Yeni Üyelik
8.
Bölüm

٨ - L I K

@sukunettekelimeler

Hayır kalbim
Yorulmadın hayır hayır
Yıkıl daha°

Elindeki kitabın son sayfasını çevirdi ve satırlar bittiğinde, suratında buruk bir tebessümle kapattı kapağını. Az sonra ağladığını fark ettiğinde hâline güldü. Sonra daha şiddetli bir ağlamak tuttu Mihrimah'ı. Günlerdir, haftalardır, aylardır içinde mesken edinmiş tüm acılar, özlemler, pişmanlıklar için ağladı. Hâlâ burada oluşuna ve içten içe onu hâlâ sevişine ağladı. Ta ki dış kapının sesini duyuncaya dek.

Bir süre adım sesleri diğer odalardan geldi. Buna sevinmişti çünkü bu sırada kendini biraz toparlamaya çalışmıştı. Odanın kapısı tıklatıldığında ''Gelebilirsin.'' deyip elindeki kitabı minderin kenarına bıraktı.

Asım Enes içeri girip yatağın ucuna oturdu ve Mihrimah'a dikkatlice baktı. Doğru görüp görmediğine emin olmak için kalkıp yanına gitti ve karşısına çömelip bakışlarını yüzünde misafir etti bir kaç saniyeliğine. Gözleri kızarmış ve kirpikleri nemliydi.
''Ağladın mı sen?''

Mihrimah bakışlarını kaçırıp kafasını iki yana salladı önemli olmadığını belirtircesine. Asım Enes'in kaşları çatılmış ve suratı endişeye bürünmüştü bile.
''Neyin var? Ağrın mı var?''

Mihrimah, içinde kırgınlık ve yorgunluk barındıran bakışlarını kaçırmadı bu kez. Sözcükler dilinden sertçe dökülüyordu.
''Evet. Kalp ağrım var. Babamı özledim, eski hayatımı özledim; amcamı, yengemi, Hamza'yı özledim. Yardım edebilecek misin?''

Asım Enes, gözlerini kısa süreliğine yumup derin bir nefes aldı.
''Ben böyle olsun istiyor muyum sanıyorsun? Sence hangi aptalın tercihi böyle bir hayat olabilir?''

Mihrimah yine okun ucunu ona yöneltmişti.
''Sen bunu kendin seçtin Asım!''

''Bundan bu kadar emin olma Mihrimah!''

Asım'ın âniden sesini yükseltmesiyle korkmuştu ve hafifçe zıplamıştı Mihrimah. Asım Enes bunu fark edip ayağa kalktı ve ''Özür dilerim.'' deyip odanın ortasına doğru bir kaç adım attı sıkıntıyla. O da yorulmuştu! Üstelik ne yorgunluğunu ne de başka bir şeyi kimseyle paylaşamamak ona geçen zamanı öyle bir zehir etmişti ki, yaşıyor muydu emin değildi bile Mihrimah'ı tekrar bulana dek.

''Özür dilemekle her şey düzelseydi keşke.'' diye mırıldandı Mihrimah. Ses tonundan anlaşılıyordu bunun bir iğneleme değil de içten gelen bir dilek olduğu. Bu yüzden aynı sessizlikle cevap verdi Asım Enes.
''Hâlâ bir şans vardır belki de.''

Cevap veremedi Mihrimah. ''belki de'' diyecek oldu, diyemedi. Aksini ise asla diyemeyeceğini biliyordu. Sustu.

O uzun süre susunca Asım da sustu. Yanlış bir şey yapmamak adına çıktı odadan ''Mutfağa bıraktım yemeğini'' dedikten sonra. Ardında bıraktığı kızın da tıpkı kendisi gibi yemek yemeğe ne isteği ne mecali olmadığını bilmeden.

Dört saat boyunca yoktu. Döndüğünde saat 12 olmuştu. Yine müsaade alıp odaya girdi ve Mihrimah minderin üzerinde oturduğu için kendisi yatağın üzerine oturdu.

''Neden hâlâ yatmadın? Dinlenseydin.''

Mihrimah bakışlarını ona çevirdi. Her seferinde böyle yapıyordu. Tartışsalar da, kızgın da olsa, kırgın da olsa çekip gidiyor ve döndüğünde hiç bir şey olmamış gibi davranabiliyordu. Nasıl? Bunu nasıl başardığını merak ediyordu.

