@sukunettekelimeler
|
Yaklaşmaktasın ve / Âsım Enes'le ortak olduğu anılarının ve ânlarının çoğalması bir yanında mutluluk bir yanında endişeye sebep oluyordu. Üç aydır yine anılar biriktirmişlerdi. Basit şeylerdi. Tek abartısı düşünmeden kabul ettiği o kuşları duyma gezisi olmuştu. Ondan da pişman değildi. Otobüsün buğulu camına bir şeyler yazarak konuşmak, sevdikleri şeylerden bahsetmek, beraber çikolata yemek, bir kitap hakkında konuşmak veya ülkenin gidişatından duydukları endişeleri belirtmek gibi basit şeyler. Aslında basit olmayan... Dersten çıkıp durağa doğru yürüdü Mihrimah. Genelde onunla karşılaşmış olmaları gerekiyordu ama şuana dek ses seda yoktu. Otobüs gelince arkasına son kez bakıp onu göremeyince bindi ve bir eksiklik hissi içinde boş olan ikili koltuklardan birine oturdu. Cam kenarına doğru kayıp buğulu yüzeye baktı. İçinden ne çizeceğini düşünürken Âsım Enes'in yine ayakta durup kendisini oturttuğu bir gün, ki o gün dündü, cama yazdığı ''otobüsleri sevmiyorum aslında'' yazısı aklına geldi. Kendisi altına ''ben de'' yazmıştı. Camın buğusunda bir konuşma başlamıştı. Acaba dün öyle yazmış ve sonra pişman olduğu için mi bugün ortaya çıkmamıştı? Cama bir şey yazası gelmedi. Yanına birinin oturduğunu farketti fakat kafasını çevirip bakmadı. Buğunun ardından dışarısı ne kadar görünüyorsa o kadar dışarıyı seyretmeye çalıştı. Morali bozulmuştu. Suratının az ötesinden bir kol uzanınca ürktü çünkü düşüncelere dalmıştı. Kafasını çevirip baktı. Âsım Enes yine gülümsüyordu ve yanındaydı. Az önceki tezi çürüdüğü için mutluydu. Fark ettiği bir şey daha vardı ki aslında dışarıdan bakıldığında hiç de gülümseyen bir tip değildi Âsım Enes. Neden ona gülümseyip duruyordu peki? Cama bir şey mi yazdı yine diye cama doğru döndü ve baktı, baktı, baktı. Yapabildiği şey otuz saniye kadar daha bakmak olmuştu. Camın buğusunda bir kalp duruyordu çünkü. (♡) Soru işaretleriyle dolu yüzünü yanındaki adama çevirdi. Ne tepki vereceğini bilemiyordu. Basit bir çizim miydi yoksa anlam yüklemeli miydi? Henüz bir şey sormak için ağzını açmamıştı ki bir teyze sağ olsun ortamı un ufak edip dağıtmıştı. ''Oğlum kalk da ben oturayım. Siz gençsiniz. Bacaklarım tutmuyor vallahi.'' Âsım Enes elmecbur kalktı ve teyze oturdu. Mihrimah soru işaretleri ile kaldı. Durağına geldiğinde inmek için ayağa kalktığında Âsım Enes'in yanından geçerken, ismini seslenmesiyle durdu. ''Mihrimah.'' Yağmur damlaları sertçe yeryüzüne vuruyordu ve sesler çıkarıyordu. En güzel kısmı ise yağmurun kokusuydu. Gözlerini yumup derin bir nefes çekti içine. Bir süre öyle kalıp gözlerini açtı ve elindeki poşete baktı. Kararsızlığını yenip poşeti açtı. İçinde bir kırmızı karanfil ve bir de kitap vardı. Kitabı eline aldı, ilk sayfalarını çevirdi. Kitabın ilk sayfasında adı yazıyordu : Âsım Enes Koçyiğit. Kitap onun olmalıydı. Ona ait bir kitap şuan kendi ellerindeydi, o vermişti! Bir de not kağıdı yapıştırılmıştı, üzerinde sayılar vardı. Muhtemelen sayfa numaraları. 