Yeni Üyelik
16.
Bölüm

١٦ - Güneş Ay Yağmur

@sukunettekelimeler

Bu son acı °

Siren sesi. Bu sesin artık içinde bir yerleri oynatması artacaktı Mihrimah için. Zaten hep ürpertirdi ama şimdi içindeydi ya, sevdiği adam içindeydi ya baygın! Daha da etkili olacaktı üzerinde. Ambulans durdu, sedyeyi takip etti hızlı adımlarla. Kolundan tutan Merve de ona eşlik ediyordu. Son zamanlarda çok hızlı hareket edemiyordu aslında bebek dolayısıyla ama bazen öyle anlar gelirdi ki insan odaklanageldiği şeyden gayrısını düşünemezdi. Ândan kopardı. Öyle bir zaman dilimindeydi.

Ameliyathanenin kapısı suratına kapandığında içeri girmek isteyerek kanlı elleriyle kapıya vursa da iki güçlü kol onu kapıdan uzaklaştırmış ve sıkıca sarmıştı. Ellerindeki kan kurumuştu ama gözündeki yaşlar tazeydi. Arkasına dönüp bakma gereği duymadı, kokusundan tanımıştı ya babasını! Kızgın olduğu babasını. ''Bırak baba bırak! Yanına gideceğim!'' diye çırpınmaya devam etti.

''Sakin ol kızım. Doktorlar rahatça işlerini yapsın, sakin ol.''

''Sakin mi olayım!'' diyerek babasına doğru döndü yüzünü. Gözlerine baktı hiddetle. Cebine tıkıştırdığı cüzdanı çıkarıp babasının gözünün önünde salladı sanki cüzdanın içindeki fotoğrafı görebilirmişçesine. ''Kardeşim öldü! Kardeşim olduğunu ölmeden dakikalar önce öğrenmişken hem de! Ona hiç sarılamamışken! Hiç masal okuyamamışken! Başını omzuma yaslayamamışken! Sebzelerin ve meyvelerin hepsini daha öğretememişken! Kardeşim olduğunu bilerek ona 'kardeşim' diyememişken! Benim için kendini feda etti! Yeğenine bir şey olmasın diye kurşunun önüne atladı! Sakin mi olayım?!'' Sinir krizi geçiriyordu Mihrimah. Cüzdanı cebine geri soktu. ''Kocam ölüm döşeğinde! Yaşama tutunması neredeyse imkansız bir durumda! Sakin mi olayım gerçekten?''

İçeriden bir hemşire çıktı. ''Lütfen sessiz olun hanımefendi.'' diye uyardıktan sonra Gürkan beye bakıp konuşmasına devam etti. ''Hastamız çok kan kaybetmiş, destek yapıyoruz ama daha fazla kana ihtiyacımız var.''

Gürkan bey ''Kan grubu ne? Birini bulalım hemen.'' diye atıldı. Hemşirenin verdiği yanıt üzerine ''Benimle uyuşuyor, benden alın hemen.'' deyip kendini takip etmesini söyleyen hemşirenin peşinden gitti. Merve de az evvel gittiğinden Mihrimah yalnız kalmıştı boş koridorun ortasında. Yere çöküp sırtını duvara dayadı ve ellerini suratına kapatıp saatlerdir yaptığı şeyi devam ettirdi, ağladı.

Tanıdık bir ses kulaklarına ulaştığında başını hızla kaldırdı. ''Mihrimah abla!?''

Kolundan tutup kalkmasına yardımcı olmaya çalışan Furkan'dan destek alarak yerden ayrıldı. ''Furkan..'' diye ismini mırıldandı bir diğer kardeşinin. ''Furkan, Asım Enes! O içeride.'' Burnunu çekip gözyaşlarını sildi. ''Çok yakından vurdu onu. Çok kan kaybetti.''

Furkan, Mihrimah'ı bir banka oturtup yanına geçti. ''Duydum, biliyorum. Korkma tamam mı, abim asla seni bırakmaz. O inatçıdır, dayanacaktır. Tamam mı?''

Mihrimah başını iki yana salladı. ''Samet! O da dayanır dedim, güçlü dedim. Ama dayanamadı. Beni bıraktı. Gitti...''

Furkan suratındaki hüznü gizlemeye çalışarak ''Samet kim?'' deyiverdi. Kim olduğunu bilmese dahi üzülmüştü bile.

''Kardeşim. O benim kardeşim! Nerede? Nereye götürdüler onu? Gidip onu bul Furkan! Ona daha son kez sarılamadım. Samet'i bul.''

Furkan başını sallayıp ''Tamam Mihrimah abla, bulacağım. Ama lütfen şimdi derin nefesler al hadi. Bak kendini yıpratmaman lazım bu kadar. Sonra bebeğine zarar gelir.''

