Yeni Üyelik
13.
Bölüm

١٣ - D I

@sukunettekelimeler

Şunu da yaz bedeli olsun
Sabırla titreyerek öyle yalın
Ve kimsemiz olmadan oturacağız
Kıyısında ayrılığın°

Mihrimah ve Asım Enes uzun süre yağmurun altında birbirlerine sarılı halde durmuşlardı ve sırılsıklam olmuşlardı. Samet, ay ışığının yansıdığı karanlık gölden ayırdı bakışlarını ve onlara çevirdi. ''Bu kadarı yeterli sanırım. Hasta olup ölmeden ikisini de eve götüreyim de orda devam edeceklerse etsinler sarılmalarına.'' diye mırıldanıp adımlarını onlara doğru yöneltti ve biraz ötelerinde durup elindeki şemsiyeyi onların başının üzerine tuttu. Yağmurun sesi geldiği halde bedenlerine değmediğini hisseden ikili birbirlerinden ayrılıp önce başlarındaki şemsiyeye, oradan da şemsiyeyi tutan Samet'e baktılar.

''Artık gidelim?''

Samet'in cümlesi üzerine Mihrimah yanındaki Asım Enes'e çevirdi bakışlarını sorarcasına. Asım Enes yavaşça başını sallayıp onayladı ve şemsiyeyi Samet'e doğru ittirdi. ''Biz yeterince ıslandık zaten, sen kendini koru.'' dedi ve önden yürümeye başladı. Mihrimah da ona yetişip yanında yürümeye başladı, elini ürkekçe tuttuktan sonra.

Odaya girdiklerinde ikisi de dolabın başına geçip kuru kıyafetler çıkardı. Asım Enes adımlarını banyoya doğru yöneltirken, Mihrimah da odada kaldı. İkisi de üzerini değiştirdikten sonra ıslanan kıyafetlerini dış kapının yanındaki çamaşırlığa astılar. Asım içeriye doğru gideceği sırada Mihrimah onu elinden yakalayıp mutfağa doğru çekiştirmeye başladı.

''Eğer yemek yemezsen ben de yemem ve ikimiz de aç kalırız.''

Asım Enes, elini çekeleyen ve peşinden yürüdüğü kızı, tutuğu elinden kendine doğru çekerek durdurdu. ''Sen varya, işini iyi biliyorsun! Zayıf yerimden vuruyorsun hep.'' deyip gözlerini kısarak ona baktı.

Mihrimah omuz silkti bir çocuk edasıyla. ''Başka şans bırakmıyorsun.'' Ve mutfağa doğru yürümeye devam etti.

☁☁
💧💧

Mihrimah düşünceli düşünceli pencereden dışarıya bakıyordu yine. Dün Asım'a zorla yemek yedirdikten sonra uykusuzluktan kızaran gözleri dolayısıyla uyumasında ısrar etmişti ama Asım uyumamıştı... Yaklaşık iki buçuk gündür uykusuzdu! Bu da ona yorgunluk ve bitkinlik veriyor, zaten çökük görünen bedenini iyice zayıflatıyordu. Hiç içi rahat değildi Mihrimah'ın.

Yatakta uzanmış ve tavanı seyreden adama baktı. Gözleri yavaş yavaş kapanıyor gibiydi. İçinden uyuyakalması için dualar etti. Yaklaşık yarım saat sonra da duasının kabul olduğunu gördüğünde sevinçten gözleri doldu. Hazır o uyurken alışverişe gidip yemeklik bir şeyler alması gerektiğini düşündü. Uyurken yine ortadan kaybolmazdı sonuçta. Onu yalnız bırakmaya korkar olmuştu.

Üzerine bir şeyler giyip cebine çekmeceden biraz para koyduktan sonra Samet'i peşine takarak sebzeciye gitti. Samet'in isimlerini doğru öğrenme konusunda pratik yapması adına onu içeri gönderip alması gerekenleri söyledi. Samet poşete sebzeleri doldururken Mihrimah da Asım Enes'in en sevdiği meyvelerden aldı biraz. Poşetin ağzını bağladığı sırada omzunda bir el hissetti.

