Yeni Üyelik
12.
Bölüm

°I° 12

@sukunettekelimeler

~Ensar Demir


Az ötedeki ergenin kız kardeşime kaçamak bakışlar attığını görünce Rümeysa'yı kendime doğru biraz daha çekeleyip elini tuttum. Otobüste konuşan bir kaç teyze dışında ses olmadığı için fısıltıyla "Abi niye elimi tutuyorsun ya, ben artık çocuk muyum?" diye söylendi.


"Bir iki hıyar sana bakıyor da ondan," dediğimde daha ses seda çıkarmadı.


Sonunda indiğimizde elini çekip başörtüsünü düzeltti. Sanki bozuk mübarek! Gayet düzgün, hâlâ neyini düzeltmeye çalışıyor anlamıyorum. "Kızım şu başını biraz yamuk yap da millet çirkin sansın, çirkin görsün, bakmasın."


Ben gayet ciddiydim ama o göz devirdi. Bu kardeşler eğlenceli olduğu kadar sinir bozucu da olabiliyordu. Şanslılardı ki benim gibi bir ağabeyleri vardı çünkü onları her hâlleriyle seviyordum.


Benim sevgili en küçük kardeşim Rümeysa da seneye üniversite sınavına girecekti. Şimdiden çalışmaya başladığı için kitap defter almıştık çarşıya çıkıp.


Onu ve ellerimizdeki poşetleri eve bırakıp bizim mekâna geçtim. Bugün Emir Serkan'la araba bakmaya gidecektik ve burada buluşacaktık. Bu konuyu konuştuğumuz üç akşam olmuştu ve biz bir kaç iyi şık bulmuştuk bile.


Onu beklerken bir kaç hesap yapmak için kalem kağıt aradım. Sağa sola bakınsam da çabalarım karşılıksız kaldı. "Hadi burada bir tane olsun," diyerek son çekmeceyi de açtığımda siyah ufak bir defter buldum ve sevinerek rahatladım.


Koltuğa yaslanıp oturdum ve hesap makinası için telefonumu çıkardım. Defterin lastiğini açıp kapağını araladığımda ilk sayfaların dolu, sonrasının boş olduğunu fark ettim.


Dolu sayfaları hızlıca geçerken gözüme dost, kalp, gökyüzü gibi kelimeler takılınca merak edip geri döndüm ve defterin en başını açtım. Sayfalarda yazan kısa notları tek tek okumaya başladım.


- "insan bastırdığı duygunun esiridir" demiş A.Cahit Zarifoğlu


Ben de esiri olmayayım, biraz olsun kurtulayım diye en azından deftere dökeyim içimi dedim.


Ama ne kadar faydası olur bilmiyorum çünkü hâlâ her zerreme sinen o derin duyguları bastırmaya devam ediyorum...


Sayfayı çevirdim.


~ Kaçsam yanıyorum, koşsam yanıyorum


~ Gözlerimdeki bulutlara gökyüzü, gözlerin


~ Sevda dedikleri gönül yaram, biliyorum...


~ Aşk ciğerimden gelen nefes ise, dostluk yüreğimden pompalanan kan. Ciğersiz yaşarım belki ama kalpsiz yaşayamam.


~ Dostumun gülüşü, merak edip o iyi mi diye soruşu yeter; bu duygulardan kurtulmaya çalışmam için.


~ Ben aşkın sefasından ziyade cefasını bilenlerdenim galiba.


~ Ben ona yabancı gibi davranmak istemiyorum. Gülümsemek istiyorum. Selam vermek. Konuşmak. Gözlerine bakmak. Varlığın varlık aynama yansıyor mesajı vermek. Yokmuş gibi yapmak değil...


~ İnsan yoruluyor.


~ Beynim kafama ağır geliyor gibi bi baş ağrısı


~ hayat kısa. ölüm var. pişman olacağın şeyler yapma. söyleme. haddini bil. sonra keşke deme.


~ Gönül yaramsınız


Son yazılı sayfayı okudum.


~ Yazınca da geçmiyormuş.


Serkan... İlk başta kime hitaben yazmış olabilir diye düşünsem de gökyüzü gözlerin demesinden, dostluk demesinden anlamıştım. Notları okudukça taşlar yerine oturmuştu. Yüreğime düşen bir kor parçası içimi yakıyordu. Ben kardeşimi nasıl hiç anlamamıştım? Onun cebelleştiği duygular olduğunu nasıl fark etmemiştim?


Peki ya o? Nasıl bu denli saklamış, belli etmemiş, dayanmıstı, bana destek olmuştu?