87. sayfayı açtı. Sayfanın sonunda, altı mavi bir kalemle çizilmiş son iki satır dikkatini çekti ve ilk olarak onları okudu : Gövdem yara dolu Not kağıdında yazan diğer bir sayfaya baktı : 92 Aşkımla boyun boyuna bir ejderhayım 115 : Yedi adam biri bir gün 263 : Yanmış kül olmuş yine de 368 : Sen sevgileri göğüsle ve ne olur anla. 446. sayfayı açıp altı çizili son şiiri de okuduğunda gözleri buğulanmıştı tıpkı soğuktan buğulanan camlar gibi. Lakin soğuktan değildi gözlerinin buğusu, kalbinin sıcacık olmasındandı bu soğuk havalarda. ... Mihrimah yarı ağlar yarı güler bir şekilde önündeki satırları bir kez daha okudu. Kitaba sarılmak geldi içinden. Âsım Enes'e sarılamayacağını bildiğinden, bu isteği geri itmek veya saçma bulmak yerine, gerçekleştirdi. Kitaba sarıldı ve içinden şükretti. Kitabı özenle önce poşete sonra sırt çantasına yerleştirdi. Şemsiyesini çantasından çıkarmaya dahi gerek duymadan kendini sokağa attı. Başını geri atıp suratına vuran yağmur tanelerini hissetti. Kollarını iki yana açtı. Kendi etrafında döndü bir süre. ''İnsanlar görse deli sanacak beni. Deli mi?! Hah, çok da umrumda sanki. Yağmuru sevmek ve onunla vakit geçirmek delilikse deliyim evet. Hem ben mutluyum bikere! Kimse umrumda değil. Bugün ayın kaçıydı? 15 Mayıs! Bugün, sevdiğim adamın da beni sevdiğini öğrendim. Allah'ım sana çook teşekkür ederim! Çok teşekkür ederim. Çoook! Her şey için!. Her şeye rağmen mutlu olacak şeyler var dünyada. '' ☁☁ ''İnsanlar kafası güzel olunca böyle hissediyor bence. '' diye geçirdi içinden üniversitenin koridorunda yüzünde gülümsemeyle üçüncü kez turlarken. 'Nerede kaldı bu Esin ya! Ağaç oldum burda.' ''Kızım sen iyi misin? Niye öyle gülüp duruyorsun kendi kendine? Ateşin mi var?'' 'Heh sonunda geldi işte!' ''Yoo ateşim yok canım, kafam güzel.'' deyip elini Esin'in omzuna attı ciddi bir şekilde. Esin'in kaşları çatıldı. Mihrimah'a bu cümle üzerine içinde bir burukluk hissetti fakat nedenini bilmiyordu. Dikkat etmiyor muydu? Evet ediyordu. O bilmese de, burukluğun sebebi eksik öğrendiği bazı şeylerdi. Mesela bir erkekle fiziksel temasına dikkat ediyordu çünkü bunun yanlış olduğunu biliyordu. Fakat bir erkekle vakit geçiriyordu çünkü bunun doğruluğu yanlışlığı ona öğretilmemişti. Eksik olan şeyleriydi o burukluğu içinde oluşturan. ''Ee neden gülüyordun bakalım? '' Gülme sebebi aklına gelince burukluğu unuttu ve Esin'e sarıldı. Her şeyi anlattığında Esin bir süre şaşkınlık içinde güldü. ''Vay be!'' deyip durdu, sonunda arkadaşının anlattığı her şeyi tekrar kafasından geçirip, oluşan sorunu ortaya attı. ''Şimdi Mihrimahcım, işe senin gözünden bakınca, sen onu seviyorsun ve onun da seni sevdiğini biliyorsun, gayet güzel, okey. Ama onun gözünden bakarsan eğer çocuk seni seviyor ama senin onu sevip sevmediğini bilmiyor.'' Esin