@sukunettekelimeler
|
~Hümeyra Esma gidince iyice canım sıkılmıştı. Zaten moralim de bozuktu. Esma'nın da canını sıkmamak için ona bir şey anlatmamıştım yine. Kimseye içimden geçenleri, başıma gelenleri anlatamıyor olmak bütün bu duyguların içimde birikmesine sebep oluyordu. Bu da yüreğime ağırlık yapıyordu. Bazı zamanlar, bu sızı bir anda nefesimi kesecekmiş gibi hissediyordum. Biraz kafam dağılsın diye okumaya başladığım kitaba devam ettim. "...İnsanlar ayna ararlar. Evet, doğru duydunuz, insanlar kendilerini gösterecek bir ayna ararlar. Bu ayna da bir başka insandır genelde. Çünkü bir insanı en kamil manada başka bir insan gösterebilir. Bu sebeple insanlar sevdiklerinin kendileri gibi olmasını isterler. Dolayısıyla kendilerini sevdikleri insanda görmek isterler. Bu denklemde asıl olan kişinin kendisidir. Kendi bütünlüğünü tamamlamak ve hayata bıraktığı izleri görmek için aynaya yani başka bir insana ihtiyaç duyar." "Tıpkı benim Emir Serkan'a delicesine ihtiyaç duymam gibi," diye geçirdim içimden. Kapının açılma sesini duyunca kitabı kapattım. İçeriye girip karşımdaki koltuğa oturan ve aklı her neredeyse varlığımı bile fark etmeyen Emir Serkan bakışlarını halının deseninden kaldırıp beni gördüğünde irkilmişti. Bu adamın dalıp gidişlerinin sebebi neydi, öğrenmek istiyordum artık. Onu böyle gördükçe derdim birken iki oluyordu. Bir süre gözlerime öylece baktıktan sonra "Ensar," dedi bir cümleye başlamak ister gibi. Ama sustu ve devamını getirmedi. Bir şey olduğu ses tonundan belliydi. Merak ettim. Acaba Ensar benim onunla konuştuğumdan bahsetmiş miydi? Ama beni zor duruma sokmamak için bahsetmezdi ki, çaktırmadan konuşurdu. Peki ne olmuştu? Acaba sabah tartıştığımız için benimle konuşmamaya mı karar vermişti? Bu sebeple mi susmuştu hemen? Ben de hâlâ kırgındım açıkçası, Emir Serkan konuşmadan ben de hiçbir şey dememek ve yapmamak kararı almıştım hatta. Bu karar da o tek kelime edene dek sürmüştü, büyük başarı! Kendim bir tahmin yürüttüm ve "Aranız mı kötü?" dedim. Aklıma gelen seçenek şuan buydu. "Yoo, yok. Yok bir şey," deyip aceleyle kalktı ve odadan çıktı. Seslere bakılırsa önce mutfağa, sonra banyoya, sonra yatak odasına girip çıkıp durmuştu. Evi tavaf ediyordu. Bunu yaparken bir amacı olmadığına ise adım gibi emindim. Az sonra tekrar içerisinin kapısında durdu, bana doğru baktı. Göz göze geldiğimizde bu kez söyleyecek, diye düşündüm ama beni yanılttı ve vazgeçip gitmek üzere arkasına döndü. "Emir Serkan," Boş bakışlarından kurtulmuştu fakat şuan ne düşündüğünü yahut hissettiğini yine de çözemiyordum. Yanıma gelip biraz öteme oturdu. Bu kadar yakınıma oturmasına şaşırmıştım. Bu da bizim için yeni bir gelişmeydi işte. Bakışları yüzümde gezindi, ardından sakince konuştu. Samimi olduğunu ses tonundan fark edebiliyordum. Bu samimiyet ve bakışlarındaki şefkat, kalbimdeki yaralara biraz olsun melhem sürmüştü. Elini cebine sokup bir şey aldı avuçlarına. Kısa bir süre sımsıkı kapattığı yumruğunu aramızda tutup parmaklarını açtı. Avucundaki şey yüzüğümdü. Ben de avucumu açıp yüzüğü bırakması için aramıza tuttum fakat bir kaç saniye boyu öylece durdu. Onu anlamaya çalışarak suratına dikkatle baktım. Neden bu denli araftaydı? Ben ona bakıyor ve bir şeyler çözmeye çalışıyorken havada bekleyen elime bir soğukluk yayıldı. Hemen çevirdim bakışlarımı. Elimi avuçları arasına almıştı. Temas kurmuştu benimle. Hızlanan kalp atışlarım duyulacak diye korkarken, Emir Serkan yüzüğü kibarca parmağıma geçirdi. Ardından, elimi aramızda duran kitabın üzerine bıraktı. Özgür ama Tutsak yazan kitap kapağının üzerinde duran elim ısınmıştı. Evet, özgür ama tutsak. Emir Serkan'da olan şey de buydu bir nevi. Elimi tutmuş, kendi rızasıyla benimle temas etmişti öyle mi? Sabah dokunma diye bağıran kendisi değilmiş gibi... O bir kaç saniyede vücuduma yayılan ısı oranı üzere şaşırmıştım. Isı demişken, Emir Serkan'ın elleri buz gibiydi oysaki. Dışarıda çok mu durmuştu ki hâlâ ısınamamıştı? Aramızdaki sessizlik sürerken ben bin bir düşünce içinde