Yeni Üyelik
10.
Bölüm

١٠ - T U R

@sukunettekelimeler

Kalbimin bağışlandığı şehirde-
en önce
Ayrılık vardı hep
Ay gece olunca pay eder ayrılığı
Ey güzelce yakalandığım
Mutlulukla sunulan
Bize bahşedilen armağan kılınan
Ayrılık sen ki
Aşkın ve sanatın
Durmadan doğumlar getiren anası °


Mihrimah'ın canı sıkılmıştı. Saat daha erkendi ve pencereden dışarısını seyrediyordu bir süredir. Perdeyi çekip pencerenin önünden ayrıldı ve dolaba doğru yürüyüp dolabı açtı. Her şey fazlasıyla düzgündü çünkü altı gündür can sıkıntısıyla tüm evi temizleyip düzenlemişti. Mutfak bile kullanılabilir durumdaydı, tek eksik olan şey yemek yapmak için malzemelerdi. Belki de malzeme alıp yemek yapmalıydı?

Bu fikri sevmişti. Kalkıp yatağın yanındaki komidinin çekmecesini açtı ve Asım Enes'in gitmeden önce lazım olursa kullan diye bıraktığı paranın bir kısmını alıp cebine koydu ve hava serin olduğu için üzerine Asım Enes'in ceketlerinden birini giydi. Kendisine eşya alsalar da mont tarzı bir şey almak akıllarına gelmemişti. Bunu dert etmedi çünkü onun eşyalarını giymeyi seviyordu.

Cekete sıkıca sarıldığında Asım Enes'i özlediğini fark etti. Resmen evlenmişlerdi, hâlâ inanamıyordu. Aklında o gün tekrar canlandı. Babası telefon konuşmasını bitirip dönmüş, Mihrimah olumlu bir cevap vermiş, babasının yanında getirdiği adam resmi olarak da dini olarak da nikahlarını kıymış ve babası onlarla vedalaşıp alelacele gitmişti. Babasının arkasından bir süre dolan gözlerle bakıp, Asım Enes'in seslenmesiyle arabaya dönmüştü ve buraya geri gelmişlerdi. Geldiklerinde saat öğlendi ve o adamın o gün dediğine göre Asım Enes'in gece gitmesi gerekiyordu göreve, artık ne göreviyse! Ama adam onu da erkene aldığından Asım Enes apar topar hazırlanmış, ona bir kaç öğüt sıralamış, para bırakmış ve gitmişti. İşte beş gündür de yoktu.

Evden çıkıp alt kata indi ve kapıyı tıklattı. Samet kapıyı açtığında Mihrimah'ı görünce gülümsedi.
''Hoş geldin Mihrimah abla. Benim de canım sıkılıyordu.''

Asım Enes gitmeden önce Mihrimah'a, Samet'e güvenebileceğini ve bir sorun olursa ondan yardım istemesini söylemişti. Bu yüzden Samet'in yanında da güvende hissediyordu, Asım'ın yanında olduğu kadar olmasa da... Hatta iki gün önce de canı çok sıkılınca Samet'le göl kenarına gitmişti.

''Hoş bulduk Samet. Senden bir şey isteyecektim, yine.''

''Estağfurullah ya o nasıl bir bakış. İstediğini iste sen yine.'' dedikten sonra ikisi de cümlenin karmaşık görünüme güldüler.

''Yemek yapmak istiyorum, malzeme alabileceğimiz yerler var etrafta. Beraber gidip alalım mı?''

Samet başını sallayıp ''Tabiki, olur.'' dedikten sonra askıdaki ceketine uzandı ve kapıyı ardından kapatıp kilitledi. ''Hadi gidelim.''

Malzemelerin bir çoğunu aldılar beraberce. Sebze kısmını hallederken Mihrimah, Samet'e bir poşet verip ''Buna domates koyar mısın?'' dediğinde Samet poşete patlıcan doldurmaya başlamıştı.

Mihrimah sessizce güldü. ''O domates mi Samet!? Şaşkın, aklın nerde senin? Domates dedim patlıcan koyuyorsun.''

Samet şaşkınlığa uğramış bir şekilde elindeki poşete baktı. ''Bu domates değil mi şimdi? Şey, bu muydu domates?''

