Yeni Üyelik
11.
Bölüm

١١ - Güneşte Asla Karanlık Yoktur

@sukunettekelimeler

Değişti aynı kalarak /
Durdu yarin kapısında °


Mihrimah, kulağının altındaki Asım'ın kalp atışlarını sayıyordu. ''875, 876, 877,878..'' Kapı sesi tüm konsantrasyonunu bozmuştu. Kaçta kaldığını unutmuştu. Asım Enes ilk başta kapının sesini duymamış gibi yapsa da gürültüyle tekrar çaldığında oflayarak kollarını çekti Mihrimah'tan. İçinden ''Onca zaman sonra bir kere sarıldık onda da rahat olmuyor yani'' diye söylene söylene odadan çıkıp kapıyı açtı sertçe.

Kapının ardındaki Samet, kendini çatık kaşlarla karşılayan Asım Enes'i görünce ''Yanlış bir zamanda mı geldim?'' diye soruverdi.

''Evet, Samet. Mesela şuan değil de, kim olduğunu bilmediğim, bilmesem de tahmin edebileceğim o şerefsiz Mihrimah'a zarar vermeden önce gelseydin keşke aslanım.''

Samet'in de kaşları birleşmeye yüz tutmuştu duydukları üzerine. ''Ne? Ne diyorsun abi sen? Mihrimah abla iyi mi?'' derken içeriye daldı telaşla. Odanın kapısına geldiğinde durdu ve arkasına dönüp Asım'a baktı.
''Müsait mi? Gireyim mi?''

Asım Enes yavaşça başını salladığında önden Samet, ardından da o içeriye girdiler.

''Allah kahretsin, kim yaptı bunu?''

Samet'in sorusu üzerine Asım Enes kollarını birbirine bağlayıp sesinden de anlaşabileceği bir imayla cevap verdi. ''Bilmiyoruz. Yani, Mihrimah hanım söylemeyi reddediyor.''

Samet bakışlarını Asım Enes'ten yatağın üzerinde oturan ve kendilerini dinleyen kıza yöneltti. ''Saçmalama Mihrimah abla, kim olduğunu söylemelisin.''

''Söylemeyeceğim. Gidip de başınıza bela almanızı istemiyorum. Sadece, artık beni yalnız bırakmayın yeter. ''

Samet de Asım Enes de onu söylemesi için biraz daha zorladılar fakat bir sonuç elde edemediler. Sonunda Asım Enes sıkılmıştı. ''Şu ortalığı toparlayalım. Gördükçe sinirim bozuluyor.'' deyip oturduğu yerden kalktı ve odadan çıkıp elinde süpürge ile geri geldi. Cam kırıklarının iri olanlarını eliyle toplayıp çöpe attıktan sonra kalan kısmını süpürmeye başladı. Samet ve Mihrimah da onu seyrediyorlardı.

''Hayır yani bir adama ev süpürmek de yakışır mıymış böylesine canım?''
Mihrimah içinden konuştuğunu sansa da yanında oturan Samet kahkaha ile gülmeye başladığında hiç de içinden söylememiş olduğunu fark etti ve Samet'e susmasını belirtircesine bir bakış attı. Samet kendini tutmaya çalışıp başaramazken, süpürge sesi kesildi ve ikisi de Asın Enes'in ''Siz ne ayaksınız? Ne karıştırıyorsunuz?'' adlı bakışlarına maruz kaldılar.

Süpürgeyi odadan çıkarıp elinde bir kova ve su ile geri döndü Asım Enes. Yere bulaşmış kan lekelerini silerken ''Şeytan diyor ki DNA testi yap şu kansızın kanına.'' diye seslice sitem etti. Sonunda odanın tertemiz olduğuna kanaat getirdiğinde elindekileri banyoya bırakıp geri döndü.

''Samet, sen burada Mihrimah ablanla kal. Benim biraz işim var, dönene dek yanından ayrılma mümkünse.''

Samet başını sallayıp ''Tamam, merak etme sen.'' dedi ve pencerenin önüne doğru gidip dışarıya göz gezdirmeye başladı. Asım Enes dış kapıya doğru yol almış, Mihrimah da ona yetişmeye çalışmıştı acıyan dizlerini umursamamaya çalışarak.

''Asım..'' Seslendiği adam kendine doğru dönünce cümlesine devam etti. ''Lütfen, dikkatli ol. Kendine zarar verecek bir şey yapma.'' Asım Enes başını sallayıp kapıyı ardından kapattı ve gitti.

