Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Gölge • 3

@sukunettekelimeler

Son bir kaç saattir yaptığım gibi sırtım duvara yaslı, bacaklarımı kendime doğru çekmiş, kollarımı dizlerime dolamış, başımı da dizlerime yaslamış halde oturuyordum. Gözyaşlarım yanaklarımda kuruyalı çok olmamıştı. Hıçkırıklarım yeni durmuş, nefes alış verişim ancak düzene girmişti. Zihnimde dalgalanıp duran sular ancak durulmuştu. Bomboş hissediyordum kendimi. İçimde ne var ne yoksa atmıştım sanki o ağlama kriziyle birlikte.

Genç adam odadan çıktıktan sonra bir süre idrak süreci yaşamıştım. Her ne kadar idrak edemesem de. Ardından ben de hızla odadan çıkmış, onu aramıştım etrafta. Rastgele girdiğim mutfak ve yatak odasında bulamamış, son kapıya (ki bu kapı diğerlerinin aksine kapalıydı) yönelmiştim ki kendiliğinden açılmıştı.

Saçlarının önünde ıslaklıklar olmasına bakarsak elini yüzünü yıkamıştı. Karşısında dikilmiştim hemen. Kendimi duyurmaya çalışmıştım. Fakat nafileydi. Boğazlarım yırtılasıya dek bağırsam da beni işittiğine dair hiçbir emare bulamamıştım yüzünde. Evde yalnızmış gibi yaşamaya devam ediyordu.

Mutfağa geçmişti. Ben de peşinden. O dolaptan kahvaltılık bir kaç şey çıkartırken bir kaç eşyayı düşürmek, devirmek, hatta belki masanın üstündeki kalem ve kağıdı kullanarak bir not yazıp varlığımı belli etmek istemiştim. Lakin olmuyordu, dokunamıyordum hiçbir şeye. Ne bir eşyaya, maddeye, ne de ona. Evet, ona da dokunmak gibi bir girişimde bulunmuştum yine. Normalde bir yabancıyla temas etmeyi rahatsız edici bulsam da buna mecburdum. Fakat ne kolunu dürtüşlerim ne de omzuna vuruşlarım işe yaramıştı. Belki komik gelecek ama en sonunda suratına sert bir tokat geçirmeye kalkmıştım. Onu da hissetmemişti elbette.

Bunun üzerine korku içimde gittikçe yayılırken umutsuzluk da pençesine almıştı beni. Tanımadığım bir adama tokat atarak kendimi fark ettirmeye çalıştığımı idrak edince sinirlerim iyice bozulmuştu. Önce sinirden gülmeye, sonra da ağlamaya başlamıştım. Ağlama krizim uzun sürmüştü. Ben duvar dibine çökmüş ağlarken saatler geçmiş, yabancı bu sırada her şeyden habersizce karnını bir güzel doyurmuş ve evden ayrılmıştı.

Bir ara, hem ağlayıp hem de rüyada olma ihtimalimi değerlendirmiştim ve binlerce kez uyanmaya çalışmıştım. Gözlerimi kapatıp uyanmak için kendimi telkin etsem de gözlerimi açtığımda aynı yerdeydim. Rüyada olduğuma inanıp, uyanmak için çaba sarf etmiştim ama her seferinde elim boş kalmıştı. Genelde bir yerden düşerken veya ölümcül bir yara aldığımda uyanırdım rüyalarımdan. Sırf bu sebeple kendimi bir yerden atmak, bıçağı kendime saplamak bile istemiştim ama maddelere dokunamadığımdan ötürü planlarım suya düşmüştü. Aklımda kalan anlardan biri de yine bir sinir krizi geçirip "Uyan! Uyan! Uyansana!" diye kendime bağırışlarım...

Şimdi biraz sakinleşmiş olsam dahi, aklım tam olarak başımda değil. Neler olduğunu düşünmeye bile mecalim yok. Çaresizlik... Tam olarak bu duyguyu yaşıyorum. Pes etmişlik. Hem de dibine dek.

Boş boş karşımdaki dolap kapağına bakarken aniden açılan kapının sesi irkilmeme sebep oldu. Bir an yerimden zıplasam dahi sonrasında hiçbir tepki vermeyerek öylece durmaya devam ettim.

- Sen içeriye geç Uras, ben içecek bir şeyler getireyim.

- Tamam.

İki farklı kişi. 

Adım seslerine bakılırsa biri gittikçe mutfağa yaklaşıyordu. Bakışlarımı yorgunca kapıya çevirdim. O girdi içeriye. Bir kaç saat önce toplayıp gittiği küçük mutfaktaydı yine. Bense hâlâ aynı yerimde...

