Yeni Üyelik
5.
Bölüm

٥ - L A

@sukunettekelimeler

Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düşmüş sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle
Kimbilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deli gibiyim sensiz
Bu sessizlikle

Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sessizlikle°


Elindeki kitaba baktı. Gözleri dolarken elindeki kitabı fırlatıp atmamak için zor tuttu kendini. Yüreği el vermiyordu işte ona dair şeyleri ortadan kaldırmaya. Her şeye rağmen yüreği el vermiyordu.

İki hafta olmuştu. Tam tamına iki hafta; Âsım Enes onu bir boşluğa, acı dolu bir kuyuya atalı.

Zilin çaldığını duyunca gömleğinin koluna gözyaşlarını silip yataktan çıktı ve kapının önünde durup delikten baktı. Hazal ve Furkan kapının ardındayı. Açıkçası onları burada görmeyi beklemiyordu.

Kapıyı ardına dek açıp, içindeki tüm kırılmışlıklara rağmen , karşısındaki iki güzel kardeşi için gülümsedi gülümseyebildiğince.

''Hoş geldiniz. Buyrun içeriye gelin bakalım.''

''Hoş bulduuk.'' diye neşeyle gülümseyip elindeki poşeti Mihrimah'a uzattı Furkan. Hazal da sarıldı sıkıca ve üzerindeki feracesini çıkarıp askıya astıktan sonra hep beraber içeriye girdiler.

''Kusura bakmayın biraz dağınık ortalık.'' deyip koltuğun üzerindeki battaniyeyi katladı Mihrimah.

''Sorun değil yenge. Sonuçta çat kapı geldik, hata bizde. ''

Mihrimah, Furkan'ın hâlâ kendine yenge demesinden olup biteni bilmediği sonucunu çıkarmıştı. Kullandığı sözcük, yarasını deşmişti.
''Estağfurullah! O nasıl laf Furkan. Çok güzel bir sürpriz oldu. İyi ki geldiniz.''

Elindeki battaniyeyi kenarıya koyup karşısındaki mutlu çifte gülümsedi.
''Kahve yapayım ben, bekleyin.'''

''Ben de yardım edeyim.'' deyip ayağa kalktı Hazal hemen.
''Yardıma gerek yok canım, altı üstü bir kahve yapacağım. Ama isterseniz yanımda oturun siz, ben kahve yaparken.''

''Bu daha iyi bir fikir bak , hem ben de yalnız kalmamış olurum sizi beklerken.'' deyip Furkan da ayağa kalktı. Mutfağa geçtiklerinde Hazal ve Furkan sandalyelere yerleşirken, Mihrimah da raftan fincanları çıkardı.

''Hasta mısın yenge? Rengin solmuş, ölü gibisin. Ne bu hâl?''

Mihrimah artık emindi Furkan ve Hazal'ın haberi olmadığından.
''Hayır hasta değilim.'' deyip yaşaran gözlerini yine koluna sildi, nasılsa arkası dönüktü onlara.

''O zaman? Kötü bir şey mi oldu?''

Mihrimah sessiz kaldı. Furkanla Hazal bu sessiz kalıştan kötü bir şey olduğunu anlamışlardı.
''Yenge? ''

Mihrimah'ın gözyaşları firar etmişti. Furkan dayanamayıp ayağa kalktı ve Mihrimah'ın yanında dikildi.
''Bak bana bakayım? Neden ağlıyorsun?''

''Kahvenizi yapayım.'' deyip cezveye uzattı elini Mihrimah.

Furkan kaşlarını çattı.
''Bırak şimdi kahveyi falan. Gel bahçeye çıkalım hem hava al hem de derdini bizimle paylaş.''

Hazal, Mihrimah'ın koluna girip ''Furkan haklı, hadi.'' deyip mutfaktaki bahçe kapısına doğru yöneltti onu.

Üçü yan yana oturdular ve Mihrimah bunu kelimelere dökmekten duyduğu acıyla dudaklarını araladı. Bakışları Furkandaydı.
''Âsım Enes..'' deyip sustu. Söyleyecek olduğu şey ağır gelince başını çevirdi. Gözlerini yumup derin bir nefes aldı.
Hadi artık söyle gitsin.
''Benden ayrıldı.''

''Ne!''
Furkan inanamıyormuşcasına gözlerini belertti. ''Nasıl ya?''

Alayla güldü Mihrimah.
''Onun için çok kolaymış gibiydi. Birden, pat diye.''

Hazal, Mihrimah'a destek vermek ister gibi elini tutup başını omzuna yasladı. Furkan ise hâlâ şaşkındı ve inanası gelmiyordu.

