@sukunettekelimeler
|
~Ensar Demir "Oğlum 29 yaşındasın, yakında otuz olacaksın." Yemek masasındaydık. Annemin haftalık rutini başlamıştı anlaşılan. Bu sohbetin ucunun nereye gittiğini biliyordum. Dört yıldır aynı şeyleri duymaktan yorulmuştum. "Anne, lütfen yine aynı konuyu açmayalım." "Ne demek açmayalım? Ben de oğlumun mutluluğunu görmek ve torunlarımı kucaklamak istiyorum." "Ben zaten mutluyum anne. Sevmediğim, istemediğim biriyle evlenip mutlu olmadıktan sonra sana torun vermem hoşuna gidecek mi?" "Oğlum o kadar okudun, başka ülkelere, şehirlere gittin geldin. Geniş çevren var. Hiç mi yok sana uygun biri? Şöyle huyu huyuna suyu suyuna." İştahım kaçmıştı yine. Elimdeki çatalı sofraya bıraktım. Onu kırmak istemiyordum ama bu muhabbetlerden çok yorulmuştum. "Yok anne." "Vardır vardır. Ama senin evlenmeye gönlün yok ki! Olanı da görmüyorsundur. Ah evladım ah!" Annem sitem ediyordu açıkça. Biraz da beni suçlarcasına konuşmuştu. Moralim iyice bozuldu ve tadım kaçtı. "Müsaadenizle ben biraz hava almaya çıkıyorum," diyerek sandalyeyi geri ittirdim ve ayağa kalktım. "Oğlum, bari yemeğini bitirseydin. Sen seversin diye yaptım dolma biberi." "İştahım yok anne. Daha sonra yerim. Eline sağlık." Odama çıkıp sırt çantama yedek kıyafet ve havlu koydum. Dizlerimin altına gelen şortumu da giyip evden çıktım, arabama atladım. Yaz mevsimindeydik ve yüzmeye gitmek daha güzel, daha kolay oluyordu. Ana yola doğru direksiyon sallarken mahalleden çıkmak üzereydim. Serkan ve Hümeyrayı, Hafsa'nın minik ellerini tutmuş yürüyor halde görünce "zaman ne de çabuk geçiyor " diye düşündüm. Onların çok güzel bir evlilikleri olmuş, üstelik bir de melek gibi bir kızları doğmuştu. Ve şimdi o minik kız büyümüş de anne-babasının elinden tutmuş, pıtı pıtı yürüyor, çene çalıyordu. Arabayı kaldırıma doğru yanaştırıp durdum. Cam zaten açıktı, bu havada kapalı olsa herhalde havale geçirirdim içeride. Başımı biraz dışarıya uzattığımda onlar da durmuş bana bakıyorlardı. "Selamünaleyküm. Nereye böyle bu sıcakta?" Selamımı hepsi almış, cevabı veren ise Serkan olmuştu elbette. "Aleykümselam. Sorma ya. Arabayı sanayiden alacaktım ama aksilik çıkmış, bugün alamayacağım. Doktora da randevu almıştık Hafsa için, oraya gidiyoruz." Kaşlarımı çatarak "Oğlum ben ne güne duruyorum? Niye söylemiyorsun? Arabayı verirdim sana, yahut sizi ben götürürdüm," diye Serkan'a kızdım. Canım dostum "Ne bileyim, aklıma gelmedi işte," diye bir şeyler gevelerken ben onu bırakıp Hafsa'ya döndüm. "Hafsa? Sen hâlâ iyileşmedin mi güzelim?" "Enşay amca iyiyeşmedim," dedi şirin şirin. Allah'ım bu çocuğu ne tatlı yaratmışsın. Bal dökmeden direk ye yut. Kapıyı açtım, arabadan inip Serkan'a döndüm. Hafsa kendine Hafşa dediği için ben de arada onu taklit ederek aynı şekilde diyiveriyordum işte. Bunlar da karı koca bir olup bana gülüyordu. Umrumda değildi tabi. Kimse yeğenimle olan harikulade ilişkimde çocuklaşmamı engelleyemezdi. "Gel bakalım güzellik," deyip Hafsayı kucakladım. Ardından hemen karşımda duran Hümeyra'ya "Nasılsın Hümeyra?" dedim seviyeli bir ses tonuyla. Bakışlarımı da bir kaç saniye sürmeden