Mihrimah odaya döndüğünde Sametten ona beş dakika müsaade etmesini rica etti üzerindeki dizleri aşınmış elbiseden kurtulmak için. Samet odadan çıkıp mutfağa girdi ve can sıkıntısıyla etrafı kurcalamaya başladı. Öğrendiği sebzelerin isimlerini koyduğu şifreler sayesinde tekrar etmeye başladı.

Mihrimah'ın elleri sarılı olduğu için kıyafetleri giymesi düşündüğünden uzun sürmüştü. Sonunda aynada kendine bakıp düzgünce giyindiğine emin oldu ve Samet'e gelebileceğine dair seslendi. Üzerinden çıkardığı elbiseyi daha sonra banyoya götürürüm diye düşünüp dolabın en alttaki boş kısmına sokuşturdu.

Asım Enes gelene dek sebzeleri tekrar ederek ve eski komik anılarından bahsederek zaman geçirmişlerdi. Samet'in anlattığı şeye Mihrimah hâlâ gülerken, Samet kendini daha çabuk toparlamış ve ortaya bir soru atmıştı. ''Siz nasıl tanıştınız, nasıl birbirinizi sevdiniz? Anlatsana.''

Mihrimah'ın gülümsemesi donmuştu. ''Aslında bizimkisi yarım kalmış bir şiirdi.'' deyip sustu ne diyeceğini bilemeyerek.

''Yarım kalmış bir şiirdi, demen bile içinden sevda akıtıyor yalnız.''

Mihrimah ufak bir tebessüm etse de içine burukluk karışmıştı tebessümünün.
''Fakültede tanışmıştık. Bir hocamdan dönem ödevi için yardım istemiştim. Vakti olmadığını ama bana yardım edebilecek birini tanıdığını söyledi. Üst dönemlerden birine yönlerdirdi beni. Asım Enes de onun en yakın arkadaşıydı. Konu hakkında fikir alışverişi yaparken o da her seferinde bizimle oluyordu. Hatta son bir kaç görüşmemizde yalnızca Asım Enes vardı. Arkadaşının işi çıktığını, beni de yarı yolda bırakmak istemediği için Asım'dan rica ettiğini ve onun da kabul ettiğini söylemişti. Öyle tanıştık yani. Ödev bittikten sonra iletişimimiz kesildi tabi. Yine de yaklaşık iki yıl boyunca anlam veremediğim bir çekim hissettim ona karşı. Onunla ödev yapmayı, konuşmayı ve gözleriyle beklemediğim bir anda karşılaşmayı özlüyordum. Bu yüzden kendime ilk başlarda kızsam da sonraları yaşadığım şeyin ne olduğunu idrak ettim. Kabullendim.''

Samet'in kendini dikkatle dinlediğini fark etti ve anlatmaya devam etti. Bu kısmı anlatırken yüzünde ister istemez bir gülümseme konaklamıştı. ''Sonra bir gün çok yağmur yağıyordu ve şemsiyem yoktu. Dışarı adım atsam sırılsıklam olacaktım bu nedenle de okulun kapısının önünde durmuş yağmuru seyrediyordum. Etraf neredeyse bomboştu. Normalde ıslanmayı severim ama o gün ıslanmamam lazımdı çünkü kuzenimin doğum gününe gidecektim. Ben dalmış gitmişken bir anda Asım'ın sesini arkamda duyunca ilk başta hayal görüyorum falan sandım sonra konuşmaya devam edince dedim bu hayal değil Mihrimah epey gerçek görünüyor. Çekindiğim ve onun yanındayken gereksiz heyecan yaptığım için konuşmayı kısa tutup gitmem gerektiğini söyledim. Kendimi hâlâ hızla yağan yağmurun altına attım. Sonra baktım yağmur kesildi. Meğer başımın üzerinde şemsiye olduğu içinmiş. O gün ilk kez herhangi bir zorunluluk olmadan beraberdik. Sonrasında da her fırsatta yanımda bitti zaten.''

Mihrimah soluklanmak için durduğunda arkasından gelen sesle ufak bir şok geçirmişti. ''Ne yani yanında bitmese miydim? Sonra seni başkalarına yar etseydim öyle mi? Düşünmek bile korkunç.''