Mihrimah derin nefesler almaya çalışırken ağlamaya devam ediyordu. ''Samet'in de yeğeni o bebek. Ama göremeyecek... Elinden tutup oynayamayacak! Hem biliyor musun, Samet yeğenini korumak için kurşunun önüne atladı! Bizim için. Benim yüzümden öldü. Öz yeğeni olduğunu bilmese bile atlardı o kurşunun önüne. Çok güzeldi kalbi.''

Furkan, Mihrimah'a ne diyeceğini, bu haliyle ne yapacağını bilemiyordu. Neyse ki Merve akıllık etmiş, bir hemşire çağırmıştı Mihrimah'ın babasıyla konuşurkenki halini görünce. Mihrimah her ne kadar diretse de hemşire, Furkan ve Merve'nin de yardımıyla sakinleştiriciyi yapmıştı. Mihrimah gözleri yavaş yavaş kapanırken ''Asım'a söyle Samet'in peşine gitmesin.'' diye mırıldanıyordu Furkan'a. Gözleri kapandı ve karanlığa daldı.

Furkan, uykuya geçen Mihrimah'ı kucaklayıp Merve'nin yardımıyla boş bir oda bularak yatırdı ve üzerini örttü.

Merve bakışlarını tanımadığı genç adama çevirdi. ''Siz Asım Enes için bekleyin, şuan kimse yok ameliyathanenin orada. Ben de Mihrimah'ın elini yüzünü temizleyeyim.''

Furkan başını sallayıp ameliyathanenin önüne geri döndü. Merve de odanın kapısını tıklatıp müsaade isteyen Abdullah'tan ıslak mendil ve işine yarayacak başka malzemeler de bulmasını rica etmişti. Abdullah bir poşetle geri dönüp Merveye verdi aldıklarını ve bir ihtiyaç olursa kapıda beklediğini söyleyip odadan çıktı.

Merve, Mihrimah'ın üzerine bulaşmış kanları elinden geldiğince temizlerken onun ne kabuslar arasında gelip gittiğini bilmiyordu.

~

Etraftan sesler geldiğini duymaya başladığında gözlerini açmaya çalıştı Mihrimah ama yapamadı. Gözleri tekrar gerçeklere dönüp yaş dökmek istemiyordu belki de. Gözlerini açmayı beceremese de işittiği sese kulak verdi. ''Ameliyattan yeni çıktı işte.'' Ses tanıdık geliyordu ama kafası çok karışıktı, çıkaramadı. Belki de hâlâ uykunun etkisindeydi biraz. Bir süre sessizlikten sonra tekrar aynı ses konuştu. ''Tamam Hazal. Sen de dua etmeyi unutma olur mu abim için? Kızımı öp benim yerime. Baban, amcayla ve yengeyle beraber sonra gelecekmiş de, kızmasın bana. / Allah'a emanet ol güzelim.''

Mihrimah ameliyat kelimesiyle abi kelimesini bir kefeye koydu. Sonra Hazal ve kızım kelimesini de. Konuşanın Furkan olduğunu, telefonda Hazal ile konuştuğunu fark ettiğinde gözleri aniden açıldı. Kendine gelmişti artık. Pencere ile karşılaştı bakışları ilkin. Sonra başını çevirdi yavaşça. İşte, Furkan bir sandalyede oturuyordu ve telefonunun ekranındaydı gözleri. Kalkmaya çalıştığında kolunda serum bağlı olduğunu fark etti. Onun hareketlenmesiyle Furkan da uyandığını görmüş, ayağa kalkıp başına gelmişti. ''İyi misin yenge?''

Mihrimah başını sallarken yattığı yerden doğruldu. ''Asım Enes nerede?''

Furkan sandalyeyi alıp yatağın yanına doğru çekti ve oturdu. Yorgun bakışları Mihrimah'ın bakışlarını buldu. ''Abim ameliyattan yeni çıktı. Ameliyat iyi geçmiş ama yoğun bakımda hâlâ. Bir de şey..''

Furkan susmuş ve bakışlarını kaçırmıştı. ''Ney? Bana her şeyi söyle lütfen, bir şey saklama benden. Buna hakkım var, o benim kocam. Bebeğimin babası o. Söz, sakin olacağım ve dua edeceğim. Ağlamama sözü veremem, üzülmeme sözü de. Ama yine kendimi kaybetmeyeceğime söz veriyorum.''

Furkan başını salladı ve kelimeleri ağırlığı dolayısıyla yavaşça ortaya bıraktı. ''Doktorlar komada olduğunu, uyanmasının uzun sürebileceğini söyledi. Felç kalma ihtimali de varmış ve bunu anlayabilmemiz için uyanmasını beklememiz gerekiyormuş.''

Mihrimah tutamayacağı bir söz vermemişti işte. Ağlamama sözü vermeyeceğini boşuna belirtmemişti ya. ''Beni ona götür.''