''Anlamıyorum valla ya! Aklımı kaybedicem sanırım. Onu biraz olsun tanıyorsam abim asla böyle bir şey yapmaz. Seni gerçekten seviyo--''

Sert bir çıkışla Furkan'ın sözünü kesti Mihrimah.
''Lütfen! O cümlenin devamını duymak istemiyorum.''

Furkan sakinleşip Mihrimah'ın karşısında diz üstü çöktü.
''Özür dilerim.''

''Sorun değil.''

Furkan, gergin ve hüzünlü ortamı dağıtmak üzere ayağa kalktı ve ellerini birbirine vurdu.
''Hani benim kahvem ya? İki tane kızsınız bi kahve yapmadınız.''

Mihrimah hafifçe gülümsemeye çalışarak Furkan'a baktı.

Furkan da gülümsedi.
''Ne? Ben mi size kahve yapayım?'' Şaşırmış gibi yapıp ellerini beline koydu. ''Doğru söyle nerden bildin benim kahve konusunda kadınlara bile taş çıkarttığımı? Hazal bile bilmiyor daha.''

Bunun üzerine hepsi gülmeye başladı. ''Öyle miymiş? '' deyip merakla baktı Furkan'a, Hazal.

Furkan göz kırptı.
''Ayıp ettin. Bakın görün şimdi.''

Furkan'ın hazırladığı kahveyi içip bir kaç saat sohbet ettiler.
''Artık biz kalkalım.'' deyip veda vaktinin geldiğini belli eden Furkan ayaklandı. Onları kapıya dek geçirip geldikleri için teşekkür etti Mihrimah.

''Tekrar gelin tamam mı? Böyle evde canım sıkılıyor zaten yalnız oturmaktan. Giderken de dikkatli olun.''

''Geliriz tabi. Sen de gel canın sıkılınca, hep bizi bekleme tamam mı?''

Hazal'ın cümlesine gülümsedi. ''Tamam.''

''Görüşürüz o zaman. '' dedi Hazal.

''Görüşürüüz. ''

''Görüşürüz yengem benim.''

Furkan'ın yine kullandığı kelime üzerine yorgun ama gülümseyen gözlerini ona çevirdi Mihrimah.

Furkan bir şey unutmuş gibi suratını büzdü , Mihrimah'ın yanına gidip kulağına doğru hafifçe eğildi ve fısıldadı.
''Bakma öyle.. Benim yengem her zaman sensin. Tamam mı?''

Mihrimah yavaşca başını sallayıp onayladı. ''Tamam.''

☁☁
💧💧

''Mihrimah, bunu yapmak istediğine emin misin? Sırf Âsım'a kızdığın ve kırıldığın için bunu yaptığını düşünüyorum. Lütfen vazgeç.''

Esin'in haklı olduğunu bilse de kabul etmeyecekti. ''Kararlıyım, gideceğim.''

''Bari birdahakine git. Hem o zaman ben de seninle gelirim, aklım sende kalmaz.''

Telefonu kulağından çekip hoparlöre aldı ve yanına koyup saçlarını yapmaya başladı Mihrimah.
''Aklının bende kalmasına gerek yok. Ablanın nişanı var ve onun mutluluğunu paylaşman gerek canım. Ben sana arada bi mesaj atarım içini rahatlatmak için.''

Telefondan Esin'in oflama sesi duyuldu. Ne dese vazgeçirememişti Mihrimah'ı.
''Kızım her gün insanlar yaralanırken, rezalete atılırken, hangi akla hizmet oraya gideceksin ya! Anlamıyorsun sanırım! ''

''Yoo anlıyorum. Sadece umrumda değil.''

İki ay geçmişti ve Mihrimah içindeki kırgınlığın büyük kısmını öfkeye dönüştürmüştü bu süreçte. Her şeyi boşvermiş bir kafayla yaşıyordu ve Esin bu durumdan rahatsızdı çünkü bu şekilde arkadaşının başına bela almasından korkuyordu. Bir zamanlar Hazal'ın Furkan için korktuğu gibi, Mihrimah'ın Âsım için korktuğu gibi, şimdi Esin onun için korkuyordu.

Öfkesi uğruna, sırf Âsım'a inat, o bunu bilmese dahi gidecekti çünkü mitinge benzer o şeylerden birine, her ne haltlarsa.

''Daha bir şey demiyorum sana yani Mihrimah. Bu gidişin gidiş değil. Dikkatli ol. Kendine dikkat et. Ve ortalık karışınca ortamı terk et.''

''Tamam Esincim. Hadi kapatıyorum ben, görüşürüz.'' deyip telefonu kapattı ve kulaklığını takıp evden çıktı.