Sadece o zamanlar değil, hâlâ onun yanında gereksiz heyecan yaptığını kendine itiraf edip itirafı dolayısıyla kendisini tebrik etti Mihrimah.
''Yok canım öyle demek istememiştim ben...''

''Abi niye böldün ya! Hikayenizi dinliyordum.''

Asım Enes, Samet'e ''Ben sana anlatırım hikayemizi abicim, müsait bir zamanda. Sen şimdi gel bakayım benimle.'' deyip eliyle de gelmesini işaret ederek odadan çıktı.

Mihrimah ''Neyse ki son anda gelmiş.'' diye içinden geçirip oturduğu yerden kalktı ve odanın kapısına yaklaşıp konuşmalarını dinlemeye başladı.

''Öğren bakalım neredeymiş kendileri ve ne zaman gelecekmiş.''
Asım'ın kurduğu cümleye Samet olumlu bir yanıt vermişti ve sonra dış kapının kapanma sesi duyulmuştu. Adım seslerinin hızla odaya doğru geldiğini duyan Mihrimah kapının arkasından çekilip odanın ortasına doğru yürümeye başladı. Bileğinden kavrandığını hissettiğindeyse şaşkınlıkla büyüyen gözlerini yerden kaldırdı. Asım Enes onu bileğinden yakalayıp önüne geçmişti.

''Çok ayıp Mihrimah. İnsanların konuşmalarını dinlememelisin.''

Mihrimah söyleyecek haklı bir şey bulamayınca suçlu bir çocuk edasıyla gözlerini kaçırdı. ''Merak ettim.''

Asım Enes'in yanıtını gülerek verdiğini görememişti, yüzüne bakmadığı için. Hâlâ bileğini tutan eldeydi gözleri.
''Merak ettiysen bana sorarsın, ben de sana anlatırım. Anlaştık mı? ''

Mihrimah başını salladı anladığını belirtircesine ve az önce kalktığı mindere geri gitmek üzere hareket etti. Fakat Asım Enes hâlâ bırakmadığı bileğinden onu geri doğru çekip gitmesine izin vermemişti. Zaten dizleri acıdığı için bir an dengesini kaybedip kendini yine onun göğsüne yaslanmış bir halde buldu. Bir adım geri gitti Mihrimah. ''Ne yapıyorsun?!'' dedi şaşkınlıkla.

Asım Enes'in suratına yamuk bir tebessüm yayıldı. ''Yarım kalmış bir şiiri tamamlıyorum.''

Mihrimah tırnak uçlarına dek kızardığında Asım'ın az önceki konuşmayı en baştan beri duyduğunu yeni fark etmişti.

Asım'ın suratındaki tebessüm silindi ve ciddileşti. ''Şiirin ismi Güneş ve Ay'dı...Yarım kalmıştı.'' derken bir adım daha yaklaştı ona.

Mihrimah ne demek istediğini anlamıştı. ''Bazı şiirler yarım kalmaya mahkumdur, belki de ondan.''

Asım Enes bakışlarını başını eğmiş ve yeri seyreden kızın suratında gezdirdi. ''Hayır değildir. Öyleyse bile, bu şiir onlardan biri değil Mihrimah.'' Cümlesini daha bitirmeden başını göğsüne yaslamasını sağlayıp sıkıca sarıldı tekrar sevdiği kadına.

Mihrimah daha fazla kendini tutamayıp iki yanında sarkan kollarını ürkekçe kaldırdı ve sardı belini sevdiği adamın. ''Sen öyle diyorsan, inanırım.'' dediğinde Asım'ın suratından parlak bir gülümseme geçmişti. Cümlesine içinden devam etti. ''Çünkü sevmek bunu gerektirir.''

''Ve ben de bu şiirin bir daha yarım kalmamak üzere tamamlanmasını sağlayacağım Mihrimah.. Çünkü sevmek bunu gerektirir.''

Asım Enes'in konuşurken boynunu gıdıklayan nefesi mi yoksa kurduğu cümle mi sebep olmuştu bilmiyordu Mihrimah ama, işte şimdi, vurulduğunda dünyanın döndüğü o an gibi hissediyordu.