Kader bu ya, ikimizin de gönlüne bir gönlü düşürmüştü demek! Fakat ben duygularımı onunla paylaşabiliyorken, o içine atmak zorunda kalmıştı. Ben dostumun gözlerine gülerken o benim için fedakârlık yapmış, canı yanmış, bir sevdayı içine gömmüştü. "Ben Hümeyra'yı daha önceden beri tanıyorum," deyip karşıma geçmemişti. Aradan çıkartmaya çalışmamıştı. Benden uzaklaşmamış, kaçmamış, nefret etmemişti.


Ve en az benim kadar o da acı çekmişti.


Yüzleştiğim gerçekler sebebiyle iyice bunaldığımı hissedip dışarıya çıktım. Kaldırımın kenarına oturup elimdeki kara deftere baka baka bekledim.


Yaklaşık on dakika sonra karşıdan gelen Serkan'ı görünce ayağa kalktım. Beni görünce tebessüm etmişti. Fakat yaklaştıkça gülümsemesi soldu çünkü bakışları elimdeki defteri buldu.


Bir kaç adım ötemde durdu. "Emir Serkan," dediğimde gözlerine bakıyordum ve dostumun bakışları vicdan azabı çektiğini söylüyordu. Nadiren ona Emir Serkan demişimdir şimdiye dek. O da bu yüzden bir şeylerin farklı olduğunu sezmiş ve belki de ona kızmış/kırılmış olduğumu sanmıştı.


Ben henüz devam etmeden lafa girdi. "Nefret ediyorsun benden değil mi?" dedi umutsuzca, sesine yansıyan hayal kırıklığıyla. "Ama bil ki ben seni kaybetmek istemedim, bu yüzden gizledim. Can dostum benden soğusun istemedim. Aramıza duvarlar örülsün, anlaşmazlık çıksın, kardeşliğimiz zarar görsün istemedim. Belki güvenin sarsıldı, haklısızsın da diyemem. Ama eğer o değil de başkası olsaydı ilk sana söylerdim."


Neler söylüyordu bu adam! Kafamı dert yanar gibi iki yana sallayıp ona doğru gittiğimde herhalde yine ona vurmamı falan bekliyordu ki sarıldığımda şaşırmıştı. Elimi boynuna götürüp dostça sıktım. "Gözlerime bak Serkan."


Dediğimi yapınca devam ettim. "Nefret etmek mi? Güvensizlik mi?Tersine, benim için koca bir sevdayı içine gömdün sen. Bu kardeşlik biz ölsek de devam edecek. Serkan, sen dostluk kavramının beden bulmuş hâlisin."


Söylediklerimin onu rahatlattığı yüzüne sinen ferahlamadan seziliyordu. Gözünden bir damla düştüğünde onun ağladığına ilk kez tanık oluyordum. Bu yüzden ben de duygulanmıştım. Bu atmosferi dağıtmaya çalıştım.


"Beş dakika oturalım," dedim ve ikimiz de yan yana kaldırıma çöktük.


"Nasıl başardın? Yani hiç belli etmemeyi," diye sordum.


"İnan ben de bilmiyorum. Allah'ın yardımıydı herhalde. Hem zaten oturup saatlerce onu konuşmuyorduk. Bundan sadece bir kaç kez bahsetmiş, o zamanlar da kendi hislerini anlatmıştın, Hümeyra'yı değil."


Haklıydı ve cevabı da oldukça mâkuldu. Çünkü sevdiğimiz de olsa bir kızın hayalini kurup o şöyle güzel böyle iyi diye anlatmak bize yakışmazdı. Dilimizde döndürüp duramaz; asaletini ve değerini basitleştiremezdik.


"Anlıyorum, haklısın," dedim.


"Bu arada, bunu öğrenmem hiçbir şey değiştirmeyecek Serkan, biliyorsun değil mi? Daha önce ne konuştuysak o."


Elini saçlarının arasına daldırdı ve geriye doğru taradı.


"Biliyorum biliyorum."


"Harika. Madem sen de Hümeyra'ya zaten sevdalıymışsın, o zaman kendin de mutlu olacaksın, onu da mutlu edeceksin. Senin için zor olmaz."


Suratını bir anlığına ekşitti. "Tabi yufka yapma işi bitip eve dönebilirse," diye göz devirdiğinde güldüm.


Bizim mahallede yine yufka açma vakti gelmişti. Sokaklardaki kokudan, evlerdeki telaştan anlıyorduk. Bizimki de annesi "Gelinim de gelsin, bize yardım etsin. Hem farklılık olur. Bir iki gün bizde kalır," dediğinde ses edememiş ve müsaade etmişti. Öncesinde de komşulara yardıma gidiyordu Hümeyra ve eve akşam döndüğünde yorgun olup hemen uyuyordu. Yakındığı şey buydu.


