@sukunettekelimeler
|
~Hümeyra Dolaptan gelen gıcırdama sesiyle uyandım ve besmeleyle yataktan kalktım. Bakışlarım sırtı bana dönük olan adamı buldu. Emir Serkan raftan eline giyecek bir şeyler almıştı. Muhtemelen banyoya girecekti. "Hayırlı sabahlar," dedim ve arkasına dönmeden, yüzüme bakmadan "Sana da," deyip odadan çıktı. Hızla yataktan kalkıp peşinden gittim ve önüne geçtim. Tereddütlü, bir o kadar da hevesli ve umutlu bir şekilde konuştum. "Sen duştayken kahvaltı hazırlayayım mı, birlikte kahvaltı ederiz?" "Gerek yok." "Var!" Sesim biraz yüksekçe çıkmıştı. O inatsa ben de inat edip üzerine gidecektim. Aramıza ördüğü dağları aşmamız gerekiyordu. Böyle devam edemezdik. Gözleri ikinci kez gözlerimi bulup oyalanınca içimin gıdıklandığını hissettim. Şefkatle bakıyordu. Yumuşacık. Bunu fark etmemek imkansızdı. Şimdi böyle şefkatle bakarken, geçen gece nasıl olmuş da öyle mesafeli davranabilmişti? Pes etmiş bir şekilde "Tamam, hazırla bakalım," deyip yanımdan geçtiğinde suratıma bir tebessüm yayıldı ve mutfağa koştum. Sevinç ve rahatlamışlık duyguları sinmişti sonunda üzerime. Yol kat edebildiğimizi hissettim. Demek ısrarcı ve kararlı olmak gerekiyordu beyefendi karşısında! Hızla patates soyup doğradıktan sonra tuzlayıp kızartma tenceresine koydum. Çayı çabuk olsun diye ketılda su kaynatarak yaptım. Kahvaltılıkları, ekmeği ve şekeri de masaya koydum. Emir Serkan banyodan çıktığında patatesler kızarmak üzereydi. Biraz içeride bekleyip haber okumuştu o da. Kızaran patatesleri tabağa koyup masaya bıraktım ve her şeyin eksiksiz olduğuna emin olduktan sonra gidip Emir Serkan'ı çağırdım. "Emir Serkan, kahvaltı hazır." Okuduğu gazeteyi kenarı koyup ellerini yıkadıktan sonra masaya oturdu ve besmele çekip kahvaltısını yapmaya başladı. Nedensizce çok mutlu olmuştum bu durumdan. Gerçi nedensizcesi mi vardı, adam bana o kadar soğuk davranınca ve şimdi kahvaltı yapmayı kabul edince sevinmem normaldi! İkimiz de sessizdik. Bu sessizlikten biraz rahatsız olup küçük bir kaç soru sormuştum ona, işler nasıl gidiyor, nasılsın gibisinden. Kısaca cevaplamıştı. Konuşmaya aşırı istekli görünmediği için çok üstelememiştim. Kahvaltısını bitirip ayağa kalktığında içtenlikle "Ellerine sağlık," deyip banyoya yöneldi. Ellerini yıkayacaktı sanırım. Ben de bu sırada çayımı bitiriyordum. Az sonra bir elinde diş fırçası, bir elini de ağzının önüne tutmuş bir şekilde yanıma geldiğinde ne olduğunu anlayamayıp şaşırmıştım. "Sular gitti," derken muhtemelen hâlâ ağzı macunlu olduğundan garip konuşmuştu ve komikti. "Bir dakika," deyip tezgahın üzerindeki sürahinin kapağını açıp banyoya yöneldim, beni takip edeceğini düşünerek. Lavabonun önünde durduğumda o da yanıma gelip elini uzattı. Ben eline su döktüm, o da ağzını çalkaladı ve ellerini yıkayıp havluyla kuruladıktan sonra "Teşekkür ederim," dedi. Neşeyle "Rica ederim," deyip elimdekini mutfağa geri bıraktım. Ardından sofrayı toparlamaya başladım. Emir Serkan'ın da gelip kahvaltıkları dolaba yerleştirmesi ve sofrayı silmesi üzerine kısa sürede hallolmuştu. Yardım etmesi beni mutlu etmişti. Geriye yalnızca çaydanlık kalmıştı. İkimiz de aynı anda sapına uzandığımızda Emir Serkan hızlıca elini geri çekti ve olası bir teması engelledi. "Ben hallederim," dediğimde başını salladı ve mutfaktan çıktı. Bir kaç dakika sonra yeniden mutfak kapısının önüne gelen Emir Serkan üzerine kot ceket