''Artık iyileştim Asım. Yatakta uzanıp durmama gerek yok. Hatta kafamda bazı sorular var. Müsadenle sormak istiyorum. Geç bile kaldım.''

Başını sallayıp bir yandan da iç çekti Asım Enes. ''Sor.''

Mihrimah, sırtını duvara dayayıp bacaklarını kendine doğru çekti ve kollarını da onların etrafına dolayıp kilitledikten sonra ilk etapta aklına gelen tüm soruları ortaya attı.

''Hamza nerede? Furkan ve Hazal nerede, ne durumda? Ben neden hâlâ buradayım? Ne zaman gidebileceğim?''

Asım Enes, çok az da olsa sevinmişti. Sorular şuan kolay yanıtlayabileceği türdendi.
''Hamza'yı ailesinin yanına gönderdim, yani endişelenmene gerek yok, iyiler. Nerede dersen, sana bunu söylemem gerek sanırım artık. Ama lütfen ne olursa olsun kimseye burada konuştuklarımızdan bahsetme.''

Mihrimah başını sallayıp tamam dercesine onayladığında Asım Enes de kalkıp minderin üzerine geldi ve biraz ötesine oturup o da sırtını duvara yasladı.

''Herhangi bir grubun zarar veremeyeceği ve herhangi bir gruba dahil olmayan güvenli bölgeler var her şehirde. Hamza da amcanlar da orada. Furkan ve Hazal'ı da oraya aldırtmak için emir göndermiştim fakat vardılar mı bilmiyorum. Geri dönüş yapmadılar henüz. Uzun süredir iletişim kuramadık. ''

''Kiminle?''

''O kısmını şuan dahi söyleyemem Mihrimah. Bu gece benden alabildiğin laflarla idare et.''

''Tamam. Peki ben? Burada seninle yaşamayacağım herhalde sonsuza dek?''

Asım Enes, başını ona doğru çevirdi. Suratında hiç bir duygu emaresi seçilemiyordu.
''Yaşasana...''

Mihrimah, bakışlarını az ötesinde oturan adamın suratında gezdirdi. Ne amaçla dediğini anlayamıyordu bunu. Mimikleri hiç bir şey ele vermiyordu. Ama sözcükleri öylesine bırakmıştı ki ortaya!

Gözlerine baktı bu kez. Gözleri sanki yaşarım de der gibiydi.

Mihrimah yine sustu ve başını çevirip duvardaki saate baktı.

Asım sırtını duvardan ayırıp ona doğru döndü.
''Mihrimah, susma. Yaşarım de.''

Mihrimah boğazına düğümlenen neydi bilmiyordu fakat kalbine vuran şey onun da karşısındaki adama doğru dönmesini sağlamıştı. Bakışlarında umut vardı, istek vardı ve yorgunluk vardı.

''Asım Enes.. ben..''
Diyemedi bir şey. Yüreğine yediği vurgun engel olmuştu.

''Evlen benimle.''

Mihrimah şaşırmıştı.
''Ne!''

''Duydun işte, evlen benimle.''

Mihrimah'ın kalbi gümbürdüyordu. Önce heveslense de zihnine Asım'ın onu bıraktığı ânın görüntüsü düştüğünde suratını astı.
''Sen beni se--''

Asım Enes, ne diyeceğini anlamışcasına cümlesini kesip konuşmaya devam etmişti.
''Ben seni seviyorum, Mihrimah. O gün sana o cümleleri söylerken en az senin kadar benim de canım yandı. O kurşun seni vurduğunda da. Eğer sana bir şey olsaydı o şerefsiz de şuan yaşıyor olmazdı. Yarana pansuman yapılırken şu kapının dışında duyduğum iniltiler belki de benim daha çok canımı yaktı.''

''Bu kadar canın yandıysa neden beni bıraktın? Neden ikimizin de canını yaktın?''

Asım Enes, elini ensesine götürüp içinden istemese de lanet okudu.
''Sorun da bu ya. Sana şuan söyleyemeyeceğim şey de zaten bu.''

''Neden?''

''Söyleyemem çünkü. Söylersem daha fazla tehlikenin içine sokmuş olurum seni de beni de. Ama emin ol söylesem beni anlayacaksın.''

''Emin olamıyorum Asım. Sorun da burada. Seni hem seviyor hem de sanki nefret ediyorum.''
Mihrimah üzerindeki kazağın koluyla gözyaşlarını sildi. Asım'ın kendine büyük gelen kazağıyla.

