Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Gölge • 11

@sukunettekelimeler

Berzan Kuray ile sıradan bir Pazar sabahının gerektirdiği üzere güne başlamıştık. Kedi ve karganın beslenme ihtiyaçlarını giderdikten sonra yaramaz Işık'ı biraz hava alması için dışarıya gezmeye çıkartmıştık. "Bu kediye çok yüz veriyorsun Berzan, sonra tepene çıkar bak, demedi deme," diye onu uyarsam da elbette beni duymamıştı. Apartmanın bahçesinde biraz vakit geçirdikten sonra içeriye dönmüştük. Berzan kendine kahvaltı hazırlamış, karnını doyurmuş, ben de ona eşlik etmiştim. Çok şanslıydı, onu yalnız bırakmayan biri vardı. Tabi bilseydi.

Kahvaltı faslının ardından balkona çıkıp kitap okumaya dalmıştı. Güneş balkon tarafına geçince sıcaktan bunalmış olmalı ki içeriye girdi. Kucağına atlayan ve ona sırnaşan gıcık kediyle ilgilenmeye başladı. Yüzünde dingin bir ifade vardı.

"Şu kargaya biraz daha su içireyim," diyerek ayaklandığında Berzan mutfaktan şırınga almaya giderken ben direkt karganın yanına geçtim. Onunla sohbet etmesi güzeldi, iyi anlaşıyorduk. Beni fark ediyordu üstelik. Tıpkı balkon korkuluklarına konan kuşlar gibi...

- Gak, naber? Hadi biraz seninle takılalım, Berzan'ın beni duymamasından sıkıldım. Sen en azından varlığımı fark ediyorsun. Canım yold---

Kutunun yanında çömelip kargacığa baktığımda hareketsiz bir şekilde yattığını fark ettim. Bacakları havaya kalkmış, kanatları zemindeydi. Daha ilk an anlamıştım; Gak artık hayatta değildi.

Bir kargayla bağ kuracağımı ve o öldüğünde üzüleceğimi önceden söyleseler inanmazdım. Ama hayat düşünmediğimiz şeyleri bize yaşatmakla muktedirdi. Ve ben bir hayatın son buluşuna daha şahit olarak donup kalmıştım.

Elindeki şırıngayla kutunun yanına gelip çömelen Berzan da küçük hayvanın cansız bedenini fark edince duraksadı. Elindeki şırıngayı kutunun köşesine bıraktı. Sessizce kargayı izledi bir süre.

- Demek sana verilen ömrün sonuna geldin... Oysa ben iyileşeceğine dair ümit beslemiştim. Şu vitaminin ve ilacın fayda göstereceğini, yavaş yavaş yaramazlaşacağını, kanatlarının güçleneceğini ve seni dışarıya salıvereceğimi bir kaç kez hayal etmiştim. Uçup gidecek, bir karga hayatı yaşayacaktın. Çok kuvvetliydi ümitlerim.

Derin ve yavaş bir iç çekti.

- Hayat planlarımız dahilinde ilerlemiyor işte. Biz planlar yapıyoruz, o başka planlar yapıyor.

- Her neyse... 

Birden hareketlendi ve kutuyu kucakladı. Evden çıktı. Onu takip ettim. Bahçenin derinlerine yürüyüp uzak bir köşede durdu. Kutuyu yere koydu. Çiçeklerin yanına yürüyüp, el arabasına yaslanmış duran kazmayı aldı ve geri geldi. Toprakta küçük bir delik oluşturdu. Kargayı içerisine koydu ve az evvel kazdığı toprağı avuçlarıyla karganın üzerine ittirdi. Hayvanın ölü bedenini gömdükten sonra ayaklandı.

Ben de kalktım ve onunla vedalaştım.

- Elveda Gak.


✰✰


Sakin ve hüzünlü geçen günümüz Uras'tan gelen bir telefonla hareketlenmişti.

- Nejat Alkan'ın yakınlarından bir telefon aldım. Bizimle görüşecekler. Adresi mesaj atıyorum. Orada buluşalım.

Böylece yola çıkmıştık. Berzan'ın hemen yanında, ön koltukta oturup yolu seyrediyordum. Gak'ın ölümü ve hâlâ varlığından bihaber olunan acınası bir genç kız olmam, içimde hüzün ve ümitsizlik başta olmak üzere bazı hoş olmayan duyguların tezahür etmesine sebep olmuştu. Öyle bir ruh halindeydim. Dalgın, düşünceli...

Pencereden kayıp giden binalar, sokaklar ve yollar tanıdık gelmeye başlayınca oturduğum yerde dikleştim. Zihnimdeki donukluk hızla silinmeye başladı. Hücrelerim arasındaki elektrik akımını hisseder gibi oldum ve kendime geldim. Geçtiğimiz yerlere dikkat kesildim. Bakışlarıma değen her aşikâr yapı içimde bir yerleri sızlattı. Buralar benim semtimdi. Çocukluğumdu. Evimdi. Bendim buralar, Erva Bulut'tu. Bir zamanlar var olan, varlığı bilinen Erva Bulut.

