@sukunettekelimeler
|
"Rüzgardan herhalde," deyip düşen eşyayı sehpanın üzerine geri koydu genç çocuk. İsmini hatırlamasam da onu tanıyordum. Daha önce ailemle birlikte bu eve onlara ziyarete gelmiştik. Bu kadın uzaktan akrabamızmış. Dıdısının dıdısı, pek hatırlamıyorum. Ama tanıdıklardı, emindim. Kadın elindeki tepsiyi bizimkilerin önüne tuttu. İkisi de teşekkür edip içeceklerini aldıktan sonra Uras lafa girdi. - Nazan Hanım, fotoğraftaki bu çocuk kim, biliyor musunuz acaba? Kadın fotoğrafa uzandı ve iki parmağı arasında tutup bir kaç saniye kısık gözlerle inceledi. Ardından başını olumsuz anlamda iki yana salladı. - Yok, çıkaramadım valla. Zaten bunlar çok eski fotoğraflar, ben çoğu kişiyi tanımıyorum. Dedemler zamanından kalmış. Onlar bilirdi kim olduklarını. Ben çocukken bakardık, kimi ahbabı, kimi köylüsü, kimi akrabasıydı. Anlatırdı. Ama dediğim gibi, ben bilemiyorum. - Peki izniniz olursa bu fotoğrafı alabilir miyiz? Eğer isterseniz kopyasını bastırıp aslını size geri getirebiliriz. Berzan'ın ricası üzerine kadın "Tabi tabi," diyerek elindeki fotoğrafı ona uzattı. "Getirmenize de gerek yok. Zaten ben hiçbirini tanımam etmem. Eksikliği sorun oluşturmaz. Sizde kalabilir." - Teşekkür ederiz. Bizim ikili hem içeceklerini içiyor hem de kalan az miktardaki fotoğrafa göz gezdiriyordu. Bazılarının da fotoğrafını telefonun kamerasıyla çekiyorlardı. Genç çocuk ara sıra onlara sorular soruyordu. Meraklı bir tipti anlaşılan. - Siz neden bunlara bakmak istediniz? - Dedenizin ölümüyle alakalı bazı kafa karıştıran noktalar var. Açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Berzan'ın cevabıyla yetinmedi genç çocuk. - Büyükdedenin vefatı üzerinden çok zaman geçti. Niye bu kadar eski bir dosyayı açasınız ki? - Çünkü benzer başka vakalar da olmuş. Aradaki bağlantıyı araştırıyoruz, genç adam. - Seri katil vakası gibi mi? Uras'ın dediğinden bunu anlayan çocuk gözlerini irice açmıştı. Elbette bizim sarı kafa geri durmadı ve alaycı kişiliğini gösterdi. - Aynen, sıradaki kurban gelecek nesillerden genç, maviş, esmer bir çocuk olmasın diye önlem alıyoruz. Anlarsın ya? Çocuk kendisini tarif eden ve göz kırpıp onu çok ciddiye almayan Uras'a sinirlenmiş olmalıydı. Annesi de odadan çıkmış bulunduğu için daha rahat davranarak göğsünü kabartan bir horoz gibi oturduğu yerde dikleşti. - Siz kimsiniz ki? Polis mi? FBI mı? Kimliğinizi görebilir miyim? Kim olarak evimize girdiniz? - Yaa evet, FBI, burası da zaten Amerika, dostum. Ben ajan Gadget, bu da partnerim ajan Holmes. Berzan, Uras'a gençle uğraşmaması için uyarıcı bakışlar atsa da pek oralı olmadı bizimki. - İşiniz bittiyse artık evimizden gider misiniz?! Çocuk iyice sinirlenmişti. Ayağa kalkıp kollarını birbirine bağladı ve ayağının birini yere vura vura beklemeye başladı. Uras tam ağzını açmışken Berzan ondan önce davranarak gence cevap verdi. - Beş dakikaya gidiyoruz. Sakin ol, başınıza dert açmaya gelmedik. Uras'ın aksine Berzan sakin ve ılımlı yaklaşınca çocuk bir şey demedi. Bekledi. Gerçekten de bizimkiler az sonra kadına teşekkür etmiş ve evden ayrılmışlardı. Arabaya