Yeni Üyelik
15.
Bölüm

١٥ - Dediler

@sukunettekelimeler

Ve savaşla gidiyorsun
Ama ancak sen
Vurulduktan sonra ve kurşun
Benden ayrıldı
Ve gittin
Ve dağ çöktü °


Mihrimah gözlerindeki yaşları silmeyi bırakalı uzun zaman olmuştu. Okudukları kitabın acıyla yoğrulmuş sayfalarındaydılar çünkü. Asım Enes de kendini kitabın karakteri yerine koyduğunda sevdiği kadına bir şey olmasını kaldıramamış, susmuştu uzun süre. Tekrar devam etmek için kendini toparlaması zaman almıştı. Derin bir nefes alıp kaldığı yerden okumaya devam etti.

''
Serap'ı defnetmişlerdi. Cenaze töreni bitmiş, dönüyorlardı. Emin kabristandan ayrılırken dolu tabutu omuzlamaya koşanların, boş tabutu oracıkta bırakmasından rahatsız olmuştu. Bir arkadaşıyla boş tabutu arabaya taşıdılar.

Emin uzaklardan bir ses işitti. Ne olduğunu anlayamadı önce, sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Kabristanın bir yanında yapayalnız ağlayan, inleyen kederli bir anneydi bu. Yeni gömüldüğü her halinden belli olan bu mezarda, belki bir yakınına, belki de evladına ağlıyordu...

Emin, ihtiyar kadının yanına yaklaştı. İçi yanıyordu... Acı acıyı bastırır diye düşünüp teselli etmek istedi kadıncağızı. Ama kendisi ondan da acizdi. Teselliye muhtaçtı. Göz göze geldiler Emin'le anne. Emin'in göz yaşları daha kurumamıştı... Anne, Emin'in yüzüne bakınca aradığı teselliyi buldu. ''Ölüm işte oğul,'' dedi ihtiyar, ellerini yana doğru açıp...

Emin: ''Ölüm ne ki nine?''
''Ne ki oğul? ''
''Ölüm hiçbir şey nine... Hayatın yanında hiçbir şey. Ne yokluk, ne hiçlik... Ölüm bir yolculuk sadece... Hayatın yanında ölüm ne ki anne?''

Kadın, Emin'in bu garip halinden önce pek bir şey anlamasa da ıstırabına olacak derman şeyler söylediğini hissediyordu. İhtiyar kalbi şükürle doldu. Emin'in sırtını sıvazladı. ''Senin de mi bir yakının öldü oğul?'' dedi.
''He nine,'' dedi Emin.
''Ne kadar yakınındı?''
''Kalbim kadar...Ruhum kadar...''

Ayrıldar...

Emin, bekleyenlerin yanına dudakları kıpırdayarak yürüdü. Mezarlığın çıkış kapısına geldiğinde, son bir defa daha, Serap'ın artık görülemeyecek kadar uzak olan kabrine doğru baktı.

Uzun uzun, sıcak sıcak, gözü yaşlı baktı... Sağ elinin işaret parmağını Serap'ın yeni evine doğru uzattı, sonra dudaklarına, sonra alnına ve en sonunda da kalbine götürdü. Sen dilimden, aklımdan ve kalbimden hiç çıkmayacaksın demekti bu.
Son...
Son nedir ki?
'' °°

Son kelime de dudaklarından dökülmüş, kitapta okuyacak satır kalmamıştı. Ama onlar devam ettiler okumaya. Muhayyilelerinde dolanarak, kitabı baştan sona gözleri önüne getirerek ve önlerine serilen tüm sonuçları yüreklerine koyarak devam ettiler. Sondaki üç noktaya bakarak, devam ettirdiler romanı içlerinde.

Mihrimah titreyen dudaklarından bir kaç sözcük çıkmasına müsaade etti. ''Çok zor değil mi? İnsan sevdiğini kaybedince çok acır değil mi Asım Enes? Nasıl dayanıyorlar, aklım almıyor.''

Genç adamın bu konuda bir tesellisi yoktu. ''Çok zor.'' diyebildi sadece. ''Öyle zor ki, ahirette buluşmak diye bir şey olmasa insan kaldıramaz bu yükü.''

Tekrar sessizlik oluştuğunda Mihrimah, böyle bir durum başına gelse delireceğini düşündü. Az sonra telefonun sesi odaya doldu. Asım Enes derin bir nefes alıp ağlamaklı sesini düzeltmeye çalışarak telefonun ekranına baktı. ''Babam arıyor,'' deyip telefonu kulağına götürdü. ''Efendim?''