karşımdaki duvarda asılı olan saatin saniyesinin dönüşünü takip ediyordum. Emir Serkan da arkasına yaslanmış, elleri kucağında oturuyordu. Yelkovanın 3'ün üzerinden 5'e gelmesiyle bir şeyler söylemek isteyerek ona döndüm fakat boynu sol tarafına düşmüş, gözleri yumuluydu. Uyuya mı kalmıştı? Belki çok yorgundu, belki de dün gece doğru düzgün uyumamıştı. Gerçekten de böylece uyuyakalmıştı. Nedense komiğime gitmişti biraz, oysa komik bir şey yoktu, neden tebessüm ediyordum? Mutluluk ihtiyacımdan dolayıydı sanırım. Yahut bu halinin fazlasıyla masum oluşundan. Aşağı sarkan ayaklarımı toparlayıp altıma aldım ve yüzümü ona döndüm. Dirseğimi koltuğun arka kısmına yaslayıp yan oturdum ve bir süre ona baktım. Uzun kirpiklerinin gölgesi vuruyordu göz altlarına. Koyu kahverengi hareleri göz kapaklarının altında kalmıştı şimdi. Siyah saçları da alnına düşmüştü. Nişandan beri kesmediği sakalları uzamıştı. Alnı hafiften parlıyordu, nemli gibiydi. Ateşi mi var diyerek elimi uzatsam da tereddüt etmiştim. Sabah dokunma diye bağırışı tekrar kulağıma dolmuştu sanki. Elimi geri çektim. Yine de güzel yüzünü bir kaç dakika daha seyretmekten kendimi alamadım. Öyle uyumasına gönlüm razı gelmese de ses etmeyip usulca odadan çıktım. Fakat dayanamamış, bir kaç dakika içinde odaya geri gelmiştim bile. Yatağını serdim. Ardından Emir Serkan'a doğru yaklaşıp koltuğun yanında durdum ve ismini seslendim. Bu şekilde uyumaya devam ederse sabah boynu tutulmuş bir halde güne gözlerini açması kaçınılmazdı. Neyse ki üçüncü seslenişimde göz kapakları aralanmış, uyku mahmuru bir şekilde yüzüme bakmıştı. "Uyuyakaldın. Bu şekilde her yerin ağrır. Yatağını hazırladım, oraya uzanabilirsin." Küçük bir teşekkür mırıldandı. "Hayırlı geceler," deyip odadan çıktım. •¿•¿•¿•¿• Fırtına sonrası sessizlik gibiydi. O yakıcı kavganın ve yüzüğümü bana geri verdiği akşamın ardından sular durulmuş, çok bir ilerleme kaydedemesek de gerilemelere de sebep olmamıştık. Üç gün olmuştu. Bir şeyler eskisine nazaran daha normal ve sakindi. Elimdeki ağrı kesiciyi ve suyu Emir Serkan'ın önüne bırakıp tost makinesinden tostları çıkardım ve fişini çektim. Birlikte kahvaltı yapıyorduk, evet. Son günlerde benimle beraber yemek yeme veya aynı ortamda bulunma gibi bir problemi yoktu beyefendinin. Beni kırmıyor, uyum sağlıyordu. Bu sabah da sessiz sakin, aramızda geçen bir kaç gündelik diyalogla kahvaltı yapmıştık. Kahvaltı tamamen sona erip Emir Serkan ilacını içerken günlerdir yapıp yapmamakta kararsız kaldığım açıklamamı birden atıverdim ortaya. Sessizliği bozdum böylece. "Ben sadece annemle babam gibi olmak istememiştim," diye başladığımda kahverengi hareleri beni buldu. Kaçırmadı onları üzerimden. "Babam bir şey demeden evden çıkıp giderken annemin öfkeyle kendini temizliğe vermesi, babam eve dönünce hesap sorması, her seferinde kavgaya başlamaları...Birinin bağırıp diğerinin daha çok bağırması, uykumdan kavga sesleriyle uyanmam... Yalnız başına kahvaltı yapmam, yalnız başına oyun oynamam." Elimdeki çay kaşığıyla uğraşmayı bırakıp ona baktım. Beni dikkatle dinliyordu. "Sonra babam bizi bırakıp giderken annemin psikolojisinin bozulup bana bakamayacak hâle gelmesi, artık bir ailemin olmayışı... O günleri hatırladım davranışların karşısında. Yanımda beni sevdiğini düşündüğüm ve sevdiğim insanlar olmasına rağmen nasıl bir yalnızlık, sıkıntı ve gerginlik içinde olduğumu anımsadım. Ben onlar gibi olalım istememiştim. Ben tekrar o kız çocuğu da olmak istemedim." Önce arafta, iki ebeveyn arasında, sonra da hiç kimsesiz kalan bir kız olmaya devam etmek istememiştim. "Olmayacaksın." dedi bir çırpıda. Tek kelimeyle verdiği yanıt, içimdeki umut kıvılcımlarını alevlendirmişti. Çünkü o tek kelimeyi söylerken fazlasıyla inandırıcı, emin ve kesindi. O güveni vermek istercesine baktı gözlerime. Ona inandım. Bu tek kelimeye tutundum sıkıca. Minik bir tebessüm suratıma yerleşti. Zaten artık o kız çocuğu değildim. Yahut, belki de biraz öyleydim kim bilir? Yahut, belki de biraz öyleydim kim bilir? |
0% |