giyiyordu. "Ben çıkıyorum," diye haber verdi. Yine mi gidiyordu? Bugün haftasonuydu, işe gitmesi olası değildi. "Nereye?" "Biraz dolaşacağım." "Ben de gelebilir miyim?" Evde durmaktan çok sıkılmıştım. Bu durum ses tonuma ve mimiklerime de yansımış olacak ki, bir an duraksadı. Ben kabul edeceğini sanırken o bambaşka bir yanıt verdi. "İstersen seni Esmalara bırakabilirim ama benim gideceğim yer uygun olmaz." Uygun olmaz dediğine göre arkadaşlarıyla falan görüşecekti herhalde. Olsun, Esma'ma bırakacaktı beni. Buna da razıydım. "Tamam. Hemen feracemi giyip geliyorum." Tabiki de Emir Serkan dedi diye dışarıda nasılsam evde öyle durmuyordum. En azından feraceyle değil. Elbise giyiyordum yalnızca. Feracemi giyip başıma tülbent yerine geniş bir eşarp taktıktan sonra çantamı ve telefonumu alıp dışarıda beni bekleyen beyefendinin yanına gittim. Esma bize çok uzakta oturmuyordu. Bu yüzden yürüyerek gidiyorduk. Onunla lisede tanışmıştık, en yakın arkadaşımdı. Belki de tek gerçek arkadaşım. Ayaklarımız yere düşen taze ve sararmış yaprakları eziyordu. Sonbahara girmiştik, havalar serindi. Sonbahar sevdiğim bir mevsimdi. Rengarenk bir örtüye bürünüyordu etraf. Esmaların evinin önüne geldiğimizde ikimiz de durduk. "Akşam seni alırım. Hava artık daha erken kararıyor, yalnız gitme." Beni düşünmesiyle kalbim sıcacık olurken, Emir Serkan'a "Tamam. Teşekkür ederim. Allah'a emanet ol," dedim ve bahçe kapısından içeriye girdim. Kapıya tıklatıp bir süre bekledim. Tam evde yoklar diyecekken kapı açıldı ve Esma "Kusura bakma ya tuvaletteydim," deyip beni içeri buyur etti. Kapıdan girip arkama baktığımda Emir Serkan yeni gidiyordu. Ben içeri girene dek beklemiş olmalıydı. "Ee nasılsın? Ne yapıyorsun? Evlilik nasıl?" "İyiyim çok şükür. Bütün gün evde oturuyorum, bazen de rutin ev işleriyle uğraşıyorum." Emir Serkan'ın beni üzen davranışlarından söz etmedim. Söz etmeyi düşünmüyordum. Aile sorunlarının duyulmasından hoşlanmıyordum. Mahremiyet önemliydi. Kişiler kendi içlerinde halletmeliydi ve dışarıya yayılmamalıydı. "Zaten Serkan'la çocukluktan beri iyi anlaşırmışsınız. İyi işte, dedenin çenesinden de kurtulmuş oldun. Allah hayırlı bir yuva eylesin inşAllah." Dedemin yanlız çenesinden kurtulmamıştım. Keşke sadece çene yapsa ve kızsaydı! Onun baskısı benim bütün yaşam enerjimi sömürmüştü. Fakat bunları Esma'ya anlatıp onu üzmek istemediğim için bir şeyden haberi yoktu. Biraz duraksayıp yüzüme baktı. "Deli kız," diye mırıldanıp ben de ona sardım kollarımı. "Sen de bize gel. Zaten Emir Serkan işte oluyor gündüzleri. Akşam da geç dönüyor işten. Otururuz." "Olur, gelirim fırsat buldukça." "Sizinkiler yok mu?" "Yoklar. Teyzeme gittiler, yarın döneceklermiş." "Hıımm..." İlerleyen süreçte biz sohbeti koyulaştırmıştık ve hava da kararmıştı. Esma hatıra kutusunu getirmiş, onun içindekilere bakıp anılarını yâd ederek zaman geçirmiştik. Ben böyle pek hatıra kutusu gibi şeyler yapmazdım. Yapsam da içine ne koyabilirdim ki? Böyle tatlı ve önemli anılarım yoktu benim. Geçmişe dair hatırlamak isteyeceğim çok bir şeyim yoktu. Esma "Aaa aklıma gelmişken, senin fotoğrafını almıştım ya çoğaltmak için hani? Onu hallettim ben. Dur fotoğrafını unutmadan sana getireyim," deyip birden kalkmış ve odadan çıkmış, az sonra elinde iki fotoğrafla geri gelmişti. "Al, bu seninki," deyip küçüklük fotoğrafımı bana uzattı. "Bak bu da benimki," deyip çoğalttığı