doğru yürüdük. Giderken çöp tenekesine tekme attım. Taşlara ayakkabımın ucuyla vurup yuvarlamaya çalıştım. Önüme çıkan her nesneye bir şekilde temas etmeyi denedim, yeniden dokunabilirim umuduyla. Olmadı. Pes etmedim. Evde de bütün gün bunu demedim. Uras da bizde kalmıştı. (Berzan'ın evine biz dediğimin farkına varmak beni dehşete düşürse de üzerinde çok durmadım çünkü benim yerimde kim olsa delirmemek için bir şeye veya yere ait olmaya çalışırdı.) Öyle ki Uras, sevgili babasını aramış, o çok ilerlemiş saygıdeğer nâmı ve iletişim ağını kullanarak Eşref ile Nejat'ın arasındaki bağı çözmeleri konusunda yardım istemişti. Adam da biricik oğlunu kırmadı tabi. Ne de olsa eli kolu uzundu. Ertesi gün Uras'a bir mail ulaştı. Babası, Eşref'in ve Nejat'ın soy ağaçlarını çıkarttırmış, hatta kütüklerine dek baktırmıştı. Uras normal karşılasa da Berzan ve ben bu kadar detaylı bir çalışmayla karşı karşıya kalınca küçük bir şoka uğramıştık. Yarım saat kadar gönderilen dosyaları inceleyen iki dost, sonunda bir ipucu yakalamıştı. - Soylarına bakarsak uzaktan da olsa akrabalar. Kan bağı var. - Harika, aralarında bir alaka yakaladık. Peki başka bir bağlantı da var mıdır? - Bilmiyorum ama şuna bak, Nejat'ın soyu aslen Balkanlar'a dayanıyormuş. Makedonya'dan göç etmiş ataları. Osmanlı'ya sığınmışlar ve bugünkü Türkiye topraklarına gelip burada yaşamaya başlamışlar. - Abdülbaki Bey ve Latife Hanım'ın olayını anımsıyor musun? Onlar da Makedonya'da yaşamış vaktinde. Bu olay, Üsküp ve çevresi Osmanlı hakimiyeti altındayken yaşanmamış mıydı? - Benim kafam iyice karışıyor Berzan. - Benim de. Şu Kutsi Bey'e uğrayıp edindiğimiz bilgiler ışığında tekrar görüşsek mi? İçimden bir ses o adamda bazı cevapların gizli olduğunu söylüyor. - Olur. Arayıp görüşmek istediğimizi talep edelim. - Sen hemen ara. Kendisi ancak bir kaç gün sonraya randevu veriyor, malum. Ben de bi kahve yapayım, içelim. - Copy that, my partner. (Anlaşıldı ortak) Uras'ın İngilizce cevap vermesi üzerine Berzan kapıdan çıkmadan hemen evvel ona döndü. - Dün şu çocukla FBI, Amerika, ajan falan deyince birden bünyeme yazılım güncellemesi geldi galiba. Artık böyle mi devam etsek? Ajan Kuray ve Ajan Fırat. Yenilmez partnerler! Berzan gülerek odadan çıktı. Ben de belli belirsiz gülümsedim. Uras'dan farklı olmasını beklemiyorduk zaten. O böyle normal ve güzeldi. ✰✰ Berzan bilgisayar çantasını ön koltuğa bırakıp boşalan eliyle telefonunu tuttu. Sabah aceleyle hazırlanmış, evden çıkmıştı. Bu acelenin sebebini de tam şuan telefonda Uras'a "Öğlene dek sürecek önemli bir toplantım var Uras. Ya bensiz git ya da ertelet," dediğinde öğrenmiş oldum. Ön koltuğa bilgisayar çantasını bıraktığı için mecburen arka tarafa geçtim ve tam ortaya oturdum ki ön camdan yolu seyredeyim. Berzan şoför koltuğuna yerleşip arabayı çalıştırdı. Telefonu bluetooth ile araca bağladı ve yola çıktı. Az sonra Uras'la konuşmaları bitti. Uras o deli adamın yanına tek başına gitmeye gönüllü olmadığı için Kutsi Bey'den aldıkları randevuyu ertelemeye karar vererek telefonu kapatmışlardı. Üç gün olmuştu. Üç gündür