''Sonunda seni buldum.''

Mihrimah başını hızla çevirip endişeye bürünmüş bir yüzle karşılaştı. ''Merve? İyi misin? Neden beni arıyorsun ki?''

''İyiyim ben. Enes, o iyi değil ama! Yalnız mısın, Enes nerede?''

Mihrimah, Asım Enes'in iyi olmadığını Merve'nin nereden bildiğini düşünürken bir yandan da sorusuna yanıt verdi. ''Yalnız değilim, Sametle beraber geldik. Enes evde.'''

Merve derin bir soluk aldı ve ''Çok şükür.'' deyip bakışlarını içerideki Samet'e yöneltti. ''Samet, biz şu karşıdaki masalarda oturuyoruz Mihrimahla. Sen yavaş yavaş seç, acele etme.'' diye seslenip Mihrimah'ı kolundan tuttu. ''Hadi, sana anlatmam gerekenler var. Oturalım şurada.''

Mihrimah ne olduğunu anlamamıştı ve şaşkınca Merve'ye ayak uyduruyordu. Karşılıklı oturduklarında Merve söyleyeceklerini daha önceden prova etmişcesine konuşmaya başladı. ''Bak Mihrimah, bunları sana benim söylediğimi Enes bilmesin, bana kızar eminim ki. Ama bunu sana söylemem lazım. Enes muhtemelen iyi değil ve sen de ne olduğunu bilmiyorsun. Sana olanları anlatmam gerek. Lütfen ona destek ol yoksa bunu kaldıramaz.''

Mihrimah kaşlarını çattı. ''Merve! Söyle artık söyleyeceğini.''

''Geçen akşam sahil kenarında oturuyorduk hep beraber. Bizim başkanlar falan hepsi oradaydı. Ateş yakmışlardı, bir şeyler yiyip içiyorduk. Sonra Enes ve Samet geldi. Enes birden Askök'ün üzerine atılıp adamı dövmeye başladı herkesin içinde. Bizimkiler elinden aldılar tabi. Askök de buna silah çekti ve sinirle seni öldürürüm falan demeye başladı. O da 'Asıl bir daha seni karımın bir kaç sokak yakınında dahi görürsem ben seni öldürürüm' diye bağırdı. Başkanlar da olayın aslını dinlemek istediler. Enes, onun sana zarar verdiğini falan anlattı. Çok öfkeliydi. Askök de Enes'in bir hain olduğunu söyledi.''

Mihrimah şaşkınlıkla ortaya atıldı. ''Hain mi? Ne!?''

Merve başını salladı ve olanları anlatmaya devam etti :

İki gün önce

Asım Enes öfkeli bakışlarını bir kez daha iğrenilesi adama yöneltti. Suratından bir kaç saniyeliğine şaşkınlığını ele veren bir ifade geçse de kendini gülmeye zorladı. Alayla güldü ve ''Hain mi? Ben mi?'' deyip tekrar öfkeyle ayağa kalktı. ''Ben hain değilim ama sen masum insanlara zarar vermekte tereddüt etmeyen bir şerefsizsin!''

Mihrimah'ın ellerindeki kesikler, dizleri ve suratındaki hasarlar aklına geldikçe kendini tutmakta zorlanıyordu Asım Enes. Bir kolundan tutan Samet ve omuzlarındaki kuvvetli elin sahibi bir arkadaşı daha olmasaydı, çoktan onu oracıkta bayıltmıştı.

Askök, suratındaki kendinden emin ifadeyi bozmadı. Kendilerini dikkatle dinleyen ve yetkice üstün iki adama baktı. ''Onun hain olduğuna eminim. O kızı ben vurdum, ölmediyse öldürmesini söyledim, o ise onu kurtardı ve hâlâ yanında tutuyor. Üstelik onun sebebiyle herkesin önünde bana saldırma cüretini gösteriyor. Madem hain değil, bunu kanıtlasın.''