tekrar Hafsa'ya çevirmiştim ve miniğin elbisesini düzeltiyor görüntüsü vermiştim. Hümeyra'yı yok sayamazdım, bu hem ona karşı ayıp olurdu (sonuçta geçmişle alakalı hiçbir şey bilmiyordu) hem de onca zaman yüreğimden tamamıyla silinip gidemeyen duyguları Emir Serkan'ın anlamasına sebep oluyordu. Kaçtığımı sezer ve nedenini sorgulardı. Eh, bu senaryo gerçekleşirse olaylar da hayırlı bir nihayete ermezdi. Bu yüzden sınırlarımı, saygımı ve mesafemi koruyarak "hoş geldin, hoş bulduk, nasılsın, eline sağlık, selamünaleyküm" gibi genel diyaloglar içeren iletişim kuruyordum. Ötesine geçmeye zaten gerek de yoktu. "Elhamdülillah iyiyim, sen nasılsın?" dedi o da her zamanki samimiyeti ve seviyeli duruşuyla. İkisini bir arada barındırmayı nasıl başardığını merak etmiyor değildim. "Hamdolsun. Serkan biraz kızdırdı ama!" deyip Serkan'a yan yan baktım. "Aklıma gelmedi dedim ya abicim, hemen kızma. Yoksa senden mi çekineceğim?" "Tamam tamam, affettim. Hadi atlayın bakalım." Serkan arabayı sürüyor, Hümeyra arkada oturmuş camdan dışarısını seyrediyor, ben de kucağımdaki minikle ön koltukta oturmuş oynuyordum. Her 'Enşay amca' deyişinde kalbime sokasım geliyordu onu. Belki çok saçmaydı, benim yerime başkası olsa canı yanar ve soğuk davranırdı çocuğa ama benim için bu mümkün değildi. Hafsa hayatımın merkezi olmuştu. Aramızda derin bir bağ vardı. Miniğimin annesi gibi iri gözleri vardı fakat babası gibi kahverengiydi. Burnu ve yanakları annesine, dudakları ve kaşları da Serkan'a benziyordu. Aslında saymaya gerek yoktu, ikisinden de bir şeyler almıştı işte. "Enşay amca doktoya ditmeyeyim," diye fısıldadı kulağıma doğru. "Beni kaçıy götüy buydan," İkinci cümlesi sebebiyle dayanamadım ve bir öpücük kondurdum yanağına. Fazla tatlıydı. "Aa neden? Gitmezsek iyileşemezsin ama." "Ama Enşay amca ben koykuyoyum," dedi beni ikna etmeye çalışarak. "Hııı... Ama sen çok cesur bir kızsın. Güçlüsün. Korkmana gerek yok ki. Hem sadece kontrol edecek seni doktor amcan." "Olmas, istemiyoyum," deyip omuz silkti. "O zaman seninle bir anlaşma yapalım. Sen doktora gidersen ben de sana bir hediye alayım. Hem iğne de vurmayacaklar biliyor musun? Sadece sırtına ve ağzına bakacaklar. Bence bu hediye fırsatını kaçırma." Serkan yine araya dalmıştı. Asla onun araya dalmadığı bir diyaloğumuz yoktu zaten. Adam iki dakika susamıyor, hele Hafsa konu olunca çenesi hepten düşüyordu. Bizi kıskandığını dahi düşünecektim artık! "Sanki hiç hediye almıyorsun Ensar. Çocuğun oyuncaklarının ve eşyalarının çoğu senden hediye. Şımartma bu kadar, sonra baş edemeyeceğiz bak." Serkan'ın söyledikleri üzerine küçük bir kahkaha attım ve kucağımdaki küçük kızın güzel gözlerine baktım. "Hafsa, bu baban bizi kıskanıyor mu ya amcam?" Hafsa kıkırdadı. "Kışkanıyoy babam." Hafsa'ya göz kırptım. "Dimi, bence de!" Ardından bakışlarımı yan koltuktaki Serkan'a çevirdim. "İleride Enes evlenir de çocuğu olursa Hafsa'nın papucunu dama atmak yok ama." "Ben o Hafsa'nın papucunu senin ağzına tıkıştırmalıyım bence," dediğimde arabadaki herkesten gülme sesleri geliyordu. Hafsa bile kıkırdamıştı, artık ne anladıysa