@sukunettekelimeler
|
~Ensar Demir Annemden duyduğum cümlelere inanamıyordum. Ne demek Serkan Hümeyra'yla evlenmişti? Titreyen elimdeki su bardağını sehpanın üzerine bıraktım. Baştan aşağı stresleve hayal kırıklığıyla donanmıştım. Hızla odadan çıkarken annemin "Nereye?" sorusuna yanıt verecek durumda değildim. Kendimi dakikalar içerisinde Serkanların evinin önünde bulup hızlıca kapıyı çaldım. Kapıyı açan Feride teyze sevinçle ve şaşkınlıkla bana bakıyordu. "İyiyim Feride teyze, sağ ol. Sen nasılsın?" "Ben de iyiyim evladım, şükür." "Serkan evde mi?" "Serkan mı, yok. Ayrı evde şimdi o yavrum. Hani rahmetli Adnan amcanın oturduğu yer var ya, orada oturuyorlar şimdi." "Tamam Feride teyze. Kusura bakma acelem var, sonra ben sana uğrar bir çayını içerim. Hadi Allah'a emanet." Kadıncağız, telaşlı hâlimi fark etmiş, hayra vurmaya çalışmıştı. "Aman Ensar, acele işe şeytan karışır oğlum, sakin ol. Hayrolsun işlerin. Çaya gelirken haber et de Serkanları da çağırırım. Hadi sen de Allah'a emanet." Sokakta adımlarımın çıkardığı sesi dinleyerek o eve doğru yürümeye devam ettim. Hava kararmıştı, muhtemelen yağmur yağacaktı. Yüreğimdeki ateşe biraz olsun iyi gelirdi belki, yağsın! Evin önünde durdum ve kapıya uzanırken tereddüt eden elime saydırmamak için kendimi zor tuttum. Ne diyecektim ki? Ne yapacaktım? Önemi var mıydı? İçimden gelen neyse öyle davranacak, konuşacaktım. Kendimi akışa bıraktım. Sonunda kendimi toparlayıp kapıyı tıklattım. Ses seda gelmeyince tekrar hızlıca vurdum. "Kim o?" "Benim, Ensar." Kapı çok geçmeden aralanmış, bir eliyle tülbentinin önünü tutan Hümeyra saniyelik olarak bakışlarıma takılmıştı. Gözlerim istese de yapamaz, kardeşim dediğim adama yapmazdım bunu; hemen kaçırdım bakışlarımı. Hümeyra'nın kızarık göz çevresi ve solgun yüzü kafama bir soru işareti, boğazıma bir düğüm olarak kalmıştı. Yine de bakmadım. Ne oldu diye soramadım. En çok da bu acıttı. "Ensar, Selamünaleyküm. Hoş geldin," derken bile ses tonu, kalbinin temizliğini ve saflığını haykırıyordu adeta. Kendimi toparlayıp zorla konuştum. "Tamamen döndün mü?" Keşke dönemeseymişim Hümeyra. Döndüm mü? Şuan bu gördüğün gerçekten ben miyim? Sen artık birinin karısı olarak mı duruyorsun karşımda? Onca bekleyiş, hasret ve umut bir bir zamana karışıp yok mu olmuş Hümeyra? Anlamsızlığa boyanmış hepsi meğer. "Öyle görünüyor, bakalım." "Hayırlı olsun." "Sağ olasın. Serkan yok mu, Hümeyra?" Hümeyra. İsmini söylemek bile bana normal gelmiyordu ki. Onca zaman ismini bile sakınırken, nasıl katlanacaktım acına? "Serkan sabah çıktı, yok." "Nerede peki, biliyor musun?" "Bilmiyorum." Daha fazla burada durmamam gerekiyordu öyleyse. Ağzıma ne gelirse geveleyip, Hümeyra'nın yanıtını aldıktan sonra oradan uzaklaştım. "Peki o zaman... Ben gideyim. Kendine iyi bak, Allah'a emanet ol." "Sen de. Allah'a emanet ol." Yürürken, gözlerimin önü bulanıklaşmıştı. Fakat tuttum kendimi. Onca zaman nasıl sabrettiysem, sabrettim. Gerçi ikisi bir değildi ki... Ben onca zaman, sevdiğim kızın helalim