@sukunettekelimeler
|
Bir alarm sesi evde yankılanmaya başladı. Heyecanla oturduğum yerden kalktım ve sesin geldiği odaya doğru koşturdum. Oturma odasının zemininde gözlerimi açtığım günden beri kendimi ilk kez bu kadar enerjik hissediyordum. Çünkü umutluydum ve çabalama kararı almıştım. Koridorda, odanın kapısının hemen yanında sabırsızca beklemeye başladım. Alarmın sesi kesilmişti. İçeriye girme gibi bir niyetim yoktu çünkü tahminimce yatak odasıydı. Özel hayat ihlali yapmak istemezdim. - Diyene de bak! Sanki o odanın haricinde adam kendi evinde senin olduğunun farkındaymış gibi! Komik olma Erva... - Ne yapayım, elimde olan bir şey mi sanki? Hem ne var, eğer beni yine fark etmezse bu evden ayrılırım. Özel hayatı da ona kalır. Belki başkaları beni görür, fark eder, duyar. Ben kendimle konuşurken odanın kapısı aniden açıldı. İrkilmiştim bir an. Uyku mahmuru bir halde yanımdan geçip giden adamın peşine takıldım hemen. - Iıı, günaydın! Hey, beni yine göremiyor musunuz? - Bakar mısınız! Hey! Off! Saçmala Erva, saçmala! Adamın önüne de geçmiş, suratının önünde elimi sallarken bir yandan da geri geri adımlamıştım, hemen yolu üzerinde olduğum için. Fayda sağlamamıştı tabi. Arkamdaki kapıyla üstüme doğru yürüyen adam arasında sıkışmamak için kendimi son anda duvarın dibine attım. O çıkana dek koridorda volta atmaya başladım. Kapının yanındaki ayna dikkatimi çekince nasıl göründüğümü merak ederek karşısına geçtim. NE! YOK ARTIK! Dostlarım, beni şoka uğratan şey tahmin edersiniz ki aynada kendimi görememem. Resmen YOKTUM. Hiçbir şekilde. Kendime bile yoktum. Elimi aynaya doğru uzattım. Başımı sağa yatırdım. Zıpladım. Hareket ettim o yana bu yana. Değişim yok. Yansımam yoktu işte. Karşımdaki aynada kilim vardı, dolap, askı, duvar, kapı, ben hariç her şey vardı. Kendimi garip hissettim. Anlatamayacağım bir duygu yaşıyordum. İlk kez keşfettiğim bir duydu. İnsanın kendine bile var olmaması böyle bir şeymiş demek. Şokumu atlatıp volta atmaya devam ettiğim on dakika içerisinde kendimi hapishane mahkumu gibi hissetmek haricinde genç adamı beklemiştim. Odasına gitmiş, üzerine lavicert bir gömlek ve kot pantolon giymiş, gömleğinin kol düğmelerini iliklerken de mutfağa geçiş yapmıştı. Ardı sıra ben de mutfağa geçtim. Telefonunda bir şeyler kurcaladıktan sonra evi aşinası olduğum bir müzik sesi doldurdu. Müzik beni gülümsetirken içime de bir enerji ve mutluluk vermişti. Hani aslında hüzünlü sözleri vardı falan ama yalnızca müzik dinleyip şarkı söylemek bile bir başka gelmişti şuan bana. Mutlu olma sebebim buydu. Nasılsa Berzan beyefendi de beni duymuyordu. Keyifle müziğe eşlik edip kendimi biraz olsun normal hissetmek istedim ve mutfağın penceresinden dışarıya bakarken pek de güzel olmayan sesimle bağırmaya başladım. - İki küçücük kol düğmesiii! Bütün bir aşk hikâyesiii! İki düğme ayrı kolda, bizim gibi ayrı yoldaa! ✰✰ Berzan beyefendi kahvaltısını yaptıktan sonra eline aldığı bilgisayar çantasıyla birlikte evden ayrılmıştı. Ben de peşine tabi. Üç katlı bir apartmanın ikinci katındaydık. Merdivenleri inmiş, sokağa çıkmıştık. Daha önce yolumun düşmediği bir semtteydim. Nerede gözlerimi açtığımı anlamak için eve de, gidiyor olduğumuz yola ve tabelalara da son derece dikkat etmiştim. Şimdi arabadaydık. Yaklaşık yarım saattir yoldaydık. Binerken kapı kolunu tutup açamasam