Sahi, bana ne olmuştu?

Araba durdu. Şoför tarafındaki açık pencerede Uras'ın kafası belirdi.

- Şuraya park et, eve yakın her yer dolu, park edecek yer yok. Biraz yürürüz.

- Tamamdır.

Berzan arabasını park etti ve iki dost yürümeye başladılar. Ara sıra Uras'ın elindeki konumu takip ediyorlardı.

- Sana geri dönen tam olarak kimmiş?

- Ben de tam emin değilim. Nejat'ın torununun çocuğu mu neymiş. Öyle bir şey.

Berzan'ın yüzünden bir şaşkınlık ve sitem emaresi geçti. Dalga geçercesine mırıldandı.

- Harika, bu kadar yakın bir akrabası eminim çok işimize yarar.

Uras hiç oralı olmadı.

- Belli olmaz böyle şeyler, belki elimize işe yarar bir şeyler geçer. Denemekten zarar gelmez.

- Yani, orası öyle tabi.

Yürüdüğümüz sokak pazar sokağına yakın bir yerdi. Her hafta o şamatalı ve rengarenk pazar alanı satıcılar ve müşterilerle dolardı. Biz de her hafta pazarı ziyaret ederdik. Yeşillikler, meyve sebze, doğal ürünler alırdık. Evimiz buraya araçla on dakika kadar uzaklıktaydı.

Burada olmak, anne ve babamın özlemini depreştirmiş, kalbimde küle dönen bir ateşi yeniden harlayarak yangına çevirmişti.

Uras ve Berzan sola dönünce pazar yerinin gürültüsünü uzaklardan işitmeye başlamıştık bile. Tahmin ettiğim gibi.

Üzerime sinen duygusal atmosferden biraz olsun sıyrılmak için Uras'ın yanına yaklaşıp elinde tuttuğu telefonun ekranına baktım. Tam olarak nereye gittiğimizi anlamaya çalıştım. İki dakika gösteriyordu. Gelmiştik bile.

- Bey, bu poşetlerden biri eksik sanki. Havuçları tezgahta unutmuş olabilir miyiz?

Yanından geçmekte olduğumuz kadının sesi kulaklarıma erişti ve bilgisi beynime ulaştı. Donup kaldım. Bütün gücüm bir anda çekildi sanki.

Berzan ve Uras hiçbir şeyden habersiz yürüyüp uzaklaşırken, üçüncüleri olan ben yanlarında değildim artık.

Sağıma doğru döndüğümde o tanıdık sima yansıdı göz bebeklerime.

- Yok hanım, havuçlar bende.

Ve bir diğeri.

Hayaletler ağlayabilir. Öğrenmişsinizdir. Ne zaman aktığını bilmediğim yaşlar yanaklarımı ıslatıyordu ve gariptir ki bunu hissediyordum.

"Anne?" dedim hasret dolu, zayıf, sevgi dolu bir sesle. Arabanın bagajına ellerindeki poşetleri yerleştiriyorlardı. Yanlarına yaklaştım. "Baba?"

Yüzlerine baktım. Kesif bir özlem kanıma işliyordu. Annem de babam da bir kaç yaş daha yaşlanmış gibiydi. Yüzlerinde bir eksiklik vardı. Neydi anlamıyordum ama bir şey eksikti işte.

Babam elindeki havuç dolu poşeti de koyup bagajı kapatırken annem buğulu gözlerini ona çevirdi.

- Ne çok severdi havucu. Yıkar yıkar yerdi tavşan gibi. Çocukluğundan beri havuç kemirirdi.

Annemin bahsettiği bendim. Ellerim güçsüzce titrerken ona uzandım ama dokunamadım. "Buradayım anne," dedim ama duyuramadım sesimi.

Babam, şefkatle annemin omzuna elini koydu.

- Sen ömür boyu gözlüğe ihtiyaç duymazsın, derdik hep.

- Duymadı da...

Annemle babam duygusallaşmış, birbirlerine sarılmıştı. Ben de sarılmak istedim onlara. Kucaklaşmalarına ortak olmak istedim, yapamadım.

Yüzlerine bakınca hissettiğim eksikliğini ne olduğunu anlamıştım; eksik olan bendim. Evlatları, Erva'ları eksikti. Tıpkı bendeki eksiğin onlar olması gibi.