''Nefret et Mihrimah, istediğin kadar nefret et. ''Hem seviyorum'' kısmı yeter bana.''

''Kafamı karıştırıyorsun. Arafta kalıyorum.''

Asım Enes, derin bir nefes daha aldı.
''Bak, her şey bitene dek burada benimle yaşamak zorundasın. Bu şekilde ateşe koşan barut gibi hissediyorum kendimi ama mecburum da seni korumak için buna. Şu evin kapısından çıktığında göreceğin onca adamdan uzak tutmam gerek seni. Bunu her ne kadar bir kısmına uyamasak da Allah'ın koyduğu sınırları aşmadan yapmak istiyorum.''

''Babamın rızası olmadan asla böyle bir şey yapmam.''

''Peki ya babanın rızası olursa?''

''O ne demek? Babamı görme ihtimalim mi var yani?''

Asım Enes, bakışlarını pencereye doğru çevirdi.
''Eğer baban isterse benimle evlenir misin?''

Mihrimah da pencereden dışarıya baktı. Ay vardı...
''Gerçekten benim için en iyisi bu mu olur?''

''Emin olabilirsin.''

''Her neyse. Babamı göremeyeceğime göre buna takılmama gerek yok. Ben uyuyacağım, iyi geceler. '' deyip konuyu kapattı ve hızla kalkıp yatağa girdi Mihrimah. İnce pikeyi çenesine dek çekip gözlerini kapattı. Az önce olanlar tekrar tekrar zihninde tezahür ettiğinden uzun süre uyuyamadı. Asım Enes ise, o uyuyacağım dedikten sonra gitmişti. Mihrimah iyileştiği için artık başında durmuyordu, alt kata gidip orada kalıyordu geceleri. Alt katta da Mihrimah'ın daha önce bir kaç kez gördüğü 19 yaşlarında genç bir çocuk yaşıyordu, Samet.

Kendi kendine konuşup durdu bir süre. ''Allah'ım resmen bana evlenme teklif etti. Kalp krizi geçireceğim düşündükçe. Heyecandan bayılacağım. Ama ya diğer her şey? Onunla evlenirsem, onunla beraber ben de mi böyle sürükleneceğim ordan oraya? Yok canım, elime silah tutuşturmadığı kaldı sanki bi. Yapmaz öyle bir şey... Peki babam? Onun rızası olmadan bunu yapmam. Hem bu işlere böylesine karıştığı için babamın izin de vereceğini sanmıyorum. Diyelim ki her şey tamam, bu durumda nasıl evleneceğiz ki acaba? Evlendirme memurluğu iş yapıyor mudur sanki? Saçmalamayı kesip uyusam iyi olacak.''

Sabah kapıdan gelen gürültüyle uyanmıştı. Gözlerini açıp sesin geldiği yöne doğru baktı. Asım Enes gelmişti muhtemelen. Toparlanıp ''gelebilirsin'' dediğinde Asım direk dolaba yönelmiş ve bir kaç eşya alıp kolunun altına sıkıştırmıştı, duş alacak olmalıydı. Minrimah uykulu uykulu etrafa bakındığı sırada Asım Enes çoktan odadan çıkmıştı. Banyonun kapısının kapanma sesi gelince hızla yataktan çıkıp kendini banyonun kapısının önüne attı ve kapıya sertçe vurdu.
''Asım dursana, henüz sen banyoya girmemişken elimi yüzümü yıkayayım.''

Ağzındaki o acı tadla kalmak istemiyordu bir dakika bile.

Kapı açılıp aralandı, Asım dışarı çıkıp ona yol verdi. Mihrimah içeriye girdi ve elini yüzünü yıkayıp banyodan çıkmak üzere hareketlendi. Fakat kapının önündeyken Asım Enes onu durdurmuştu cümlesiyle.
''Üzerine bir şeyler giy, dışarı çıkacağız.''

''Gerçekten mi? Nereye?''

''Bugün işim yok. Biraz hava alman için etrafta dolanacağız. Burada tıkılıp kaldın. Hem sana uygun bir kaç parça kıyafet de alırız.''