☁☁
💧💧

Saat üç buçuk olmuştu ve Mihrimah miğdesindeki derin açlık hissinin daha fazla su yüzüne çıktığını miğdesinden gelen büyük gurultudan anlamıştı. Önündeki kitabı kenarı doğru itip odaya giren adama çevirdi bakışlarını. Koyu renk saçları ıslaktı ve alnına düşüyordu. Duştan çıkmıştı. Elindeki havluyla saçlarını kurularken Mihrimah'ın dikkatle kendine baktığını fark edince havluyu omzuna attı ve Mihrimah'a göz kırptı. ''Hayrola, suratımda bir şey mi var?''

Asım'ın saçları kurularken dağılmıştı ve böyle bile çok güzel göründüğünü fark etti Mihrimah. Asım'ın sorusunu ise duymamıştı bile, zihnindeki gürültüden. İnsan içindeki gürültüden yanındakini duyabilir miydi hiç?

Asım Enes alayla sırıtıp Mihrimah'ın karşısına oturdu ve gözlerinin içine baktığı halde aklı burada olmayan kızın alnına götürdü elini. Mihrimah da alnına soğuk bir el temas edince kendine gelmişti. ''Ne oluyor Asım? Niye alnımı tutuyorsun?''

''Ateşin mi var diye bakıyorum ama yok. Kafanı sert çarpmadığına eminsin değil mi?''

''Bilmem.'' deyip umursamazca dudak büktü Mihrimah. Asım Enes ise onun bu tavrı üzerine göz devirip başını iki yana salladı yakınırcasına.

''Ben yemek yapmıştım ama bu ellerle sofra hazırlamam biraz zor olacak.'' deyip sargılı ellerini havaya kaldırdı. ''Yardım eder misin?''

Asım Enes ''Ederim tabi.'' deyip ayağa kalktı ve önden önden mutfağa yürüdü. Ocağın üzerindeki tencerelerin kapaklarını sırasıyla açtı. Patlıcan, çorba ve pilav vardı. Şöyle adam akıllı pişmiş bir ev yemeği yemeyeli çok olduğunu düşündü. Üstelik ilk kez onun elinden yemek yiyecekti. Heyecanlıydı.

Mihrimah'ın tabaklara uzandığını görünce başını tekrar iki yana salladı yakınırcasına. Ona doğru bir adım attığında havlunun hâlâ omzunda olduğunu fark etti ve alıp Mihrimah'ın boynuna bir atkıymışcasına bıraktı havluyu. İki ucundan da tutuyordu hâlâ.
''Senin görevin bu havluyu boynunda tutmak ve oturmak. Ben gerisini hallederim.'' deyip havlunun uçlarını serbest bıraktı ve sofra hazırlamaya girişti.

Neredeyse her şey tamamlanmıştı ki kapı tıklatıldı. Asım Enes ''Samettir.'' deyip kalktı ve kapıyı açmaya gitti. Bir süre orada bir şeyler konuştular fakat ne olduğunu anlayamamıştı Mihrimah. Başını mutfağın kapısından çıkarıp Asım'a seslendi.
''Asım Enes, Samet'i de yemeğe davet etsene.''

''Yemek mi? Ben de acıkmıştım.'' diyerek Asım'ın davetini beklemeyen ve Mihrimah'ın cümlesiyle yetinen Samet de mutfağa bir çırpıda gelmişti.

Mihrimah ellerinden dolayı zorlansa da yavaş yavaş yiyordu. Çorbaları içtikten sonra Asım Enes ayağa kalkıp Samet'in tabağını aldı. ''Önce pilav mı patlıcan mı istersin?''

Samet gözlerini kısıp düşünmeye başlayınca Mihrimah güldü. Patlıcanın ne olduğunu düşünüyordu muhtemelen. Kocaman bir gülümsemeyle Asım'a baktı.
''Biliyor musun Samet sebzelerin isimlerini karıştırıyor! ''

Samet ''Yaa neden sırrımı ifşa ediyorsun Mihrimah abla!'' diye çıkışırken, Asım Enes kahkaha atmaktan kendini alamamıştı. Tencerenin kapağını açıp Samet'in önüne tuttu ve dalga geçercesine ''Bu patlıcan oluyor Sametcim. Neymiş evladım?'' deyip güldü.

Samet intikam almak istercesine Mihrimah'a bakıp tekrar Asım'a döndü. ''Biliyorum bunu! Dört şeyi çok iyi biliyorum, dedecim! Birincisi havuç. Benim saçlarım gibi turuncu. Çorbada da vardı.''