kopyayı da gösterdi neşeyle. Bu fotoğrafımı gördüğünde çok sevmişti Esma ve kendine de kopyalatmak için almıştı. Bir kaç aydır ondaydı, demek anca zaman bulabilmişti. Olsun, benim için sorun değildi. Ben de ona gülümsediğimde oluşan sessizlik üzerine fırsattan istifade "Aa ama sen meyvelerini hâlâ yememişsin. Onlar bitecek bak," uyarısını bana sunmayı ihmal etmedi. "Tamam tamam, bitireceğim." Biz akşam namazını beraberce kılıp duamızı ettikten biraz sonra kapı tıklatılma sesi geldi. "Seninkidir," deyip perdeyi araladı. Bir garip hissettim 'seninki' kelimesi üzerine. Hoşuma da gitmedi değil hani. Esma "Aynen, Serkan gelmiş," diye devam edip feracemi getirdi. Feracemi giyip Esma ile vedalaştım ve kapıya çıktım. Emir Serkan'la selamlaştık ve eve doğru yürümeye başladık. Gününün nasıl geçtiğini sorduğumda iyi olduğunu söyledi, ardından "Senin nasıldı?" diye ekledi. "Güzeldi, Esma'yı özlemişim. Hem ne zamandır evdeydim, farklılık oldu." Emir Serkan biraz duraksadıktan sonra lafa girdi. "İstediğin zaman istediğin yere gidebilirsin, biliyorsun değil mi? Yalnızca bana haber ver, nerede olduğunu bileyim." "Peki," dedim karşılığında. Bilmesem de tahmin ediyordum elbet. Kimseyi kısıtlayacak biri değildi çünkü. Fakat hiç oturup konuşmamıştık da. Malum, biz ne görüşebiliyor ne de konuşabiliyorduk bugüne dek. Bir süre sessizce yürüdük. Emir Serkan "Dondurma alayım mı?" diye sorduğunda bugün hayli ilerleme kaydettiğimizi düşündüm. "Olur." Yanıtım üzerine o dükkana girerken ben kapıda bekledim. Elinde iki külah dondurmayla yanıma geldi ve kakao-vanilya olanını bana uzattı. Allah Allah, nasıl sevdiğimi nereden biliyordu? Tamam, ben de onun karışık dondurma sevdiğini hatırladığıma göre mahallede Servet Amca günlerinden kalma bilgilerdi bunlar. Servet amca her bayram mahallenin çocukları ve gençlerine dondurma alırdı. O dondurmaları genellikle Emir Serkan, Ensar ve tayfası dağıtırlardı. Onca kişi içinden benim sevdiğim çeşidi nasıl hatırlamıştı? "Teşekkür ederim," deyip elimdeki dondurmayı nasılsa köşeyi dönünce eve varacağımız için yemedim. Evde yerdim, çünkü dondurma yerken tam bir felaket ortamı oluşturuyordum. Hatta teyzem "Sen dondurma yemeyi beceremiyorsun," diye dalga geçerdi benimle, gülüşürdük. Zaten bunlar da son dondurmalarımızdı. Artık yavaş yavaş dondurmalar da raflardan iner ve mevsim meyveleri yerini alırdı. Eve girdik ve Emir Serkan ceketini ayakkabılığın üzerine bırakırken ben de feracemi çıkarıp askıya astım. Kendi kendime göz devirip ayakkabılığın üzerindeki ceketi alarak feracemin yanına astıktan sonra "Karnın aç mı?" diye seslenip mutfağa girdim. Bir bardak soğuk suyu yere çömelip içerken Emir Serkan gelip mutfağın kapısına yaslandı. Elhamdülillah deyip bardağı tezgahın üzerine bırakırken bir yandan da ona laf yetiştiriyordum. Suratına yavaş yavaş bir gülümseme yayıldı. "Sanki!" deyip ben de gülümsedim. Tekrar ciddileşerek "Aslında biraz acıkmış olabilirim ama boşver uğraşma şimdi," deyip içeriye doğru gitti. Tabi peşinden yol aldım. "Uğraşmayacağım ki, zaten yemek var, dün yapmıştım. Isıtıyorum o zaman?" "Tamam, önce dondurmanı ye, eriyor. Sonra ısıtırız." Bugün gerçekten de yol kat etmiştik. Bir mucize hayatıma yavaş yavaş giriyor gibi hissetmekten kendimi alamadım. Evlendikten sonra bugüne dek her ne kadar mesafeli davransa da, aslında yumuşacık bir yapısı vardı Emir Serkan'ın. Biliyordum. |
0% |