taş gibi falan değil, yanılıyorsun. Yağmur suyuyla yıkanmış, güneş ışınlarıyla yanmış ama yine de sevmeye devam eden bir kalp, taş gibi olamaz ki.''

Asım Enes duyduğu cümleler yüreğine doluşurken istemsizce öne doğru bir adım attığında aralarındaki mesafenin çok az kaldığını fark etti. Yağmur kokusuyla birlikte Mihrimah'ın kokusunu da sunuyordu rüzgar ona. Boştaki elini kaldırıp Mihrimah'ın ıslanmış saçlarına götürdü. Acıyla yutkundu ve ıslak olduğu için yüzüne yapışan saçlarını geri ittirdi. Hâlâ kalbinin üzerinde duran el ona güç veriyordu.

Gözlerinin derinlerine daldı Mihrimah'ın. Saçlarındaki elini çekip, kalbinin üzerindeki elin üzerine koydu. ''Seni seviyorum..'' diye fısıldadı, içindeki acıyı bastırmak istercesine. ''Tahmin edebileceğinden daha çok.''

Mihrimah, serin hava belki yanma hissini geçirir diye düşünürken kızarmamak için dua ediyordu bir yandan da. Karşılık vermek istercesine küçük bir adım daha atıp başını göğsüne yasladı Asım'ın. Huzur bulduğu yerde durdu öylece, yağmur şiddetini arttırırken. Belki biraz acısı geçer umuduyla.

°|A. Cahit Zarifoğlu|

Loading...
0%