''Tamam. Elhamdülillah, sonunda zamanı geldi ha? Peki baba, Allah'a emanet.'' Asım Enes telefonu kapatıp kenarı koyduğunda Mihrimah'ın meraklı bakışlarına yakalandı. Az önceki burukluğu giderecek bir haber almışlardı. ''Sonunda Mihrimah,'' dedi gülümseyerek. ''Sonunda her şey eskisi gibi olacak ve oğlumuz gözlerini daha güzel bir ülkede dünyaya açacak.''

Mihrimah seslice güldü. Az sonra gülümsemesi mutluluktan ağlamaklı bir hal aldı. Çünkü oğlunu burada, dedesinden, amcasından uzakta dünyaya getireceğine üzülüyordu. İki ay kalmıştı doğuma ve böyle bir haberi almayı hiç beklemiyordu. ''Çok şükür. Ne zaman gidiyoruz buradan?''

''İki hafta sonra gidiyoruz. İki hafta sonra sokaklarda elimizi kolumuzu sallayarak dolaşabiliyoruz. İki hafta sonra sinemaya, parka, pikniğe, okula gidebiliyoruz.''

Mihrimah kollarını Asım'ın boynuna dolayıp sarıldı. İşte bu kez mutluluk gözyaşları misafir oluyordu, kocasının tişörtüne.

☁☁
💧💧

Arabanın bagajını kapattı Samet ve şoför koltuğunun yanına oturup besmele çekti. Asım Enes arabayı çalıştırdı yine besmeleyle. Mihrimah başını çevirip aylardır misafir olduğu eve son kez baktı. Evet, belki burası ona kötü şeyler anımsatabiliyor, evine dönmek istiyor olabilirdi ama emin olduğu bir şey daha vardı; o da burada güzel, çok güzel anılarının da olduğuydu. Kocasıyla, çocuğuyla ilgili bir sürü ilki buradaydı. İlk elini tutuşu, ilk sarılışı, ilk başını omzuna dayayışı, ilk dizlerine yatışı, ilk anne-baba olacakları haberlerini alışı...

Gittikçe uzakta kalan ve karanlığa karışan eve baktı. Gözden tamamen kaybolduğunda ise önüne dönüp biraz yolu, biraz da arabayı süren Asım Enes'i ve yanında oturan Samet'i izledi.

''Samet, yine altlı üstlü oturalım bence.'' diye bir fikir attı ortaya sessiz ortamı dağıtmak için. Samet gülümseyip ''Büyük zevkle.'' dedikten sonra Asım Enes girdi araya. ''Hem biz yorulunca ilgilenirsin benim aslanımla.''

Samet tekrar güldü. ''İlgilenirim tabi de senin aslanın bendim abi, ufaklığa kaplanım falan de.''

Hepsi ufak birer kahkaha attığında Mihrimah karnındaki ufak hareketlilikle elini karnının üzerine koydu. İçten içe onun bile bunu anladığını düşünerek yol boyu tebessüm etti.

İki buçuk saatlik yolculuğun ardından Asım Enes arabayı kenarıya park edip durdu. ''Evet, geldik. Bize burada beklememizi söylediler. ''

Bir süre arabada beklediler fakat çok havasız ve sıcak olduğunu hissedip bunaldıklarında arabadan indiler üçü de. Çimlerin üzerine oturup kuşları dinlediler biraz. Sessizlikten sıkılınca sohbet etmeye başladılar. Ülkenin nerden nereye geldiğini, İnşAllah şimdiye dek olduğu gibi yine zafer elde edeceklerini, bu topraklara Amerika'nın, Avrupa'nın, İsrail'in ve birliğimizi bozmak isteyen hiç kimsenin giremeyeceğini konuştular. Nice Çanakkale zaferleri, nice 15 Temmuzlar atlatmış bir milleti bölemeyeceklerini söylediler. Çok şey söylediler orada, o bir saatte. Sonra konu aileye geldi.

