Yeni Üyelik
17.
Bölüm

Gölge • 16

@sukunettekelimeler

Gözlerimin tam içine bakıyordu. İnanamadım. Beni görüyordu. Apaçık belliydi. Bunun şaşkınlığı, kendiliğinden kapanan kapıyı bir süreliğine unutmamı sağlamıştı.

- Tanışmamızın vakti geldi diye düşünüyorum. Gerçi siz beni az çok tanımışsınızdır, ikidir evime misafir oluyorsunuz. Dostlarınızdan da illaki bir şeyler işitmişsinizdir.

Kutsi Bey'in dedikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu çünkü benim odak noktam onunkinden farklıydı. "Siz... Beni görüyor musunuz?" diye hayretle sordum.

- Elbette, ışıldayan bir auranız var, görmemek mümkün değil.

- Ha duyuyorsunuz da yani?!

- Size cevap verdiğime göre.

Normal bir zamanda komik gelebilecek şu diyaloğun tam şu anlarda benim için çok sıradan olması peki, dostlarım? Üstelik ne hissedeceğimi bilemiyordum. Az önce Pumza ile konuştuklarından ötürü bu adama pek güvenmezken, beni gören ve duyan biriyle karşılaşmış bulunuyordum ve o biri de Berzan'la Uras'ın peşine adam takan herifin ta kendisiydi.

Kutsi Bey, tahtvâri koltuğa rahatça oturup arkasına yaslandı.
- Hâlâ isminizi öğrenemedim?

Adımı öğrenmesinden zarar gelmeyeceğini düşünerek, refleksle yanıt verdim.

- Erva.

- Memnun oldum Erva. Müsaade edersen -siz ekini kenarı kaldırabilir miyim? Resmi diyaloglar beni çok geriyor. Oysaki bu meseleler resmiyetten epey uzak. Ve konuşurken her şeyi daha iyi ifade etmek için rahat hissetmek isterim.

"Siz bilirsiniz," diye gevelesem de aklımda binbir tilki dolandığı için ne dediğime pek dikkatimi vermemiştim. İstediği gibi hitap etsin, sorun değildi.

- Buyur otur, seninle ve dostlarınla alakalı konuşacak şeylerimiz var. Sahi, hangisiyle bağlısın?

Göz göze geldiğimizde sorusunu idrak ederken, afallamışlık hâlimden kurtulup kaşlarımı çattım. Bu bilginin önemini kestiremediğim için cevaplamaktan kaçındım ve adamı tersledim. Normalde büyüklerime saygısızlık yapmak adetim değildir ama şartlar hiç de normal değil, biliyorsunuz.
- Sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum.

- Biraz konuşabilirsek, aslında ilgilendiriyor olduğunu anlayacaksın. Tabi hemen güvenememeni anlıyorum.

Adam konuşmaya kafayı takmıştı ama atladığı bir nokta vardı. Bunu belirtmekten geri durmadım.

- Şuan Uras ve Berzan buradan gidiyor. Bağlı olduğum kişi uzaklaşırsa ne olacağını biliyorsunuzdur.

Berzan belli bir mesafe uzağa giderse yine o bayılma hissini yaşayıp gözlerimi evde açacaktım büyük ihtimalle. Bu da beş dakikadan az bir süreye tekabül ederdi eminim ki.

- Elbette biliyorum. Tam da bu sebeple kendilerini biraz oyalıyorum. Arkadaşlar oyalıyor dersek daha doğru.

Bu oyalamanın hangi eylemlerle olduğu düşüncesi kaşlarımı yeniden çatmamı ve kuşkuyla ona bakmamı sağladı.

- Umarım onları sıkıntıya sokacak bir şey yapmamışsınızdır.

- Araçlarında küçük bir arıza, yolda çalışma falan. Büyütecek şeyler değil. Ama daha fazla zaman kaybetmesek? Soracaklarım önemli.

Onca zaman sonra biriyle iletişim kuruyorum. Gelin görün ki heyecanımı belli etmemek için duygularımı yönetmeye çabalıyorum. Hayal ettiğim etki yok. Çünkü bu adam yabancı ve kafamda onun hakkında soru işaretleri var. Yine de galiba sırf bu soru işaretlerini gidermek için bile onunla konuşmalıyım.