da bildiğiniz kapının içinden geçmiştim. Ve o an dank etmişti. "YOK ARTIK! KAPININ İÇİNDEN GEÇTİM!" diye bir nida bırakmıştım ortaya. Nesnelerin benim için bir engel olmadığını fark etmem dehşet verici olduğu kadar müthişti de. Çocukken de hep hayal kurardım, duvarların içinden geçme gücüm olsa keşke diye. Başka şey istesem olacakmış, dostlar! Evlerin çoğunluğunu eski ahşap binaların oluşturduğu bir mahalleye giriş yapmıştık. Araba durduğunda o ilginç hissi yaşayarak yine kapı açmadan aracın içinden geçercesine sokağa adım attım. Hayalet Casper'dım resmen. Bu düşünce beni bir an güldürdü. Berzan beyefendinin tarihi olduğu bir bakışta belli olan ve gotik mimari tarzında yapılmış bir binaya girdiğini fark edince koşarak ona yetiştim. Neden bu adamın yanındasın, evine git falan mı diyorsunuz dostlar? Eh bi noktada haklısınız ama beynim ilginç çalışır bazen. Alışın. Diyorum ki, madem gözlerimi bu adamın evinde açtım, bunun bir sebebi olmalı. Neler olduğunun cevaplarını da o evde ve bu adamda bulacağımı hissediyorum ayrıca. İşte bütün sebebi bu. Genç adam zile bastı ve bir kaç dakika bekledi. Sağ ayağını yere vuruşu, gergin, stresli veya sabırsız olduğunu hissettirdi bana. Az sonra kapı açıldı. Karşımızda epeyce koyu renk ten renginden yabancı olduğu belli olan uzun boylu, yapılı, siyah giyimli bir adam vardı. Adamın duruşu beni biraz ürkütmüştü. Oldukça ciddi ve soğuk görünüyordu. Bir de korkutucu. Mesela Berzan beyefendi de ilk bakışta ciddi ve soğuk görünüyordu ama korkutucu bir yanı yoktu. Tırsılacak birine benzemiyordu. Yani galiba. İçini bilemem. - Merhaba. Ben Berzan Kuray. Arkadaşım Uras ve ben, Kutsi beyle görüşmek için randevulaşmıştık. - Merhaba Berzan bey. Uras bey geldiler, içerideler. Buyrun. Sizi bekliyorlar. Adam Türkçe'yi öyle güzel konuşmuştu ki şaşırmıştım. Kesinlikle benim dilimi benden güzel konuşuyordu. Zaten son zamanlarda hitabet ve diksiyon dersi almayı düşünüyordum. Alacaktım da, tabi ölmeseydim. Kapıdan içeriye girdiğimizde Berzan beyefendi önden giden iri adamı takip ederken ben de onu izliyordum. Bir yandan da hayretle etrafa bakınıyordum. Neydi burası, Ihlamur Kasrı'nın başka bi versiyonu falan mı? Böyle bir yerde yaşayan bir insan ne iş yapıyordur acaba? Neyin nesidir, kimin fesidir? Peki gayet orta halli olarak görüp tanıdığım şu Berzan beyefendinin burayla, burada yaşayan biriyle ne gibi bir işi olabilir? Kafamdaki deli sorular eşliğinde genişçe bir salona alındık. Ben alınmadım aslında ama napalım! Görünmez olmak benim suçum mu? İçeriye girer girmez ilk yaptığım şey hayretle etrafa bakmak oldu. Özellikle de tam karşıdaki duvarda asılı duran kocaman figüranlara. Kalkan ve kılıç benim boyumun iki katıydı. Zırh da vardı. Çeşit çeşit bıçakları ve tabloları da saymaya başlamayayım hiç. Tam ısrık çalmalık bir koleksiyon. Hayır yani bütün bunları Topkapı Sarayı'ndan aşırmışlar diyeceğim ama... Diyemiyorum işte. - Odaya ilk girdiğimde ben de senin gibi kalakaldım şıp diye. Bir an cümlenin bana söylendiğini sanıp heyecanla sesin kaynağına döndüm. Dün akşam Berzan beyefendinin koltuğunda oturan genç adamın ta kendisiydi bu. Hani beni belki görür diye ümit ettiğim ama hayal kırıklığına uğradığım. Yine görmemişti tabiki. Biraz arkamda dikilen arkadaşına hitap etmişti. Bu kez dün akşamki gibi bir hayal kırıklığı yaşamasam da biraz