''Götürsem de içeriye girmek yasak bir kaç gün boyunca. Hem senin bir şeyler yemen gerek önce.''

''Yemek yemeyi düşünecek halim mi var Allah aşkına Samet?!''
Mihrimah kurduğu cümlede bir yanlışlık olduğunu fark etti ve durup düşündü. Bir kaç kez tekrar etti cümleyi zihninde, hatayı nerede yaptığını bulsa da! Ağlaması şiddetlendi.

Furkan bir süre sustu, bir şey diyemedi. Mihrimah'ı anlıyordu. Abisine bir şey olacak diye çok korkmuştu. Kaybetme endişesini tatmıştı. Mihrimah ise bunu bizzat yaşamıştı. Kaybetmişti kardeşini. Aradan zaman geçip de Mihrimah sakinleşince Furkan tekrar konuşma cesareti buldu. ''Biliyorum, anlıyorum. Ama bebeğin besine ihtiyacı var yenge. Sonra abim uyanınca çok kızar bak oğluma iyi bakamadınız diye.''

Mihrimah başını salladı. Furkan yiyecek bir şeyler bulmak için gittiğinde o da zihnindeki bin bir düşünce ile savaşa girdi. Kimini susturdu, kimi de onu susturdu. Sonunda ellerini açıp dua etmeye başladı. Furkan odaya girdiğinde, duasını bitirip ellerini yüzüne sürdü. Bebeği için bir şeyler yemeye zorladı kendini.

Kolundaki serum bittiğinde bir hemşire gelmiş ve iğneyi çıkarmıştı kolundan. Artık rahat hareket edebiliyordu. Odanın kapısı çaldı. Merve girdi içeriye. Elinde bir çanta vardı. Önce hal hatır sorduktan sonra elindeki çantayı işaret edip ''Sana giyecek temiz bir şeyler getirdim.'' dedi. Furkan mesajı alıp dışarı çıktı, Merve de Mihrimah'ın giyinmesine yardımcı oldu. Mihrimah üzerinden çıkan kıyafete baktı. Bu kırmızı lekeyi unutmayacaktı. Ruhuna da bulaşmıştı bu leke. Samet'in ve Asım Enes'in yadigarı bir leke.

☁☁
💧💧

Sevdiği adamın sıkıca tuttuğu elini kaldırdı ve dudaklarına yaklaştırdı Mihrimah, avcuna bir buse bıraktı. Son kırk dört gündür bunu yapmadığı sürece eksiklik hissediyordu. Artık avcuna elini bıraktığında elini tutabilsin istiyordu. Kırk dört gündür kapalı olan göz kapakları aralansın istiyordu. Gözlerini bir aralasın, saatlerce hiç usanmadan bakacaktı onlara. Dudaklarından bir kaç kelime çıksın hele, saatlerce onun sesini dinleyecekti. Yeter ki artık böyle kıpırtısız yatmasındı.

Başını sevdiği adamın omzuna bıraktı. Yine onunla konuşmaya başladı. ''Hadi artık uyan Asım, öyle çok uyudun ki! Ayılarla mı yarışıyorsun anlamadık ki! Boşver, kaybet bu yarışı. Ayılar daha çok uyusun. Biz seni çok özledik. Oğlun seni çok özledi. Ben seni çok özledim. Uyan.''

Gözlerinin dolduğunu hissetti. Son zamanlarda dua ederken hariç ağlamıyordu, sabrediyordu ama şimdi ağlaması tutmuştu yine. Buğular net görmesini engelliyordu. Gözlerini yumdu. ''Baksana günler kaldı bebeğimizi kucağımıza almamıza. Doktor, iki hafta içinde doğacağını söylüyor. Dünyaya gözlerini açınca babasını göremezse yanında, çok korkar! Minik elleri parmaklarına değemezse eksiklik hisseder. Küser sana belki de. Küsmesin istersin değil mi? O zaman uyan. Hem ben de korkarım sen ellerimi tutmazsan. Ben de eksik hissederim, Asım Enes.''

''Uyan çünkü söz verdin. Bizim şiirimiz yarım kalmayacak dedin. Şimdi beni yarım bırakıp gidemezsin.''
Bir gözyaşı Asım Enes'in omzunu ıslattığında odadaki makineden yankılanan ritmik seste değişiklik olmuştu. Mihrimah bunu fark edip hızla kaldırdı başını ve makineye baktı. ''Hayır, hayır Asım Enes! Uyan dedim ben sana! Yanlış mı duydun?! Uyan dedim sonsuza dek uyu demedim!''

Odaya giren doktorlar Asım Enes'e müdahele ederken Mihrimah göz yaşları içinde bağırmaya devam ediyordu. Furkan ve babası kapının önünde bekliyorlardı az evvel ama kendini tutan ve odadan çıkarmaya çalışan güçlü kollara bakılırsa artık yanındalardı. ''Asım Enes, sakın gitme!'' diye gözyaşlarıyla yere çökerken karnına bir sancı girdiğini hissetti. ''Ah!''