nesnelere etki etme çabam devam ediyordu. Sonuç elde edememiştim ama olsun. Denemeye devam! Yaklaşık beş dakika sonra telefon yeniden çaldı. Berzan aramayı cevapladığında daha önce şahit olmadığım bir ses işittim. - Abicim! Seni çok özledim! Bakışlarım Berzan'ın yüzüne dokundu. Göz bebeklerinin içinin dahi güldüğüne yemin edebilirdim. Dudakları iki yana kıvrılmış, yüzüne bir ferahlık hissi yayılmıştı. - Asıl ben seni özledim de-- Kızım sen yaşıyor musun ya? İnsan bi arar sorar! Neredeyse Fransa polisine haber verecektim. Kardeşim ülkeniz sınırları içinde kayboldu, haber alamıyorum diye. - Haklısın abi ya. Ama staj, sınavlar, iş falan derken kafamı kaşıyacak vakti zor buldum. Ancak mesaj atabildim işte. Şimdi bulduğum ilk fırsatta aradım seni. - Neyse, tamam, affedildin. Nasılsın? Napıyorsun? - İyiyim çok şükür. Yoğunluğum azaldı, dinleniyorum. Sen napıyorsun? "Hiç sorma," derken aklından son zamanlarda meşgul olduğu dedektiflik mevzuları geçtiğini anlamıştım. Kafasını toparlayıp tekrar az evvelki neşeli sesine büründü. - Hımm, kolay gelsin canım abim. İşlerin rast gitsin. Berzan'ın bir kardeşi olduğunu bilmiyordum. Aslına bakarsanız yanında bulunduğum onca zaman hiç ailesinden de söz etmemişti yahut arayıp konuştuğu birilerine pek rast gelmemiştim. İlk kez farkına vararak ailesini merak ettim. Onlar abi kardeş konuşurken kızın ses tonu ve sözlerinden pozitif bir enerji aldım. Bana Uras'ın tükenmek bilmeyen enerjisini hatırlattı diyebilirim. Çok değil, bir kaç gün önce ailemi görüşümü anımsadım. Nasıl özlemiştim. Aile ne mühim bir şeydi ki böylesine etkiliyordu insanı. Oysa bir hayaletten hallice uyandığım günden beri ailem Berzan ve Uras olmuştu. Uras, sahip olmadığım abimdi sanki. Berzan ise--- Onu hangi statüye koyacağımı bilemedim. Bir kardeşten fazlasıydı benim için, inkâr edemedim. Ama tam olarak anlam da veremedim. Afallayarak bakışlarımı Berzan'dan çektim ve rastgele dikiz aynasına çevirdim. Kaşlarım yavaş yavaş, şaşkınlıkla havaya kalktı. Aynada yansımam vardı. Araba ani bir fren yaparak durduğunda savruldum. Refleksle iki koltuğun başlığına tutundum. Bir hayalet olmasam ön tarafa uçmuştum herhalde. - Ne oluyor abi? İyi misin? Sahi, ne oluyordu? Endişeli bakışlarımı şoför koltuğunda oturan adama çevirdim. Bakışlarını bir yere sabitlemiş, hafif çatık kaşlarıyla bakıyordu. Nereye baktığını takip ettim. Dikiz aynası. Yoksa, diye düşündüm heyecanla. Yoksa beni görmüş müydü? Aynadaki yansımamı fark etmiş olabilir miydi? Ama artık aynada aracın arka tarafı boş görünüyordu. Yine yoktum. - Abi? İyi misin? Abi? Kendine gelerek hafifçe silkelenen Berzan, "İyiyim Mehlika," derken tereddütlü bir şekilde başını arkaya çevirdi ve aracın içine göz gezdirdi. Derin bir nefes alıp önüne döndü. Elini saçlarının arasına daldırıp karıştırdı. "Bu işler yüzünden kafayı sıyırmazsam iyidir," diye mırıldandıktan sonra kardeşine verdi dikkatini. - Ay iyi bari. Korktum ben de abi. Kendine dikkat et. - Sen de, Mehlika. Bu kez arayı uzatma. Ara. - Söz! - Hadi görüşürüz o zaman. Öpüyorum seni. - Görüşürüz abi. Ben de öpüyorum! ✰ |
0% |