bozulmadım değil hani. İnsanın ümitlerinin kırılması pek iç açıcı değil. Uras isimli şahısla beraber odadaki diğer kişinin varlığını fark ettim. Altmışlı yaşlarında görünen, uzun saçlarının çoğuna aklar düşmüş, orta boylu, son derece iyi giyimli bir adam, utanmasa taht ilan edeceği derece gösterişli bir koltukta oturmuştu. Padişah gibiydi. - Şöyle geç otur bakalım genç adam. Berzan beyefendi kendisine gösterilen koltuğa oturdu. Ben de aynı koltuğun diğer ucuna kuruldum. Gösterişli görünse de hiç rahat değildi koltuk. Hıh, ne anladım ben bu işten! - Merhaba Kutsi bey. - Merhaba. Arkadaşınla tanıştık. Sıra sende delikanlı. Kimsin, neyin nesisin? Aslında şuan en çok bu yaşlı adamın kim olduğunu merak ediyordum. Berzan beyefendiyi geçip ona gelsek olmaz mıydı? - Ben Berzan Kuray. Hatay'da doğdum. Burada büyüdüm. Mühendislik ve Doğa Bilimleri fakültesinde okudum. Şimdi hem çalışıyor hem de ikinci bir bölüm olarak Felsefe okuyorum. Geçtiğimiz günlerde araştırma yaparken dikkatimizi çeken bir konu keşfettik ve--- Yaşlı adam araya girip cümleyi yarım bıraktırdı. - Bunları zaten sana sormadan da öğrenebilirim. Öğrendim de. Sen bana kendinden bahset. Bu bedenin, et yığının ardında ne var? Amca epey derinlere girecekti belli ki. Kalkıp odada dolanmaya, her eşyayı yakından incelemeye başladım. Kulağım onlarda, gözüm ise Topkapı Sarayı ve Beylerbeyi Sarayı'nın jünyır çocukları sayılan bu odadaydı. Nasılsa beni gören duyan yoktu, oh. Bu durum hoşuma gitmeye başlamıştı. Berzan beyefendi biraz susup düşündükten sonra kendisi hakkında bir şeyler anlatmaya başladı. Staj için mülakat yapar gibi. Tanıştığıma memnun oldum, diye düşündüm o sustuğunda. İşe alındınız. Yani bence. Yaşlı adam, yani Kutsi bey, aniden ellerini birbirine sertçe vurdu. İrkilip arkama döndüm ve ona baktım. Ondan beklenmeyecek bir canlılıkla yeni bir soru sordu. - Metafiziğe inanıyor musunuz gençler? Metafiziğin gücüne? Berzan da Uras da başlarını sallarken yaşlı adam yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle ayağa kalktı ve arkasını misafirlerine dönüp biraz ötedeki masaya doğru yürüdü. - Metafizik, metafizik. Ah, bütün mesele bu! Varlık, uzay, zaman, ilişki, sebep! İnsan. Tarih. Duygular. Doğaüstü... Yaşlı adam, sürahiden su doldurduğu bardağı dudaklarına yaklaştırınca sustu. İki üç yudum içtikten sonra bardağı yerine bıraktı ve az evvel oturduğu yere geri döndü. Cebinden kırmızı, elmasa benzeyen bir madde çıkarttı. - Neyin peşinde olduğunuzu biliyorum ama önce etrafta hiçbir gölge olmadığından emin olalım. Sonra da mevzuyu rahatça konuşalım. Tıpkı ben gibi Berzan ve Uras beylerin de suratlarında yaşlı adamın ne dediğini anlayamadıklarını belli eden bir ifade belirdi. Bu ihtiyarda bir gariplik vardı gerçekten. Bence artık eve gidelim, diye düşünüyordum ki adamın elindeki parıldayan cismin yandığını fark ettim. Oysa bu şeyin sert ve katı olduğunu sanmıştım. Yanacak bir şeye benzemiyordu. Cismin üzerinden çıkan beyaz dumanlar odaya yayılırken ardında mayhoş bir koku getirdi. Koku hoştu aslında ama genzimi yakmış, zihnime doluşmuştu sanki. Kendimi bir filmin içine düşmüş gibi hissettim. Az önce kalktığım koltuğa oturmak için geri dönüyordum ki ne olduğunu anlamadan ayaklarım birbirine dolandı, yalpaladım. Dizlerimin üzerine düştüğümde gözlerim de karardı ve sonrası boşluk. ✰
|
0% |