Yeni Üyelik
16.
Bölüm

Gölge • 15

@sukunettekelimeler

Sabah erkenden uyanan Alara, kuruyan kıyafetlerini yeniden giymiş bir şekilde içeriye geçmişti. Odaya bakınıp durdu. Ne aradığına anlam veremedim. Uyumadan evvel zaten yeterince her yeri karıştırmıştı.

TV ünitesine doğru yaklaşarak dün gece yere düşürdüğüm ahşap dekor eşyasını eline aldı. Evirip çevirdi, inceledi. Ardından avucunda sakladığını yeni fark ettiğim küçük siyah bir aleti ahşap dekor eşyasına çok yakından bakılmazsa görülmeyecek şekilde yerleştirdi. Neydi bu? Filmlerde genellikle buna benzer kamera, ses kayıt cihazı veya takip cihazı olurdu. Eh evdeki bir nesne olması üçüncü şıkkı elemişti. Diğer ikisinden biri olabilir miydi?

Ben kendimi neden hep bir film sahnesinin ortasında buluyorum! Bu filmin sonunda zafere ulaşacak kadar bilgili ve donanımlı değilim, biri yönetmene oyuncu değişikliği gerektiğini söyleyebilir mi?

Ofladım. Alara dekoru yerine geri koydu. Dün Berzan'ın şarja taktığı telefonuna yöneldi ve prizden çıkarttı. Yanına yaklaştım. Görünmez olmanın faydalarını lehime kullanarak dibine dek girdim. Telefonu açıp şifresini yazdı. Şifresini öğrendim, harikayım. Tabi iki dakika sonra unutmazsam.

Mesajlara girip "K" olarak kaydettiği kişiden gelen yeni iletileri açtı ve okudu. Tabi ben de. Durumlar böyleyken kişisel mahremiyete özen göstermek gibi ahlak kurallarını dikkate alamayacaktım maalesef.

- Umarım eve girip bir ipucu bulmayı ve ilerisi için de onunla yakınlaşmayı başarmışsındır. O güzel yüzünü ve kadınlığını kullan, işe yarasın.

- Berzan bu işi çok kurcalıyor. Neler bildiğini ve bu bilgilerle ne yapacağını öğrenmemiz gerek.

İki mesajı da okuyan Alara sıkıntıyla iç çektikten sonra herhangi bir cevap vermeyerek telefonu cebine attı. K isimli şahsın istediklerini başaramadığı için tedirgin gibiydi.

- Günaydın.

Berzan salona adım attığında Alara hafifçe irkilerek arkasına döndü. Günaydın diye karşılık verdikten sonra bu gece onu misafir ettiği için teşekkür edip artık gitse iyi olacağını belirtti. Bence de iyi olur. İlk kez aynı fikirdeyiz. Gitmeli.

Berzan genç kadına bozulan arabasını hatırlattığında kendisinin halledebileceğini, şarjı dolan telefonunu açtığını ve bir tamirciyi arayacağını söyledi. Kocaman yetişkin insan, kendi problemlerini bence de çözebilir.

Böylece Alara gitti ve evimiz üzerine sinen kötü atmosferden biraz olsun kurtuldu.

Yine de bir problemimiz mevcuttu. Ahşap dekor eşyasına gizlenmiş bir çip. Böcek miydi adı yoksa? Her ne haltsa. Ben ajan değilim, anlamam bunlardan. Hatta bir kaza geçirip hayalet olarak uyanmadan evvel dünyanın en sıradan ve normal insanlarından biriydim, sizi temin ederim.


✰✰


- Berzan ya bugün biraz dışarıya çıkıp hava mı alsak? Ama şöyle yeşillik, doğa ile iç içe bir yer olsun. Kendi evin, ofis ve Uras'ın evi arasında mekik dokunmaktan sıkılmadın mı?

Berzan çayını yudumlarken beni pek kaale almış gibi durmuyordu. Her zamanki gibi.

- Bak, içeride zaten seni izliyorlar mı dinliyorlar mı bilemediğimiz bi alet var artık. Evde çok durmasak iyi olur. Çünkü sabahtan beri bir şeyleri düşürmeye çalışıyorum, olmuyor! Bir görünüp bir kaybolan dokunma yetime öfkeliyim. Neyse. Başka nasıl anlatayım ki sana bu durumu şimdi? Sesimi de duyduğun yok.

Dırrr, dırr. Telefon çalıyor. Berzanla konuşmamız bölünüyor. Uras arıyor. Telefon hoparlörde olmasa da ne dediğini buradan duyuyorum. Berzan'ın hemen çaprazında oturuyorum çünkü.