''İşin en önemli kısmı toplumun en küçük birimi olan aileye düşüyor aslında. En önemlisi aile. Birey orada büyüyor, ilk fikri yapısı orada oluşuyor. Çocuğa ayrımcılığı değil birliği öğretse anne-babalar! İyiliğin ve kötülüğün ırktan, dilden, renkten gelmediğini öğretseler! Farklı görüşlerin kavga sebebi olmayacağından bahsetseler. Konuşarak anlaşmayı, saygıyı, merhameti, insanlığı öğretseler tamamdır bu iş. ''

''Haklısın Samet,'' dedi Asım Enes ve dalgın bakışlarını uzaktaki dağlara doğru çevirdi. Nedense içinde kötü bir his vardı. Bir burukluk. ''Hayrolsun inşAllah.'' diye mırıldandı içinden.

Mihrimah, uzun zamandır kafasını kurcalayan fakat Samet'i üzmekten çekindiği için açmadığı konuyu ortaya attı. ''Samet, senin ailene ne oldu?''

Samet parmaklarının arasındaki otla oynarken bir yandan da cevap verdi. ''Ben yurt dışında doğdum, zaten buraya sonradan gelip sebzelerin isimlerini de yanlış öğrendiğimden bahsetmiştim. Her neyse işte, annem Dubai'de bir şirkette çalışıyormuş babamla tanıştığında. Babam Türkiye'de yaşıyormuş aslında ama yılda bir kaç kez iş gereği annemin çalıştığı şirkete gider gelirmiş. Annemi sevmiş, evlenmişler. Ama annem yine Dubai'de, babam Türkiye'de yaşıyormuş. Babam elinden geldiğince sık uğramaya çalışsa da annemin yanına, anneme yetmiyormuş tabi. Kocasını yanında istemiş haklı olarak. Ya ben Türkiye'ye geleyim ya sen buraya yerleş demiş babama ama o kabul etmemiş. Annem de kızmış tabi, tartışmışlar. Hatta ayrılmayı bile düşünmüş annem fakat hamile olduğunu öğrenince bu düşüncesini rafa kaldırmış. ''

Samet derin bir nefes alıp anlatmaya devam etti. ''Ben doğduktan sonra annem iyice ısrar etmiş beraber yaşayalım diye. Babam yine kabul etmeyince annem de ona haber vermeden Türkiye'ye gelmiş. Babamın zaten daha önceden de evli olduğunu ve bir de çocuğu olduğunu öğrenmiş, benden büyük. Bir süre bunu kaldıramamış tabi, beni babama göstermemiş falan. Babam da çocuklarına düşkün biri olarak peşimizi bırakmamış. Babam, ilk eşini kaybettiğini söylemiş anneme, kaybettiği eşinden sonra sadece onu sevebildiğini söylemiş, annemin de sevdası ağır basmış, affetmiş sonunda. Babamı yılda bir kaç kez görürdüm. Ama çok severdim. Annem de çok severdi. Babam geldiğinde bayram yeri olurdu evimiz. Sonra annemi trafik kazasında kaybettim, babam da beni yanına almak zorunda kaldı. Bana ev tuttu, okula yazdırdı falan, burada yaşamaya başladım. Tabi diğer çocuğunun bunlardan haberi yok. Ben de onu tanımıyorum ama tanımak isterdim. Sonuçta kardeşim. Ne biliyim, sarılabileceğim, nazlanabileceğim bir abim ya da ablam olsaydı fena olmazdı.''

Mihrimah içinin burkulduğunu hissetti. Gözlerinin buğusunu gidermek için tüm bedenini sıkıyordu. Kendini öyle zor tutmuştu ki Samet'e sarılmamak için. ''Peki baban şimdi nerede?'' deyiverdi içindeki son soruyu da ortaya atıp.

Samet derin bir nefes alıp buruk bir tebessüm etti. ''Babamla uzun zamandır görüşemedim. En son beni operasyonun bu kısmında görevlendirip uğurlarken görüşmüştük. Yani ben de bilmiyorum nerede ama bildiğim bir şey var ki Asım Enes abimin haber aldığı o önemli kişilerden biri de babam oluyor ''

Mihrimah anladığını belirtircesine başını salladı ve babasının, Samet'in babasını tanıyor olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşündü. Belki de kendi de tanıyordu, kim bilir? ''Fotoğrafınız var mı hiç yanında, ailenle?''

Samet başını sallayıp gülümsedi. ''Cüzdanımda var.'' deyip elini cebine attığı sırada Asım Enes'in aniden ayağa kalkıp elini beline atmasıyla, Samet de cüzdanını çıkarmak yerine şaşkın şaşkın etrafa bakındı. Karşıdan iki araç geliyordu ve araçlar, bekledikleri araçların ters yönündeydiler. Yani onlar değildi. Mihrimah kaşlarını çatıp ''Ne oluyor?'' diye sordu endişeyle.