Dolabı açıp bir içecek şişesi çıkarttı. Limonataydı. İki bardağa limonata doldurup iki de kase koydu bir tepsiye. Kaselere bir teneke kutudan çerez boşalttı. Onu seyrettim sadece. Yavaş hareket ediyor gibi görünse de aynı zamanda pratikti. Garip bir tezatlıktı doğrusu.

- Berzan! Dosyaların birini bulamıyorum.

İçeriden bir sesleniş geldi.

Berzan... Evinde gözlerini açtığım bu yabancının ismini işte böyle öğrendim.

- Ben bulurum şimdi.

Tepsiyi alıp içeriye giderken cevap verdi içerideki kişiye. Sesi güzeldi. Sakinleştirici bir tınısı vardı. Bu görüntüye bu ses, kesinlikle yaratıcının yüceliğinin göstergesiydi.

O anda aklıma bir fikir düştü. Berzan isimli beyefendi beni göremiyordu belki ama ya diğer kişiye sesimi duyurmayı başarabilirsem? Bir ışık huzmesi gibi içimde aydınlandı umut. Güçsüz hissedişime inat kalkıp peşinden gittim.

Muhtemelen Berzan beyin misafiri veya arkadaşı olan, onun yaşlarında bir genç oturuyordu koltukta. Elinde bir kaç dosya tutuyordu. Her ne okuyorsa dikkatini epey çekiyor olmalı ki kağıda pür dikkat odaklanmış görünüyordu.

Berzan isimli genç adamla birlikte ben de ona doğru yürüdüm. Hemen önünde dikildim.

- Beyefendi? Beni duyuyor musunuz? Beni görüyor musunuz? Beyefendi?

Bakışları hâlâ kağıttaydı. Uzanıp elindeki kağıtları çekelemek istedim. Olmadı. Yine dokunamadım.

- Uras, şu gazetedeki kadını bulsak aslında harika olacak. Olayın aslını öğrenirsek şimdiye dek kurduğumuz teroilerin uygunluğundan da emin olmuş oluruz. Haber yok mu hâlâ?

- Maalesef, yok henüz. Ama bize yardımcı olabilecek mevkiye sahip bir arkadaşımdan ricada bulundum. Kadını araştırıyor. Şuan nerede ikamet ettiğini bulur bulmaz iletecek bize.

Yoktum işte. O da beni duymamıştı. Kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlardı. Oysaki ben tam önlerine dikiliyordum.

Az önce yeşeren ümitlerim kırıldı. Fırtınaya kapılıp savruldu.

Kimsenin artık beni asla göremeyeceğine, duyamayacağına, hissedemeyeceğine öyle inandım ki. Ve bu inanç beni iyice yok etti. Kendim için bile yok oldum sanki.

Siz yalnızlık nedir bilir misiniz? Hani biz insanların hiç kapanmayan yarası. Kiminle ne kadar yakın olursak olalım asla varlığını gideremediğimiz o uçsuz bucaksız hissiyat. İnsan içinde hep bir parça yalnızlık taşır çünkü. En mutlu anlarında, en kalabalık ortamlarda, en sevdiklerinin yanındayken bile. İşte bu duyguyu milyonlarla çarpın. Kat be kat nüksettiğini düşünün yüreğinizin orta yerinde. Öyle bir şeydi benimkisi.

Ne olan bitene anlam verebiliyor ne de her dakika daha da yok oluyor gibi hissetmeme engel olabiliyordum. Bir karadeliğin içine çekilmiştim. Bir kabusun içine sıkışmıştım. Bir korku filminin ortasında kalakalmıştım.

İnsan böyle bir durumda ne yapar? (gerçi ben insan mıyım hâlâ bilemiyordum, bir hayaletten farksızdım çünkü) Ben olanca yorgunluğum ve kırgınlığımla tekli boş koltuğa oturup karşımdaki iki genç adamın anlamadığım bir şeyler hakkında konuşmalarını dinledim. Dinledim de sayılmaz. Kafamın içinde kendimle bir savaş veriyordum o sıralarda. Arada bir onların cümleleri kulaklarımdan girip çıkıyordu. Sonra nasıl oldu anlamadım, içim geçmiş. Gözlerim kapanmış.

Hayaletlerin uyuyabildiğini bilmiyordum. Her şeyin bir kabusun parçası olmasını diledim. Uyanınca geçecekti. Geçecekti değil mi ?


Loading...
0%