Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Gölge • 18

@sukunettekelimeler

Üç gün. Bir şeylerin değişmesi için gayet makul bir süre. Gelin görün ki ben kat ettiğim yoldan pek de memnun değilim. Daha fazlasını istiyorum.

Elimden geleni yapmış, dişimi tırnağıma takmış, nesnelere etki edebilmeyi başarmıştım. Ama belli bir noktada.

Örneğin, sehpanın üzerindeki kitabı yere düşürmüştüm. Berzan odadan değildi. Döndüğünde Işık yaptı sanmıştı. Kalem kutusunu devirmiştim, Mehlika sesine irkilmiş ama rüzgardır diye geçiştirmişti. TV ünitesinin üzerindeki dekor eşyalarının birini (ne yazık ki ahşap ve cihaz yapışmış olanı değil) ünitenin diğer ucuna dek kaydırmış, yerini değiştirmiştim. Kimse şahit olmamış, görünce de umursamamıştı. Kalemi elime alıp tutmayı ve yazı yazmayı denemiştim ama becerememiştim.

Bu konularda ilerleme kaydetsem de işe yaramadıktan sonra bir anlamı yoktu. Üstelik Kutsi Bey'den de ses seda çıkmamıştı. Hani benimle iletişim kuracaktı? Kafamdaki onca sorunun acil şekilde cevaplanması gerekiyordu.

Berzan iki gün boyunca işe gitmiş, parkta dolanıp biraz hava almış, eve dönmüştü. Bir kere de Uraslara gitmiştik. Rotalarımızda bir farklılık yoktu.

Uras demişken, Mehlika'ya yarın seni bir yere götürmek istiyorum dediği günün ertesi günü Mehlika hazırlanıp evden çıkmıştı. Döndüğünde saat on olmuştu. Bütün gün birliktelerdi diye yorumlamıştım. Keyfi yerinde görünüyordu. Ertesi gün Uras'ı gördüğümde mutlu oldum çünkü beyefendinin neşesine ve enerjisine diyecek lafım yoktu. Belli ki bir şeyleri yoluna koymuşlardı. Şu sıralar beni mutlu eden tek şey bu olabilirdi. Dostlarımın mutluluğu.

Bu sabah uyandıklarından beri bizimkilerin üzerinde bir telaş vardı. Galiba bir yere gidiyorduk. Hazırlık yapıyorlardı. Piknik sepeti, örtü, atıştırmalıklar...

Evden çıktığımızda Uras aramış, aşağıda beklediğini söylemişti. "İniyoruz," demişti Berzan.

Eşyaları bagaja yerleştirdiler. Sarışın dostum, motoruyla gelmişti. Motoru uygun bir yere park edip o da bizimle birlikte arabaya bindi. Berzan şoför koltuğunda, Uras da yanındaki yolcu koltuğundaydı. Mehlika ile ben de arka koltukta, iki uçta, pencereye başımızı yaslamıştık.

Bir kaç gün önce bu yolculuğu yapsak neşemden geçilmezdi. Pikniğe gidiyoruz, mekan değişikliği olacak, hava alacağız, güzel vakit geçireceğiz diye sevinirdim. Bugünse pek keyifli olduğum söylenemezdi. Mutluluk kırıntıları içimde bir yerlerdeydi ama fazlasıyla durgundum. Binlerce soru işareti ve belirsizlikle yaşamak hiç kolay değilmiş dostlarım. Özellikle o soruların cevapları sizi de yakından ilgilendiriyorsa.

Evet, üç gündür kafayı bu mevzulara takmışım. Kutsi bey ve anlattıkları, Gölge olup olmadığım, evdeki cihaz, şuan dahi peşimizde olup bizi takip eden adamlar... Bunalmıştım.

En kötüsü de kimsenin varlığımın farkında olmamasıydı. Yokluktan varlığa geçmenin manasını çok daha iyi kavramıştım şu süreçte.

Görmezden gelinme hissini binle çarpıp çıkan sonucu duygu diye içime boca etmişlerdi sanki.

Ben gerçekten var mıydım? Varsam neden bu kadar derin bir yokluğun içinde kaybolmuştum? Neden canım acıyordu? Neden kimse farkımda dahi değildi?

Örtüyü yere serip hafifçe esen meltemden dolayı uçmasın diye üzerine ellerindeki çantaları ve piknik sepetini bırakan, dost dediğim, değer verdiğim bu insanlar neden beni göremiyor, duyamıyordu? Hatta Erva diye birinin hayatlarında olduğunu dahi bilmiyorlardı.