Asım Enes elindeki silahı sıkıca kavradı. ''Arabanın arkasına doğru geçin. Samet, Mihrimah ablanın yanında kal ve ona göz kulak ol.'' dedikten sonra kendisi de onlardan bir kaç adım ileride, arabanın ön tarafında duruyordu. Az ötede duran iki aracın da kapıları açıldı. İkisinden de ikişer kişi inmişti. Ve içlerinden birinin yüzünü görmek onlara yetmiş de artmıştı bile.

Askök her zamanki sırıtışıyla onlara doğru yürüyüp el çırpmaya başladı. ''Vay vay vay, kimleri görüyoruz! Hain olmadığını ispatlayan bir hain! Çok komik değil mi?''

Asım Enes, dik ve cesur duruşundan taviz vermiyordu. ''Hain mi? Ben mi?'' dedi alayla gülerek. ''Burada hain olan varsa o da sensin, Askök. Vatanının topraklarını bölmeye çabalayana mı yoksa bir arada tutmaya çalışana mı hain denir?''

Askök'ün suratındaki gülümseme silinirken öfkeli bakışları karşısındaki üç genç üzerinde geziniyordu. ''Sana yürek yedirmişler Asım Enes Koçyiğit! Yoksa karşıma geçip böyle rahat konuşamazdın.''

Asım Enes kaşlarını çattı. Tam ismini söylediğine göre dersine çalışıp da gelmişti Askök. Yine de umursamadı. ''İsmimi öğrenmişsin, sevindim!''

Mihrimah korkuya bulanan yüreğini zapt edemiyordu. Arkadaki üç adama baktı, hiçbir şey yapmadan dikiliyorlardı ve bir şey yapmaya niyetleri de yok gibiydi neyse ki. Ama Askök! Ondan her şeyi beklerdi.

Asım Enes kaşlarını geri indirirken gülümsedi. ''Ufuk Askök, üzgünüm ama tanıştığıma memnun olduğumu söyleyemeyeceğim.''

Mihrimah şaşırmıştı. Bu adam Ufuk Askök müydü yani? Askök soy isminin nereden tanıdık geldiğine bir aralar kafa yormuş ama hatırlayamamıştı. Şimdi adıyla beraber duyunca anımsamıştı işte! Güya ülke bu hale gelmeden önce bilmem ne bakanıydı bu adam. Güya halkı için her şeyi yapacaklardı, faydacı olacaklardı! Ne gezer! Takım elbiseye, diplomaya değil yüreğe bakıyordu her şey! Ne ironikti ama!

Askök, bakışlarını Asım'ın arka tarafındaki iki gence çevirdi. ''Mihrimah Doğan,'' dedi gülerek. ''Pardon, Mihrimah Koçyiğit olmuştu değil mi?''

Samet, Mihrimah'ın soy ismini duyduğunda onunla aynı soyadını taşıdıklarını fark etmişti. Askök bu kez bakışlarını Samet'e çevirdi. ''Ve Samet Doğan.'' dedi ciddileşerek. Bu kez de az önce Samet'in yaşadığı şeyi Mihrimah yaşıyordu. Ciddi bir ortamda olmasalardı ''Bak soyadımız aynıymış Samet!'' diye gülecekti bile. Batta belki de Samet'in amca değil dayı olması için bu kozu kullanacaktı Asım Enes'e karşı. Tabi sonra kıyamayıp yine hem anca hem dayı olmasını kabul edecekti Asım Enes için.

Askök, bakışlarını Asım Enes'in elindeki silaha çevirdi. ''Elindekini indirmen gerektiğini söylememe gerek var mı? Yoksa, en ufak bir hareketinde üçünüzün de kurşun yediğine şahit olmak isterim.''

Asım Enes kafasını iki yana salladı. ''Siz bırakırsanız, ben de bırakırım.''

Askök ''Tabiki, zaten ben konuşmaya geldim.'' dedikten hemen sonra belindeki silahı alıp yolun kenarındaki çimlere doğru attı. Arkadaki adamlar da aynı hareketi yaptığında, Asım Enes de bir sakınca görmedi ve silahını yolun kenarına doğru bıraktı.

Yine konuşan Askök'tü. ''Sanırım sizi araştırırken, sizin hakkınızda sizin bilmediğiniz şeyler öğrendim.''