"Git al artık sen de hanımını o zaman."


"Alayım dimi? Sonuçta bugün üçüncü gün."


"Al al," diye tasdikledikten sonra elimdeki defteri fark ettim. Onu Serkan'a uzattım. "Defterini de al."


Defteri alıp kara kabına baktı. Ona bakınca neler hissetmişti kim bilir. O defterde umutsuz ve imkansız görünen vuslat, karşılıksız kalacak sandığı duygular ve çektiği acılar barınıyordu. Oysa şimdi sevdiği kadınla evliydi. Onun için şükürlük bir durumdu.


Bana döndü ve elini omzuma koydu.


"İyi ki varsın kardeşim."


"Sen de iyi ki varsın kardeşim," dedikten sonra zihnim beni geçmişe götürmüş, beraber düzenlediğimiz programları, kapı kapı dolaşıp topladığımız yardımları, yediğimiz dayakları, girdiğimiz kavgaları, oynadığımız maçları, kırdığımız eşyaları, kurduğumuz mekanı, her şeyi tek tek gözümün önüne sermişti.


Telefonumun zil sesi tüm duygusallığımızı yıkarken el mecbur açtım. Araba için görüşeceğimiz adamdı arayan. Kalkıp belirlenen buluşma yerine gittik.


Bu işi de hayırlısıyla hallettikten sonra Serkan'ı da bırakıp eve geçtim. Tabi önce artık bir suç işlemiş gibi davranmayı bırakmasını tembihleyerek. Çünkü sevmek suç değildi. Elimizde olan bir şey de değildi. Engel olabileceğimiz bir şey ise hiç değildi. Öyle olsa artık evli olan o kadının sevgisi hâlâ kalbimi mesken edinmiş olmazdı. Böylesi bir şeyi yakıştıramazdım kendime. Rahatsız ediciydi.


Düşünceler içinde eve varmıştım. Ben arabayı park edip indiğimde kardeşim Enes de eve giriyordu. Onun hemen peşine kapıdaki anahtarı çevirip içeri girdiğimde Rümeysa, Enes'e sevgiyle yapışmış bir vaziyette teşekkür ediyordu. Beni görünce elindeki poşeti gözümün önünde salladı. "Ensar abi bak! Canım çok istedi diye Enes abim gidip marketten bana ramen almış!"


"Şaşırtıcı," diye mırıldanıp Enes'e döndüm. "Tebrikler kaptan."


Şaşırtıcı ve tebrik edilesiydi çünkü Enes biraz cimriydi . Kendisi tutumlu olduğunu iddia ediyordu. Fakat para harcamayı hiç sevmezdi. Onun işi biriktirmekti. Lüzumsuz gördüğü hiçbir şeye para vermezdi. Yalnızca acil ihtiyacı olan, ciddî manada ihitiyaç duyduğu şeylere para verebilirdi. Ve tahmin edersiniz ki ramen, Enes'in parasına kıyıp da satın alacağı bir "ihtiyaç" değildi.


"Eyvallah abicim," deyip Rümeysa'ya döndü Enes. "Sen de sabahtan beri ramen ramen diye sayıklıyorsun. Dayanamadım. Abi yüreği işte."


"Canım abim. Yüreğini yerim senin!" deyip Enes'e tekrar sarıldı Rümeysa. Yunus yumuştu tabiri caizse. Şu anları kameraya kaydetmek lazımdı. Resmen beş dakikadır didişmiyorlardı. Onlar için bu bir rekor!


Rümeysa sonunda Enes'den ayrıldı ve tam sevinçle ramenlerini hazırlamak üzere odadan çıkacakken Enes'in seslenmesiyle durdu. "Rümeysa!"


"Efendim abicim?" dedi tüm şirinliğiyle.


Enes'in yüzünde garip bir gülüş belirdi. Biraz mahcup, biraz ürkek, biraz alaylı.


"Şey diyecektim, ramenlerin parasını senin kumbarandan almıştım."


Bu bir savaş ilanıydı âdeta. Ben koca bir kahkahayı ortaya bırakıp olası bir kavgadan hasar almamak için odama kaçarken ev ikisinin sesiyle inim inim inliyordu...


Ben koca bir kahkahayı ortaya bırakıp olası bir kavgadan hasar almamak için odama kaçarken ev ikisinin sesiyle inim inim inliyordu


Loading...
0%