@sukunettekelimeler
|
Sabah yağan yağmura inat öğlen güneş parlamaya ve ısıtmaya başlamış, hâlâ da bu görevine devam ediyordu. Mihrimah bahçedeki kuru banklardan birinde oturmuş, gözlerini yummuş ve kuşların sesini dinlemeye çalışıyordu. Araba sesleri biraz engel oluyordu maalesef kuşları duymaya. Ama yine de kararlıydı, duyabildiği kadar duyacaktı. Bir kamyonet sesi üzerine kızıp kendi kendine sitemle mırıldandı. ''Duyamıyorum kuşları şu gıcık araçlar yüzünden!'' ''Kuşlar en güzel nerede duyuluyor, en güzel nerede ötüyor biliyor musun? Mezarlıklarda.'' Yine yüreğini hoplatan ses ulaşmıştı kulaklarına. Bir insanın ses tonu dahi farklı gelebilir miydi cidden kulağa, yoksa kendi hislerinin abartısı mıydı? İki haftadır ortalarda yoktu ve tam da nerede bu çocuk derken çıkmıştı yine işte ortaya. Üstelik yanıbaşında! ''Ölümün sessizliği var ya, ondan.'' diye devam edip bankın diğer ucuna oturdu. ''Çok iç kararttım dimi? Çikolata? Biraz tatlı iyi olur en azından. Fındıklı sever misin?'' ''Severim.'' dedi Mihrimah ve uzattığı çikolatayı alıp paketini açtı. Âsım Enes bir an düşündü. Sonra zihninden geçenleri çekinmeden kelimelere döküverdi. Gittikçe kötülük dolan şu dünyada güzelliğe dair bulduğu bir umut kırıntısı vardı, onun peşinden gidecekti. ''Yok.'' ''Sabah erken kalkmak sorun olur mu peki?'' ''Hayır.'' Ters bir tekpi almaktan korksa da tuttuğu nefesini dışarı salıp son cümlesini de ortaya attı : 'Daha dünden razı gibi bir ses tonu kullanma Mihrimah.' ''Kuşları rahatça duyabileceğin bir yere.'' Mihrimah sessiz kaldı bir süre. Çünkü düşünmeden kabul etmiş bulunuyordu bu diyalogla, teklifini. Ama gitmeli miydi? Hiç olmadı bir bahane bulurdu eğer gitmeyecek olursa. Şimdilik böyle kalsındı planları. ''Mihrimah?'' Esin arkadaşının yanında Âsım Enes'i görünce direk ona hitaben konuştu. Âsım Enes başını salladı. Esin, arkadaşını kolundan tutup çekeledi bahçenin diğer köşesine. ''Ben de bilmiyorum ki. Bilsem!'' ''Neyse, bunu konuşuruz sonra. Haberleri izledim az önce, ortalık kızışıyor. Millet karşı görüşe saygı denen şeyi unutmuş, birbirleriyle kavga edip duruyorlar. Ne olacak böyle? '' ''Bilmiyorum... Birilerinin mantıklı olması gerek. Bizi birbirimize kırdırtmaya çalışıyorlar. Büyük bir oyuna sokmaya çalışıyorlar Esin.'' ''Farkındayım. Ama herkes farkında mı o meçhul. '' ☁☁ Sabahın köründe kalkmıştı ve ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Esin'e de bahsetmeye vakti olmamıştı ki ondan akıl alsaydı. Uzun süre mantığıyla duyguları çatıştı. Sonuçta o iki buçuk yıldır uzaktan uzağa sevdiği adamdı. Dayanamazdı eline geçen onunla vakit geçirme fırsatını geri tepmeye. Bir kere de pişman olacaksa yapmadığı değil yaptığı bir şey yüzünden pişman olsundu en azından. Ne yapması gerektiğini deģil ne yapmak istediğini düşünecekti. ''Evet evet, bu kez içimden geleni yapacağım.'' deyip dolabın kapağını açtı ve kıyafetlerine kararsızca baktı. Ne giyseydi ki? Lacivert kot pantolonunu, üzerine koyu yeşil kazağını giydi. Kazağının sol tarafında küçük bir gül vardı, onun haricinde sadeydi. Sade ve zarif şeyleri severdi. Lacivert kabanını da üzerine alıp atkısını boynuna doladı. Sırt çantasını