Kendini harap etmişti günlerdir. Az yemek yiyor, bütün gün Asım Enes'in yanında duruyordu. Kâh ağlıyor kâh onunla ilgileniyor ve dualar ediyordu. Tam anlamıyla harap olmuştu. Uyanmama ihtimali olduğunu söyleyen doktorlara inat umuda sarılıyordu. Ama bu olmamıştı işte! Ona uyan derken, sensiz olmaz derken, aksi gibi kalp atışlarının durması olmamıştı!

Karnındaki acının çoğaldığını hissedip bağırmaya başladı. Bu kez Asım Enes'e yakaran bir bağırış değil, acı bir bağırıştı bu. Elbisesinin ıslandığını hissetti. Babasının sesini duydu. ''Hemşire hanım! Bakar mısınız, bir şey oluyor?'' Beyaz önlüklü birinin yanında çöktüğünü gördü. ''Doğum başlamış!'' diyen hemşire koridorun sonuna doğru dönüp seslendi. ''Doğukan! Hemen bir sedye getirin! Doğumhaneyi acil hazırlasınlar. Elif hanıma da haber versinler!''

Orta yaşlı bir adam sedyeyle yanlarına geldiğinde Furkan ve Gürkan bey Mihrimah'ın sedyeye uzanmasına yardımcı oldular. Kızının elini sıkıca tuttu Gürkan bey. Bir evladını kaybetmek yüreğinin yarısını koparıp götürmüştü. Diğerine sıkıca sarılmasa dayanacak bir şeyi kalmazdı. ''Kızım, sık dişini. Asım Enes iyi olacak! Oğluna odaklan.''

☁☁
💧💧

Kokusunu içine çekti doya doya. Üzerine sinen onca acıyı bastırmayı başarmıştı bu koku. Cennetten çıkma koku. Minicik gözlerine baktı. Parmağını elleri arasına koydu ve tutmasına izin verdi. O kadar güzeldi ki! Bu duyguyu tarif edemiyordu. Asım Enes'in durumunu ve Samet'in kaybını ona kısa süre de olsa unutturmuştu, ne denli kuvvetli bir duygu olduğu bundan anlaşabiliyordu anne olmanın.

Yanağına dikkatle dokundurdu dudaklarını. Suratını inceledi. ''Babana daha çok benziyorsun.'' deyip güldü. Dudakları öylesine uzaktı ki gülümsemekten, zorlanmıştı gülerken. Bebeğini bağrına bastı eğer şimdi alacağı yanıt canını yakarsa güç olsun kendine diye. ''Baba?'' dedi, ''Asım Enes...?''

Gürkan bey torununa kavuşmuş olmaktan gülümsüyordu zaten. Gülümsemesi genişledi. ''İyi.'' dedi. Aksi bir şey söylemeyi o da beceremezdi zaten. Yüreği el vermezdi kızına böyle bir haber vermeye.

Mihrimah seviçle kıvrılan dudaklarını oğluna yaklaştırıp bir kez daha öptü onu. ''Duydun mu annecim? Baban bizi bırakmadı. Uyuyor hâlâ. Uyandıralım mı onu? Sen söylersen uyanır.'' Mihrimah bakışlarını kaldırdı. ''Baba, bir tekerlekli sandalye getirir misin?''

''Kızım, boşuna çocuğu oraya götürmeyelim. Mikrop kapabilir.''

''Hadi baba, dediğimi yap. Boşuna değil!''

Gürkan bey kızının isteğini yerine getirdi. Ona karşı mahçuptu, bu nedenle arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Samet hakkında çok kızmıştı ona Mihrimah. Kendi için değil, Samet için kızmıştı hem de. ''Sen kardeşimi yalnızlığa ittin! Bana söyleseydin, ona tutunacağı bir dal olurdum. Kimsem yok demezdi. Sebzelerin isimlerini yanlış öğrenmezdi.'' ile başlayan bir diyalog, babasını yine de affetmesiyle son bulmuştu.

Furkan koridorda oturuyordu. Uzaktan gelenleri görünce kalktı ve yanlarına yaklaştı. ''Yenge, onu içeri sokmak riskli değil mi?''

Mihrimah başını iki yana salladı. İnatçıydı bu konuda. ''Hayır. Babamızı uyandıracağız biz oğlumla.''

Furkan sustu. Bir şey diyemedi. Kırk dört gündür ne hale geldiğini biliyorlardı, tanık olmuşlardı acısına. Dediklerine karşı çıkacak yürekleri yoktu. Kapıyı açtı Furkan ve tekerlekli sandalye son durağına ulaşıp yatağın yanında durdu. Mihrimah, kucağındaki bebeği tutması için Furkan'a verip babasından yardım alarak sandalyeden kalkarak yatağın boş kısmına doğru oturdu. Bebeğini kucağına geri alıp gülümsedi. Furkan şaşırmıştı onu gülümserken gördüğüne. En çok da sevinmişti.

