Yeni Üyelik
18.
Bölüm

Gölge • 17

@sukunettekelimeler

Üçüncü bir dejavu. Odanın zemininde uzanmış hâlde gözlerimi açmak alışkanlığım olacak diye korkuyorum. Bu kez Işık yanıma gelmiş, başımda dikilmiş, beni süzüyor. Gözlerimi açar açmaz bir kedinin pek de sevimli olmayan bakışlarıyla karşı karşıya gelmek ne kadar iyi hissettirebilir ki? Üstelik olan biteni anımsadıkça başıma dertten tasadan ağrılar giriyor sanki.

Kapıdan anahtar sesi geldiğini işitince oturur pozisyona geçtim. Biraz geri doğru kaykılıp sırtımı koltuğa yasladım ve koridora doğru baktım. Berzan'ın geldiğini düşünmüştüm ama yanılmışım, Mehlika'ydı.

Işık, kapı sesini duyar duymaz odadan çıkıp gitmişti. Mehlika'nın bacaklarına sürtünüp kıza sırnaştı. Mehlika da güleryüzle onu kucaklayıp okşarken şımarttı. Oh, keyfi yine yerinde kedinin.

İçeriye girip ikili koltuğa oturan Mehlika, bir yandan kediyle konuşup öte yandan severek onu şımartmayı sürdürdü. Abisi gibi hayvanseverdi kendisi. Burada olduğu bir kaç günde bu belirgin özelliğini hemen öğrenmiştim.

- Berzan abim geç gelecekmiş. Başbaşayız seninle Işıkcığım. Yine Uras Beyle işleri varmış. Zaten ikisinin yapacakları hiç bitmez. Neyse, bari ben akşam için yemek hazırlayayım.

Işık'ı yere bırakan Mehlika banyoda ellerini yıkadıktan sonra mutfağa geçti. Köşedeki radyoyu açıp kolları sıvadı ve yemek yapmaya girişti. Ben de ona eşlik ettim.

Az sonra radyodaki şarkı bitti ve bir program başladı. Elleri bulaşık olduğu için hemen değiştiremeyen Mehlika bu geçişe aldırmadı.

"...Beyin hala sırları tam olarak çözülememiş bir fenomendir. İnsanı mucizevi hale getirende odur. Telekinezi ise kelime anlamıyla uzaktan hareket manasına gelen iki kelimenin birleşiminden oluşan bir sözcük. Yani yaptığımız şey uzaktan, yani bedeni kullanmadan etrafımızdaki etkilemeye çalıştığımız cisimlere hareket enerjisini verebilmekden ibaret. Bu ya bir kaşığı eğip bükmek yada onun yerini değiştirmek olabileceği gibi bedenini havaya kaldırıp uçabilmek yada başka bir canlının yaşamına son vermeye kadar giden karanlık bir çerçeveyi kuşatıyor. Beynimizin sahip olduğu enerjiyi etkilemek istediğimiz cisme aktardığımızda bu enerji kinetik enerjiye çevriliyor ve o cisme hareket yada kuvvet olarak yansıyor. Böyle söylemek son derece kolay gelse bile son derece zor bir iş. Bu gücü beyninizle yönlendirmek ve istediğiniz maddelere transfer etmek ise zaman alan bir eğitim ve konsantrasyonun sonucu..."

"Böyle şeyler gerçek mi ya?" diye şüpheyle, küçümseyerek sorguladığım sırada aklıma bugün yüzüme kapanan kapı geldi. Bir an tüylerim diken diken oldu. Acaba, demeye başladım.

"..."Yahu bir kaşığı bükmek bana ne kazandıracak" diye bir düşünceniz varsa hemen söyleyelim. Bu gücünüzü kaşık bükmekte kullanabileceğiniz gibi farklı alanlara kanalize etmenizde mümkün. Örneğin telepati yada durugörü dediğimiz beynin gücünü kullanmayı öğrenerek yapacağımız çalışmaların bir sınırı yok. Beynin kullanabildiği bu güç için gerekli enerjinin tamamını bedenin beyne verebildiğini bir düşünsenize? Şimdilik kaşık bükmeyi anca başarabilen beyin gerekli enerjiyi alabildiğinde önündeki tankları yada savaş uçaklarını kartondan birer maketmiş gibi bir hareketiyle paramparça ettiğinde ne olacak? İşin enteresanı bu iyiniyetli bir asker olduğunda sorun yok, ama çizgi romanlardaki dünyayı ele geçirmeye çalışabilecek bir psikopat olduğunda karşısında kim duracak?"

- Amaan, böyle boş şeylerle insanların kafasını bulandırıyorlar. Tek derdimiz beyin gücü olsa şu koca dünyada.

Mehlika ellerini yıkayıp biraz daha radyodaki konu üzerine eleştiriler yaparken ben de az evvelki şüphelerimden kurtulmaya çalıştım. Kanalı değiştirip bir türkü açtı.

Mehlika yalnızken kendi kendine çok konuşuyordu. Bütün gün bir şeylere yorum yapmış veya sesli düşünmüştü. Onun iç dünyasına izinsiz girmiş gibi hissetsem de samimiliği ve doğallığı beni kendisine iyice çekmişti.