Dinlediği şarkının sözlerine dikkatini verdiğinde alayla güldü ve şarkıyı değiştirdi.

Did you lose what won't return?
Geri dönüşü olmayan bir şeyi kaybettin mi?
Did you love but never learn?
Asla haber alamayacağını sevdin mi?
The fire's out but still it burns
Dışarıda bir ateş var ve hâlâ yanmaya devam ediyor
And no one cares, there's no one there
Ve kimsenin umrunda değil, orada kimse yok
Did you find it hard to breathe?
Nefes olmak zor geldi mi ?
Did you cry so much that you could barely see?
Zar zor görecek kadar çok ağladın mı?
You're in the darkness all alone
Karanlıkta tamamen yapayalnızsın
And no one cares, there's no one there
Ve kimsenin umrunda değil, orada kimse yok

Park alanına yaklaştığında müziğin sesini biraz kıstı ve kalabalığa göz gezdirdi. Arkalarda bir yere geçip çimlerin üzerine oturdu ve müzik dinlemeye devam etti. İstemeyerek bir yere götürülen çocuklar gibiydi durumu aslında. Ortamdan kopuk ve kendi halinde. Sadece bedeni orada.

Kalabalığı uzun süre seyredince bir kaç ay öncesine geri dönmüştü. Zihinden iki cümle geçti.
'-Veda ediyor gibi konuşuyorsun
+Veda ediyorum'

Dolan gözlerini silip çalan müziği değiştirdi. Kuşları dinlemeye giderken arabada çalan ve beğendiği müzik başlamıştı şimdi de.
'Bana inat mı yapıyorsunuz ya!'
Müziği tekrar değiştirdi. 'Bu da fazla hüzünlü.'
Sonunda kızıp kulaklığı çıkardı ve çantasına attı telefonla birlikte. Saate baktı, henüz kırk dakikadır buradaydı. İki buçuk saat bitmek bilmezdi şimdi. Ne yapsaydı ki?

Bağıran ve slogan atan insanlara bakıp sıkıntıyla bir nefes verdi.

''Senin burada ne işin var? ''

Tanıdık gelen ses üzerine başını kaldırıp yanında dikilen Berkcan'a baktı. ''Ne var? Gelemez miyim?''

''Git burdan. Birazdan bizimkiler gelecek ve emin ol burda olmak istemeyeceksin. Uzaklaş uzaklaşabildiğin kadar.''

Mihrimah kızmıştı. Kaşlarını çatıp ayağa kalktı.
''Beni tanıyorsun diye uyarıyorsun, peki şu gördüğün insanlar?! Bak orada da kızlar var, kadınlar var! O adamlar ve gençler de birilerinin tanıdığı, sevdiği! Onlara az sonra burda olmak istemeyeceklerini söyleyecek kimse de yok! Anlıyor musun?!''

''Burada işlerin karışabileceğini biliyorlar hepsi, ille birinin söylemesine gerek yok.''

Mihrimah alayla güldü.
''Ben bilmiyor muyum peki de bana söylüyorsun? Ben de biliyorum şu sıralar her yerde her şey olabileceğini. Ama yine de buradayım. Uyarın için teşekkürler.''

''Mihrimah git şuradan! Söz dinle de git. Bak anlamıyorsun, işler iyice sarpa sardı. Herkes yakında harita açıp bu ilçeler benim diyecek. Ve az sonra burası cidden kötü durumda olacak. Sana zarar gelsin istemiyorum.''

Berkcan'ın gözlerinin içine baka baka az önce kalktığı çimlerin üzerine tekrar oturdu Mihrimah. ''Beni düşündüğün için tekrar teşekkürler.'' deyip konuşmanın bittiğini belli edercesine önündeki kalabalığı ve elinde mikrofonla bir şeyler söyleyen adamı seyretmeye başladı.

Berkcan ''Yarım saat içinde gitmeni öneririm.'' deyip yanından uzaklaştı.

İçine sıkıntı dolmuştu. Evet gitmeliydi belki ama bu insanları burada bırakıp giderse vicdanından kaçamazdı. Ayağa kalkıp tuvalete gitmek için kabinlerin olduğu yöne doğru yürüdü. Âniden karşısında biri dikilince toslamamak için son anda durup bir adım geri gitti ve başını kaldırdı.

Başını kaldırmasıyla da kalbindeki yaraya biri tekrar bıçak sokmuş gibi hissetmişti. Boğazı düğümlenmiş, bakışları onun suratında takılı kalmıştı.

''Hemen buradan gidiyorsun.''