- Önce ben sorayım. Beni nasıl görüyorsunuz? Normale mi döndüm yoksa?

- Hayır, başkaları seni hâlâ göremiyor maalesef. Şuan odaya biri girse yalnızca beni görecektir.

- Nasıl? Hem, siz tam olarak kimsiniz? Neden Uras ve Berzan'ın peşine adam taktınız?

"Ayakta kaldın," deyip karşısındaki koltuğu gösterdi. Bu misafirperver ve düşünceli davranışları bana sökmezdi. Kanmadım. Ama oturdum.

- Korkma, ben sizin tarafınızdayım. Düşman değilim. Arkadaşlarının peşine de gerekirse onları koruması için adam taktım. Başlarına bir şey gelsin istemem. Onlar sayesinde ilk kez bu laneti ortadan kaldırmak konusunda ümitlerim var.

Kendinden emin ve tane tane konuşuyordu. İnsanın inanası geliyordu ama onca şey yaşadıktan sonra yelkenleri hemen suya indirmek gibi bir hata yapamazdım. Sakince dinlemeye devam ettim.

Üstelik taraf diyordu ama neyin tarafı? Bir fikrim yoktu. Arkadaşlarımı kimden koruyacaktı? Bahsettiği lanet, büyü olmalıydı. Bunu nasıl kıracaktı? Berzan ve Uras'ın alakası neydi?

- Diğer sorularına gelirsek. Seni görebiliyorum çünkü ben de bir Gölge'yim. Ve yıllardır Gölge olarak varlığım sürüyor. Bunca zamanda çok şey keşfettim, öğrendim. Seni bu öğrendiklerim sayesinde görüyorum. Arkadaşlarına ve çalışanlarıma da bu sayede görünüyorum. Kimsenin beni görüp duymadığı zamanlardan ben de geçtim. Neyse ki o günler çok geride kaldı. Artık istediğime istediğim zaman görünüp sesimi duyurabilirim. Hatta çok daha fazlasını yapabilirim.

Yıllardır demişti! Ne yani ben de yıllarca böyle kalabilme ihtimaline mi sahiptim? Olamaz! Öte yandan, istediği zaman varlığını ortaya koyabildiğini söylüyordu. Görünüşe bakılırsa doğru diyordu. Yoksa ben gibi ondan da bihaber olurlardı.

Anlattıklarını kafamda uygun bir zemine oturtmaya ve önceki bilgilerle eşleştirip anlamlandırmaya çalışıyordum. Fakat her anlattığı daha fazla soruların türemesine sebep oluyordu.

Çenesini kaşıyıp parmaklarını orada oyalarken konuşmayı sürdürdü.

- Çok daha fazla sorun olduğuna eminim ama şimdilik bana müsaade et. Sen kaybolmadan evvel öğrenmem gereken önemli şeyler var.

Gerçekten de fazlasıyla sorum vardı bu adama. Fakat en başından beri bana bir şeyler anlatmaya çalışmasındaki ısrara dayanamadım ve ona müsaade ettim.

- Neymiş?

- Ne zamandır bu durumdasın?

Söylememin zararı olmayacağını düşünerek cevapladım. Başını salladı ve bir kaç saniye düşüncelerine daldı. "Son zamanlarda seni gördükleri veya duyduklarına dair bir işarete rastladın mı peki?"

- Neden soruyorsunuz?

- Çünkü gereken zamanı geçmişsin. Şimdiye dek yansımış olman gerekiyordu.

- Yansımış olmam mı? O da ne demek?

Kafam karışmıştı, ne saçma terimdir bu böyle! Sorgulamamı mazur görün. Üstelik bu adamın benim hakkımda bir şeyleri neden merak ettiği de cabası.

- Varlığının, bağlı olduğun kişiye âşikâr olmasına yansımak diyoruz. Onun aynasında görünür olmak gibi düşün.

- Bunun belli bi zamanı mı var yani?

- Evet. Ortalama şu zamanlar yavaş yavaş gerçekleşmesi gerekiyor. Yani geçmişteki diğer herkeste öyle olmuş.

Otomatikman ilerleyen konuşmamızın tam da bu yerinde âni bir fark edişle duraksadım.

- Bir dakika... Ne yani ben gerçekten az önce Berzan ve Uras'a bahsettiğin gibi o Gölge denen dünyada sıkışmış büyü etkisindeki ruhlardan mıyım?