Asım Enes tek kaşını kaldırıp alayla ''Ne gibi?'' dediğinde Mihrimah ve Samet de meraklanmışlardı.

Askök dudaklarını yalayıp düşünüyormuş gibi yaptı. ''Duydum ki baban Hakkari'de şehit olmuş, Koçyiğit. Annen de sevgili eşinin ölümüne dayanamayıp delirmiş ve intihar etmiş.''

Asım Enes'in geçmişinden önüne uzanan el, bir bıçakla kalbini parçalıyordu sanki. ''Kes sesini!'' diye kükreyip Askök'e doğru öfkeyle bir kaç adım attı. Mihrimah endişeyle ''Asım Enes!'' diye uzaklaşmamasını istercesine seslense de Asım Enes duymuyordu. Çünkü Askök zehirli kelimelerini ona doğru saçmaya devam ediyordu. ''Hem de içeride oynayan iki küçük oğlunu umursamadan, bir mektup bile bırakmadan, öylece...''

Asım Enes öfkesine yenilip Askök'ün yakasına yapıştığında, tam olarak onun istediği şeyi yaptığının farkında değildi. Mihrimah ona doğru gitmeye kalkmış, Samet tarafından durdurulmuştu. Askök, kendini yakasından tutmuş sarsan adama güldü. Hemen ardından etraftaki gerginliği yaran bir kurşun sesi duyuldu.

Asım Enes'in parmakları gevşedi önce, elleri iki yanına düştü. Hemen ardından bir ses daha yardı göğü. Asım Enes başını öne doğru eğdi, kırmızı sıvının yayıldığı bedenine baktı. Elini değdirdi, gerçek olup olmadığını anlamamışcasına. Çünkü adamın silahını attığını görmüştü. Peki nasıl kendisini vurmuştu öyleyse? Elbette sakladığı bir başka silahla! Sonuçta Asım Enes gibi kalbi olanlar, kalbini katrana bulayanların adil oynamayacağını düşünmeyecek denli temizlerdi.

Mihrimah donakalmıştı. Gözlerini kırpmadan bakakalmıştı sevdiği adamın elini karnına götürüşüne ve hemen ardından başını çevirip gözlerini kucaklayışına. Asım Enes dizleri üzerine düşüp devrildiğinde, Mihrimah da kendi için donan zamandan sıyrılmış ve sevdiği adamın ismini haykıran bir çığlık bırakmıştı oracığa.

Samet zorla yutkunup, Asım Enes'e doğru koşan Mihrimah'ın önüne geçip onu engellemeye çalışıyordu. ''Bırak Samet! Asım!''

Samet'in elinden kurtulup sevdiği adamın yanına koşmayı başarmıştı sonunda. Diz çöktü yanı başına ve ismini söyledi defalarca. Açılıp kapanan gözlerine baktı. Dayanması için yalvardı. Üzerine kapandı ağlayarak. Sonra zihninden geçen binlerce cümleden biri yankılanmaya başladı. ''Sen doktor sayılırsın, kanamasını durdurabilirsin!'' Yankılanan sese kulak verip üzerindeki hırkayı çıkardı ve tampon niyetine kullanmaya başladı. Sevdiği adama bir şey olmasın diye uğraşırken, Samet de öylece dikilekalmıştı başında.

Samet, bakışlarını öksüren ve nefes almaya çalışan Asım Enes'ten çekip hâlâ elinde silah tutan Askök'e çevirdi. İçini dolduran öfkeye engel olamayıp adamın üzerine atıldı. Henüz on dokuz yaşındaki bir gence göre epey cüsseli olan adamın suratına bir yumruk geçirdi. ''Şerefsiz!'' diye bağırırken tekrar üzerine atıldı ama arkadaki iki adam onu tutup uzaklaştırmışlardı. Askök burnundan sızan kanı, ceketinin koluna silip silahı Samet'e doğrulttu ve adamlara kenarı çekilmelerini işaret etti.

''Seni şimdi öldürmek istemiyorum Samet. Öncesinde sana da söylemem gereken şeyler var. Şimdi uslu dur ve beni dinle. Annen'i fahişe olmaktan son anda kurtaranın baban olduğunu biliyor muydun?''

Askök amacına doğru yürüyordu. Acı saçıyordu, zehir serpiyordu. Samet acıyı öfkeye dönüştürdü. ''İnanmıyorum sana!'' diye bağırdı. Boynundaki damar inip kalkıyordu hızla.