Âsım Enes'in dudaklarından dökülen cümleler içindeki yaranın verdiği acıyı değil de, yarayı açana duyduğu öfkeyi çoğaltmıştı. Onu görmemiş ve duymamış gibi yanından geçip yürümeye başladı. Âsım Enes öfkeyle kolundan tutup onu durdurduğunda hızla kolunu kurtarıp kaşlarını çattı.

''Bak, benim yüzümden burada olduğunu biliyorum. Şimdi lütfen buradan git, benim için.''

''Senin için hiç bir şey yapmam. Kararlarımı da verecek yaştayım gördüğün gibi.''

Âsım Enes elini sitresle saçlarına daldırıp çıkardı.
''Mihrimah, yapma be...Beni sevdiğini biliyorum. Öfkeni bırak da kalbini dinle.''

Gözleri dolmaya başlayınca daha da kızmıştı Mihrimah. Sinirle dişlerinin arasından konuştu.
''Senden nefret ediyorum.''

Âsım Enes'e bu cümle ağır gelmişti. Sesini yükseltti.
''Tamam et! Benden nefret et! Ama bir zamanlar beni biraz olsun sevdiysen, git buradan!''

Mihrimah hırsla karşısındaki adamın gözlerine baktı.
''Az sonra buradan gideceğim ama senin aksine benim sevgimin bir zamanlar gerçek olduğunu görmen için.''
'Hatta şimdi bile.Sana nefret ettiğimi söylerken bile.'

Diyecek bir şey bulamadı Âsım ve susup arkasını dönerek yürümeye başladı. Mihrimah ise yanından uzaklaşmakta olan adamın arkasından bakıp peşine gidip gitmemekte kararsız kaldı.
''Daha söyleyeceklerim vardı!''

Herneyse deyip hâlâ mikrofonla bir şeyler anlatan adama baktı. Sahneye doğru yürümeye başladı hızlı adımlarla. Adamın yanına çıkıp mikrofonu kendine vermesi için elini uzattı. Adam ne olduğunu anlamasa da mikrofonu ona vermekte sakınca görmedi. Onun da bir şeyler söylemek isteyen bir yoldaşı olduğunu düşünmüştü.

Mihrimah mikrofonu alıp dudaklarına yaklaştırdı.
''İyi akşamlar herkese. Güvenilir bir istihbarat aldım ve sizinle paylaşmam gerek.'' derken kalabalığa göz gezdiriyordu. Bakışları kaşları çatık kendisini izleyen ve sahneye doğru kalabalığı yararak gelmeye çalışan adama gitti. Âsım Enes'e.

''İstihbaratımız şu ; yaklaşık yirmi dakika içinde hepimizin buradan uzaklaşmamız gerektiği. Bu kez farklı bir boyutta kargaşa çıkacak ve lütfen hepiniz evlerinize gidin. Kimseye zarar gelmesini istemiyorum.''

Mikrofonu adama geri vermeden önce son bir cümle daha söyledi.
''Ben sizi uyarıp insanlık görevimi yaptım. Gerisini siz bilirsiniz.''

Sahneden indiğinde suratını öfke kuşatmış bir şekilde karşısında duran adama baktı. Berkcan'a. Sonra da ona nazaran daha sakin ve duygularını yüzünden okuyamadığı adama baktı. Âsım Enes'e.

''Ne yaptığını sanıyorsun sen Mihrimah?!''

''İnsanlık vazifemi, Berkcan. İyi akşamlar size.'' deyip yanlarından geçti ve kendini dikkate alıp dağılan kalabalığın arasına karıştı. Herkes gitmiyordu, zaten o da herkesin gitmeyeceğini biliyordu. En azından kavgaya gürülteye girip ülkeyi kurtaracağına inananlar hariç diğerleri gitmişti. İçi rahattı.

Eve doğru yürürken fazlasıyla yorgun hissediyordu. Henüz on dakika yürümüştü ki gelen otobüsü durdurup bindi ve boş bir koltuğa oturup camdan dışarıyı seyretmeye başladı. Otobüslerde anıları dolu olduğundan rahat edemiyordu.

Uzun zamandır hava güneşli ve sıcaktı. Yağmur ara ara yağıyordu. Mihrimah'a Âsım'ı hatırlatan yağmur. Eskiden çok sevip mutluluk duyduğu artık içine hüzün kırıntıları serpen yağmur.

Eve vardığında hırsla odasına girip çekmecesini açtı ve hâlâ orada duran kurusa da güzelliğini kaybetmemiş kırmızı gülü eline aldı. Parka gittikleri günden kalmaydı...

Pencereyi açıp çiçeği akşam yağmurunun sırılsıklam ettiği sokağa fırlattı.

°|A. Cahit Zarifoğlu|

Loading...
0%