Asım Enes hâlâ dalga geçercesine gülüyordu. Bir yandan da havucu bildiği için alkış tuttu Samet'e. Samet ise ona aldırmayıp devam etti.
''İkincisi Patlıcan. Patlıcan uzun, siyah, çiğken de acı! Ama acılığı var diye patlıcanı sevenler sevmekten vazgeçmiyormuş.'' dediğinde Mihrimah'a ''şimdi görürsün sen'' bakışı attı ve devam etti. ''Tıpkı Mihrimah ablanın ilk aşkı gibi!''

Asım Enes'in kaşları çatılırken Samet konuşmaya devam ediyordu.
''Üçüncüsü kabak yani Enes, sen. Dördüncüsü domates. Kırmızı olan hani. Mihrimah abla yani.''

Asım Enes ''ilk aşk'' kısmında takılı kalmıştı. Kendi de kabaktı öyle mi!
''Ben kabak mı oluyorum şimdi?'' Hayal kırıklığına uğradığını belli edercesine konuşmuştu.

Mihrimah sinirle dişlerini sıktı. Her şeyi yarım anlatmıştı Samet! Gerçi tam anlatsa da ayrı bir dertti...
''Hııı kabak! Bal kabağı hem de!'' diye söylendi Samet'e kötü bakışlar atarken.

Asım Enes şaşkınlıkla az önce kalktığı sandalyeye geri otururken, Mihrimah kendini tutamayıp Samet'e dikti kötü bakışlarını. ''Sen ne kötü bir kardeşsin ya! Ne gıcıkmışsın!''

Samet umursamazca omuz silkti. ''Asım Enes'in eline benle dalga geçeceği bir koz vermeseydin o zaman.'' deyip tabağına patlıcan doldurdu. Dudaklarının arasından derin bir nefes dışarı salıp tekrar konuştu. ''Of ya bak görüyor musun! O kadar vicdanlıyım ki vicdanım el vermedi bu konunun böyle kalmasına. Ben en iyisi şu ayrıntıyı da alt yazı geçeyim Asım abim için.''

''Samet!''

Mihrimah'ın uyaran ses tonunu dikkate almayıp devam etti Samet.
''Patlıcan da sensin kabak da. Kabak, onun en sevdiğiymiş. Patlıcan kabağı Asım Enes ve patlıcan kabağından söz edince kızaran kırmızı domates Mihrimah.'' deyip göz kırptı Asım'a.

Asım Enes içine su serpildiğini hissedip az önce kaçan iştahının geri gelmesiyle tabağına bol bol patlıcan doldurdu. Artık patlıcan ve kabağa olan sevgisi artmıştı.

Mihrimah ise Samet'e naz yapıp darılmış gibi davranma kararı almıştı. He o karar iki dakika sonra Samet'in espirisi ile sona ermişti, o ayrı.

☁☁
💧💧

Mutfaktaki bulaşıkları yıkamayı bitirmiş olmalı ki, Asım Enes içeriye geri gelmişti. Samet çoktan evine inmiş, Mihrimah da yatağın başlığına sırtını dayamış oturuyordu. Artık her şeyi bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Konuşma zamanı gelmişti.

''Asım? Hâlâ uykun gelmediyse bana olanların bir açıklamasını yapacak mısın? Babamla nasıl görüştük? O adamlar neden babamın yanındaydı? Biz neden hâlâ buradayız? Ne biliyim, her şeyi anlat işte.''

Asım Enes sakince başını sallayıp Mihrimah'ın bakışlarını merhametle kucakladı. Tıpkı Mihrimah gibi o da yatağın başlığına sırtını dayayıp oturdu ve nereden başlayacağına karar vermek istercesine sıkıntıyla bir nefes aldı.

''Bunları kimseye açık etmememiz gerektiğini söylememe gerek yok sanırım. Samet hariç.'' diye başladı ve Mihrimah başını sallayıp onaylayınca konuşmaya devam etti. Öncelikle Mihrimah'ın da zaten bildiği şeylerden söz etti. Ülkenin karışık durumundan, insanların öfkesinden, gruplaşmalardan ve devletin içindekiler de buna karıştığı için müdahele decek bir üst kuvvet olmamasından. Sonrası ise Mihrimah için koca bir muammaydı. Babasının işinin sandığı kadar basit olmadığını, yalnızca kimliğini gizlemek için bir maske olduğunu anlamıştı. Bu yüzden evde az zaman geçiriyor, işte oluyordu sürekli. Bu yüzden her şeyden haberdardı ve korumalarla geziyordu.