Asım Enes hâlâ öfkeyle ona bakmaya devam ediyordu. Bakışlarını yeşil gözlü adama çevirdi. ''Şimdiye dek tüm vazifelerimi yerine getirdim ve hiç bir şüpheli durumum olmadı. Gerçekten bunu düşünüyor olamazsınız?''

Yeşil gözlerin sahibinden önce Askök tekrar konuşmuştu. ''Öyleyse o kızı neden kurtardın ve neden hâlâ yanında tutuyorsun? Bir planın olduğunu söylemiştin, planın onunla yatıp kalkmak, eğlenmek miydi yani?''

Asım Enes ''Ağzından çıkan laflara dikkat et!'' diye gürledikten hemen sonra yeşil gözlü adamın sesi duyuldu.
''Kesin şunu! Enes, haklısın, sana verilen her vazifeleri yerine getirdin ve bir şüpheli durumun olmadı. Peki bu kız meselesini nasıl açıklayacaksın?''

Enes derin bir nefes aldı ve bakışlarını karanlık dalgalara çevirdi. ''O benim karım. Sevdiğim kadın. Onu ölüme terk edemezdim! Buradaki kimsenin de bunu yapabileceğini düşünmüyorum.''

Merve'nin yüzünden küçük bir şaşkınlık huzmesi geçerken, Askök suçlamasını sürdürüyordu. ''Nereden bilelim yalan söylemediğini? Belki onu da böylece aramıza aldın? Ayrıca geçenlerde görev dışı bir yolculuk yapmışsın, sabahın erken saatlerinde. Nereye gittin? Ne yaptın karınla? Hain olmadığını ispatla, karını da kendini de kurtar. Yoksa ikiniz de elime düştünüz demektir.''

Enes sertçe yutkunurken, gri gözlü adam aldı sözü. Onun sözü üstüne kimse söz söyleyemeyeceği için Asım Enes dikkatle kulak verdi adamın ağzından çıkan her bir kelimeye. ''Çok ısrar ediyorsun Askök, beni bile şüpheye düşürdün.'' dediğinde Askök'ün suratında haince bir sırıtış belirdi. Adam konuşmaya devam etti. ''Kimseden habersiz yaptığın bu şeyin açıklaması var mı?''

Asım Enes bakışlarını adamın gri gözlerine çevirdi. ''Yalnızca gezmeye çıkmıştık.''

''İkna edici değil. Arabayla gezmeye çıkmanıza gerek yoktu o saatte.''
Her şeye burnunu sonan Askök'ü bakışlarıyla dövdü biraz Asım. Sonra da gri gözlü adamın sesini duydu ve tekrar ona baktı.
''Madem suçsuz olduğunu söylüyorsun, hain olmadığını söylüyorsun, Askök'ün de dediği gibi bunu kanıtla.''

''Nasıl?'' sorusu dudaklarından döküldüğünde içine bir sıkıntı oturmuştu bile, az sonra olacakları hissetmişçesine.

Askök parmağını şıklattı. ''Geçen operasyonda üç adamımızı yaralayan ve haddinden fazla şey bilen biri var, onu öldürerek.''

Asım Enes sertçe yutkundu. Öldürmek mi? O bir hayvana dahi zarar vermeye kıyamazdı ki, bir adamı nasıl öldürecekti? ''Ne?!''

''Getirin bahsedilen adamı! ''

Bir kaç kişi emir üzerine hareketlenirken Asım Enes yalvaran gözlerle karşısındaki iki adama bakıyordu. ''Sırf bu adam söylüyor diye birinin canını almayacağım değil mi?''

''İnsan bağlı olduğu şeyler uğruna her şeyi yapabilmeli.''