Bugünkü planımız belli oldu. Kutsi Bey'i ziyarete gidiyoruz dostlar. Ertelenen randevu vakti gelip çatmış. Yeniden kendimizi sırlarla dolu bir dünyada bulmaya hazır mıyız? Ben değilim.

Gel gör ki bir buçuk saat sonra o saray yavrusunun kapısındaydık. Kapıyı yine o kaslı, uzun, ürkütücü siyahi abimiz açmıştı. İçeriye girmiştik. Nedense bu eve, pardon bu köşke, yine pardon ama bu saraya girdiğimde içimde bana huzursuzluk veren, mide bulantısına benzer kıpırdanmalar oluşuyordu. Umarım birdaha gelmemiz gerekmez.

Geçenki ziyaretimizden farklı bir odaya alındık. Yine geniş, şaşalı, ilginç dekorlarla kuşatılmış bir odaydı. İnsan bu evi incelerken canı sıkılmaz. Nereden mi biliyorum? Uras ve Berzan, bu garip adama edindikleri bilgileri aktarıp zihinlerinden geçen düşünceleri paylaşırken ben odayı keşfe çıktım. Etrafı inceledim. Bazı dekorlar hoşuma giderken bazısı ürkmeme sebep oldu. Bazısı ise gereksiz veya fazla abartılı süslemelerdi.

Acaba Uras'ın babası mı daha zengindi yokda Kutsi denen adam mı? Hah, iyice saçmalamaya başladım. Hayaletlik bana yaramadı. Her geçen gün başka birisine dönüşüyorum.

- Açıkçası bu işin peşine bu kadar düşmenizi beklemiyordum. Bırakırsınız sanmıştım. Beni yanılttınız. Üstelik ulaşacağınızı tahmin etmediğim bilgilere ulaşmış ve anahtar noktaları keşfetmişsiniz.

Kutsi Bey konuşmaya başlayınca odayı tavaf etmeyi bırakıp yanlarına doğru yürüdüm ve Uras'ın yanındaki boş yere oturdum. Buradan sonrasında ilgimi çeken detaylar olacak gibiydi.

- Sizin yapbozunuzda sadece eksik bir parça var. Ama meselenin temeli de zaten o. Onu öğrendiğinizde bütün parçaları birleşecek ve fotoğrafı bütünüyle görebileceksiniz.

Uras kendini tutamayıp lafa atladı. Benim sesimi duyuyor olsalar ben de atlardım. Neyse ki yanımda oturan dostum biraz fevri ve meraklı bi tipti.
- Peki neymiş o parça, öğrenebilir miyiz Kutsi Bey?

Uras'ın bu adam karşısındaki ciddiliği ve efendiliği beni şaşırtıyor. Üstelik çok garipsiyorum. Çünkü onu hep ev halleriyle tanımışım. Bu genç adam kim? Uras'a ne yaptı?

- Madem öğrenmek istiyorsunuz, beni iyi dinleyin. Size bir hikâye anlatacağım.

Hepimiz pür dikkat adama bakıyorduk. Odada çıt ses yoktu. Sorun şu ki Kutsi de susuyordu. Kaşlarımı çatıp noluyor dememe kalmadan adam kahkahalarla gülmeye başladı. Uras ve Berzan şaşkıca adamın sakinleşmesini beklerken en az benim kadar ne olduğunu anlamamışlardı. Yüzlerinden belli.

Adamın gülmekten sarsılan omuzları ve hoplayan göbeği durduğunda derin bir nefes aldı.
- İlahi gençler! Ağzımdan ölümsüzlüğün sırrı çıkacakmış gibi bana odaklanıp pür dikkat dinleyince komik geldi. Kusura bakmayın. Her neyse. Dönelim hikayemize.

"Etrafımda neden bir tane normal insan yok?" diye hayıflandım kendi kendime. Daha söyleyecek şeylerim vardı ama Kutsi Bey konuşmaya başlamıştı. Elmecbur susup dinledim.

- Yüzyıllar önce, büyünün hâlâ karanlık odalarda ve gizli sokaklarda can bulduğu vakitlerden birinde, bugünkü Makedonya topraklarına yakın bir civarda, Vesna adında bir genç kız yaşarmış. Mahallenin muallimi olan Nikola'ya deli gibi aşıkmış. Gel gör ki, Nikola Marija'yı, Marija da bu genç adamı seviyormuş.

Al işte! Her hikayede bir aşk üçgeni olmak zorunda mı ya! Hem bu adam böyle masal anlatmayı nereden öğrendi? Bari buradan da cinayet mevzusu falan çıkmasa.