Devletini, halkını, milletini tehlikede gören ve bir oyunun içine zorla itildiklerini fark eden kişilerin bir araya geldiği yeni bir grup oluşmuştu. ''Ne sağcısı ne solcusu ne başka bir şeyi. Siyasi fikirlerini ülkenin bölünmesine alet etmemeleri gerektiğini bilen farklı farklı bir sürü insan. Birbirleriyle kavga etmeyen, çatışmaya girmeyen, birbirlerini düşman görmeyen, insanca anlaşan, asıl dava adamları. Her iki grubun da bundan elbette haberi var ve onlara ılımlılar diyorlar. Fakat ne denli güçlü olduklarını bilmiyorlar. Bilmedikleri diğer şey de aralarında o gruba bilgi sızdıran ajanlar olduğu. ''

Mihrimah yavaş yavaş aydınlandığını hissediyordu. Bakışlarını ona çevirip gözlerinin içine baktı. ''Mesela sen.''

Asım Enes, başını salladı ''Evet, mesela ben ve Samet buradaki bu grupta görevliyiz. Daha bir sürü şehirde bir sürü grupta bir sürü insan var ve hepsinden haberdar olmamızı sağlıyorlar. Büyük bir proje geliştiriyoruz. En fazla bir yıl sonra her şeyi eski haline getirecek bir proje. Baban da önemli bir noktada görev alıyor. Çok bilgiye sahip. Bu nedenle güvenliği önemli. Buraya kara yoluyla gelemezdi, buradakilerin kendilerince koydukları sınırlarda silahlı adamları var çünkü. O yüzden gölün karşı tarafından geldi. En güvenlisi oydu. En tenha yere, bir balıkçı teknesiyle geldiği için de fark edilmedi.''

Asım Enes sustu ve soluklandı. Dili damağı kurumuştu. ''Şuradan bir bardak su verir misin?'' deyip Mihrimah'a komodinin üzerindeki sürahiyi işaret etti. Mihrimah bardağa su doldurup ona uzattı ve Asım Enes suyunu yudumlarken bir başka soru yöneltti.
''Peki en sonunda ne olacak? Bir yıl daha mı burada kalacağız yani?''

Asım Enes bardağı ona geri uzatırken ''Maalesef, o güne dek burada kalmak zorundayız.'' deyip Mihrimah'a doğru döndü. ''Biliyorum, bu evde tıkılı kaldın. Canın sıkılıyor, yalnız kaldın. Ama inan elimden bir şey gelmiyor. Sadece sana söz, bundan sonra canın ne zaman sıkılırsa dışarı çıkıp yürüyüş yaparız göl kenarında. Sohbet ederiz. Seni yalnız bırakmam.''

Mihrimah, onun da elinden bir şey gelmediğini anladığı için yüzüne bir gülümseme kondurup ''Tamam.'' dedi ve gözleri saate kaydı. Uykusu gelmişti.

''Benim uykum geldi, ışığı kapatabilir miyim?'' deyip ''İstediğini yap'' yanıtını alınca kalktı ve ışığı kapattı. Pencerenin önündeki sokak lambası içeriyi aydınlattığı için gözlerinin karanlığa alışmasına dahi gerek kalmamıştı. Aklına bir iki soru daha gelince az önce kalktığı yere geri döndü. Asım Enes'in uzandığını fark etti, ama nasılsa uyumuyordu.

Mihrimah yatağın üzerinde oturuyor, Asım da yüzünü ona doğru dönmüş bir şekilde sol tarafının üzerine yatıyordu.

''Beni neden bıraktın? Bu şeyden dolayı mı?''

Asım Enes yavaşça yutkundu. Bunu hatırlamak ona acı veriyordu. Başını belli belirsiz onaylarcasına oynattı. ''Babanla zaten tanışıyorduk. Sonra o ödev için sana yardımcı olurken onun kızı olduğunu anladım. İleride bu tarz bir görevim olacağını bildiğim için onca zaman senden uzak durdum.'' dedikten sonra eline uzandı Mihrimah'ın. Sargılı avuçlarında parmaklarını dolaştırdı.