Asım Enes acı bir tebessüm etti. ''İnsan en başta vicdanına bağlı olmalı.'' Elini kalbinin üzerine götürüp konuşmaya devam etti. ''Burası varken, hep benimleyken, bağlı olduğum daha önemli ne var? Durup dururken kimseyi öldürmem.''

''Neden korkuyorsun? Kendi adamını öldürmeye kıyamıyor musun yoksa?''

Asım'ın Askök'e vereceği yanıtı başka bir ses bölmüştü. ''Getirdik.''

Asım Enes sesin geldiği yöne döndü. Elleri arkadan bağlı, sakalları uzun, uzun boylu, esmer ve genç bir adamdı. Dimdik dursa da ''Beni öldürmeyeceksiniz değil mi?'' cümlesi dudaklarından döküldüğünde korktuğu anlaşılabiliyordu. Kendi için değil belki ama geride onu bekleyenler için.

''Adamı biraz uzağa götürün. Enes'in nişancılığı iyiydi, bakalım karanlıkta ve uzakta, kalbini tutturabilecek mi?''

Adam sessizce, bakışları ile cesaret haykırırken uzaklaştırılmaya başlamıştı. Askök belinden çıkardığı silahı Asım'ın avcunu açıp oracığa bıraktı. ''Kızın da kendinin de canınızın güvencesi için, hain olmadığını ispatlaman için bir şans.''

Asım itirazlar etse de yağ gibi üste çıkıp 'ya vur ya hainliğini kabul et' gösterisi sergilemişlerdi karşısında. Tedirgin bakışlarını Samet'e çevirdi. Göz göze geldiler. Samet'in gözlerinde korku vardı. Merve'ye rastladı, endişeliydi. Biraz ötedeki adama baktı, dimdikti. Ölümü bekliyordu.

Silahı tuttu ve kaldırdı. Gözlerini sıkıca yumdu. ''Bunu yapamam. Ben katil değilim. Masum birine kıyamam. Nefesini kesemem, canını yakamam kimsenin.'' diye geçirdi içinden ve silahı tutan elini indirdi.

''Gidin şu kızı da evden getirin! Bakalım o ne diyecek bu hainlik konusunda? ''

Asım Enes indirdiği elini hızla kaldırdı duyduğu cümle üzerine. ''Hayır, onu rahat bırakın.'' deyip terleyen alnını elinin tersiyle sildi. Bakışlarını göğe kaldırdı. Ay vardı. Karanlıktı. Güneş'in doğmasına daha çok vardı. ''Affet beni, kardeş. Affet beni, Allah'ım. Yemin ediyorum kendim için değil, ipin ucunda sadece ben olsaydım namluyu bu adama değil onlara doğrulturdum. Ama Mihrimah, ona bir şey olmasına izin veremem. Onun için... Ve sonra, buradaki görevimin vatan için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Her şeyin ortaya çıkmasına izin veremem.. Affet beni Allah'ım. Benin canımı alsaydın da bunu yapmasaydım.. ''

Derin bir nefes aldı. Hedef alıp gözlerini yumdu. Parmağını tetiğe bastırırken biliyordu, bu gece burada ölen sadece o adam olmayacaktı. Asım Enes de ölecekti bu gece.

Etrafta bir el silah sesi yankılandı. Gözleri hâlâ sıkıca yumuluydu.
''İşte, ispatladı. Artık sen de saçma suçlamalarından ve onunla uğraşmaktan vazgeç Askök. Dağılabilirsiniz.''

Asım Enes o tarafa bakamadan göle doğru yürüdü. Dizlerinin üzerine çöküp gözlerinden aşağı kayan bir damlanın kum tanelerine karışmasına izin verdi. Sonra bir damla daha... İki, üç, beş! Kalbine gecenin karanlığının, parmaklarına masum bir kanın bulaştığını düşüne düşüne. Koca adam devrildi. Tetiği çekti ya o gece, önce ruhunu sonra adamı öldürdü.