Askök devam etti. ''İster inan ister inanma. Hem utanmaya gerek yok, sonuçta kurtulmuş henüz o yola girmeden. Peki baban? Evli olduğunu ve bir çocuğu olduğunu biliyorsun. Ya o çocuğun kim olduğunu biliyor musun?''

Samet sustu. İşte bunu duymayı göze alabilirdi. ''Bir ablan var ve hatta tanışıyorsunuz.''

Samet sakince ''Kim?'' diye soruverdiğinde Askök güldü. ''Bak işte, hemen arkanda! Ölümle burun buruna olan kocasını kurtarmaya çalışıyor. Ablana merhaba de Samet!''

Mihrimah, duyduğu cümlenin etkisiyle buğulu bakışlarını Asım Enes'ten çekip önce Askök'e, sonra da Samet'e çevirdi. Şaşkınlık eşlik ediyordu şimdi acısına.

Samet arkasına döndü ve Mihrimah'a doğru bir kaç adım atıp durdu. Düşündü, az önce soy isimlerinin aynı olduğunu işitmişti. Babasının hikayesini de anlatmıştı Mihrimah'a. ''Doğru mu söylüyor? Olabilir mi?'' dedi Mihrimah'ın yanına çömelip. Mihrimah kana bulanan ellerini bastırmaya devam edip yüzünü kapatan saçlarının arasından baktı tekrar Samet'e. Babasının yurt dışına olan ziyaretleri geldi hatrına. Aniden bir ev alıp yatırım yapmayı planlaması geldi. ''Olabilir,'' dedi dudaklarını yaladı. ''Benim babamın ismi, Gürkan.'' diye devam etti, Samet'in doğrulayıp doğrulamayacağını bekleyerek.

Samet dalgın bakışlarını yerden çekti. ''Benim de...'' dedi ve tüm bunları nereden bildiğini sormak için Askök'e geri çevirdi bakışlarını. Adamın, elindeki silahı tekrar kaldırdığını görünce Mihrimah'ın üzerine doğru atıldı. Mihrimah ne olduğunu anlamadığı bir kaç saniyede kendini yerde, Samet'in kollarını omuzlarında hissetti. Kulakları yine az önceki sağır eden seslerden birine tanık oldu. Bu ses yalnızca kulakları sağır etmiyor, yürekleri de sağır ediyordu! Korkuyla kapattığı gözlerini araladı. Hayır, hiçbir şeyi yoktu bedeninde, yanan yüreği haricinde. Doğrulmaya çalıştı ve ayağa kalkıp soluna doğru baktı, Asım Enes aynı şekilde yatıyordu. Üzerindeki hırka da tamamen kana bulanmıştı neredeyse. Bakışlarını kaydırdığında bacaklarının titremesine engel olamadı. Samet de uzanmıştı şimdi yerde. Az önce kardeşi olduğunu öğrendiği Samet. Zaten kardeş gibi sevdiği Samet. Kendi için kurşunun önüne atlayan Samet.

Bir çığlık firar etti dudaklarından. Sanki dünya dönüyordu. Titreyen dizlerini zapt edemedi, yere çöktü. Gözlerindeki yaşlar görmesini engelliyordu. Etraf buğulanıyordu. Kolunun tersine göz yaşlarını silmeye çalışırken Asım'ın kanı bulaştı suratına. Netleşen görüntüyle birlikte Samet'in tişörtünü yırtıp yarası üzerine bastırmaya başladı. Diğer elini de Asım Enes' in karnında duran hırkaya bastırdı. ''Gitmeyin!'' diye bağırdı. Sanki sesi ona ait değildi. Bir duvarı kazır gibi boğazı kazınmış da başka bir ses çıkıyordu sanki. ''Beni bırakıp gitmeyin sakın! Asım dayan, bak gelecekler birazdan, lütfen dayan. Samet, sen dünyanın en güçlü kardeşisin, lütfen dayan.''

Samet'in acıyla açılıp kapanan gözleri bir tebessümle kısıldı. Gülümsüyordu. Yarasının üzerine bastıran ablasının elinin üzerine koydu elini. Ablasının, onu öz ablası olduğunu bilmeden önce dahi seven bir ablasının olduğunu öğrendiğine şükretti. ''Yeğenime iyi bak.'' dedi.

''Beraber bakacağız Samet! Biz yorulunca sen oynayacaksın onunla. Sen dayı olacaksın.''