İyice dolmuştum. Gri bulutlar dolaşıyordu üzerimde. Her an yağmur yağdırmaya hazır gibiydi gözlerim. Denize doğru biraz yürüyüp dalgalara baktım. Sonsuza uzanıyor gibiydi mavilik. Vakit erkendi, etrafta kimse yoktu. Sessiz sedasız olan bu sahil kenarında martıların, kuşların, dalgaların ve biraz uzağımda kalan üç dostun sesi dışında çıt çıkmıyordu. Sakinlik ruhumu yavaş yavaş kuşattı. İyice içime döndüm.

Ayaklarım suya değerken kıyı boyunca yürüdüm. Zaten çok uzağa gidemezdim. Berzan'dan fazla uzaklaştığımda göğsümün ortasında bir his peydah oluyordu; kalp atışların hızlanır, göğsüne bir ağırlık çöker, heyecandan miden bi değişik olur ya, hepsinin karışımı gibi. O his sayesinde anlıyordum nerede durmam gerektiğini.

Hava oldukça temizdi. Hoşuma gitmişti burası. Ailemle yüzmeye gittiğimiz o yere benziyordu. Ailem... Nasıllardı acaba? Çok özlemiştim onları.

Göğsümdeki his sinyal verince geri döndüm ve bu kez de kıyı boyunca bizimkilere doğru yürüdüm. Yanlarına gitmek gelmedi içimden. Biraz uzaklarında durdum. Yere oturdum. Dizlerimi kırıp kendime doğru biraz çektim. Ellerimi iki yanıma, yere dayayıp başımı hafifçe geri yatırdım. Gözlerimi kapattım. Üzerime vuran güneşin keyfini çıkarttım.

Aynı pozisyonda durmak rahatsız edici hâle gelince kollarımı dizlerimin etrafına sardım. Başımı da üstlerine yatırıp dalgaları seyretmeye koyuldum.

Arka planda bizimkilerin sesi geliyordu. Oyunlar oynamış, sohbet etmişler, yemek yemişlerdi. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. Yalnız kalınca iyice içime dönmüş, ağlayacak hâle gelmiştim. Duygu patlaması yaşıyordum yahut, bilmiyorum.

Ruhlar ağlar mıydı, sahi? Film başlığı gibiydi hayatım, harika! "Ağlayan Ruh!" Ya da inleyen mi olsa?

Histerik bir gülüş döküldü dudaklarımdan. Ellerimle gözlerimi ovaladım ve yüzümü sıvazladım. Toparlanmaya, kendime gelmeye çalıştım. İyice koyvermiştim. Olmazdı böyle.

Boynum sağ tarafa doğru yatık durmaktan ağrıyınca bu kez sol tarafa çevirip yasladım dizime. Artık bizimkileri göremiyordum, solumda kalmışlardı. Zaten Uras ve Mehlika ayaklanıp sahil boyu yürümeye başlamıştı. Berzan da örtünün üzerinde oturuyordu.

Ne çok isterdim beni görmelerini. Onlara katılmayı.

İstemekten de öte, buna ihtiyacım olduğunu idrak ettim bir an. İnsanın suya ve havaya duyduğu ihtiyaç misali. Şahitliğe ihtiyaç duyuyordum.
Muhtaçlık yahut. Delicesine.

- Merhaba?

Berzan'ın sesi fazlasıyla yakınımda gelince bir an irkildim. Öyle dalıp gitmişim ki adımlarını işitmemiştim bile. Acaba kimi gördü de selam verdi diye düşünüp ufak bir merakla başımı dizlerimden kaldırdım ve kabuğuna çekilmiş hâlimden sıyrıldım. Ona doğru döndüm. Bir kaç adım ötemdeydi. Etrafına bakındım, başka kimse yoktu. Kendi kendine mi konuşuyor yoksa bi çiçeğe böceğe falan mı merhaba dedi diye sorgularken sonunda bakışlarımı yüzüne çevirdim.

Göz göze geldik.
Berzan ile ben. Göz göze geldik!

Acaba uyuyakalmış da rüya mı görüyordum? Çünkü böyle bir şeyin gerçekleşmesi imkansızdı. Kafayı yemiş ve halüsünasyon görüyor da olabilirim. Şizofren olmuş, gerçek olmayan durumları hakikat sanıyor da olabilirim. Hangisi, bilemedim.

İlk gün onun evinde gözlerimi açtığımda, tıpkı saate bakarken önünde durduğum için bana bakıyor sandığım günkü gibi bir an yaşıyor da olabilirdik. Evet evet, arkamda bir şey var ve onunla konuştu kesin.

Bu fikirden emin şekilde başımı çevirip arkama baktım. Bomboştu. Eminliğim bu kadarmış. Önüme döndüm. Elim ayağıma dolaştı.