takıp şemsiyesini eline aldı. Durağa dek şemsiyeyle yürüdü. Bir aralık şemsiyeyi indirdi ve başını gökyüzüne kaldırıp yağmur damlalarının suratına vurmasına izin verdi. Bunu sık sık yapardı. Bu kez çok ıslanmaması lazımdı bu yüzden kısa süre sonra şemsiyesi tekrar yukarıdaki yerini almıştı. Durağa gelince şemsiyeyi kapatıp suyu aksın diye kenarıya yasladı. On dakika erken gelmişti. Gecikmeyi de, birilerini beklemeyi de sevmezdi. Gecikmektense beklemeyi tercih ederdi yine de. ''Hem bu sırada şemsiyem kurur.'' Önünde gri güzel bir spor araba durdu. Arabanın camı açılınca istemsizce oraya baktı. Bu arabanın, Âsım Enes'in olmasını beklemiyordu. Bir öğrenciye göre epey pahalıydı. Âsım Enes'in işareti üzere öne oturmuştu ve kemerini takıp heyecanını bastırmak için elleriyle oynamaya başladı. İkisi de sessizdi ve teyipten gelen ses eşlik ediyordu bu sessizliğe. Çalan şarkı bittiğinde gidecekleri yere varana dek ingilizce şarkılar çalmıştı. Aralarından bir tanesini Mihrimah çok beğenmiş ve ismini sormuştu. Bunun gibi kısa diyaloglar haricinde sessizdiler. Yol kenarındaki binaların yerini ağaçlar ve gökyüzü aldığında camı açtı Mihrimah, elini dışarıya çıkarıp gözlerini kapattı ve rüzgarı hissetti. Çalan şarkının ingilizce olmasından mıdır nedir, ''close your eyes and feel the wind'' diye geçirdi içinden. gözlerini kapat ve rüzgarı hisset Rüzgar eline vurdukça yaşadığını hissediyordu. Özellikle gece yolculuklarında bunu yapardı babasıyla bir yere giderken. Sadece elini çıkarmaz başını camdan çıkarıp geri yatırır ve gökyüzünü seyrederdi. Rüzgar suratını buz gibi eder, gözlerinin kısılmasına neden olurdu ama o yine de içeriye girmez, yıldızlara ve Ay'a bakmaktan mutluluk duyardı. Âsım Enes yoldaki bakışlarını yanındaki kıza çevirdi. Mihrimah rüzgarın vurduğu eline bakıp gülümsüyordu. Âsım Enes de onun bu haline bakıp gülümsedi. Bu kıza karşı içinde farklı bir şeyler vardı. Uzun süredir çözememiş olsa da, sonunda içinden geldiği gibi davranmaya karar vermişti ve işte şimdi yanındaydı. Mihrimah muhayyilesinde dolanıyor, zihninde kendi kendine konuşuyordu. Araba yavaşlayınca Mihrimah duracağını anlayıp elini içeriye soktu ve camı kapattı. Pek konuşmamışlardı belki ama güzel bir yolculuk olmuştu. Hem her şey sözcüklere dökülmeli değildi. Arabadan indiler. Kuşlar şuan bile gayet güzel duyuluyordu. Arka kapıyı açıp içeriden bir çanta aldı ve sırtına taktı. 'Ben gerçekten salağım. Ya burada hiç insan olmasaydı? Ya yanımdaki insanın niyeti kötü olsaydı? Neyime güvendim acaba? İki buçuk yıldır sadece tanıyorum diye bir insana güvenilir mi? Hem de sadece ismini tanımak, yalnızca uzaktan görmek! Sadece bir kaç kez iletişim kurduğum halde!' diye kendine söylenmeye başladı. Bu düşünceler rahatsız hissetmesine sebep olmuştu. Çünkü bunu kendine olan kızgınlığından ötürü yapıyordu. Âsım Enes etrafına bakıp gülümsedi. Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuştu. Derin bir nefes çekip doldurdu ciğerlerini. Mis gibi temiz havası vardı buraların. Geçmişten sıyrılıp bulunduğu âna döndü. Mihrimah etrafı inceliyordu. ''Varım.'' Âsım Enes güldü. ''Sanki.'' Âsım Enes, Mihrimah'ın yanında durdu. Âsım Enes, Mihrimah'ı geçiyordu ki Mihrimah son anda tabana kuvvet, geçti onu. İkisi de nefes nefese kalmış, soluklanmaya çalışıyorlardı. ''Tebrik ederim..'' diye kesik kesik mırıldandı Âsım Enes. ''Teşekkürler.'' ''Sana kötü bir haberim var. Şu tepeciği görüyor musun? Şimdi oraya çıkacağız. '' Mihrimah, gösterdiği yere baktı. ''Sadece çok bayır.'' ''Ona da ben karar vereyim o zaman.'' ''İyi, hadi bakalım. Buyrun önden. '' Tepeciği çıktıklarında ikisi de devrilmiş bir ağacın kütüğünü gözlerine kestirip ona yaslandılar. Nefes nefese konuştu Mihrimah. ''Gerçekten çok dik bir bayırmış.'' Âsım Enes başını sallayarak arkasına iyice yaslandı. Mihrimah gülümsedi ve gözlerini yumup etraftaki seslere dikkatini vermeye çalıştı. Âsım Enes de aynını yaptı. Uzun süre orada durup doğayı dinlediler, Ruh'a iyi geleni. Düşüncelerinden uzaklaşıp başka dünyalara dalmışlardı sanki. Sessiz, sakin ve dertsiz bir dünya. Yalnızca o ân ikisinin olduğu, her gün haberini aldıkları o kötü şeylerin olmadığı bir dünya. Âsım gözlerini daha önce açtı. Suratına güneş vurduğu için rahatsız olmuştu. Başını sağ tarafına çevirdiğinde Mihrimah'ın tebessüm eden suratına da güneş ışınlarının misafir olduğunu gördü. Elini kaldırıp gölgesinin onun suratına düşmesini sağladı. ''Hey, güneşim nereye gitti?'' deyip gözlerini açtı Mihrimah. Yanındaki adamın eliyle gölge yaptığını görünce bakışlarını karşıdaki manzaraya dikti. ''Rüzgarı hissetmeyi seversin, güneşi hissetmeyi seversin. Koşuda iyisin. Fındıklı çikolata da seviyoruz. Hee kuşları dinlemeyi ve yağmurda yürümeyi de. Başka? '' ''Buğulu cama yazı yazmayı da severim.'' ''Aa evet, onu saymayı unuttum.'' Mihrimah biraz sustu ve karşısındaki güzel gökyüzüne baktı. ''Burdan geceleri yıldızlar ve Ay da çok güzel görünür değil mi?!'' dedi heyecanla. Âsım Enes güldü. ''Sen hiç seyrettin mi?''' ''Bir kaç kez.'' ''Sen neleri seversin peki?'' ''Bir ara sayarım.'' deyip göz kırptı ve yanındaki çantayı kucağına aldı. ''Ben de. Etrafta bir şeyler alabileceģimiz yer olmadığını bilseydim kendim yiyecek hazırlardım.'' ''Sorun yok, ben hazırlıklı geldim. Ama bir ara senin hazırladıklarından yemek güzel olur. Borcun olsun.'' Bir süre daha orada vakit geçirdikten sonra çıktıkları tepeden indiler. Mihrimah telefonuyla fotoğraf çekmeye başladı. Etrafı çekiyordu. Aslında içten içe Âsım Enes'i de çekmek istiyordu lakin çekiniyordu. ''Ver ben seni çekeyim.'' deyip elini uzattı Âsım Enes. Mihrimah, elindeki telefonu onun avcuna bıraktı. Âsım Enes, önce Mihrimah'ın fotoğrafını çekip sonra telefonu ön kameraya aldı ve ikisinin aynı karede olduğu bir kaç poz daha yakaladı. Telefonu sahibine geri uzatıp işaret parmağını kulübelerin olduğu tarafa doğru uzattı : ''Sıradaki hedefimiz şurada.'' ''Nereye gidiyoruz, ne var orada?'' ''Sabret ve öğren. '' ''Ben sabırsız biriyimdir.'' Âsım Enes güldü. Kulübelerin yanlarından geçtiler ve dar bir patika yola girdiler. Mihrimah, yılan çıkar diye biraz ürkmüyor değildi hani. Etraftaki ilk kez gördüğü bir iki çiçeğin fotoğrafını çekti. Sonra da önden yürüyen Âsım Enes'i. Az evvel nasılsa o da çekmişti yani sorun olmazdı. Nereye gittiklerini de duyduğu su sesinden