"Buradayım baba, buradayım. Ne olur görün beni!" diye çaresizce yalvardım. Boğazlarım acıdı. Fayda etmedi. Bütün çabalarım boşaydı. Onlar arabaya binip giderken zavallı bir Erva olarak olduğum yere çöküverdim. Ardlarından bakıp omuzlarım sarsıla sarsıla ağladım. Gözlerinin önünde bütün sevdiklerini kaybeden bir çocuk gibi. Aciz, çaresiz, acılı.


✰✰


Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. Bir denizin dalgalarının kabarması ve taşması gibi taşmıştı duygularım. Fütursuzca ağlamıştım. Ta ki ağlayamacak kadar güçsüz kalana dek. Dermansız bacaklarım üzerine doğruldum ve savsak adımlarla yürüdüm. Berzanla Uras'ı bulmam gerekiyordu. Zihnimi yoklayıp Uras'ın elindeki telefondan baktığım konumun gösterdiği evi anımsaya çalıştım. Garip bir şekilde adımlarım mat bir sarıya boyalı o evin önünde durdu. Berzan'ın burada olduğunu hissediyordum, görmeme gerek yoktu. Bu nasıl oluyordu bilmiyordum ama şuan bunu sorgulayacak mecalim kalmamıştı.

Sakince içeriye girdim. Kapalı kapıdan hayalet gibi süzüldüm ve Uras'ın sesini işittiğim tarafa yöneldim. Pek de geniş olmayan, sıradan bir aile evinin salonuydu. İki kadim dost üçlü kanepede yan yana oturmuş, aralarında yığılı olan fotoğraf albümlerine bakıyorlardı. Yanlarına yaklaşıp kanepenin önünde diz çöktüm ve onlarla birlikte fotoğraflara bakmaya başladım. Kafam dağılsın istiyordum. Aksi takdirde ailemi görmemin etkisini üzerimden kolay kolay atamayacaktım.

Siyah-beyaz eski fotoğraflar daha fazla ilgimi çekmişti. Belki de şimdi dünyada var olmayan birilerinin o hallerine şahitlik ediyorduk. Ne garipti şu fotoğraf denen şeyler.

Bir süre sonra sıkılarak kalktım. Bunun içsel bir sıkıntı olduğunun farkındaydım. Aklım sürekli anne babama gidiyordu. Odanın içinde dolaşmaya başladım. Duvardaki rafların üzerinde çeşitli hatıra eşyalar diziliydi. İlgimi çekmişti. Onlara yanaştım ve incelemeye başladım.

- Berzan, şuna bak abicim!

Uras'ın aradığı bir şey bulmuş gibi heyecanlı çıkan sesi üzere başımı onlara çevirdim. Elindeki siyah-beyaz fotoğrafın birini Berzan'a yaklaştırıp parmağının ucuyla bir çocuğu işaret etti.

- Şu çocuğa bak.

Berzan fotoğrafa bakmış fakat anlam verememiş gibiydi. Merakla onları seyretmeyi sürdürdüm.

- Eee nolmuş çocuğa?

- Eşref bu. Mehpare'nin Eşref'i.

Berzan şaşkın ve kafası karışık bir şekilde Uras'a baktı.

- Emin misin Uras? Nasıl anladın bu çocuğun Eşref olduğunu?

Uras "Sen ciddi misin, şaka mı yapıyorsun," dercesine bakarak, kendinden emin bir şekilde güldü Berzan'a. Dünyanın en saçma şeyi kendisine söylenmiş gibi.

- Eminim. Övünmek gibi olmasın ama görsel hafızam güçlüdür. Eşref de pek değişmemiş zaten, baksana. çocukluğuyla yetişkinliği de anımsatıyor.

"Yani bir bağları var," diye mırıldandı Berzan. "Ama ne?"

- Heh, bunu sorabileceğimiz kişi de geldi.

Urasla birlikte ben de bakışlarımı odanın kapısına çevirdim. Elinde içecek tepsisiyle bir kadın girdi içeriye. Kırklı yaşlardaydı. Tatlı bir yüzü vardı. Peşinden de oğlu olduğu anlaşılan yirmili yaşlardaki genç çocuk.

Şaşkınlığın fazla dozunu kaldıramayan bedenim hafifçe sallandı. Elim sehpanın üzerinde duran süs eşyasına çarptı ve devrilmesine sebep oldu. Odadaki herkes çıkan gürültü sebebiyle irkilirken ben daha fazla neye hayret ereceğimi bilemeyerek yere düşen ve ahşap zeminde yuvarlanan bakır nesneye baktım.

Ben bir şeye dokunmuş, ona değmiş, devrilmesine sebep olmuştum. Elim içinden geçip gitmemişti. Nesne, varlığımı inkar etmemişti. Ona çarptığımda elime sinen soğukluğu hissemiştim!

Hissettiğim bir şey daha vardı; bugün bir şeylerin değişmeye başladığı gündü.


Loading...
0%