Mihrimah, Samet'in 'bu muydu domates' diyerek eline alıp gösterdiği patatese baktı ve küçük bir kahkaha attı. ''Sen ciddi misin yoksa benimle güldürmece mi oynuyorsun Samet?''

Samet elini ensesine götürüp çekinerek gülümsedi.
''Şey ya, ben sebzelerin ve meyvelerin isimlerini karıştırıyorum.''

Mihrimah ''Sebzelerin isimlerini nasıl karıştırıyorsun Allah aşkına?'' diye takıldı ona. Dalga geçtiğini sanıyordu hâlâ. Fakat Samet daha uzun bir açıklama yapınca dalga geçmediğini, gayet ciddi olduğunu fark etmişti.
''Ya, ben yurt dışında büyüdüm. Buraya gelip Türkçe öğrenirken de arkadaşlarım bilerek bana yanlış öğrettiler isimlerini. Akıllarınca benle kafa buldular. Benim suçum yok yani.''

Mihrimah'ın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. ''Vay be. Ne kötü arkadaşların varmış. İstersen ben sana doğrularını öğretebilirim.''

Samet heyecanla başını salladı. ''Olur. Çok sevinirim. Hem ikimiz de can sıkıntımızdan kurtulmuş oluruz.''

Mihrimah ona katıldığını belirtircesine başını salladı ve alacağı sebzeleri aldıktan sonra diğerlerinden de birer tane örnek alarak bir poşete koydu, Samet'e göstererek öğretmek için.

Göl kenarına gidip oturdular. Orada çalışacaklardı. Mihrimah uğraşsa da Samet umutsuz vakaydı. Nasıl karıştırmışlarsa çocuğun kafasını!

Yine de sabrederek devam etti.
''Bak şimdi bu da havuç. Turuncu olan havuç. Turuncu = havuç. Orange yani Carrot?''

Samet umutsuzca Mihrimah'ın dediğini tekrar ettiğinde Mihrimah da umutsuzca Samet'e çevirdi bakışlarını. Güneşin vurduğu saçlarının turuncu turuncu parladığını görünce gülümsedi.
''Samet, senin adın artık havuç kafa. Sana havuç kafa diyeceğim.''

''Neden ya?'' diye itiraz etti Samet.
''Benim adım Samet, havuç kafa değil.''

Mihrimah omuz silkti.
''Hayır senin adın havuç kafa. Baksana şu saçlarına! Havuç gibi turuncu. Ve havuç gibi böyle diken diken tutamları.''

Samet önce çocuk gibi surat assa da sonra zihnine düşen şeyle gülümsedi ve havucu alıp havaya kaldırdı.
''Tabi ya! Şimdi bunun havuç olduğunu unutmayacağım. Bunu sevdim, bence hepsini bu şekilde öğrenmem lazım!''

Mihrimah ''Bence de.'' deyip eline patlıcanı aldı.
''Bak bu da patlıcan tamam mı? Uzun, bazen şişman bazen zayıf olabiliyorlar ama genelde tombulluk az da olsa var hepsinde. Siyah renkliler. Böyle çiğken tadı acı ama pişmişken gayet güzel. Tıpkı...ımmm.. Asım gibi! ''

Samet'in kahkahası kulaklarını doldurduğunda aval aval ona baktı Mihrimah. Neden böyle çok gülmüştü ki, sonuçta Asım kim bilmiyordu. Mihrimah yine unutup Enes değil Asım demişti. Samet'in ''Asım kim peki?'' diye sormasını beklemeye başladı. Ama Samet gülüyordu sadece.

''Niye bu kadar güldün ki ya? ''

''Patlıcanı tarif edişin ve sonra da onu Asım'a benzetişin epey komik olduğu için olabilir mi?''

Mihrimah meydan okurcasına ona baktı. ''Sanki Asım'ı tanıyorsun da!''

Samet tek kaşını kaldırıp düşünüyormuş gibi yaptı.
''Hakikaten, Asım kim?''

Mihrimah ne cevap vereceğini bilemeyip düşündü bir süre. Samet ısrarla ona bakınca ağzına gelen ilk şeyi bıraktı ortaya.
''Asım şey, benim ilk aşkım. Evet evet, o. Böyle bazen acıdır, gıcıktır. Ama kalbi güneşle ısınınca bambaşkadır. Tıpkı patlıcan gibi, biraz acılığı olsa da seven kişi o acılığı duymaz, yokmuş gibi yapar. Biraz acılığı var diye patlıcanı sevmekten vazgeçmez.''