tek solukta kurduğu cümle üzere derin bir nefes aldı. Mihrimah işin bu kısmını düşünmemişti. ''Valla ben bu konuda bilgisizim. Ben de senin kadar bilmiyorum yani ne yapacağını. '' ''Ya Esin bir şey düşün. Ben öyle karşısına geçip seni seviyorum diyemem ki kimseye.'' ''Düşünürüm de mantıklı bir şey bulabileceğimi sanmıyorum. Off, bak şimdi sitres yaptım. Gel bi çay içelim.'' ''Olur vallahi.'' deyip Esin'in teklifini kabul etti ve çaylarını güzelce yudumlama hayalleri eşliğinde kantine dek indiler tâ ki ortamdaki karışıklığı fark edene dek. Her kafadan bir ses çıkıyordu. İnsanlar ayaktaydı. Birbirlerine bir şeyleri hararetle anlatmaya çalışan iki farklı grup söz konusuydu. Kızlar şaşırıp kalmıştı. Esin, Mihrimah'ı kolundan tutup çekelediği sırada ; Mihrimah'ın bakışları kalbini teslim ettiği adamdaydı. Onu ilk kez bu denli ciddi bir surat ifadesine bürünmüş halde görüyordu. ''Hadi gidelim Mihrimah. Burada ne olacağı belli değil. Gel. '' Mihrimah kolunu kurtardı. ''En azından şu kenarıda duralım.'' ''Tamam.'' deyip kenarıya doğru geçti Esin'in yanına. Âsım Enes'i gözden kaybetmişti. Bakışları etrafta onu ararken, âniden birinin birini omzundan iteklemesiyle ortalık karıştı. Henüz birinci sınıf olduğunu belli eden kırmızı montlu çocuk, kendi sınıflarındaki Berkcan denen bir çocuğu ittirmişti. Berkcan tekin bir tip değildi. Sinirlenmiş hâli de pek tekin olmasa gerekti. Berkcan, kırmızı montlu çocuğun üzerine yürüdü fakat bir kaç kişi onu tutup bir şey yapmasına engel oldu. Heh sonunda Âsım Enes'i de görmüştü! Kırmızı montlu çocuğu kolundan çekeleyip ''Furkan yürü!'' diye bağırıyordu. ''Kim o çocuk? '' sorusu döküldü Mihrimah'ın dudaklarından. Esin'e sormuştu fakat yanıt diğer tarafında dikilmiş olan tanımadığı tesettürlü bir kızdan gelmişti. ''Asım abinin kardeşi. Furkan.'' Âsım'ın kardeşi mi vardı? Neden hiç bahsetmemişti? Peki bu kız nereden biliyordu? Tam kıskançlığı tutacakken kızın diğer cümleleri buna engel olmuştu. Daha çok kendi kendine yakınıyor gibiydi. ''Bu çocuk kendini cidden hiç düşünmüyor. Karşısındakinin kim olduğuna bakmadan her olaya dahil oluyor. Gerçekten iyi avukat olur! Berkcan'dan başka fikir tartışacak insan bulamamış herhalde. Şimdi bir şey desem ben suçlu olurum. Eminim ki kaşlarını çatar, mavi gözlerinde şimşek çaka çaka ''N'apalım yani görüşümüzü savunup korumayalım mı Hazal?'' der. Hayır yani savun tamam da böyle değil. Kavgadan başka bir şeye yaramıyor. Seni anlayacak insanlarla konuş. Umrumda değil ya, banane, ne yaparsa yapsın! Yoruldum artık. '' 'Eğer ortam gergin ve ciddi olmasaydı bu kızın kendiyle böyle konuşmasına gülerdim. Belli ki Furkan'la arasında bir şey var. Ama kızmış ona. Her neyse şuan ortam ciddi bunu düşünemem çünkü Âsım Enes, kardeşini kantinden dışarı çekelerken ve kalabalık dağılmaya başlamışken çocuk birden geri dönüp koştu ve Berkcan'a yumruk attı!! Ne yaptın