Mihrimah bebeğinin minik elinin içine koydu yatakta uzanan adamın serçe parmağını. Sonra bebeğini babasının koynuna doğru yatırdı. ''Evladının kokusuyla uyanır.'' dedi bir eliyle bebeğini tutup bir eliyle de Asım Enes'in elini sıkarken. Asım Eneste bir kıpırtı olmasa da bebek ağlamaya başlamıştı. ''Şşşt, sakin ol. Baban o senin.''

Hâlâ gözleri kapalı olan adama baktı. Sonra da ağlayan bebeğine. Bakışlarını Furkan'a çevirdi. ''Zeynep Ezel ağlasaydı, sen uyanırdın dimi Furkan?'' dedi ağlamaklı sesiyle. Furkan, abisine doğru baktı. Sonra yengesine gülümsedi. ''Uyanırdım. Çünkü o benim can parçam, evladım. Abim de aynı sebepten ötürü uyanmış olmalı.''

Mihrimah cümlenin altındaki imayı sezerek başını hızla geri çevirdi. Duaları kabul olmuştu! Gözlerini aralamıştı kocası. Bakışlarını hasretle kucakladı. Sanki bakışları birbirine değmeyeli asırlar olmuştu. İşte ! Göz bebeklerini görüyordu. Güldü. Bir gözyaşı gözünden aşağı doğru süzüldü. Şükretti. ''Asım!''

Asım Enes kısık gözlerini sevdiği kadına çevirdi. ''Uykum var benim ışığı kapatın.'' deyip gözlerini kırpıştırdı.

''Ne uykusu! Zaten kırk dört gündür uyuyorsun!'' diye sitem edip burukça gülümsedi. ''Kutup ayılarıyla yarışa girdin sandık.'' derken sarıldı sıkıca.

Asım Enes yavaş yavaş kendine gelmeye başladı. Kısık sesiyle zorlanarak konuştu. ''Kutup ayıları mı? Bana ayı mı demek istiyorsun Mihrimah?''

Mihrimah başını iki yana sallayıp gülümsediği sırada küçük bebek tekrar ağlamaya başladı. Asım Enes, yanı başından gelen bebek sesini duyunca kulaklarının acımasından dolayı gözlerini yumdu ilkin. Sonra başını yana doğru çevirdi ve göz bebeklerine misafir oldu bir çift minik hare. Ağlayana dek fark etmemişti bitişiğinde yatan bebeği. Koluna değiyordu oysa, hissetmesi gerekmez miydi? Geri itti bu düşünceyi.

Gülümsedi. ''Senin sesin kaç desibel böyle?'' dedikten sonra kafasını yana doğru eğdi eğebildiğince. Sonra da burnunu minik bebeğin tek tük saçlarına dayayıp derin bir nefes çekti içine. ''Oğlum...'' diye mırıldandığında gözleri dolmuştu. Mihrimah'a baktı; ''Özür dilerim, yanında olamadım.''

''Uyandın ya o yeter bana. Allahım'a çok şükürler olsun.''

Asım Enes kolunu kaldırmak istedi bebeğini kucaklayabilmek için. Fakat santimlerle havalanan kolu geri düştü yatağa. Tekrar denedi. Başaramadı. Kaşlarını çattı ve sağ kolunu kaldırmayı denedi. Bu kez başarmıştı. Parmakları bebeğin yumuşak yanağına dokundu. İçinden geçen duygular birbirine karışmış bin bir renk gibi cıvıl cıvıldı. Kucağına almak isteğiyle sol kolunu hareket ettirmeyi tekrar denediğinde yine başaramadı. Gülümsemesi soldu. Sol kolunu hareket ettiremiyor ve minik oğlunu kucağına alamıyordu.

''Ne oldu abi? Bir şey mi var?''

''Sol kolumu hareket ettiremiyorum.''

Gürkan bey ''Doktoru çağırayım hemen.'' deyip çıktı odadan. Mihrimah ve Furkan ise içlerinde filizlenen endişeyle baş başa kaldılar.

Mihrimah, bebeği Furkan'ın kucağına verip Asım Enes'in sol elini kavradı. ''Hissetmiyor musun?'' dedi korkulu bakışları eşliğinde. Asım Enes hareket ettirebildiği sağ kolunu kaldırıp kalbinin üzerine götürdü. ''Hissetmem mi hiç, taa buramda hissediyorum hem de.'' Mihrimah tebessüm etti. Korkulu bakışları bir kaç saniyeliğine sevgiye bulandı çıktı.