Samet nefes almakta zorlanıyordu. Kanının çekildiğini hissetti. Mihrimah, Samet'in dayanamadığını fark ediyordu. Askök'ün arkasındaki üç adama baktı ve sevdiği iki adamı kaybetme endişesiyle gözyaşları eşliğinde bağırmaya başladı. ''Niye orda dikiliyorsunuz, yardım etsenize! Bir şey yapsanıza! Vicdanınızı mı kaybettiniz hepiniz? Biraz olsun merhamet, insanlık kalmadı mı içinizde?! Masum insanların ölmesine göz göre göre izin mi veriyorsunuz?!''

Adamlar bakışlarını ondan kaçırdılar ve sessizliklerini korumaya devam ettiler. Onların yerine Askök konuşmuştu. ''Bir şey yapamazlar, çünkü onlar da emir kulu.''

Mihrimah içindeki büyüyen acı ve öfkeyi damarlarında hissedebiliyordu. ''Emir kulu mu?!'' diye bağırdı ve Samet'in zor açık duran gözlerine baktı. Kalp atışlarının iyice zayıfladığını hissedebiliyordu. Titrek sesiyle konuşurken üç adamın gözlerinin içine baktı inatla, onlar bakışlarını kaçırsa da. ''Emir kulu öyle mi!? Bunlar değil miydi bir sene önce meydanlarda kendi özgür iradeleriyle slogan atan! Bunlar değil mi bu ülkenin bu hale gelmesine yol açan! Emir kulu değil, başrolsünüz siz! Hadi bu zamana dek geldiniz, ülkeyi bu hale getirdiniz, peki ya insanlığınız? Onu da mı kaybettiniz be! Onu da mı öldürdünüz içinizde?!''

Samet'in aralanan dudaklarından sözcükler döküldüğünü duyunca sustu Mihrimah ve duyabilmek için kulağını ona doğru yaklaştırdı. ''Eşhedü..''

Mihrimah başını iki yana sallayıp Asım Enes'in üzerindeki elini çekip Samet'in suratına yavaşça vurdu. ''Hayır! Hayır! Dayan!''

Adamların biri suratından okunan pişmanlıkla onlara doğru gitti ve Asım'ın yanında çöküp, Mihrimah'ın az önce çektiği ellerinin yerine ellerini koyup bastırdı. Evet, sorumlulardan biri de oydu çünkü. Gözünün önünde iki masuma kurşun sıkılmasına müsaade eden de oydu. Vicdanı olduğunu unutan da oydu. Hatırlaması gereken de.

Asım Enes bayılmadan hemen önce Mihrimah'ın ''Gitme kardeşim!'' diye bağırdığını duydu hayal mayal ve gözleri karanlığa daldı. Samet ise o anda dili dönmeyince içinden devam ettirmişti başladığı cümleyi. Cümle bitti. Samet gitti. Mihrimah da bitti.

Kardeşinin üzerine kapanıp içine sığmayan acıyı ağlamaklı bir bağırışla dışa vurdu. Kalbinden birinin parçalar kopardığını hissetti. Dayanamayacağını düşündüğü sırada karnındaki bebek geldi hatrına. Doğumuna neredeyse bir buçuk ay gibi az bir zaman kalan mucize. Onun için dayanması gerektiğini hatırladı. Aynı anda zihninden binlerce düşünce geçerken, damarlarından da çeşit çeşit acılar aktığını hissetti.

Kardeşinin omzuna dayadığı başını kaldırdı ve yüzüne düşen kanlanmış saçları eşliğinde, her zerresiyle nefret ettiği adama baktı. Şimdiye dek ne olursa olsun kimseden bu denli nefret etmemişti ama bazı insanlar, en affedici insanları dahi kendilerinden nefret ettirmeyi başarmak için dünyaya gelmiş gibiydi işte!

Adamın silahı kendisine doğrulttuğunu fark etti. Normal şartlarda içinde zerre korku olmayacağını biliyordu. Kardeşini kaybettiği, can parçası gördüğü kocasının ölüm döşeğinde olduğu şu anda kendi de ölmeyi isterdi. Ama şartlar normal değildi ki, henüz güneşi hissetmemiş, Ay'ı ve göğü görmemiş bir varlık vardı içinde. Henüz annesinin kokusunu duymamış bir canlı vardı. Babasının koynunda yatmamış bir bebek. Ona bir şey olmasına izin veremezdi...