- Vesna cesur bir genç kadınmış. Duygularını Nikola'ya açmış. Fakat Nikola ona kalbinde bir başkasının olduğunu söylemiş. Vesna aşkının karşılıksız kalmasına üzülse de yıllardır sevdiği bu gençten vazgeçememiş. Onu sevmeyi sürdürmüş. İyiliğini gözetmiş. Öte yandan, Nikola bir gün sevgilisi Marija'ya evlenme teklif etmiş. O da kabul etmiş elbette. Ailelerine en kısa zamanda bu durumu açmayı kararlaştırmışlar. Nikola sevdiği kadınla kavuşacağı için çılgınlar gibi mutluymuş.

Kutsi Bey ayağa kalkıp odanın ortasındaki masaya doğru yürüdü. Anlatmayı sürdürürken sürahiden bir bardağa su doldurdu.

- Nikola'nın mutluluğu maalesef ki uzun sürmemiş. Sevgilisi Marija bir gün nefsine yenilerek kuzeni ile birlikte olmuş. Nikola'yı aldatmış. Sadık kalamamış. Şehvet duygusunu hafife almamak lazım. Bir çok kötülüğün anası...

Kutsi Bey bardağı dudaklarına götürdü ve ardından tekrar masaya bıraktı. Su pek azalmış gibi değildi. Belki yalnızca dudaklarını ıslatıp kuruluğunu almak istemiştir, kim bilir. Ben de zaten bu ayrıntıyı saniyeler içinde unutup hikayeye döndüm. Adam, tahtı andıran koltuğuna geri döndü.

- Her neyse. Bunu öğrendiğinde genç muallimin başından aşağı kaynar sular dökülmüş tabi. Büyük hayal kırıklığına uğramış. Canı yanmış. Sevgilisinin yüzünü dahi görmek istememiş. Öfkeliymiş. Tartışmışlar. Marija'ya artık onunla birlikte olmak istemediğini söylemiş. Evlilik planları gerçekleşmeyecekmiş. Ailesine de henüz söylememişlerken bu yoldan dönmeye karar vermiş muallim. Dürüstlüğe ve sadakate verdiği önem, deliler gibi aşık olduğu kadını onun gözünde bir hiç kılmış.

Kutsi bey boğazını temizledi.

- Marija af dilemesine ve bir hataya düştüğünü söylemesine rağmen kendisini affetmeyen ve kolayca silen Nikola'ya çok öfkelenmiş. Nikola onu affetmedikçe, her geçen gün bu öfke büyümüş. Aradan bir yıl geçmiş. Marija, Nikola'nın Vesna ile evleneceği haberini duymuş. Kinlenmiş. Kıskanmış.

- Eh, onu sadıkça bekleyen, seven, cesur, ahlaklı Vesna'yla evlenmeye karar vermek muallim için akıllıca. Kendisi de Vesna'yı sevmeye başlamış üstelik. Bir zamanlar Marija'ya duyduğu yoğun hisler kadar olmasa da, Vesna'ya oldukça kıymet veriyormuş. Her geçen gün de bu kıymet artıyormuş. Vesna da mutluymuş üstelik. Gel gör ki Marija boş durmamış. Onların mutluluğunu kıskanmış. Kendine yedirememiş. Vesna ve Nikola sonsuza dek mutlu olmasın istemiş.

Can sıkıcı bir kısma geldiğini belli edercesine derin ve içli bir nefes aldı adam.

- Vesna ve Nikola evlenmiş, gayet mutlu ve huzurlularmış. Üstelik Nikola da karısını en az karısının kendisini sevdiği kadar seviyormuş artık. Bir aşk evliliğine evrilmiş ilişkileri. Bir çocukları doğmuş. Her şey güzel giderken olan olmuş. Onlara haset eden Marija bu güzel tabloya daha fazla dayanamamış. Bir büyücüye başvurmuş. Dönemin en güçlü büyücüsüymüş bu. Vesna ve Nikola'ya bir büyü yapmışlar. Bu büyü genlere işleyen, kendilerinden sonra gelecek soylarını etkileyebilen tarzdaymış. Nikola ve Vesna'dan, yani kaderi birlikte yazılmış iki aşıktan hangisi önce ölürse, ruhu dünyada sıkışıp kalacak, diğer aşığının ölümüne sebep olmadıkça, onu öldürmedikçe veya o ölmedikçe de bir hayalet gibi, ne ölü ne diri, ne canlı ne cansız bi şekilde kalmaya devam edecekmiş.