Bu sırada odaya doktor girmişti. Önce ''Demek hastamız uyanmış! Gözümüz aydın.'' dedikten sonra bir kaç kontrol yaptı. Sonrasında, az önce kendine bildirilen şikayet üzerine Asım Enes'ten sol kolunu kaldırmasını istedi. Başaramayınca kolunun üzerine bastırdı ve hissedip hissetmediğini sordu. Hissetmemişti. Biraz daha bastırdı, biraz hissettiğini söyledi. Doktor bu kez aynı şeyleri bacakları için de yapmasını istedi. Tüm kontroller sonucunda gözlüğünü geri doğru itip Asım Enes'e baktı.
''Felç kalma ihtimaliniz olduğunu yakınlarınıza söylemiştim. Maalesef bedeninizin sol tarafı için sanırım bu durum geçerli. Geçici bir felç olma ihtimali de var. Çünkü fazla baskı uygulandığında hissettiniz. Fizik tedavi görmeniz gerekecek. Umarım ki geçicidir ve zamanla tüm bedeninizi rahatça hareket ettirebilirsiniz.''

Mihrimah bir an başının döndüğünü hissedip yatağın kenarına tutundu. Doktor geçmiş olsun deyip çıkarken Gürkan beyi de gerekli ayrıntılar hakkında bilgilendirmek üzere peşinden çağırmıştı. Furkan, kucağındaki bebekle ilgilenmeye çalıştı dolan gözleriyle. Ya abisi tekrar yürüyemezse korkusu sarmıştı içini ama bir yandan da uyandığı ve hâlâ hayatta olduğu için seviniyordu. Buna da şükür diyordu.

Asım Enes bu durumdan kendi adına şikayetçi değildi. Çünkü hayatta kaldığına şükrediyordu. Bebeğinin kokusunu içine çekebildiğine şükrediyordu. Karısının gözlerine hâlâ bakabildiğine şükrediyordu. Tek takıldığı nokta bu haliyle sevdiğine yük olma korkusuydu. Bakışlarını Mihrimah'a çevirdiğinde boşluğa dalmış olduğunu gördü. Günlerdir neler yaşadığını tahmin etmeye çalıştı, beceremedi. Gözlerinin kapanmadan önceki son duydukları düştü zihnine. Samet.. Ona ne olmuştu? Bunu Mihrimah'a sormaya cesaret edemedi, yalnız kaldığı bir vakit Furkan'a sormayı düşündü.

Sağ elini kaldırıp Mihrimah'ın suratına götürdü. Suratındaki dokunuşla kendine geldi Mihrimah ve zorla gülümsedi. ''Empati yapmayı öğreniriz biz de.'' dedi omuz silkip. Onun da dert ettiği Asım Enes'in bu duruma üzülmesiydi. Yoksa Mihrimah her haliyle severdi onu. Eksikleri, eksiltmezdi ki ona olan sevgisini.

Asım Enes başını salladı yavaşça. ''Sabretmeyi öğreniriz.'' dediğinde Mihrimah kendini yıllar öncesinde buldu.
Kuşları dinleme gezisindeydiler, nereye gideceklerini merak ederek sormuştu Mihrimah. ''Nereye gidiyoruz, ne var orada?''
''Sabret ve öğren. ''
''Ben sabırsız biriyimdir.''
Âsım Enes gülmüştü. ''O zaman ben sana sabretmeyi öğretirim. ''

Gülümsedi Mihrimah. ''Sabretmeyi sayende çok iyi öğrendim.'' dedi tüm yaşadıklarını düşünerek. Yine de razıydı hepsine. Şikayetçi değildi.

''Ben de sayende sevmeyi öğrendim.''

Gülümsemesine bir gözyaşı karıştı. ''Gözlerinin içine bakmayı özlemişim, Asım Enes. Gözlerinin rengini, gülümsemeni, hatta kızmanı dahi. Suratının öylece durmasındansa herhangi bir mimik belirmesini.''

''Ben de...''

☁☁
💧💧

Asım Enes için hastanedeydiler. Fizik tedavi bölümünün artık aşinası olduğu koridorunda kitap okuyordu Mihrimah, Asım Enes'i beklerken. Ali Samet'i amcasına bırakmışlardı bir kaç saatliğine. Evet ya Ali Samet, oğlu. Asım Enes istemişti ismini Ali Samet koymayı, o da severek kabul etmişti. Samet kardeşinin ismi, Ali de Asım Enes'in şehit babasının ismiydi. Şimdi Zeynep Ezel ile oynuyordur veya uyuyordur diye zihninden geçiriyordu. Yanında yokken her on dakikada bir aklı oğluna gidiyordu. Dikkatini tekrar okuduğu satırlara verdi.

''Sadece dinle, Dâlya...

Yeşil bir masada otururken,
Sana hatıralarını anlatacak.
Mutlu bir aile tarafından üzerinde yapılan iftarları belki. Sonra kaldır kafanı ve uçuşsun saçların rüzgarda,
Rüzgar anlatsın sana, kaç öksüzün başını okşamış? Ardından nazlı nazlı dalgalanan şu uzun otlara bak, adını bilmediğin. Şahit olduklarını döksünler bir bir ortaya.