Samet kaşlarını kaldırdı, kafasını salladı ve ''Patlıcan Asım.'' diye tekrarladı. ''Artık bunu da asla unutmam. Kendi adımı unuturum bunu unutmam yani Mihrimah abla, o derece.''

Mihrimah konuyu değiştirmek için eline domatesi aldı.
''Neyse boşver onu. Bak bu da domates tamam mı? Neymiş? Tomato. Kırmızı.''

Samet heyecanla parmağını şıklattı.
''Kırmızı domates = Mihrimah abla! Patlıcandan bahsedince kızaran Domates! Eveet elde var üç Mihrimah abla. Havuç, Patlıcan ve Domates tamamdır. Başka? ''

Mihrimah utanarak göz devirdi. Ve eline bir başka sebze aldı.
''Bak bu da kabak. Benim en sevdiğim.''

Samet gülümsedi. ''O zaman Enes abim de kabak oluyor.''

''Ne alakası var ya!''

Samet'in suratında muzipçe bir gülümseme belirdi.
''Onunla evli olduğunuzu ve birbirinizi sevdiğinizi biliyorum, Mihrimah abla.''

Mihrimah yakınarak ''Ne ara da söyledi bilmiyorum ki! Bir şeyler bilmeyen bir tek ben varım herhalde.'' dedi ve kaşlarını çattı.

Samet, suratındaki gülümseme genişlerken bir cümle daha bıraktı ortaya. Bu cümle Mihrimah'ı şaşklınlığa uğratmış ve sebze dersini bu günlük sonlandırmasına sebep olmuştu.

''Mihrimah abla seninle çok seveceğin bir bilgimi daha paylaşayım. Onun isminin Asım Enes olduğunu da biliyorum. Demek ilk aşkın da oydu he... Ne güzel, Patlıcan Kabağı ve Kırmızı Domates'in aşkı! ''

☁☁
💧💧

Alışverişten döndükten sonra Mihrimah aldıklarını yerleştirmiş ve ocağa yemek koymuştu. Samet'i de yemeğe davet etse de, yapması gerekenler olduğunu ve akşam evde olmayacağını söylemişti Samet. Yemek yaparken üzerini kirlettiği için kıyafetlerini değiştirmesi gerekiyordu. Odaya geçip dolabı açtı ve eşyalara göz gezdirdi. O gün aldıkları elbiselere baktı. Üçü de çok güzeldi. Beyaz olanı giymeye kıyamıyordu dahi, kirlenir leke olur falan deyip ellemedi bile onu. Mavi elbiseyi alıp giydi.

Çıkardığı kıyafetleri banyodaki sepete koyup yemekleri kontrol ettikten sonra kitap okumak üzere içeriye geri döndü. Kitabını alıp okumaya başlayalı beş dakika olmuştu ki kapının açılma sesi geldi. ''Asım Enes erken mi geldi?'' diye düşünüp kitabı kenarı bıraktı ve ayağa kalktı. Tam kapıya doğru gideceği sırada odanın kapısı açılmış, Mihrimah karşısında gördüğü kişi sebebiyle büyük bir şok geçirmişti. Titrememek için kendini zor zaptediyordu.

Adamla göz göze geldiklerinde sırıttığını gördü. Bu adamı tanıyana dek Mihrimah, dünyadaki herkese gülümsemenin çok yakıştığını düşünürdü. Artık bu düşüncesinin yerle bir olduğunu görebiliyordu.

''Yarım kalmış bir sohbetimiz vardı. Yarım kalmışlıklardan nefret ederim. Hazır sohbet bölücü kimse yokken uğrayayım dedim.''

Mihrimah'ın aklına direk Samet gelmişti. Ondan yardım istemeyi düşündüğü sırada onun da işi çıkıp gittiğini hatırladı. Adamın kurduğu cümleyle bu durumu bağdaştırması zor olmamıştı. Samet'in işi çıkmasında kesinlikle onun parmağı vardı!

Odaya göz gezdirip suratını buruşturdu adam. ''Benim odam çok daha lüks, istersen bir ara misafir edeyim seni.''