~

Mihrimah gözlerindeki yaşları bilmem kaçıncı kez sildi dün geceyi hatırlarken. Asım Enes demişti ona, 'ben aşağılık bir katilim' diye ama o anlamamıştı tabiki. Ciddi olduğunu düşünmemişti bile. Mecaz konuştuğunu sanmıştı. Sonuçta kim sevdiği adamla katil sıfatını yan yana getirebilirdi? Kim? Bunu yapabilecek olan varsa bile o yapamazdı.

Poşetleri masanın üzerine bırakıp içeriye girdi. Asım Enes hâlâ uyuyordu. Dolaptan bir kaç parça kıyafet alıp banyoya gitti. Soğuk suyun onu üşütmesine aldırmadan bedenini dövmesine izin verdi. Gözyaşlarını serbest bıraktı, hıçkırıkları çoktan özgürlüğüne kavuşmuştu. Kendini suçladı dibine kadar. Kendi yüzünden bir adam ölmüştü. Kendi yüzünden sevdiği adam birini öldürmek zorunda kalmıştı. Çünkü biliyordu Mihrimah, işin ucunda o olmasaydı eğer, Asım Enes kendi canının yanmasını başkasının canını yakmaya yeğlerdi.

Kim bilir nasıl canı yanmıştı? Kim bilir neler çekiyordu?Anlamıştı Mihrimah, sevdiği adam kendi yüzünden ruhunu öldürmüştü. Ruhlar da ölürmüş meğer, dedi. Sustu...

Nefret etti kendinden, sevdiği adamın kendinden nefret etmesine sebep olduğu için. Ağladı, sevdiği adamı ağlattığı için.

Giyindi. Bir eşofman altını bir de ince kazağı giydi ve odaya girdi, paramparça. Asım Enes hâlâ uyuyordu. Saate baktı, epeydir banyoda olduğunu fark etti. Hava da serinlemişti saat geç olduğundan. Asım'ın üzerindeki ince örtüyü alıp kalın olanıyla örttü güzelce üstünü, kalbini tekrar ısıtamayacağından korkarak.

Yatağın kenarına oturdu ve sevdiği adamın yüzünü seyretti. Her zerresi ölüm kokan, kaşlarından yorgunluk, kirpiklerinden yaş akan. Dudakları ne zamandır tebessümle kıvrılamayan; hele ki gülmek en çok ona yakışırken. O gülünce kalbinde güller açarken...

Kalkıp yatağın diğer tarafından dolaştı. Gözlerindeki yaşları silip örtüyü araladı ve altına girdi. Asım Enes'e doğru yaklaşıp kıvrıldı oracığa. Elini uzatıp yanağının üzerine değdirdi parmaklarını. Eli titremese de kalbi titremeye devam ediyordu bir kaç dakika sonra. Sakallarına dokundu bu kez ; gözyaşlarının karışmasına sebep olduğu sakallarına. Hüzünlü yüzü gözünün önüne geldi sevdiğinin. Uyurken dahi huzursuz oluşunu seyretti.

''Benim için kendi ruhunu da öldürdün...'' diye içinden geçirdi. Gözleri doldu yine. Dayanamayıp ona doğru yaklaştı ve yanağına bir öpücük kondurdu. Tam geri çekilecekken, Asım elini beline sarıp onu kendine doğru çekmişti. Karşı çıkamadı, sarıldı sevdiği adam ona. Yüzünü göğsüne gömdü. Öylece durdular uzun süre. ''Sevdiğim adamın kalp atışlarını duyuyorum, kollarında. Ama artık gülümsemesini göremiyorum. Benim hayatıma karşılık gülümsemelerini verdi...''

Mihrimah Asım'ın tekrar uyuduğunu düşünmüştü ses seda çıkmayınca. Asım da onun uyuduğunu sanmıştı ve fısıltı ile konuşmaya başladı.