Berzan'ın ardından evde vakit geçirdiğim ikinci kişi olmuştu. Ve oldukça eğlenmiştim. Hatta kafamı dağıtmayı başarmıştı. Bütün o Fedâ, kehanet, Gölge saçmalıklarını unutmuştum bir süreliğine.

Akşam sekiz gibi Berzan ve Uras gelmişti. Berzan üstüne rahat bir şeyler giymek için odasına gittiğinde "Senin yemek hazırladığını duyunca soluğu burada aldım," diyerek göz kırpmıştı Uras, Mehlika'ya. Burada özneye vurgu yaptığı apaçık ortadaydı.

Mehlika biraz heyecanlansa da pek etkilenmemiş gibi bir görüntü vermeye çalıştı.

- Sen yemek kelimesini duyunca neresi olursa olsun soluğu o yerde alırsın, normaldir.

Uras da onun anlamazdan gelmesine aldırmamıştı. Karşılıklı aldırmayarak ne güzel anlaşıyorlardı böyle.

- Yarın işin var mı?

Mehlika bu soruyu beklemiyor olmalı ki bu kez şaşırmış ve gizleyememişti.

- Yok da... Neden?

- Seni bir yere götürmek istiyorum.

Mehlika sessiz kalınca Uras "Bir kere sen de adım at," dedi ondan hiç işitmediğim bir ses tonuyla. Sakin, yorgun, ağırbaşlı, yaralı, hüzünlü. Omuzlarına yenilgiler yüklenmiş gibi. O an kalbimde tuhaf bir sızı oluştu Uras için. O yerinde duramayan, esprili, sempatik, neşe dolu, kendine güvenen, dinamik ve eğlenceli genç adamın derinlerinde başka duyguların ve özelliklerin barındığına şahit olmak beni afallatmıştı. Uras'ı böyle görmeye alışkın değildim.

"Dokuz kere ben adım atayım tamam ama bir kere de sen at ki, onuncusu için ben de güç bulayım...*"

Uras'a bakan Mehlika'nın gözlerinde pişmanlık ve empati izleri gördüm. Sanki tam şu âna dek ona karşı ördüğü bazı duvarlar vardı ama bir balyozla yıkılmışlardı. Temkinli fakat yumuşak bir şekilde tamam dercesine başını salladıktan sonra "İçli köfte yaptım," dedi. "Sen seversin ve akşam belki abimle birlikte gelirsin diye."

Urasla benim yüzümüzde aynı anda anlamlı bir tebessüm belirirken Mehlika ayağa kalktı. Utanmıştı ve bu ortamdan uzaklaşmak istiyordu, adım gibi emindim.

- Ben sofrayı kurayım.

'Sen seversin diye' bir şey yapmak demek, seni seviyorum demek değilse neydi arkadaşlar? Peki ya 'bir adım da sen at ki, onuncusu için ben de güç bulayım' cümlesi seni seviyorum demek değilse neydi?

İkisi arasında neler olmuştu, geçmişleri nasıldı bilmiyorum ama Uras'ın bir şeyleri ispatlamak için çabaladığı belliydi. Kıyamam ben ona. Mehlika'yı sevmiştim lakin Uras'ı üzerse ve süründürürse kızmayacağım anlamına gelmiyordu bu. Sonuçta Uras'ın yeri ayrı.

"Ben de nazlı gülüme yardım edeyim," diye mırıldanarak ayaklandı ve Mehlika'nın peşinden çıktı bizimki. Işık da tabi onu takip etti.

Vay be. Demek gönlünde bir yangın varmış sarı kafalımızın. Hiç de çaktırmıyor.

- Madem ikiniz birden mutfaktasınız, ben içerideyim. Toplarken yardım ederim. Hazır olunca seslenin.

Berza'ın koridordan gelen sesini işittim. Hemen ardından içeriye girdi ve ikili koltuğa uzandı. Yorgun görünüyordu. Bu yorgunluğunun daha çok içsel ve zihinsel olduğu anlaşılıyordu.

Uzayan koyu renk saçları yastığın üzerine dağıldı. Dalgın bakışları tavandaydı. Az sonra gözlerini kapattı. Bütün o Gölge hikayeleri gelip geçti zihnimden. Aşklar, ölümler, lanetler... Berzan'ın evinde, ona bağlı bi şekilde uyanışımı anımsadım sonra. Geçen zamanı, ayları. Hikayelerle uyuşmayan o büyük gerçeği: Biz birbirimize aşık değildik. Tanışmıyorduk dahi.

Kafam karmakarışıktı. Derin bir iç çekip etrafa boş boş bakındım. TV ünitesinin üzerinde duran ahşap süste takılı kaldı bakışlarım. Tabi ya! Nasıl da aklımdan çıkmıştı! Şuan dinleniyor hatta izleniyor olabilirlerdi. En kısa sürede bir şeyler yapıp şu aleti onlara fark ettirmeliydim.



Radyodaki alıntı: Serkan Ertem

*Tarık Tufan'dan alıntıdır


Loading...
0%