Mihrimah içinden kendini tasdik ederek, meydan okurcasına ona baktı.
''Mezara girerim daha iyi.''

Adam küçük bir kahkaha attı ve Mihrimah'a doğru bir kaç adım attı.
''Demek öyle..''

Mihrimah başını salladı ''Hemen git burdan!''

''Sana soracak değilim.''

''Kal o zaman, ben giderim. Enes de döndüğünde seni burada görünce çok mutlu olur.''

''Kimse bir yere gitmiyor. İkimiz de burada kalacağız ve biraz eğleneceğiz.''

Mihrimah miğdesinin bulandığını hissetti. Adama ''Çok beklersin.'' derken, içinden de kendi kendine ''hayır hayır, şimdi zamanı değil, biraz daha dayan'' diye mırıldanıp miğdesindeki kabarma hissini bastırmaya çalıştı.

Adam kendine doğru gelirken Mihrimah da endişeli gözlerle etrafa bakınıyordu. Masanın yanına doğru kaçtı. Adam ona doğru yaklaşmaya devam ediyordu. Bakışlarını Mihrimah'ın gözlerine sabitlemişti.
''Biliyor musun burada uzun zamandır canım sıkılıyordu. İyi oldu misafirimiz olman. Aç olan ruhum senin sohbetinle doyacaktır.''

Mihrimah masanın üzerindeki sürahinin önüne geçip onu arkasına sakladı ve yavaşça kavradı. ''Senin aç olan ruhunu ancak cehennem ateşi doyurur.''

Adam tekrar gür bir kahkaha attığında Mihrimah kalbine çöreklenen korkuyu bir kez daha kuvvetlice hissetti. Farkında değildi ama korku bazen insanı korurdu. Cesur ve korkak diye iki kavram yoktu aslında. Herkes korkardı. Cesur dediğimiz insanlar, sadece korkusunun da önüne geçen daha yoğun başka duygular dolayısıyla elde ederlerdi başarılarını. Mihrimah'ın korkusunun önüne sevdası geçmişti, iffeti ve hayası geçmişti.

Adam yüzü dönükken ne yapacağını anlayabilirdi. Başını çevirmesini nasıl sağlayacaktı? Hızlıca düşündü. Onun kurallarıyla oynarsa yapabilirdi ancak bunu. Eliyle odanın diğer tarafındaki yatağı işaret etti ve ses tonunu ciddi bir şey söyleyecekmiş gibi sert tuttu.
''Bak, şu yatağı görüyor musun?''

Adam başını yavaşça geri doğru çevirdi fakat çok kısa süreliğine çevirdiği için Mihrimah'ın işine yaramamıştı. ''Görüyorum?''

Mihrimah sürahiyi tutan parmaklarını sıktı. ''Tekrar bak ve sonra soruma cevap ver.'' dediğinde adam sıkıntılı bir nefes alıp tekrar başını çevirdi.
Mihrimah elindeki sürahiyi adamın kafasına hızla vurduğunda etrafa cam kırıkları yayılmış, bir kaç damla kan da cam kırıklarına eşlik etmişti. Adam acıyla bağırarak elini başına götürdü. Küfürler ediyordu. Mihrimah adamın küfürlerine aldırmadı ve sesini öfkeyle yükseltip cümlesini sürdürdü.
''Senin gibi şerefsizler o rahat yataklarda, lüks odalarda yaşamayı haketmiyor! Sence de öyle değil mi!?''

Adam acıyla buruşmuş yüzünü ona çevirdi. ''Seni geberteceğim!'' deyip beklemediği bir anda Mihrimah'a sert bir şekilde vurdu. Dengesini kaybedip düşen Mihrimah başını masaya çarpmıştı. Kulağında bir sıcaklık hissetti. Dudağı için de aynı durum geçerliydi. Acı tüm bedenini sararken, ona karşı güçlü gözükmesi gerektiğini düşünüp düştüğü yerden doğruldu. Ellerine ve dizlerine cam kırıkları batmıştı.

Bakışlarını alayla adama çevirdi ve yüzüne de alaycı bir gülümseme yerleştirdi.
''Bence artık defolup gitme zamanın geldi. Biraz daha kan kaybedersen başına iş alırsın, bir tıp öğrencisi olarak bu uyarımı dikkate almanı öneririm.''