Korku içine sindi. Bebeğini korumak istercesine kollarını karnına doladı ve acıya ev sahipliği yapan bakışlarını sevdiği adama yöneltti, bayılmıştı. Elinin biriyle nabzını ölçtü, kalp atışları zayıftı. Boğulduğunu hissetti. Dipsiz bir kuyunun acıyla dolu sularında boğulduğunu... Ama bebeği, o yaşamalıydı. Yardım etmesini istercesine bakışlarını Asım Enes'in yarasına bastıran adama çevirdi. Adam da o sırada ona bakmıştı. Konuşmaya gerek yoktu, adam anlayabiliyordu.

''Silahını indir, daha fazla kimseye zarar vermeyeceksin!'' deyip kızın önüne doğru geçti. Askök gülmüştü. Bunca hüznün içinde gülebilmişti ya, sebebi kendisiyken hem de, güneş bulutların arkasına saklanmasın da ne yapsındı!? Bulutlar iyice kararmasın da ne yapsındı?! Yağmur inceden ağlamasın da ne yapsındı?

''Emredersin!'' diye alayla bağıran Askök silahı onlara doğru tutmaya devam ediyordu. ''Seni de öldüreyim mi yoksa kızın önünden çıkacak mısın? ''

''Çıkmayacağım! Gerekirse beni de öldür. Zaten farkında olmadan vicdanımı öldürmüşsün, daha ne olsun! ''

''Güle güle öyleyse!''

Silah sesi yankılanmadan hemen önce Mihrimah korkuyla gözlerini yumdu. Yumarken ve karanlığa dalarken, bugün burada öleceğini hissetmişti. Umut kırıntılarını kargalar yemişti. Gözlerini araladığındaysa bakışları boşluğa takılmıştı. Askök neredeydi? Azıcık aşağı doğru çevirdi gözlerini. Askök yerde yatıyordu! Vurulmuştu! Ama nasıl?

Şaşkınlıkla etrafa baktığında aşinası olduğu iki yüzle karşılaştı. Merve ve o adam. İsmini unutmuştu, Asım'ın öldürdüğünü sandığı o adam işte. Ölmeyen, yaşayan. Merve ''Asıl sana güle güle!'' deyip Askök'ün yanındaki silahı ayağıyla kenarı doğru ittirdi ve Mihrimah'ın yanına gelip kıza sarıldı. Bu sırada yanındaki adam yani Abdullah da eğilip parmaklarını Samet'in boynuna uzatmıştı. Nabız alamayınca suratını acıyla buruşturdu. ''Daha gencecik. Gül gibi delikanlı.'' diye mırıldandı. Mihrimah da bu lafları az evvel binlerce kez tekrar etmişti...

Abdullah, Asım Enes'e doğru kaydı bu kez. Az önce vurulmayı göze alan adam ''Yaşıyor ama acil müdahele edilmezse kaybedebiliriz.'' deyip Abdullah'a baktı umutsuzca.

Mihrimah, Merve'nin kendiyle ilgilenmeye çalışmasına aldırmadan Samet'in cebine uzandı ve cüzdanını çıkarıp açtı. İçindekileri karıştırmaya başladı. Parmaklarının arasında tuttuğu katlanmış fotoğrafa baktı. Evet işte, babasıydı bu. Yanında güzel gülümsemesiyle turuncu saçlı bir kadın vardı. Gözleri renkli renkli parlıyordu. Samet annesine çekmişti demek, havuç kafası, orman gözleri...

Mihrimah cüzdanı sıkıca tuttu. O orman gözlere bakmak istiyordu ama orman yanmıştı. Orman küle dönmüştü. Mihrimah ormanda kaybolmuş, o da yanmıştı ve onun da külleri karışmıştı ormanın küllerine. Şimdi o koskoca orman yerine bir tek çiçek vardı, taptaze. Kırmızı bir gül açmıştı o orman yerinde.

Mihrimah Asım'ın ellerine sarıldı. ''Sen de gidersen yaşayamam ben.'' diye yalvarmaya başladı. ''Lütfen, lütfen. Söz vermiştin Asım Enes, şiirimizi yarım bırakmayacaktın. Şiirimizi tamamlayacaktın.''

Mihrimah içinden bir dua bıraktı. Yerine ulaşacağına emin olduğu bir dua. ''Allah'ım lütfen, ben o ormanın küllerinde açan kırmızı gülü, yarım kalmış bir şiirin arasına koymaya dayanamam.''

°|A. Cahit Zarifoğlu|
°° |Selim Gündüzalp, Serap kitabı |

Loading...
0%