olacağı günü bekleyerek sabretmiştim. Şimdiyse bekleyecek ne kimsem ne de bir günüm kalmıştı geriye. Anladım ki beklemek bile güzelmiş, eğer bekleyeceğin biri yahut bir şey varsa. Beklediğini kaybetmekse, bir boşluğa ve derin bir acıya iteliyormuş adamı. Sonra bulutlar yağmur damlalarını yeryüzüne gönderdi ve ben kendimi tutmayı bıraktım. İçimdeki sızıyı daha fazla bastırmaya çalışmadım. Tatlı yağmur suyuna tuzlu gözyaşım karışmış, erkekler ağlar diye sesleniyorlardı. Yağmurun altında yürüdüm ve yürüdüm... Serkan'ın nerede olabileceğini az çok tahmin ediyordum. Ne tahmini, adım gibi biliyordum işte. Ben onun ciğerini biliyordum be. Sırf bu yüzden böyle bir şey yapmasını beklemiyordum zaten. Kadir amcanın yıllar önce bize verdiği o ufak mekânın kapısını ittirip içeriye girdim. Değişen pek bir şey yoktu. Sadece Serkan eskiden olmayan bazı eşyalar getirmişti buraya. İkimizindi burası. Önce tertemiz yapmıştık, canımız çıkmıştı. Sonra boyamıştık. Sonra da evlerden kullanılmayan halı, kilim, minder, tabak, çanak ne bulursak getirmiştik. Zamanla yaz kış olmazsa olmazımız olmuştu burası. Sığınağımız. Serkan tam karşımda duruyordu. Sırtı kapıya dönük, bir şeylerle uğraşıyordu. Kapının kapanma sesini duyunca arkasını dönmüş, beni görünce yapabildiği tek şey donakalmak olmuştu. Bu surat ifadesini bilirdim, ne diyeceğini ve ne yapacağını bilmiyordu. Karmakarışıktı. Ona doğru zar zor bir kaç adım attığımda arkasında uğraştığı şeyin ıhlamur çayı olduğunu fark ettim. Ne zaman canı sıkkın olsa, bir şey olmuş olsa ıhlamur içerdi. İyi geliyor derdi ama bence psikolojik olarak öyle hissediyordu. Tezgahın üzerine bakılırsa bugün fazlasıyla ıhlamur içmişti. "Ensar?" Kendime engel olamayıp suratına geçirdiğim yumruk lafını yarıda kesmişti. Çenesini ovuştururken canının fazlasıyla yandığı belliydi. Elimin ağır olduğunu biliyordum. Burnuna denk gelmişti. Kahretsin, burun en çok acıyan yerdi. İyi misin diye sormamak için kendimi zor tuttum. Canı yanınca benim de canım yanmıştı. Ve bu daha çok öfkelendiriyordu beni. Yakasına yapıştım, "Ensar beni dinle," dese de "Neyini dinleyeyim?!" diye bağırıyor, onu konuşturmuyordum. Ruhumun derinlerinde biriken ve beni yangınlara iten o tarifsiz hisler varya, işte onların etkisi altındaydım. "Kardeşim, bak asl--" "Bana kardeşim deme!" derken sarstım onu. Geriye doğru itip bıraktım. Bakışlarım, hayal kırıklığımı olduğu gibi yansıtıyordu. "Benim kardeşim emaneti sahiplenmez, emanet gibi davranırdı," deyip sözlerimle son vuruşumu yaptım ve kapıya yürüdüm. "Ensar! Ben senin emanetini sahiplenmedim, sahip çıktım!" "Belli nasıl sahip çıktığın!" Kapıdan çıkmadan önce "Ensar buraya gel! Konuşmamız lazım!" diye bağırsa da onu orada bırakıp gittim. Onu, dostluğumuzu, anılarımızı, mekânımızı, hepsini bırakmak isteyip gittim. Hızlanan yağmur beni kendime getirsin, beni eritsin bitirsin, suya karıştırıp götürsün isteyerek gittim. Hızlanan yağmur beni kendime getirsin, beni eritsin bitirsin, suya karıştırıp götürsün isteyerek gittim |
0% |