Hikayenin sonlarına geldiğimizde kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Bu anlatılan basit bir masal mıydı yoksa gerçekten de o cinayetlerle ilişkili mi? Hatta... Benim hayalet gibi burada sıkışıp kalmamla ilgisi dahi olabilirdi.

Bir yanım bunu masal addetmiş, büyü müyü ne iş, inanmam böyle şeylere diyerek itirazlar ediyordu. Öte yanımsa merak içindeydi. Ya gerçeklik payı varsa?

- Lanetli büyü o zamandan beri Vesna ve Nikola'nın genlerine sahip herkesin damarlarında geziniyor. Üzerinden çok zaman geçtiği ve büyücü öldüğü için her aşık çiftte etkisini görmüyor olsak da bazılarının bu kadere mahkum olduğu bir gerçek.

Tıpkı ben gibi bazı şeylere inanmakta güçlük çeken biri vardı. Elbette o kişi akıl abidesi Berzan'dı.

- Nasıl yani? Bütün bunlar ne demek oluyor Kutsi Bey?

- Anlattığım yalnızca bir hikâye değil yani, Berzan. Biliyorsun. Senin gibi mantıklı bir adamın kabul etmesi zor da olsa gerçek bu.

- Yüzyıllar önce yapılan bir büyünün onca zaman onca insanı etkilediğini söylüyorsunuz yani?

- Evet. Deliller elinizde. O aşıkların cinayetlerine bir açıklama aramıyor muydunuz? Başka mantıklı bir açıklama bulabildiniz mi? Üstelik kişiler arasında akrabalık bağı olduğunu siz de keşfetmişsiniz.

Uras şüpheci bir şekilde araya girdi. Kafasının karıştığı bakışlarındaki gariplikten belliydi.
- İyi ama yüzyıllar evvel Makedonya'da yaşayan bir çiftin soyunun bugünkü Türkiye topraklarındaki cinayetlerle alakası-- diyeceğim ama saçmalıyorum. Yanlış bir noktaya değindim galiba. Tarihte onca savaş, göç, evlilik oldu. Pek tabii onca yere dağılan, göç eden, taşınan Makedon asıllı insanlar da vardır... Başka bir şey sorayım. Vesna ve Nikola'ya ne oldu sonra?

- Hangisi bilmiyoruz ama çiftin biri hayatını kaybettiğinde hayalet olarak dünyada sıkışıp kalmaya dayanamadı ve beklenen son gerçekleşti. Aşığını da yanına aldı. Çocukları büyüdü, evlendi, soyları arttı. Bu arada, bu büyü yalnızca aşıklar için yapılmış, dikkatinizi çekmiştir. Bir mantık evliliğiyle, aile isteğiyle, gelenekten ötürü gerçekleşen ilişkilerin etkilenmediğini tahmin ediyoruz. Eşref, Nejat ve Mehpare gibi aşk insanlarına oldu olan.

Olaya bak, gerçekse bir dert, değilse bir başka dert. Üstelik neden olan hep aşıklara olur ki? Yahut iyilere? Bir rahat nefes almasınlar mı yani?

- Diyelim ki bütün bunlar gerçek. Büyü falan, o soydan gelenleri etkilemesi... Gelmişiz yirmi birinci yüzyıla. Hâlâ insanların suçsuz yere bunu yaşaması adil değil. Bu devirde büyü müyü de kalmadı, büyücü de. İnsanın inanası gelmiyor. Hadi inandık. Bir çözümü falan yok mu bu büyüyü kırmanın?

- İnan bana, Gölge'ler gerçek, genç adam.

- Gölge?

- Bu büyü dolayısıyla dünyada sıkışan ruhlar yani. Gölge diyoruz onlara. Çünkü tıpkı bir nesnenin veya insanın gölgesi olması gibi, onlar da bir kişiye bağlıdırlar, gölgesi gibi hep o kişiyle birlikte olurlar.

Bir dakika, burada bahsi geçen bendeniz olabilir mi? Ölen ama ruhu dünyada sıkışan, birine bağlı olan, gölgesi gibi peşinde dolanan... Öhöhö! Ne yani ben bir Gölge miyim! İyi de olamaz ki! Hem ben aşık bile değildim! Sevdiğim, hoşlandığım, azıcık beğendiğim biri bile yoktu hayatımda! Hani bu büyü sadece aşıkları etkiliyordu! Bahsi geçen hikayeyle bir alakamız olamaz. Gölge değilim. Peki ya neyim?

Ağlamak istiyorum.