Başını sallayıp onaylarak içeriye girdi ve dolabın kapağını açtı Mihrimah. Asım Enes'e ait olan kıyafetleri karıştırıp kendisine en uygun olanları seçmeye çalıştı. Pantolonların hepsi kendine büyüktü normal olarak. Lacivert bir eşofman altı en uygun olanıydı; onu kenarıya koydu. Siyah bir tişörtü ve siyah deri ceketi de kenarıya ayırdı. Cidden komik görünüyor olabilirdi eşortmanın üzerine giydiği deri ceketle ama umrunda değildi. Dışarıdaki o adamlara hoş görünme niyeti de yoktu zaten; kendine kurşun sıkan herif de aralarındayken!

Odanın kapısı tıklatıldığında ''gelebilirsin'' dedi başını pencereden çevirmeden. Dışarıyı seyrediyordu buradan. Normal bir mahalledeydiler ve insanlar (çoğu erkek olmak üzere) geçip duruyordu genelde caddeden ama şuan etraf boştu.
''Neden kimse yok bugün ortalarda?''

''Saat daha erken de ondan. Nöbet tutanlar hariç herkes uyuyordur şimdi.''
Asım Enes' in sesinden güldüğünü anlayan Mihrimah başını ona çevirdi hızla. Cidden gülüyordu. N'apsaydı yani, onun kıyafetleri ancak bu kadar kendisine oluyordu. Ona inat somurtup saate baktı ve gözlerini belertti. ''Güneş daha yeni doğmuş Asım! Ben de diyorum neden uykumu alamadım. Saate bakmak hiç aklıma gelmemişti. ''

''Hadi, hazırsan gidelim.''

Yanıt olarak kapıya doğru yürümüştü Mihrimah. Evden çıktıklarında heyecanlanmıştı. Kendini özgürlüğüne kavuşmuş bir mahkûm gibi hissetmişti. Yüzüne vuran güneşe doğru elini uzattı ve gülümsedi. Asım Enes'in arkasından yürüyüp onu takip etmeye başladı. Bir yandan da etrafı inceliyor, gittikleri yerleri kafasına yazmaya çalışıyordu. Mahalle bayır bir yerdeydi ve onlar bayır aşağı iniyorlardı. Kafasını sağ tarafa doğru çevirdiğinde iki evin arasından gördüğü mavilikle adımlarını durdurdu.

''Asım, burda deniz mi var?!''
Heyecanla ve çocukça bir neşeyle söylediği cümle üzerine Asım Enes gülümsemişti.
''Hayır Mihrimah, deniz değil göl. Epey büyük bir göl. Bu arada, Asım değil Enes.''

Deniz veya göl fark etmezdi. Mutlu olmuştu sonuçta. Çok yakındı hem de ya! Şu üç dört evin hemen arkasında.
''Ası-- şey yani Enes. Gölün kıyısına gideriz değil mi?''

''İşlerimizi hallettikten sonra gidebiliriz.''

Son günlerde duyduğu en güzel şey buydu. Kocaman gülümsemesini serbest bırakıp gittiği yerleri öğrenmeye çalışma planını unutarak dalgaları ve gölü seyretmeye başladı görebildiğince.

Bir süre sonra Asım Enes ''Boynun kopacak o tarafa bakmaktan. Önüne bak Mihrimah, zaten götüreceğim seni oraya.'' diye kibarca azarladığında bunun nedeninin göle bakayım derken yavaşlaması olduğunu fark etti.

Bir dükkanın önünde durdular. Asım Enes kapıyı tıklattı. Ses gelmeyince daha sert vurdu. Az sonra genç bir kız kapının arkasından görünmüş ve kilidi açıp kapıyı aralamıştı. Belli ki uykusundan uyandırmışlardı kızı.

''Enes, bu saatte burada ne yapıyorsun? ''

Asım Enes, içeri girer girmez raflardaki kıyafetleri karıştırmaya başlamıştı. Yeşil bir hırkayı eline alıp Mihrimah'a doğru tuttu ve bir yandan da kıza cevap verdi.
''Sana da günaydın Tuğba. Kusura bakma uyandırdık ama acil kıyafet bakıyoruz. ''

Hırkayı omzuna atıp bir başka hırkaya bakmaya başladı. Onu da Mihrimah'a göstermek üzere ona doğru döndüğünde öylece dikildiğini gördü ve göz devirdi.
''Sana kıyafet alıyoruz, bana değil. Kendin seçmeye ne dersin? Ben sadece işi kolaylaştırmak adına yardımcı oluyorum.''

Mihrimah başını sallayıp içinden gıcık demeyi ihmal etmeden kendine uygun bir şeyler seçmeye başladı. Bir kaç pantolon, bir kaç tişört ve penye, Asım'ın seçtiği hırkalar ve ceket, çorap.