- Hâlâ soruyor musun?

Tabi soracağım! Bir insanın bunu kabul etmesi öyle kolay mı canım! İdrak süreci diye bir şey var! Ki benimki genelde uzun sürer!

"Ama imkânsız!" diye atıldım, inkar ederek.

Tepkim üzerine yüz ifadesi hafiften değişti ve merakla sordu.
- Neden?

- Çünkü anlattığın masallara bakarsak o büyü aşıklara etki ediyor. Ben öldüğümde kimseye aşık falan değildim. Kimse de bana değildi. Birbirimizi tanımıyorduk bile! Gözlerimi onun evinde açtığımda bir yabancının evinde uyanmış olmaktan farksızdım. Hayatımda ilk kez gördüm onu ve bu ruh hâlimle tanıdım, tanıyorum. O benden hâberdar bile değil. Üzgünüm ama bu hikayelerdekiyle benim hikayem uyuşmuyor.

Kutsi Bey'in yüz ifadesindeki değişim artık çok daha net seçilebiliyordu. Yine de söylediklerimin Gölge olduğuma dair fikrine etki etmediğini hissediyordum. Öyleyse bu bakışlar ve mimikler ne anlama geliyordu? Söylediklerimin hangi kısmı buna sebep olmuştu?

Oturduğu yerden kalktı ve odanın ortasına doğru bir kaç adım attı. Her ne düşünüyorsa benimle de paylaşmaya karar vermiş olmalı ki bedeninin yönünü bana doğru çevirdi.

- Bütün bunlar, senin kehanetteki o kişi olduğunu gösteriyor. Bu çok daha iyi. Hatta inanılmaz! Fedâ'nın gerçekten var olacağını ve onunla tanışacağımı hiç tahmin etmezdim. Beklediğimin ötesi bir durum. Sadece, planları Fedâ'ya ve kehanete göre yeniden tasarlamam lazım.

- Ne kehaneti? Ne Fedâ'sı?

Farkında mısınız dostlarım, bölümün başından beri bin tane soru cümlesi kurdum. Eğer empati yapamıyorsanız, içinde bulunduğum karmaşayı gelin de buradan anlayın.

- Anlatacağım. Her şeyi anlatacağım sana. Ama süremiz dolmak üzere, muhtemelen az sonra kaybolacaksın. Berzan ve Uras ile zaten yeniden randevulaşacağız. Fakat öncesinde seninle en kısa zamanda görüşmemiz gerekiyor. Benden haber bekle, sana ulaşacağım.

"Bana nasıl ulaşacaksınız?" diye imalı imalı sordum. Eh, bir ruha ulaşmak kolay olmasa gerek! Berzan'ın kapısını çalıp 'Evindeki Gölge ile görüşmeye geldim' de diyemeyeceğine göre.

- Sen orasını dert etme. Ama dikkatli ol. Eğer gerçekten Fedâ isen ve bunu diğerleri de bir şekilde öğrendiyse peşinde olabilirler. Gerçi, seninkilerin daha hiçbir şeyden haberi yok, henüz kimse öğrenmemiştir diye umuyorum.

Galiba keçileri kaçıracağım. Ben Fedâ değil, Erva'yım! Peşimizde kim var? Yine neyin içindeyim? Bu sorular ne zaman tükenecek?

Tam ona bir şeyler söyleyecektim ki baş dönmesine benzer bir his benliğimi sarstı. Gözlerimin önü karardı. Rüyalarda olurdu ya hani, boşluğa düşmeye benzeyen bir şey yaşardınız ve tam düşerken uyanırdınız. Ona benziyordu. Tek fark, uyanmıyor, boşluğa düştükçe düşüyor, ardından bilincinizi kaybedip derin bir kuyuya dalıyordunuz.

Bilincim tamamen yitip gitmeden evvel bakışlarımı Kutsi Bey'e çevirdim. "Rentrer!" dedi tok bir sesle, başını hafifçe yana eğip eliyle beni işaret ederken. Karanlık ve hiçlik benliğimi sarmadan önce düşündüğüm şey, bu kelimenin Fransızca'da eve dönmek anlamına geldiğiydi. Ses bir anda her yerde yankılandı: Rentrer! Rentrer!


Loading...
0%