Adamın bakışlarından az önceki iğrençlik gitmiş, yerini saf bir nefret almıştı. İşaret parmağını ona doğru sallayıp tehditler yağdırdı.
''Bence senin de korkma zamanın geldi. Birdahakine elimden kurtulamayacaksın, parmaklarını tek tek kıracağım senin. Bekle sen.''

Adam başının arkasını tutarak önce odadan sonra da evden çıktığında Mihrimah koşarak dış kapıya gitti ve kapıyı bir kaç kez kilitledi. Kapının önüne bir kaç eşya itip mutfağa gitti ve yemeklerin altını kalatıp odaya geri girdi hızla. Sızlayan dizleri onu daha fazla ayakta tutamamıştı. Minderin üzerine çöküp cam kırıklarıyla dolu ellerine baktı. Kapının önüne ittirdiği eşyalar, camların daha fazla ellerine girmesine sebep olmuştu.

Güçlü görünmek için tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı ve hıçkırıklar içinde pencereden dışarıya baktı. Şuan tek istediği güvende hissetmekti. O adamın geri gelmesinden korkuyordu. Neredeyse bütün gece uyuyamadı fakat sabaha karşı ağrılarına ve acılarına, üzerine hücum eden uykuya yenik düşmüştü.

Kapının sertçe çalındığını duyarak açtı gözlerini. İçine serpilen endişe ve korku tohumlarını sıkıca bağrına basıp etrafa bakındı. Pencerenin önünde uyuyakalmıştı dışarıyı kollarken. Masanın etrafı hâlâ cam kırıklarıyla doluydu. Yavaşça ayağa kalktı. Üzerindeki güzelim elbisenin diz kısımlarının yer yer yırtıldığını gördü. Kapıya doğru gidip delikten baktığında içindeki korku ve endişe buharlaşıp gitmişti. Kapının önüne koyduğu eşyaları kenarı çekerken kapı tekrar sertçe yumruklandı.

Mihrimah anahtarı bir kaç kez çevirip kapının kolunu aşağı indirdi. Kapıyı sonuna dek açıp karşısında endişeli bir çehreye bürünmüş adama bir kaç saniye baktı. Bakması bir kaç saniye sürmüştü çünkü çoktan kendini ona doğru kocaman bir adım atıp kollarını boynuna dolar halde bulmuştu. Yaşadıklarının acısını unutmak istercesine, Asım Enes' in boynuna doladığı kollarını biraz daha sıktı. Nefes alırken ciğerlerine giren koku, içindeki son korku kırıntılarını da silip süpürdü.

Asım Enes ise şaşkındı. Önce ne yapacağını bilemese de zaten kaç gündür içini saran özlemle kollarını kaldırıp sarıldı Mihrimah'a. ''Beni bu kadar özleyeceğini düşünmemiştim..'' diye mırıldandı ve başını öne doğru eğip burnunu dayadı sevdiğinin saçlarına. Kokusunu içine çekti. Üzerindeki tişörtün ıslandığını fark ettiğinde geri doğru çekildi ve elini Mihrimah'ın çenesine doğru uzatıp önüne düşmüş başını kaldırmasını sağladı. Kaldırmasıyla Mihrimah'ın hızla içeri kaçması bir olmuştu. Asım Enes kaşlarını çatıp içeriye girdi ve kapıyı kapatıp odaya doğru bir kaç adım attı. Banyonun kapısının aralık olduğunu ve çeşmeden su sesi geldiğini fark edince kapıyı ittirip içeriye girdi. Mihrimah ellerini suyun altına tutmuş, yavaşça bir şeyler yapmaya çalışıyordu.

Asım Enes bir kaç adımda onun yanına varmıştı. Mihrimah'ın suyun altındaki ellerine baktı, cam kırıkları doluydu. Suratını buruşturdu. Suyu kapatıp Mihrimah'ın ellerine uzandı. Sevdiğinin ellerini, ellerinin arasına aldı ve sonra bakışlarını ellerinden çekip suratında misafir etti. Mihrimah'ın önüne düşen saçlarını kulağının arkasına itti yavaşça. Kulağından sızmış kurumuş kanı fark etti. Dudağının kenarındaki ufak yarıkta oyalandı bakışları.