Sadece dinle, Dâlya. Sen sus, onlar konuşsun. Gözlerini yum şimdi.
Görme.
Duy.

Duyuyor musun Dâlya, böceklerin cırcırlarını? Kuşların cıvıltılarını Uzaktan bir motor sesi geliyor Dâlya,
Âna güzellik katıyor. İşte bak! Bir kedi miyavladı. Belli ki henüz yavru; incecik sesi.

Aç gözlerini Dâlya, ve arkanı dön. Masmavi denizin dalgalarını dinle. Bak şuradaki bir ufaklığın kollarında nasıl da son nefesini verdiğini anlatıyor. Biraz arkasındaki de gördüğü kocaman ve rengarenk bir balığı. Ya en sondaki? Yüreğin el verirse, onu da dinle Dâlya. Bir uçağın, bir şehri nasıl toza dumana katıp; kan kusturduğunu söylemek istiyor sana!

Sadece dinle Dâlya.
Kafanı biraz yukarıya kaldır. Gördün mü pamuktan dokunmuş bulutları?Nakış nakış asalet işlenmiş üzerlerine. Belki birazdan kararacak, bilemezsin. Anlatsın sana bir an evvel, sonra gidersin.

Şu çöplerin üzerinde gezinen böceklere ne demeli? Doğru ya, biz sadece dinliyoruz Dâlya! Sadece dinliyoruz. Onlar anlatacak. Biz susacağız, çıkmayacak ağzımızdan herhangi bir kelâm. Demeyeceğiz bir şey.

İşte böyle Dalyâ. Hayatı dinle!
Böcekleri, ağaçları, rüzgarı, gökyüzünü, dalgaları, çimleri, çiçekleri, taşları, hayvanları...
Hepsini dinle.

Ve unutmadan Dâlya! Mezarları da dinle. En çok şeyi onlar anlatır sana. ''

Kitabın kapağını kapatıp gözlerini yumdu ve dolmasını engellemeye çalıştı. Yeterince sulanmıştı yanakları uzun süre. Artık sulamayacaktı. Yüreğindeki közleri alevlendirmemeye çalıştı. Esin'i ve Samet'i görmeye gideceklerdi zaten bugün. Orada yine yangın boy gösterecekti.

Kitabı çantasına koydu. Devam etmeyecekti. Etrafa bakınarak ve düşünceleri ile dans ederek beklemeye başladı. Koridorun başından kendine doğru gelen Asım Enes'i görünce gülümseyerek oturduğu yerden kalktı ve yanına gitti. ''Nasıl geçti?''

''Daha iyi. Bir iki aya dek sol kolumu tamamen kullanabileceğim inşAllah. Tabi bacaklar biraz tembelliğe alışmış, daha uğraştıracak bizi.'' dedikten sonra göz kırptı.

Mihrimah ''Olsun.'' dedikten sonra elini tuttu Asım Enes'in. ''Acıktın mı? Bir şeyler atıştıralım mı önce?''

Asım Enes başını salladı. ''İyi olur.''

Asansörle zemin kata inip otoparka geçtiler bir yandan da sohbet ederek. Mihrimah arabanın kapısını açıp Asım Enes'in sandalyesinden kalkmasına ve arabaya binmesine yardımcı olduktan sonra tekerlekli sandalyeyi arabanın geniş bagajına koydu ve şoför koltuğuna geçti.

Arabayı babasının işlettiği kafenin önünde durdurdu ve yine Asım Enes'e yardımcı oldu. Bir masaya oturduklarında kendilerini tanıyan çalışanlardan biri hemen gelmiş ve ilgilenmişlerdi. ''Babamın kurabiyeleri gelene dek bekleyeceğiz artık.''

''Bekleriz.'' dedi Asım Enes ve Mihrimah'a baktı. Gözlerini üzerinden çekmeden bakmaya devam ediyordu. Mihrimah bunu fark ettiğinde güldü. ''Napıyorsun?''

''Beklerken geçen zamanı değerlendiriyorum.''

Mihrimah aldığı yanıt üzere gülümsemesini genişleterek koluna sarıldı sevdiği adamın ve başını omzuna yasladı. İnsan birini sevmeyegörsün, kokusu huzur olurdu. Varlığı mutluluk sebebi olurdu. Gülümsemesi, uğruna her şey feda edilecek bir hareketten de öte olurdu.


Kafeden ayrılıp Furkanlara geçtiler. ''Asım Enes, sen inme. Ben çağırayım bizimkileri direk gideriz.'' deyip indi arabadan ve eve doğru yürüdü. Kapıyı tıklattığında karşısında çoktan hazırlanmış olan Hazal'ı gördü. ''Geldik geldik!'' deyip içeriye koştu Hazal ve az sonra kucağında Sametle geri döndü. Furkan da Zeynep Ezel'i kucaklamıştı.