- İyi misiniz?

Berzan bu kez bakışlarını yüzümde dolaştırarak bu soruyu sormuştu. Galiba bu ân gerçekti. Konuştuğu kişi bendim. Muhatabı bendim. Ben!

Heyecanlanarak hızlıca ayağa kalktım. İstemsizce ona doğru bir adım attım. Göz bebeklerinde kendi yansımamı gördüm. Berzan'ın ela hârelerine tutunmuştum şaşkınlıkla.

- Korkuttum mu sizi?

İkidir söylediklerine karşılık vermediğimi fark ederek telaşlandım. "Hayır," dedim belli belirsiz bir şekilde.

Bir mucize yaşanmış, asla gerçek olmaz sandığım bir arzu önümde belirmişti. Afallamışlığımü üzerimden atamadım. Öylece kalakaldım. Mutluluktan ağlamamak için kendimi zor tuttum.

Çünkü ilk kez var oldum Berzan'ın nezdinde. Sesimi duydu. Konuştu benimle. Gördü. Bu heyecanı, sevinci ve hayreti nasıl tarif edebilirdim bilmiyorum.

- Arkadaşlarımla otururken sizi fark ettik. Az önce de bakışlarım size takıldı, pek iyi görümüyordunuz. Bir şeye ihtiyacınız var mı diye sormak istedim.

Dudaklarımda saçma sapan, ama ölesiye içten bir tebessüm belirdi.

Ben hâlâ inanamıyorum. Ya siz? Berzan ve arkadaşları beni fark etmiş, beni iyi görmemiş, bir şeye ihtiyacım var mı diye sormak isteyerek yanıma gelmiş. Masal gibi değil mi? Onca zaman hayalet gibi etrafındayken şimdi normal bir insan gibi karşısında olmam...

"Evet aslında pek iyi değildim," diye cevap verdim dürüstçe. Bir yabancıyla konuşur gibi hissetmiyordum. O, bir çok insandan daha tanıdıktı bana. Aklım başımda dahi olmayabilirdi şu an. Umarım batırmam.

- Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?

Berzan'ın merhameti, ilgisi ve temiz kalbi, bir kaç gözyaşı olup gözümden aşağı süzüldü. Ağlayabiliyormuşum.

Yanaklarımı elimin tersiyle sildim. Hem mutluydum hem duygulanmıştım. Çekingen bakışlarımı yerden ayırıp onun âşinası olduğum çehresine çevirdim.

Benim için endişelenmiş gibiydi.
- Neden ağlıyorsunuz?

Ağlayan birinin gülmesi. O biri benim. Garip ve tutarsız davranışlarımla karşımdaki adamı iyice tedirgin ettim sanırım.

"Görünmezim," dedim refleksen. İçimde dolan onca duygu taşıyordu. Taşabiliyordu. Paylaşacak bir kişi vardı yanımda.
"Kimse beni görmüyor, duymuyor. Yok gibiyim, ama varım. Yoruldum artık. Ve şuan karşımda biri durup beni fark etti, ilgilendi, umursadı. Katharsis yaşıyorum sanırım."

Yavaşça başını salladı. Gözlerime şefkatle baktı. Sözlerimi mecaz olarak algılamıştı ama beni anlamaya çalıştığı belli oluyordu.

- İnsanlar kendi hayatlarındaki güzelliklere karşı kördür.

Söylediklerine inandığı bakışlarındaki duruluktan anlaşılıyordu.

Cümlesi beni aldı, şu denizin dalgaları arasına savurdu.

Ben birilerinin hayatındaki güzelliktim ve bana karşı körlerdi yani... Eğer atan bir kalbim olsaydı şuan tatlı bir heyecandan ötürü sıkışırdı.

Manidar olansa cümlesindeki o insanlardan biri Berzan'ın ta kendisiydi. O ise bundan bihaberdi.

Belli belirsiz gülümsedim.
"Galiba öyle," dedim biraz daha canlı çıkan sesimle.

- Berzan ben.

Aramıza uzattığı eline baktım. Acaba uzansam tutabilir miydim? Yoksa içinden geçip gider miydi parmaklarım, boşlukla yüzleşir gibi? İkilemde kaldım.

Sonunda cesaret edip uzandım eline.
- Ben de Erva.

Hissettim. Berzan'ın parmaklarının benimkilere değişini, teninin sıcaklığını, ellerimizin temas edişini... Hissedebildim bütün bunları. Çocuksu bir neşe az evvelki bütün o duygu karmaşasını silip attı. İçimde taht kurdu.


Loading...
0%