''Ama o gün seni tek başına yağmuru seyrederken görünce dayanamadım. Ve sonrasında da kendimi senin yanında olmaktan alıkoyamadım. Akşam evde kendi kendime uzak durma kararı alıyordum, ertesi gün senin yanında bitiyordum. Bir kere kapılınca vazgeçmesi zor oluyormuş. Vazgeçmeye çalışmayı da bıraktım zaten, kuşları dinleme gezimizden sonra.''

Mihrimah gümbür gümbür atan kalp atışlarını susturmaya çalışıyordu. Asım Enes ise konuşmaya devam ediyordu.
''Bir gün baban beni çağırdı. Yaptığım şeyin sonunda ikimizi de üzebileceğini ve bundan vazgeçmemi söyledi. Camın buğusuna kalp çizdiğim günden sonra. O noktaya dek gelmişken vazgeçmemin imkansız olduğunu söyledim ona. Hem asıl o zaman üzüleceğimizi söyledim. Klasik baba replikleri kurdu bana, kızımızı üzdüğünde sana bunu ödetirim diye. Sonra babanın dediği gün geldi çattı. Artık bir oyunun içindeydim ve gerçek kimliğimle bu oyuna dahil olamazdım. Ben de etrafımdaki herkesi hayatımdan çıkardım.''

Mihrimah gözlerinden bir damlanın aşağı doğru indiğini fark edip Asım'ın tutmadığı diğer eliyle sildi onu. Asım Enes de kendine zor gelen o anları hazmede hazmede anlatıyordu. İkisi de tekrar yaşıyor gibi acı çekiyorlardı.

''Sana o sözcükleri söylemek için günlerce cesaret topladım. Sonunda kendimi ikna ettim bunun senin için daha iyi olduğuna. Sanki her bir harfi söylerken kalbime dikenler batıyordu. Bana inat meydana gittiğin o gün seni son görüşüm oldu. Baban, ikimizin de iyiliği için beni başka bir yere yolladı. Ama sonra, kader bizi yine karşılaştırdı.''

Tekrar karşılaştıkları o gün hatrına geldi Mihrimah'ın. Uzun bir sessizlikten sonra, son sorusunu da ortaya attı. ''Peki o güvenli yerler gerçekten güvenli mi? Furkan, Hamza, Hazal, Esin, onlar iyiler mi gerçekten?''

Asım Enes bir an nefesini tuttu kalbine çöreklenen acıyla. Zorla bir kaç kelime etti. ''Baban dedi ya, iyiler.''

Mihrimah, ondaki bu değişimi fark etmişti. ''Ne oldu, bir şey mi var?''

Asım Enes yattığı yerde doğruldu ve Mihrimah'a doğru yaklaşıp karşısına oturdu. Ses tonu 'şimdi duyacakların canını yakacak' diye haykırıyordu. ''Çok üzgünüm. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum...''

Mihrimah'ın kalbine acı ve korku çöreklenmeye başlamıştı. ''Söylesene Asım, ne oldu?''

Asım Enes ellerini uzatıp Mihrimah'ın elindeki sargıların üzerine koydu.
''Esin..O..vuruldu ve sonra çok kan kaybetti. Kurtaramadılar..''

Mihrimah'ın dilinden dudaklarından çıkamayan çığlık, içinde yankı buldu. Duyduklarına inanmak istemiyordu. En yakın arkadaşı, Esin'i! Nasıl olurdu? Nasıl onu bırakırdı!? Daha evlendiğinin haberini verecekti ona.

Yanağındaki ıslaklıkların arttığını fark etti. Dudaklarından bir hıçkırık firar etti ve boğazındaki yanma hissi tüm bedenine yayıldı. Gözlerini sıkıca yumdu bu anların gerçek olmamasını isteyerek. ''Esin.. yok mu artık?'' diye zorla bir kaç kelime getirdi bir araya.

Asım Enes, sevdiği kadının acısını paylaşmak istercesine onu göğsüne yasladı ve sakinleşmesi için parmaklarını saçlarında gezdirdi. Tüm göz yaşlarını onun tişörtleri misafir edecekti, bundan böyle.
''Yok olur mu hiç?'' dedi, ''Elbette var. Ama burada değil, bizim de bir gün gideceğimiz ahiret yurdunda.''

Mihrimah'ın içine su serpmişti, arkadaşının yok olmadığını hatırlamak. Başını iyice Asım'ın tişörtüne gömüp hıçkırıklarını serbest bıraktı. Oracıkta da ağlarken uyuyakaldı.

°|A. Cahit Zarifoğlu|

Loading...
0%