Asım'a döndüğünde askılardaki elbiseleri karıştırdığını gördü. Üç tane elbiseyi koluna asıp o da ona dönmüştü. Asım Enes, Mihrimah'ın yanına gelip elindeki elbiseleri ona uzattı.
''Sen bu elbiseleri ve pantolonları dene bakalım olacaklar mı? Ben birazdan geliyorum.''

Asım Enes'in uzattıklarını alıp kabine doğru bir iki adım atmıştı ki geri döndü.
''Enes!''

İsminin seslenilmesiyle kapıdan çıkmak üzere olan Asım durdu ve arkasına döndü.
''Efendim Mihrimah? ''

Mihrimah'ın ses tonundan korktuğu anlaşılıyordu. Burada yalnız kalmak istemiyordu.
''Nereye gidiyorsun?''

Asım Enes sesine güven verircesine bir hava katıp ''Yan dükkandayım. Hemen burda.'' dedi ve Mihrimah başını sallayıp onaylayınca gitti. Mihrimah da kabine girdi. Elbiseleri astığı sırada aklına gelen şeyle kabinden geri çıktı.

''Ne oldu? Bir sorun mu var?''

Az önce Asım'ın Tuğba dediği kızın yanına doğru yürüdü Mihrimah.
''Şey, yalnız kalmışken ve o gelmeden iç çamaşırı da almam lazım. Nerdeler?''

''Tamam, hallederiz dert etme. Tezgahın arka tarafına gel.''

Bunu da halledip kabine geri girdi ve pantolonları denedi. Bir tanesi olmamıştı, bir beden büyüğünü istedi. Elbiseleri denemek üzre ilk eline gelene önce bir göz gezdirdi. Toz pembe, sade, etekleri pileli bir elbiseydi. Yalnızca sağ omzunda küçük bir gül detayı vardı. Diğer elbise de mavi, ince çiçek desenli ve şıktı. Sonuncusunu eline aldığında dudaklarını ısırdı. Kırık beyaz, bileklerine dek gelen, etekleri tülden kat kat ve çok güzeldi. 'İyi de bunu nerede giyeceğim sanki?'

Kıyafet işi hallolduktan sonra ellerindeki poşetlerle ayakkabıcıya girdiler. Bir çift de ayakkabı alıp geri çıktılar. Poşetleri eve bırakmaya gittiklerinde Mihrimah yeni aldığı pantolon ve tişörtlerden giymiş ve tekrar dışarı çıkmışlardı.

Gölün kenarına vardıklarında ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarıp suya adım attı Mihrimah. Paçalarını biraz kıvırıp ilerledi. Güneş parlasa da sert bir rüzgar vardı. Hava serindi.

''Çok ıslanma, hasta olursun.''

Mihrimah gülümseyen suratını ona çevirip omuz silkti. Hasta olmak umrunda değildi.

Mihrimah biraz vakit geçirdikten sonra Asım Enes kahvaltı yapmadıklarını hatırladı.
''Mihrimah! Yiyecek bir şeyler alıp gelelim olur mu?''

Asım Enes kendisine seslenince ona doğru döndü.
''Sen alıp gel. Burdan bir yere ayrılmam. Söz!''

Asım Enes'in içi rahat etmese de, Mihrimah ısrar ettiği için kabul etti. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. İki sandviç alıp bir termosa çay da koydurduktan sonra tekrar göl kenarına doğru yöneldi. Etraf kalabalıklaşmıştı. Biraz daha durup eve gitseler iyi olacaktı.

Karşısına asker üniforması giymiş bir genç çıkıp onu durdurdu.
''Enes, Askök seni arıyordu. Göl kenarında dedim, o da oraya gitti. Sen nereden geliyorsun, demin orada değil miydin? ''

Asım Enes, duyduğu cümle üzerine Mihrimah'ı bıraktığı yere doğru koşmaya başladı.

Mihrimah ayaklarından başlayıp tüm vücuduna yayılan serinliğin etkisiyle gözlerini kapamış, kendi etrafında dönüyordu. Biraz üşümeye başlasa da sorun etmiyordu. Nasılsa az sonra Asım gelip ona artık sudan çıkması gerektiğini söyleyecekti.