tahmin etmişti. Dere gibi bir şey vardı muhtemelen buralarda. Tahmininde yanılmamıştı da. Âsım Enes yürümeyi kesip çömeldiğinde o da aynını yaptı. Suyun şırıltısı onlara eşlik ediyordu. Ellerini suya soktular, çok soğuktu. Yine de eliyle suyu ve soğuğu hissetmekten geri durmadı ikisi de. Suratına âniden soğuk su damlacıkları vurunca Mihrimah gözlerini yumdu ve kolunun tersiyle yüzündeki ıslaklığı sildi. ''İyi ama ben suratıma su sıçratılmasından nefret ederim!'' Gülmesinden anlaşılıyordu ki bunu bilerek yapmıştı Âsım Enes! Elini suya gelişigüzel daldırıp yanındaki genç adamı ıslattı. Fakat onun umrunda dahi olmamıştı ıslanmak. Tepki vermemesine kızıp tekrar su attı. Yine tepkisizlik görmesi üzerine Âsım Enes'e kötü bir bakış attı. ''Sinir bozucu..'' diye mırıldanıp çömeldiği yerden kalktı ve geldikleri yöne doğru yürümeye başladı. Yavaş yavaş gitselerdi iyi olacaktı zaten. ''Küs müyüz? '' deyip yanında bitmişti bile Âsım Enes. ''Hayır tabiki.'' ''İyi mâdem.'' ''Haa bu arada, '' derken durdu ve Âsım Enes'e döndü yüzünü. Âsım Enes küçük bir kahkaha attı. Mihrimah hafifçe tebessüm edip bir şey düşünüyormuş gibi yaptı. ''Sevindim. Affetmeseydin n'apacağım hakkında bir fikrim yoktu açıkçası.'' Mihrimah hiç bir şey demeden tebessümünü gizledi ve arkasına dönüp yürümeye devam etti. Ardında bıraktığı adamsa gözleri kısılmış, hâlâ âşikar bir şekilde gülüyordu. ☁☁ Güzel vakit geçirmişlerdi. İkisine göre de ''güzel'' sözcüğünü kullanmak yetersiz bir sıfattı. Fakat şuan o güzel vakitlerin acısı çıkıyordu Mihrimah için. Ne zaman çok dolaşsa, yorulsa, çok eğlense, aynı günün akşamı her yeri ağrırdı ve gece uyuyamazdı. Şimdi de uyuyamıyordu. Başı zonkluyordu. Hap içse de geçmemişti hâlâ. Midesi bulanıyordu. Uyuyamamaktan nefret ediyordu. Sanki bir karanlık onu içine çekiyordu ve organlarını sıkıyordu. Tüm bu rahatsız edici hislere rağmen sabaha karşı uyuyakalmıştı sonunda. Geç uyuyunca da geç kalkmıştı hâliyle. Kahvaltısını yapıp evi topladı. Babası belli ki erken çıkmıştı yine. Sabahları erkenden giderdi hep. O kadar ne işi vardı kendisi de bilmiyordu doğrusu. Akşamları bazen erken bazen gece yarısı geldiği oluyordu. Babasının varlığı ile yokluğu bir gibiydi. Mesela dün bir erkekle vakit geçirdiğini bilse kızardı. Fakat kendinden haberi dahi yoktu ki. Sevmediğinden değil, babasının kendini sevdiğini biliyordu fakat fazla meşguldü. İçeriye geçip televizyonu açtı ve bir haber kanalında durdu. Bir pastaneye silahlı saldırı. / A şehri Ve dahası.. Şu hâle bak. Ülke gittikçe kızışıyor. İnsanların aklı nerede? Din özgürlüğü nerede? Siyasi özgürlük nerede? Herkes özgürlük diyor ama yaptıkları tek şey kendilerini özgür kılıp başkalarını kısıtlamak. Silahlı saldırı nedir Allah aşkına! Kavga nedir! Bina yakmak nedir! Empati yeteneğini kaybetmiş herkes. Hayır yani en önemlisi, herkes vicdanını kaybetmiş. İnsan nasıl olur da sırf farklı düşüncelere sahip oldukları için bir başkasının canına ve malına zarar verir? Ülke bir kaosa gidiyor resmen ve bunu çok az kişi farkediyor. Resmin büyüğünü görenlerin sayısı gerekenden az! Bir iç çekti. Korkuyordu. Bu gidişattan çok korkuyordu. °|A.Cahit Zarifoğlu| |
0% |