''Sana, ben aşağılık bir katilim dediğimde ciddiye almadın ve hâlâ kollarımdasın. Öyle ki şu durumda yanağıma ilk öpücüğünü armağan ettin. Peki ya bu kez ciddi ciddi söylersem, kaçar mısın benden? Koşup uzaklaşır mı yüreğin, sadece seni hissettiğinde huzura bulanan yüreğimden?''

Mihrimah sessiz kalıp dinlemeye devam etti. Gözlerini biraz daha sıktı ama bir kaç yaşın süzülmesine engel olamadı.

''Elbette kaçarsın! Karanlıklardan nefret edersin sen. İçimi saran karanlıktan elbette kaçarsın.''

Mihrimah, kalbini bir çamaşır sıkar gibi iki yandan tutup sıktıklarını hissetti hüzün ve acının. Daha fazla dayanamadı. Kolunu başının altından çekip sevdiği adama doğru uzattı ve ona sarıldı. Suratını iyice onun tişörtüne gömdü. Dudaklarından firar etmek isteyen küçük bir hıçkırığı son anda tuttu, sevdiği adamın canı kendi yüzünden daha fazla yanmasın diye.

''Kaçmam.'' diye mırıldandı. ''Kaçsam bile yine senden, sana olan bir kaçış olur bu. Hem kalbinden bir adım bile uzaklaşamam ki.''

Asım Enes dolan gözlerini yumup burnunu sevdiği kadının saçlarına dayadı ve derin bir nefes çekti içine. Onun acısına tek ilaçtı bu koku, bu ses, bu kadın. ''Ya karanlığım?'' diye mırıldandı tekrar.

''Karanlığın varsa, unutma Ay var. Karanlığın ardından doğan Güneş var.''

Asım Enes içindeki kavgaya tutuşmuş zıt duyguları susturdu. Su yüzüne çıkan şuan şükürdü. Allah'a şükretti, her şeye rağmen onu, Mihrimahsız bırakmadığı için. Kalbinin en derinlerinden gelen bir şükür.

Mihrimah, onun kollarının arasında kıpırdandı ve başını gömdüğü yerden çekti. kendini yukarı doğru kaydırdı Asım'ın yüzünü görmek için. Bakışlarını ona çevirdiğinde gözünden bir damlanın yanağına doğru süzüldüğünü gördü. Suratına doğru yaklaştı ve gözyaşından öptü sevdiği adamı. Yüreğindeki can kırığından, sesindeki çatlaklardan öptü. Ölü ruhundan öptü.
''Hem o karanlık benim yüzümden oldu.'' derken sesi suçlulukla doluydu.

Asım Enes'in kaşları çatıldı. Duyduğundan memnun olmadığını belli edercesine baktı ona. ''Bir daha ucu bu manaya gelen bir cümle dahi kurma sakın. Bu sadece beni daha çok yorar.''

''Yükünü benimle paylaş Asım.''

''Sana bunu yapamam.''

Mihrimah aldığı yanıt üzerine içinde bir şeylerin yine gürültüyle kendilerini belli etmeye çalıştıklarını hissetti. Gözlerini, sevdiği adamın gözlerine kilitledi.
''Yapmalısın. Seni böyle görmeye dayanamıyorum Asım. Sen asıl kendi ruhunu öldürmüşsün. Benim daha çok canım yanıyor seni böyle gördükçe. Paylaş benimle içindeki karanlıkları. Karanlık ve aydınlık birbirine bulanır, gündoğumu olur belki ya da günbatımı. Ne karanlık olur ne de aydınlık belki ama, zifiri bir siyaha saplanmamış oluruz.''

Nefes almak için biraz durakladı ve bakışlarını, avcunun altındaki suratın sahibinde gezdirdi. Dikkatle kendine bakıyordu.

''Asım..'' dedi ve tekrar gözlerini gözlerine kilitledi. Dudaklarından çıkan sözcükler, Asım'ın karanlığını paylaşmaya ilk adımdı.

''Seni seviyorum. Tahmin edebileceğinden daha çok.''

°|A. Cahit Zarifoğlu|

Loading...
0%