Gelin görün ki onca duygu arasında savrulurken ânda kalıp ortamdaki diyalogları kaçırmamaya da çalışıyorum.

"Gölge demek!" diye mırıldanıyor Uras.

- Evet. Hatta şuan bu odada bir tanesiyle oturuyor dahi olabilirsin. Hahaha.

Kutsi Bey'in ciddiyetle söylediği cümle beni ürkütmüştü. Hele ki son söylediği! O kahkahası... Bir an gerçekten ben bir Gölgeyim ve Kutsi Bey buradaki varlığımdan haberdar, beni kast etti gibi hissetmiştim. Lakin imkansız, adam buradaki varlığımın farkında olduğuna dair tek bir işaret vermemişti. Yalnızca dalga geçiyordu. Sakin ol Erva.

- Diyelim ki bunlar gerçek, siz bütün bunları nereden biliyorsunuz?

Uras'ın sorusu üzerine adam biraz ciddileşmişti. Yüz ifadesine bakılırsa onun için hassas olan bir noktaya parmak basılmıştı.

Odanın kapısı tıklatıldı ve içeriye siyahi, uzun boylu, yapılı, iyi giyinimli bir adam girdi. Kapıdaki kişi değildi, ayırt edebilmiştim.

- Efendim, sizi bir kaç dakikalığına misafirlerinizden ayırabilir miyiz?

Siyahi beyefendi benden güzel Türkçesiyle kibarca konuştuktan sonra Kutsi Bey bizimkilere "Müsaadenizle," deyip kalktı. Odadan çıkıp gözden kayboldu.

Bu adamın bazı şeyleri sakladığını hissediyordum. Yahut onunla ilgili yanlış bir şeyler vardı, bilmiyorum. Tamamen güvenemiyordum ona. Ani bir kararla kalktım ve onun peşinden gittim. Koridorun ucundaki ofisimsi bir odada az evvelki siyahi adamla konuşuyordu.

Onları dinleyecektim. Ben ne zaman böyle birine dönüştüm bilmiyorum ama nasıl olduğunu söyleyebilirim: kendimi onca cinayet vakası içinde bulup Alara denen kadının bizimkileri takip ettiğini, hatta onlardan istediği bir şeyler olduğunu öğrenmemin etkisiyle. Sonuçta dikkat etmem gereken, korumam lazım olan dostlarım var. Bu yolda her şey mübah olmalı.

- Peki Pumza. Gerekeni yapın.

- Tabi efendim.

Of kaçırmışım! Ne hakkında konuşmuşlardı acaba?

Siyahi adam tam arkasını dönüp gidecekken Kutsi Bey onu durdurdu.

- Pumza!

- Buyrun efendim?

- İçerideki gençlerin de peşine adam takın. İkisini de takipte olsunlar.

- Tabi efendim.

Galiba adamın adı Pumza idi. Garip bir isimmiş. Anlamı neydi ve nereliydi acaba? Her neyse Erva, konumuz bu mu! Adam, Berzan ve Uras'ın peşine birilerini takıp takip etmelerini emretti, sen ne derdindesin!

Sahi! İşte, bu adamda bir işler olduğu belliydi. Kim bilir, belki de Alara'yı da o takmıştı bizimkilerin peşine. Sabahki mesaj geldi hatrıma. "K" diye kayıtlı olan kişi belki de Kutsi Bey'di, baş harfi! Tabi ya!

Pumza yanımdan geçip giderken ben de içeriye geri döndüm. Hemen peşime Kutsi Bey de geri gelmişti.

- Kusura bakmayın gençler, beklettim. Önemli bir mevzuydu. Fakat sizden bugünlük müsaade istemem gerek. Randevumuzun sonuna geldik. Başka sefere başka şeyleri konuşuruz.

Uras ve Berzan gitmek için ayaklanırken adam konuşmayı sürdürdü.
- Tekrar gelmeyi unutmayın. Gölge'ler hakkında öğrenecek daha çok şeyiniz var.

Uras ve Berzan adama iyi günler dileyip odadan çıkarken ben de arkalarından yürüyerek onların adımlarını izliyordum.

Ta ki odanın kapısı tam ben çıkacakken pat diye kendiliğinden yüzüme kapanana dek.

İrkilerek bir adım geri kaçtım ve şaşkınlık içinde kapıya baktım. Kendi kendine böyle kapanması imkansızdı. Ben dokunmadım, rüzgar ve ceyran yok, dış tarafta da kimse yoktu. Öyleyse?

- Sizi hemen uğurlamayalım hanımefendi. Konuşacak şeylerimiz olabilir.


Loading...
0%