Mihrimah'ın ellerini serbest bırakıp suratındaki elini de çekti ve ''Gel,'' deyip banyodan çıktı. Mihrimah onu dinleyip adımlarını takip etti. Dolaptan ilk yardım çantasını almış ve yatağın üzerine oturmuştu. Mihrimah da biraz ötesine oturdu. Asım Enes, Mihrimah'ın sağ elini avcuna alıp cam kırıklarını dikkatle ayıkladı. İki avcundaki kırıkları da ayıklayıp ellerine pansuman yaptı ve sargı beziyle sardı. Ellerini yavaşca kucağına bırakıp kulağındaki kanı temizledi bu kez. Sağlıklı bir şekilde duyup duymadığını kontrol ettikten sonra dudağının kenarındaki yarığa gelmişti sıra.

Asım Enes, pamuğa süreceği sırada kremi yere düşürdü. Yerdeki kremi almak için eğildiğinde Mihrimah'ın üzerindeki elbisenin diz kısmındaki yırtıklara takıldı bakışları. Elbisenin eteğini kavradığında Mihrimah çekinerek sargılı elleriyle engel olmak istedi.

''Mihrimah, çekinecek bir şey yok. Ben artık yabancı değilim.''
Asım Enes'in cümlesi üzerine ellerini çekti Mihrimah. Asım, elbisenin eteğini diz kısmına dek kıvırıp Mihrimah'ın dizlerine baktığında tekrar suratının buruşmasına engel olamadı. Dizlerindeki kesiklere de gereken müdaheleyi yapıp elbisenin eteklerini saldı.

Mihrimah'ın suratına baktığında, dizinden dolayı unuttuğu dudağını fark etti ve küçük bir pamuğa krem sürdü. Asım, ona doğru yaklaştığında Mihrimah'ın kalp atışları bağımsızlıklarını ilan etme yoluna koşmaya başlamışlardı.

Pamuk hafifçe dudağının kenarına dokundu bir süre. Kendine hiç olmadığı kadar yakın duran Asım Enes hariç her yere bakacaktı elinden gelse ama görüş alanı onunla sınırlanmıştı. Suratındansa gömleğiyle meşgul olmak adına bakışlarını siyah gömleğin düğmelerine indirdi.

''Kim yaptı bunu?'' diye fısıldadı adam. Sevdiğini bu halde görmek canını yakıyordu.

Mihrimah susuyordu. Eğer söylerse Asım Enes'in başının belaya girmesinden veya ona zarar verecek bir şeyler olmasından korkuyordu.

Asım Enes kısık sesle sorusunu yineledi.
''Kim yaptı dedim?''

''Önemli değil Asım Enes, acımıyor.'' dese de konuşurken dahi acıyordu.

''Acımıyor öyle mi?''
Kafasını salladı Mihrimah evet dercesine. Asım, ''Göreceğiz.'' deyip Mihrimah'ın suratını iki elinin arasına aldı ve baş parmağını dudağının üzerindeki yaraya koydu. ''Acıyor mu?''

Sadece dokunduğu için acımıyordu. Başını iki yana salladı Mihrimah. Asım Enes parmağını biraz bastırdığında Mihrimah'ın suratı refleksen acıyla buruştu. ''Acımıyor öyle mi?'' dedi tekrar îmayla.

Mihrimah sessizliğini koruyordu. Kalp atışları hızlandığını ve bedenindeki kasların gerildiğini hissedebiliyordu. Kalkıp pencerenin önüne gitmek istedi, fakat Asım Enes buna müsaade etmedi. Mihrimah'ı kendine doğru çekti ve sarıldı. Her nefes alış verişinde onun kokusu burnunu dolduruyordu. Zorla yutkundu.

''Sana bunu yapanı bulmam zor olmayacak. Ve bulduğumda, yaptıklarını burnundan fitil fitil getireceğim.''

Mihrimah sadece sustu. Uğruna günlerce ağladığı, yüreğini kaybettiğini düşündüğü, kendinden gitmesine izin vermeyen adamın kolları arasında kaldı uzun süre. Ta ki kapı tıklatılıncaya dek.

°|A. Cahit Zarifoğlu|

Loading...
0%