çocuk bu yaşta? Hafsa "Enşay amca heyidem yemek takımı olşun. Aytık yemek yapmaşını öyyencem men," diyerek araya girdi. "Tamamdır. Babanı arayıp soracağım, uslu uslu durmuşsan yemek takımı akşama sende." "Çok teyeşşük edeyim Enşay amcam menim," deyip boynuma sarıldığında güldüm ve ben de ona sarıldım. Saçlarının üzerine bir öpücük bırakmayı da unutmadım. Az sonra yolculuğumuz sona erdi ve araba durdu. "Ne demek kardeşim, haberdar et beni. İstersen dönerken de alırım hem." "Tamam haberleşiriz. Hadi Allah'a emanet ol. Dikkatli sür." Hepimiz arabadan indik. Onlar hastaneye geçerken ben yeniden şoför koltuğundaki yerimi aldım. Hafsa'ma da el sallamayı unutmadım tabi. ¿•¿•¿•¿ Üzerimdeki tişörtü çıkartıp çakıl taşlarının üzerine duran çantamın içine koydum ve göle doğru yürüdüm. Ayaklarıma ılık su değdiğinde rahatlamıştım bile. Yavaş yavaş suda ilerledim. Bileklerime, dizlerime, belime, omuzlarıma dek geldi su. Biraz daha gittim. Annemin evlilik konusunda ısrar edişleri kafamda dönmeye başladı. Kendince haklıydı. Mantıken, ben de bu yaşlarda evlenmek, bu sünneti çok geçe bırakmamak isterdim. Ama benim yüreğim bunun için yeterince güçlü değildi. Yıllar geçmiş, geçmişin izi bir türlü tamamıyla silinmemişti. Evet belki onu bana çok uzak görmeye alışmıştım, olanları kabullenmiştim, çünkü insan acıya dahi alışabiliyordu. Fakat bir başkasını yüreğime alamazdım işte. Buna hazır değildim. Biriyle evlenip onu mutlu edememek bana çektiğim acılardan daha çok koyardı. Kimsenin yarası, derdi, tasası olmak istemiyordum. Biriyle evlenip ona yeteri kadar sevgi ve ilgi verememe derdini taşımak istemiyordum. Belki bir gün hazır hissedersem... Belki. Sırtüstü suya bırakmıştım kendimi. Dalgalar nereye götürürse oraya! Suyun sesi, ferahlığı, dalgalar, gökyüzü, güneş, hepsi huzur veriyordu. Yıllar önce okuduğum defterinde Serkan gökyüzü diye bahsetmişti ya onun gözlerinden, belki ben de denizle anımsıyordum. Kim bilir? Derin denizlere dalıp kaybolmuş, boğulmuştum. Benim de imtihanım buydu. Birinin denizinde kaybolmak. Onun ve kardeşimin mutluluğuna tanık olup yüreğimdeki sızıyı ve boğuluyor olduğumu unutmak... Bundan utanç duyuyordum. Yani, onu hâlâ tamamıyla unutamamaktan. Kalbimden çıkarıp atamamaktan. Ama bazen tek bir kişiyi yıllardır seviyor olmam, ki bu da kuvvetli hisler beslediğimin kanıtıydı, gerçek duygulara sahip olabildiğim için şanslı hissettiriyordu. Tabi hemen ardından kendime yönelen nefretim baş gösteriyordu. Serkan'ın yüzüne her bakışımda kendimi suçlu hissediyordum. Galiba bu hep böyle sürecekti ve bana ceza olarak yeterdi. Serkan bunu anlamasın diye her şey normalmiş gibi davranmaya çalışıyordum. Eğer Serkan anlarsa mutluluğuna gölge düşeceğinden emindim. Hem Serkan'ın hem Hümeyra'nın mutluluğuna. Ve doğal olarak Hafsa'nın da. Bu, en son istediğim şeydi. Düşüncelerimi onlardan uzaklaştırmaya çalıştım. Çevrenin sesine odaklandım. Göl kenarına yaklaşan bir araçtan teybi açtılar. Bir türkü çalmaya başladı. Sesi net bir şekilde duyuluyor, sözleri ciğer dağlıyordu. Benim için yazılmış gibiydi. Dermansız dertlerimin gizli sebebi sensin. |
0% |