sen Furkan!' Kardeşinin ardından koşan Âsım Enes, kardeşini hızlıca geri itip Berkcan'ın yakasına yapıştı ve bir yumruk da o attı. Herkes her iki yumruğu da atanın Âsım Enes olduğunu sanacak! Yanındaki, adının Hazal olduğunu öğrendiği kız ofladı. Mihrimah'ın şaşkınkığını üzerinden atıp kendine gelmesini sağlayan şey Berkcan'ın da Âsım Enes'e attığı bir yumruktu. Kendi canı yanmış gibi suratını buruşturup hiç düşünmeden o tarafa doğru koştu. Hayır hayır salak değildi. Berkcan'a hatrı sayılır bir iyilikte bulunmuştu. Okulunun bir sene daha uzamamasını kendisine borçluydu. Bu iyiliğin karşılığını ödeme zamanıydı. Hem zaten tekin bir tip olmasa da kızlara karşı nazikti. ''Berkcan, Âsım kesin şunu lütfen!'' Berkcan, yakasından tuttuğu Âsım Enes'i kafasıyla işaret etti. Âsım Enes'in bakışları onu buldu. Bu sorunun cevabını bekliyor gibiydi. Mihrimah bakışlarını Âsım Enes'in gözlerine çevirdi. Berkcan sıkıntıyla bir nefes verip ofladı ve Âsım Enes'in yakasını bıraktı. İşaret parmağını Mihrimah'a doğrulttu. Etraftaki kalabalık da Berkcan'ın gidişiyle dağılmıştı. Âsım Enes, kardeşinin kolundan tutup hızlı adımlarla dışarıya sürüklerken üç kız da onları takip ediyordu. Furkan'a bağırmaya başladı abisi. ''Oğlum sen saf mısın yoksa aptal mı!'' Furkan'dan ses seda çıkmadı. Abisine özellikle sinirliyken hele de şimdi yumruk yemesine sebep olmuşken karşı gelmemesi gerektiğini biliyordu. ''Daha ilk yılından atılmayı mı planlıyorsun okuldan!? Amacın ne söylesene? Orda ben olmasam bi kaşık suda boğardı seni o çocuklar isteselerdi.'' Son cümle üzerine Furkan'ın bakışları kendisine odaklanmış olan Hazal'a gitti ve sırf o orada olduğu için abisinin öfkesini felan unuttu. Âsım Enes sinirle elini ensesine götürdü. Hazal'a yöneltti bakışlarını. Hazal sussa da Mihrimah konuşmuştu. ''Yenge bari sen yapma. '' diyen Furkan'ın cümlesi ortamı sessizliğe bürümüştü. 'Şey az önce Âsım Enes'in kardeşi bana yenge mi dedi yoksa ben mi yanlış anladım? Tamam kızarmayın elma yanaklarım, tamam, geçti şşş.' ''Neyse, daha söyleyecek bir şeyim yok benim. Hazal, al götür şu belayı başımdan abicim.'' diyen Âsım Enes, az sonra yanından uzaklaşan kardeşi ve nişanlısına baktı. Kereta küçüktü müçüktü ama sırayı kapmıştı abisinden. Esin, ne yapacağını bilemeyerek önce Mihrimah'a sonra da Âsım Enes'e baktı. Âsım Enes, Mihrimah'a bakıp gülümsedi ve beğenmişcesine dudaklarını büzdü. Mihrimah utanmıştı. ''Benim için sorun yok, mutlu bile oldum. Bak, şurayı görüyor musun? Acısı geçti bile, unuttum. '' Parmağını dudağının kenarından çekip gözünün altına getirdi. İkisi de gülmeye başlamıştı. Bir yandan Mihrimah 'cevabı da vermiş oldum işte hem' diye geçirdi içinden. Mihrimah, bahçedeki bankların birine oturmuş olan Furkan ve Hazal'ı görünce bu konuyu açtı. ''Hayır, iki kardeşiz. Furkan ve ben.'' ''Peki Hazal onun neyi oluyor? Sevgilisi felan mı?'' Âsım Enes olumsuz anlamda