Mihrimah, Samet'i kollarına alıp gülümsedi. ''Anneciim! Özledin mi sen bizi? Yaramazlık yaptın mı bakayım? Üzdün mü amcayla yengeyi?''

''Üzmez o, akıllı benim yeğenim.'' diyen Furkan spor ayakabısının bağcığını bağlamayı sonlandırıp arabaya doğru yürüdü. ''Ben sürerim yenge.''

''Olur.''

Herkes arabaya yerleştiğinde Asım Enes ''Oğlumu ver de seveyim annesi.'' deyip Samet'i kucakladı. Mihrimah da bir süre gülümseyerek onları izledikten sonra yanında oturan Zeynep Ezel'e döndü. ''Yengecim! Napıyorsun sen bakalım?''

Zeynep Ezel elindeki oyuncak bebeği ona doğru uzattı. ''Bebe. Oyuyn.''

''Hadi gel oynayalım bebeğinle.''

~

Araba durdu, mezarlığın taş yolu aşıldı. Mihrimah iki mezarın arasına girip çöktü. Dua etti diğerleri gibi. Hepsi ölümle yüz yüze geldi yine. Hayatın kısalığıyla, yalanlığıyla yüzleştiler. Birer gül bıraktılar iki tepeciğe.

Mihrimah o gün yanan ormanın yerinde açan gülü yüreğinde yeşertmişti iyice. Dev bir güldü onun yüreğindeki. Ormanın yerini bu dünyalık tutan bir gül. Nasılsa ahirette ormanın küllerinden doğacağını biliyordu.

Çünkü Allah, yoktan var ettiği gibi, ölüyü de diriltecek kudretteydi. İşte bu düşünce genzini yakan kara dumanları uçurup götürmüştü.

☁☁
💧💧

İkinci evlilik yıldönümleriydi. Sahil kenarına kenarında ufak bir sürpriz hazırlamıştı Mihrimah, Asım Enes için. Ali Samet yine bir süreliğine Furkan ve Hazal'a emanetti. Zaten dünden razıydı onlara gitmeye küçük bey. ''Anni, Ejel. Baba, hadi amca yinge.'' diye tutturuyordu bazen.

Güneş batmış, Ay tepeden insanları selamlıyordu. Asım Enes'in tekerlekli sandalyesi denize doğru çevriliydi. Mihrimah da tekerlekli sandalyenin hemen önüne oturmuş, başını onun dizlerine dayamış ve dalgaları seyrediyordu.

Mihrimah gözlerini kaldırdı ve Ay ile karşılaştı bakışları.
''Haklıymışsın,'' dedi. ''Bizim şiirimiz yarım kalmaya mahkum bir şiir değilmiş. Yarısı Güneş, yarısı Ay'dan oluşan, üzerine yağmurlar ve gri bulutlar serpiştirilmiş, bakmasını bilen için bütün bir şiirmiş.''

Asım Enes de bakışlarını Ay'a dokundurdu. ''Evet. Hiç olmadığı kadar bütün bir şiir.'' dedi ve Mihrimah başını geri doğru çevirince göz göze geldiler. ''Çünkü sevmek bunu gerektirir.''

Mihrimah tebessüm ettiğinde şimşek çaktı gökte. Hemen ardından gürültüsü duyuldu göğün.
Yağmurun yağmaya başlayacağını anlayınca Mihrimah kalktı ve tekerlekli sandalyenin iki ucundan tuttu gitmek için. Ama Asım Enes engellemişti onu. ''Her şey yağmurlu bir günle başladı, bugün de yağmurla devam etsin.''

İtiraz etmedi. Dizlerini tekrar kumlara koydu ve başını da sevdiği adamın dizlerine. Gökten yağmur gelme vaktiydi. İlkin sustular ve göğü dinlediler. Aradan biraz zaman geçince ikisi de bulutların yer yüzüne bıraktığı yağmur damlalarıyla sırılsıklam oluyordu, tıpkı Asım Enes'in dudaklarından dökülen şiirin yüreklerini de sırılsıklam ettiği gibi.

Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince
Aynalar yüzümü tanımaz olur

Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik
Tenimde acısız yatan bir bıçak
Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik Dayandıkça çisil çisil yağacak

Bu yağmur, delilik vehminden üstün Karanlık, kovulmaz düşüncelerden Cinlerin beynimde yaptığı düğün Sulardan, seslerden ve gecelerden!°°


...

°|A. Cahit Zarifoğlu|
°°|Necip Fazıl K.|

Selam! Üç nokta ile bitirdik, hikayenin kalanını yüreğiniz nasıl istiyorsa öyle tamamlayın diye.

Loading...
0%