Gözlerini açıp uzaklara doğru baktı. Çok dalga vardı. Suyun içindeki kırmızı bir taş dikkatini çekince eğilip onu aldı. Elindeki taşa bakıp gülümseyerek doğruldu ve arkasına döndü. Asım geldi mi diye dönmüştü fakat karşısında kabuslarında gördüğü adam vardı. Soğuk suyun yapamadığını o yapmış, tüm hücrelerinin buz kesmesini sağlamıştı bakışlarıyla. Onu vuran adamdı bu. Aptalca sırıtıyordu.

''Güzel kızımız iyileşmiş bakıyorum. Çok da mutlu görünüyorsun.''

Mihrimah ürpererek iki adım geri gitti. Fakat adam bunu umursamayıp ona doğru geldi tekrar.
''Neden yalnızsın burda? Kaderin bana olan bir cilvesi mi yoksa bu?''

Adamın ne yapmaya ve ne demeye çalıştığını anlamasa da iyi niyetli olmadığı anlaşılıyordu. Tekrar geri doğru adım attı fakat o da üzerine geliyordu. Korkuyla etrafa baktı. Neredeydi bu Asım Enes!?
'Keşke onunla gitseydim'

''Ha, bu arada adın neydi senin güzelim?''

''Sanane. Defol git buradan.''
'Tebrikler Mihrimah sonunda çeneni açabildin.'

Adam küçük bir kahkaha attı ve tekrar ona doğru büyük bir adım attı. Mihrimah korkuyla geri gittiğinde ayağı büyük bir taşa takılmış ve düşmüştü. Avuçlarına taşlar batmış, üzeri sırılsıklam olmuştu ve saçlarının uçları da ıslanmıştı.

Dizlerindeki ve avuçlarındaki acıya aldırmamaya çalıştı. Özellikle de ameliyat yerindeki ağrıya... Başını kaldırıp saçlarını önünden geri ittiğinde adamın kendisine doğu eğilmiş, elini uzattığını gördü. Onun elini tutacak değildi!

''Hadi ama, seni vurmuş olabilirim ama şuan bunun bir hata olduğunu anladım, merak etme. Büyük bir hata. Ver elini de ayağa kalkmana yardımcı olayım.''

Endişe ve korkuyla yoğrulmuş ruhuna gözyaşları eşlik etmeye başladığı sırada bir elin dirseğini yavaşca kavradığını hissetti ve başını çevirdi. İçindeki korku geri doğru çekilmeye başlamış, yerini güven duygusuna bırakmıştı. Dirseğinden kavrayan el yardımıyla ayağa kalktı. Asım Enes onu karşısındaki adamdan sakınmak istercesine arkasına almıştı. Mihrimah bundan memnundu.

''Oo Enes, hoş geldin. Ben de nerede bu çocuk diyordum.''

Asım Enes'in sesi gür ve sertti onunla konuşurken.
''Beni arıyormuşsun. Ne istiyorsun?''

''Pazar gecesi bir haftalık göreve gideceksin. Grubun başına seni koymaya karar verdik. ''

Asım Enes, gitmesini istediğini belirtircesine ''Detayları yarın konuşalım. Bugün boş günüm.'' dedi ve sert bakışlarını adama yolladı.

''Tamam öyleyse. Gideyim.'' deyip son kez Asım'ın arkasına doğru bir bakış atsa da kızı göremeyerek uzaklaştı oradan. Adamın arkasından küfreden Asım Enes, suratının ortasına yumruk geçirmemek için kendini zor tutmuştu.

Olduğu yerde geriye doğru döndü ve sırılsıklam olmanın yanı sıra korkmuş Mihrimah'a baktı.
''İyi misin Mihrimah? ''

Mihrimah bakışlarını kaldırdığında Asım'ın parıldayan gözleriyle karşılaştı. Güneş gözlerinin içine vuruyordu. Başını sallayıp ''Evet. Teşekkür ederim Asım Enes.'' derken ona sarılıp ağlamamak için kendini çok zor tuttu.

Asım Enes, üzerindeki ceketi çıkartıp Mihrimah'ın omuzlarına bıraktı.
''Gidelim de üzerini değiş hasta olmadan.''

Mihrimah başını salladı yine ve Asım'ın yanından yürümeye başladı. Asım Enes, çimlerin üzerine bir nevi attığı iki poşeti yanlarından geçerken aldı. Kendi kendine söyleniyordu gerekirse zorla peşime götürseydim diyerek.

°|A. Cahit Zarifoğlu|

Loading...
0%