kafasını iki yana salladı. Mihrimah şaşırmıştı. ''Nişanlısı mı? Küçük değiller mi?'' ''Valla aşk yaşa bakmıyor. Bana bu yaşta anca geldi. Bizimkine de erken uğradı. Daha kendine sahip çıkamıyor, bir de kıza sahip çıkıp yuva kuracak. Hadi bakalım hayırlısı.'' Mihrimah bakışlarını tekrar Furkan ve Hazal'ın olduğu tarafa çevirmişti. Az önceki söylenmelerine rağmen onunla hiçbir şey olmamış gibi ilgileniyordu Hazal. ''Bence gayet iyi bakar. Kendini düşünmüyor olabilir ama sevdiği kızı düşündüğü belli. Hatta onun önünde bağırman gururunu incitmiş olmalı. Birdahakine öyle yapma. '' Âsım Enes bir süre sustu ve kardeşine doğru baktı. ☁☁ Tam bir aydır birbirlerinin hislerinden haberdarlardı. Furkan ve Hazal'ı da yanlarına alıp pikniğe, sinemaya ve bir imza gününe gitmişlerdi. Beraber güzel vakit geçiriyorlardı. Güzel zamanlar çabuk geçiyordu tabi. Ne çabuk bir ay olmuştu. Babasıyla konuşsa mıydı? Babası bu konularda belirli bir sınırı aşmadıkça bir şey demezdi ve onun da kendince sınırı aşmayacağını biliyordu. Bir süre de bunun tereddütünü yaşadı. Konuşayım ve haberi olsun deyip babası gelene dek uyanık kalmak için kahve yaptı. Saat gece on bir buçuğu geçiyordu babası geldiğinde. ''Hoş geldin baba! Nerede kaldın?'' Babası, kızının kendiyle bir şey konuşacağını anlamıştı hâlinden, tavrından, konuşmasından ve bu saate dek uyumamasından. ''Söyle bakalım ne oldu? Kötü bir şey yok ya? '' Mihrimah çekinerek babasının yanına oturdu. 'Ne zamandır babandan çekiniyorsun sen Mihrimah?' ''Baba bir şey diyeceğim... Ya da vazgeçtim. Boşver. '' Babası Gürkan bey güldü. Kızının çekinmesinden konuşmanın temasının ne olduğunu anlamıştı. Fakat ayrıntı neydi meçhuldü. ''Öyle bir şey diyeceğim deyip vazgeçmek yok. Meraklandım bile. Söyle bakayım kim bu şanslı delikanlı? Yoksa şanssız mı demeliyim? Sonuçta ben zorlu bir adamım. Kızıma nasıl bana sormadan gönül verir?'' Mihrimah şaşkın gözlerini babasına çevirdi. ''Nasıl anladın neyden bahsedeceğimi? Doğru söyle baba, beni takip mi ettiriyorsun? Peşime adam falan mı taktın?'' Gürkan bey güldü. Bir yandan da kızıyla bunları konuşacağı günün geldiğine hem üzülüyordu hem seviniyordu. Büyümüştü kızı demek! Daha dün gibi hatırlıyordu elinden tutup parka götürdüğünü. ''Hıı.. doğru, evet.'' diye mırıldandı. Gürkan bey kızını rahatlatmak için elini tuttu. ''Tanımazsın ki.'' dedi çocukça bir ses tonuyla. ''Olsun en azından adını şanını bilelim değil mi?'' ''Âsım Enes Koçyiğit. O da bizim okulda tıp okuyor. Benden bir kaç yaş büyük.'' Gürkan beyin suratı bir an donuklaştı. ''Âsım Enes Koçyiğit mi?'' Mihrimah, babasındaki değişimi fark etmişti. Başını sallayıp ''evet'' derken bir yandan da suratına endişeli bir ifade yayıldı. ''Tanıyor musun? Sanki suratın asıldı gibi, baba?'' Gürkan bey elini alnına götürdü. Mihrimah konuyu daha fazla uzatmama kararı aldı ve burada kapattı. * °|A.Cahit Zarifoğlu| |
0% |